Kategori arşivi: Hekim Saltık

Türkiye Sağlık Sisteminde Örgütlenme, Finansman ve İnsangücü

Açıkoturum gerçekleştirildi.. İzlemek isteyenler tıklayabilir
(Dr. Ahmet Saltık):

https://youtu.be/liv7ThV3UuQ?t=4  

******

21. Yüzyıl İçin Planlama 2021
Kış Konferansları 5
Salgın ve Sağlık 4 :
Türkiye Sağlık Sisteminde Örgütlenme, Finansman ve İnsangücü
6 Şubat 2021 saat : 14:00

2021 Kış Konferansları 5

Merhaba,

Bu hafta 2021 Kış Konferanslarımızın beşincisini

  • “Salgın ve Sağlık 4 – Türkiye Sağlık Sisteminde Örgütlenme, Finansman ve İnsangücü” başlığı ile 6 Şubat 2021 Cumartesi günü saat 14:00’da Youtube kanalımız üzerinden
    (Oturum linki: https://www.youtube.com/watch?v=liv7ThV3UuQ) gerçekleştireceğiz.

Doç. Dr. Cemal Taluğ Hocamızın takdimi,
Prof. Dr. Ahmet Saltık Hocamızın yöneticiliğini yapacağı konferansımızın konuşmacıları ise
Prof. Dr. Kayıhan Pala, Prof. Dr. İsmail Ağırbaş ve Prof. Dr. Zafer Çalışkan olacaktır.

Canlı yayın sırasında sohbet kısmı bölümünden yapacağınız yorum, soru ve görüşlerinizi bize iletebilirsiniz. Sorularınızı kime yönelttiğinizi belirterek ve tam bir biçimde sunumlar sırasında yazarsanız konferansın son bölümünde konuşmacılarımız sorularınızı cevaplayacaklardır.

Kaçıran takipçilerimiz için geçen hafta “Hazine ve Finansman” başlığı ile yayınladığımız konferansımızın vidoesunu afişin altına ekliyoruz. Dileyen takipçilerimiz videoya oradan ulaşabilir. Sosyal medya hesaplarımız (Facebook, Twitter, Instagram, Youtube) ve internet sitemizin linklerine mesajın en altındaki bölümden ulaşabilir ve etkinliklerimizin duyurularını buralardan da takip edebilirsiniz.

Bilgilerinize sunarız. Dostça selamlarımızla…
21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu

HALK TV Programımız – 06 Şubat 2021

Dostlar,

Bu gün, 06 Şubat Cumartesi günü,
saat 16:00’da

HALK TV’de Sn. Fatma Nur AK’ın konuğu olacağız.

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 06 Şubat 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Aşırma (İntihal) Sorunu

Aşırma (İntihal) Sorunu

Image result for Prof. Dr. Hasan YAZICIPROF. DR. HASAN YAZICI
ESKİ İÜ ETİK KURULU BAŞKANI

Cumhuriyet, 04 Şubat 2021

Aşırmaya özel ilgim, hocalık yıllarımda böyle iddiaları incelemek üzere sıkça görevlendirilmeme neden olurdu. Bu kez de öyle olmuştu. Edebiyat fakültesinden gelen bir dosyaya bakmakla görevlendirilmiştim. Aşırma ihbarını yapan, aşırmayı yaptığı iddia edilen profesörün aynı fakülteden hocasıydı. Öğrencisinin yazdığı bir kitapta, kendisinden fütursuzca yapılmış aşırmalar olduğundan şikâyetçiydi. Konuyla ilgili iki kitap rektörlükten gelen görevlendirme yazısına eklenmişti. Kitaplar görece kısa, karşılaştırılmaları zahmetsizdi. 1-2 gün içinde kesin kanım oluşmuş, öğrencinin hocasının kitabından oldukça büyük çapta aşırma yaptığını görmüştüm. Ancak bu aşırma, daha sık olarak görülen ve hiç kaynak vermeden yapılan aşırmalardan farklıydı. İncelediğim kitabın yazarı, hocasının kitabı dahil, çok sayıda kaynağa gönderme yapmış, ancak bu göndermelerin kitabının nereleriyle ilgili olduğu belirtilmemişti.

Soruşturma günü hakkında aşırma suçlaması yapılan hocayla aramızda geçen konuşmayı hatırladığım kadarıyla aşağıya alıyorum:

“Kitapları karşılaştırdım. Hocanızın kitabından usulsüz alıntılar yaptığınız hakkında hiç kuşkum yok. Kendinizi nasıl savunacaksınız?”

“Suçlamaları kabul etmiyorum. Göreceğiniz gibi kitabımın kaynaklar listesinde hocamın kitabı da var.”

BİLİMSEL AYIP

“Öyle ama sizin kitabınızda hocanızın kitabından tümüyle kopyalanmış birçok paragraf var. Bu alıntılar tırnak içinde olmadığı gibi kaynak listeniz oldukça uzun ve hocanıza yapılan gönderme bunlardan sadece bir tanesi. Alıntılarınızın aşırma olmaması için hocanızınki dahil diğer kaynaklardan da aldıklarınızı mutlaka tırnak içine almanız ve bu tırnak içindekilerin alındığı kaynağın verdiğiniz kaynaklar arasında hangisinin ve çoğu durumda hangi sayfalarından olduğunu belirtmeniz gerekli.”

“Hocam, tam olarak neyle suçlandığımı anlamıyorum. Hocamın kitabını çok beğenmiştim ve beğendiğim kısımları kendi kitabıma aynen aldım. Dediğim gibi, kitabın sonunda da hocama gönderme yaptım.”

Sabırla devam ediyorum:

“Bakın hocanızın veya başka birisinin dediklerini çok beğenebilirsiniz. Ancak denilenleri kelime kelime aynen (verbatim) kitabınıza tırnak içine almadan koyamazsınız. Ama bakın şunu yapabilirsiniz: Yine kaynak göstermek koşuluyla hocanızın dediklerini kendi cümlelerinizle, yazış usulünüzle anlatabilirsiniz. İşte o zaman aşırmadan bir miktar uzak durmuş olursunuz. Şunu da belirteyim: Yaşamöykünüze ve yayın listenize baktım. Üretken bir öğretim üyesi olduğunuz izlenimini aldım. Deminden beri ve büyük bir sabırla, size yaptığınız önemli bir bilimsel ayıbı anlatmaya çalışıyorum. Güzel kardeşim, söz konusu kitabınızda hocanızı gerekli şekilde kaynak göstermiş olduğunuzda neden bu kadar ısrarcısınız?”

“Hocam, gerçekten anlayamıyorum. Şimdi de tutmuş, hocamın dediklerini yazarken bir değişik yazmamı öneriyorsunuz. Ben kim oluyorum ki kıymetli hocamın dediklerini değiştirip yazayım? Vallahi noktasına, virgülüne dahi dokunamam!”

GÖZ ARDI EDİLİYOR

Araya, o da soruşturmada görevli, zamanın rektör yardımcısı, benim de fakülteden gerçek hocam girdi. “Hasan, yüzünün aldığı şekli beğenmiyorum. Haydi soruşturmaya biraz ara verelim, sen biraz şöyle dışarı çık, hava al, dön” dedi.

Boğaziçi Üniversitesi’nin yeni rektörünün teziyle ilgili aşırma suçlamaları ve özellikle bu suçlamalarla ilgili açıklamayı okuyunca hemen aklıma şimdi anlattığım aşırma öyküsü geldi. Sayın rektör, bir medya ajansına konuyla ilgili şu açıklamayı yapıyor: “Bir kere bu intihal meselesi bir iftira… Oradaki her şey diğerlerinden alıntıdır. En sonunda kaynaklar yazılmıştır. Bütün dert tırnak içine almamış olmam.” (1) Yıllar öncesinin soruşturmasında duyduklarıma ne kadar benziyor değil mi?

Gerek hikâye ettiğim olayda gerekse de güncel örnekte, yöntem benzerliği yanında aşırmayla itham edilenlerin bir yerde arkasına sığındıkları acı bir gerçek var. Maalesef ülkemizde yıllar boyunca üzülerek gözlediğim gibi intihal, hem oldukça yaygın hem de özellikle ünlü “Doğramacı – Spock” aşırmasında olduğu gibi intihali yapan kuvvetli, kudretli biri ise bu çok büyük ayıp çok kolay göz ardı edilebiliyor. (2)

AHLAK DIŞI GÖRÜLMÜYOR

Ülkemde aşırma (intihal) pek de yüz kızartıcı bir ahlak sorunu değil. Yıllar evvel ben de kendi üniversiteme rektör olmaya soyunmuştum. Fakülte fakülte dolaşıp öğretim üyelerine bana oy verirlerse neler yapmayı planladığımı, neyi sevdiğimi, sevmediğimi anlatıyordum. Sevmediklerim arasında aşırmalar da vardı. Hemen hemen gittiğim her fakültede toplumumuzda aşırmanın ne denli yaygın ve maalesef benimsenmiş olduğunu örnekleriyle anlatmaya çalışıyordum. Kimi örnekte çok severek benimsediğimiz müzik parçalarının bestelerinin başkalarından aşırma olduğuna pek aldırmıyorduk. Bunlar arasında besteleri İsveçlilere ait “Dağ başını duman almış”, İsraillilere ait “Bir başkadır benim memleketim” ve hemen her İstiklal Marşı’ndan evvel gözlerimiz dalgalanan bayrağımızda huşuyla dinlediğimiz, ulusalcı Amerikalı kardeşlerimizin ise çalındığında ayağa fırladıkları “Ti”leri vardı.

Fakültelerdeki konuşmalarımı yine şaşmaz olarak aşırmayla ilgili şu çok sevdiğim alıntıyla bitiriyordum: “Aşırmak, ne vatana ihanet ne de seri halinde cinayettir. Ancak bir aldatma ve kandırma yöntemidir… O ülkenin eğitim sistemi, okuryazarları ve hatta ülkenin tüm insanlarının eleştirisel ve yaratıcı yetenekleri hakkında kitaplar dolusu bilgi verir.” (3)

Rektör seçimlerine dönersek, evet, doğru tahmin ettiniz. Rektör seçilmedim.

1- https://www.haberturk.com/bogazici-universitesi-rektoru-prof-melih-bulu-dan-aciklamalar-2927092
2- H. Yazıcı, Bir Aşırma, İletişim Yayınları, 2020.
3- T. Pappas, Plagiarism and the Culture War. Hallberg pub.co. 1998, s. 30-31

 

Cehalet Bilimi

Cehalet Bilimi

Dr. Ceyhun BALCI

Cehalet suyuyla yıkanan bir beyin, altın suyundan çıkan demir gibidir. Asla altın olamaz, ama ancak altın gibi görünür!”1

Endemi, epidemi, pandemi ve infodemi! Hızını kesmek bilmeyen salgın ortamında dağarcığımıza katılan kavramlar oldu.

Doğanın çığlığı sayılabilecek salgın bir yandan, hatalarına hata ekleyen insan öbür yandan! İş her geçen gün karmaşıklaştı.

Yalan ya da yanlış bilgi salgını olarak tanımlanabilecek infodeminin ayrılmaz parçasından söz edelim.

Agnotoloji” ya da anlayacağımız dille : Cehalet bilimi!
Agnotoloji Yunanca bilgisizlik anlamına gelen agnozis’ten köken almış. Agnozis, tıpta bireyin farkındalığını hedef alan ve ender görülen nörolojik bir bozukluğu tanımlamak için de kullanılıyor. Yazımıza konu olan agnotoloji, hatalı ya da çarpıtılmış bilimsel(!) veriler yayarak bilgisizliğe yol açan koşulları araştıran bilim dalıdır.

Günümüz felsefecilerinden Daniel De Nicola’ya göre İskoç filozof James Frederick Ferrier tarafından ilk kez 1850’de kullanılan agnoioloji yalnızca felsefe disiplini içinde kalan bir tanımlamayken; Robert Proctor’un agnotoloji yaklaşımı toplumsal olarak oluşturulmuş cehalete odaklanan yeni bir disiplin ya da disiplinler arası alandır. Güncel Agnotoloji’nin bu kapsamda açıklanması daha doğru olacaktır.

Her ne kadar cehalet bilimi bugünlerde ilgimizi daha çok çekse de tarih boyunca var olan bir kavramdı. İnsanlık tarihiyle birlikte doğdu ve bugüne erişti dense yanlış olmaz. Cehalet bilimi küresel salgının etkisiyle belirginleşen korku ortamında daha bir öne çıktı.

Çok iyi biliyoruz ki, günümüzde bilgi sanal ortamda ve çoğumuza bir tık uzaklıkta! Gerçekten de aklınıza gelebilecek hemen her soruya bilgisayar başında anlık yanıtlar bulabilirsiniz. Sorun bulmanın ötesinde, eriştiğiniz bilginin aradığınız bilgi olup olmadığında ve aradığınız bilgiyse doğru olup olmadığında düğümleniyor. Durum böyle olunca, sanal ortamın bilgi yaymanın yanı sıra algıyı yönetme aracına dönüştüğünün altını çizmek gerekiyor.

Kimi düşünürler yaşadığımız çağı bilgi ve iletişimle etiketliyorlar. Doğrudur. Aklınıza gelebilecek hemen her ortamda bilgi akışına ve çoğu zaman da bilgi çokluğuna rastlamanız şaşırtıcı değildir günümüzde. Bu yalın gerçeği hangi bilgi ya da doğru bilgi mi sorusuyla tamamlamazsanız eksik bırakmış olursunuz. Başka deyişle nicelik nitelikle de tartılmalıdır.

Salgının başlangıcındaki günlere dönelim!

Salgın Türkiye’ye ulaşmaz! Ulaşsa da Türk soyunu etkilemez!”

Bol kelle paça tüketirseniz virüs size uğramaz!”

Yukarıdaki iki “özlü” söz de adlarının önünde akademik unvanlar bulunan ağızlardan çıkmıştı. Bu önemli gerçek ışığında cehalet olgusunu eğitimsizlikle ve öğretimsizlikle sınırlamamak gereği ortaya çıkmış oluyor. Eğitimli ve öğretimli kimselerin sergilediği sayısız cehalet örneği hemen her gün gözlerimizin önüne geldiğine göre eğitim ve öğretime dürüstlüğün ve akılcılığın eklenmesi olmazsa olmazdır.

Cehalet bilimi aynı zamanda bir algı yönetimi olduğuna göre medyanın ve medya aracılığıyla akademik unvanlı kimselerin aldığı role şaşırmamak gerekiyor. Salgının sönümlenmesi için dünyanın pek çok yerinde sürdürülen aşı çalışmalarından gelen olumlu haberler cehalet biliminin bu kez aşıya odaklanmasına neden oldu.

Çok okunan ve dolayısı ile de güvenilen köşe yazarları sahne aldı bu kez. Kuşkusuz onlara akademiden kişiler de eşlik etmekten geri kalmadı. Aşı milliyetçiliği kavramıyla tanıştık bu kez. Falanca aşı gelmezse aşı olmam diyene bile rastlandı. Yakın geçmişte aşı üreticisi olan ve hiç gerek yokken bu konumundan vazgeçen Türkiye’nin bu akıldışı seçimi karşısında ses çıkartmamış olanların en gür sesle aşıya güvensizlik korosuna katılmakta oluşu da anlamlıdır.

Bu arada, içinde bulunduğumuz olağanüstü koşullar aşı konusundaki yaklaşımları da etkiledi. Olağan durumda bir aşının kullanımı için gereken 4-5 yıllık süre ivedi gereklilik nedeniyle alışılmamış biçimde kısaltıldı. Ruhsatlandırma yerine ivedi kullanım onayı üzerinden aşıdan yararlanma yoluna gidildi. Bu konuda da cehalet bilimi kendince kutsal gerekçelere dayanarak aşı konusunda toplumun kafasını karıştırma konusunda gerekenleri yapmaktan kaçınmadı. Küresel salgının sonlandırılması için eldeki biricik gereç olan aşılar ya tek tek ya da toptan karalanarak bireylerin kafasında soru işaretleri oluşması başarıyla(!) sağlandı.

Bu yazı kaleme alınırken gündeme düşen haber cehalet biliminin dur durak dinlemeyeceği doğrultusunda bir başka ibretlik örnek olarak tarihteki yerini almıştı bile! Aşı kıtlığının özel kurumların aşı dışalımına izin verilerek üstesinden gelinebileceğini savlayan kimi yazarların bu adımın, askıda aşı kampanyasıyla tamamlanması önerisi şaşırtıcı olduğu kadar gülümseticiydi. Bu önerinin toplumcu dünya görüşüne sahip yazarlardan gelmiş olması ise ayrıca üzerinde durulması gereken bir başka önemli ayrıntıdır.

Hiç kuşku yok ki aşı tüm zamanların en önemli buluşlarından biridir. İnsanın yaşam süresine doğrudan etkisi olmuştur. Örneğin bendeniz, aşının olmadığı bir dünyada önemsiz sayılabilecek bir çocukluk hastalığının ölümcül komplikasyonu nedeniyle çoktan toprağa karışmış olabilirdim. Bu satırları yazmam da olanaksız olurdu.

  • Aşı her şeyden daha toplumsal olması gereken biricik gereçtir.

Keşke güncel umudumuz olan korona aşıları devletlerce üretilmiş olsaydı. Keşke bu yolla üretilen aşılar dünya insanları tarafından hakça paylaşılmış olsaydı. Günümüzde kişi başına 6-9 doz aşı edinip istifleyen gönençli ülkeler var. Gönençli ve cüzdanları şişkin her birisinin kuşkusuz. Ama, ya vicdanları, insafları ve de akılları? Durum böyleyken özel sektör aşı dışalımı yapsın! Aşılar eczane rafına konsun! Biz de askıda aşı kampanyasıyla vicdanlarımızı rahatlatalım diyebilmek cehalet biliminin değirmenine su taşımak değilse nedir?

Örnekler çoğaltılabilir. Hatta, bu yazıyı okuyan herkes yakın ve uzak çevresindeki cehalet bilimi olgularını listeleyebilir de! Cehalet biliminin hemen her koşulda hız kesmeksizin yol almayı sürdürmesi, hemen her ortamda boy göstermeyi başarabilmesi eğitim ve bilimin parasalcılaşmasına da önemli ölçüde bağlıdır kanısındayım. Bu kirli ve kabul edilemez döngü sonlandırılmadıkça cehalet bilimi varlığını ve dirliğini sürdürecektir.

Aşı demişken, aşıda bile sadaka gündeme getirilmişken çok uzak olmayan geçmişten bir anımsatma! Çocuk felci aşısını bulan Jonas Salk’ın soylu sözü unutulmamayı hak ediyor. Aşının patentini almayacak mısınız sorusuna yanıtıdır.

  • Güneşin patenti mi var ki, aşının olsun!”

Bir yandan doğayı ve çevreyi hiçe sayan insanmerkezcilik, öbür yanda insanlık içinde cehalet biliminin yılmaz ve kararlı bayraktarları. Doğanın, çevrenin ve insanlığın esenliğe çıkması her ikisiyle savaşımı kaçınılmaz kılıyor.

1 https://indigodergisi.com/2014/10/bilgisizlik-bilimi-ve-dagilim-tezi/

15 ŞUBAT MÜMKÜN MÜ?

15 ŞUBAT MÜMKÜN MÜ?

Prof. Dr. Saltık:
Bu koşullarda okulların açılması facia olur

Okulların 15 Şubat’ta açılması tartışmalarına ilişkin bianet’e konuşan Prof. Dr. Ahmet Saltık, “Türkiye, ‘11 Mayıs skandalı‘nı yaşadı, ‘salgını hallettik’ hülyasıyla alelacele kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtı. Benzer vahim hatayı 15 Şubat’ta okulları açarak yapmamalıyız, yapamayız” dedi.

Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 8 Aralık 2020’de 33 bin 198’e yükselen günlük Covid-19 vaka sayısı, tedbirlerin etkisini göstermesiyle 1 Ocak’ta 12 bin 203’e düştü.

10 Ocak’ta 9 bin 138, 20 Ocak’ta 6 bin 435 olarak kayıtlara geçen vaka sayısı, 25 Ocak’ta da 5 bin 642’ye indi.

Vakalarda yaşanan bu düşüşün hemen ardından Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, 15 Şubat’ta okulların yüz yüze eğitime geçeceğini duyurdu.

Fakat bu açıklamanın üstünden çok geçmeden vakalar yeniden 7 binlere yükseldi.  26 Ocak’ta 7 bin 103, 27 Ocak’ta 7 bin 489, 28 Ocak’ta 7 bin 279 olan vakalar ve dün ise 6 bin 652 olarak açıklandı.

Peki, vakalar yeniden artıştayken, öğretmenler ve diğer eğitim çalışanları henüz aşılanmamışken okullar açılabilir mi, ne gibi riskler barındırıyor, bu koşullarda okullar açılırsa karşılaşacağımız tablo ne olur?

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi (E) Prof. Dr. Ahmet Saltıkbianet’in sorularını yanıtladı.

Okulların açılmasıyla birlikte öğretmen, öğrenci, veliler ve öbür eğitim çalışanlarıyla birlikte 30 milyonluk bir nüfusun yerinden oynatılacağını belirten Saltık, “11 Mayıs sakandalı”nı yaşadı Türkiye, ‘salgını hallettik’ hülyasıyla alelacele kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtı! Salgının ikinci ayında kabak çiçeği gibi açılmıştı. Benzer vahim hatayı 15 Şubat’ta okulları açarak yapmamalıyız, yapamayız” dedi.

Saltık, öğretmenler aşılansa bile riskin ortadan kalkmadığını belirtti ve ikinci dönem de eğitime uzaktan devam edilmesi gerektiğini söyledi.

“30 milyonluk bir nüfus hareketlenecek”

Vaka sayısı yeniden günlük 7 binlere yükseldi, mutasyonlu virüs de gündemde; bu durumda okullar yüz yüze eğitime başlayabilir mi?

Bu küresel bir sorun, dolayısıyla Covid-19 salgınını salt Türkiye’de alınacak önlemlerle yenmenin olanağının olmadığının altını en başta çizmek isterim. Sıkı bir küresel dayanışmayı ve uluslararası toplumun birbirine el vermesini gerektiriyor. Başından beri bu dayanışmaya dikkat çekmiştik. Birleşmiş Milletler’in kuruluşunun 75. yılında yani 24 Ekim 2020’de BM’nin çağrısıyla DSÖ işbirliğiyle 2-4 haftalık eşzamanlı bir küresel kapanmanın yaşama geçirilmesini önermiştik. Bu önerimiz hala geçerlidir ve düne göre daha çok gündemdedir.

15 Şubat’ta okulların açılmasına gelecek olursak: Bu koşullarda okulların açılması bir facia olur! Bir milyon yüz bine yakın öğretmen henüz hiç aşılanmadı. Lise, ortaokul, ilk öğretim ve okul öncesi eğitim dahil 18 milyon öğrenci bulunuyor, öğretmenlerle ve öbür çalışanlarla birlikte bu sayı 20 milyona ulaşıyor. Okullarda çalışan temizlik, kantin, güvenlik, servis ve öteki görevlilerle çocuklarına yer yer eşlik eden anne babalar da dikkate alındığında neredeyse 30 milyonluk dev bir nüfusun yerinden oynatılması anlamına geliyor.

30 milyonluk kitle Türkiye nüfusunun üçte biri. Salgın yönetimi insanlar arası temasın en aza indirilmesine dayanır, altın kural budur. Oysa biz bu yaklaşımla okulları yüz yüze eğitime açarsak, bunun tersini yapmış oluyoruz. Yani 15 Şubat’ta üniversite öncesi okulları açacak olursak 30 milyonluk dev bir kitleyi hareketlendirmiş oluruz.

TIKLAYIN-“Öğretmenler şimdi aşılansa en az 45 gün sonra bağışıklık oluşuyor”

Çocukların bulaştırıcılığı daha fazla”

Çocukların virüsü bulaştırma oranı da oldukça tartışıldı, virüsü bulaştırma oranları nedir?

Bir Bilim Kurulu üyesinin çocukların bulaşın yayılmasında rolü olmadığı yönünde bir açıklamasını okudum. Tersi yönde çok sayıda bilimsel yayın var. Bu görüş uç bir görüş, tersine, çocukların hastalığın yayılmasında en temel taşıyıcı risk kümesi olduğunu ortaya koyuyor yayınlar.

0-18 yaş arası çocukların Türkiye’de dünyada aşılanması en azından şimdilik söz konusu değil, geliştirilen aşılar 18 yaş üstü erişkinler için. Yalnızca İngiltere’de 16-18 yaş arası çocuklar aşılanıyor. Türkiye’de bu çocuklar aşısız, dolayısıyla bulaşı (enfeksiyonu) rahatlıkla alabilecek, ayakta geçirebilecek, en tehlikelisi yayabilecek tehlikeli bir durumda olacaklar. Okuldan eve, evden okula taşıyıcı olacaklar.

Ayrıca bir başka sakınca okulların mekan olarak hazırlanmamış olması. 18 milyon öğrencinin tümünün aynı anda okullara taşınması düşünülmüyor başlangıçta. Sınırlı sayıda, aşamalı bir açılma düşünülüyor ama bunun için de koşullar yok. Çocuklar için 1,5 metreden daha fazla sağ-sol-ön-arka uzaklık gerek, bunun 2 metre gibi olması gerekiyor. Bu da 16 metrekareye bir çocuğun düşmesi gerektiği anlamına geliyor.

Çocuklar koşuyor, hareketliler, bağırarak konuşuyorlar, virüsü taşıyorlarsa ortalama bir erişkine göre çok daha fazla bulaştırıcı olabiliyorlar.

TIKLAYIN-2020: Eğitim hiç bu kadar “uzak” olmadı

“Yeniden 11 Mayıs’ı yaşarız”

Okullar açıldığı takdirde tablo ne olur?

Son rakamlar 5-7 bin / gün yeni olgu aralığında kilitlendi, son günlerde artışla yeniden 7 binlere ulaştı. Salgın eğrisinin Türkiye’de ve dünyada nasıl davranacağını öngörmek çok güç. Türkiye’de 11 Mart 2020’de ilk olgu duyurulmuştu, DSÖ ‘bu bir pandemidir’ dediği gün açıklanmıştı, yani daha önce saklanmıştı. Karşımızda saydam olmayan ve güven vermeyen bir yönetim var. Dolayısıyla verilerin güvenilirliği hala tartışmalı.

Günlük 7 bin dolaylarında belirtilen olgu sayıları ve ölü sayıları hala kuşkulu, belki de ölümler 3 katı!? Geçtiğimiz yıl nisan ortalarında salgın tepe yaptığında yaklaşık 5 bin dolayında günlük olgumuz vardı, bir günde en çok 125 kişi ölmüştü. Şu an o tepe değerlerinin çok üstündeyiz ama o dönemde aldığımız önlemlerden çok daha gevşek önlemlerle salgınla başetmeye çalışıyoruz.

Üstelik “11 Mayıs skandalı”nı yaşadı Türkiye, “salgını hallettik” hülyasıyla alelacele kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtı! Salgının ikinci ayında kabak çiçeği gibi açılmıştı Türkiye. Benzer vahim hatayı 15 Şubat’ta okulları açarak yapmamalıyız, yapamayız!

TIKLAYIN-Okulların açılması için 9 şart

“Açılma ölçülerini sağlamıyoruz”

Peki hangi durumda okullar açılabilir?

Önceki gün, Bilim Kurulu’nun öğretmenlerin aşılaması bitmeden okulların açılmaması gerektiğini belirttiğini, 15 Mart’ı işaret ettiğini öğrendim. Bu kararı sevinçle karşıladım.

Okulların açılabilmesi için Epidemiyolojide bildiğimiz birtakım ölçütler var. Bunların en başında R0 değeri geliyor, yani bulaştırıcılık katsayısı. Bu değerin toplumda salgının denetim altına alınıp alınmadığını anlamak için büyük önemi var. Salgın eğrisinin aşağı doğru indiğini anlayabilmek için bu katsayının 1’in altında olması gerekiyor. Şu sıralar 1’in üzerinde, çünkü günlük yeni olgu sayıları artıyor. Ama Sağlık Bakanlığı bu değeri açıklamıyor, gerçekte Bilim Kurumunun konuşması gerekirken siyaset kurumu konuşuyor! R0 değerinin 1’in altına indiğini ve en az 4 hafta aşağı doğru gittiğini, kalıcı olduğunu görmek gerekiyor.

Öte yandan, okul servislerine %50 oranında öğrenci koyup seyrelterek taşıyabilecek misiniz, bunu nasıl finanse edeceksiniz? Okullarda havalandırma ve hijyen koşulları yeterince sağlanmış değil. Bir de hastalığın insidens hızı var dikkate alınması gereken. Yani her gün kaç yeni olgu tanısı koyuyorsunuz? Yüz bin kişide 1’in altına düşmesi gerekiyor bu hızın. Yüz binde bir, milyonda 10 demektir, 90 milyon nüfusta en çok 900 /gün yeni tanı demektir.

Yani Türkiye’de her gün, çok sıkı izleme ile 900’ün altında yeni olgu yakalama gerekliği var. Sağlık Bakanlığı bunu sağladık diyebilir; ama dün 7 bin dolayında PCR pozitif insan (olgu, vaka, hasta) vardı; buna karşılık 700 dolayında “belirti veren hasta” ilan edildi. Böylelikle o ölçütü sağladık diyebilir ama bu yanlış. Çünkü yüz binde 1’in altında olması gereken PCR testi pozitif olanların oranıdır. Sağlık Bakanlığı’nın uydurmasıyla ‘PCR pozitif ama yalnızca belirti verenleri hasta kabul ediyorum’ saçmalığı dünyanın hiçbir yerinde yok. Dolayısıyla okulların açılması bakımından bu ölçütü de sağlayamıyoruz.

Bir başka ölçüt de ölümler! Ölümlerin genel olarak günde 10’ların altına inmesi beklenir ki, okulların açılabilmesi düşünülebilsin. Son “resmi” veriler 130’un üstünde!

Ve virüste yaygın mutasyonlar… İngiltere’de, Güney Afrika’da ve Brezilya’ da 3 farklı mutant tip söz konusu ve bunlar Türkiye’de de görüldü. Dünyada 70 ülkeye yayılmış durumda! ABD’nin CDC Başkanı, on gün kadar önce yaptığı açıklamada, ‘Mart ayında ABD’de dolaşan baskın virüs tipinin İngiltere’deki mutant tip olacağından endişe ediyoruz’ dedi. Bu durum nasıl olumsuz sonuçlar getirir; aşıların etkinliğini azaltabilir, kullanılan ilaçların etkinliği azaltabilir, mutasyon geçiren virüsün bulaştırıcılığı %70 dolayında artabilir, mutant virüsün öldürücülüğü %30 daha çok olabilir! Bunların hepsini bir arada düşündüğümüzde okulların açılmasının koşullarının olmadığını net bir biçimde görüyoruz.

TIKLAYIN-“Çocuklar internet için çatıya çıkıyor”

“Öğretmenlerin aşısı 15 Mart’ta ancak biter”

Aşılamada öğretmenler 2. küme 7. sırada yer alıyor. Bu durumda öğretmenler ne zaman aşılanacak ve ne zaman bağışıklık kazanmış olacaklar?

Türkiye’de kullanılan Çin kökenli Coronavac aşısında 2 doz arasında 2 hafta ara verilerek denemeler yapıldı. Aşının sağlayacağı bağışıklık oranları bu plana göre verildi. Ancak Türkiye aşı sağlamadaki güçlükler nedeniyle 2 haftalık arayı 4 haftaya çıkardı. Bu Epidemiyolojik değil politik – yönetsel bir seçim. Gelen her aşı partisinin en az 2 hafta süren biyogüvenlik testlerinden geçirilmesi gerekiyor. Her parti aşı geldikten 2 hafta sonra kullanılabileceğini hiç unutmamak gerekiyor. Bu nedenle, yineleyelim; 4 haftalık ara kararı yönetsel bir karardır, Epidemiyolojik temelli bilimsel bir karar değildir ve aşı ile elde edebilecek bağışıklığın azalmasına yol açabilir.

Dolayısıyla 4 hafta ara ile uygularsanız, bu ara ayrıca uzamazsa, 2. aşıdan da 15 gün sonra beklenen bağışıklık elde edilebiliyor. Yani aşının sağlayabileceği kadar bir bağışıklık düzeyi. Bu oran Türkiye’de %91 ilan edildi ama bu oranın hiçbir bilimsel geçerliliği yok, gerçeği bilmiyoruz. Brezilya, Şili, Türkiye ve Endonezya’da yürütülen Evre-3 çalışmalarının ara raporlarından çıkan sonuçlara göre; iyimser olarak %70 dersek koruyuculuğuna; bir milyon öğretmenin tümünün uygun zaman aralıklarıyla aşılanması durumunda, bu gün aşılanmaya başlansa bir buçuk ay sonra, yani 15 Mart’ta bir milyon öğretmeni iki tur aşılamış olacak ve ancak 700 binini, yaklaşık 2/3’ünü bağışıklamış olacaksınız!

Çin kökenli aşının bağışıklık oranı en iyi olasılıkla %70, ancak aşının gerçek anlamda koruyuculuk oranını Türkiye’de bilmiyoruz. Bu nedenle, aşılanan insanlarda bağışıklığın ne ölçüde geliştiği de bilimsel çalışmalarla ortaya konmalı. Gerçek gerçek Biyolojik koruyuculuk oranının yaygın aşılama sonrası belirlenmesi gerekiyor, bundan sonra salgın yönetiminde aşılama politikaları başlıca bu bilgiye dayanacak.

TIKLAYIN-“Okullar açılırsa vaka sayılarında ciddi artış olabilir”

“Son veriler nisandaki tepe değerlerini aşıyor”

Peki, öğretmenler ve eğitim alanındaki tüm çalışanlar aşılanınca ‘okullar açılabilir’ diyebilecek miyiz?

Aşı olmak bulaş zincirini tümüyle kırmıyor!
Yani aşılansanız da belli oranlarda korunur, hastalığa yakalanır ama belirtisiz – hafif – ayakta geçirirsiniz, dolayısıyla bulaştırmayı sürdürebilirsiniz. Aşılamadaki temel amaç bulaşıcılığı azaltmak olmalıydı ama eldeki aşılar, hastalığa yakalananların hastalığı geçirme derecesini belirliyor. Türkiye için aşıyla korunma gücünü %70 düşündüğümüzde, aşı yapılan her 100 insandan 30’u yine hastalığa açık, korunamayacak, yakalanabilecek. Aşılı olup hastalananlar ise hafif geçirebilecek, yani aşı hastalığın ağır geçirilmesini ve ölümleri yüksek oranda engelleyecek.

Dolayısıyla “öğretmenleri aşıladım” demek yetmeyecek. İkinci bir “11 Mayıs faciası” yaşamayalım. 11 Mayıs’ta AVM’leri açarken Türkiye’nin günde 30 bin hastayı, binleri aşan günlük ölümleri deneyimleyeceğini kimse öngöremedi ama bu oldu, yine olabilir! Biz uyarmıştık, “.. böyle giderse Türkiye’yi bir kasırga bekliyor..” diye çok kez yazıp söyledik. O fırtınalar ne yazık ki gerçek oldu ve hala da dinmedi. Son veriler, nisan ortası tepe değerlerini aşıyor.

Bu nedenlerle Epidemiyolojik bilimsel kuralları uygulayarak gitmemiz gerekiyor.

  • Türkiye’de hala 2-4 hafta arası kapanma zorunluğu açıkça karşımızda duruyor.

İktidar, pansuman önlemlerle, kolonlardaki çatlakları sıvayarak salgını savuşturmaya çalışıyor. Bu insanlığa karşı bir suç, asla kabul edilemez ve sürdürülemez!

TIKLAYIN-Okulları açmak için yeterince kontrollü ve güvende miyiz?

“Bu dönem de uzaktan eğitim devam etmeli”

Son olarak bugün eğitimde yaşanan bu sorunların önümüzdeki yıllarda başka bir halk sağlığı sorununa dönüşmemesi için ne yapmak gerekiyor?

Salgınlar çok özel, olağanüstü durumlardır. 1918’de çıkan İspanyol gribi salgını 4 yıl sürmüştü, 50 milyonu aşkın insanın ölümüne yol açmıştı. Şu an ölümler İspanyol gribi ile karşılaştıramayacak ölçüde. İlk yıl sonunda 2 milyonun biraz üstünde, olgular da yüz milyonu geçti. Sağduyulu olmalıyız, dünyadan da örneklere baktığımda bu yarıyılın böyle kapanması, fiziksel karşılaşmanın düşünülmemesi gerekiyor.

– Uzaktan eğitimin altyapısı iyileştirilmeli,
– fırsat eşitsizlikleri hızla giderilmeli,
– yoksul ailelerin çocuklarına bilgisayar ve internet erişimleri sağlanmalı,
– öğretmenlerin sanal ortam eğitim – öğretim becerileri geliştirilmeli,
– yazılımların yetenekleri daha da artırılmalı…

Bu yarıyıl böyle “uzaktan” gitmesi gerektiğini düşünüyor pek çok uzman, ben de öyle.

Yazın salgın hızını yitirirse, o zaman telafi kursları düşünülebilir.
Toplumların yaşamında böyle olağanüstü durumlar olabilir, ağır bedeller ödetir bunlara katlanmak gerekir kimi kez.

Benzer afetleri yaşamamak için de tüm dünyada yaşam biçimini, çevre ile ilişkileri köktenci biçimde iyileştirmek zorunlu. (RT)

Başkentte şehir merkezindeki 6 hastanenin kapatılması gündemde

Başkentte şehir merkezindeki 6 hastanenin kapatılması gündemde:
Ankara’ya katkısı yok

Ankara’da Etlik Şehir Hastanesi’nin açılmasıyla birlikte 6 hastanenin daha kapatılacağı ileri sürüldü.

Cumhuriyet, 31 Ocak 2021

Başkentte şehir merkezindeki 6 hastanenin kapatılması gündemde: Ankara’ya katkısı yok

Kapatılacağı konuşulan hastaneler arasında

1. Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi,
2. Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
3. Etlik Zübeyde Hanım Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
4. Ulucanlar Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
5. Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi,
6. Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile
7. Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi
’ninolduğu belirtilirken, söz konusu hastanelerin kapatılması sonucu şehir hastaneleri için kentteki 12 hastane de faaliyetlerine son vermiş olacak. (AS: daha önce Bilkent Şehir Hastanesi için 6 hastane kapatılarak kurban edilmişti!)

Ankara’da 121 sivil toplum kuruluşundan oluşan ve Türkiye genelinde şehir hastaneleri uğruna kapatılan devlet hastanelerinin yeniden açılması için çalışan Hastanemi Açın Platformu’nun sözcüsü Dr. Bayazıt İlhan;
  • “Şehir hastanelerinin finansman şekline karşıyız ama hiç olmazsa onlar açılıyor diye şehir merkezindeki hastaneler kapatılmasın” dedi.
  • Eskişehir’deki devlet hastanesinin yıkıldığını da anımsatan İlhan, “Belli ki eski hastanelerin alanlarını ticari alana çevirmek için bir çaba var.
  • Bizim de mücadelemiz olmasaydı muhtemelen Ankara’da Zekai Tahir Burak Hastanesi’nin bulunduğu yerler ticari alanlara dönüşmüş olacaktı.” ifadelerini kullandı. 
‘YOLLAR AYRI PARA’
Türkiye’de yeni hastanelerin bir ihtiyaç olduğunu ve eski hastanelerin de yenilenmesi gerektiğini söyleyen İlhan, sözlerini şöyle sürdürdü:
  • “Şehir hastanelerinin yapımındaki plansızlık nedeniyle hastanelere ulaşımın sağlanması için yollar da yapılması gerekti.
  • Ankara’da şehir hastanesinin yolları için 800 milyon lira harcandı. Bursa’da şehir hastanesi için raylı sistem ihalesi yapıldı ve yaklaşık 1 milyar 200 milyon lira para harcanacak. Hastanenin maliyetinin ötesinde yine paralar harcanıyor.
  • Öte yandan, kapatılan Numune Hastanesi örneğinde gördük. ‘Bir kısmını yoğun bakım için açalım’ denildi, 750 bin lira harcandı. Her yönden yurttaşların zarar gördüğü bir durumla karşı karşıyayız.”

KARAKOÇ: EN FAZLA 50 YATAK ARTACAK

Ankara Tabip Odası Başkanı Ali Karakoç şehir hastanelerinin yatak kapasitesi bakımından Ankara’ya çok fazla bir katkısı olmayacağına dikkat çekerek,
  • “Bu hastaneler kapatılırsa, Ankara’da yeni şehir hastanesinin açılmasıyla yatak kapasitesi sadece 10 ila 50 yatak arasında artacak.
  • Ama 25 yıl boyunca kira garantisi, 10 yıl boyunca işletme garantisi verilecek.
  • Özellikle kira garantileri de dolar endeksli” dedi.Şehir hastanelerine konum bakımından ulaşımın da zor olduğunu vurgulayan Dr. Karakoç,
  • “Kapatılacağı söylenen hastaneler ulaşması kolay yerlerde. Ayrıca devasa olmadığı için hastane içi ulaşımı da kolay. Bu, hastalar için de sağlık çalışanları için de önemli. Ayrıca şehir hastanelerinin çoğunda sağlık çalışanlarının çalıştığı yerlerde camlar açılmıyor. Havalandırması sağlıksız bir ortam var” dedi.

TELE1 TV Programımız – 30 Ocak 2021

Dostlar,

Dün, 30 Ocak 2021 Cumartesi günü saat 14:00 – 14:30 arasında katıldığımız TELE1 Programımızı bilgi ve ilginize sunmak istiyoruz.

Programı meslektaşımız Op. Dr. Adnan BAĞRIAÇIK amatör bir coşku ve hünerle götürüyor. İlk 26 dakikayı bize ayırdı sağolsun..

Türkiye’nin SALGIN GÜNDEMİNDEKİ AÇMAZLARINI – TIKANIKLIKLARINI konuştuk ve her zaman olduğu gibi yapıcı – bilimsel çözüm önerileri sunduk..

Sorun; politik değil ulusal, hatta uluslararası..

Sorun; İNSAN SAĞLIĞI  İLE İLGİLİ, YAŞAM HAKKIYLA doğrudan ilgili..

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 31 Ocak 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

 

HALK TV Programımız – 31 Ocak 2021

Dostlar, 

Bu gün, 31 Ocak 2021 Pazar günü saat 18:15’te HALK TV’de olacağız..

Bilgi ve ilginize saygı ile sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 31 Ocak 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

Dünyanın aşı hali: Bilimsel gelişmişlik, ahlâki çöküş

Dünyanın aşı hali:
Bilimsel gelişmişlik, ahlâki çöküş

author

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Başkanı dünyanın Covid-19 aşısında feci bir ahlaki çöküşün eşiğinde olduğunu duyurdu. Salgının başlamasıyla 1 yıl içinde değişik tekniklerle çok sayıda aşı geliştirildi. Burada bilimin ve teknolojinin geldiği noktayı gösteren, önceki salgınlarda ulaşılamayan büyük bir başarı var. Bunun yanında insanlığın bazı kadim hastalıklarının artarak devam ettiği de tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı:

Eşitsizlikler, kâr hırsı, ahlaki çöküntü.
BİLİMDE BAŞARI ADALETSİZLİĞİ ORTADAN KALDIRMIYOR
DSÖ ve aşı ile ilgili uluslararası kurumların yerinde girişimiyle COVAX adında yapı kuruldu. Bu yapı aşının tüm ülkelere önceliklere, ihtiyaca göre adil dağılımını hedefliyor. Ancak DSÖ Başkanı Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus’un açıklamalarından görüyoruz ki, zengin ülkeler ve aşı şirketleri kendi aralarında yaptıkları kimi ikili anlaşmalarla COVAX’ın etrafından dolanıyorlar, fiyatları yükseltiyorlar, öne geçiyorlar. Yoksul ülkelerde sağlık çalışanları, yaşlılar aşıya ulaşamazken zengin ülkelerde gençler aşılanıyor. Şu ana kadar en az 56 ikili anlaşma yapılmış durumda. Şirketler yaptıkları bu anlaşmalarla kârlarını katlama telaşındalar. DSÖ bunun sebep olabileceği stoklamadan, kaostan, devam edecek sosyal ve ekonomik yıkımdan söz ediyor.
Dünyanın zenginlerinin “önce ben” hırsı artarak devam ediyor. DSÖ aşıda eşitliğin sadece ahlaki değil, stratejik ve ekonomik zorunluluk olduğunu belirterek bu açgözlü tutumun pandemiyi uzatacağı uyarısını tekrarlıyor. Bunu yaparken de en zengin 10 ülkeye anlayacakları dilden sesleniyor, aşıyı adil dağıtırlarsa 2021 yılı içinde 153 milyar, 2025 yılına kadarsa 455 milyar dolar kârlı çıkacaklarını söylüyor.
Türkiye’nin aşı tedarikini önerildiği biçimde çeşitlendirmemesi, sadece CoronaVac aşısı ile yol alması, gelen 3 milyon dozun devamını getirmedeki belirsizlikler tartışma ve kaygı konusu olmaya devam ediyor.
AŞI SIRASINI BEKLEMEYENLER
Türkiye dahil değişik ülkelerden aşı sırasını bozanların haberleri geliyor. 85 yaşında kanser hastası aşı için sırasını beklerken, ayrıcalıklı gruplar aşılanabiliyor. İçinde 23 yaşında bir gencin de bulunduğu iktidar partisi yöneticilerinin, milletvekillerinin, kimi genç siyasi parti liderlerinin “topluma örnek olmak için” aşılandıkları duyuruldu. Eskişehir’de belediye meclisi üyesi genç bir avukat aşısını yaptırdığını sosyal medya hesabında yazınca tepki aldı. Özel hastanelerin avukatlığını yaptığını ve sağlık çalışanlarıyla temaslı olduğu için bu kararın alındığını duyurdu. Ancak Türkiye’de aşıda öncelik için sağlık çalışanlarıyla temaslı olmak kavramı hiç söylenmemişti.
Aşıda yaşadıklarımız şu ana kadar 2 milyondan fazla kişinin salgın hastalık nedeniyle öldüğü dünyanın yeni halini gösteriyor. Tarihte aşı geliştiren büyük bilim insanları, kuduz aşısının mucidi Louis Pasteur, bulduğu çocuk felci aşısına patent soranlara “Güneşi patentleyebilir misiniz?” diyen büyük bilim insanı Jonas Salk, bugünlerin aşı gündemini görseler ne derlerdi? Büyük düşünürler, edebiyatçılar için de çok malzeme var, “Veba” yazarı Albert Camus şimdiki salgından ve tanımlanan bu ahlaki çöküşten eminim yazacak çok malzeme çıkarabilirdi, yazanlar olacaktır.
SAĞLIKTA EŞİTSİZLİKLER
  • DSÖ bu yıl 7 Nisan Dünya Sağlık Günü ana temasının sağlıkta eşitsizlikler olduğunu duyurdu, bunu sağlık alanında karşılaştığımız belâların çoğunun temel nedeni olarak açıkladı.
Pandemi temel bir gerçeği ortaya koydu, sağlıklı olmamız için herkesin sağlığını düşünmemiz gerekiyor.
İnsanın sağlıklı olması için hayvanların, ekosistemin de sağlıklı olması şart, yani “tek sağlık” kavramı da önemini gösteriyor.
Başkasının sağlıksız olmasını dert edinmeyen insanoğlu bu tutumunu sürdürürse yeni salgınlarla sarsılması kaçınılmaz.
Dert edinir mi?
Yoksullar kendilerini dünyanın efendilerinin insafına bırakırsa en önce kendilerinin yanacağını çok kez deneyimlediler.
Salgın hastalık ve aşı süreci bunu bir daha hatırlatıyor, haklarımız için mücadeleye çağırıyor.
(https://www.birgun.net/haber/dunyanin-asi-hali-bilimsel-gelismislik-ahlaki-cokus-331318, 22.01.2021)

ARTI TV Programımız

Dostlar,

Bu akşam,
27 Ocak 2021 Çarşamba günü
saat 20:00’de ARTI TV’de olacağız/OLDUK…

Bilgi ve ilginize saygı ile sunarız.

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik