Kategori arşivi: Hekim Saltık

SİVAS KONGRESİ’nin 103. Yılı…

SİVAS KONGRESİ’nin 103. Yılı…

Dostlar,

Bu gün 4 Eylül 2022.. Tam 103 yıl önce, Mustafa Kemal Paşa, çok ağır 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkesi (Mütarekesi) kuralları bile çiğnenerek anayurt Anadolu’nun da neredeyse tümüyle işgaline ve yalnız öz yurdun değil;

Ulusun da “yok edilme” (açık soykırım!) planlarına karşı Anadolu’da çözüm ararken, Sivas’ta bir Ulusal Kurtuluş Kongresi düzenlemişti. Erzurum’da 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 arasında Kazım Karabekir Paşa’nın büyük desteğiyle yapılan ve yerel ölçekte kalan ilk Kongrenin ardından, Sivas Kongresi hem pekiştirme, hem süreklilik hem de savaşımı ulusal ölçeğe yükseltgeme amaçlarını taşımaktaydı..

İşte, ulusal kurtuluşu örgütleyen şanlı Sivas Kongresi’nin açılışının mutlu 103. yılındayız bu gün!

G i r i ş

Dersaadet, çağın devlerinden Almanya ile bağlaşıklığına (müttefikliğine) karşın 1. Dünya Paylaşım Savaşı’ndan yenik (mağluo) çıkmış ve burnunun dibine dayatılan Mondros Silahbırakışması’nı (Mütareke) bağıtlamak (imzalamak) zorunda kalmıştı. Devletlü (!) Müdafaa Nazırı (Savunma Bakanı) Enver Paşa, 2 Alman savaş gemisini (Göben ve Breslau) Boğazlardan Karadeniz’e geçirmiş, SSCB’ye karşı bunalım (kriz) çıkmasın diye de bu 2 savaş gemisini Osmanlı Devleti’nin satın aldığı (!) açıklanmıştı; hatta anılan 2 geminin adları değiştirilerek Yavuz ve Midilli yapılmıştı!

Ne var ki, Yavuz ve Midilli mahlaslarıyla (takma ad) Karadeniz’e açılan 2 Alman savaş gemisi Kırım – Sivastopol’ü bombalayınca, “Hasta Adam” Osmanlı, parçalanmaya giden acımasız tarihsel süreçte son perdeyi oynamak üzere kendisini otomatik olarak, Almanya bağlaşıklığıyla İtilaf Devletleri ile (İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Bulgaristan..) savaşır bulmuştu.

Çoook geniş cephelerde 4 yıl süren (1914-18) tarihin en kanlı savaşlarından biri olan 1. Dünya Paylaşım Savaşı yitirilmişti. Milyonlarca şehit, gazi ve yitik (kayıp) Galiçya’dan Kafkasya’ya, Libya’dan Sina’ya, Hicaz’dan Balkanlara… dek 7 cephede boğuşmuş, deyim yerinde ise “diz çökmek” zorunda kalmıştık.

Enver Paşa, tüm olumsuz tabloya karşın, gerçekçi olmaktan son derece uzak, Atatürk’ümüzün nitelemesiyle “serüvenci” liğini bırak(a)mamış, 90 (doksan!) bine yakın vatan evladını, ham hayal “Turan” ülküsü (pan-Turanizm) uğruna Sarıkamış dağlarında donmaya terk ederek yurt dışına kaçmıştı (acı ki, ülke dışında öldü) ..

1881 Muharrem Kararnamesi ile Düyun-u Umumiye’nin (Borçlar Genel İdaresi) kurularak Osmanlı Maliyesi’nin tümüyle Batı emperyalizmine terki ile başlayan “kırılma” süreci, “Hasta Adam” Osmanlı‘nın nasıl paylaşılacağına 40 yıl sonra “artık” karar verilebildiğinden, yıkım planı Mondros Ateşkesi ile yürürlüğe eylemle (fiilen) sokulmuştu (30 Ekim 1918).

Mondros Ateşkesi’nin kurallarını çok aşan işgallerin ardından SEVR dayatılacağı açıktı.. Öyle de olmadı mı? 30 Ekim 1918’in üzerinden 2 yıl bile geçmeden 10 Ağustos 1920’de, İngiliz muhibbi (sevdalısı!) 36. ve son Padişah 6. Mehmet Vahidettin, sadrazamı Tevfik Paşa’yı Paris’e yollayarak, bırakalım öbür Osmanlı topraklarını, anavatan Anadolu’nun bile emperyalist işgalle paylaşılmasına imza koymadı mı? Kuvayı Milliye’yi asi ilan edip Yunan işgaline ses çıkarılmamasını sözde fetvalarla İngiliz uçaklarından Anadolu’ya attırmadı mı? Mustafa Kemal Paşa tüm bu ihanetleri SÖYLEV’inde açıkladı ve “alçak” (den’i) “soysuz” dedi Vahdettin’e.. Yanlış mı??

Sivas Kongresi Süreci

Gazi Mustafa Kemal Paşa, 30 Ekim 1918’i izleyen 6 ay, “Mütareke İstanbul’u” nda kurtuluş çareleri için çırpınmış ancak Saltanat’ın teslimiyeti hatta daha sonra SÖYLEV’inde dile getireceği açık ihaneti karşısında, tek yol olarak Anadolu’da halkı örgütleyerek bir Ulusal Kalkışmayı, anti-emperyalist özgürlük ve bağımsızlık savaşını öngörmüştü. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışını, Mustafa Kemal Paşa, verili koşulları son derece akıllıca değerlendirerek yönetti. Padişahtan Ordu Müfettişliği görevi sağladı, Genelkurmaydaki arkadaşlarının da desteği ile. Mustafa Kemal Paşa, bu süreci özellikle anılarında açıkça yazmıştır. Sonradan kitaplaştırılan, Hakimiyet-i Milliye’de Falih Rıfkı Atay’ın kaleme aldığı yazılarda, tarihe not düşürmüştür.

19 Mayıs 1919 Samsun’a çıkış, 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi (4-11 Eylül 1919), Ali Rıza Paşa Kabinesi ile Amasya Protokolü (20-22 Ekim 1919). Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu Kongreye de, Erzurum Kongresi’nde olduğu gibi, askerlikten istifa etmiş, herhangi bir resmi sıfatı bulunmamasının yanı sıra, boynunda İngiliz Muhipleri (sevenleri) Derneği’nin kurucusu son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in idam fermanı ile katılmıştır. Kendisine yakıştırdığı düşündürücü nitem (sıfat) şöyledir :

“Sine-i Millette ferd-i mücahitim..”

  • Sivas’a geçiş de kolay olmamıştır.. Elazığ Valisi Ali Galip, “yakalama” ve gerekirse infaz fermanı almıştır Pay-i Taht’tan (İstanbul’dan).. (Bizim akrabamız Diyab Ağa komutasında 3000 dolayında yurtsever Dersimli, en kritik sarp geçitlerde Mustafa Kemal Paşa ve konvoyunun Sivas’a geçişi için yaşamsal önemde tarihsel koruma ve güvenlik sağlamıştır..)

Bu kez, Erzurum Kongresi yerel kararlarının pekiştirilmesinin yanında, genelleştiril-mesi de hedeflenmiştir. Ne kararlar alındı Sivas Kongresi’nde ?

Sivas Kongresi, Temsil Heyeti’ni belirler, başkanlığına Mustafa Kemal Paşa’yı getirir ve görkemli meydan okuyuşunu, özgürlük bildirgesini dünya kamuoyuna şöyle haykırır :

  • Bugün ulusça bilinmekte olan iç ve dış tehlikelerin yarattığı “u l u s a l   u y a n ı ş” tan doğan Kongremiz, aşağıdaki kararları almıştır :

1. Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan silah bırakımı (mütareke) tarihinde (30 Ekim 1918, Mondros) sınırlarımız içinde kalan Osmanlı ülkesinin bölgeleri, birbirinden ve Osmanlı toplumundan ayrılması olanaklı olmayan bölünmez bir bütün oluştururlar.

2. Toplumun bütünlüğü ve ulusal bağımsızlığımızın sağlanması için
ULUSAL GÜCÜ ETKEN ve ULUSAL İSTENCİ EGEMEN KILMAK kesin ve temel ilkedir.

3. Ülkenin herhangi bir bölümüne (Ulusal Ant sınırları içinde) yönelecek müdahale ve işgale, hep birlikte savunma ve direnme ilkesi meşru kabul edilmiştir.

4. Osmanlı hükümeti, bir dış baskıyla ülkemizin herhangi bir kesimini terk ve ihmal etmek zorunda kalırsa, ülke ve ulusun dokunulmazlığını ve bütünlüğünü güvenceleyen her türlü önlem ve karar alınmıştır.

5. Ülke bütünlüğümüzün bölünmesi düşüncesinden tümüyle vazgeçilerek bu topraklar üzerinde tarihsel, ırksal, dinsel ve coğrafyasal haklarımıza saygı gösterilmesini ve bunlara aykırı girişimlerin geçersiz kılınmasını, böylece hak ve adalete dayanan bir karar alınmasını bekleriz.

6. Ulusumuz, insancıl ve çağdaş amaçların yüceliğine inanır; teknik, ekonomik ve endüstriyel durum ve gereksinimimizi takdir eder. Bu nedenle, devlet ve ulusumuzun iç ve dış bağımsızlığı ve yurdumuzun bütünlüğünü korumak koşuluyla, önceki maddede açıklanan sınırlar içinde, ulusal ilkelerimize saygılı ve yayılma emeli beslemeyen herhangi bir devletin teknik, ekonomik ve endüstriyel yardımını hoşnutlukla karşılarız. İnsancıl ve adil koşulları taşıyan bir barışın kısa zamanda gerçekleşmesi, dünya ve insanlığın dinginliği için, en başta gelen ulusal emelimizdir.

7. Ulusların kendi yazgılarını kendilerinin belirlediği bu tarihsel çağda, merkezi hükümetimizin de ulusal istence bağlı olması zorunludur. Çünkü ulusal istence dayanmayan bir hükümetin tepeden inme ve kişisel kararlarına ulusça uyulmayacağından başka, bu kararların dışta da geçerli olmadığı ve olamayacağı şimdiye dek görülen eylemler ve sonuçlarıyla kanıtlanmıştır. Bu nedenle ulus, içinde bulunduğu kaygı ve sıkıntılardan kurtulmak çarelerine doğrudan başvurmak zorunda kalmadan, merkezi hükümetimizin Ulusal Meclis’i hemen ve hiç zaman yitirmeden toplaması, böylece vatan ve ulusun yazgısı hakkında alacağı bütün kararları Ulusal Meclis’in denetimine sunması zorunludur.

8. Vatan ve ulusumuzun karşılaştığı zulüm ve elemlerle ve tümüyle aynı ülkü ve amaçlar, ulusal vicdandan doğan vatansever ve ulusal derneklerin birleşmesinden oluşan genel kitleye bu kez “ANADOLU ve RUMELİ MÜDAFAA-İ HUKUK CEMİYETİ” adı verilmiştir. Bu Dernek, her türlü particilik akımlarından ve kişisel ihtiraslardan tümüyle arınmış ve aklanmıştır. Tüm Müslüman yurttaşlarımız bu Derneğin doğal üyeleridir.

9. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği’nin 4 Eylül 1919’da Sivas’ta toplanan genel kongresi tarafından kutsal amaçları izlemek ve bütün örgütü yönetmek için bir “Temsil Kurulu” (Heyet-i Temsiliye) seçilmiş ve köylerden il merkezlerine dek bütün ulusal örgüt birleştirilmiş ve güçlendirilmiştir.

GENEL KONGRE KURULU / 11 Eylül 1919, Sivas

Sonuç ve Günümüze Bağlantı :

Her şeye karşın, emperyalizmin içeriden devşirdiği Ali Kemal’lerin, Ref’i Cevat Ulunay’ların, Refik Halit Karay’ların, Şeyhülislam Dürrizade’lerin.. ve aynı yoldaki güncel işbirlikçi takım da dahil tüm şürekanın akıl almaz yöntemlerle ahtopot örneği pek çok koldan saldırmasına karşın; Türkiye Cumhuriyetimiz dimdik ayakta. Sonsuza dek de ayakta kalacak, özgür ve onurlu varlığını sürdürecek elbette.

İstanbul Tıp Fakültesi öğrencilerinin aralarında para toplayarak Sivas Kongresi’ne temsilci olarak yolladıkları Tıbbiye’nin 3. sınıfındaki Hikmet (Boran), Mustafa Kemal Paşa’ya kafa tutacak denli ateşli bir tam bağımsızlık savunucusuydu. Çünkü tıbbiyeli arkadaşları O’nu bu amaçla (Tam bağımsızlık için!) Sivas Kongresine yollamışlardı. Çünkü onlar, 1915’te Çanakkale savunmasında hepsi şehit olan Tıbbiye 1. sınıf öğrencilerinin acılı ülküdaşlarıydı. 1921’de İstanbul Tıp Fakültesi hiç mezun veremedi..

Hep yineliyoruz; tarih engebeli bir yaşantı sürecidir, maratondur. “Akılcı bir sabırlılık” temel koşullardan biridir. Hele hele ülkemiz coğrafyasının ne denli belalı olduğunu uzun uzadıya irdelemek de anlamsız. Bu zor tarihsel süreçte, jeo-coğrafik konumda, bir yandan yüksek nitelikli jeo-politik konumun nimetlerini devşirirken, bir yandan da külfetlerini omuzlayacağız. Türkiye, hiç ama hiç kuşku yok büyük ve köklü bir devlettir. Son derece varsıl ve bize güç katan devlet kurma-yönetme deneyimimiz vardır ve doğallıkla genetik kodlarımıza da işlenmiştir bu yetilerimiz. Günümüzde Tek Dünya Devleti hatta hegemonyasına oynayan süper gücün yüz yüze olduğu güçlükler çok nettir. Hiç kimse, süt liman bir küresel hele bizim koordinatlarımızda bölgesel bir konjonktür düşlemesin. Bitmeyen, bitmeyecek olan -yoksa tarih de biter!- bu yaman diplomatik satranç sürecek.

Sivas Kongresi’ni en zor koşullarda, kelle koltukta başaran, Kurtuluş Savaşı’na yol ve yön veren saygın temsilcileri, Tıbbiyeli Hikmetleri, Mustafa Kemal Paşa’yı utandırmayacağız. Onları minnet, şükran ve saygıyla anıyoruz.

Hikmet_Boran

Tıbbiyeli Hikmet (Boran) (Orhan Boran’ın babası) (yanda)

Bize kutsal emanetleri Türkiye Cumhuriyetimizi sonsuza dek şanla yaşatacağız.

Atatürk Devrimleri, Türkiye topraklarında bu tarihsel gizilgücü (potansiyeli) yaratmıştır; Devrimci kuşaklar, geriye dönüşe asla izin vermeyecek güç, azim ve kararlılıktadır.

Bu böylece bilinmelidir.

Selam olsun Sivas Kongresi’ne, yiğitlerine ve kararlarına!

 

Sivas_Kongresi'ne_katilanlar

Bir milletin Cumhuriyet’ten bu yana 99 yıllık çağdaşlaşma azmi karşısında, bu girişimler zavallı Donkişot’un yel değirmenlerine saldırmasından daha zavallı değil mi??

CHP gerçekte Sivas Kongresi’nde kurulmuştur.. CHP bir yandan köklerine dönmeli ve onlara sarılmalı, onlarda güç ve yaşam bulmalı; bir yandan da, Mustafa Kemal Paşa’nın “sürekli devrimcilik”, “akla ve bilime dayalı olma” özellikle “6 Ok” .. gibi iyi bilinen ilkeleri doğrultusunda kendisini çağın gereklerine uyarlamalıdır. Bu o denli büyütülecek zor bir iş değildir ve “Yeni CHP, Y-CHP” olmayı içermez, gerektirmez de; tersine dışlar, reddeder..

  • Sürgüt kılınan OHAL rejimi altında başkalaştırılarak AKP – RTE açık darbesi ile otoriter – totaliter – hatta despotik dinci rejime savrulan Türkiye’de, kökleri Sivas Kongresine dayalı CHP’nin önemi ve işlevi olağanüstüdür.

Sivas Kongremizin 103. yılında, gelecek yıl 4-11 Eylül haftasında daha güzel bir içerik ve Türkiye gündemi paylaşma umut ve dileğiyle.. Örneğin ilk genel seçimlerde AKP’den kurtulmak dileğiyle.. Ardından RTE’ye Saray’dan indirmek ve yargılamak üzere..

Sevgi ve saygı ile. 04 Eylül 2022, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak . Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net             profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik

KOVİT-19 SALGININDA GÜNCEL DURUM.. TÜRKİYE ve DÜNYA

Dostlar,

23 / 23 Ağustos 2022 gece yarısı saat 00:00 – 00:30 arasında TELE1‘de Sn. Tuncay Mollaveyisoğlu‘nun “Anında Manşet” programına konuk olduk.

Kovit-19 salgını gündemden düşürülmek isteniyor. Ama “Virüs”, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) Başkanı Dr. T. A. Gebreyesus’un dokunaklı söylemiyle “.. çekip gitmiyor..”!

Sağlık Bakanlığı günlük “sınırlı” veri açıklamayı da bıraktı. Sözde haftalık “çok sınırlı” veri paylaşıyor ancak o da çok düzensiz ve sayısal verileri derinlemesine çelişkili.

Takvim şu anda 27 Ağustos 2022 (05:07) ancak Sağlık Bakanlığının resmi web sitesinde yer alan son veri aşağıda (Covid19 (saglik.gov.tr).

21 Ağustos 2022 günü paylaştığımız bir cik (tweet) iletisinde şunları yazmıştık :

  • Yurttaşlar, son 3 hafta kovit ölümleri, Bakanlık resmi verisi:
  • 25.7.-1.8 2022: 337, günlük 48
  • 1-7 Ağust. 380, günlük 54
  • 8-14 Ağust. 342, günlük 49
  • Kapalı yerlerde maske zorunlu olmalı,
  • 12+ yaş cocuklar hızla aşılanmalı.
  • Salgın hala ciddi, siz de Bakanlık da onu çok ciddiye alın lütfen.

Son 3 haftada her gün ortalama 50 dolayında yurttaşı Kovit’e kurban veriyoruz..
Resmi rakam bu, gerçeği olasılıkla bunun 2-3 katı!!??

Ancak AKP’li Sağlık Bakanlığı sus pus… Olacak şey değil..
Kağnı hızıyla ilerleyen güncellenmemiş aşılama dışında hemen hiçbir önlem yok.

Yoğun bakımda yatan hasta sayısı gene Sağlık Bakanlığı resmi verisiyle 975 ve hemen heme 2 aydır bu sayı sabit!

Oysa böylesi bir durumun matematiksel olasılığı sıfıra çoookkkk yakın!
AKP bizimle ve dünya ile dalga geçiyor. Ne söylesek boş. Uluslararası istatistiklere de veri yollamıyor. Yolladıkları ise evlere şenlik ve hiçbir tutarlık taşımıyor..

Böyle ciddiyetsizlik ve halka, dünya kamuoyuna saygısızlık olmaz! Utanıyoruz sizin yerinize. Hiçbirşey yokmuş gibi davranıyor, hiçbir önlem almıyorsunuz ve her gün “resmen” 50 dolayında masum insanımızı büyük ölçüde korunulabilecek bu hastalığa feda ediyoruz.

Çoğu önlenebilir bu ölümlerin sorumlusu AKP iktidarıdır. Ülkede her şeyi berbat ettikleri gibi, en temel insan hakkı olan YAŞAM HAKKINI bile hiçe saymaktalar.

Kimsenin yanına kalmaz.. gün olur, bu hesaplar yargıda sorulur..

2 yıldır ölüm istatistiklerini de açıklamayan ceberrut bir iktidar ile yüz yüzeyiz.

İktidar, insanların sabrı ile oynuyor ve adeta isyana kışkırtıyor, karmaşa çıksın istiyor!? Ardından da ver elini OHAL, OHAL altında seçim ya da seçimleri erteleme.. Ya sabır!
***
Yaklaşık yarım saat Sn. Mollaveyisoğlu ile bu konuları konuştuk ve soruları yantladık. Örn. 2 aydır ısrarla vurguluyoruz;

  • 12+ yaş çocuklara Temmuz ve Ağustos’ta 2 aşı… Okullar Eylül’de açılacak ve bu aşılama da yapılmadı, 27 Ağustos’a geldik..

Program 3 saati aşkın.. Bizim konuşmamız 2. saat 39. dakikada başlıyor..

Dünyada ve Türkiye’de durumu, olası gelişmeleri, rikleri ve yapılması gerekenleri sunduk. Halkın kendisini koruması gerek. Kapalı alanda maske ve aşıları zamanlı yaptırmak önemli.. Okul çocuklarının aşıları da..

  • Hep vurguluyoruz;
  • Ülkemiz AKP’nin kurgulu politikalarıyla KORKUNÇ BİR YOKSULLAŞTIRMA yaşamakta..
  • Bu koşullarda sonbahar ve özellikle kışın salgın çok ağır gidebilir ve çok can alabilir.
  • Halk yoksul, beslenemiyor, morali bozuk, işsiz, umutsuz…
  • Bu koşullar bağışık sistemi çok zayıflatır, direnci kırar..
  • Üstünde özellikle durulmalı bu çok kırılgan yanımızın..

Basın ve muhalefet salgını gündemden düşürmemeli..

TELE1’e ve Sn. T. Mollaveyisoğlu’na duyarlığı için teşekkür ederiz.
Programın izlenmesi, paylaşılması ve yararlı olması dileğiyle..

Ne var ki, bilgisayarımızın kamerası açılmadı ve görüşmede bir fotoğrafımız ekrana verilerek salt sesli yapılabildi..

Sevgi ve saygı ile. 27 Ağustos 2022, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

 

Piyasalaşan sağlık sistemi


DR. BİRGİ TUNA

TIP DOKTORU,

Ekonomist,

Kamu Yönetimi Bilim Uzmanı


Cumhuriyet
, 24 Ağustos 2022

Sağlıkta yaşanan sorunlar gün geçtikçe büyüyor. Sağlık Bakanlığı, yönetmeliklerle kanayan yaraya pansuman çabası içinde. Yara derin, kanama da şiddetli olduğundan, hiçbir pansuman, sorunları çözmeye yetmiyor. Başta sağlıkta şiddet olmak üzere ne yurt dışına giden hekimlere çare bulunabildi ne Tıpta Uzmanlık Sınavı’nda boş kalan kontenjanlara. Yakında kendimizi emanet edeceğimiz doktor kalmayacak endişesi yaşanıyor.

RANDEVU SORUNU

Üniversitelere yerleştirme sonuçlarına göre tıp fakültelerinde 671 kontenjan boş kaldı! Kontenjan boşluğu, vakıf üniversitelerinin tıp fakültelerinde yaşansa da, kontenjanın yalnızca %5’i ile dolan tıp fakültelerine yerleşen öğrencilerin “ücretli tıp eğitimini” nasıl sürdüreceği, önemli bir sorudur.

Hastanelerden randevu alınamaması, sağlık alanında vatandaşı doğrudan ilgilendiren en belirgin sorundur. Randevu sorunu, bir halk sağlığı sorunudur. Ancak iktidar soruna böyle bakmamaktadır. Hastaların randevu alamadığı günümüzde, salgın hastalıktan dolayı, reçetesiz olarak doğrudan eczanelerden alınması genelgelerle sağlanan raporlu kronik hastalık ilaçları için reçete yazılması koşulu yeniden yürürlüğe sokulunca; sağlık kurumlarındaki yoğunluk neredeyse iki kat artmıştır.

GENİŞ ÇAPLI REFORM

  • Sorunların listesi uzundur ve çözüme ilişkin umut yoktur.
  • Sorunların temelinde AKP’nin sağlıkta dönüşüm programıyla sağlığı piyasaya açması, sağlığı alınır-satılır bir mal haline getirmesi yatmaktadır.

Hekimlerle birlikte tüm sağlık çalışanlarının iş doyumunu sağlayacak düzenli ve yeterli gelire kavuşturulması, AKP sonrasındaki iktidarın çözmesi gereken ilk sorundur.

Tüm sağlık kurumlarının yönetimine, “önce insan” anlayışına sahip liyakat, ehliyet, kıdem olarak öbür sağlık çalışanlarında saygı uyandıracak, nitelikli yöneticiler getirilmelidir.

  • Sağlık hizmetlerinde taşeronlaşma kaldırılmalıdır.
  • Birinci Basamak sağlık hizmetleri yeniden yapılandırılmalıdır.
  • Bütçede kara delik yaratan şehir hastaneleri devletleştirilmelidir.

Kamu kaynaklarını çarçur eden kiralama uygulamalarına son verilmelidir.

  • Askeri hastaneler yeniden açılmalı, buradaki uzman kadrolar yeniden yetiştirilmelidir.

Döner sermaye salt sağlık kuruluşlarının giderlerini karşılamalı, döner sermayeden çalışanlara prim ödenmesi uygulamasından vazgeçilmelidir.

Yerel yönetimlerin, sağlık kurum ve kuruluşlarının arsa ve binalarıyla ilgili yer belirleme, yapım, bakım ve onarım konusunda yetki ve sorumlulukları olmalıdır.

Hıfzıssıhha Kanunu ruhuna uygun olarak güncellenmeli, bu yasa çerçevesinde yerel yönetimlere koruyucu sağlık hizmetleri konusunda görev ve yetki tanımlanmalıdır.

Sağlık alanındaki tüm meslek dallarının meslek örgütü olmalıdır.

Bu meslek örgütlerine meslek içi uygulamaları denetim yetkisi ve görevi verilmelidir.

Sağlık alanındaki sorunlara getirilen bu öneriler, bir dizi çalıştay ve toplantıyla ortaya çıkan önerilerin özetidir.

Sağlıkta dönüşümün yarattığı tahribat, geniş tabanlı ve geniş çaplı bir reformla düzeltilebilir.

Bu reformu da ancak kapitalist anlayışa teslim olmayacak sosyal demokrat bir iktidar gerçekleştirebilir.

CEZAEVİNDEKİ 13 KOMUTAN İÇİN AYM ÖNÜNDE ÇAĞRI ve HUKUKSAL SEÇENEKLER

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi-Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik        twitter : @profsaltik

Oradaydık (15.8.22). AYM (Anayasa Mahkemesi) önünde idik, Ahlatlıbel Parkı içinde.
Birkaçyüz kişi rahatlıkla vardık. Az sayıda gazeteci ve kamera vardı.
Bir hanımefendi yukarıdaki basın açıklamasını acılı ses tonuyla, megafonsuz okudu.
Ağırbaşlılıkla ve hiç slogan atmadan, ajitasyona başvurmadan.
Bitiminde çokça ve uzun süre alkışlandı.
(Akşam hangi TV’lerin bu eyleme yer vereceklerini göreceğiz..)

Evet, bir kör intikam uğruna, göz göre göre 13 yüksek rütbeli subay ağırlaştırılmış yaşamboyu (müebbet) hapis cezasına çarptırıldı ve 1 yıldır tek başlarına hücrelerde tutulmaktalar.

E. Org. Çevik Bir, ileri derecede demans tanısı ile Adli Tıp Kurumu raporuyla salıverildi.
Yüksek rütbeli ve yaşlı 13 komutan, değişik sağlık sorunları ile yaşama tutunma çabasıyla hapiste.

Ülkemizdeki dinci iktidar, yargıyı da emellerine alet ederek böylesine acımasız bir terörü uygulamakta, yandaş olmayanlarına kendince ölçüsüz gözdağı vermekte. Dahası Cumhuriyet ile hesaplaşmakta!
Bu zulüm, bir taşla birkaç kuş vurmaya tipik örneklerden.
Kurban seçilen komutanların adları ve yaşları aşağıda.,,,,,,,,,,

  • 90 yaşında bir emekli orgeneral hücre hapsinde, helal olsun AKP ve yargısına(!!??)

Oysa İslamiyet’te Müslüman kin tutmaz, nefret ve intikam gütmez. Kuran’da en sık yinelenen Tanrı nitemi (sıfatı) “rahman ve rahim” dir : Esirgeyen ve bağışlayan. Tanrının çoook yüksek ölçüde esirgeyen ve bağışlayan olduğu sıklıkla vurgulanır nedense. Bizim müslümanlarımız neden böyle değil de tam zıddı??

Yanıt : SİYASAL İSLAM!

Siyasal İslam” bir din değildir! Tam da tersine, düpedüz, İslam dininin açıkça ve alçakça siyasete alet edilmesi ve emperyalizmin güdümününe verilmesidir.

Siyasal İslamcı, kendisini maşa gibi sunarak emperyalistlerce iktidara getirilir ve orada kullanılır. Makam, ün, güç, para.. ise suç işletilerek de olsa ödülleridir ve tanrıları gerçekte bunlardır. Ayrıca tanrıları nasıl olsa ve nedense çoook “rahman ve rahim” dir.
Yapıp ettiklerine kılıf uydurmak da (psikolojik rasyonalizasyon) çok kolaydır :

  • Burası dar-ül harp ülkesi!

Bu ülkede her şeyyyy ama herrrrrrr şeyyyyyy sınırsız olarak “mübah” tır siyasal islamcı dinbaza(!!!)

  • 13-14 generalin başına getirilen de bir CIA operasyonudur ve maşası, havuç – sopa politikası ile güdülen iktidardır.

Bu komutanlar görevde iken siyasal islamcı Erbakan iktidarı – CIA işbirliğini görmüşler ve halkı uyarma meşru görevini yerine getirmişlerdir. Önerileri MGK’da kabul edilmiş ve Başbakan N. Erbakan imzasıyla uygulamaya konmuştur. Yukarıdaki basın açıklamasında da vurgulandığı üzere, Erbakan ve Koalisyon ortakları, Bakanlar, 28 Şubat 1997 Kararları ile kendilerine dönük herhangi bir baskıdan
söz etmemişlerdir. Hatta tersine, bir baskı görmediklerini açıklamışlardır.

Durum böyle iken kraldan çok kralcı davranma, ancak CIA dayatmasıyla bu saygın komutanlardan intikam almak operasyonudur ve AKP iktidarı bunun aracıdır; yargı da ne yazık ki iktidarın.

  • Bu tablo insanlık tarihi açısından bir yüz karası ve utanç vericidir, psikolojik savaştır.

***
AYM’ye gelene dek Yargıtay dahil, mahkemeler adaletin gür sesini haykıramamışlardır..
Şimdi sıra AYM’dedir. Dosya 1 yıldır, bireysel başvuru olarak yüksek mahkemenin önündedir.
Yüksek mahkemenin ülkemizin içine sürüklendiği bu “maküs talihi” durduracak adil bir kararı gecikmeden vermesini dilemek bir insan, aydın ve yurttaş olarak en doğal hakkımızdır.

Öte yandan, geç kalan adaletin adalet sayılamayacağını da hepimiz biliyoruz. Oysa Komutanların Bireysel başvurularının öncelikle ve ivedilikle görüşülmesi için somut, nesnel koşullar vardır :

– Bu dava çok sanıklıdır..
– Hükümlüler hapiste, hücrededir.
– İleri yaştadırlar… 74-90 yaş arası..
– Eşlik eden ciddi sağlık sorunları vardır ve bu sorunlar İnfaz Yasası uyarınca cezanın hapishanede infazına engel olacak niteliktedir.
– Mevzuat seçenek infaz rejimlerine elvermektedir..

Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı bu yasanın (CEZA ve GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA YASA) md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle izlenecek yol şöyledir :

  • “… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur.
  • Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsacezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”

Geçmişte E. Org. E. Saygın vd. bu bağlamda salıverildi (Şubat 2013). Son örnek E. Org. Çevik Bir..
Anılan yasanın 16/3 maddesi ise yönteme ilişkin :

  • “Yukarıdaki fıkralarda belirtilen ‘geri bırakma kararı, Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam donanımlı hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip, Adli Tıp Kurumu’nca onaylanan rapor üzerine infazın yapıldığı yerin Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir.”

***
AYM sıradan bir mahkeme değildir. 6216 Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’a ek olarak görev ve yetkileri, kuruluşu, işleyiş ve karar alma yöntemleri…. ayrıntılı olarak doğrudan Anayasada 8 madde ile (146-153) düzenlenmiştir. Yüksek mahkemenin kararları net olarak bağlayıcıdır :

  • Anayasa md. 138/son : Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.
  • Anayasa md. 153/son : Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.

AYM’nin vereceği bir “hak çiğnemi (ihlali)” kararı, derece mahkemesi olan ilgili ağır ceza mahkemelerince değerlendirilecek ve bu yönde karar alınarak yargılamanın yenilenmesi ve en azından tutuksuz yargılama kararı verilebilecektir.

  • İstenen de şimdilik, özde budur ve bu hukuksal koruma önlemi ivedidir, acildir.

Bir yıldır hapiste tutulan ileri yaştaki ve ciddi sağlık sorunları ile boğuşan emekli komutanların, gerekli güvenlik önlemlerine de TCK md. 53 uyarınca hükmedilebilir. Örn. yurt dışına çıkma yasağı, polis merkezinde günlük / haftalık imza vb. hatta hala gerek varsa elektronik kelepçe!?

AYM önündeki bu toplantı ve basın açıklaması, Anayasa md. 138/2 uyarınca “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” hükmüne saygılıdır ve Anayasaldır (AY md. 34)! İstenen, “bir an önce” bir karara varılması, bekleme sürecinin daha çok ve yersiz uza(tıl)mamasıdır.

Bu bağlamda tek ölçüt acaba AYM’ye bireysel başvuru sırası mıdır?

Hayır değildir, bu “mekanik” ve “katı” bir biçimsel eşitlik anlayışıdır (equality) ve doğrudan eşitsizlik bile doğurabilir!

Dinamik eşitlik anlayışı hakkaniyet (equity) temellidir ve “herkese hak etiğini vermeyi” içerir kadim Aristoteles‘ten bu yana..

Öte yandan eşitlik; yatay düzlemde eşitlere eşit davranmayı içerdiği gibi, dikey bağlamda eşit olmayanlara eşit davranmamayı da gerektirir. 13 emekli komutan tam da bu son duruma uygun koşullardadır. AYM’nin bilge yüksek yargıçları, kuşkusuz tüm bu hususları gereğince irdeleyecek; salt ama salt, hukukun üstünlüğünün gereği olan yüce adalet ülküsünü yerine getirme amaçlı davranacaklardır.

Bu eylem ve yazdıklarımız, demokratik bir toplumda hiç kuşku yok ifade özgürlüğü kapsamındadır. AYM de kararlarında eleştiriye açık olduğunu hep belirtmektedir. Yukarıda anılan Anayasa hükümleri hiç kuşku yok, AYM’yi mutlak dokunulmaz kılmıyor. Tersine yükümlüyor demokratik hukuk devleti için.
***
Öte yandan, AYM “daha çok” gecikirse, bireysel başvuru sahipleri iç hukuk yollarını tüketmiş sayılabilecektir. AİHM’nin bu yönde kararları vardır. AİHS gereği AİHM’ne gidebilmek için iç hukuk yollarının tüketilmesi istenmektedir. Ne var ki; gereğinden çok uzayan, makul sürede sonlanmayacağı anlaşılan iç hukuk yolları tıkanması söz konusu olduğunda AİHM, bu hukuksal koşulun yerine geldiği varsayımı ile kendisine yapılan hak çiğnemi (ihlali) başvurularını kabul etmektedir.

13 emekli komutanın yasal temsilcileri, “makul bir süre” (ne denli?? Belki 1-2 ay..) daha bekleyerek:

  • İç hukuk yollarının tıkandığını, tüketilmesinin eylemli olarak (fiilen, de facto) olanaksızlaştığını,
  • Adil ve hızlı yargılanma hakkının da ihlal edildiğini,
  • 13 hükümlünün ileri yaşta ve ciddi sağlık sorunları nedeniyle, hapis cezasının infazının sürdürülmesi durumunda YAŞAM HAKLARININ DA AÇIKÇA ÇİĞNENECEĞİNİ,
    oysa hiçbir ceza yaptırımının asla böylesi bir çiğneme (ihlale) neden olamayacağını,
  • Telafisi olanaksız istenmeyen sonuçların (engellilik, ölüm!) ortaya çıkmasının
    açık ve yakın, somut bir tehlike ve tehdit olduğunu

savlayarak doğrudan ve hemen AİHM’ne başvurabilirler, başvurmalıdırlar.

Toplantı alanında kameralara kısa bir demeç verdik, yukarıdaki saptamaları vurgulayarak ve AYM’yi hızla adil bir karar vermeye çağırdık (CEZAEVİNDEKİ ASKER AİLELERİNDEN AYM ÖNÜNDE BASIN AÇIKLAMASI ve ÇAĞRI | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM).

Sevgi, saygı ve UMUT ile. 24 Ağustos 2022, Tekirdağ

Yakın geçmişte öğrencimiz olan bir hekimden uyarılar… SAĞLIKTA ALARM

Yakın geçmişte öğrencimiz olan bir hekimden uyarılar…

SAĞLIKTA ALARM

6 yıllık pratisyen hekimim. Mesleğe zorunlu hizmetimi yaptığım küçük, şirin bir ilçede başladım.
Çalıkuşu edasıyla acil serviste, köy evlerine giderek.. şifa dağıtmaya çalıştım.
Beyaz önlüğün hakkını vermek ve şifa dağıtmak en büyük güdü (motivasyon) kaynağımdı.
İlçe halkının sevgisi ve saygısı ise bu güdülenmemi (motivasyonumu) sürdüren güçtü.
Zaman geçti daha büyük bir kente taşındım. Bu değişiklik açıkçası bana pek iyi gelmedi. Mesleksel kaygılarım başladı, birlikte de bunaltı (anksiyete) sorunlarım.

Bu konuda yalnız olmadığımı, görevdeki binlerce doktora, yurt dışına giden binlerce doktora baktığımda görüyorum.

Peki neler oluyor sağlık sektöründe ?

  • Niye bir yığın hekim isyan ediyor, ülkemizi terk ediyor?

Hasta yoğunuluğu

Özel sektöre geçen doktorlarla birlikte kamuda doktor başına düşen hasta sayısı arttı.
Ve daha da önemlisi ülkemizde koruyucu sağlık hizmetleri ve Birinci Basamak sağlık merkezlerinin öneminin anlaşılmaması üzerine hastanelere özellikle acil servislere yüksek oranda hasta başvurusu var.

  • Polikliniklerde bir günde bakılan hasta sayısı 100’ü, acil servislerde de 1000’i aştı!

Parasal sıkıntı

Böylesine yoğun çalışma ortamı içinde çalışan doktorların önceki zamanları da pek rahat değil. Bulundukları konuma gelebilmek için en az 10 yıl eğitim almaktalar. Sonrasında da yoğun bir çalışma ortamında gece gündüz demeden, tatil zamanları fark etmeksizin hasta bakmaktalar.

  • Böylesine yoğun ve nitelikli emeğin karşılığı daha farklı olmalı.

Sağlıkta şiddet

Ne yazık ki haberlerde, her geçen gün artan sağlıkta şiddet olayları görmekteyiz.
Bu konuda ciddi adımlar gerçekten atılıyor mu?

  • Can tehlikesi ile çalışmanın ne olduğu hissedilip anlaşılabiliyor mu?

Hastanelerde neden güvenlik amaçlı X ışını aygıtı hala yok?

Ve yasal yaptırımlar neden gelmiyor?

Fiziksel şiddet dışında da hakaret ve tehdit gibi durumlarda hekimler “beyaz kod” verebilmekteler.

  • Peki beyaz kodun ardından açılan davalar neden sonuçsuz kalıyor?

Doktor göçü

Bu koşullara dayanamayan doktorların çoğu özel sektöre geçmekte veya yurt dışına gitmekte. Sonuçta hastaneler doktorsuz kalmakta. Bunun sonucunda ne olacak biliyor musunuz? Böyle giderse devlet hastaneleri iyice yetersizleşecek ve sağlıkta daha da yaygın özelleştirilmeye gidilecek!
***
Bu ülke hepimizin…

  • Sosyal devletin olmazsa olmazlarından olan kamusal sağlık hizmeti yurttaşın elinden alınmamalıdır, en temel ve vazgeçilmez insan hakkıdır
  • Tüm Yurttaşlar ücretsiz ve nitelikli olarak sağlık hizmetlerine erişmelidir.

Onun için, alarm vermekte olan sağlık sisteminde

  • Hızla sosyal-kamusal, bilimsel, halktan yana reformlar yapılmalıdır.

Not : Genç meslektaşımızın adı bizde saklıdır. (Dr. Ahmet SALTIK)

Sağlık dikiş tutmuyor

GÜNCEL19.08.22, BİRGÜN

Yeni düzenlemeler yapıldıkça başka sorunlar ortaya çıkıyor. Geçtiğimiz hafta çıkan ek ödeme yönetmeliği Sağlık Bakanı tarafından çok iddialı biçimde sunuldu, ileride şöyle denecekmiş: “Bir gün bir yönetmelik okuduk. Türkiye’de doktor olmanın anlamı değişti.

İnanılır gibi değil, Sağlık Bakanlığı, “taban ödemesi” adı altında bir miktar döner sermaye ödemesiyle Türkiye’de hekimliğin anlamını değiştirdiğini ilan ediyor. Dahası bunun bir “Beyaz Reform” olduğunu anlatıyor. Yıllardır döner sermaye ödemesi alamayan yüzbinlerce sağlık çalışanının yalnızca bir bölümüne değişen miktarlarda yapılacak bir ödemeden söz ediyoruz. Durumu biraz olsun rahatlayanlar olacaktır ama sağlıkta biriken devasa sorunlara bakınca, Beyaz Reform olarak tanıtılabilecek nesi var, belli değil.

Sağlık Bakanı yönetmeliği şöyle duyuruyor: “Kitap gibi sağlam yönetmelik! Tıkla oku”. Zamanın ruhu mu demeli, Yönetmelik bir halkla ilişkiler, PR çalışması haline geliyor.

FİŞİ ÇEKİLEN NE?

Sağlık Bakanı “Bir süredir bitkisel yaşamda olan Performans Sistemi’nin fişi çekildi” diyor. Oysa “bitkisel hayatta” dediği performans sistemi, iktidarın bir süredir dillendirmekten vazgeçtiği, vaktiyle üzerine makaleler yazıp dünyaya örnek gösterdiği Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın ana ögelerinden biriydi.

Aslına bakarsanız performans mantığından vazgeçildiği yok, mesai içi ve dışı çok çalıştırıp puan toplatmaya yönelik çaba sürüyor. Yalnız adı değişip “teşvik ek ödemesi” olmuş.

Yönetmeliğe titizlikle konan tanımlara bakınız: Bireysel hedef katsayısı, hizmet etkinlik katsayısı, hizmet verimlilik katsayısı, kurum hedef katsayısı, teşvik ek ödemesi dönem ek ödeme katsayısı, kaynak kullanım verimliliği, finansal sürdürülebilirlik, kurum hedeflerine ulaşma…

  • Her biri devlet hastanesinin bir işletmeye dönüşmesinin kanıtlarıdır.

Yıllardır Türkiye’de sağlık bu mantıkla yönetiliyor ancak işlerin iyi gitmediği, yurttaşlara yaramadığı belirginleşiyor.

Yönetmelik salt devlet hastanelerinde çalışanların bir bölümünü kapsıyor. Farklı kurumlarda hekimler, sağlık çalışanları devre dışı. Değişik meslek kümelerine yapılan ödemeler yeni huzursuzluk kaynağı oluşturuyor; memurlar, hemşireler, eczacılar mutsuz.

ÇOK ÇALIŞ Kİ TEŞVİK ALASIN

Artırımlı ücret alacak personelin tanımına bakınız: “Mesaisini tamamlayan, 32 saat ve üzeri nöbet tutan ve karşılığında izin kullanmayan personel”. İşte hekimlere, sağlıkçılara “hayatınız değişecek” diye sunulan budur.

Yönetmelik kendince kurallar, katsayılar, tanımlar getirmede eşsiz (!).

Ücretiniz kesilmeden yıllık izin kullanma hakkınız 12 gün, rapor hakkınız 7 gün olarak tanımlanıyor. Zaten hekimler döner sermaye alamayacakları için yıllardır izinlerini kullanamıyorlar, sıkıntının büyüyeceği görülüyor. Dinlenme hakkına bir saldırı da oradan geliyor.

Sağlık Bakanlığı hizmetten ne anladığını “doğrudan gelir getiren faaliyet” olarak ortaya koyup, koruyucu sağlık hizmetlerini ve temel bilimleri değerli görmediğini bir kez daha gösteriyor.

  • Sistem çok hastalık, çok muayene, çok ameliyat ve tıbbi işlem, nihayet çok puan denklemi üzerine kurulu.

Sıkıntıları Sağlık Bakanı’nın da kısa sürede fark ettiğini şu ifadesinden anlıyoruz:

  • “Yönetmelik geri bildirimlere göre düzenlenebilen esnek kurgusu sayesinde mevcut veya doğabilecek pek çok sorunu çözme iradesi veriyor.”

Buradan bir slogan da üretilmiş durumda: “Beyaz reform yeni bir statüko değildir, sürekli reformdur”.

Yönetmelik iktidarın sağlığa bakışını gösteriyor. Hekimlere, sağlık çalışanlarına güvenceli, emekliliklerine yansıyacak, hakkaniyetli ödeme sistemi getirmemekte ısrar ediyorlar. Sürekli yeni tanımlar, karmaşık formüller, ödemelerde kaydırmalarla günü kurtarmaya, sağlık çalışanlarında oluşan huzursuzluğu yatıştırmaya çalışıyorlar. Şiddet, iş yükünün fazlalığı bezdirmiş durumda. Yurttaşlar ise bir türlü randevu alamamak, gereksinim duyduğu sağlık hizmetine erişememek nedeniyle bunaldı.

İçtenlikten uzak her düzenleme, birlikte başka sorunlara yol açıyor.

  • Sağlık sistemi alarm veriyor,
  • yeniden bilimsel, akılcı ve sağlık hakkını gözeten biçimde ele almak gerekiyor.

Öğretmen ve doktor kıyımı

Dr. Niyazi ALTUNYA

Cumhuriyet, 19.08.2022

 

Son yıllarda doktor ve öbür sağlık çalışanlarımıza saldırılar giderek arttı. Konya’da Dr. Ekrem Karakaya’nın öldürülmesi ve bir imamın, doktor ve sağlık çalışanlarını hedef göstermesi bardağı taşırdı.

SALDIRILAR

Saldırılar beni, mesleğim gereği geçmişteki öğretmen kıyımına aldı götürdü. Bunlardan ilki, 1925 başlarında doğuda Şeyh Sait ayaklanmasını hükümete haber veren öğretmen Zeki Dündar’ın, isyancı çapulcularca bir atın kuyruğuna bağlanarak sürütülüp parçalanmasıdır. İkincisi de 1930 sonlarında, Menemen’de yedek subay öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın “Şeriat isteriz” diyen esrarkeş bir güruh tarafından bağ bıçağı ile başının kesilip bir sırığa asılmasıdır. Genç Cumhuriyet yönetimi bunların hesabını görmüştür.

1961 yılında “silahlı beş canavarın” bir kadın öğretmeni kaçırıp tecavüz ettikleri haberi yayıldı. Dönemin İçişleri ve Milli Eğitim Bakanları bu tür olayların “pek nadir ve münferit” olduğunu belirtip geçiştirdiler.

TÖS Genel Başkanı Fakir Baykurt, 12 Mart 1971 darbesinden sonra tutuklu iken kaleme aldığı savunmasında, iki ayda öğretmenlere yönelik 29 saldırı olayını sıralamıştır. Bunlar arasında birçok yaralama, sarkıntılık, bir öğretmenin başına katran dökülüp yular takılarak sürüklenmesi, bir öğretmenin kulağının, bir başkasının cinsel organının kesilmesi de var.

TÖS’ün, 7-9 Temmuz 1969 tarihlerinde Kayseri’de topladığı genel kurula katılan 800 öğretmen, toplantının yapıldığı sinema salonunda çapulcuların saldırısına uğradı. Saldırganlarca gece toplantının yapılacağı Alemdar Sineması’na benzin bidonları ve gazlı paçavralar yerleştirilip ertesi gün ateşe verildi. Her zaman vızır vızır dolaşan güvenlik görevlileri olay sırasında toz olmuştu. Vali, Emniyet müdürü, jandarma komutanı da yerinde yoktu.

Genel Başkan Fakir Baykurt’un, bir biçimde askeri birliğe ulaşması sonucunda komutan, öğretmenleri garnizona aldırmış, askeri araçlarla Ankara’ya götürülmek üzere Kırşehir’e göndermiştir.

BARBARLIĞI YENECEĞİZ

Fakir Baykurt’un, İçişleri bakanına 8 Ağustos1969 tarihinde gönderdiği ayrıntılı raporda, sorumlu tutulan 22 kişinin adı verilmektedir. Bunlar arasında iki milletvekili, vali, jandarma komutanı, Emniyetçiler, imamlar da vardır. Olayın kışkırtıcılarından bir milletvekili, TÖS’lü öğretmenlere öfkesini, “Türk milleti (…) şahlanacak (…) Moskof uşaklarını [TÖS’lü öğretmenleri] köpekler gibi gebertip yok edecektir” diye kusmuştur.

1976-77’de TÖB-DER’in basına verdiği bilgilere göre, Şubat-Haziran 1975 arasında 200 öğretmene saldırılıp bunların 20’si komalık edilmiş, 5 bin öğretmen görev yerlerinden başka yerlere sürülmüş, 50 öğretmenin görevine son verilmiştir. Temmuz 1976 – Temmuz 1978 arasında da öğretmenlere 144 saldırı olmuş, 37 öğretmen öldürülmüştür. Öğretmenlere saldırılar durmamış, 1984’ten sonra PKK’li katiller Güneydoğu’da 500’den fazla öğretmeni katletmiştir.

Doktor ve sağlıkçı kıyımına dönersek… Sahne aynı, katiller ve destekçileri de aynıdır. Caniler neredeyse her gün doktorları, hemşireleri, özellikle kadınları öldürüyor. Tarihsel süreçte biz öğretmenler, sağlıkçı kardeşlerle hep aynı yazgıyı paylaştık. Ama

  • Barbarlığı bilimin ve eğitimin gücüyle, birlikte yeneceğiz!…

Çevre yıkımı ve sağlık afetleri 

Cagatay_Guler_portresiProf. Dr. Çağatay GÜLER 
Halk Sağlığı Uzmanı, MD, PhD

Cumhuriyet, 16.8.22

İshalli hastalıkların oluşum ve görülme sıklığını azaltmak için güvenli su kaynağı, yeterli beslenme ve dışkı-ağız bulaşma zincirinin kırılması zorunludur. Bu basit önlemlerin alınması ile Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde bu hastalıklar anlamlı düzeyde azalmıştır. Ayrıca aşı uygulamaları ve modern ilaçların kullanılmaya başlanması solunum sistemi enfeksiyonlarından ölümleri çok azaltmıştır. Konut koşulları ve işyeri koşullarının iyileştirilmesi ve artık konutlarda yaşayanların kalabalık olmaması pek çok hastalığın azalmasında önemli rol oynamıştır.

KAOS (Karmaşa)

Cumhuriyetimizin kurucu kadrosu, kuruluşla birlikte “sağlık kurtuluş savaşına” girişmiş; “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu” (UHK) ile yasal altyapısını oluşturdukları bu savaşta inanılmaz kazanımlar sağlamışlardır. Ancak yıllar sonra aymazlık içindeki kadrolarca UHK’nin delik deşik edilmesi, halk sağlığı hizmetlerinin bütünlüğünün parçalanması, kurulan altyapı kurum ve kuruluşlarının yıkılıp işlevsizleştirilmesi toplumu bir sağlık kaosuna (AS: karmaşasına) sürüklemiştir.

Günümüzde çevre sağlığı sorunları daha karmaşık duruma gelmiştir. Sonuçta biyolojik ve fiziko-jeo-kimyasal etmenlerin ağırlıklı olduğu çevre sağlığı sorunlarının çözümünde sosyal, ekonomik, politik hatta psikolojik birçok etkenin göz önüne alınması zorunlu duruma gelmiştir. Bunlara göçler, politik çatışmalar ve terörizm, içme suyu kaynaklarının azalması gibi sorunlar örnek verilebilir. Sözgelimi insan etkinliklerine bağlı olarak ozon katmanının zayıflaması morötesi ışınım etkilenim riskini çok artırmaktadır.

AKP tarafından kapatılan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Halk Sağlığı Okulu

BEDELİ TOPLUM ÖDER

Toplumda görülen tüm kanserlerin %5’inin çevresel kimyasallardan etkilenime bağlı olduğu kestirilmektedir. Üretilen kimyasalların her geçen gün artarak kullanıma girmesi ve çevrede birikimi giderek daha korkutucu olmaya başlamıştır. Dünyadaki hastalık ve kaza yüküne çevrenin katkısı yaklaşık olarak %23 olarak öngörülmektedir.

Çevresel etmenler ile hastalık ilişkisinin somut olarak kitlelerce algılanması oldukça güçtür. Neden-sonuç bağlantılarını gösterecek araştırmaların planlanması ve gerçekleştirilmesi zor, maliyeti yüksektir. Bu durum, çevreyi çıkarlarının tarlası ve harman yeri olarak görenlerin işine gelir. Keser, biçer, iliğine dek sömürür ve bırakır giderler. Bedelini toplum öder.

GEREKLİ ÖNLEMLER

Çevre sağlığı hizmetleri bütün bunların toplum sağlığını etkilemesini önlemeye çalışır. Temel amaçları zararlı çevresel etkenin önlenmesi, etkenin zararsız duruma getirilmesi, etkenin yayılımının önlenmesi, etkenden korunma yollarını araştırıp uygulamaktır.

  • Çevreye yönelik olarak alınması gereken önlemlerin başında
    çevre yıkımının önlenmesi gelir.

Bu tüm toplumun katılımını, yeterli teknik araç gereç ve yetişmiş çok çeşitli meslek elemanlarının işbirliğini, ayrıca bunları destekleyen işlevsel bir mevzuatı gerektirir.

Toplumun sağduyusu köreltilmeye çalışılıyor, çevre savunuculuğu suç durumuna getirilerek toplum katılımı engellenmek isteniyorsa; yetişmiş teknik elemanların işbirliği ve inisiyatif kullanmaları yasaklanıyor, yasal düzenlemeler kayırmacı amaçlar ve çıkar beklentileriyle işlevsizleştiriliyorsa çevresel yıkıma bağlı sağlık afetleri hatta felaketleri kaçınılmaz olacaktır. Geri kalmış ülkelerde çevre düşmanları bunları kadere (yazgıya) bağlayıp, sabır tavsiye ederek (önererek) kötülüklerini sürdürmekte sakınca görmeyeceklerdir.

CEZAEVİNDEKİ ASKER AİLELERİNDEN AYM ÖNÜNDE BASIN AÇIKLAMASI ve ÇAĞRI

KAMUOYUNA

Çok Değerli Katılımcılar;

Öncelikle çağrımıza uyarak burada toplanan herkese tek tek şükranlarımızı ve minnetimizi belirterek sözlerimize başlıyorum.

Bizler, kamuoyunda 28 Şubat davası olarak bilinen bir kumpas davada yargılanarak müebbet hapis cezası alan ve F tipi cezaevlerinde tam 1’nci yıllarını dolduran, yaşları 74 ile 90 arasında değişen 13 askerin eşleri, çocukları, yakınları, silah arkadaşları, dostlarıyız.

Ancak hepimiz her şeyden önce ADALET ARAYIŞÇILARIYIZ!

Eşlerimiz, babalarımız, silah arkadaşlarımız olan bu insanlar yıllarca bu devlette Ordu Komutanlıkları, Kuvvet Komutanlıkları gibi en üst düzeyde görev yaptılar. Ettikleri yemine bağlı kalarak devlet, millet ve Türk Silahlı Kuvvetleri için gecelerini gündüzlerine katarak bir ömür hizmet ettiler; Türk Milletinin onurunu, askerliğin namusunu, Türk sancağının şanını canlarından aziz bildiler, Cumhuriyet ve vazife uğruna ettikleri yeminden taviz vermediler. Öyle ki, görevleri ailelerinden bile öncelikliydi; eşleri gerektiğinde aylarca bu komutanları göremedi, çocuklarını neredeyse babasız büyüttü.

Bundan hiç yüksünmedik. Eşlerimizi seçerken askerliğin bir fedakârlık mesleği olduğunu ve bizlerin de birer asker eşi olarak türlü güçlüklere aynı fedakârlıkla göğüs germek durumunda olduğumuzun bilinci içindeydik.

Eşlerimiz kutsal saydıkları üniformayı çıkarıp emekli olduklarında, artık torun sevme döneminde iken, eski başbakanlardan merhum Erbakan’ın vefatı beklendikten sonra, birdenbire, her nasılsa birilerinin aklına 28 Şubat‘ın bir “askerî darbe” olduğu geliverdi. Savcı kılıklı FETÖ üyesi bir şahıs, tıpkı Atabeyler, Ergenekon, Malatya – Zirve, Balyoz, Kozmik Oda, İstanbul ve İzmir Askerî Casusluk, Oda Tv, Fenerbahçe – Şike ve benzeri bir dizi davanın birebir kopyası ve son halkası olarak “28 Şubat Davası”nı başlattı. 76’sı tutuklu 103 kişi bu davanın sanığı yapıldı. Yaklaşık 5 yıl süren mahkeme sürecinde akıl almaz hukuksuzluklar, usulsüzlükler yaşandı, sırf sanıkları suçlu çıkarabilmek için üretilmiş, tahrif edilmiş sahte belgeler kullanıldı. Avukatlarımızın o süreçte bütün o hukuksuzlukları, usulsüzlükleri, sahte belgeleri, toplanmayan gerçek delilleri, dinlenmeyen tanıkları, göz ardı edilen bilirkişi raporlarını tek tek somut belgelerle ortaya koymalarına ve bu davanın bir FETÖ kumpası olduğunu kuşkuya yer olmayacak biçimde kanıtlamalarına rağmen tüm gerçeklerin üstü örtüldü, görmezden – duymazdan gelindi ve 14 kişiye ceza verildi. Sonuçta eşlerimiz, babalarımız 19 Ağustos 2021 tarihinde demir parmaklıklar ardına kondu.

  • İşte 4 gün sonra tam 1 yıl bitmiş olacak.

Mahkeme sürecinde ısrarla altını çizdiğimiz bir durumu şimdi kamuoyunun huzurunda bir kez daha vurguluyoruz:

28 Şubat Davası – tıpkı diğerleri gibi – bir FETÖ kumpasıdır! Soruşturmayı başlatan ve davanın iddianamesini yazan savcılar, ilk tutuklamaları yapan ve mahkeme sürecinde yer alan bir kısım hâkimler, soruşturma sürecinde savcılara sözde belge temin eden şahıslar, temin edilen belgeler hakkında “güvenilir” raporu veren TÜBİTAK görevlileri, savcıya Genelkurmay’dan belge ulaştıran askerî personel, yani kısaca bu davaya “eli değen” herkes bir şekilde FETÖ bağlantılı çıktı. Bugün o şahısların bir kısmı FETÖ üyeliği, bir kısmı da 15 Temmuz’daki rolleri nedeniyle halen ağırlaştırılmış mübbet hapis cezalarıyla cezaevlerinde, bir kısmı ise yurt dışında firarî (kaçak) durumdadır.

Bütün bu gerçeklere rağmen dava inatla sürdürüldü ve sayılan tüm hukuksuzluklar Yargıtay’a kadar sıralı mahkemelerce hep göz ardı edildi.

Yargı sürecinde, bu ülkede adalet olduğu inancımızı hep muhafaza ettik, ama hep hayal kırıklığına uğradık. 28 Şubat’ın darbe ile ilgisi olmadığını,

  • “İddianame”nin sırf sanıkları suçlu çıkarmak üzere kin, nefret ve husumetle hazırlanmış bir kumpas çalışması olduğunu

ve TSK mensuplarına yönelik bütün diğer kumpas davalardakilere çok benzer sahteliklerle kurgulandığını, dolayısıyla her halükârda yargıçların bu hukuk rezaletlerini göreceklerini sandık. Ancak yanıldık. Başlangıçta da söylüyorduk, ama bugün artık bu davanın bir siyasi dava olduğuna, yargının siyaset eliyle bir intikam aracı olarak kullanıldığına tereddüdümüz kalmadı.

Yüce Türk Milleti ve Değerli Katılanlar;

Herkes şunu biliyor: Merhum Erbakan yaşadığı müddetçe hiçbir zaman bir askerî darbe ile devrildiğini söylememiş, darbeyi ima dahi etmemiştir. Aynı şekilde, devam eden yargılamalar sırasında tanık olarak gelip dinlenen hiçbir hükûmet yetkilisi o süreçte baskı, cebir ve şiddete maruz kaldıklarına ilişkin tek bir söz etmemiş, aksine cebir ve şiddeti reddetmişlerdir. Bu gerçeklere rağmen şu anda yaşları 74 ile 90 arasında olan 13 insan Erbakan Hükûmetini devirdikleri gerekçesiyle demir parmaklıklar ardında ömür tüketiyor.

  • Ülkenin rejimini kendi ideolojik algılarına göre şekillendirmek isteyen çevreler 28 Şubat sürecini topluma bir “askerî darbe” olarak empoze etmekte ve bunun propagandası üzerinden siyasî rant elde etmeyi hedeflemektedirler.

Yaş ortalaması 80’in üzerinde olan ve her biri ayrı sağlık sorunu yaşayan insanların kumpaslarla cezaevinde olması öncelikle yaşam hakkının ihlalidir.

  • Bizler tam 1 yıldır Anayasa Mahkemesi’nin bu dosyayı ele almasını bekliyoruz.

Uluslararası ceza normlarına göre de sanıkların yaşları nedeniyle bu davaya ilişkin itirazların bir an önce ele alınması gerekmektedir. Ancak anlaşılan o ki, içerideki insanların ölmeleri ya da en azından kendini ve çevresini tanıyamayacak kadar kötürüm olmaları beklenmektedir.

Bizler buraya AYM’nin lehimize bir karar vermesini sağlamak için toplanmadık. Talebimiz, AYM’nin bir an önce hak ihlali konusundaki bireysel başvurularımıza bir yanıt vermesi ve dosyayı ele almasıdır. Zaten inanıyoruz ki, dosyayı açtıklarında, hukuk tarihimize kara bir leke olarak geçeceğinden kuşku duymadığımız 28 Şubat Davasındaki bütün hukuk garabetlerini görecek ve verilen kararlara kendileri de şaşıracaklardır. (Tabii eğer görmek isterlerse…)

  • Son söz olarak; bizler ölümlere doğru giden haksız bir infaz sürecini kamuoyuyla paylaşmak üzere burada toplandık.

Bu sesin duyulmasına verdiğiniz katkı nedeniyle hepinize tekrar minnet ve şükranlarımızı sunuyor,

  • Anayasa Mahkemesi’nin de bu sese kulak verip bir an önce gereğini yapmasını diliyoruz.

Kamuoyuna saygılarımızla duyururuz. 15 Ağustos 2022, Ankara

CEZAEVİNDEKİ ASKER AİLELERİ

========================================================
Dostlar, 

Oradaydık. AYM (Anayasa mahkemesi) önünde idik, Ahlatlıbel Parkı içinde.
Birkaçyüz kişi rahatlıkla vardık.
Bir hanımefendi yukarıdaki basın açıklamasını acılı ses tonuyla, megafonsuz okudu.
Ağırbaşlılıkla ve hiç slogan atmadan, ajitasyona başvurmadan.
Bitiminde çokça ve uzun süre alkışlandı. Az sayıda gazeteci ve kamera vardı.
Akşam hangi TV’lerin bu eyleme yer vereceklerini göreceğiz.

Evet, bir kör intikam uğruna, göz göre göre 14 yüksek rütbeli subay ağırlaştırılmış yaşamboyu (müebbet) hapis cezasına çarptırıldı ve 1 yıldır tek başlarına hücrelerde tutulmaktalar.
E. Org. Çevik Bir, ileri derecede demans tanısı ile Adli Tıp Kurumu raporuyla salıverildi. 13 yüksek rütbeli ve yaşlı komutan, değişik sağlık sorunları ile yaşama tutunarak hapiste.

Ülkemizdeki dinci iktidar, yargıyı da emellerine alet ederek böylesine acımasız bir terörü uygulamakta, yandaş olmayanlarına kendince ölçüsüz gözdağı vermekte. Bu zulüm, bir taşla birkaç kuş vurmaya tipik örneklerden. Kurban seçilen komutanların adları ve yaşları aşağıda.

Oysa İslamiyet’te Müslüman kin tutmaz, nefret ve intikam gütmez. Kuran’da en sık yinelenen Tanrı nitemi (sıfatı) “rahman ve rahim” dir.. Esirgeyen ve bağışlayan. Tanrının çoook yüksek ölçüde esirgeyen ve bağışlayan olduğu sıklıkla vurgulanır. Bizim müslümanlarımız neden böyle değil de tam zıddı??

Yanıt : SİYASAL İSLAM!

“Siyasal İslam” bir din değildir. Tam da tersine, düpedüz, İslam dininin açıkça ve alçakça siyasete alet edilmesi ve emperyalizmin güdümününe verilmesidir. Siyasal İslamcı, kendisini maşa gibi sunarak emperyalistlerce iktidara getirilir ve orada kullanılır. Makam, ün, güç, para.. ise suç işletilerek de olsa ödülleridir ve tanrıları gerçekte bunlardır. Yapıp ettiklerine kılıf uydurmak da (psikolojik rasyonalizasyon) çok kolaydır :

  • Burası dar-ül harp ülkesi!

Bu ülkede her şeyyyy ama herrrrrrr şeyyyyyy sınırsız olarak “mübah” tır siyasal islamcıya!

13-14 generalin başına getirilen de bir CIA operasyonudur ve maşası havuç – sopa politikası ile güdülen iktidardır. Bu komutanlar görevde iken siyasal islamcı Erbakan iktidarıCIA işbirliğini görmüşler ve halkı uyarma görevini yerine getirmişlerdir. Önerileri MGK’da kabul edilmiş ve Başbakan Erbakan imzasıyla uygulamaya konmuştur. Yukarıdaki basın açıklamasında da vurgulandığı üzere, Erbakan ve Koalisyon ortakları, Bakanlar, 28 Şubat 1997 Kararları ile kendilerine dönük herhangi bir baskıdan söz etmemişlerdir. Hatta tersine, bir baskı görmediklerini açıklamışlardır.

Durum böyle iken kraldan çok kralcı davranma, ancak CIA dayatmasıyla bu komutanlardan intikam almak operasyonudur ve AKP iktidarı bunun aracıdır; yargı da ne yazık ki iktidarın.

  • Bu tablo insanlık tarihi açısından bir yüz karası ve utanç vericidir.

AYM’ye gelene dek Yargıtay dahil, mahkemeler adaletin gür sesini haykıramamışlardır.. Şimdi sıra AYM’dedir. Dosya 1 yıldır, bireysel başvuru olarak yüksek mahkemenin önündedir. Yüksek mahkemenin ülkemizin içine sürüklendiği bu “maküs talihi” durduracak adil bir kararı gecikmeden vermesini dilemek bir insan, aydın ve yurttaş olarak doğal hakkımızdır.

Öte yandan, geç kalan adaletin adalet sayılamayacağını da hepimiz biliyoruz. Komutanların Bireysel başvurularının öncelikle ve ivedilikle görüşülmesi için nesnel koşullar vardır :

– Bu dava çok sanıklıdır..
– Hükümlüler hapiste, hücrededir.
– İleri yaştadırlar… 74-90 yaş arası..
– Eşlik eden ciddi sağlık sorunları vardır ve bu sorunlar İnfaz Yasası uyarınca cezanın hapishanede infazına engel olacak niteliktedir.
– Mevzuat seçenek infaz rejimlerine elvermektedir..

Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı bu yasanın (CEZA ve GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA YASA) md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle izlenecek yol şöyledir:

“… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa, cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”

Geçmişte E. Org. E. Saygın vd. bu bağlamda salıverildi (Şubat 2013). Son örnek E. Org. Çevik Bir.. Anılan yasanın 16/3 maddesi ise yönteme ilişkin :

  • “Yukarıdaki fıkralarda belirtilen ‘geri bırakma kararı, Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam donanımlı hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adli Tıp Kurumu’nca onaylanan rapor üzerine infazın yapıldığı yerin Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir.”

***
AYM sıradan bir mahkeme değildir. 6216 Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’a ek olarak görev ve yetkileri, kuruluşu, işleyiş ve karar alma yöntemleri ayrıntılı olarak Anayasada doğrudan 8 madde ile (146-153) düzenlenmiştir. Yüksek mahkemenin kararları net olarak bağlayıcıdır :

  • Anayasa md. 138/son : Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.
  • Anayasa md. 153/son : Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.

AYM’nin vereceği bir “hak ihlali” kararı, derece mahkemesi olan ilgili ağır ceza mahkemelerince değerlendirilecek ve bu yönde karar alınarak en azından yargılamanın yenilenmesi ve tutuksuz yargılama kararı verilebilecektir.

  • İstenen de şimdilik, özde budur ve bu hukuksal koruma önlemi ivedidir, acildir.

1 yıldır hapiste tutulan ileri yaştaki ve ciddi sağlık sorunları ile boğuşan komutanların, gerekli güvenlik önlemlerine de TCK md. 53 uyarınca hükmedilebilir. Örn. yurt dışına çıkma yasağı, polis merkezinde günlük / haftalık imza vb. hatta hala gerek varsa elektronik kelepçe..

Toplantı ve basın açıklaması, Anayasa md. 138/2 uyarınca “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” hükmüne saygılıdır. İstenen, “bir an önce” bir karara varılması, bekleme sürecinin daha çok uza(tıl)mamasıdır.

Bu bağlamda tek ölçüt acaba AYM’ye başvuru sırası mıdır?

Hayır değildir, bu “mekanik” ve “katı” bir biçimsel eşitlik anlayışıdır (equality) ve doğrudan eşitsizlik bile doğurabilir!

Dinamik eşitlik anlayışı hakkaniyet (equity) temellidir ve “herkese hak etiğini vermeyi” içerir kadim Aristoteles‘ten bu yana..

Öte yandan eşitlik; yatay düzlemde eşitlere eşit davranmayı içerdiği gibi, dikey bağlamda eşit olmayanlara eşit davranmamayı da gerektirir. 13 komutan tam da bu son duruma uygun koşullardadır. AYM’nin bilge yüksek yargıçları kuşkusuz tüm bu hususları gereğince irdeleyecektir. Salt ama salt, hukukun gereği olan yüce adalet ülküsünü yerine getirme amaçlı davranacaklardır.

Bu eylem ve yazdıklarımız, demokratik bir toplumda hiç kuşku yok ifade özgürlüğü kapsamındadır. AYM de kararlarında eleştiriye açık olduğunu hep belirtmektedir. Yukarıda anılan Anayasa hükümleri hiç kuşku yok, AYM’yi mutlak dokunulmaz kılmıyor.
***
Öte yandan, AYM “daha fazla” gecikirse, bireysel başvuru sahipleri iç hukuk yollarını tüketmiş sayılabileceklerdir. AİHM’nin bu yönde kararları vardır. AİHS gereği AİHM’ne gidebilmek için iç hukuk yollarının tüketilmesi istenmektedir. Ne var ki; gereğinden çok uzayan, makul sürede sonlanmayacağı anlaşılan iç hukuk yolları söz konusu olduğunda, AİHM, bu hukuksal koşulun yerine geldiği varsayımı ile kendisine yapılan hak ihlali başvurularını kabul etmektedir.

13 komutanın yasal temsilcileri, “makul bir süre” (ne denli?? belki 1-2 ay..) daha bekleyerek, iç hukuk yollarının tıkandığını, tüketilmesinin fiilen olanaksızlaştığını, adil ve hızlı yargılanma hakkının da ihlal edildiğini, hükümlülerin ileri yaşta ve ciddi sağlık sorunları nedeniyle, hapis cezasının infazının sürdürülmesi durumunda YAŞAM HAKLARININ DA AÇIKÇA İHLAL EDİLECEĞİNİ, telafisi olanaksız sonuçların ortaya çıkmasının açık ve yakın bir tehlike ve tehdit olduğunu… savlayarak doğrudan ve hemen AİHM’ne başvurabilirler, başvurmalıdırlar.

Toplantı alanında kameralara kısa bir demeç verdik. Bize ulaşan kısa kayıt aşağıda :

Sevgi ve saygı ile. 15 Ağustos 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi-Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

FLASH HABER TV Programımız – 10 Ağustos 2022

Dostlar,

Güncelleme (13.8.22)                           :

Aşağıdaki program gerçekleşti.. 3 saate yakın..

İzlenmesi, paylaşılması ve gereğinin yapılması dileğiyle..
Lütfen tıklayınız :

https://youtu.be/wrG7wthsPm8
****

Sağlık hakkı ve sağlık politikaları…
Sağlık konusunda yaşanan ve bekleyen nice sorunlar…
Av. Ömer Faruk Eminağaoğlu ile
10 Ağustos 2022 Çarşamba saat 21:00 – 24:00 arasında FLASH HABER TV’de olacağız.

@flashhabertvcom’de yayınlanacak olan Adalet ve Demokrasi programında olacağız.

İzlemek için :

  • #FlashHaberTV
  • http://www.flashhabertv.com/
  • https://twitter.com/eminagaoglu/status/1557370095151759361?t=wsDiEyt9JApGc6Rc_hFutg&s=08-
  • ve youtube

3 saat boyunca işleyeceğimiz konular aşağıda :

Sevgi ve saygı ile.

10 Ağustos 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik