Kategori arşivi: Hekim Saltık

TTB’den 5 Haziran Dünya Çevre Günü açıklaması

TTB’den 5 Haziran Dünya Çevre Günü açıklaması

TTB olarak ülkemizdeki bu ciddi sağlık ve çevre sorununun çözümü için başta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olmak üzere; tüm yetkilileri bir kez daha göreve çağırıyoruz ve bu krizin çözülmesi için önerilerimizi anımsatıyoruz:

      • Hava kalitesi ölçümlerinin iyileştirilmeli, tüm verilerin kamuoyu ile paylaşılmalı ve yeterli sayıda yeni istasyonlar kurulmalıdır.
      • Hava kirliliği için ulusal sınır değerlerimiz bir an önce DSÖ sınır değerleri ile uyumlu hale getirilmelidir.
      • Enerji politikalarımız gözden geçirilmeli ve kurulmasına çalışılan 82 adet kömürlü termik santralden derhal vazgeçilmelidir. Mevcut kömürlü termik santraller ise elektrik üretim ve tüketim miktarları göz önüne alınarak kademeli olarak kapatılmalıdır.
      • Tüm fosil yakıt teşvikleri derhal durdurulmalıdır,
      • Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreçlerinde projeler, hava kirliliği açısından özel olarak incelenmeli ve yoğun hava kirliliği yaratabilecek sanayi tesislerinden kaçınılmalıdır.
      • Kentlerde özellikle raylı toplu taşıma ve bisikletli ulaşım teşvik edilmelidir.
      • Yine kentlerde motorlu araç trafiğine kapalı alanlar yaratılmalı, kent ormanları korunmalı ve artırılmalıdır,

TTB olarak uyarmaya devam ediyoruz;

Çevre ve insan yaşamının, toplumun sağlığının, bir avuç insanın çıkarı uğruna yok sayılmasına, her yılın 5 Haziran’ında salt törenler ve basın açıklamaları ile sıradanlaşmış etkinliklere çevrilmesine izin vermeyeceğiz.

Türk Tabipleri Birliği olarak üzerimize düşenin toplum ve kamu yararından ayrılmamak olduğunun bilinci ile, yılın 365 gününü doğa ve çevre talanına karşı mücadele ederek, gerçek çevre ve insan sağlığı mücadelesinin içinde ve toplumun yanındayız; her zaman yanında olacağız.

TTB Merkez Konseyi
TTB Halk Sağlığı Kolu

 

Dil emperyalizmi

Dil emperyalizmi

Dil emperyalizmi

31.5.2019, AYDINLIK
https://www.aydinlik.com.tr/dil-emperyalizmi-ozgurluk-meydani-mayis-2019 

Bugün ortaya çıkan bütün başarısızlıklarına karşın bilinçsiz bir iyimserlikle ısrar edilen İngilizceyle eğitim uygulamasının Türk eğitim sistemi, Türk dili ve kültürü üzerinde yarattığı olumsuz sonuçlar vahimdir. Dahası, böylesi bir gaflet, Cumhuriyet’in temel taşlarını dinamitlemektedir.

Image result for PROF. DR. SİNAN BAYRAKTAROĞLU
PROF. DR. SİNAN BAYRAKTAROĞLU

Cambridge Üniversitesi Öğretim Üyesi (1972-1977)
Cambridge Yabancı Diller Merkezi, Sawston Hall, Kurucu Direktörü (1980-2005)

1780’de ABD’nin 2. Başkanı John Adams(1), Amerikan Kongresine bir “Amerikan Akademisi”nin kurulmasını önerirken şöyle bir kehanette bulunuyordu: “İngilizcenin yazgısı, gelecek ve onu izleyen yüzyıllarda, Latincenin geçen yüzyıllarda ya da Fransızcanın bu yüzyılda olduğundan daha da yaygın bir dünya dili haline gelmektir.”

Bu kehanetine gerekçe olarak, Amerikanın o zamanlar hızla çoğalan nüfusunu, tüm dünya ülkeleri ile bağlantılarını ve İngiliz İmparatorluğunun da desteğini belirterek, İngilizcenin küresel yayılışı önünde hiçbir gücün duramayacağını gösteriyordu.

Buna ek olarak, 1941 yılında Churchill ve Roosevelt faşizmin devrilmesinden sonra nasıl bir işbirliği içinde olacakları konusunda koşulsuz nitelikteki Atlantik Antlaşmasını imzaladılar. 1943’te Roosevelt’in telkiniyle Churchill’e Harvard Üniversitesi tarafından fahri doktora veriliyor. Churchill doktora töreninde yaptığı kabul konuşmasının beş ana teması sırasıyla Birleşik Krallık ile Amerika Birleşik Devletlerinin birlik ve bütünlüğü, askeri alanda işbirlikleri, küresel barışın korunmasına ilişkin tasarıları, Birleşik Krallık ile Amerika Birleşik Devletlerin küresel egemenliği ve küresel İngilizce idi.(2)

CHURCHİLL’in GÖRÜŞÜ

Churchill’in 1943’te Harvard Üniversitesinde fahri doktora törenindeki kabul konuşmasında İngiliz dili ile ilgili olarak aşağıdaki söylemleri bu dilin 2. Dünya Savaşından sonra dünyada hızla yayılmasını ve ‘dil emperyalizminin’ nasıl oluştuğunu anlamamız açısından ilginçtir:

“Bizlere bahşedilen ‘ortak dilimiz’ paha biçilmez bir mirastır ve bu bir gün ortak vatandaş olabilmemizin temelini oluşturabilir. Britanyalıların ve Amerikalıların birbirlerinin geniş topraklarında birbirilerine karşı hiç yabancılık hissetmeden rahat ve özgürce dolaşabilmelerini görmek isterim. Aynı şekilde, ortak dilimizi dünyada çok daha geniş bir alana yaymaya ve doğuştan sahip olduğumuz böylesine büyük bir değere birlikte sahip çıkmaya kendi bencil menfaatlerimizi gözetmeksizin birlikte çaba göstermememiz için herhangi bir neden görmüyorum.”

Churchill konuşmasını şu sözleriyle sonuçlandırmaktadır:

“Öne sürmüş olduğum bu beş temel ilkenin uygulanması insanların topraklarını işgal edip onları amansızca sömürmemizden çok daha verimli sonuçları bizlere armağan edecektir. Geleceğin imparatorlukları gücünü akıldan alan imparatorluklardır.”

İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılda İngilizcenin küresel yayılışının geldiği durum şudur: 20. yüzyıldan beri dünya ekonomisine liberalizmin / neo-liberalizmin egemen olması üzerine, İngilizce, teknolojik gelişmelerin de desteğiyle, dünya ülkelerinin adeta “ortak dili” (lingua franca) olmuş ve uluslararası bir iletişim aracı haline gelmiştir.

Günümüzde, 1.75 milyar dünya halkı (her dört kişiden biri) İngilizce konuşmakta ve 2020’de bu sayının 2 milyara (British Council, 2013:2), 2040’ta 3 milyara (yaklaşık olarak dünya nüfusunun %40’ı) ulaşacağı kestirilmektedir.(3)

ABD, Birleşik Krallık, Kanada, İrlanda, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerde toplam 329 milyon kişi İngilizceyi “anadil” olarak konuşurken, sömürgeciliğin sonucu, İngilizcenin resmi dil veya 2. dil olduğu, Hindistan, Kenya, Malezya, Singapur ve Zambia gibi ülkelerde 300 milyon kişi İngilizce konuşmaktadır. Öte yandan tarihlerinde hiç sömürge / koloni durumuna düşmemiş Çin, Rusya, Japonya, Türkiye, Avrupa ülkeleri, vb. gibi 1 milyarın üstündeki dünya halkı da İngilizceyi “yabancı bir dil olarak konuşmaktadır. Kısaca İngilizce, üzerinde güneş batmayan topraklarda konuşulan bir dil durumuna gelmiştir!(4)

Yüzyıllar önce planlanıp küresel düzeyde etkinliğini gösteren böylesine bir dil emperyalizmi, bugün Türk toplumunun dil ve kültürünü, birliğini ve geleceğini ciddi boyutlarda her yönüyle tehdit etmektedir. Bunun sonucu olarak, bugün yükseköğretimde neredeyse hiç farkına varmadığımız bir “dil çıkmazına”(5) sürüklenmiş buluyoruz.

  • Dil olmayınca “düşünce”de “yaratıcılık da” olamaz.

Ünlü dilbilimci Ludwig Wittgenstein’ın(6) belirttiği üzere,

  • “Dilimin sınırları dünyamın sınırları demektir.”

DİL ÇIKMAZI

Üniversitelerdeki hem Türkçe hem de İngilizce eğitiminde, yıllardır süregelen son derece endişe verici sorunlar yaşıyoruz. Bu sorunları Cumhuriyet’in 100. yıldönümüne az bir zaman kalmış olmasına karşın henüz giderememişken, bir de yükseköğretimde “İngilizceyle eğitim” yapma sevdasına kapılmış ve ülkemizi tam bir dil çıkmazının içine sürüklemiş durumdayız.

  • İngilizceyle eğitim, İngilizce öğretim ve öğrenim yöntemi değildir.

Bunlar pedagojik amaç ve hedefleri farklı iki tür eğitim etkinliğidir.

Yabancı dille eğitim uygulamasının yükseköğretimin niteliğini ciddi boyutlarda tehdit ettiğini görüyoruz. Bu uygulamaya tabi tutulan öğrenciler, bırakın İngilizce olarak yorum yapamamalarını, kendi ana dilleri Türkçede bile üretken ve yaratıcı olmalarını sağlayıcı dil kullanım becerilerini edinemiyorlar.

  • İngilizceyle eğitim yapma pahasına kendi anadilinde düşünebilme, sorun çözebilme, üretebilme ve yaratıcı olabilme becerilerinden yoksun bırakılan genç nüfusumuz, geleceğin Türkiye’sine ümit olma yerine, altından kalkılması çok zor sosyal ve ekonomik sorunlar yaratacak bir tehdit haline kolayca gelebilir.

Küreselleşen bir dünyada yükseköğretime uluslararası düzeyde akademik bir kimlik kazandırabilmek için İngilizce öğretim ve öğrenimine ne denli büyük önem verilse yeridir. Ancak, etkin bir Türkçe eğitimi gerçekleştirilmeden ne İngilizce ne de İngilizce ile eğitim uygulaması sağlıklı bir biçimde yapılabilir.

  • Unutulmamalıdır ki, anadil eğitimi her ülkenin eğitim sisteminin temelidir.

Dolayısıyla, etkin bir Türkçe eğitimi ve buna bağlı olarak uluslararası standartlarda güçlü bir İngilizce eğitimi, akademik eğitimin Türkçe ile yapılması koşuluyla yaşama geçirilmelidir.

Bugün ortaya çıkan bütün başarısızlıklarına karşın bilinçsiz bir iyimserlikle ısrar edilen İngilizceyle eğitim uygulamasının Türk eğitim sistemi, Türk dili ve kültürü üzerinde yarattığı olumsuz sonuçlar vahimdir (AS: ürkünçtür). Dahası, böylesi bir gaflet (AS: aymazlık), Cumhuriyet’in temel taşlarını dinamitlemektedir.

Osmanlı okumuşu, Arapça ve Farsçayı Türkçeye yeğ tutmakla vaktiyle hata etmişti. Bugün yükseköğretimde İngilizceyle eğitimi savunan aydınlarımız da aynı hatayı işliyorlar.(7) Unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti, O’nun kurucusu olan Atatürk’ün şu söylemleri doğrultusunda kurulmuştur:

“Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlâkının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” 

“Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Kaynaklar
1- Adams, John. (1780). Letter to the President of Congress (5 September 1780). In C.F. Adams, The Works of John Adams, Vol. 7 (Letters and State Papers 1777-1782), Boston: Little, Brown,
2- http://www.winstonchurchill.org/learn/speeches/speeches-of-winston-churchill/118-the-price-ofgreatness. Alıntı: Phillipson (2017), s. 318.
3- Council Report, (1995) THE ‘WORLD ENGLISH PROJECT’. Alıntı: David Graddol (2006), English Next, : British Council, s.107.
4- Crystal, David (2003), English as a Global Language, : Cambridge University Press, 2nd ed.
5- Bu yazımızda sözü edilen “dil çıkmazı”nın ne olduğu ve sorunların nerelerden kaynaklandığının kapsamlı biçimde irdelenmesi ve bunları giderici çağdaş dil pedagojisi doğrultusunda öne sürülen yapıcı çözüm önerileri için bkz: Cumhuriyetin 100. Yılına Doğru Yükseköğretimde Dil Çıkmazı: Türkçe ve İngilizce Eğitimde Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Ataürkçü Düşünce Derneği Yayını, 318 s.
6- Logico-Tractatus Philosophicus,1921.
7- Tekin, T. (1975), “Üniversitelerde Bilim Dili: Türkçe…”, Milliyet,1 Kasım 1975.

SİGARASIZ BİR DÜNYA GÜNÜ

SİGARA VE SAĞLIK ULUSAL KOMİTESİ ile ilgili görsel sonucu

SİGARA VE SAĞLIK ULUSAL KOMİTESİ’nden BASIN AÇIKLAMASI 

SİGARASIZ BİR DÜNYA GÜNÜ

     Sigara ve Sağlık Ulusal Komitesi ülkemizin 34 kamu ve sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu sigara mücadelesi yapan bir örgütlenmedir. Tütün karşıtı mücadelenin toplumun her kesimi tarafından desteklendiğinde başarılı olacağına inanan Komite, 10 yıldır mücadelesine kesintisiz devam etmektedir.

     Dünya Sağlık Örgütü‘ne üye öbür ülkeler ile birlikte ülkemizde her yıl 31 Mayıs “Sigarasız Bir Dünya Günü” etkinlikleri yapılmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü”ne üye devletler 1987 yılında bu günü, sigara salgını ile oluşan önlenebilir hastalık ve ölümlere dikkat çekebilmek için etkinlik günü olarak belirlemişlerdir.  Bu yıl 31 Mayıs”ta yapılacak etkinliklerin ana teması ise tütün ürünlerinin her biçiminin ve kullanım tarzının ölümcül olduğunun vurgulanmasıdır.

     Kitlelerin sağlığını tehdit eden sigara tüketimi, mücadele edilmesi gereken en önemli sorunlardan biridir. Bugüne dek sigara ile mücadelede önemli adımlar atılmış olmakla birlikte, dünya genelinde sigara içen insan sayısı halen  artmaktadır.

  • Son verilere göre dünyada 1.3 milyar kişi sigara içmektedir.
  • Dünyada bir yılda sigara tüketimi nedeniyle ölen insan sayısı ise 4.9 milyon olarak saptanmıştır.
  • Sigara içicilerinin yalnızca %15’i varlıklı ülkelerde, % 85’i ise gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır.

Bundan dolayı gelişmekte olan ülkeler tütün salgını tehlikesi ile karşı karşıyadır. Gelişmiş ülkelerde sigara içme oranlarının düşmesine karşın, gelişmekte olan ülkelerde bu oranlar artmaktadır. Eğer böyle giderse gelecekte gelişmekte olan ülkelerin en büyük sorunu, tütün olacaktır. Dünya Bankası, gelişmekte olan ülkeler ekonomisinin önündeki en büyük engellerden birini tütün olarak saptamış ve bu ülkelere etkin bir tütün kontrol programına sahip olmaları gerekliliğini vurgulamıştır.

  • Türkiye”de yetişkin nüfusun yaklaşık yarısı sigara içmektedir.
  • Ülkemizde sigara içen 17 milyon kişi günde 40 milyon doları, yılda ise 15 milyar doları sigaraya harcamaktadır.
  • Bu 17 milyon kişinin 4 milyonu yaşamından 7 yıl, 4 milyonu ise 22 yıl yitirerek ölecektir.
  • Ülkemizde her yıl yaklaşık 100.000 kişi sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirmektedir.
  • Sigaranın yol açtığı hastalıklar nedeniyle ülkemize verdiği yıllık ekonomik zarar ise 2.72 milyar dolardır. Bu rakama işgücü yitiği, hastalıklar nedeniyle kişilerin ve ailelerinin çektiği acılar dahil değildir.Bu ekonomik yitikler, yıllık geliri bizim 10 katımız olan gelişmiş ülkeleri bile kaygılandırmakta iken, bizim gibi borç yükü olan bir ülkeyi çok daha ciddi önlemler almaya yöneltmeli ve ulusal tütün kontrolü bir devlet politikası olarak benimsenmelidir.

    Sigara ile mücadelede kalıcı çözüm, ancak geniş kapsamlı tütün kontrol stratejilerinin geliştirilmesi ve sürekliliğinin sağlanması ile olanaklı olabilir. Öte yandan, birçok sektörün ve uzmanlık alanının işbirliği olmadıkça tütün kontrol programları etkili olamayacaktır. Hükümetler düzeyinde tütün kontrol programları genellikle Sağlık Bakanlığı tarafından koordine edilmektedir (AS: eşgüdümlenmektedir). 2004 yılı sonunda geniş bir kurumsal ve akademik katılımla, yoğun bir uzman emeğiyle hazırlanmış olan Ulusal Tütün Kontrol Programı’nın, Sağlık Bakanlığınca bir an önce açıklanarak kontrol etkinliklerin başlatılması, ülkemizdeki tütün karşıtı mücadeleyi güçlendirecektir.

Aynı zamanda Milli Eğitim Bakanlığı’nın tütün kontrolü mücadelesi içinde yer alması da mücadeledeki başarımızın artmasını kolaylaştıracak en önemli ögedir. Ancak bu çok yönlü mücadelede Maliye Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Gümrük Bakanlığı da tütün kontrol programlarının bir parçası olmak durumundadır.

