Kategori arşivi: Hekim Saltık

İNSAN HAKLARI VE SAĞLIK

İNSAN HAKLARI VE SAĞLIK

Sevgili öğrencilerimiz,
Site dostlarımız,

Yukarıdaki başlık altında bu gün AÜTF Dönem 1 Sosyal Tıp Dersinde işleyeceğimiz konunun oldukça varsıl yansılarına aşağıdaki erişkeden (linkten) ulaşabilirsiniz.

Yararlı olmasını dileriz..
Güneş gene üstümüze doğdu…

INSAN_HAKLARI_VE_SAGLIK

Sevgi ve saygı ile.
15 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

AKKUYU Nükleer Güç Santralının Temeli Atıldı

Dostlar,

Çernobil Nükleer kazası ve büyük bir faciaya dönüşen yıkıcı sonuçlarını anımsatmak üzere değerli meslektaşımız Dr. Taner Özek‘in bir çizimini paylaşıyoruz..

AKKUYU’da MEHTAP…

Çünkü bu gün, 14 Nisan 2015 günü AKKUYU Nükleer Güç Santralının temeli de atıldı!

Nükleer savaş ya da büyük boyutlu kaza sonrası insanlığın sonu olabileceği gibi,
Dünyada bir “nükleer kış” söz konusu.. O zaman ufukta Güneş olmayacak!

Türkiye 14 Nisan 2015 günü, kamuoyunun ve uzmanların, meslek odalarının, derneklerin..
tüm direnmesine karşın, hukuka aykırı olarak Mersin Gülnar’da AKKUYU
Nükleer Güç Santralının temelini attı..

AKKUYU'da_Mehtap_Taner_Ozek_14_Nisan_2015

 

 

 

 

 

 

 

 

 

– Ülkemiz için çok büyük riskler alındığını,
– Çok yüksek maliyetli (milyarlarca Dolar!) harcamalar yapılıp borçalanılacağını,
Enerjide dışa bağımlılığımızı bu girişimin azaltmayacağını ama Rusya’ya bağımlılığımızın artacağını,
– Ülkemizin toplam enerji üretimi içinde bu santralın payının %5’lerde kalacağını..
– Atık sorunun çözüme kavuşturulmadığıını yani her 20 ampulden 1’i söndürülse kabaca bu tasarrufun yapılabileceğini…
– Seçimlere giderken propaganda yapmak üzere girişimin zamanlandığını..
…..
belirtmek isteriz..

Yüzbinlerce Çernobil kurbanlarını saygı ve utanç içinde anar ve selamlarken;
sorumlularını da nefretle kınıyoruz..

Dünya alem, başta Almanya ve Japonya olmak üzere Nükleer enerjiden çekilirken
Türkiye’nin ders almayıp tersine gidişini anlamakta çook zorlanıyoruz..

Bir AKP klasiği / inadı daha ve de yazarsak suç olabilecek..
birtakım ardılları .. ne yazık ki..

“Akkuyu’da nükleer nehtap” AKP’nin hızla süren inişine ve dağılıp yok olmasına,
ülkemizin büyük bir beladan kurtulmasına çoook ama peek çok katkıda bulunacak..

Sevgi ve saygı ile.
14 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Kocasakal’dan Erdoğan’a sert yanıt

 

Kocasakal’dan Erdoğan’a sert yanıt

Nisan 8, 2015 |

İstanbul Barosu Başkanı
Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal,
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhtarlar toplantısında kendisine ve avukatlara yönelik sözlerine yanıt verdi

portesi_bayrakla
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan muhtarlarla buluşmasında İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’a sert ifadelerle yüklendi. Kocasakal’ın sert yanıtı ise gecikmedi.
Kocasakal, bugün Baro Kültür Merkezi toplantı salonunda yaptığı basın toplantısında;
  • “Belirtmek isterim ki, bu tür hedef göstermeler, hedef saptırmalar, üstü kapalı tehditler beni ve İstanbul Barosunu, doğru bildiğini yapmaktan ve söylemekten, hukuk devleti ve demokrasi mücadelesinden alıkoyamaz.” dedi.Başkan Ümit Kocasakal’ın basın toplantısında Başkan Yardımcısı Av. Mehmet Durakoğlu, Genel Sekreter Av. Hüseyin Özbek, Yönetim Kurulu Sayman Üyesi
    Av. Aydeniz Alisbah Tuskan, Yönetim Kurulu Üyeleri Av. Necmi Şimşek,
    Av. Sevgi Barutçu, Av. Şahin Erol, Av. Süreyya Turan, Av. Hasan Kılıç da hazır bulundu.Erdoğan ne demişti?Cumhurbaşkanı Erdoğan, direkt İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’ı hedef alan konuşması şöyle:

    – “Ey baro başkanı, sen de telefonla görüştün teröristlerle? Hangi neticeyi aldın?
    Hiçbir netice alamadın. Hani senin sözün çok dinleniyordu ya, alsaydın ya bir netice.
    Bu terörist terörist, bunu bileceksin, bunu göreceksin. Sen de bulunduğun makam sebebiyle gazetelere çarşaf çarşaf ilan vererek ürkütemezsin. Senin yaptığın hareketler eski Türkiye’deydi, artık yeni Türkiye var. Sen de bütün avukatları temsil etmiyorsun, yargı oylarının da üçte birini temsil ediyorsun. Adeta yargı adına konuşuyorum havasına da girme. Bunları milletçe çok iyi bilmemiz lazım.”

    Kocasakal’ın Erdoğan’a yanıtı şöyle              :

    “Anayasanın 8. maddesine göre, Bakanlar Kurulu ile birlikte yürütme görev ve yetkisine sahip Cumhurbaşkanı bugün gelenekselleştirdiği muhtarlara seslenişinde,
    şahsımla ve avukatlarla ilgili bazı sözler sarf etmiştir.

    Oysa öncelikle belirtmek gerekir ki, Anayasanın 103. maddesi uyarınca edilen tarafsızlık yemini ve 104. maddede belirtilen görev ve yetkiler karşısında, özellikle genel seçimlere gidildiği bir süreçte, muhtarlarla toplantı yapmak suretiyle ve bunu kullanarak,
    siyasal gündeme ilişkin taraflı değerlendirme ve siyasal propaganda yapmak, Cumhurbaşkanının anayasal görev ve yetkileri arasında bulunmamaktadır.
    Bu durum Anayasa’ya açıkça aykırıdır.

    “Ey” Cumhurbaşkanı, benim için iyi bir şey söylese zaten şaşırır ve kendimden
    şüphe ederdim. Kendisi her gün yaptığı açıklamalarla ülkeyi germeyi, toplumu parça parça bölerek kamplaştırmayı, kişileri ve kurumları hedef göstermeyi herhalde iyi bir şey zannediyor, ama ülkeye büyük zarar veriyor. Anayasayı, hukuku tanımıyor,
    kendisini her şeyin üzerinde görüyor ve zannediyor. Kartallar yüksek uçar ama çakılmaları da şiddetli olur… Sanırım kendisini halen başbakan zannediyor.
    Birilerinin kendisine artık başbakan olmadığını, ettiği yemin ışığında tarafsız olması gereken bir Cumhurbaşkanı olduğunu hatırlatmasında yarar bulunmaktadır.
    Sözlerine gelince; bilindiği gibi ben olay yerine kendiliğimden gitmedim. Faillerin
    bazı kişilerle birlikte beni talep ettikleri bilgisinin Başsavcılıkça tarafıma iletilerek
    yapılan davet ve rica üzerine, bir zorunluluğum bulunmadığı halde, insani ve vicdani bir görevi yerine getirmek üzere gittim, sonuçlarını da hiç düşünmedim. Nitekim konuşmada açıkça güvenlik güçlerinin her yola başvurarak baro başkanını ve babayı getirttiğini, görüştürdüğünü bizzat kendisi ifade ediyor. İnsan yaşamı söz konusuyken hesap yapılmaz. Bugün olsa yine yaparım. Vicdanen müsterihim. Çünkü bu süreçte gerek ben,
    gerekse avukat meslektaşlarım elimizden gelen her şeyi yaptık. Bunun tanıkları da var. Nitekim bu nedenle gerek Sayın İstanbul İl Emniyet Müdürü, gerekse Başsavcılık şahsıma teşekkür etmişlerdir. Teşekküre gerek olmamakla birlikte, ben de kendilerine
    teşekkür ediyorum. Elbette başarılı olmak, sonuç almak isterdim ama elimde sihirli bir değnek maalesef yok. Ancak emniyet görevlileri de görüştü, peki onlar netice aldılar mı? Netice almanın bir garantisi mi var? Benim suçu önleme, suçla mücadele gibi bir görev ve yetkim mi mevcut? Yoksa o görev siyasi iktidarlara, savcılara ve emniyet güçlerine mi ait? Kaldı ki benim sözlerim çok dinleniyor olsa, bugün ülkedeki bu hukuksuzluklar olmazdı… Saldırı ile ilgili yaklaşımımız ve açıklamalarımız ise ortadadır.
    Üstelik bizimkisi timsah gözyaşları da değildir.

    Benim bütün avukatları temsil etmediğim, yargı oylarının üçte birini temsil ettiğim iddiasına gelince; herhalde burada bir matematik hatası var. Kendisi, aldığı %52 oyla
    ne kadar milleti temsil ediyorsa, ben de aldığım %67 oyla o kadar İstanbul Barosu avukatlarını ve baroyu temsil ediyorum. Bu çerçevede yargı adına değil, şerefli cübbem vesilesiyle yargının kurucu unsurlarından birisi olan savunma adına konuşuyorum ve konuşmaya da devam edeceğim. Hesap vereceğim tek yer de avukatlardan oluşan İstanbul Barosu Genel Kuruludur. Türkiye’de sorun cübbelilerin ülke gündemi ile ilgili olarak konuşması değil, cübbesiz olanların ve asla giyemeyecek olanların cübbe giymeye,
    yargı rolüne soyunmalarıdır.

    Yeni Türkiye’ye gelince; Anayasanın ve hukukun askıya alındığı,
    toplumun ayrıştırılarak birbirine düşman edildiği, yalan, talan, gerginlik ve kaosun hüküm sürdüğü, dış politikada bataklığa saplanıldığı, gelecekten endişe duyulan 13 yılda açık bütçeler yaparak, Türk Milletinin cebinden 345 katrilyonu gasp eden Yeni Türkiye’niz alın sizin olsun. Bana eski denk bütçeli Türkiye’mi geri verin.

    Kimse, avukatların hiçbir payı olmadığı, avukatlarla ilgisi olmayan bir olayı avukatların üzerine yıkamaz, tekil örneklerden hareketle onları birer potansiyel suçlu gibi göremez. Bundaki amaç bir yandan hedef saptırarak sorumluluğun gizlenmesi çabası, öte yandan da hukuk devletinin en önemli güvencesi, hukuksuzlukların önünde de en büyük engel olan savunmayı, avukatları ve baroları yıpratmaktır. Yaşanan elim olayın sorumluluğu, cübbenin altına gizlenemez. Esasen bu denli büyük bir cübbe de bulunmamaktadır.
    Bugün bu olaydan hareketle bilinçaltlarında gizledikleri avukat düşmanlığını
    ortaya koyanlar, yarın bir gün kendilerine de savunma ve adil yargılanma hakkı, dolayısıyla avukat gerekeceğini bilmelidir. Yakın geçmişte ve günümüzde bunun
    pek çok örneği bulunmaktadır.

    Bunun yanı sıra, kimse sarayları birbirine karıştırmasın. Ak-saray ile adalet sarayı birbirinden farklıdır. Adalet saraylarının gerçek sahibi avukat, yargıç ve savcıdan oluşan yargı camiasıdır. Dünyanın her demokratik ülkesinde avukatların adliyelere girişlerinde
    birtakım ayrıcalıkları ve güvenceleri vardır. Evrensel düzenlemelere dayanan bu güvenceler, avukatlar için değil, haklarını savundukları müvekkilleri, yani yurttaşlar için gereklidir.

    Cumhurbaşkanı bu tarz konuşma ve yaklaşımları ile insanları tahrik, hukuku
    tahrif ve tağyir etmektedir. Ancak bilinmesini isterim ki bu tür hedef göstermeler,
    hedef saptırmalar, üstü kapalı tehditler beni ve İstanbul Barosu’nu, doğru bildiğini yapmaktan ve söylemekten, hukuk devleti ve demokrasi mücadelesinden alıkoyamaz. Bizler bir yemin ettik ki dönemeyiz, dönmeyiz. Ettiğimiz yemini çiğnemeyiz.
    Bunun için gerekirse her türlü bedel ödemeye hazırız.

    Tarih herkesi hak ettiği yere koyacaktır.

    Kamuoyuna saygı ile sunarım.”

    Av. Doç. Dr. Ümit KOCASAKAL
    İstanbul Barosu Başkanı

    ==================================

Dostlar,

Bir Cumhurbaşkanı’nın üstelik de sokak söylemiyle, ülkesinin en büyük (Dünyanın da!)
baro başkanı, akademik ünvanlı bir hukukçu ile böylesine yersiz bir polemiğe girdiği
hangi uygar ülkede görülmüştür??

Erdoğan hızla kendini ve makamı tüketmektedir.
Erdoğan Cumhurbaşkanı olduğunu unutmuş mudur acaba?
Kendi itirafıyla “öfke de bir hitabet yöntemidir” ancak artık zıvanadan çıkmıştır.

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı makamını işgal etmesine karşın, kendi kişiliğine yönelik saygı erozyonunun çok ciddi boyutlara eriştiği, açıkçası kimsenin kendisine saygısının kalmayışı ağır bir sonuçtur. Ancak makamın saygınlığının zedelenmesi çok daha ürkünçtür (vahimdir). Erdoğan bütün bunları hesap edebilmekte midir?

Doğrusu çok emin değiliz..

10 Nisan 2015 günü polislere seslenirken İç Güvenlik Yasasını önce imzalayacağını söylemesi, birkaç dakika sonra da “imzaladım” demesi ne anlama gelmektedir?
(Doğrusu bu 2. bildirimdir..)

Türk Tabipleri Birliği, Türk Psikiyatri ve Nöroloji Dernekleri, Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Hekimler Birliği (World Medical Federation) bu kritik durumu değerlendirmelidir.

Erdoğan’ın zaman ve mekan algısında sorun mu vardır?
12. CB Bay Erdoğan’ın belleğinde kopmalar ve düşünce akışında kesinti mi vardır?
Bunlar birer dissosiyatif sendrom ögeleri midir?

Bu durumların kapsamlı bir tıbbi gözlem ve muayene ile ortaya konması gereklidir
Söz konusu kişi, 78 milyon insanımızın yazgısını ellerinde tutmaktadır.
Alacağı kararların ve kritik durumda vereceği buyrukların yüksek ülke güvenliği ve çıkarları açısından tartışılmaz ve hatasız, en iyi – en doğru kararlar olması gereği
kesin olarak tartışma dışıdır.

Ancak kamuoyunda bu bağlamda ciddi bir kuşku ve endişe haklı olarak doğmuştur.

Erdoğan hem kendisinin hem de ülkemizin geleceği için, o muazzam kibirini aşmalı
ve bir resmi tıbbi kurula muayene olmalıdır. Sağlığının ülkemizi yönetmeye elverişli olduğunu kanıtlamalıdır. Bu, boynunun borcudur ve yurttaşlar olarak bizlerin de en doğal demokratik hakkıdır, bilme hakkıdır. Kamuda veya özelde bir çalışanın
ruhsal / bedensel sağlığından kuşku duyulduğunda kişinin hekime başvurarak
rapor getirmesi istenebildiği gibi; kurumu tarafından doğrudan sağlık kurumlarına
sevkleri de yapılabilmektedir. Kimi kritik görevlerde, örn. askerlikte düzenli aralıklarla tıbbi raporun kişinin özlük dosyasına konması zorunludur.

Bu arada, TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek‘i göreve çağırsak;
Erdoğan’ı kamuoyu önünde sağlık muayenesine davet eder mi acaba?
Ya da etmez / buna cesaret edemez, ağır bir tarihsel sorumluluğun altına O da girer mi?

Hey talihsiz ülkemiz, bunca zulmü hak edecek ne yaptın??

Ancak hiç kuşku yok, ülkemiz bu AKP parantezini de kapayacak ve
Büyük ATATÜRK’ün AYDINLIK yolunda ilerlemesini sürdürecektir..
Hukuk dışına çıkan her-kes yargı önünde hesabını verecektir.

İstanbul Barosu Başkanı saygın ve yürekli kişilik
Sayın Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal‘ı bu çıkışında bütünüyle onaylıyoruz.
Erdoğan’a kesin olarak teenni öneriyoruz..
Çevresindeki ağır topların ağır kritik sorumluluklarını bir kez daha anımsatıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
13 Nisan 2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

7 Nisan 2015 : DÜNYA SAĞLIK GÜNÜ

“7 Nisan Dünya SAĞLIK Günü”

Logo_WHO_DSO

 

 

 

 

Nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü (WHO/DSÖ) Anayasası’nın yürürlüğe girdiği
7 Nisan (1947) günü tüm dünyada ‘Sağlık Günü’ olarak kutlanmaktadır.
2015 Yılıı Dünya Sağlık Günü’nün teması

‘Tarladan Tabağa Gıda Güvenliği’

olarak belirlenmiştir. Dünya genelinde “Gıda Güvenliği” konusunda farkındalık oluşturulması hedeflenmektedir.

Gıdalar ve beslenme, insanların en temel ve vazgeçilmez gereksinimlerinden biridir. Herkes güvenilir, nitelikli, uygun bedelle ve sağlıklı besinleri sürekli olarak
satın alabilme ve tüketme hakkına sahiptir.

Bu temel insanlık hakkı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde de güvence altına alınmıştır (md. 259.

Gıda güvenliği; gıda ürünlerinin tarladan sofraya dek üretimin ve dağıtımın
her basamağında gerekli denetimlerin düzenli yapılmasıdır.
Kimyasal, Fiziksel, Biyolojik ve Nütrisyonel bakımlardan alınan önlemler bütünüdür.

Sağlıklı toplum için, toplumun en küçük birimi olan tüm insanların sağlıklı olması gerekir.

Her – kes, dünyanın neresinde olursa olsun, gereksindiği besinlere ulaşma
ve nitelikli bir yaşam sürdürme hakkına sahiptir.

7 Nisan 2015 – 7 Nisan 2016 arasında 1 yıl boyunca bu yakıcı konuyu / sorunu
öncelikle konuşacağız.
Dileriz, küresel ölçekte yaygın beslenme hatta AÇLIK sorununun çözümünde yol alırız..

  • DSÖ / FAO verileriyle Dünyada 805 milyon insan karnını doyuraMAmaktadır =  AÇTIR! Bu, her 9 kişiden birinin
    AÇ olduğu anlamına gelmektedir; insanlık için yüz karasıdır!

Hemen hemen 5-6 ölümden biri (yaklaşık 10 milyon / yıl) AÇLIK nedenlidir
ve bu verilerle AÇLIK Dünyada 1 numaralı “temel” ölüm nedenidir!

Dünya Sağlık Günü, bu önemli hatta utanç verici halk sağlığı sorununun çözümüne anlamlı katkı sağlasın dileriz. Bunun için küresel emperyalizmin geriletilmesi ve
odağına kârı – sermayeyi değil; insansı – toplumu koyan bir yeni Dünya Düzenine
gerek var. Daha adil, daha sosyal, daha paylaşımcı bir dünya düzeni ve bu olanaklı!

Güney Amerikalı yoldaşlarımızın her yıl Porto Allegre‘de, Davos kepazeliğine seçenek olarak meydan okudukları gibi haykıralım :

  • OTRO MUNDO ES POSSIBLE!… OTRO MUNDO ES POSSIBLE!
    Başka Bir Dünya Mümkündür.. Küresel emperyalizme mahkum değiliz!

3. Bin Yıl Kalkınma Hedefleri (3rd Miilenium Developmental Goals – 3rdMDG) arasında 2000’den  2015’e 15 yılda Dünya’da AÇ insanların sayısını 400 milyonlara indirerek yarılama da vardı.. Olmadı, başarılamadı..

Temel nedeni KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizmden başka ne olabilir ki??

*****

Dünya Sağlık Örgütü / CENEVRE                :
– “Her yıl çoğu çocuk 2,2 milyon kişi gıda ve su kaynaklı hastalıklılar nedeniyle yaşamını yitiriyor”
– “Güvensiz gıdalar; böbrek ve karaciğer yetmezliği, beyin ve sinir hastalıkları,
uzun süreli engellilikler ve kanser de içinde 200’den çok hastalığın temel nedeni.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Dünya Sağlık Günü’nde güvenilir gıda tüketilmesi önerisinde bulunarak, her yıl 2,2 milyon kişinin güvenilir olmayan gıda ve su kaynaklı hastalıklılar nedeniyle yaşamını yitirdiğini bildirdi.

DSÖ, bu yıl Dünya Sağlık Günü’nün temasını “Gıda Güvenliği” olarak belirledi.

DSÖ’nün Cenevre’deki merkezinde düzenlenen basın toplantısında konuşan DSÖ
Genel Müdür Yardımcısı Keiji Fukuda; bakteri, virüs, parazit ve kimyasal maddeler içeren güvensiz gıdaların 200’den çok hastalığa neden olduğunu söyledi.

7_Nisan_2015_DUNYA_SAGLIK_GUNU

Fukuda, “Her yıl çoğu çocuk 2,2 milyon kişi gıda ve su kaynaklı hastalıklılar nedeniyle yaşamını yitiriyor.” dedi.

Gıda kaynaklı hastalıklar arasında en yaygın sorunun ishal olduğunu belirten Fukuda, güvensiz gıdaların böbrek ve karaciğer yetmezliği, beyin ve sinir hastalıkları, uzun süreli engellilikler ve kansere neden olabildiğini ifade etti.

DSÖ’ye göre, güvensiz gıdalar arasında;

– Pişirilmemiş hayvansal ürünler,
– Dışkı ile kirlenmiş sebze ve meyveler ve
– Biyotoksin içeren kabuklu deniz ürünleri yer alıyor.

Güvensiz gıda kaynaklı bağırsak hastalıklarının en çok görüldüğü yerler arasında
Afrika bölgesi başı çekiyor. Afrika’yı Güneydoğu Asya ülkeleri izliyor.

DSÖ Genel Müdür Yardımcısı Fukuda, gıda güvenliliğinin önemine vurgu yaparken, güvensiz gıdanın doğurduğu ekonomik risklere de dikkat çekti. DSÖ verilerine göre,
2011’de Almanya’da ortaya çıkan ölümcül E. coli (EHEC) salgınında çiftçilerin yitiği
1,3 milyar $ olmuştu.

DSÖ Genel Müdürü Margaret Chan ise yaptığı yazılı açıklamada,

  • “Herhangi bir yerel gıda güvenliği sorunu, çok hızlı bir biçimde 
    uluslararası bir bunalıma dönüşebilir.” uyarısında bulundu.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda
10 yılı aşkın bir zamandan beri verdiğimiz bir ders olan

GIDA GÜVENİĞİ ve SANİTASYONU 

başlıklı ders notlarımızı güncelleyerek paylaşmak istiyoruz..
Lütfen tıklar mısınız 148 yansıdan oluşan bu güncel ve varsıl dosya için?

Gida_Guvenligi_ve_Sanitasyonu

Sevgi ve saygı ile.
07 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not   : Türkiye, DSÖ Anayasasını 5062 sayılı yasa ile 1947’de TBMM’de benimseyerek bu BM uzmanlık Örgütünee üye olmuştur..

==========================

 

DSÖ Açıklamasının
İngilizce tam metni aşağıdadır..

World Health Day 2015:
From farm to plate, make food safe

News release

New data on the harm caused by foodborne illnesses underscore the global threats posed by unsafe foods, and the need for coordinated, cross-border action across the entire food supply chain, according to WHO, which next week is dedicating its annual World Health Day to the issue of food safety.

World Health Day will be celebrated on 7 April, with WHO highlighting the challenges and opportunities associated with food safety under the slogan “From farm to plate, make food safe.”

“Food production has been industrialized and its trade and distribution have been globalized,” says WHO Director-General Dr Margaret Chan. “These changes introduce multiple new opportunities for food to become contaminated with harmful bacteria, viruses, parasites, or chemicals.”

Dr Chan adds: “A local food safety problem can rapidly become an international emergency. Investigation of an outbreak of foodborne disease is vastly more complicated when a single plate or package of food contains ingredients from multiple countries.”

Unsafe food can contain harmful bacteria, viruses, parasites or chemical substances, and cause more than 200 diseases – ranging from diarrhoea to cancers. Examples of unsafe food include undercooked foods of animal origin, fruits and vegetables contaminated with faeces, and shellfish containing marine biotoxins.

Today, WHO is issuing the first findings from what is a broader ongoing analysis of the global burden of foodborne diseases. The full results of this research, being undertaken by WHO’s Foodborne Disease Burden Epidemiology Reference Group (FERG), are expected to be released in October 2015.

Some important results are related to enteric infections caused by viruses, bacteria and protozoa that enter the body by ingestion of contaminated food. The initial FERG figures, from 2010, show that:

  • there were an estimated 582 million cases of 22 different foodborne enteric diseases and 351 000 associated deaths;
  • the enteric disease agents responsible for most deaths wereSalmonella Typhi (52 000 deaths), enteropathogenic E. coli (37 000) and norovirus (35 000);
  • the African region recorded the highest disease burden for enteric foodborne disease, followed by South-East Asia;
  • over 40% people suffering from enteric diseases caused by contaminated food were children aged under 5 years.

Unsafe food also poses major economic risks, especially in a globalized world. Germany’s 2011 E.coli outbreak reportedly caused US$ 1.3 billion in losses for farmers and industries and US$ 236 million in emergency aid payments to 22 European Union Member States.

Efforts to prevent such emergencies can be strengthened, however, through development of robust food safety systems that drive collective government and public action to safeguard against chemical or microbial contamination of food. Global and national level measures can be taken, including using international platforms, like the joint WHO-FAO International Food Safety Authorities Network (INFOSAN), to ensure effective and rapid communication during food safety emergencies.

At the consumer end of the food supply chain, the public plays important roles in promoting food safety, from practising safe food hygiene and learning how to take care when cooking specific foods that may be hazardous (like raw chicken), to reading the labels when buying and preparing food. The WHO Five Keys to Safer Food explain the basic principles that each individual should know all over the world to prevent foodborne diseases.

“It often takes a crisis for the collective consciousness on food safety to be stirred and any serious response to be taken,” says Dr Kazuaki Miyagishima, Director of WHO’s Department of Food Safety and Zoonoses. “The impacts on public health and economies can be great. A sustainable response, therefore, is needed that ensures standards, checks and networks are in place to protect against food safety risks.”

WHO is working to ensure access to adequate, safe, nutritious food for everyone. The Organization supports countries to prevent, detect and respond to foodborne disease outbreaks—in line with the Codex Alimentarius, a collection of international food standards, guidelines and codes of practice covering all the main foods.

Food safety is a cross-cutting issue and shared responsibility that requires participation of non-public health sectors (i.e. agriculture, trade and commerce, environment, tourism) and support of major international and regional agencies and organizations active in the fields of food, emergency aid, and education.

For more information, contact:

Paul Garwood, WHO
Telephone: +41-22-7911578
Mobile: +41-79 603 72 94
E-mail: garwoodp@who.int

Fadela Chaib, WHO
Telephone: +41-22-7913228
Mobile: +41-794755556
Email: chaibf@who.int

Olivia Lawe-Davies, WHO
Telephone: +41-22-7911209
Mobile: +41-794755545
Email: lawedavieso@who.int

Rifat SERDAROĞLU : KİŞİLİK BOZUKLUĞU

 

KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Rifat Serdaroglu

Kişilik bozukluklarına genelde şunlar sebep olabilir;
-Anne ve babanın çocuk yetiştirirken sergiledikleri tutum nedeniyle çocukta oluşan ve yerleşen mizaç. (Örneğin, komşu kızına küfreden çocuğu urganla tavana asan babalar, vs.)
-Merkezi sinir sistemi bozuklukları.
-Beyin hastalıkları.
-Biyolojik- Kültürel- Bilinçaltı etmenler.
-Fiziksel çevre.

Özellikleri    ;
Hasta, kendisinin çok önemli olduğu duygusunu taşır!
Kendini dünyanın merkezi olarak görür.
Sevgi, saygı, empati, anlayış ve duygusallık yaşamında pek yer kaplamaz.
Başkalarının söylediği doğruları kabul etmeyi güçsüzlük sayarlar.
Ortada geçerli bir neden yokken, aldatıldığından, ihanetten, sabotaj ve suikasttan kuşkulanırlar. Çevrelerinden sürekli olarak kuşkulanırlar.
Yeterli ve gerçek bir kanıt olmadan kendi ailesinden ve yakın çalışma arkadaşlarının bağlılıklarından kuşkuya düşerler ve öfkeyle saldırıya geçip karşısındakileri
tekme-tokat dövebilirler…

Bu tip hastaların tedavileri çok zordur.
Öncelikli ve temel tedavi biçimi psikoterapidir.
İlaç tedavisi 2. sırada bir yöntemdir. Yetkin bir klinikte kesin istirahat şarttır.

*****
Şimdi lütfen bir an için
ülkenizi yöneten kişinin “Kişilik Bozukluğu” hastası olduğunu düşünün!
Türkiye’de böyle bir olay olmaz ama, mesela dedik!
Bizimkisi varsayım yani! Neler olurdu acaba?

-Çevrenizde konuşup, anlaşabileceğiniz, ticari ve dostane ilişkide bulunacağız
bir tane komşu ülke kalmazdı!

Paranoid ve Narsist Kişilik Bozukluğuna yakalanan yöneticiniz sayesinde,
hem dünyada yalnız kalırdınız, hem de dış ticaretiniz batma noktasına gelirdi!

-Yöneticiniz, sabah televizyon canlı yayınında söylediklerini, öğleden sonra inkâr ederdi!

-Yurtiçi toplam tasarruflarınızın Milli Gelirinize oranı %20’den, % 12-13 düzeyine gerilerdi! Güven endeksi yerlerde sürünürdü!

-Sanayiniz, ara malı ve hammadde ithal edip, ithalat yapılan ülkelerde istihdam yaratır,
kendi insanınız ise işsiz kalırdı. 15 yıl önce %6,5 olan işsizlik oranı bugün 10,5 a fırlardı!
Genç işsizlerin oranı ise %20’ler düzeyine çıkardı!

-Devletin tüm altyapı ve stratejik yatırımları, 2-3 yıllık kazançları karşılığında,
blok özelleştirme adıyla peş keş çekilmiş olurdu.

-12 yılda 457 MİLYAR DOLAR Dış İşlemler Açığı verirdiniz!
Dış Borçlarınız 400 MİLYAR DOLARI aşardı!
-Ülkenizin kanını emen, gencecik fidanlarımızın yaşamlarını çalan
Uyuşturucu ve Terör Çeteleri, ellerinde silahlarıyla Devletinizin muhatabı yapılırdı.
-Ülkeniz “HUKUK DEVLETİ” ilkesinden sapar;
Yargı, hükümetiniz eliyle Cemaat ve Tarikatların emrine verilirdi!
-Bağımsızlığınızın simgesi olan Bayrağınız indirilir ve yakılırdı!
-Cumhuriyetinizin kurucularının büstleri kırılır yıkılırken, vatan hainlerinin heykelleri dikilirdi!
-Eğitim sisteminizin başında bulunan “MİLLİ” kelimesi yırtılıp atılır,
yerine “ŞER’İ” kelimesi konurdu!

Eğer ülkenizi “Kişilik Bozukluğu” olan biri yönetiyorsa, bu kişi halkın yararına olacak işleri yapmak yerine kendi geleceğini güvence altına almayı ön plana alırdı!
Ülkenizin sistemini değiştirmeye çalışır, ülke anayasasının kendisine vermediği yetkileri kullanır, yasaları da paspas gibi çiğnerdi!

Örneğin, ülkenizde 15 yıldır yaşanmamış bir elektrik kesintisi olsa, ülkenizin enerji sistemi çökse, insanlar-çocuklar-yaşlılar- elektriğe bağlı yaşayan hastalar perişan olsa, aşı ve ilaçlar bozulsa sizin “Hasta” yöneticiniz ne derdi?

Eyy halkım!

Ben size, “bu sistem bekleme odasına alınmıştır” demedim mi?
Çift başlı yönetim olursa böyle olur diye kezlerce konuşmadım mı?
Verin bana 400 parmak makinası, anında tüm sorunları çözeyim yahu!
Vermezseniz, işte böyle karanlıkta kalırsınız. Eski Türkiye’yi isteyen Gezicilerin oyunları bunlar! Ben anlarım, ben kül yutmam!
Boynumda mangal mı var?
Kim astı ulan bu mangalı boynuma?
Çözün beni be, niçin bağlıyorsunuz?
Deli miyim ben yahu?
Paralel paralel paralelli, taralel taralel taralelli…

Not :
*Hırsızlıklarını örtmek için devletin güzide istihbaratçılarını darmadağın ettiler!
*“Vizeleri kaldırdık” demek için, Ortadoğu’nun profesyonel teröristlerinin ülkeye
serbestçe girmesine göz yumdular!
*Ellerinde baltalarla, Lâik Cumhuriyet’in damarlarına arsızca saldırdılar!
*Lâik Cumhuriyeti yaraladılar!
*Cumhuriyetin Savcısını, Adliye binasında koruyamadılar!
*PKK’nın taşeronu teröristler, Kandil’in emriyle, Adliye Sarayında,
Türk Milletinin gözü önünde Cumhuriyetin Savcısını katlettiler!
*Cumhur’un Başı, Cumhuriyetin Savcısının ölümüyle sonuçlanan operasyonda görev alan Polisleri “TEBRİK ETTİ.”

Bunlar iyi günlerimiz, korku arttıkça zulüm de artacaktır, ta ki yıkılana kadar…

Sağlık ve başarı dileklerimle 01 Nisan 2015

========================================

Dostlar,

Yeryüzünün bütün laneti, güzelim ülkemizi bu sefil – rezil durumlara düşürenlere olsun!

Sevgi ve saygı ile.
01.04.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Diyanet’e kınama…


DHA Açıklamam             :

DİN İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı’nın, ilişki ile gebeliğin olanaklı olmadığı durumlarda başvurulan ’Taşıyıcı anneliğin’ İslam dini açısından uygun olmadığını;
nikahlı olmayan kişiler arasında başlayıp sonuçlanmayan tüp bebek uygulamasının, insanlık duygularını rencide etmesi ve zina unsurlarını taşıması sebebiyle
caiz olmadığını açıklaması üzerine;

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Ayşegül Akbay YARPUZLU şu açıklamayı yaptı;

Taşıyıcı annelik, tıbbi bir uygulama olarak, tüm dünyada yaygın ve iyi bilinen
bir üreme tekniğidir. Uygulandığı durumlar, yumurtalık, rahim ya da üreme yolları cerrahi müdahele ile çıkarılmış ya da aldığı çeşitli tedaviler yüzünden gebe kalması sakıncalı ve hatta; 
frajil-X sendromu gibi, dişiden kaynaklanan genetik bozukluklar gibi üreme sorunlarında olduğu gibi, baba adayı ile cinsel birliktelik yaşayan ancak fizyolojik gebelik seçimini tercih etmeyen kişilerin ve hatta eşcinsel çiftlerin tercihiyle de olabilmektedir.

Bugün bilim dünyası, bırakınız taşıyıcı anneliği, yapay rahim ile türler arası gebeliği tartışmaktadır.

Bireylerin, cinsel yaşamları, cinsel tercihleri, zevkleri ve kararları, tümüyle bireysel seçim ve tercihleri ve aynı zamanda özel yaşamlarıdır. Geleneksel sosyal baskılara aykırı olsa bile, herkes seks ve üreme konusunda yöntem ve sonuç kararını kendi bilinç ve tercihiyle verir.

Diyanetin, bilimsel anlamda çağı ve güncel tıbbi uygulamaların teknik ve kişisel
etik boyutlarını derinlemesine takdir etmesini beklemiyorum. Ancak, böyle bir
rutin uygulama için, engelleyici fetva verilmesi de son derece hatalı bir yanlış yönlendirmedir. Umarım, yaptıkları hatayı toplumun geleceği adına geri alabilirler.

Yapılan açıklamayı, cinsel özgürlükler, bilinçli ve karşılıklı rızaya dayanan
çoklu beraberlikler ve farklı cinsel tercihlere saygı ve nihayet üreme teknolojilerinin geleceği adına kınıyorum.’

24.03.2015, Ankara

================================

Dostlar,

Yukarıdaki açıklamaya biz de katılıyoruz.

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu ne yazık ki, hep yapageldiği gibi
gene bir bilimsel ilerlemeye, uygulamaya kerameti kendinden menkul akıl ve bilim dışı anlaşılmaz gerekçelerle karşı çıkıyor..

Dinin işlevi bu mudur?
Bilimin insanların sorunlarına çözüm üretmesine karşı çıkmak mıdır?
Diyanet gene safsata üretmeyi sürdürüyor..
Rahmetli Prof. İlhan Arsel, yaşamı boyunca bu uyarıyı yaptı durdu..
O’na ülkesinde yaşama hakkı tanımadılar.. Çok uzun yıllar ABD’de yaşamak zorunda kaldı ve çok değerli yapıtlarını – kitaplarını ne yazık ki orada yazabildi,
orada vatana özlem içinde öldü.. Bu zulme kimin hakkı olabilirdi?
Din adına kimi din baronları O’nu (Prof. İlhan Arsel’i) aforoz ettiler adeta..

Turan Dursun‘un bu olanağı yoktu, dinci yobazlar alçakça katlettiler O’nu..
Çünkü sorguluyordu gerçek dini!
Safsata ve hurafelerden ayırmaya çalışarak gerçek dinbilgini olma çabasındadydı.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK da
türbana karşı olduğu için dinci yobazlarca alçakça katledildi..

Dincilerin safsatalarını, yobazlıklarını, hurafelerini eleştirmek zinhar yasak.
Sorgulamak mekruh ve günah-ı kebir..
Sormadan – düşünmeden itaat et, iman et, biat et… denilmekte.
Din değil, dinciler araya girmekte yalın kılıçlarını çekerek..
Dinciler, saltanatlarının sorgulanmasından fena halde rahatsız..
Kilisenin başına geleni biliyorlar.. Ama çare yok..
İslam dini de reformunu yapacak, hurafelerden arınacak ve
laik – seküler düzende kendine verilen uhrevi konuma razı olacak..
Gönüllerde – vicdanlarda yaşanacak, kamusal alana asla müdahale edemeyecek.

DİB’nın artık kaldırılması gerek..
Ne arıyor laik – seküler bir ülkede kamu örgütlenmesi içinde??
DİB Anayasa’nın 24. maddesini apaçık çiğnemeyi pervasızca sürdürüyor..

Unutulmasın; DİB, kendiliğinden fetva verme – üretme makamı değildir..
Sorulursa “görüş” belirtir, işte o denli.
Bu bildirme salt “görüş” niteliğindedir, asla bağlayıcı “fetva” değildir.
Bir kez daha görülüyor DİB’in artık oyalanmadan kaldırılma gerekçesi..

Bilim dünyası “kiralık rahim / anne” konusunu 30 yıldır konuşuyor, uyguluyor..
Kilisenin gıkı çıkmıyor.. Bizim DİB’e ne oluyor Allahaşkına?

Büyük Atatürk‘ün sözlerini kulağımıza küpe etmeliyiz :

  • “Özellikle bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin
    bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, halkın çıkarına uygundur; biliniz ki o bizim dinimize uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin çıkarına, İslamın çıkarına uygunsa kimseye sormayın. O şey dinseldir.
    Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı,
    son din olmazdı.” (1923, Atatürk’ün S.D. 2, s. 127)

Sevgi ve saygı ile.
30.03.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Darwin’in Evrim Kuramı Nedir?

Darwin’in Evrim Kuramı Nedir?

Darwin_Evrim

Bilimin hiçbir alanının olmadığı gibi, Evrim Teorisi (Evrimsel Biyoloji) de statik bir çalışma alanı değildir. Sağlam temellere dayanan kuramsal altyapısı 1859′da
Charles Darwin’in tam adı “Doğal Seçilim Yoluyla oluşan Türlerin Kökeni”  olarak bilinen kitabı yayınlamasıyla inşa edildi.

Ancak o yayınla sonlanmadı, hatta o kitap, devasa bir patlamanın ilk kıvılcımından ibaretti. İlk kıvılcım olması bakımından müthiş öneme sahiptir; ancak bu alanın yarattığı asıl önemli bilimsel sonuçlar ve bilimde açılan çığırlar bakımından o denli de
önemli değildir; o zamandan bu yana çok fazla şey keşfettik.

Darwin’in birkaç noktadaki hatasını (özellikle popülasyonların sayısal genişlemesi ve genetik gibi konulardaki hatalarını ve bilgisizliklerini) düzelttik ve genişlettik.
Bunun dışındaysa, Darwin’in açtığı kapı, evrimsel biyolojiye her zaman temel olarak kaldı ve olasılıkla hep de öyle kalacak.

O zamandan bu yana Evrim Teorisi’yle ilgili birçok yeni açıklama getirildi, geçerli bir kuram olduğu matematiksel olarak kanıtlandı, bilgisayar modelleriyle doğrulandı,
elimizi değdiğimiz her türde gözledik, bütün fosiller evrimsel süreci onayladı, karşılaştırmalı anatomi, morfoloji, genetik sahalarındaki çalışmalar bir bütün olarak evrimsel süreçleri tam da kuramın öngördüğü biçimde doğruladı ve daha nicesi…
Bu yolda yepyeni deneceler (hipotezler) ileri sürüldü, kimileri çok güçlü biçimlerde doğrulanarak (veya hala yanlışlanamayarak!) kuramın güçlü bir parçası durumuna geldiler, kimileri çürütüldü ve unutuldu.

Tüm bu baş döndürücü gelişmeler, bulgular, kanıtlar ve araştırmalar göz önüne alındığında, Darwin’in Evrimle ilgili çizdiği çerçeve son derece basit ve yalın kalmaktadır. Evrimin özünü anlamak ve anlatmak bakımından halen çok değerlidir;
ama fakat evrimsel biyolojiyi Darwin’den ve O’nun ileri sürdüğü biçimiyle
Evrim Kuramı’ndan ibaret görmemiz olanaksızdır. Yine de amaç yalın bir anlatımsa,
1982’de büyük evrim biyologu Ernst Mayr‘ın özetlediği biçimiyle, 5 temel nokta üzerinden Darwin’in ilk ileri sürdüğü Evrim Kuramı irdelenebilir:

1- Evrim, tek başına ele alındığında, bir organizmanın soy hattının zaman içinde değişimidir. Bu fikir, Darwin’e ait değildir ve Milattan Önce yaşamış filozoflara dek
gider. Ancak Darwin, bu görüşe yönelik, doğadan bizzat topladığı, değerlendirdiği ve
izah ettiği, karşı konulamayacak miktarda kanıt sunmuştur. Öyle ki, o zamana dek böyle bir şeyi aklına bile getiremeyecek ve tüm türlerin sabit olarak yaratıldığını veya
var oluverdiklerini düşünen binlerce biyolog, kanıtları incelemeleri sonucu yalnızca birkaç yıl içinde Evrim Kuramı’nın doğadaki değişimi net bir biçimde açıkladığını kabul etmişler, fikirlerini değiştirmişlerdir. 1880’lerden bu yana bilim camiası, Evrim Kuramı üzerinde tam bir fikir birliği içindedir (tüm biyologların %99’undan çoğu, tüm bilim  insanlarının %90’ından çoğu Evrim Kuramı’nı kabul etmektedir; Türkiye’de bu oran, ne yazık ki, %50 dir).

2- Darwin’in ileri sürdüğü “ortak ata” fikri, Lamarck’ın ileri sürdüğü
Evrim Kuramı’ndan köklü bir biçimde farklıdır.

Darwin, türlerin ortak atalardan farklılaşarak evrimleştiğini ve tüm türlerin tarihin derinliklerinde mutlaka ortak atalarda buluşmak zorunda olduğunu ileri süren ilk kişidir. Kendisi, bütün yaşamın tek ve dev bir Evrim Ağacı olarak değerlendirilebileceği görüşünü bilime kazandırmıştır. Böylece Lamarck’ın ve diğerlerinin düşündüğünün aksine, birbirinden bağımsız olarak farklılaşan soy hatlarının değil, birbirine sıkıca bağlı olan soy hatlarının evrimleştiği anlaşılmıştır.

Yakın akrabaların ortak atası tarihte günümüze daha yakın zamanlarda, uzak akrabaların ise daha eski zamanlarda yaşamıştır. Örneğin, kardeşinizle olan ortak atanız olasılıkla hala yaşamaktadır (anneniz ve babanız), birinci derece kuzeninizle olan ortak atanız yaşıyor veya birkaç yıl önce yaşamış olabilir (büyük aileniz), tüm insanların Neandertaller ile ortak atası 500 bin yıl kadar önce yaşamıştır, insan ile şempanzenin ortak atası ~ 6 milyon yıl önce yaşamıştır; ancak insan ile papatyanın ortak atası 2,5 milyar yıl kadar önce yaşamıştır.

3- Kademeli evrim, Darwin’in Evrim Teorisi’nin köşebaşı taşlarındandır. 

Günümüzde “adaptasyon” olarak bilinen bir evrimsel biyoloji ekolü, halen Darwin’in
bu görüşünü savunmaktadır ve halen en güçlü açıklama budur. Bu görüşe göre var olan, var olmuş ve var olacak bütün canlıların, her bir özelliği, basit ve ufak adımlardan geçerek evrimleşmiştir. Bu görüşe göre Evrimde sıçramalar olmaz, bir özellik birdenbire var olamaz. Buna yönelik seçenek kuramlar, Evrimde asıl karakter oluşumunun,
birden sıçramalar ve çok hızlı Evrim dönemlerinden (Kambriyen Patlaması gibi)
geçerek evrimleştiğini ileri sürer. Bu tartışma halen sürse de, Kademeli Evrimin her türün en azından çoğu özelliğini oluşturan süreç olduğu düşünülmektedir. Sıçramalı evrim,
daha özgül özelliklerin oluşumunda işe yarıyor olabilir.

4- Popülasyon içi karakter dağılımının değişimi, Darwin’in Evrim Teorisi’nin temellerini oluşturmaktadır. Bu keşfi, ölümünden yalnızca birkaç on yıl sonra genetiğin keşfi ve bu keşfin de Evrim Teorisi’ni %100 doğrulaması sonrası, “Popülasyon Genetiği” denen bilim dalının doğmasını sağlamıştır.

Darwin, birçok bilim dalında yapılan sayısız devrimin başlangıcında yer almaktadır ve popülasyon genetiği de bunlardan birisidir. Ayrıca Darwin’in teorisini özel ve farklı kılan da budur. Bu keşfe göre, bir türün popülasyonu içindeki özgül (spesifik) karakterlerin
(örn. boy uzunluğu, boyun kalınlığı, vb.) görülme sıklığının kuşaklar içindeki değişimini gözlemek, kaçınılmaz olarak Evrimi gözlediğimiz anlamına gelir. Bir bireyin ömrü içinde yaşanan değişimlerin hiçbiri Evrim değildir, Gelişimdir. Ancak bir popülasyonun kuşaklar boyunca geçirdiği bütün Değişimler, Evrimsel değişimler olmak zorundadır. Dolayısıyla gen ya da karakter frekansları (görülme ve dağılım sıklıkları) değişiyorsa, evrim var demektir.

5- Evrimin ana mekanizması Doğal Seçilim‘dir

Her nesilde doğan yavrular, ebeveynlerinden birazcık farklı özelliklere sahiptirler.Bu özelliklerin bazıları, bazı bireylere dezavantaj sağlarken, bazı diğer özellikler bazı diğer bireylere hayatta kalma konusunda avantaj sağlar. Avantajlı olanlar daha fazla hayatta kalır, daha kolay ürer ve kendilerini avantajlı kılan genleri gelecek nesillere daha çok aktarırlar. Böylece popülasyon ve nesil bazında baktığımızda, avantajlı özellikler sayıca artar, dezavantajlı özellikler giderek azalır. Bu (raslantı – eleniş) mekanizmasına
Doğal Seçilim denir. Bu tür seçilim sonucu evrimleşen bütün özelliklere adaptasyon denir.

Doğal Seçilim ve ona bağlı olarak geliştirdiği tüm bu fikirler, Darwin’in tkuramını güçlü kılmaktadır. Darwin’in bu temelleri ileri sürmesinden beri birçok gelişme yaşanmış,
çok daha teknik ayrıntılar aydınlatılmış, çeşitliliği yaratan 20’ye yakın mekanizma,
seçilime neden olan 5 farklı mekanizma keşfedilmiştir.

Darwin çeşitlilik mekanizmalarının hiçbirinden haberli değildi, çünkü genetik henüz bilinmiyordu. Ancak seçilim mekanizmalarının neredeyse hepsini tam isabetle tanımlamayı başardı. Ondan sonraki 150 yıl boyunca, bu mekanizmaların her birine yüzlerce türden örnekler keşfedildi. Bu örneklerin ayrıksız (istisnasız) hepsinde,
kuşaklar boyunca değişim gözlenebildi. Böylece ufak değişimlerin birikerek büyük değişimlere neden olacağı da gösterilmiş oldu. Uzun dönem laboratuvar deneyleriyle
bu gözlemler denetimli (kontrollü) ortamlarda da yinelenerek bire bir doğrulandı.
Hatta Evrimsel Biyolojinin bu temelleri, biyolojinin sınırlarını aşarak ekonomi, politika, mimarlık ve mühendislikte kullanılmaya başlandı ve aynı derecede başarılı sonuçlar
elde edildi.

Evrim, bir bütün olarak, doğanın her köşesinde gözlendi ve gözlenmeye devam ediyor. Gerçekten de biyolojik olarak var oluşumuzu bu denli net olarak açıklayabilen
bir kurama sahip olduğumuz için insanlık olarak çok şanslıyız. Şimdi önemli olan,
bu kuramı kullanarak Doğayı çok daha iyi anlayabilmek, onu korumak ve onu kullanarak çok daha büyük atılımlara imza atmak.
______________
Hazırlayan: ÇMB (Evrim Ağacı)
Kaynak: Evolution, Douglas Futuyma (syf. 7-8)

===============================

Dostlar,

Dünyayı gene BİLİM kurtaracak…
Her yerde, her zaman BİLİM…

Darwin‘e sonsuz selam…

Darwin’in tezleri artık “Evrim Kuramı” olarak bilim dünyasında tam kanıtlanmış durumda,
bütün görkemiyle önümüzde…

Öğrenilmeyi, anlaşılmayı ve gönülleri – akılları aydınlatmayı bekliyor..

Dosyayı bizimle paylaşan Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan‘a çoook teşekkür ediyoruz.

Aşağıdaki görseli de arşivimizden biz ekliyoruz..

Arnold_Toynbee_Darwin_tavuk_toplum

Sevgi ve saygı ile.
26.03.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİLERİ – HOCALARI ÇANAKKALE’yi Ziyaret Etti

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİLERİ – HOCALARI ÇANAKKALE’yi Ziyaret Ederek
Büyük Zaferin 100. Yılını Yerinde Kutladılar

Birinci Dünya Savaşı’nda Boğazları kontrol ederek Osmanlı Devletini saf dışı bırakmak için dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük donanmayla Çanakkale Boğazı’na saldıran
İngiliz ve Fransızları yenilgiye uğratarak büyük bir zafer kazanan kahraman şehit ve gazilerimiz, zaferin 100. yılında Ankara Üniversitesi öğrencileri tarafından Çanakkale Şehitleri Anıtı’nda düzenlenen törenle anıldı.

Ankara Üniversitesi Öğrenci Konseyi’nin organize ettiği yaklaşık 500 öğrenci,
Rektörümüz Prof. Dr. Erkan İbiş, Rektör Yardımcıları, dekanlar ve yüksekokul müdürleri ile öğretim üyelerinin öncülüğünde 20-22 Mart 2015 tarihleri arasında Gelibolu yarımadasını ziyaret etti. Ziyarette, Çanakkale Savaşı’nın en yoğun yaşandığı cepheler, Türk, Anzak, İngiliz ve Fransız anıtları, şehitlikler, siperler, tabyalar, Atatürk’ün görev yaptığı bölgeler gezildi. Öğrencilerimiz ve öğretim üyelerimiz, Çanakkale Şehitleri Anıtı’nın önünde de şehitler için saygı duruşunda bulundular ve İstiklal Marşı’nı okudular.

Duygusal anların yaşandığı anma törenini değerlendiren Ankara Üniversitesi Öğrenci Konseyi Başkanı Furkan Çırak, her gencin daha ilköğretime başlamadan Çanakkale’yi görmesi gerektiğini söyledi. Kendisinin büyük dedelerinin de Birinci Dünya Savaşı’nın diğer cephelerinde şehit olduğunu belirten Furkan Çırak,

  • “Memleketime her gittiğimde onların anılarını dedemden dinlerim ve her zaman da büyük gurur duyarım. Ama dedemin o kadar etkili anlatmasına rağmen buradaki manevi ortam çok farklı. Bunları kelimelere dökmek bile zor. Atalarımızın bize bıraktığı bu güzel ülkeye gençlerin kalemle sahip çıkması gerektiğini düşünüyorum. Hepsine Allah rahmet eylesin. Bugün bir kez daha bu yoğun duyguları yaşadık. Eminim ki her Ankara Üniversiteli öğrenci, geçmişimizden aldığı bu kuvvetli bağla, bugünden sonra ülkemiz için daha emin adımlar atacaktır. Rektörümüz ve hocalarımızın burada bizimle birlikte olması da bizleri çok mutlu etti.” dedi.

Ziyaretle ilgili görüşlerini açıklayan diğer öğrenciler de Çanakkale Savaşı’yla ilgili kitaplarda okudukları anıların yaşandığı mekanları görmenin son derece yararlı olduğunu, ayrıca Üniversitemizin diğer fakülte ve yüksekokullarından gelen öğrencilerle tanışma fırsatını yakaladıklarını söylediler.

Rektörümüz Prof. Dr. Erkan İbiş de kendisinin Rektör Yardımcısı olduğu 2004 yılında
1500 öğrenciyle Çanakkale’yi ziyaret ettiklerini hatırlatarak, “Burada muazzam bir cesaret, kararlılık, inanç, yüksek ruh, ölümü öze alan bir anlayış var. Burası empati yapma bağlamında çok önemli bir mekan” dedi. Çanakkale Savaşı’nda Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Boşnağıyla, Arabıyla, Arnavutuyla ve Ermenisiyle işgalcilere karşı topyekün bir savaş verildiğini belirten Prof. Dr. Erkan İbiş,

  • “Burada tek bir şey vardı yurtseverlik. Vatan sevgisi ve özgürlük. Hiçbir ayrımcılık yoktu.
    Birlik ve beraberlik ruhunu mezar taşlarında gördük. Kuzeyinden, güneyinden, doğusundan, batısından herkes vardı orada. Birlik, beraberlik ruhuyla, şanla, şerefle, kanla, canla zaferi kazandılar ve bize bıraktılar. Bu nedenle, birliği, beraberliği asla ihmal etmemek gerekiyor. Değişik bölgelerden, değişik kökenlerden olabiliriz, hiç önemi yok. Önemli olan bu vatanı korumak, özgür kılmak, cumhuriyeti ve demokrasiyi sonsuza kadar yaşatabilmektir.
    Burada yaşamını yitirenleri, gazileri ve Atatürk’ü şükran ve minnetle anıyorum.
    Hayatta olmayan herkese rahmet diliyorum. Onlar o gün o mücadeleyi vermeseydi
    bizler bugün burada bu özgürlük içinde olamazdık.”
    dedi.

Öğrenciliği yıllarında da Çanakkale Savaşlarının geçtiği bölgelere geldiğini, o günden bu güne, tarihe sahip çıkma konusundaki bilincin arttığını belirten Prof. Dr. Erkan İbiş, organizasyonu sorunsuz gerçekleştiren Öğrenci Konseyi’ne gayretleri nedeniyle teşekkür etti.

Çanakkale Ziyareti ile ilgili fotoğraflara

http://www.ankara.edu.tr/canakkale-zaferinin-100-yili/ 

adresinden ulaşılabilir.

================================

Dostlar,

Bir Ankara Üniversiteli olarak bu ziyaretten çook mutlu olduk..

Değerli meslektaşımız – çalışma arkadaşımız Sn. Rektör Erkan İbiş başta olmak üzere,
bu çok anlamlı etkinliğe emek verenlere, gerçekleştirenlere çook teşekkür ediyoruz…

İnsanlık vefadır..
Çanakkale savunmasında tarihe gömdüğümüz onbinlerce şehit ve gazinin hakkı ödenebilir mi?

Tek yolu VATANA ve ATATÜRK’e SAHİP ÇIKMAK;
ülkesi ve ulusu ile bölünmez bir bütün olarak, tam bağımsızlık içinde sonsuza dek onurlu ve
başı dik yaşatmaktır.. Başkaca ödenme yolu yoktur bu ölçüsüz minnetin – şükranın – borcun..

Tarih bilincidir ki dünü bilir, bugüne bağlar – günü anlar ve geleceği yordarız (kestiriz).

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ’NDEN Kamuoyuna Duyurulur


ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ’NDEN


Kamuoyuna Duyurulur

Logo_SBF

 Basına ve Kamuoyuna duyurumuzdur          :

Yaklaşık bir haftadır Cebeci Yerleşkesinde şiddet tırmandırılmaya çalışılmaktadır.
Ara sınavlardan hemen önce başlayan bu süreçte, tüm öğrencilerimizin eğitim ve öğretim hakkını korumak üzere Fakültemiz derhal harekete geçmiştir.
Sınavların başladığı 23 Mart Pazartesi günü bu sorunun öğrencilerimizle birlikte
çözüme kavuşturulduğu esnada Cebeci Yerleşkesine dışarıdan yönelen fiili saldırılara
bir yenisi eklenmiştir. Yerleşke etrafında sürekli bir tehdit hali yaratılmıştır.
Dolayısıyla artık birincil kaygımız tüm öğrencilerimizin ve yerleşkedeki herkesin
can güvenliğidir.

Bu nedenle Akademik Kurulun tavsiyesiyle Dekanlığımız vizeleri erteleme kararı
almak zorunda kalmıştır.

Farklı siyasi unsurlarca teşvik edildiği anlaşılan bu şiddet eylemleri
sadece Cebeci Yerleşkesini hedef almamaktadır ve Cebeci Yerleşkesiyle
sınırlı da kalmamaktadır.

  • Bununla birlikte SBF’nin bu süreçte hedef haline gelmesinin
    bir tesadüf olmadığına inanıyoruz.

Bir süredir öğretim üyelerimizin hedef gösterilmesi ve şiddetin büyük ölçüde
Yerleşke unsurlarının dışından gelmesi bunun bir göstergesidir.
Üniversite yerleşkelerinin şiddetin sahnelendiği alanlar haline getirilmesine karşı,

(*) üniversitenin tüm bileşenlerini
(*) üniversite dışı tüm siyasi aktörleri sorumluluk almaya,
(*) ve Yerleşke dışından gelen satırlı-silahlı saldırganları engellemek için gerekli çabayı göstermeyen emniyet birimlerini görevlerini yapmaya davet ediyoruz.

Üniversite yerleşkelerinde baş gösteren şiddet bir kez başladığında önü alınamaz biçimde
artma ve yayılma tehlikesi de doğurur.

  • Bir kez daha söylüyoruz ki herkes sorumlu biçimde davranmak zorundadır.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Akademik Kurulu olarak, Kampüs içinden ve dışından gelen her tür şiddete karşı olduğumuzu tüm öğrencilerimize ve kamuoyuna bir kez daha duyurmak ve daha önceki Akademik Kurul kararımızda ifade ettiğimiz ilkelerimizi tekrarlamak istiyoruz:

Eğitim ve öğretim hakkını tüm öğrenciler için korumak bizim görevimizdir.
Kimsenin sınavlara girmesi engellenemez.

Yaş, fiziksel engel, siyasi görüş, ırk, etnik kimlik, din, inanç, cinsiyet, cinsel yönelim, vb. temelde hiçbir ayrımcılığa, nefret ve şiddet içeren hiçbir girişime müsamaha göstermeyeceğiz.
Ve herkesin ifade özgürlüğünü ve eleştirel düşüncenin varlık koşullarını kararlı biçimde savunmaya devam edeceğiz.

Şiddetin ve baskılamanın olduğu yerde özgür düşüncenin ve dolayısıyla üniversitenin
var olamayacağı inancından hareketle, SBF içerisinde olabilecek ya da SBF’ye dışarıdan yöneltilecek her türlü şiddete hep birlikte karşı duracağımızı duyururuz.

23 Mart 2015, Ankara

A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Akademik Kurulu

==================================

Dostlar,

A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 2 gündür arasınavlar yapılamıyor.
25 Mart günü için de erteleme duyurusu Fakültenin web sitesinde yapıldı..

Fakülte Akademik Kurulu, 100 dolayında seçkin öğretim üyesi (ve öğretim görevlilerinden) oluşan, 2547 sayılı YÖK Yasası kapsamında Fakülte’nin en büyük akademik organıdır
ve bu Saygın Kurul, Dekanlığa “arasınavları erteleme” önerisinde bulunmuştur.

Fakülte Yönetimi de (Dekanlık, Yönetim Kurulu, Fakülte Kurulu) öneriye uymuştur.
Son derece özenli davranılmakta, 1’er günlük ertelemeler yapılmaktadır.
Mülkiye’nin lisansüstü öğrenciler de içinde, 3 bini aşkın öğrencisi vardır.
Bunca büyük bir kitlenin eğitim – öğrenim hakkı engellenmektedir.
Mülkiye yönetimi çok net saptama yapıyor:

  • …Bununla birlikte SBF’nin bu süreçte hedef haline gelmesinin
    bir tesadüf olmadığına inanıyoruz.

Fakülte, bir blok olarak tüm kamuoyuna çağrı yapıyor :

(*) üniversitenin tüm bileşenlerini
(*) üniversite dışı tüm siyasi aktörleri sorumluluk almaya,
(*) ve

  • Yerleşke dışından gelen satırlı-silahlı saldırganları engellemek için gerekli çabayı göstermeyen
    emniyet birimlerini
    görevlerini yapmaya davet ediyoruz.

Özellikle bu son madde insanın dehşete düşürüyor..

“Dışarıdan gelen satırlı – silahlı saldırganlar” söz konusudur Ankara’ SBF’de ve

Ankara Emniyeti görevini günlerdir yapMAmaktadır!

Bu saptama çok ağır bir suçtur!

“..öğretim üyelerimizin hedef gösterilmesi…”

Hükümetin, YÖK’ün derhal harekete geçmesi gerekmektedir.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının da!

Derhal ve kimsenin burnu kanamadan!

Anlaşıldı mı?

Derhal ve kimsenin burnu kanamadan!

Mülkiye yönetiminin yanında olduğumuzu açıklıyoruz.
Basın açıklamasına tümüyle katılıyoruz.
Hükümeti ve yargıyı derhal göreve çağırıyoruz.
Basını da.. Sorumlu ve ağırbaşlı olarak..

Türkiye benzer acı filmleri izleyip durmasın, tarihten ders alınsın, yalnızca aptallar için yineleyen (tekerrür eden) tarih; barışçı, demokratik, şiddetsiz, hoşgörülü, hukuk içinde
yeniden yazılsın..

“…dışarıdan yönelen fiili saldırılara bir yenisi eklenmiştir..”

deniliyor… Aman dikkat… Süregeliyor ve etkin önlem yok…
Bu çok ağır bir sorumluluktur.
Bir kez daha siyasal iktidarı ivedilikle göreve çağırıyoruz..

Öğrenci velilerini de…

Sevgi ve saygı ile.
Derin KAYGI ile
24.03.2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com