Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

SİYASETTE İNANÇ MI, DİNDARLIK MI, GÜVENİLİRLİK Mİ DAHA ÖNEMLİ?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Sizce bir banka müşterisine kredi açarken onun inancına mı bakar yoksa güvenilir biri olup olmadığına mı? Hangisi daha önemli? Akılcı (Rasyonel) bir banka müdürü, müşterisinin inancını değil, güvenilirliğini ve geri ödeyebilme koşullarını araştırır.

İnanç bireysel bir tutumdur, özneldir (subjektiftir), ölçülemez. Halbuki güven ya da güvensizlik kişinin toplumsal yaşamda gösterdiği ya da sergilediği, doğru ya da yanlış tutum ve davranışlarla pekişir. Güven ya da güvensizlik ise nesnel (objektif) bir ölçüdür. Saptanabilir.

Demokratik toplumlardaki siyaset kurumu da hukuksal, anayasal güvence ve siyasetçilere güven üzerine kurulur. Oylar, seçmenlerce siyasetçilere tek bir seçim dönemi için açılan geçici bir kredidir. Açılan krediye, yani güvene yaraşır (layık) olmak gerekir.

O halde seçmenler oy verilen kişilerin inancına, dinine, mezhebine, tarikatına, cemaatına, ırkına, servetine, konumuna (statüsüne)… cinsiyetine göre değil; oy verdiği siyasetçinin GÜVENİLİRLİĞİNE, dürüstlük ve yeteneğine, halk – yurt sevgisine bakarak oy kullanmalıdır.

Seçmenin görevi dindar olanı değil, tıpkı banka müdürü gibi akılcı davranıp güvenilir, dürüst ve geri ödeme yetenekli olanı seçmektir. Aynı biçimde siyasetçinin görevi de, kendisine duyulan güvene uygun davranmak, verdiği sözde durmak, ikiyüzlü olmamaktır….

Uzun erimli siyasal bir gelecek kurabilmek açısından, bir siyasetçinin en önemli temel özelliği, seçmenlerine, özellikle de topluma güven vermek ve güven bozucu her türlü tutum ve davranışlardan kaçınmaktır. Güven vermek demek, toplumun gelecekle ilgili umutları ve beklentilerini diri tutmaktır. Çünkü geçmiş ders almak içindir. Toplum her anlamda gelecekte yaşamak ve gelecekteki sorunlarla baş etmek zorundadır.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 29 Haziran 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ARTIŞ

AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal, RTE’nin ödenek artışı talep etmediğini, emekli milletvekillerinin maaşının cumhurbaşkanı ödeneğine endeksli olmasından dolayı %40 artışı kabul ettiğini açıkladı.

Kuşku yok. Kendisi maddiyatla ilgilenmez. Yola çıktığı tek yüzükle geçinmeye devam etmektedir.

AŞAĞILANMA

Suudi Prens Türkiye’ye gelmeden hemen önce dava dosyası kapatıldı.

Prens, Cumhurbaşkanı ve bakanlar mangası tarafından karşılandı. Adam protokol kurallarını yıkarak tören birliğine “Selamünaleyküm” dedi.

Yetmedi, Ankara’dan ayrılışında RTE havaalanından uğurladı. Adam RTE’ye tepeden bakarken görüntülendi.

Protokol kurallarıyla birlikte devletimiz de aşağılandı…

KATİL

Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın katili Suudi prens, krallar gibi ağırlandı.

Çocukların yüzüne (varsa) bakılamayacak…

YANGIN

Marmaris’te canım ormanlar yine yandı. Yetkililer yine tedbirsiz yine yetersiz kaldı.

Bir kez de başarsalar da şaşırsak…

KAYGISIZ

Marmaris’te 4500 hektar ormanlık alan yandı.

Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi, kaygılanacak bir durum olmadığını söyledi.

Yanan orman olsun, dert etmeyelim!..

CEMAAT

İsmailağa Cemaati lideri Mahmut Ustaosmanoğlu; kadınların okula gidemeyeceğini, çalışamayacağını, araba kullanamayacağını, sokakta gezemeyeceğini söylemiş ve cenazesine kadın gelmesini istememişti.

Cenaze törenine RTE ve bakanlar ile pek çok siyasetçi katıldı. RTE konuşmasında adamın “alim” olduğunu söyleyerek yüceltti.

Aydınlık Türkiye’nin karanlık yanı…

ŞEKER

Türkşeker üç ayda şekere %67 zam yaptı.

Ağzımızın tadı kaçtı…

BÜTÇE

2022 bütçesi altı ay dayanamadı. Ek bütçe yapıldı.

Bilgisiz, beceriksiz, yetersiz, inatçı yöneticiler.

Yağma, israf, rüşvet, avantaya dayalı yönetim.

Daha açık nasıl betimleyelim…

ZEHİR

Anagold Madencilik, Erzincan İliç’teki kompleks madeni işletmesinde, siyanür borusunun patladığı ve siyanürün çevreye yayıldığını kabul eden ama boyutunu küçük gösteren bir açıklama yayımladı.

Rantçı devlet yönetimi halkını ve ulusal çıkarı düşünmezse eloğlu türkü söyler gezer…

YASSSAH!

Zafer Partisi Gen. Bşk. Ümit Özdağ, etkinliklere katılacağı Hatay’a valilik kararı ile sokulmadı.

3Y (Yasak, Yolsuzluk, Yoksulluk) ile savaşma sözü ile iktidar olmuşlardı. 3Y’yi zirveye taşıdılar…

Sansürünü de al ve git…

authorZAFER ARAPKİRLİ

En son örneğini, orman yangınları felaketinde gördük.

Geçen yıl da yaşadık, bu yıl da adeta “dakika bir, gol bir” niteliğinde, yaşamaya başladık.

Devleti elinde bulunduran irade diyor ki: “Yangınlar konusunda sadece resmi ağızlardan gelen açıklamalara yer vereceksiniz. Bizim dışımızda kim bu konuda açıklama yapar, bilgi yayar veya yetersizlikleri filan eleştirirse, bunu ‘dezenformasyon’ olarak damgalar ve tepesine ineriz.”

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, akıllara ziyan bir video yayınladı, 2 gün önce. Geçen bir yılda bu konuda yapılan çalışmaları anlatıyor. Videoyu izliyorsun; ağaçlar var, ormanlar var, insanlar var, ağaçlara su sıkan (tatbikat sırasında) itfaiyeciler var, sevimli pozlar veren kadın itfaiyeciler var, mutlu köylüler var. Tek bir şey eksik bu “Orman Yangınları” konulu propaganda videosunda: “Ateş… Alev…”

Soğuk bir espri gibi… Tek bir kıvılcım bile yok.
Yahu, bari tatbikat sırasında bir küçücük çalılığın nasıl söndürüldüğünü göster de biraz inandırıcı olsun. O bile yok. Yani, “Yangınsız, yangınla mücadele filmi.” Bunu istiyorlar.

Yarın, (misal) bir deprem olsa, tek bir enkaz görüntüsü olmadan haber yapacaksın.
Bir yerde sel felaketi olsa ya da o konuda haber yapsak, tek bir damla su göstermeyeceksin.
Ne göstereceğiz?

Olay yerinde açıklama yapan ve bu iş için dikilmiş, göğüslerinde isim kokartı (Sayın Bakan  Bilmemkim) bulunan “özel üniforma” içindeki sayın Bakanları ya da propaganda memurlarının konuşma videolarını.

Enflasyonu, işsizliği, dış borcu, hayat pahalılığını, sefaleti, açlığı filan anlatmayacaksın.

Dış politikadaki Dolar Riyal karşılığı cinayet dosyası yakma, katil aklama” rezaletlerine değinmeyeceksin.

Hastaneler, sağlık sistemi ve okullarla eğitim sistemi güllük gülistanlık gösterilecek.

Kadın cinayetlerinden söz etmeyeceksin. Hukuk katliamlarına hiç değinmeyecek, eleştirmeyeceksin. Pınar Gültekin cinayeti ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme ayıbı arasındaki bağlantıya asla girmeyeceksin.

Bunu istiyorlar.
Rejim, sadece kendi sesine ve kendi trollerinin muhaliflere saldırılarına özgürlük(!) istiyor.

  • Özgür habercilik ve yorumlara bir kara örtü örtmenin peşinde.

Yeni Sansür Yasası’ndan söz ediyorum. Rejimin kendi kendine sonsuz bir “dezenformasyon yayma yetkisi” talep ettiği tartışmalı yasadan.

Daha önce hem bu topraklarda hem de dünyanın dört bir köşesinde baskıcı rejimlerin belki de binlerce kez denediği ama her defasında demokrasinin ve düşünce özgürlüğü mücadelesinin kalkanına çarpıp parçalanan “istibdat kafası”ndan söz ediyorum.

Beyhude çabalar bunlar.  Ne yazılı ne görsel-işitsel ne de dijital (sanal internet) ortamda, hür düşünceyi, haberi, bağımsız yorumu bastırmaya kimin gücü yetebilir.

  • Sonuçta sansürcüler bu ayıpları ile baş başa tarihin çöplüğünde layık oldukları yeri bulurlar.

Gazeteciliğin, haberin, yorumun ve istibdata karşı düşüncenin, adeta oksijen gibi, su gibi mutlaka her tür duvarda delik açıp geçeceğini ve galebe çalacağını hatırlatalım.
Vazgeçin bu ortaçağ kafası ürünü sansür çabalarından.
**
Yangın ve faşist kafa

Çok eskiden de seslendirilmişti bu şayia.
Özetle: 1980’lerin başlarında Anadolu topraklarında yaygın bir şekilde görülen orman yangınlarının, Türkiye düşmanı teröristler tarafından kasten çıkarıldığı, bunun arkasında da “Hain komşu Yunan”ın bulunduğu anlaşılır. Bunun üzerine, aralarında Abdullah Çatlı ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun da bulunduğu “milliyetçi”lerden yardım istenir. Akabinde, Yunanistan topraklarında “mukabil” yangınlar gerçekleşmeye başlayınca, “Yunan, mesajı alır” bizdeki yangınlar da bir anda “kesiliverir”.

Bunları aktaran yandaşın teki, “Bugün de yine ilginç biçimde buna benzer yangınlar yaşıyoruz topraklarımızda” diyerek adeta “Haydi tarihi tekerrür ettirelim” mealinde harekete çağırıyor birilerini.

Aklı başında herhangi bir insanın, “İki komşu ülke arasında her alanda yapmamız gerektiği gibi sıkı bir işbirliği ve komşuluk ilişkileri geliştirelim. Bunu, mesela yangın söndürme kapasitelerimizi de ortaklaşa geliştirerek ‘Ege Havzasında ortak bir Yangınla Mücadele Ordusu’ olarak da hayata geçirelim. Kimde olursa, karşılıklı yardıma koşsun” demesi gerekirken, “Faşist Kafa”nın uğraştığı konuya bakar mısın?

Hiç utanmadan, girdiği “topa” bakar mısın?
Her konuda olduğu gibi, bunların da “antidotu” belli.

  • Acil demokrasi!!

Faşizmden, acil olarak arınma, temizlenme.
Bu gezegenin tarihindeki en büyük pislik ve felaketten söz ediyorum.

ARTI TV Konuşmamız : TÜİK Ölüm Verilerini Neden AçıklaYAmıyor??

Dostlar,

Bu gün, 24 Haziran 2022 Cuma, saat 14:30’da ARTI TV’nin canlı yayın konuğu olduk. Sayın Fuat ATEŞ, bize TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) bu yıl da ölüm istatistiklerini neden yayınlamadığını / yayınlaYAmadığını sordu…

  • TÜİK Ölüm Verilerini Neden AçıklaYAmıyor?? 

Yaklaşık 13,5 dk. açıkladık durumu..
AKP = RTE iktidarı 21. yy’da bilişim çağında Kovit19’dan ölen insan sayısını net olarak açıklayamıyor..
Skandal büyük, seçim ortamında..
Yaklaşık yüz bin ölüm bildirildi Sağlık Bakanlığınca şimdiye dek.
Ama gerçek bunun 3 katından az değil..
Biz de, TTB de, bağımsız uzmanlar da 3’ten az olmayan bir çarpan öngörüyoruz..
Abartıyorsak açıklarsınız, öğreniriz.

Dünya Sağlık Örgütü geçen ay bir bilimsel öngörü raporu yayınladı ve 2,72 gibi bir katsayı öngörüldü gerçek ölüm sayıları için.

En iyimser yaklaşımla Türkiye’de 100 bin X 2,72 = 272 binden az değil toplam ölümler..
Dünya alem açıkladı, bizim TÜİK açıklaYAmıyor, açıklamasına AKP=RTE izin vermiyor..

Bir iktidar ki, en temel görevi olan insanlarının yaşam hakkını koruyamıyor ve ölüm istatistiklerini yayınlamıyor / YAYINLAYAMIYOR. Bilme hakkımızı da gasp ediyor.
Türkiye bu tabloyu haketmiyor.
Yazıklar olsun.
Bu büyük bir utanç ve sorumlularının yakasında öyle kap kara duruyor, duracak..

Lütfen izler ve paylaşır mısınız?? (13,5 dk.)

Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 24 Haziran 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

AYDIN NE DEMEK, KİMLERE AYDIN DENEBİLİR?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

AYDIN NE DEMEK YA DA KİMLERE AYDIN DENEBİLİR? YÖNÜMÜZ NEREYE?

Vatandaş soruyor, “Hocam AYDIN ne demektir ya da kimlere AYDIN insan diyebiliriz? Ülke nereye gidiyor??” Kısaca özetlemeye çalışayım.

Aralarında kesin bir sınır olmamakla birlikte, Avrupa’da 14. yy’dan 17. yy’a dek süren zaman dilimi Rönesans ve Reform (Yeniden Doğuş ve Yeniden Yapılanma) dönemi olarak adlandırılır. Bu dönem, eski Grek ve Roma döneminde, o devrin filozoflararınca üretilen, dinden bağımsız özgür akıl, laik felsefe, özgür fikir ve çağdaş hukukla ilgili yorumların çoğaldığı, Hırisyan Roma Kilisesinin ürettiği dinsel dogmaların kökten eleştirildiği, yeniden gözden geçirildiği bir dönemdir. Avrupa’da Akla, bilime, teknolojiye, sosyo-ekonomik ve kültürel değişmelere dayalı Batı tipi uygarlık kodları Rönesans ve Reform hareketleri ile mayalanmaya başlamıştır. Tarihsel açıdan, Avrupa’daki Rönesans ve Reform dönemini Aydınlanma Çağı izlemiştir.

17. yy’ın ilk çeyreğinden 1789 Fransız Devrimi‘ne dek olan dönem ise, aydınların düşünce merkezinin tümüyle usa (akla), bilime, hümanizme, adalete (eşitliğe) ve kardeşliğe kaydığı bir yüzyıldır. Feodalitenin (derebeyliğin) ve teokrasinin (dine dayalı devlet anlayışının) yıkıldığı, siyasal egemenliğin Kiliseden halka geçtiği, Merkezi, laik ulus devletlerin kurulmasına yol açan parlamenter demokrasilerin temellerinin atıldığı bu yüzyıl, ADINLANMA YÜZYILI (Siecle de la Lumière) ya da Aydınlanma Çağı olarak adlandırılmıştır.

Batı toplumlarında Aydınlanlanma Yüzyılında (17. ve 18. yy) yetişen, özgür akıl ve bilime göre düşünen ve davranan bu devrimci ve yeni bir siyasal rejim getiren ya da düzen değiştirici bu yeni insan tipi ENTELLEKTÜEL yani AYDIN İNSANLAR olarak tanımlanmıştır. Avrupalıların Aydınların hümanizme, eşitliğe ve kardeşliğe (humanitè, egalitè, fraternitè) dayalı düşünceleri Fransız İhtilali‘ne, teokratik ve dogmatik devlet yapısının giderek sonlanmasına, siyasal rejimlerin laik, demokratik, parlamenter sisteme dayalı merkezi cumhuriyetlere dönüşmesine neden olmuştur.

AYDIN kavramının Osmanlı dönemindeki karşılığı MÜNEVVER’dir. Köken olarak münevver ya da AYDIN, Akıl ve bilim girdilerini öğrenip çağının düşünce değişikliği ile donanmış kişi demektir. Osmanlı Toplumundaki “münevver” kavramı, Alim karşılığından çok, Batıdaki entelektüel, Aydın kavramının karşılığıdır.

Geleneksel ve tarihsel olarak Osmanlı döneminden günümüze aktarılan kimi kavramlar ve karşılıkları şunlardır.

Alim: Geleneksel, dinsel, tarihsel ve kültürel bilgi birikimi geniş insan.

Allame: Alimlere bile hocalık yapacak düzeyde geniş ve derin bilgi sahibi kişi.

Ulema: Alimler, alimin çoğulu.

Günümüzdeki kimi kavramlar ise şöyledir :

Bilgin: Alim, bilgi dağarcığı geniş.
Bilge: Alleme, bilgi ve kültür dağarcığı hem çok derin ve hem de çok geniş olan.
Bilim insanı : Belli bir bilim dalını kendine meslek olarak seçip o alanda derinleşen ve uzmanlaşan.
Entelektüel: AYDIN
Entel: Sahte aydın, Aydınlara öykünen.

PEKİ KİME YA DA KİMLERE AYDIN DEMELİ?

Aydın olma, yaşadığı dönemin olaylarına tanıklık edip, zalimlere karşı çıkan, mazlumları savunan, siyasal iktidarlara karşı hiç korkmadan yanlışları söyleyen, doğruları dile getiren, her türlü, siyasal, ekonomik, toplumasal ve kültürel sorunları kendisine dert edinen, bu sorunlara çözüm yolları üretebilme çabası içinde olan, dönek ve çıkar için sürekli rota değiştirmeyen (fırsatçı – opportunist), gerektiğinde bedel ödemeye hazır / ödeyen hümanist insanların niteliğidir.

Kıssadan Hisse           :

Yazının tümünü dikkate alarak söylemek gerekirse, tıpkı Aydınlanma Çağının Avrupalı Aydınları gibi, Türkiye Toplumu açısından hem entelektüel birikimi, hem engin yurt ve toplum sevgisi, hem canı pahasına kurulu düzene (saltanata) direnme, hem tüm ülke ve toplum düşmanlarını yenme ve en önemlisi de laik ve demokratik ilkelere dayalı devrimci bir cumhuriyet yani Türkiye Cumhuriyeti‘ni kurabilme başarısını göstermiş olması nedeniyle;

  • Türkiye’nin en büyük AYDINI VE AYDINLATICISI,
    hiç kuşkusuz Mustafa Kemal ATATÜRK‘tür.

Özgür akla, çağdaş bilime, demokrasiye, laikliğe, hukukun üstünlüğüne, tüm yurttaşların önkoşulsuz eşitliğine ve kardeşliğine dayalı Aydınlanma ışığı yolumuzu açmayı sürdürecektir.

“Enseyi karartma” ya ve kötümserliğe gerek yoktur. Tüm olumsuz koşullara karşın, toplumdaki bilinç düzeyi hızla yükselmektedir. Her yanlış kendi karşıtını, doğrusunu pekiştiren bir işlev görür. Bu nedenle Türkiye, akıl ve bilim merkezli bir bilinç sıçraması ve değişimine gebedir.

EKONOMİK BUNALIM, YOKSULLAŞtırMA ve TOPLUMSAL BESLENME SORUNLARININ AĞIR BEDELİ

EKONOMİK BUNALIM, YOKSULLAŞtırMA ve
TOPLUMSAL BESLENME SORUNLARININ AĞIR BEDELİ-2:
NE YAPMALI??

İLKNUR YAĞUMLİ
GAZETE DURUM,
21.06.2022
https://www.gazetedurum.com.tr/kadin-cocuk/prof-dr-saltik-yoksullastirma-politikasi-uygulaniyor-4962

İlk bölüm için tıklayınız : http://ahmetsaltik.net/2022/06/12/gazete-durum-ile-soylesi-yoksulluk-beslenme-sorunlari-ve-sonuclari-1/

Geçtiğimiz hafta ülkemizin ve dünyanın temel beslenme sorunlarını işlemeye başlamıştık. Bu yakıcı kitlesel sorun bağlamında sorularımızı yanıtlayan Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık (ayrıca Sağlık hukuku Uzmanı ve Mülkiyeli), Türkiye’de özellikle son 6 aydır büyük bir hızla ağırlaşan yoksullaşTIRmanın kişi ve toplum beslenmesi üzerine son derece çarpıcı olumsuz etkilerini dile getirdi. Daha ana karnında iken bebeklerin aç kaldığını / kalacağını, düşük doğum tartılı bebeklerin artacağını, yaşama böylesine ağır bir eşitsizlikle başlamanın gideriminin (telafisinin) ise neredeyse olanaksız olduğunu vurguladı. Yetersiz – dengesiz beslenmenin, gizli ve açık açlığın giderek ağırlaşan tablosunun bireysel bir sorun olmakla kalmayacağını, Türkiye için stratejik sorunlar doğurabileceğini, ülkemiz için bir sağkalım (beka) sorunu olduğunu da sayısal verilere dayanarak aktardı Prof. Saltık. Bu bölümü, GAZETE DURUM’un web sitesinde şu erişke ile okuyabilirsiniz : https://www.gazetedurum.com.tr/ozel-haber/prof-dr-ahmet-saltik—turkiyede-zek%C3%A2-duzeyi-geriliyor–4163
***

EKONOMİK BUNALIM, YOKSULLAŞtırMA ve
TOPLUMSAL BESLENME SORUNLARININ AĞIR BEDELİ-2

Soru (Gazete Durum, İlknur Yağumli)                      :

  • Türkiye’de ve Dünyada sayısal veriler nasıl bir görünüm sergiliyor??

Yanıt (Prof. Dr. Ahmet SALTIK, MD, MSc, BSc)       :

Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı’nın 9 Haziran 2022 tarihli küresel açlık verilerine göre, Türkiye’nin %18’i yeterli beslenemiyor. BM, Dünya Gıda Programı’nın (WFP) küresel açlık izleme sistemi olan Açlık Haritası’na göre 9 Haziran 2022 verileriyle 92 ülkede 868 milyon kişi yeterli gıdaya ulaşamıyor. Bu rakam, dünyanın toplam nüfusu olan 8 milyarın 1/10’undan daha büyük bir orana karşılık. Bir başka BM uzmanlık kurumu olan Roma merkezli Gıda Tarım Örgütü – FAO (Food and Agriculture Organisation) verileri de bu sayılarla örtüşmekte. Dünya Bankası, UNICEF veri tabanları da bezer görünümde ve küresel besin stokları alarm verici düzeyde.

  • Güncel verilerle Dünyamızda her 9-10 kişiden 1’i yeterli – dengeli beslenemiyor,
    daha açık bir anlatımla açık – gizli açlık yaşıyor!

BM Dünya Gıda Programı (WFP-Wold Food Program) verilerine göre 36 ülkede 333 milyon kişi verili koşullarda (halen) yetersiz beslenirken, 56 ülkede 533 milyon kişinin ise yetersiz beslendiği kestirilmekte. Aynı veritabanları, 5 yaş altı çocukların %1,7’sinin akut yetersiz beslenme, %6’sının ise süregen (kronik) yetersiz beslenme yaşadığını ortaya koyuyor.

Türk Aile Hekimleri Dergisi’nde yayımlanan ve üç hekim tarafından bir aile sağlığı merkezinde yapılan çalışmada her 4 çocuktan 1’inin tartısının çok düşük olduğu saptandı. Kız çocukların %85’i, erkek çocukların % 68’i kansızlıkla (anemi) ile boğuşurken, Avrupa’da bu oran yalnızca % 18.

  • 2020 yılı istatistiklerine göre, dünyada her 5 çocuktan 1’i bodur!
    Korkunç bir eşitsizlik!

Buna karşın, Dünyada her 10 çocuktan 1’i ise aşırı tartılı. Gelişmekte olan ülkelerde, her 10 çocuktan 1’i aşırı zayıflık nedeniyle risk altında. Bir yandan kavrukluk ve bodurluk, bir yandan tersine fazla kiloluluk ve hatta şişmanlık (obesite). Beslenme sorunlarının (yetersiz ve dengesiz beslenme) bedelini neredeyse katlıyor. “Hastalık yükü” (disease burden) giderek ağırlaşıyor. Özellikle gelişmekte olan yüksek doğurganlıklı ve kalabalık nüfuslu ülkeler için sürdürülemez bir, çok yönlü sorun. Toplumsal, ekonomik, ekinsel (kültürel), eğitimsel, tıbbi.. çok boyutlu.

Üstelik, pahalı olan nitelikli protein bakımından yetersiz ama görece ucuz karbonhidrat – yağ ağırlıklı beslenme, zayıf – kavruk görünümü engelleyerek, gerçekte boy bakımdan büyüme – gelişme sorununu maskeleyebilir. Bu yönüyle, çocukların özellikle ilk 5 yaşta bedensel (fiziksel) ve zihinsel (mental) büyüme ve gelişmelerinin düzenli aralıklarla ve özenle izlenmesi gerek. Bu, çok önemli bir koruyucu sağlık hizmeti ve kamusal olarak 1. Basamak sağlık birimlerinde verilmeli.

2019’da yapılan Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması’na göre 15-18 yaş arası çocuklarda; Bodurluk oranı %4,6. Çok zayıf (kavruk) olanların oranı %15,6 ve şişmanlık (obezite) oranı %8,3. Özellikle Covid-19 küresel salgını 2,5 yıla varan kuşatmasıyla fazla tartılılık ve şişmanlık (obesite) sorununu Küre genelinde ve ülkemizde daha da yaygınlaştırdı ve ağırlaştırdı.

Türkiye’de Okul Çağı Çocuklarında Büyümenin İzlenmesi Araştırma Raporu’na göre, Doğu Anadolu’da süregen (kronik) açlık çeken çocukların %3,5’i ve Güneydoğu Anadolu’da %5,4’ü “bodur”[1] kaldı.

Soru     : Çocuklarda fiziksel bodurluk, bir süre sonra ruhsal bodurluğu ve örselenmişliği de birlikte getiriyor mu?

Yanıt   : Güncel olarak elimizde yeni veriler yok. En son Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması (TNSA) verileri 2018’de yayınlandı. TNSA 2023 raporunu bekliyoruz. Her 5 yılda bir yapılıyor bu bilimsel araştırma. Yukarıda da değindiğimiz üzere, 2019’da yayımlanan bir Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması var ve onun da verileri neredeyse birkaç yıl geriye gidiyor. Dolayısıyla son durumu, yabanıl (vahşi) kapitalist yoksullaşTIRmanın Türkiye’de yarattığı yıkımı ortaya koyan güncel bilimsel araştırmalara hızla ve ciddi biçimde gereksinimimiz var. Öte yandan, Türkiye’de özgür bilimsel araştırmalara akçalı (finansal) kaynak bulabilmek son derece güç. TÜBİTAK gereken düzeyde özerk ve özgür değil, parasal kaynakları sınırlı. Üniversiteler de bu bağlamda çok yönlü sorunlar yumağında.

Elimizdeki son verilere göre, 5 yaş altındaki çocukların dünya genelinde % 22’si yaşına göre bodur; Küresel toplum için utanç verici bir durum. Her 4-5 çocuktan 1’i, yeterli-dengeli beslenseydi erişebileceği boyun çok gerisinde kalıyor. Oysa, pahalı olmayan bir bedelle önlenebilir bir sorun. Dünya genelinde 663 milyon insan son verilere göre günlük enerji (kalori) gereksinimini karşılayamıyor = aç kalıyor! 5 yaş altı çocukların %22’si bodur! “Bodur kalmak” uzun süreli ciddi ağır beslenme yetersizliğinin sonucu. Kısa süreli beslenme yetersizliği zayıflığa yol açar. Çocuklarda beslenme yetersizliği 1-2 ayı geçerse, boy alımı durur ve çocuk bodur kalabilir. Ayrıca en son, yine BM verilerine göre, dünya genelinde 1,9 milyar insan ciddi düzeyde gıda güvensizliği içinde.

  • Her 4 insandan 1’inin gıda güvencesi yok; yarın ne yiyeceği / bulacağı belirsiz!

Eğer yoksul ailelerin çocukları şöyle veya böyle, bir miktar karbonhidrat sağlayabilirlerse yani ekmek, yağ, un, şeker, kurabiye, pasta –ki o da çok zor ekmek de çok pahalı biliyorsunuz– İnsanlar ucuz ekmek için Halk Ekmek kuyruklarında; aşırı karbonhidratla beslenme nedeni ile bu çocukların bir bölümü zayıf görünmeyebilir kısa hatta bodur kalırlar. Onlarda durum iyice acı, yoksulluğun tavana vurduğu aileler.. İyi kötü biraz karbonhidrat alabiliyorsa kilosu yerinde görünebilir. Bu bizi aldatıp kötü beslenmeyi maskeleyebilir. O bakımdan mutlaka boy değerlendirmesi de yapmak gerekir yaşına ve cinsiyetine göre. Yukarıda da vurguladığım üzere sürekli koruyucu sağlık hizmeti!

Evet, bu çocukların ruhsal enerjileri de yeterli gelişemiyor. Duygusal küntlük (apati), öğrenme güçlükleri, sosyalleşmede zorlanma, bedensel – zihinsel kapasitenin geri kalması, coşku azalması, içe dönüklük, yaratıcı yeteneklerin gelişememesi, ruhsal-bedensel hastalıklara, kazalara yatkınlık, daha kısa ve niteliği düşük bir yaşam, beceri edinmede güçlük.. yoksulluğa mahkum kalma!

Soru   : Yetersiz beslenme 0-5 yaş arası çocuklarda ve okul çağı ile gençlerde hangi sağlık sorunlarına yol açıyor? Çocukların entelektüel gelişimini nasıl etkiliyor?

Yanıt Çocuklarda bulaşıcı hastalıklara (enfeksiyonlara) direnç düşüyor bu nedenle sık sık enfeksiyonlar, ishal, zatürre görüyoruz. Yetersiz-dengesiz beslenen çocuklar çok daha ağır geçiriyor bu hastalıkları. Daha yüksek oranda ölümlere yol açıyor. Ayrıca engelli kalmalara da yol açıyor. Diyelim ki aşısı yoksa, menenjit geçirdiyse hem fiziksel hem mental olarak ciddi engelli kalabiliyor. Bulaşıcı hastalıklarla savaşta, yeterli-dengeli beslenme çok temel bir girdi bildiğiniz gibi.

Bağışıklık sistemini güçlendiren, sistemin hastalıklara karşı savaşırken ürettiği antikorlar proteinlerdir. Eğer yeterli-dengeli beslenme ile nitelikli proteinleri yeterince alamıyor iseniz, bağışık sisteminiz sizi bulaşıcı hastalıklardan ve kanserden korumada çok zayıf ve yetersiz kalır. Dolayısıyla her türlü hastalığa açık ve yatkın olursunuz. Yaşam kaliteniz düşer, yaşam süreniz kısalır. Zihinsel (mental) yaratıcılığınız düşer, bunu vurgulamak isterim özellikle. Bir Goethe çıkartamazsınız, bir Einstein çıkartamazsınız ve ayrıca bu tablo, toplum içindeki sınıfsal yapı desenini de uçurumlaştırır ve sınıflar arası geçişi olanaksızlaştırır. Kastik (katı sınıfsal) bir
sosyolojik yapıya dönüştürür toplumsal dokuyu.

  • Yoksul yoksul kalmaya,
  • reaya yani köylü köylü kalmaya,
  • reaya oğlu reaya, yoksulun oğlu-kızı yoksul olmaya devam eder…

söyleşimizin ilk bölümünde de altını çizdiğim üzere. Toplumsal eşitsizlikleri azaltamayız, daha da derinleşir.

Soru  : 5 yaş altı çocukların yeterli gıdaya erişebilmesi ve beslenme eşitsizliklerinin giderilmesi için ne yapılmalı? Okul beslenme programları çözüm olur mu?

Yanıt   : Sağlık Bakanlığı’nın 5 yaş altı çocuklara özel bir önem ve özen göstermesi gerekiyor. Genel ve yerel yönetimlerin aşısız çocuk bırakmaması, okul öncesi okul  çocuklara beslenme desteği verilmesi, okul öncesi eğitime çocuklarını göndermeyen ailelere, gebe kadınlara, beş yaş altı çocukları olan ailelere, mutlaka yerel ve genel yönetimlerin gıda desteği sağlaması gerekiyor. Nitelikli protein içeren süt ve ürünleri, meyve, hayvansal-bitkisel proteinler, vitamin-mineraller başta olmak üzere. Bu bağlamda Anayasa md. 45’i özellikle anımsamakta ve anımsatmakta yarar var:

  1. Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması
  • Madde 45 – Devlet, tarım arazileri ile çayır ve mer’aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır. Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır.

Soru  : Çocukların yeterli-dengeli beslenememesi sizce iktidarın politik bir tercihi mi?

Yanıt Çocuklar toplumların geleceğidir. Onlara ancak yeterli-dengeli beslenme ve sağlık hizmeti ile başlayarak, eğitim hakkını da ekleyerek destekleyici, sevgiye dayalı, şefkate dayalı yol göstermeye dayalı, doğumdan getirdikleri özgücün (potansiyelin) en üst sınırına ulaşmalarını sağlayıcı bir toplumsal dayanışmacı sistem kurarsak beklediklerimizi onlardan alabiliriz. Onlara bunları vermediğimizde;

  • Yoksul, işsiz, kavruk, zayıf, beden direnci düşük, yaratıcı olmayan hatta çağını
    ve sorunlarını kavramaktan uzak,
  • Kalabalık, niteliksiz bir sürü”ye dönüşebilir toplum! Rahatlıkla yönlendirilebilir.
  • Birtakım siyasetçiler bunu çok isteyebilirler.

AKP bunu böyle yapıyor. Bilerek ve isteyerek. Çok çocuk yapın, Tanrı rızkını verir diyor. Ama böyle bir şey yok, Allah’ın karıştığı yok, yoksulluğun-açlığın ülkede, dünyada nerelere vardığını görüyoruz.. Üstelik sorun çoğunluk ve ağırlıkla Müslüman ülkelerde ne yazık ki..

Bir yandan savaş koşulları, bölgesel Ukrayna- Rusya savaşı, bir yandan küresel iklim felaketi (climate disaster!).. Küresel iklim felaketinin getirdiği kuraklık, açlık, tarımsal üretim yetersizliği, bir yandan da korkunç nüfus artışı (her yıl 80 milyon!) dünyada çok ciddi sorunlara gebe. İvedi olarak yapılması gerekenlerin başında, anormal nüfus artışını sınırlamak geliyor. Artık dünya daha çok nüfusu kaldıramıyor.

  • Mutlaka, dünyadaki kapitalist sömürü sisteminin neoliberal vahşetin sonlandırılıp daha dayanışmacı, daha insancıl, daha paylaşımcı, doğaya saygılı bir toplum düzeni = sürdürülebilir yaşam.. kurulması gerekiyor;
  • Sürdürülebilir kalkınma” bitti, duvara dayandı, sürdürülemez oldu.
  • Devletlerin mutlaka sosyal – dayanışmacı politikalar izlemesi gerekiyor.

Hiç unutulmasın, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin 25. maddesinde 4 temel insan hakkından biri beslenmedir. Bütün insanların dengeli-yeterli beslenme temel hakkı vardır. Bu hakkın gerçekleştirilmesi uygar insanlığın görevidir ve bu olanaklıdır. Bu da adına Küreselleşme denen –gerçekte emperyalizmin ta kendisidir– vahşi sömürü düzeninin ülkemizde ve dünyada sonlandırılması için bilinçli ve kararlı bir küresel dayanışmayı gerektirmekte.

  • “İktisadi temelde PİYASACILIK ve siyasal düzlemde KÜRESELCİLİK, azgelişmiş ülkelerin iktisadi-siyasi istilası ve işgalidir.
  • Buna karşılık memleketlerin yapabilecekleri şey açıktır:
  • İktisadi temelde PLANLAMACILIK ve siyasal düzlemde BAĞIMSIZLIK.
  • Bu, tekellerin ileri sürdükleri üzere ‘dünyadan kopma‘ ve ‘içe kapanma‘ değildir. Bu, emperyalizme karşı çıkma, sömürgeleşme sürecinden kopma.. demektir. (Küreselleşme, 2 Yüze Bir Maske, Kaldone G. NWEIHED, Çev. B.T. Gürel, Memleket Yay. 2006).

[1] Bodurluk (stunted), 5 yaş altı çocuklarda yaşa ve cinsiyete göre beklenen boyun çok altında (2 standart sapmadan daha fazla) kalma olarak tanımlanmakta.
*****
İlk bölüm için tıklayınız :
http://ahmetsaltik.net/2022/06/12/gazete-durum-ile-soylesi-yoksulluk-beslenme-sorunlari-ve-sonuclari-1/

 

Toplu ve ağır bir “kırım”

authorZAFER ARAPKİRLİ

Kendi yarattığı sorunlara her geçen gün yenileri eklendikçe, doğal ve sonradan yarattığı düşmanları da neredeyse her geçen dakika daha da arttıkça, daha fazla öfke diline başvuruyor.

Artık, küfürün bini bir para. Önüne gelene atar, gelmeyene gider.

Bugün bir siyasi parti liderini aşağılama, yarın bir sivil toplum liderine hakaret, öteki gün bir meslek grubuna, öbür gün toplumun bir kesimine ağza alınmayacak bir küfür, bir sonraki gün bir yabancı ülke liderini “çizdim senin üzerini” diye efelenme…

Zaten yapayalnız kalmış ve çevresindeki “en sadık birkaç kişiden oluşan çeperin” bile muhtemelen, artık tir tir titrediği ve korkudan yanına bile yaklaşamadığı bir durumdan söz ediyoruz.

Gerçeklerden o kadar kopuk bir çizgiye düşmüş durumda ki, sürekli yalan üzerine yalan uydurmanın, olmayanı var gibi göstermeye çalışmanın, enflasyon -hayat pahalılığı- geçim sıkıntısı gibi halkın “gırtlağına dayanan” günlük olguları bile inkâr etmenin, tarihleri ve olayları çarpıtmanın, tayyarelerin üzerine ne yazılacağı gibi abuk sabuk konularda ulu orta konuşmanın doruğa ulaştığı bir “onulmaz-onarılamaz” hâl aldığına tanık oluyoruz.

On yıllardır hukuksuzluğu ve adaletsizliği sürekli körüklemesini, insanları din, mezhep, ideoloji, cinsel yönelim üzerinden sürekli ötekileştirmesini, bunu da bir marifetmiş gibi savunmasını, zaten saymıyorum bile.

Tipik semptomlar tabii. Tarihte, benzerlerinde hep gördüğümüz ve tedavisi mümkün olmayan.

Ama bütün bunların da ötesinde, belki de toplum olarak maalesef “es geçiyor gibi göründüğümüz” çok daha kötü bir etkisi var yaptıklarının…

Geleceğini karartıyor, geleceğini fiilen ve fiziken, madden zehirliyor, geleceğini tahrip ediyor bu toplumun. Hem de onarılması çok güç bir biçimde.

Bunun öyle “geliriz, sistemi değiştiririz, güçlendirilmiş bilmem ne yaparız” çözümleri ile bile kolayca onarılması mümkün değil.

Değerli Halk Sağlığı uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık’ın vurguladığı bir gerçeğe dikkat çekmek istiyorum:

  • “Yoksulluk mirası ve yoksulluğa bağlı kötü beslenmenin getirdiği sağlıksız bir toplum. Sağlıksız yeni nesiller. Sağlıksız bir gelecek…”

Belki de günlük demeçler, kavgalar, kaçınılmaz olarak odaklandığımız sayılar, fiyatlar, geçim kavgası gibi olgulardan kafamızı kaldırıp tam odaklanamadığımız bir gerçek bu.

Açlığın 6 bin TL, yoksulluğun 19 bin TL sınırı ile ifade edildiği bir ortamda, Prof. Saltık, Daha ana rahminde iken karnı doymayan on milyonlarca bebeğin gelecekte oluşturacağı zayıf bünyeli ve belki de yetersiz beslenmeye bağlı IQ’su düşük bir toplum gerçeğine parmak basıyor.

  • “Büyük bir risk ve eşitsizliğin, büyük bir dezavantajın, hayatta kalma şansının düşüklüğü, yaşarlarsa yakalarını bırakmayacak sağlık sorunları, düşük nitelikli ve kırılgan yaşamlar..” diyor Prof. Ahmet Saltık.

Ve ekliyor: (Kötü beslenmeye bağlı olarak)

  • “Zaten 90’lardan 87’ye düşmüş ortalama IQ’ya sahip bir toplumun 21’inci yüzyılda
    her alanda ayakta kalabilmesi mümkün mü?”

Her şeyi bir yana bırakın, bu memlekete, bu kötülüğü ve bu ihaneti yapanlardan hesap sorulmaz mı? Asla affedilmeyecek bir suçtan söz ediyorum.

Dinen günahını, vebalini filan bilemem. O işlere kafam ermez.

“Ağır bir suç” diyorum. İnsanlık suçu.

  • Toplu bir katliamdan-kırımdan söz ediyorum.

Katliam daha nasıl olur?
***

COVID-19

Kendi kendilerine bir “sahte başarı öyküsü” yazabilmek için, her konuda olduğu gibi topluma yine utanmazca yalan söylemek adına Korona belasından kurtulduk diye kandırıyorlar insanları.

Kademeli olarak “Vaka ve ölüm sayılarını” düşürecek bir “TÜİK usulü propaganda” ile bütün korunma önlemlerini iptal edip, herkesin savunmasız kalmasını sağladılar. Oysaki, etrafınıza baktığınızda, her gün bir yakınınızın ve tanıdığınızın Covid-19 pozitif çıktığını duyuyorsunuz.

Bu satırların yazarı da, özellikle yaş ve kronik sağlık sorunları açısından risk grubunda olmasından kaynaklanır bir şekilde, belki de aşırı tedbirli davranmasına rağmen, mel’un virüs tarafından teslim alındı.

5 aşı olmama ve toplutaşımada ve kalabalıklarda (açık havada bile) maskeden asla vazgeçmememe rağmen yakalandım. KRT TV ve Yön Radyo’daki Medya Terapi programıma bir süre ara vermeme de neden oldu tabii.

Arayan soran merak eden ve dost elini uzatan herkese, okurlara, izleyicilere, özellikle de değerli Aile Hekimimiz fedakâr sağlık emekçisi, güzel insan Sayın Dr. Çiler Öncel’e, T.C. Sağlık Bakanlığı’ndan arayıp telefonla da olsa ilgi gösterip ilaç-vitamin öneren değerli hekimlerimize, kişisel dostluk kapasitesi ile ilgilerini esirgemeyen değerli hocalarımıza teşekkürü bir borç bilirim.

Aman!
Geçti sanmayın.
Virüs, ortalıkta elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor.
Sevgili okurlar. Ne maskeden ne mesafeden ne de hijyenden vazgeçin. Kendinizi iyi koruyun.
Sağlıkla kalın.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 15 Haziran 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

YOBAZ

İYİ P. Milletvekili Halil İbrahim Oral, “Kemal Kılıçdaroğlu‘nun kimliği, Sünni Müslüman kesim tarafından bir endişedir.” dedi, sonra özür diledi.

Ortaçağ kavgası…

ADAP

AKP’li milletvekillerinin, “Müfredata adap dersi konulsun” önerisine Bakan Özer, “Müfredata cari açık dersi konulunca, cari açık kapanmıyor” yanıtı verdi.

Vekiller başlarındaki kişilerin eksiğini kapatmak istemişler…

KURS

Ankara Başsavcılığı’nca adliyede görevli hakim ve savcılar ile personele gönderilen mesajda, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca düzenlenen Yaz Kursları kapsamında Sıhhiye’deki merkez bina mescidinde Kur’an kursu verileceği duyuruldu.

Diyanette hukuk kursu verilse…

UYKU

Bakan Nebati, 21 Aralık 2021 tarihinde bir televizyon programında, “heyecanlanıyorum, şöyle bir uyusak da 6 ay sonra uyansak çok farklı noktalara gideceğiz..” demişti.

Uyumaya devam…

İSTİKLAL

Mersin’de, Akdeniz Belediyesi meclis toplantısında İstiklal Marşı’nı okumayan HDP’li meclis üyesi Nuriye Aslan, “Biz burada İstiklal Marşı’nı okumak zorunda değiliz” dedi.

Yediği sofraya pislemiş…

ETEK

Şanlıurfa Müftülüğü tarafından ‘Çocuk yaşta ve zorla evliliklerle mücadele’ kapsamında organize edilen etkinliğe davet edilen Avukat Cemile Didem Karaboğa, bir din görevlisi tarafından eteğinin boyu nedeniyle ‘Masanın arkasında anlatın, biz din görevlisiyiz’ diye uyarıldı.

Eteğin kısalığından daha önemli olan kafaların darlığı ve içindeki örümcek ağlarıdır…

RAĞMEN

Konya BŞB Başkanı’nın “Konya Tanıtım Günü” etkinliğine katılanları sayarken BBP Gen. Bşk. Destici’nin adını anmamasına tepki gösteren bir BBP MKYK üyesi, “Sırf 2016 yılından sonra devletin millileşen dış politikası ve terörle mücadelesi yüzünden her türlü hırsızlığa, liyakatsizliğe, kötü ekonomi yönetimine ve her şeye rağmen devletin yönetimi CHP-HDP bloğunun kontrolüne geçmesin diye millet için Cumhur İttifakı bloğunda yer almaya gayret ediyoruz”

Her türlü pisliğe göz yumarsanız size de göz yumarlar…

RAHAT

Kilis Valisi Recep Soytürk, kentte Suriyeli sayısının Türk nüfusunu geçtiği yönündeki iddiaların gerçeği yansıtmadığını iddia ederek, “Kilis ilinde yaşayan Suriyeli sayısı, Kilis’te toplam kişi sayısının %38,47’sine karşılık gelmektedir” dedi.

Rahatlayın, yarıya bile ulaşamamışlar. Daha gelebilirler !..

SÖMÜRÜ

  1. Öğr. Alb. Alican Türk’ün haberine göre; “Bitmeyen Sömürü 28 Şubat” kitabını okuyan ve öğrencilerine tavsiye eden bir Ünv. Öğretim Üyesi’ ne soruşturma açıldı.

Sömürü bitmiyor…

SOFU

Üniversiteleri “fuhuş yuvası” olarak niteleyen Ebubekir Sofuoğlu,Kocaeli İlahiyat Fakültesi mezuniyet töreninde 10. Yıl Marşı okunması ile ilgili, ”Halka rağmen ezanın bozularak Türkçeleştirildiği Cumhuriyet, Cumhuriyet değildir” mesajı attı.

Türkçe ibadete karşı olanı sofuluk kesmez, yobazlık yakışır…

EZDİRMEZ/EZER

TÜİK’i, enflasyonu düşük göstererek çalışanların maaşlarına düşük zam yapılmasına neden olduğu için protesto eylemi yapan Birleşik Kamu-İş Federasyonu Başkanı Mehmet Balık, polis tarafından tartaklanarak gözaltına alındı.

“Ben memurumu, emeklimi ezdirmem” diyen kendi eziyor…

GENÇLİK

Gençlik festivalleri bir bir yasaklanıyor.

Gençlerin (Z Kuşağı) yanıtı hazır, ilk seçimde oylarının %65’i Millet İttifakı’na…

BORU

Zamlar ışık hızında sürerken RTE Karadeniz gazı için ilk boruyu indirdi.

Gaz mı geliyor, gaz mı veriyor?..

FUTBOL

Trabzonspor, Futbol Federasyonu üyeliğine Mustafa Hacıkerimoğlu’nu önerdi.

AKP Grup Yönetim Kurulu Üyesi Trabzon Milletvekili Salih Cora da şahsın yönetime alınmamasının kendilerini üzeceğini hatta hasmane bir tutum olacağını açıkladı.

Bu kirlilikte temiz futbol bekliyoruz…

KÖTÜRÜM

Ankara’da yaşanan sel ve su baskınını yorumlayan Bahçeli, “Siyasi ihtiras, organizasyon yetersizlikleri, kısır gündemlerle mücadeleler bugünkü tablonun yegane müsebbipleridir. Türkiye’nin zillete düşmüş siyasetçileri, kötürüm belediye yönetimlerini hak etmemektedir” dedi.

Yılların başkanı İ. Melih üzülecek…

EGEMENLİK

CHP’li Emekli Büyükelçi Yalım Eralp, Ege Denizi’ndeki kimi adaların egemenliğinin Yunanistan’a verilmesinin gerçek olmadığını söyledi.

Bu adamın egemenliği Yunanistan’a verilmiş galiba…

Laiklik ve Alevilik

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
Cumhuriyet, 13 Haziran 2022

 

Türkiye’deki laiklik karşıtı siyasi hareketlerden dolayı en fazla ezilen ve hedef haline getirilen kesimlerden birisi Alevilerdir.

  • Çünkü Alevilik, mezhebin doğası ve özü gereği laiklik ilkesiyle barışıktır.

Alevi olup da laiklik karşıtı köktendinci hareketlerin içinde yer alan vatandaş bulmak neredeyse olanaksızdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerine Alevilerin büyük çoğunluğu sahip çıkmıştır. Aynı şey ne yazık ki Sünni mezhebinden olanlar için söylenemez. Sünnilerin bir kısmı Atatürk’ün aydınlanma devrimlerine sahip çıkarken bir kısmı da köktendinci İslamcı siyasete yönelmiştir.

Türkiye’de Aleviler, devlet kurumlarında üst düzey makamlara atanmak konusunda ayrımcılığa uğramıştır.

  • Camide değil, cemevinde ibadet eden Alevilerin köylerine cami inşa edilmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesinden cemevlerinin yararlanması engellenmiştir. Ramazanda oruç tutmayan Aleviler hakarete ve saldırıya uğramıştır.

İmam hatip okulları, Kuran kursları, ilahiyat fakülteleri, İslami ilimler fakülteleri, zorunlu din dersi uygulaması, “4+4+4” eğitim modeli, cemaatler ve tarikatlar, laikliği savunan halk kesimleriyle birlikte, Alevileri ve Aleviliği asimilasyona uğratmak işlevini görmektedir.

Alevilik, İslam dininin içinde bir mezhep olduğu halde, köktendinci siyasetçiler, cemaatler ve tarikatlar, İslam dinini sünni mezhebine indirgemiştir, Aleviliği İslamdan sapmak olarak yorumlamıştır.

Çünkü Türkiye’deki laiklik karşıtı köktendinci odaklar, İslam dinini Arap din adamlarının yazdıkları hadisler üzerinden yorumlamışlardır, laiklik ilkesine karşı çıktıkları gibi, Kuran’ın özüyle ve Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Bedrettin, Pir Sultan Abdal gibi Anadolu’da yaşamış olan düşünürlerle ilgilenmemişlerdir.

  • Alevilik, Anadolu kültürüyle bütünleşmiş bir mezheptir.

Laiklik karşıtı hareketler ise köktendinci Arap din adamlarından beslenmiştir.

***
Laiklik, dinin, devlet, siyaset, ekonomi, hukuk ve eğitim işlerine karışmaması, bu alanları esir almaması, bu koşulla devletin de özgür iradesiyle dindar olmayı seçen vatandaşın dini inanç ve ibadet özgürlüğünü ve özgür iradesiyle dinsiz olmayı seçen vatandaşın dünya görüşünü ve yaşam biçimini güvence altına almasıdır.

Laiklik, belli bir dinin, mezhebin, dünya görüşünün topluma dayatılmasının önlenmesidir.

  • Laiklik yaşamın ilahiyata indirgenmemesidir, dünyevi yaşamın dışlanmamasıdır.

Laiklik, Müslümanların, Sünnilerin, Alevilerin, Şiilerin, Hıristiyanların, Katoliklerin, Protestanların, Ortodoksların, Musevilerin, Budistlerin, Hinduistlerin, Şintoistlerin, Konfüçyüsçülerin, Şamanistlerin, ateistlerin, agnostiklerin, deistlerin, panteistlerin bir arada barış içinde yaşamasının sağlanmasıdır.

Laikliğin olduğu bir devlette, kimse dininden, mezhebinden, dünya görüşünden dolayı ayrımcılığa uğramaz.

Laikliğin geçerli olduğu bir ülkede, belli bir dinin ve mezhebin yaşam tarzı topluma dayatılmaz.

  • Laiklik, farklılıkları bir arada tutan, ulusal bütünlüğü ve üniter yapıyı koruyan temel ilkelerden birisidir.

Laikliğin olmadığı bir yerde, din, mezhep ve dünya görüşü üzerinden bölünme, parçalanma ve kutuplaşma olur. Emperyalizm bu nedenle laiklik karşıtı hareketleri her zaman destekler.

***
Türkiye’de 20 yıldır iktidarda olan AKP hükümeti, laiklik karşıtı hareketlerin odağında yer almaktadır.

Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminin son yıllarda laiklik ilkesinin ihlal edilmesiyle ilgili sorunları neredeyse yok sayması, laiklik kavramını ve terimini literatüründen çıkarması, böylece hem anayasa hem de kendi parti programı ve tüzüğü ile çelişkiye düşmesi, Alevilere yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisidir.

  • Laiklik ilkesine sahip çıkmadan, Alevilere ve Aleviliğe sahip çıkmak olanaklı değildir.

“Türkiye’de halk Alevi cumhurbaşkanı seçer mi seçmez mi?” tartışmasından siyasi rant elde etmeye çalışan CHP yöneticileri bununla zaman kaybedeceklerine, laiklik ilkesine sahip çıksalar, Alevilere ve Aleviliğe çok daha büyük bir iyilik yapmış ve samimiyetlerini kanıtlamış olurlar.

Laikliğin özümsendiği bir toplumda, vatandaş bir adaya, onun dinine, mezhebine, dünya görüşüne göre oy vermez.

Laiklik, bir Alevinin de cumhurbaşkanı seçilebilmesini olanaklı kılar.

Üniversitede de neoliberalizme karşı çıkılmalı!

Dr. Hasan YAZICI
İÜ PROFESÖRÜ

10 Haziran 2022 Cumhuriyet

YÖK’ün kaldırılması altılı Masa’nın ortak görüşüymüş. Sevindim. Ancak yaşamsal gördüğüm bir noktayı anımsatmak isterim. Üniversitelerimizin durumunun ana sorumluları arasında hemen hiç söz edilmeyen bir sorumlu daha var. O da dış güçler. Evet, tek bir simidin ederinin hemen 5 TL olmasından dış güçleri sorumlu tutmamız ne kadar abes ise üniversitelerimizin kayıp gitme tehlikesinde dışı güçlerin rolünü kulak ardı etmek o derece yanlıştır.

1980’li yıllar bir yandan ülkemizde üniversite özgürlük ve özerklik yoksunluğunun başlangıcıdır. Diğer yandan da neoliberal dünya görüşü egemenliğinin küresel olarak ve artan bir ivmeyle kendini hissetirmeye başladığı bir tarih dönemidir. Bu süreçte üniversite, önce sonu nereye varırsa gerçeği arayarak bilim/bilgi üretmek, üretilmişi ve üreteni korumak, ikincil olarak üst düzey bir meslek  eğitimi vermek ve son olarak da bunların bir yan ürünü olan demokrat, hukuka saygılı, aydın vatandaş yetiştirmek olan varoluş nedenlerinden uzaklaşmıştır.

ÖĞRENCİ DEĞİL MÜŞTERİ

Neoliberal üniversitenin ana amacı değişiktir. Bir an evvel piyasaya satılabilir ürünler hazırlayan bir kurum, adeta bir şirket olmaya soyunmuştur. Üzülerek okudum. DEVA Partisi yüksek öğretim tasarımında da açık seçik dile getiriliyor:

  • “Üniversitelerde üretilen bilginin ticarileşmesi (…) bunların bir yerde birikmesi gerekiyor. Piyasa şartlarında ticari bir şekilde yer bulabilmesi, ayakta kalabilmesi, pazarlanabilmesi ve büyümesi gerekiyor.”

Neoliberal üniversiteye Batı’da “managerial university” de deniyor. Ben ise piyasa üniversitesi demeyi daha uygun buluyorum. Piyasa üniversitelerinin bir dizi ortak nitelik, daha doğrusu niteliksizliği var. Hocaların ve öğrencilerin işe yaramaz, satılamaz bilgi ile uğraşmalarını pek istemiyorlar. Sonu nereye varırsa varsın gerçeği aramak umurlarında değil.

Satılacak bilgi veya elle tutulan ürün yaratmayan sosyal bilimlere pek yüz vermiyorlar. Bu bağlamda satışa sunulan ise öğrencilerin müşteri olduğu bir meslek öğretimi. Serbest piyasanın kaçınılmaz bir özelliği olan rekabet çok önemli.

EĞİTİMDE DE PİYASAYA HAYIR

Yine bir şirket ruhu içinde gerek öğretim üyeleri bazında gerekse de kurumları kıyaslayan performans değerlendirmelerine çok önem veriliyor. Öğretim üyelerini derecelendirirken her sayısalın nesnel ve nedensel olmadığını unutup yayın sayısını fetiş haline getirmişler.

Üniversite ve yükseköğretimde okuyan öğrenci sayıları  giderek artıyor. Her 8 erişkin Türk vatandaşından bir tanesinin üniversite öğrencisi olduğunu anlarız. Görmemiz gereken, pazar üniversitelerinden giderek adeta bir çarşı oluşturmayı becerdiğimiz.

  • 40 yıl evvel özgürlük ve özerkliklerinin ellerinden alınmasıyla başlamış, neoliberal akımlarla ivme kazanmış çöküş, üniversitelerimizin bu kayıp elden gitmesi artık durdurulmalı.

Neoliberal akımların, yani hunhar piyasa koşullarının, insanoğlunun geçimine, pandemiyle çok çarpıcı olarak da gözlediğimiz gibi sağlığına ve doğanın korunmasına ne denli zararlı olduğu anlaşıldı.

Aynı akımlar üniversiteler için de özellikle bizdeki gibi özgürlük ve özerkliği ellerinden alınmış olanlar bağlamında, çok zararlı.

  • Piyasa, yargıdan olduğu kadar üniversiteden de uzak durmalı.