Dünyadaki öbür örneklerde görüldüğü gibi tütün endüstrisinde devlet tekelinin kaldırılması ve TEKEL’in özelleştirilmesi, bu konudaki tüm önleyici ve koruyucu etkinliklerin gücünü azaltacak ve denetimini zorlaştıracaktır.

     Hükümet dışı organizasyonlar ve uzmanlık dernekleri başta olmak üzere, sivil toplum örgütlerinin de tütün denetiminde yaşamsal rolü bulunmaktadır. Bunlar arasında çeşitli sağlık uzmanlık kuruluşları, tütün kontrol programlarının hazırlanması ve uygulanabilirliğinin sağlanması için büyük çaba göstermektedir.

   Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmekte olan 4207 Sayılı Tütün ve Tütün Mamulleri ile Mücadele Yasasında yapılmakta olan değişiklikler Komitemiz (SSUK) tarafından dikkatle izlenmekte ve ülkemizin tütün savaşımında önemli bir aşama olarak görülmektedir. Söz konusu Yasada yapılacak değişikliklerle tümüyle sigarasız kamusal alanlar oluşturulması konusunda desteğimiz tamdır. Bu uygulama ile, doğmuş ve daha doğmamış çocuklarımızı da kapsamak üzere, tüm insanlarımızın pasif içici konumunda tütün dumanı ile zehirlenmeleri engellenecek ve tüm insanların hakkı olan dumansız hava soluma hakkı korunmuş olacaktır.

Kahvehane ve lokantalar başta olmak üzere tüm kamusal alanlarda kısmi sigara içilebilir alanlar oluşturulması toplum sağlığının korunmasında gerçekçi yöntemler değildir. Tütün dumanının bölümler arasında geçişi çok kolaydır ve gaz halinde bütün insanları zehirler. Tümüyle sigarasız kamusal alanların acil olarak yasama geçirilmesi, masum birçok insanımızın bir an önce korunması için yaşamsal önem taşımaktadır.

  • Dünya Sağlık Örgütü”nün 2006 temasında bütün tütün ürünlerinin ve kullanım biçimlerinin ölümcül olduğu vurgulanmaktadır.

Tütün endüstrisi, insanlar sigaranın zararları ve bunlardan kendilerini koruma konusunda bilinçlendikçe ticari, hukuk ve etik anlamda zor duruma düşmektedir. İnsanların yaşamlarına malolan ticari çalışmalarını sürdürebilmek için değişik yollar izlemektedirler. Çeşitli aromalarda, tatlarda, light – ultralight – organik – doğal – zararı azaltılmış adları altında, her biçimde zararlı oldukları kanıtlanmış zehirlerini cazip çekici) biçimlerde pazarlamaya çalışmaktadırlar.

  • Pipo, puro, enfiye, nargile, çiğneme tütün ve daha nice tütün formlarının aynı ölçüde zehirli oldukları ve bağımlılık yaptıkları bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Ülkemizde de her geçen gün sayıları ve içicileri artmakta olan nargile kafeler ülkemizde bu durumun ortaya çıkış biçimidir.

  • Nargile ve bütün öbür bütün tütün ürünlerinin aynı ölçüde zararlı olduğu ve bağımlılık yaptıkları toplumumuzca bilinmeli

ve bunların kullanımlarına ve yaygınlaşmasına karşı gereken önlemlerin alınması için herkes kararlı ve dikkatli olmalıdır.

İlgili herkesin sigara salgınını durdurmak ve ulusal tütün denetimini sağlamak amacı ile üzerine düşeni yapacağı inancındayız.

Medyamızın da sesimizi duyurarak ve mücadelede yanımızda yer alarak toplumumuzun sigara savaşımında yer alacağına güvenimiz tamdır.

Saygılarımızla. 31 Mayıs 2006
http://www.ttb.org.tr/haberarsiv_goster.php?Guid=6644537c-9232-11e7-b66d-1540034f819c 

The 72nd annual World Health Assembly

 

The 72nd annual World Health Assembly

WHA 72: achievements, commitment, accountability 

The 72nd annual World Health Assembly ended today in Geneva. Over the past 9 days, Member States adopted a new global strategy on health, environment and climate change and committed to invest in safe water, sanitation and hygiene services in health facilities.

Countries adopted a landmark agreement to enhance the transparency of pricing for medicines, vaccines and other health products. The new WHO programme budget was approved and a common approach to antimicrobial resistance was agreed.

Patient safety was recognized as a global health priority and the 11th Edition of the International Classification of Diseases was adopted.

Countries agreed three resolutions on universal health coverage with a focus on primary healthcare, the role of community health workers and the High-Level Meeting on Universal Health Coverage in New York in September 2019.

  • “I cannot emphasise strongly enough what a decisive moment for public health the High-Level Meeting could be. A strong declaration, with strong political support, could transform the lives of billions of people, in realizing what we have always advocated for – health for all,” said Dr Tedros Adhanom Ghebreyesus, WHO Director-General, at the closing speechfor the World Health Assembly 72.
Full closing speech
More about WHA 72

NUMUNE HASTANESİ KAPANDI!

NUMUNE HASTANESİ KAPANDI!


Prof. Dr. Siber Göksel

Türkiye Yüksek İhtisas Hast. Kardiyoloji Kliniği Direktörlüğünden Emekli

BÜTÜN ANADOLU YILLARCA NUMUNE’YE AKMIŞTIR. DUYUMLARIMA GÖRE DIŞKAPI HAST. DE ŞEHİR HAST. NE TAŞINACAKMIŞ. BU HALE GÖRE MERKEZDE SADECE ÖZEL HASTANELER KALACAKTIR. BİR DE ÜNİVERSİTELER.
BİRKAÇ AY ÖNCE DE TYİH KAPANMIŞTI. YÜKSEK İHTİSAS Ü.NİN . KURULMASI HİÇ OLMAZSA TYİH NIN ADINI YAŞATACAK. REKTÖR PROF DR. MUSTAFA PAC DA BU HASTANENİN ESKİ YÖNETİCİSİ ZATEN.
MERKEZDE BU KÖKLU HAST.LERİN KALDIRILMASI ÇOK YAZIK ÇOK. HELE KALP HASTALARI İÇİN BU AYRICA ÖNEMLİ. ZAMANLA YARIŞIRKEN HASTANEYİ MERKEZDEN İYİCE UZAKLAŞTIRMAK HİÇ DE HAYIRLI BİR İŞ DEĞİL.
NÜMUNE HASTANESİ ÇOK ÖNEMLİDİR. BİR ASIRDIR TÜRKİYE’YE HİZMET VERMİŞTİR. HİTLER ZULMÜNDEN KAÇIP DA TÜRKİYE’YE GELEN ALMAN VATANDAŞI PROFESÖRLER TÜRK BİLİMİNE BÜYÜK KATKIDA BULUNMUŞLARDIR. HUKUKTA PROF. HİRSCH, TIPTA MELCHİOR. EKSTEİN VE DAHA BİRÇOKLARI BU HASTANEDE ÇALIŞMIŞLAR. ANKARA Ü. TIP FAK.NİN KURULUŞUNDA DA GÖREV ALMIŞLARDIR. BEN NÖROLOJİ VE ÇOCUK STAJINI NUMUNE HAST.DE YAPTIM. HACETTEPE NİN TEMELİ, NUMUNE HAST.NİN BÜNYESİNDE KURULAN ÇOCUK KLİNİĞİDİR.

BU HASTANELERİN ARSASI MI DEĞERLİDİR?

NEDİR BİLEMİYORUZ. AMA BUNCA YIL EMEK VERMİŞ, ONCA UZMAN YETİŞTİRMİŞ DUAYEN BİR HEKİM OLARAK BU DURUMA ÜZÜLMEMEK MÜMKÜN DEĞİL. BU HASTANELERİMİZDEN ONCA ÖĞRETİM ÜYELERİ, DEKANLAR, REKTÖRLER ÇIKMIŞTIR.

BÜYÜK HASTANELERİN YARARI DA TARTIŞILIR. HASTANE İÇİNDE TETKİKLER İÇİN BİR YERDEN ÖBÜRÜNE GİTMEK, KONSÜLTASYONLARA YETİŞMEK ZORDUR. DAĞINIKLIK GETİRİR. BÖYLE DEĞİŞİMLER İÇİN DENEYİMLİ, MESLEĞE YILLARINI VERMİŞ HEKİMLER ARASINDA ANKETLER YAPILMALI, FİKİR SORULMALIYDI.
BU BİR İHTİSAS İŞİDİR. ORADA ÇALIŞAN SAĞLIK PERSONELİ BİLİR EN İYİSİNİ. AYRICA HASTALAR NASIL ULAŞACAKTIR ORAYA??.. ZOR. BU İŞLER GİDEREK DE ÇOK ZORLAŞIYOR. YAZIK OLUYOR. NUMUNE HASTANESİNİN DEĞERLİ HEKİMLERİNE. SAĞLIK ÇALIŞANLARINA GEÇMİŞ OLSUN DİYORUM. HASTALARA DA KOLAYLIKLAR DİLİYORUM.. ÖZEL HASTANELERİN KARLARI ARTACAĞI İÇİN ONLARI DA TEBRİK EDİYORUM.

Not : 5 yıl önce TYİH nın tarihini yazdığım kitapta, Numune Hast.ne çalışmak için gelen Profesörlerden söz etmiştim..

Görüntünün olası içeriği: yazı
===========================

Sayın hocam,

Numune Hastanesi’nin de taşınması ile ilgili bu çoooooooook haklı olarak hüzünlü yazınızı web sitemizde yayınladık..

Numune hastanesi kapandı ile ilgili görsel sonucu

Yıllardır söylüyor, yazıyorum : ŞEHİR HASTANELERİ BİR TALANDIR!

Siz soruyorsunuz, bu hastanelerin yerleri mi değerli??
Evet hocam, öyle… RANT TUTSAKLIĞI yaptırıyor tüm bu ihanetleri..
Sevgi ve saygı ile.

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı / Ankara Üniv. Tıp Fak.
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Mülkiyeliler Birliği Üyesi

www.ahmetsaltik.net  profsaltik@gmail.com

Türkiye’de Bağışıklama Hizmetlerinin Durumu: Sorunlar Öneriler Konferansı

Türkiye’de Bağışıklama Hizmetlerinin Durumu: Sorunlar Öneriler Konferansı

Aşı ve aşılama ile tartışmaların yoğunlaştığı son dönemde Türk Tabipleri Birliği konuyu sağlık hizmetleri boyutuyla ele almak için bir konferans düzenledi. Trakya Üniversitei Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Muzaffer Eskiocak tarafından verilen “Türkiye’de Bağışıklama Hizmetlerinin Durumu: Sorunlar Öneriler” başlıklı konferans 26 Nisan 2019 günü Ankara’da gerçekleştirildi.

Prof. Dr. Eskiocak, dünden bugüne Türkiye’de bağışıklama alanında yaşanan gelişmeleri özetleyerek sağlık hizmetleri sunumunda bağışıklama hizmetlerinin planlama ve yönetiminin önemine değindi. Başta kızamık olmak üzere aşı ile önlenebilir hastalıklara ilişkin Sağlık Bakanlığı ve DSÖ verilerini paylaşan Eskiocak, bu verilere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Konferansta ayrıca sağlık hizmetleri sunumunda ve Birinci Basamak sağlık hizmetleri aşamasında yaşanan sorunlar da paylaşıldı. (http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=c159512e-6a56-11e9-be62-c74a1db01f86)
*****
Dostlar,

Trakya Üniv.  Tıp Fakültesinde uzun yılar birlikte çalıştığımız değerli meslektaşımız Prof. Eskiocak’ın çok yararlı, düşündürücü, öğretici ve yol gösterici kapsamlı sunumunu paylaşmak istiyoruz. (139 yansı.. 2,7 MB)

Lütfen tıklayınız : Muzaffer_Eskiocak_Bagisiklama_sunumu_26_Nisan_2019_TTB

Kendisine saygın emeği için teşekkür borçluyuz.

Sağlık Bakanlığını “ar-tık” daha çok oyalanmadan çocukluk çağı aşılarını zorunlu kılan yasal düzenleme bekliyoruz..

Salgınlar çıkmadan, çocuklar – bebekler ölüp engelli kalmadan, analar ağlamadan.. Lütfen!

Sevgi ve saygı ile. 10 Mayıs 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

HASUDER (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği) Dünya Sağlık Örgütü 24-30 Nisan AŞI HAFTASI Basın Açıklaması

HASUDER (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği) Dünya Sağlık Örgütü 24-30 Nisan AŞI HAFTASI Basın Açıklaması

24-30 Nisan Dünya Aşı Haftası olarak kutlanmaktadır. Dünyada hiçbir sağlık hizmeti, sağlıklı içme suyu ve sanitasyon dışında, bağışıklama hizmetleri kadar toplum sağlığına katkı sağlamamıştır, sağlamamaktadır. Bugün dünyada aşıların yaygın olarak kullanılmasıyla her yıl beş yaş altı 3 milyon çocuk ölümü önlenmektedir. Bağışıklama hizmetleriyle ölümü önlenen çocuklardan çok daha fazla sayıda çocuğun hasta olması ve engelli kalması önlenmektedir. Aşı, bugüne dek bulunmuş maliyet etkinliği en yüksek sağlık aracıdır. Çocuk bağışıklamasına harcanan her 1 doların sağlanan yararlar açısından getirisi 44 dolara kadar çıkabilmektedir. 2017 yılında dünya genelinde bu güne dek en yüksek aşılama sayılarına ulaşılarak 116.2 milyon çocuğun aşılandığı rapor edilmektedir. Bu başarı başta sağlık çalışanları olmak üzere, çocuklarını aşılatan anababalara bağlıdır, onları bu güzel haftada kutluyoruz.

Bununla birlikte hala 20 milyon çocuğun aşılanamadığı ya da aşıya ulaşamadığı
bildirilmektedir. Bu çocukların da aşılanmasıyla, her yıl 1.5 milyon çocuk ölümünün daha
önlenebileceği rapor edilmektedir. Ne yazık ki, aşılanamayan ya da aşıya ulaşamayan çocuklar daha çok geri kalmış, çatışma ve dezavantajlı bölgelerde yaşamaktadır. Ülkemizde halihazırda Genişletilmiş Bağışıklama Programı (GBP) çerçevesinde toplam 13 hastalığa karşı (Tüberküloz, Tetanoz, Difteri, Boğmaca, Çocuk Felci, Hepatit B, Hepatit A, Pnömokok, Hemofilus influenza tip b, Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak, Suçiçeği) Sağlık Bakanlığı tarafından aşı yapılmaktadır. GBP çerçevesinde yapılan aşıların tümü Sağlık Bakanlığınca
ücretsiz olarak yapılmaktadır. Bağışıklama hizmetleri 5 yaş altı çocuklar ve gebeler için Aile Sağlığı Merkezlerinde verilmekte iken; okul, hac ve umre aşıları İlçe Sağlık Müdürlükleri ve Toplum Sağlığı Merkezleri tarafından yürütülmektedir.

Ülkemizde bağışıklama hizmetleri ile aşı ile önlenebilir hastalıkların görülmesinde %90-100 arasında düşme sağlandığı rapor edilmektedir. Bağışıklama hizmetleri sayesinde ülkemizde her yıl yaklaşık 14 600 çocuk ölümünün önlendiği kestirilmektedir. Bu başarı aşıların çocuklara yapılmasına bağlıdır. Ama hala ülkemizde çocukların %25.9’unun (TNSA 2013) aşısının eksik veya hiç aşılanamadığı rapor edilmektedir.

Ülkemizde Osmanlı’nın son yıllarından ve Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren aşı üretimi
ve bağışıklamaya önem verilmesine karşın, 1990’lı yıllarda ülkemizde aşı üretimine son verilmesi, uygulanan aşıların tamamının yurtdışından ithal edilmesi aşı tedariğinin sürekliliği ve maliyetinde önemli bir sorun oluşturmaktadır. Ayrıca aşıların ithal edilmesi, ülkemizde bazı anababalarda aşı ve içeriğine güven sorunu yaratarak, aşı reddi ve terettüdünü artıran nedenlerden biri olarak görülmektedir.

Aşı ve bağışıklamanın olumlu etkisini en yüksek oranda gördüğümüz 21. yy’da, aşı reddi ve
terettüdü hem ülkemizde hem de dünyada artış eğilimindedir. Bu sorunun altında pek çok neden
olmakla birlikte; ortamda aşı ve bağışıklama ile ilgili bilgi kirliliği, aşı ile önlenebilir hastalıkların görülmesindeki dramatik azalmanın zihinlerde bu hastalıkları unutturması ve sonucunda anababalarda aşı gerekliliğinin sorgulanması (Aşı Paradoksu), aşıya ve aşı içeriğine güvensizlik ve dinsel nedenler başlıca nedenler olarak görülmektedir. Bununla birlikte aşı reddi ve terettüdü ile ilgili nedenlerin bölge ve ülkeler arasında da farklılıklar gösterdiği, bu nedenle sorunun çözümünde sihirli bir uygulamanın olmadığı, nedensel örüntünün analiz edilerek hareket edilmesi önerilmektedir.

Son yıllarda artan aşı reddi ve terettüdü ülkemizde aşı ve bağışıklamayla ilgili sağlık mevzuatında da değişiklik yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Ülkemizde bağışıklama ile ilgili diğer bir sorun da Birinci Basamak Sağlık Hizmetlerinde Bölge Tabanlı Sağlık Hizmeti sunumundan Aile Hekimliği Sistemi ile Birey Tabanlı sağlık hizmetine geçilmesiyle, aile hekimlerine kayıtlı olmayan ve dezavantajlı olan kişilerin aşılanmasında sorunlar
yaşanabilmektedir. Bu sorunlar ülkemizde bağışıklama hizmetlerini olumsuz yönde etkileyebilir!
Aşılardan beklenen yararın ortaya çıkabilmesi için aşıların hedef popülasyona yapılması
gerekmektedir. Aşı yapılan kişiler aşı ile önlenen hastalıklardan korunur. Hedef popülasyonda aşı
kapsayıcılık oranı %95’in üzerine çıkar ve bu düzey sürdürülürse Toplumsal Bağışıklık sağlanmış olur. Toplumsal Bağışıklık sağlanan bir toplumda, o bulaşıcı hastalık salgın yapamaz ve zamanla yok olur gider. Bunun için aşı ile önlenen hastalıkların aşılarının toplumda yüksek oranda yapılması yaşamsal öneme sahiptir. Aksi takdirde, aşı ile önlenen hastalıklar eskisinden daha ağır salgınlara yol açabilir. Nitekim 2019 yılının ilk 3 ayında, 2018 yılının ilk 3 ayına kıyasla rapor edilen Kızamık olgu sayısının dünya genelinde %300 arttığı rapor edilmektedir. Bu artışın Afrika bölgesinde %700, Avrupa bölgesinde %300, Doğu Akdeniz bölgesinde %100, Amerikalar  bölgesinde %60, Güney Doğu Asya ve Batı Pasifikte %40 olduğu bildirilmektedir. Aynı raporda Dünya genelinde kızamık aşısının 1. doz aşı kapsayıcılığının %85, 2. doz aşı kapsayıcılığının %67 olması başlıca sorun olarak görülmektedir.

Kızamık ve aşı ile önlenebilen hastalık salgınlarının önlenebilmesi için her bir aşı için aşı kapsayıcılık hızının %95’in altına düşmemesi gerekmektedir.

Birlikte Korunuyoruz: Aşılar İşe Yarar” temasıyla bu yıl kutlanan Dünya Aşı Haftasında
aşısı eksik kalan ya da aşıya ulaşamayan çocukların da aşılanmasında “Aşı Kahramanlarına” gereksinim duyulmaktadır. Çocuğunu aşılatan, çevresinde aşılanmayan çocukların aşılanmasına katkı sağlayan anababalar ve her yaştan kişi Aşı Kahramanı olacaktır. Aşı kahramanlarının sayesinde dünya, çocuklarımız ve herkes için daha sağlıklı olacaktır. Toplumda Aşı ve bağışıklama hizmetlerinin öneminin anlaşılması ve aşı kapsayıcılık hızlarının Toplumsal Bağışıklık düzeyinde olabilmesi için, başta sağlık çalışanları ve anababalar olmak üzere her yaştan insanın ortak çabasına gerek duyulmaktadır. Bu konuda Halk Sağlığı Uzmanları Derneği olarak her türlü katkıyı vermeye ve işbirliğine hazır olduğumuzu bildirmek isteriz.

Bugün ve yarınlarda hem çocuklarımız hem de her yaştan insanın aşı ile önlenebilir
hastalıklardan korunması için aşılanalım, aşılatalım.

Saygılarımızla. 29 Nisan 2019
HASUDER Bulaşıcı Hastalıklar Grubu

TTB’den Dünya Bağışıklama Haftası açıklaması

TTB’den Dünya Bağışıklama Haftası Açıklaması

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, Sağlık Bakanlığı’nı aşı reddinin önlenmesi konusundaki sorumluluklarını yerine getirmeye çağırdı.

TTB Merkez Konseyi’nden 24-30 Nisan Dünya Bağışıklama Haftası dolayısıyla yapılan açıklamada, Türkiye’nin aşılama konusunda büyüyen sorunlarla karşı karşıya olduğu vurgulanarak, aşı reddinin artık toplum sağlığını tehdit eden boyuta ulaştığına dikkat çekildi.

Hekimler olarak ailelere sesleniyoruz” denilen açıklamada, aşıların bulaşıcı hastalık denetiminde önemli bir yere sahip, bilimsel yollarla üretilen son derece güvenilir tıbbi ürünler olduğu yeniden anımsatıldı. Aşı takvimindeki aşıların, bilim insanlarından oluşan bir Aşı Danışma Kurulu tarafından belirlendiğine yer verilen açıklamada, anababaların çocuklarına uygulanacak aşılar ile ilgili kaygı duymamaları gerektiği kaydedildi. Açıklama şöyle:

24-30 NİSAN DÜNYA BAĞIŞIKLAMA HAFTASI BASIN AÇIKLAMASI
(24 Nisan 2019)

Dünya Sağlık Örgütü’nün her yıl Nisan ayında gündeme getirdiği Bağışıklama Haftasında bu yıl Türkiye aşılama konusunda büyüyen sorunlarla uğraşmaktadır. Bağışıklama Haftası vesilesiyle Türkiye’deki bağışıklama sorunlarına değinmek istiyoruz.

Aşılar çok önemlidir

Aşılar aşıyla korunabilen hastalıklarla mücadelede çok önemli bir araçtır. DSÖ, kızamık aşısı yapılmadığında yılda 2,7 milyon çocuğun kızamık komplikasyonları nedeniyle öleceğini öngörmektedir. ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi verilerine göre çocuk felci (polio) aşısı yapılmaması durumunda her yıl çocuk felcinin neden olacağı akut paralizi (AS: felç) ve ardından gelişecek kalıcı bedensel engellilik sonucu ölüme dek giden bir sürecin gözleneceği yaklaşık 20.000 hasta çocuk ortaya çıkacaktır. Sonuç olarak birçok hastalığın ortadan kalkmasında ve yaşanan salgınların yinelenmemesinde aşıların katkısı yadsınamaz ve bağışıklama en güçlü ve düşük maliyetli halk sağlığı girişimi olmaya devam etmektedir.

Başarılı bir bağışıklama hizmetleri geçmişimiz var

Geçmişe baktığımızda, çiçek ve çocuk felci hastalığının kökünün kazınması, yenidoğan tetanozu hastalığının elimine edilmesi, difteri hastalığının son 15 yılda yalnızca 1 olgu olacak biçimde azalması gibi övülesi başarıları gerçekleştirmiş bir sağlık örgütümüz olduğunu  görmekteyiz. Özellikle 1. Basamak sağlık hizmetlerinde görev yapan hekim, hemşire ve ebelerin özverili çalışmalarıyla bu başarıların elde edildiğini vurgulamak gerekir.

Aşısız çocuk sayısı gün geçtikçe artıyor, salgın tehlikesi büyüyor!

Türkiye’de bağışıklama hizmetleri toplum bağışıklığını sağlamak ve salgınları önlemek hedefi üzerinden yürütülmemekte ve giderek toplum bağışıklığı sağlama hedefinden uzaklaşılmaktadır. Türkiye’de halen aşılanmayan çocuklar azımsanmayacak sayıdadır. Türkiye’de ilçe düzeyinde bakıldığında difteri, boğmaca, tetanoz aşılarını da içeren beşli karma aşının 3. dozunu alanların %80 ve üzerinde olduğu ilçe sayısının 957; bölge içinde yalnızca 79 (%8) olduğu görülmektedir. Kızamık salgınlarını önlemek için gerekli %95 ve üzerinde aşılamanın sağlandığı ilçe sayısı yalnızca 53 (%6)’tür. Kızamık aşısının 2. dozu için kapsayıcılık ise yalnızca %3’tür.

Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2013 verilerine göre hiçbir aşı yaptırmamış olma durumu 13-26 aylık çocuklarda 2008’de 20 bin dolayında (%1.6) iken 2013’te 37 binlere (%2.9) çıkmıştır. Hiç aşılanmamış olma, yoksul ve eğitimsiz kesimler gibi dezavantajlı kümelerde ise daha çok artış göstermektedir.

Sağlık hizmetlerinin erişemediği ve bu biçimde aşısız kalan çocukların yanında aşı reddi giderek büyüyen bir toplum sağlığı sorunudur. Sağlık Bakanlığı’nın rakamlarına göre 2011 yılında ailenin aşıyı red etmesi nedeniyle aşı olamayan çocuk sayısı 183 iken, 2017’de bu rakam 23 bine ulaştı. Bugün bu sayının çok daha fazla olduğu kolaylıkla kestirilebilir.

Anababaların aşıyı red etmesi nedeniyle aşı olamayan çocukların sayısının artışı karşısında bizi bekleyen tehlike, aşıyla önlenebilen ve artık unutulmaya yüz tutmuş enfeksiyon hastalıklarının salgınlar ile karşımıza çıkmasıdır.

Hekimler olarak ailelere sesleniyoruz

Aşılar, bulaşıcı hastalık denetiminde önemli bir yere sahip, bilimsel yollarla üretilen son derece güvenilir tıbbi ürünlerdir. Aşı uygulaması aşıyla önlenebilen hastalıklar için en etkili korunma stratejisidir. Unutulmamalıdır ki aşı takvimindeki aşılar, bilim insanlarından oluşan bir Aşı Danışma Kurulu tarafından belirlenmektedir. Aşıların her yönden nitelik denetimleri ise Sağlık Bakanlığınca yapılmaktadır.  Anababalar, çocuklarına uygulanacak aşılar ile ilgili kaygı duymamalıdır.

Ayrıca anımsanması gereken bir gerçek, bugün otuzlu yaşlarda olan anababaların, Türkiye’de aşılamanın yaygınlaştığı bir dönemde çocukluklarını geçirdikleri ve aşılama hizmetlerinden büyük oranda yararlandıklarıdır. Eğer öyle olmasaydı, büyükanne ve büyükbabalarının kuşağında olduğu gibi 1000 canlı doğumdan 250’si, bir yaşını göremeden ölmüş olacaktı. Aşılama sayesinde pek çok ölümün önlenmesi ve sonucunda bulaşıcı hastalıkların toplumda az görülmesi bizi yanıltmamalıdır.

  • Aşılanan kişi sayısı azalmaya başladıkça, aşıyla önlenebilen hastalıkların geri gelmesi son derece olasıdır.

Nitekim Dünya Sağlık Örgütü, 2017 yılında kızamık olgu sayısının dört kat arttığını bildirmiştir. ABD’nin kimi eyaletleri, kimi Avrupa ülkelerinde kızamık sayıları giderek artmaktadır. Türkiye’de de kızamık sayısında artış gözlenmektedir, 2009’da 8 olan kızamık olgu sayısı 2018’de laboratuvarda doğrulanmış 566 olguya ulaşmıştır. Bunların 512’si yerlidir.

TTB’nin önerdiği yasa değişikliği Sağlık Komisyonu’nda incelenmeyi bekliyor

Türkiye’de mevzuattan kaynaklanan eksikliğin giderilmesi için geçtiğimiz yıl bu günlerde yasa değişikliği önerimizi milletvekili meslektaşlarımız aracılığıyla TBMM’ye sunmuştuk. Umumi Hıfzısıhha Yasasında yapılacak değişiklik ile Sağlık Bakanlığınca belirlenmiş aşı takvimindeki aşıların zorunlu olmasını öngören bu yasa değişikliği önerisi hala TBMM Sağlık Komisyonunda görüşülmeyi beklemektedir. Her ne denli zorunluluk yerine aşılar konusunda bilgilendirme ve kabul oluşturmanın önemli olduğunu savunsak da, yasal boşluğun da bir an önce doldurulması gerektiğine inanıyoruz. Son yıllarda ortaya çıkan kızamık salgınları sonrasında İtalya, Fransa gibi kimi ülkeler, daha önceleri anababaların onayına bıraktıkları aşıları zorunlu durun-ma getirmişlerdir.

TBMM Komisyonunda bekleyen yasa değişikliği önerisinin ivedilikle gündeme alınmasını diliyoruz.

Aşılama hizmetleri kamusal bir sorumluluktur!

  • Aşı karşıtlığı, bağışıklama için bir tehdittir.

Toplum bağışıklığının sağlanamaması yeniden aşıyla korunabilen hastalık salgınlarına yol açacak ve toplumun en kırılgan kesimleri başta olmak üzere tüm toplum zarar görecektir. Bu nedenle aşı karşıtlığı, aşı reddi ve aşı konusunda tereddüt ciddiyetle ele alınmalıdır.

Aşılama hizmetleri kamusal bir sorumluluktur. Bu nedenle kamuoyunun bilimsel veriler ışığında aşıyla korunabilen hastalıklar konusunda aydınlatılması, aşı karşıtı tezlerin çürütüleceği eğitsel araçların geliştirilmesi ve risk altındaki kişilerin bağışıklama ile korunması konusunda yasal düzenlemelerin yapılması gereklidir. Devletin konu ile ilgili yasa çıkarmamasının pozitif ödev yükümlülüğüne aykırı davranış olarak suç kabul edilebileceği de unutulmamalıdır. Yetkililer bu konuda net ve tutarlı bir tutum izlemelidir.

Aşı karşıtlığı yaparak toplumdaki bağışıklık oranlarının düşmesine, salgınların ortaya çıkmasına neden olanlar konusunda tutarlı bir kamusal sorumlulukla yasal yoldan mücadele edilmesi; bilimsel verilere dayanmayan, gerçeği yansıtmayan bilgilerin yaygınlaşmasının önlenmesi de çok önemli ve gereklidir.

Aşı uygulamasını yürüten hekimlere de büyük sorumluluk düşmektedir. Aşı uygulaması yapan hekimlerin, aşıları kaygı ve kuşkuyla karşılayan kişilere ve onların dinsel inançlarına saygılı bir biçimde yaklaşmaları önemlidir. Hekimler aşı konusundaki tereddüdün, buna yol açan etmenlerin, bu alanda sık kullanılan tartışmaların farkında olmalıdır. Aşı reddi ve aşı karşıtlığı ile mücadelede bilimsel verilere dayanan ve karşıdaki kişiyi anlamaya ve ikna etmeye çalışan; ötekileştirici, yargılayıcı olmayan bir yaklaşım izlenmelidir.

Aşı reddi nedeniyle, en çok 1. Basamak sağlık kuruluşlarında çalışan hekim ve hemşire-ebe mağdur olmaktadır. Sağlık Bakanlığının etkin bir tutum almaması, sağlık çalışanları ile anababaları karşı karşıya getirmektedir.

Toplum sağlığını tehdit eden boyuta geldiğini her fırsatta dile getirdiğimiz aşı reddinin önlenmesi konusunda Sağlık Bakanlığını sorumluluklarını yerine getirmeye ve birlikte çalışmaya çağırıyoruz.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
=========================================
Dostlar,

Bu sorunu ciddi bir dert edinerek Sağlık Hukuku yüksek lisans (master) eğitimimizde tez konusu olarak işlediğimiz sitemiz okurlarınca iyi bilinmektedir..

  • Halen sitemizin manşetinde aşağıdaki çağrılarımız – duyurumuz duruyor..
  • SAĞLIK HUKUKU yüksek lisans (master) Tez savunmamızın pp yansıları için tıklayın AHMET_SALTIK_Tez_sunumu_10.08.2018
    Teze dayalı 3 bildirimizin tam metni ve yansıları için  tıklayın
    AŞI REDDİ : ETİK BUNUN NERESİNDE?? tıklayınız..
  • Anayasa Mahkemesi çocuk aşıları hakkında nasıl yanlış bir karar verdi, kamuoyu görmeli
  • AŞI REDDİNİN SAĞLIK HUKUKU BOYUTU” (35 yansı pdf, tıklayınız..)

Dün de sitemizde ABD’de bini aşkın üniversite öğrencisinin KIZAMIK nedeniyle karantinaya alınması haberini işlerken haberin altında yorum ve katkılarımızı koyduk genellikle yaptığımız gibi :

2017’de 23 bin olarak saptanabilen (?!) aşı reddi olayı 2018’de ne düzeyde, Sağlık Bakanlığının açıklaması gerekir. Bakanlık verileriyle 2017’de 0-6 yaşta aşılanma oranı %96 olup önceki yıla göre 2 puan azalmıştır. Yıl içindeki toplam doğum sayısı dikkate alınırsa 2016’da 1 309 771 yenidoğanın %98’i aşılanmış iken 2017’de 1 291 055 canlı doğumda %96 olarak gerçekleşmiştir. %2 puanlık azalma 25 821 aşı reddi anlamına gelir ancak Bakanlık 23 bin olarak açıklamıştır. 0-6 yaş çocukların tümü için değerlendirilecek olursa, yaklaşık 7 milyon çocukta %2 puan azalma, 140 bin çocuğun aşılanmamış olması demektir ki çok daha tehlikeli bir tablodur.

Öyle ya da böyle, Türkiye artık daha çok gecikmeden 16 yaşına dek çocukluk aşılarını zorunlu kılan yasal düzenlemeyi yapmalıdır. Teknik hazırlık TTB tarafından yapılmış ve TBMM’ye yasa önerisi 1 yıl kadar önce sunulmuştur. TBMM Başkanı Sn. Şentop’u göreve çağırıyoruz. Yasa önerisi Sağlık ve Sosyal İşler Komisyonunda öncelikle görüşülmeli ve Genel Kurula sunularak yasalaştırılmalıdır. Bu konu partiler üstü ulusal bir sorun alanıdır..

Lütfen, bir salgın çıkmadan ve yüreklerimiz yanmadan, dünyaya mahçup olmadan..
İtalya, Fransa, Avustralya… pek çok ülke yasal düzenleme yaptı. ABD Başkanı D .Trump önceki gün “AŞI OLUN” çağrısı yaptı. Türkiye’nin zaten bir yığın ağır sorunu varken bir de bu yakıcı sorunla uğraşmayalım.. Ayrıca Türkiye’nin çok ciddi – ağır bir handikapı daha var : 4 milyonu aşkın Suriye ve Irak’lı sığınmacılar. Yıllık30 milyonu aşkın turist potansiyeli, ülkemizdeki 1 milyona varan kaçak nüfus transit ülkesi olmamız… gibi.. Çok yönlü ve ağır bedeller ödemeyelim..

Erdoğan’ı, AKP grubunu ve TBMM’deki öbür partileri ortak girişime çağırıyoruz..

Geç olmadan..

Sevgi ve saygı ile. 28 Nisan 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

ABD’de iki üniversitede en az bin öğrenci karantinaya alındı!

ABD’de iki üniversitede en az bin öğrenci karantinaya alındı!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

ABD’nin birçok eyaletinde devam eden kızamık salgını nedeniyle California eyaletinin Los Angeles kentinde iki üniversitede en az bin öğrenci ve personelden bazıları karantinaya alınırken, bazıları evlerine gönderildi.
Kamu sağlığı yetkilileri, Los Angeles’taki California Üniversitesi ve California Devlet Üniversitesi’nde en az bin öğrenci ve personelden bazıları için karantina uygulamasına geçildiğini, bazılarının evlerine gönderildiğini duyurdu.
USC Verduge Hills Hastanesinden Dr. Armand Dorian, “Kızamık ölümcül olabilir. Bu yüzden bu konuyu ciddiye alıyoruz.” ifadelerini kullandı.
* ABD Başkanı Donald Trump, basın mensuplarına yaptığı açıklamada, ülkede yayılmaya devam eden kızamık vakaları nedeniyle herkesin aşı olması gerektiğini söyledi.

ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi CDC,

  • bu yıl 22 eyalette yaklaşık 700 kızamık vakasının görüldüğünü duyurmuştu.
    Bunun son 25 yılın en yüksek rakamı olduğu açıklanmıştı.==========================================
    Dostlar,

    24-30 Nisan Dünya Bağışıklama (Aşılama) Haftası..

    DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) web sitesinde bu bağlamda kapsamlı bilgiler ve uyarılar var. Ziyaret edilmesini öneriyoruz : https://www.who.int/news-room/events/detail/2019/04/24/default-calendar/world-immunization-week-2019

    #VACCINESWORK

    For health workers, the death of a child always strikes hard, but this tragedy is felt deepest when it’s due to a disease that is readily preventable with a safe, effective vaccine.

    Professor Berthold Koletzko, a paediatrician from one of Munich’s largest hospitals, has seen firsthand the alarming consequences of children missing out on vaccination. This has led to their exposure to illnesses that, in Europe, he’d once thought confined to a distant past: diseases like measles or tetanus – which previously he’d only seen while overseas in his youth.

    “What we are seeing is that more parents are no longer aware of the dangers of these diseases. When I grew up many of us knew children who were damaged because of them. We, in the hospitals, still see their impact, but for newer generations of parents, it can feel much more remote.”

    According to preliminary WHO data, measles increased by around 300% globally in the first three months of 2019, compared to the same time last year, with sizeable rises in all regions of the world.

    The reasons for children not getting their vaccines are diverse. The majority are the consequence of a fundamental lack of access to vaccination services, with Sub-Saharan Africa – which has the lowest coverage – accounting for the largest part of the increase, and the greatest burden of cases.

    However in places with historically high immunization rates, complacency – whether from parents, health providers, politicians or governments – can also play a role, and comes at an extremely high cost.

    Measles cases increased by 300%Preliminary global data on measles shows that reported cases rose by 300% in the first three months of 2019, compared to the same period in 2018.

    ****

    Geçtiğimiz günlerde sitemizin manşetinde sunmuştuk. 2019’un ilk 3 ayında dünya genelinde kızamık olguları 4’e katlanarak 28 binden 112 bine tırmandı.. ABD gibi gelişmiş ülkeler de dahil..
    ***

    Dünya Sağlık Örgütü uyarıyor : Kızamık olguları 2018’de ilk 3 ayda 28 bin iken, 2019’da 3 kat daha artarak 4’e katlandı ve 112 bini buldu!

    Türkiye dahil, çocukluk çağı aşıları bir tıbbi zorunluktur ve yasa ile zorunlu kılınmalıdır.

    Ülkemizde de aşıyla korunulabilir hastalıkların salgın yapma riski kapıya dayanmıştır.

    Erdoğan inat etmeyi bırakmalı, ivedilikle yasal düzenleme yapılmalıdır.

    Yasa taslağı 24 Haziran 2018 seçimleri öncesinde TBMM’ne sunulmuştu.

    Çıkabilecek salgının ya da aşılanmadığı için hastalanıp engelli kalacak, ölecek çocukların vebali, insani ve hukuksal sorumluluğu AKP-MHP’nin ve anababalarının boynundadır.

    Unutulmasın ki çocuklar ailenin malı değil, toplumun da değeri ve geleceğidir.

    Aşılar son derece güvenilir ve etkili koruyucu tıbbi ürünlerdir.

    Keşke Anayasa Mahkemesi (AYM) Kasım 2015’te bireysel başvuruya “aşı yaptırmayabilirsiniz” demese idi!

    Aşılama gevşetilir ve toplumda bağışık nüfus %80-85’in altına düşerse, birkaç yıl içinde salgın çıkıyor! Kanıtlanmış, bilimsel gerçek bu.

    Salgınların önlenmesi “tıbbi zorunluk” değildir de nedir? AYM büyük hata yaptı, gecikmeden düzelt(il)meli!?

    Halen sitemizin manşetinde aşağıdaki çağrılarımız – duyurumuz duruyor..

  • SAĞLIK HUKUKU yüksek lisans (master) Tez savunmamızın pp yansıları için tıklayın AHMET_SALTIK_Tez_sunumu_10.08.2018
    Teze dayalı 3 bildirimizin tam metni ve yansıları için  tıklayın
    AŞI REDDİ : ETİK BUNUN NERESİNDE?? tıklayınız..
  • Anayasa Mahkemesi çocuk aşıları hakkında nasıl yanlış bir karar verdi, kamuoyu görmeli
  • AŞI REDDİNİN SAĞLIK HUKUKU BOYUTU” (35 yansı pdf, tıklayınız..)

En pratik yol, Erdoğan’ın anlamsız ve hiçbir bilimsel dayanağı olmayan aşı karşıtı direnişinden vazgeçmesi ve TBMM’ye 24 Haziran 20188 öncesi sunulan 2 maddelik yasa önerisinin (http://ahmetsaltik.net/2018/04/20/ttbnin-asi-konusunda-hazirladigi-yasa-degisikligi-onerisi-tbmmye-sunuldu/) TBMM’den tüm partilerin işbirliği ile geçirilmesi, aşıların yasal olarak zorunlu kılınmasıdır. Yukarıdaki 4 erişkede ve DSÖ web sitesinde yeterince güvenilir – bilimsel kaynak vardır.
****
Bu sitede 07.12.2018’de aşağıdaki çağrıyı yapmıştık :
(http://ahmetsaltik.net/2018/12/07/aym-asida-sorumlu-aile/)

Buradan bir kez daha uyaralım                             :

  • Ülkemiz salgın eşiğine sürüklenmiştir.
  • Olası bir salgında ölen ve engelli kalanlardan, doğrudan AKP iktidarı sorumlu olacaktır.
  • Bu bilim ve akıl dışı politika çok ağır bir hizmet kusuru hatta İNSANLIĞA KARŞI SUÇTUR!

Bir kez daha uyarmış ve anımsatmış olalım..
3+ yıllık kör inat ülkemizi kritik eşiğe sürükledi!
Fazla zaman kalmadı…
2016’da 0-6 yaş çocuklar için aşılama oranı % 98
2017’de 0-6 yaş çocuklar için aşılama oranı % 96
2018’i hala bilmiyoruz 2019’un ilk 4 ayı biterken..
%2 puan azalma 7 milyon çocukta 140 bin “yeni” aşısız demektir..
Durum kritik eşiğe dayanmıştır..
****

Bir kez daha altını çizerek anımsatıyor ve uyarıyoruz :

    • Çıkabilecek salgının ya da aşılanmadığı için hastalanıp engelli kalacak, ölecek çocukların-erişkinlerin vebali, insani ve hukuksal sorumluluğu AKP-MHP’nin ve anababaların boynundadır.

       

      Konuyu Erdoğan’ın danışmanları ile Erdoğan’ın huzurunda tartışmayı öneriyoruz..

      Sevgi ve saygı ile. 27 Nisan 2019, Ankara

      Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
      Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
      Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
      www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Çernobil faciasının 32. yıldönümünde TTB’den açıklama

Çernobil faciasının 32. yıldönümünde TTB’den açıklama

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, Çernobil faciasının yıldönümü dolayısıyla basın açıklaması yaptı. Açıklamada, 32 yıl önce meydana gelen facianın olumsuz etkilerinin halen sürdüğüne dikkat çekildi.

Çernobil nükleer faciası sonrasında tüm dünyada nükleer santral yapımının büyük oranda azaldığına yer verilen açıklamada, Türkiye’de ise bunun aksi yönde gelişmeler olduğu belirtildi. Mersin’de Akkuyu Nükleer Santrali’nin yapımının halen sürdürüldüğüne dikkat çekilen açıklamada, nükleer santrallerin sağlık ve çevreye yönelik olumsuz etkilerinin yalnızca nükleer kazalarla sınırlı olmadığı vurgulandı. Açıklamada,

  • “Uyarmaktan vazgeçmeyeceğiz; Mersin Akkuyu’daki nükleer santral yapımı derhal durdurulmalıdır” denildi. Açıklama şöyle:

BASIN AÇIKLAMASI : UYARMAKTAN VAZGEÇMEYECEĞİZ!
MERSİN AKKUYU’DAKİ NÜKLEER SANTRAL YAPIMI DERHAL DURDURULMALIDIR

32 yıl önce, 26 Nisan 1986 günü Ukrayna’nın başkenti Kiev yakınlarındaki Pripyat kasabasında kurulu olan Çernobil Nükleer Santralinin dört numaralı reaktöründe bir patlama meydana gelmiş ve bu patlama sonucu ortaya çıkan radyasyon serpintisinden başta Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya olmak üzere içinde ülkemizin de olduğu 14 Avrupa ülkesi etkilenmişti. Kaza anında 30 işçi yaşamını yitirirken 335.000’den fazla insan bölgeden boşaltılmıştı. Kazanın üzerinden 32 yıl geçmesine karşın bu insanların veya çocuklarının hala bölgeye dönmesine izin verilmiyor. Birleşmiş Milletler Atomik Radyasyonun Etkilerini Araştırma Bilimsel Komitesi (UNSCEAR) raporlarına göre kazadan sonra bölgede yaşayan yaklaşık 500.000 insan yüksek radyasyondan etkilenmiştir. Bu etkilenme sonucu Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’da binlerce çocukta tiroid kanseri rapor edilmiştir. Aynı örgüte göre önümüzdeki yıllarda yeni tiroid kanseri olgularının görülebileceği kestirilmektedir. Aynı örgütün raporlarına göre Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’da bu kaza nedeni ile izleri günümüze dek uzanan büyük sosyal çöküntü ve ekonomik yitikler yaşanmıştır. Dünya Sağlık Örgütüne göre ise Çernobil Nükleer Santralinin daha çok radyasyon yaymaması için lahit içine alınması sırasında bu çalışmalarda görev alan 240.000 kişi yüksek radyasyona sunuk (maruz) maruz kalmıştır ve bu kişilerin yakından izlenmesi gerekmektedir. Kazanın üzerinden 32 yıl geçmesine karşın her üç ülkede geniş bir alan hala yerleşime kapalı ve daha geniş bir alanda radyoaktif kirlenme nedeni ile tarım ve hayvansal üretim yapılmasına izin verilmiyor.

  • Ülkemizde yapılmak istenen; Mersin Akkuyu’da inşaatına başlanan nükleer santrallerin sağlık ve çevre üzerine olumsuz etkileri salt kazalarla sınırlı değildir.

1950’li yıllardan bu yana elektrik üretiminde kullanılan nükleer santrallerden günümüzde yaklaşık 450 tanesi çalışmaktadır ve bu santraller dünya enerji isteminin yaklaşık %6,8’ini sağlamaktadır. 1986’da meydana gelen Çernobil nükleer kazası sonrası, tüm dünyada nükleer santral yapımı büyük oranda azalmış, başta AB ülkeleri olmak üzere birçok gelişmiş ülke yapımı tamamlanan nükleer santrallerini bile üretime almayarak seçenek (alternatif) enerji kaynaklarına yönelmiştir. Bu ülkeler ayrıca çalışan santrallerini de belli bir program içinde kapatmaya başlamışlardır. Üstelik 2011 yılında Japonya’da meydana gelen Tohoku Depremi sonucu oluşan tsunaminin neden olduğu Fukuşima Nükleer Santrali kazası bu eğilimi hızlandırmıştır.

Ancak buna karşın son yıllarda ülkemizin de içinde olduğu kimi gelişmekte olan ülkelerde yeni nükleer santraller kurulmaya çalışılmakta; nükleer teknolojiye sahip gelişmiş ülkelerin şirketleri insan sağlığı ve çevre üzerine olumsuz etkilerine karşın; salt para kazanmak için ‘nükleer santral ihalesi’ peşinde koşmaktadır.  Oysa nükleer santrallerin sağlık ve çevre üzerine olumsuz etkileri salt kazalarla sınırlı değildir. Üstelik nükleer kazalar sonucunda salt santralin çevresi değil, küresel ölçekte olumsuz sağlık etkileri ve çevre yıkımı ortaya çıkmaktadır. Bunun en tipik örneği Çernobil Nükleer Santral kazasıdır.

Kazalar dışındaki nükleer santrallerin sağlık ve çevre üzerine olumsuz etkilerinin kimileri ise şunlardır:

  • Uranyum madenlerinde çalışanlarda ve yakınlarında yaşayanlarda yapılmış çok sayıda bilimsel çalışmada artmış kanser riski gösterilmiştir.
  • Ayrıca başta Almanya’da devlet destekli bilimsel çalışmalarda olmak üzere,
    normal çalışan nükleer santrallerin çevresinde yaşayanlarda sağlık sorunları olabileceği kanıtlanmıştır. Bu çalışmalarda 16 nükleer santrale 5 km yakınında yaşayan 5 yaş altı çocuklarda lösemi riskinin 2.2 kat daha çok olduğunu saptamışlardır.
  • Nükleer santraller sabotaj, savaş gibi insan kaynaklı, Fukuşima Nükleer Santrali örneğinde olduğu gibi deprem, tsunami gibi doğal nedenlerden dolayı kazalar meydana gelebilmektedir ve bu risklere karşı önlem alabilmenin olanağı yoktur.
  • Ayrıca hepimizin bildiği gibi radyoaktif atıkların bertarafı sorunu çözülememiştir; üstelik nükleer santrallerden çıkan radyoaktif atıkların yarılanma ömrü çok uzundur.

Nükleer santral olmadan nükleer kazalar yaşanan ülke: Türkiye

Ülkemizde yapılması planlanan AKKUYU, SİNOP ve İĞNEADA nükleer santralleri ileride geri dönüşümü olmayacak insan ve çevre sağlığı sorunlarına yol açması olasıdır. Üstelik bu nükleer santrallerden ilkinin inşaatına tüm bilimsel ve hukuksal itirazlar hiçe sayılarak başlanmıştır. Dünyanın teknoloji açısından en gelişmiş ülkelerinde bile çok sayıda nükleer santral kazası olması, bize bu enerji biçiminin hiçbir zaman tam güvenlik sağlanamayacağını göstermektedir. Üstelik ülkemiz nükleer santrali olmadan nükleer kaza (!) yapabilmiş bir ülkedir. 1999’da meydana gelen ve tıbbi atıklardan kaynaklanan ve 13 kişilik bir aileyi etkileyen İkitelli kazası, 2012’de İzmir-Gaziemir’de ortaya çıkan kaynağı bilinmeyen radyoaktif atıklar ve son olarak 2016’da Sakarya’da bir baraj inşaatında meydana gelen ve bir işçiyi etkileyen radyoaktif malzeme ile oluşan kaza ülkemizin nükleer santrali olmadan dünyada nükleer kazalara sahne olmuş ‘tek ülke’ durumuna düşürmüştür. Ayrıca ülkemizin deprem açısından riskli, terör ve savaş odaklarına yakın olması yapılacak olan santralin hedef haline gelmesi olasıdır. Üstelik nükleer enerji üretiminin hiçbir basamağında; yer ve kısıtlı olarak inşaat işleri dışında ülke kaynakları ve işgücü kullanılmayacaktır. Nükleer enerji yakıtlarını üreten ülke sayısı çok azdır ve yenilerine izin verilmemektedir; bu nedenlerden dolayı da tümüyle dışa bağımlı bir enerji türüdür. Nükleer Santral savunucularının başka bir savı teknoloji aktarımıdır (transferidir). Ancak bu hedef de gerçekçi değildir; basına da yansıyan yapılan sözleşmelere göre; santral işletmesi ihaleyi alan ülkelerce yapılacaktır.

Sonuç olarak; daha önceki açıklamalarımızda da belirttiğimiz gibi; herhangi bir nükleer santralin yakın ve uzak çevresinde yaşayanlar açısından sağlık riskleri her zaman var olacaktır. Bu nedenle ülkemizdeki nükleer santral planlarından derhal vazgeçilmelidir.

  • Ülkemiz için ‘yerli kaynak’ kesinlikle nükleer enerji değildir ve
  • Ülkemiz açısından asıl öncelik verilmesi gereken teknoloji gerçek ‘yerli kaynak’ olan güneş, rüzgar, jeotermal enerji gibi yenilenebilir enerji türleri olmalıdır.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi