Aylık arşivler: Kasım 2012

Büyükşehir Belediyesi Kanunu için Ziraat Mühendisleri Odası’nın çağrısı

Dostlar,

Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”
12 Kasım 2012’de TBMM`de kabul edilerek, Cumhurbaşkanı`nın onayına sunuldu.
Türkiye;

eyalet yapısına
sonra da federal devlete
son adımda da bölünmeye sürükleniyor
.

  • BOP eşbaşkanlığının görevi bu..
  • CHP ve MHP’nin el ele kitlesel mitingler yapması gerek..
Ama kayıkçı kavgasından öte bir şey yok ortada..
Başbakan RT Erdoğan da ustalıkla gündemi belirliyor..
Yok Muhteşem Süleyman, yok ilkokullarda giysi serbestliği yönetmeliği..
Yasa Köşk’te unutturulacak ve 15 gün içinde de bir gece yarısı ansızın onanacak..
Çok yazık çok..
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası‘nın basın açklamasını bilginize sunmak istiyoruz.
Dostumuz, Başkan Sayın Dr. Turhan Tuncer’e ve Yönetim Kuruluna teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile.
28.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 ================================================

– BASIN AÇIKLAMASI –
SAYIN CUMHURBAŞKANI VE TÜRK HALKINA AÇIK ÇAĞRI!
23 Kasım 2012
Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 12 Kasım 2012 günü TBMM`de kabul edilerek, geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanı`nın onayına sunulmuştur.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, tarımsal üretimin, doğal kaynakların ve kırsal alanların geleceği açısından “Büyükşehir Yasası”na “kaygı” ile yaklaşmaktadır. Bu Yasa ile öncelikle Türkiye Cumhuriyeti`nin kuruluş felsefesinde yer alan ve yerel yönetimleri içeren çok sayıda idari birim kapatılmakta ve ülkemizin yönetim yapısı karmaşık,
kaotik ve de yöneticilerin keyfi inisiyatifine ve ayrıcalıklarına mahkûm edilmektedir. Yasa, kamuoyunda yeterinde tartışılmamış, idari statüleri düşen ya da değişen
yerel yönetimlerdeki yöneticilerin ve halkın görüş ve oylarına sunulmadan “acele ve telaş” içinde çıkartılmıştır.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası aşağıda maddeler halinde belirtilen kaygılarından dolayı Sayın Cumhurbaşkanı`ndan Yasanın onaylanmamasını
ve TBMM`ye iadesini talep etmekte ve bunu Türk halkına karşı bir sosyal ve toplumsal sorumluluk görevi olarak kabul etmektedir.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası`nın “Büyükşehir Yasası”na ilişkin Kaygıları: 

·        Yasa, üretim için kullanılması gereken verimli tarım arazilerinin, kentsel alan kapsamına alınıp arsaya dönüştürülmesinin yolunu açmıştır. Düzenleme ile oluşacak arsa rantı, doğal varlıklarımız üzerinden haksız servet edinilmesine neden olacaktır.
Bu durum, bundan sonra köylerde-kasabalarda-küçük ilçelerde yaşayanların, tarım ile geçinenlerin mülkiyetleri üzerinde ciddi tehditler yaratacaktır.
·        Yasa ile Türkiye`deki 16 bin köyün tüzel kişiliği kaldırılmaktadır. Tüzel kişiliğini yitiren bu köyler, geleneksel yaşam biçimlerinden ve geçimlik de olsa üretim kaynaklarından uzaklaşacak ve kendi yaşam ve üretim biçimine yabancı uygulamalarla karşılaşacaktır.
Yasa, seçim ile işbaşına gelen muhtarların ve köy halkının tercihlerini hiçe saymakta ve Cumhuriyet`in ilk yıllarından bu yana kazanılmış olan haklar,
tek taraflı düzenlemelerle halkımızın elinden alınmaktadır.
·        Yasa ile tüzel kişiliği sona eren köylerde rantçıların gözünü diktiği kıyı alanları ve meralar, tüzel kişilikler tarafından korunamayacağı için “amaç dışı kullanıma” açılacak ve böylece doğal varlıklar ve kır yaşamı, ekosistem dengesi gözetilmeksizin tahribata uğrayacaktır.
·        Yasa ile tarım ve kırsal alanlar ile ilgili faaliyetler, uygulamalar ve öncelikler,
bu alanın uzmanları tarafından değil, konu ile ilgili bilgi sahibi olmayan ve hassasiyet taşımayan yerel yöneticilerin inisiyatifi ve ayrıcalıkları doğrultusunda gerçekleştirilecektir.
·        Yasa ile Türkiye kırdan-kente yeni bir göç dalgası ile karşılaşacaktır. Üretim kaynakları sınırlanan, yaşam biçimine müdahale edilen kırsaldaki yurttaş kentlerde daha zor koşullarda yaşamaya, iş bulmaya ve barınmaya zorlanacaktır.
·        Yasa ile söz konusu uygulamaya maruz kalacak kırsal yerleşimlerde yaşam ve tarımsal üretim maliyeti artacak ve kırsalda var olan yüksek yoksulluk oranı daha da tırmanacaktır.
·        Yasa ile bir yandan Büyükşehir Belediyelerinin yetki alanı genişlemekte, diğer yandan Valiliklerin Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı ile insan kaynağı ve harcama yetkileri genişletilerek güçlendirilmekte imiş gibi bir izlenim yaratılmaktadır.
Oysa bu durum, mülki idare ile yerel yönetimler arasında yeni çatışmalara
yol açacak ve bundan da zaten temel hizmetlerden yoksun kır halkı daha fazla etkilenecektir.
·        Köylere götürülen belediye hizmetleri büyükşehir belediyelerine ya da ilçe belediyesine devredilmektedir. Burada var olan “hizmette mesafe sorunu” daha da derinleşecektir. Kırsaldaki halk Yerel Yönetim Hizmetlerinin bir bölümünü Büyükşehir Belediyesinden bir bölümünü de İlçe Belediyesinden alacaktır. Bu durum, kırsal alanlara yönelik hizmetin bütünlüğü açısından kaotik bir ortam yaratacaktır.
·        Kırsal alanın nüfus azlığı, oy kaygısı ile hareket eden yerel yöneticilerin, nüfus yoğunluğunun olduğu kentsel alanlara daha fazla ilgi göstermesine, kırsal alanın daha da fazla ihmal edilmesine yol açacaktır.
  • Türkiye`nin, öncelikle toprak ve su başta olmak üzere
    doğal varlıklarını koruyacak ulusal politikalara ihtiyacı vardır.
Dünyada yaşanan kriz, küresel ısınma ve kuraklık konusundaki uyarılar dikkate alınarak, ülkemizin geleceği için tarım arazileri ve su havzaları üzerindeki tahribata son verilmelidir.
  • TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası olarak yukarıda sıraladığımız kaygılarımız doğrultusunda doğal varlıklarımızı korumak amacıyla, Sayın CUMHURBAŞKANI`ndan çıkarılan yasayı bir kez daha görüşülmesi için TBMM`ye geri göndermesini istiyoruz.
Kamuoyuna saygılarımızla duyururuz. 23.11.2012 
 
Dr. Turhan TUNCER
Başkan
(Yönetim Kurulu adına)

Cari Açık, Hayvancılık Sektörü ve Gizli Açık


Dostlar
,

İzmir Veteriner Hekimler Odası’ndan değerli Veteriner hekim dostumuz
Sayın Adnan Serpen‘in -arşivimizden- önemli bir makalesini paylaşmak istiyoruz  :

  • Cari Açık, Hayvancılık Sektörü ve Gizli Açık
Sayın Serpen, geniş bir kaynakça ile, derinlikli olduğu bir alanda bizlerin
dikkatini çekmekte. Yazı elimizde pdf olarak var. Ayrıca uzun da..
Bu bakımdan pdf olarak verişimizin anlayışla karşılanmasını diliyoruz..
Bu makale, “Tarım Gözlem Dergisi” nin Kasım – Aralık 2011, Yıl:1, sayı 5’te yayınlanmıstır. Aradan yaklaşık 1 yıl geçti. Ülkemizin verileri ne yazık ki daha da kötüleşti.
Ardarda gelen TÜİK verileri (Hane Halkı Tüketim Araştırmaları ve gelir dağılımı verileri), politik baskı altında ne denli makyajlı da olsa, mızrağı çuvala sığdıramıyor. Sendikaların yoksulluk araştırmaları, uluslararası kuruluşların verileri…Örn. UNDP (United Nations Development Program – Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı – BMKP) sıralamasında 187 ülke içinde 92. sırada yer alışımız.. 10 yıl önce
82. sıradan 10 yılda 10 sıra geriye.. İşte AKP’nin ekonomi politikalarının ürünü..

BMKP, İnsansal Gelişim İndeksi (Human Development Index) kullanmakta.
Bu bileşik gösterge (indeks), ülke insanının ekonomik büyümeden (kalkınma değil!)
ne denli pay aldığının ölçütü. Ekonomi büyüse de, veriler rakamsal olarak şişse de,
bu tablo insanlara insanların gönencine (refahına) ne ölçüde yansıyor, ona bakılıyor. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, kültür.. gibi temel alanlarda halkın kamusal hizmetlere erişimi ve bu hizmetlerin niteliğitemel alınıyor.
Gerisi laf-ı güzaf (boş laf) derler ya.. İşte öyle..
Dostumuz Sayın Adnan Serpen‘e teşekkür ediyoruz dikkat çeken yazısın için.
Okumak için erişkeyi (linki) tıklar mısınız lütfen ?
Sevgi ve saygı ile.
28.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

İMA ile İNFAZ


Dostlar
,

Şimdi biraz “soyut takılalım“…

Bizim de üyesi olduğumuz, bir bölüm hekimin yazıştığı “Hekim Forumu” adlı
bir sanal iletişim ortamımız var. Bu ortamda genellikle düzeyli bir iletişim kurulur.

Düzeyli “polemik”ler izlenir. Bunlardan biri de, hem pratik ya da amaçsal bağlamda polemik sayılmaması gereken ama niteliği bakımından oldukça düzeyli bir “polemik” de sayılması gereken (en azından biz göre) bir yazıyı (Deneme desek??)
paylaşmak istiyoruz..

Yazarı, kıdemli psikiyatrist Prof. Dr. Yıldırım Beyatlı DOĞAN..
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden çalıma arkadaşımız, dostumuz.

Yazının başlığı iseİMA ile İNFAZ..”

Keyifli okumalar..
Korteksinizin ısısı bir parça yükselebilir,, 

Sevgi ve saygı ile.
28.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

İMA ile İNFAZ.. 

Prof. Dr. Yıldırım Beyatlı DOĞAN
Ankara Üniv. Tıp Fak. Psikiyatri AbD

Değerli meslektaşlarım,

İnsanların taşıdıklarına inandıkları toplumsal rolleri, onların toplumsal sorunlara nasıl baktıkları ile yakından işkilidir. Doğru bakabilmek doğru düşünebilmekle ilişkilidir.
Doğru düşünebilmek ise akılsal olabilmek ve yöntemsel düşüncenin gerekir ilkelerini benimseyip hayata taşıyabilmekle olanaklıdır. Önce iyi bir insan ardından iyi bir yurttaş ve şimdiki halde iyi bir hekim olabilmek, bu özgül niteliklerin ardışık kazanılması ile oluşur. Oluşum, gelişim, erişim, değişim ve değişebilme dediğimiz evrimsel süreç ancak bu yolla gerçekleşir.

Tıbbiye mezuniyeti yalnızca mesleğin başlangıç noktasıdır. O güne dek ruhunda tohumu ekili değilse, kişi tıbbiye mezuniyetinden sonra ne insan ne yurttaş ne de
-hekim olmak da dâhil-  herhangi bir edimin iyisini eyleyen kişi olamaz. Bu nedenle adam olmayı kadın/erkek tıbbiye sonrasına bırakmak gibi budalaca bir seçim asla insana ait olamaz. Olsa olsa doktor kılığında dolaşan mutatif bireysel varlıkların işi olabilir. Onları irdeleyebilecek bir yönteme henüz sahip değiliz. Klonladığımız canlılar bile, onlar hakkında bize bir şey öğretemez. Bu türler, belki de kendi kendilerine yok olacaklar. Evrim’in olağanüstü resminde 1 pikselcik olsun yer almayacakları için, sonraki kuşaklarda onları tanıyanlar olmayacak. Tabiat tarihi müzelerinde bile yeri olmayacak tezahür sürprizi bu mukallit canlı türü, hekim olarak, hastalığı olan insanların uzak durması gereken tehlikelerdendir.

Akla hemen gelebilecek önemli bir soru da şudur: Bu canlılar nasıl husule gelmektedir?
Doğal tohumlama mı, yoksa Bombus arıları benzeri bunların larvalarını oradan buraya taşıyan aracılar mı var? Yoksa bunlar hünsa mı? Tabiat şaşırtıyor insanı. Anında cinsiyet değiştiren balıkların resmini gördüğüm anı hiç unutmuyorum. Dolayısı ile malum yaratıkların ne yolla husule geldiğine dair bilgi sahibi değilim.

Öte yandan biz insan hekimlerin kimi çevrelerinde tebarüz etme (bariz hale gelme) arzusuyla yanıp tutuşan, kimse dürtmediği halde dürtülmüş hissi verip çakma bakire rolü ile davrananlar aklıma geliyor. Kimsenin kimse ile ne düşünüyor, nasıl düşünüyor, nasıl ifade ediyor sorularından başkası merak etmediği hallerde bu insanlar ‘beni merak edin’ diyemedikleri için tuhaf yollara başvurabiliyorlar. Örneğin herkesin bildiği diyerek yüklü göndermelerde bulunabiliyorlar. Gönderimin yüklü olması yükün akılsal değil kin ve hasetten oluştuğunun işareti!

Burada bir ara verelim. Ruh hekimiyim. En sık karşılaştığım sorulardan biri şudur: “İnsanları hemen anlar mısınız?” Can sıkıcı bir soru. Hiçbirimizin bu tür bir özellik taşıdığını sanmıyorum. Ben, kendi örneğimde, şunu söylemek isterim: Kim, kendi hakkında neyi nasıl anlatıyorsa ben onu o biçimde anlarım. Yani hepimiz gibi.
Tek farkım, benim kurduğum açıklayıcı cümlelerimin ancak belli bir birikim sonucu kurulabileceği gerçeğidir. Başka tıp dallarında olduğu gibi. Örneğin bir kasa hıyarın arasına karışmış plaj topu herkesin ilgisini ne ölçüde çekiyorsa benim de ilgimi
o ölçüde çeker. Ben, farklı olarak, o plaj topunun hangi talihsiz koşullara bağlı olarak sergide yer aldığını açıklayabilirim. Şu an kimse benden bir açıklama istemiş değil.
Ama benim yurttaşlık anlayışım beni sorumlu kılıyor. İsterseniz ‘zabıta ruhu’ deyin,
ben sorumluluk hissediyorum. “Orada olmak” sorumlu olmaktır.

Sözünü ettiğim plaj topunun acizliğinin göstergesi olan bir davranışı var ki dayanamadım. Yazdım. Yazmak içimden gelen bir sese uymak anlamında değil. Sorumluluğum, kararım ve seslenişim! Söz konusu davranış, kadın erkek ayrımına dayanan toplumsal cinsiyet rollerini, erkek egemen savruk bakış açısıyla nezih yazışmaların olduğu bir ortama taşınmasıdır. Cesaret eksikliği belirgin olan naylon canlı türü, düşündüklerini sözüm ederek ima kurnazlığı ile infaza yeltendiği meslektaşa yazabilseydi aniden insan haline gelmezdi. Ama hiç olmazsa insan olanla arasındaki farkı görmeye başlayabilirdi. Şu ana dek yapılabilmiş (üç gündür bakmıyorum) iki uyaran, adsızlığa sığınan mezkûr canlı türü için böyle bir etki doğurdu mu bilmiyorum. Sanmıyorum.

Beni kendisiyle bu denli meşgul ettiğini düşünsün istemem. Bilenler bilir; psikanalitik gevezeliklere çoğu kez karnım toktur. Psikanalizi ciddi bir kuram ve kapsamlı bir bakış açısı olarak değerlendirenlerdenim. Bana göre S. Freud bir düşünürdür. Mezarında beni bağışlasın ama kurama dalmak zorundayım: Demin örneklediğim anında cinsiyet değiştiren balık örneğini anımsadınız değil mi? Yoksa cinsiyet değiştirememe kıskançlığı mı diye sorsam? O vakit amaç ima ettiği meslektaşımız değil örneklediğim balık olmalıydı. Ama herkes balıklardan bahsedemez. Kimilerine doktorluktan bahsetmek daha kolay geliyor. Oysa bizi bulaştıran beşinci sınıf boyası dökülmüş kolaylıklar değil tek renk, yalın ve dişli zorluklardır. Öyle olduğuna inanıyorum.
Benim, tıbbiyeyi derece ile bitirirken bebek büyütebilen belli bir siyasi partinin
gençlik örgütü üyeliği yapmış, sol düşünce doğruluğu ve namusunu kutsal bellemiş
has arkadaşım için söyleyebileceğim şeyleri bu birkaç satıra sığdırabilmem, listenin sınırlılığına gösterdiğim uyumdur. Bunları yazmak yalnızca benim kendimle kurduğum ilişkinin sonucudur. Onunla ilgisi yoktur. Aslında haberi olsa istemeyeceğini bilirim. (28.7.12)

Not: Onu hayatımda birkaç kez gördüm. Bu listede hiç görmediğim ancak tereddütsüz aynı biçimde yanında yer alacağım o kadar çok arkadaşım var ki!

AYDINLIK Gazetesinin 27 Kasım 2012 günlü sayısının ilk sayfası ve yorumlar..


Dostlar
,

AYDINLIK Gazetesinin 27 Kasım 2012 günlü sayısını paylaşalım..

Kürecik’te kurulan hava radar gözetleme sisteminin foyası yavaş yavaş
ortaya çıkıyor..

Bu üs yapılmasın diye Ankara’dan kalkıp oraya dek gitmiş ve yürüyüşe katılmıştık..
(2 Ekim 2011).

Bir yandan İsrail ile kamuoyu önünde kapışıyor görüneceksiniz; arkaalanda ise bu ülke ile stratejik ortaklık girişimleri içinde olacaksınız..

Halkımızın ve özellikle AKP’ye müslüman” diye içtenlikle oy veren kardeşlerimizin vicdanına ve namusuna sunuyoruz.

 

  • Filistinli müslümanları İsrail’in Gazze’de alçakça vurmasına
    AKP hükümeti örtülü, halktan gizleyerek destek veriyor..

Bu ikiyüzlü siyaseti görmeyenler de suça ve günaha ortaktır.

Patriotlar ise, Suriye’ye değil İran’a dönüktür.

AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik Patriot’ların denetimi TSK’da olacak derken,
NATO Genel Sekreteri Rasmussen tam tersini söylüyor..
Hangisi yalancı; Hüseyin Çelik mi Rasmussen mi ?
Maliyet bizden, denetim ise NATO’da.. Tam sömürge ülkesi..

  • NATO bizi istediği zaman savaşa sokabilir..
  • Patriotlardan İran’a bizim denetimimiz dışında ateşlenen bir füze..;

Gerisini düşünmek bile istemiyoruz..

İran’ın elinde İstanbul’u bile vurabilecek yeni kuşak Şahap 3 füzeleri var!

Hayırlı olsun!

Ülkemizin bu kez İran’la çatışması ve bölgede iyice yalnızlaştırılması hedeflenmektedir. Sonra da sıra ülkemizin bölünmesine gelecek BOP kapsamında..
BOP eşbaşkanlığının misyonu bu..
Sevgi ve saygı ile.
27.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Cumhuriyet gazetesinin 27 Kasım 2012 günlü ilk sayfası ve yorumlar..

Dostlar,

Cumhuriyet gazetesinin 27 Kasım 2012 günlü sayısının ön kapağını paylaşalım…

Başbakan RT Erdoğan yaşamın her alanına karışan (müdahil) oluyor..
Son olarak Muhteşem Yüzyıl TV dizisini “kendine özgü” eleştirdi..
Karşı eleştiri : “Başbakan RT Erdoğan kendisi senaryo yazsın…”..

Bütün gündem Başbakan RT Erdoğan’ın işgalinde…

Bir başka başlık :

* Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile Dolmabahçe görüşmesi
“sıradan bir görüşme..”

Tam faşist yönetimlerde olduğun gibi.. Tek şef rejimleri gibi..

O denli ki; İspanya’dan bile okulardaki giysi yönetmelikdeğişikliğini savunuyor..
Bir başka anlatımla savunma gereksinimi duyuyor belli ki..

Bir kez daha Başbakan RT Erdğan ve ekibine, AKP kadrolarına dostça uyarımızı yapalım :

  • Efendiler, bu gidişi hayra alamet değil.. 
  • Ey AKP’liler; Allah encamınızı hayreyleye..

Sevgi ve saygı ile.
27.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Tamamlayıcı sağlık sigortası neyi, nasıl tamamlayacak?

Dostlar,

AKP hükümeti sağlık hizmetlerinin bedelini insanların primlerine = ek sağlık vergisine yüklemekle kalmadı.

Bu primlere = ek sağlık vergisine karşılık “çekirdek düzeyde temel güvence paketi” sağlıyor SGK. Trafik sigortası gibi, daracık, çook temel düzeyde.
Azıcık dışına çıkınca cepten ödemeler başlıyor..
Kamusal finasman giderek kısılıyor, cepren ödemeler artırılıyor.

AKP, sağlık poltikalarının balayı döneminde bu alandan epey oy aldı.

  • Sağlıkta balayı dönemi bitti ve artık dişler gösteriliyor.

“Azıcık” sosyal sağlık politikaları Obama’yı 2. kez iktidar yaptı.

Ülkemizde ise tersi olacak ve AKP vahşileştirdiği /ölçüsüz piyasalkaştırdığı
sağlık hizmetleri yüzünden de tepe taklak olacak görünüyor..

“Tamamlayıcı – destekleyici sağlık sigortası” denen ucube hakkında,
söz konusu Yönetmelik SGK tarafından yayımlandıktan sonra bir irdelemeyi bu sitede daha önce yapmıştık (http://ahmetsaltik.net/sgk-guvenceyi-kisiyor-teminat-cebimizi-yakacak/ ve http://ahmetsaltik.net/saglikta-dovizle-vurgun/).

Ankara Tabip Odası yayını HEKİM POSTASI’nda (Kasım 2012) yer alan bu yazıyı da sizlerle paylaşmak istedik.

Çağrımızdır : Türkiye, SAĞLIK KOOPERATİFLERİ‘ni konuşmaya başlamalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
27.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===================================================

Tamamlayıcı sağlık sigortası yürürlüğe girdi
Tamamlayıcı sağlık sigortası neyi, nasıl tamamlayacak?

Kansu Yıldırım
HEKİM POSTASI, Kasım 2012
Ankara Tabip Odası aylık yayını

Geçtiğimiz günlerde Medical Park Hastaneler Grubu ve MAPFRE Genel Sigorta işbirliğinde ilk kez “tamamlayıcı sağlık sigortası” yürürlüğe girdi.

Tamamlayıcı sigortanın çok uygun fiyatlara yaptırılabilecek bir tür özel sağlık sigortası olduğu ve hastaların tek kuruş fark ödemeden söz konusu hastane grubunda tedavilerini tamamlayabilecekleri söylense de, sigorta tipinin ayrıntıları çoğu kişi tarafından bilinmiyor.

Tamamlayıcı Sağlık Sigortası nedir?

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkanlığı bünyesinde Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü 28 Haziran 2012’de bir Genelge yayımlayarak “Tamamlayıcı
veya Destekleyici Sağlık Sigortası
” hakkında kimi düzenlemeler yapmıştı.

Genelge kapsamında SGK, Kurum tarafından kapsama alınmayan, kapsama alındığı halde kısmen karşılanan, yani cepten ek ücret ödemesi yapılan ya da “bireylerin daha yüksek standartlarda sağlık hizmeti talep ettiği” durumlarda devreye giren özel sağlık sigortası türünü yürürlüğe koymuş olacağını duyurdu.

SGK sitesinde 10 Temmuz 2012’de yer alan bilgilendirme duyurusuna göre, tamamlayıcı sağlık düzenlemesi ile önceden ek ücret, otelcilik ücreti gibi hastalar tarafından cepten ödenen kısımların sigorta şirketleri tarafından ödenmesi sağlandı. Kurum tarafından ödenmesi gereken sağlık hizmetleri Kuruma, ek ücretin ise özel sigorta şir ketlerine fatura edilebilmesinin önü açıldı.

Ayrıca, sigorta şirketleri ve hastanelerin bir sağlık hizmetinin fiyatı konusunda kendi aralarında anlaşması durumunda, sağlık hizmet bedelinin SUT fiyatı Kuruma, SUT’un üzerinde kalan kısmı da sigorta şirketine fatura edilebilecek. SGK, Kurumca finansmanı sağlanmayan sağlık hizmetleri (estetik girişimler, akupunktur gibi alternatif tedaviler vs.), ek ücret tutarları ve otelcilik ücreti gibi hastadan alınabilecek tutarlar ile sağlık hizmet sunucusu ile sigorta şirketi arasında yapılabilecek anlaşmaya göre Sağlık Uygulama Tebliği fiyatları üzerinde kalan tutarları, yeni sistemin kapsadığı hizmetler içinde sayıyor.

Ne var ki, hukuksal düzenlemeler gereği hasta katılım payları özel sigorta kapsamında değil. SGK, tamamlayıcı sağlık sigortasının katılım paylarını da kapsaması için mevzuatta değişiklik çalışmaları yapıldığını da duyurdu.

Özel sektör nasıl değerlendiriyor? Tamamlayıcı sağlık sigortası hizmeti vermeyi planlayan şirketler, tamamlayıcı sağlık sigortası alanların özel hastanelere ödenen ek ücretler ile kamu hastanelerine ödenen yatak ücretlerini özel sağlık sigortasına yansıtılabilecek olmalarını bir avantaj olarak görüyor. Yeni düzenleme ile SGK tarafından kapsama alınmayan bazı harcamalar, tamamlayıcı sağlık sigortası ile kapsama alınabildiğinden, sigortası olanlar için iyi bir sağlık hizmetinin
önü açılıyor.

Özel hastane işletmecileri ise tamamlayıcı sağlık sigortası ile özel sağlık kuruluşlarının kapısının hastalara açılacağının altını çiziyor. Mevcut sistemde SGK ile sözleşme yaptıkları dal ve hastaneler için SUT fiyatlarının %30 ile % 90’ı arasında değişen farkı vatandaştan istediklerini belirten Universal Hastaneleri Grubu CEO’su
Esat Erkuş konuyla ilgili bir röportajında, SUT fiyatlarının 4 katına varan farkı artık tamamlayıcı sigorta şirketlerinden alacaklarını tahmin ettiklerini söyledi.

Sağlığın finansmanı özel sigortaya devredildi

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, tamamlayıcı sağlık sigortasının gösterilmeye çalışıldığı gibi nitelikli sağlık hizmetinin önünün açmayacağını, “T$$” şeklinde ifade ettikleri tamamlayıcı sağlık sigortası sisteminin sağlıkta soygunun yeni bir türü olduğuna dikkat çekiyor. Bu sistemin vatandaşın cebinden daha çok para çıkması anlamına geldiğini dile getiren TTB açıklamasında, “T$$”’in devreye girmesiyle
sağlık sisteminde yaşanacak olumsuzluklar şöyle sıralanıyor:

GSS, hastaların ihtiyaç duyduğu bütün sağlık hizmetlerini kapsamamaktadır/ kapsamayacaktır ve tamamlayıcı sağlık sigortasının yürürlüğe konmak istemesi
bunun bir ifadesidir.

İkinci olarak, “temel teminat paketi” içinde yer almayan sağlık hizmetleri için vatandaşların ceplerinden para ödemeleri gerekmektedir.

Üçüncüsü, kimi sağlık hizmetleri “temel teminat paketi” içinde yer alsa bile,
SGK tarafından kısmen ödenecek; kalan bölümü vatandaşların cebinden çıkacaktır.

Dördüncüsü, GSS kapsamında verilen sağlık hizmetleri “düşük standartta” olduğundan, hastalar “yüksek standartta” sağlık hizmeti için ayrıca para ödemek zorundadırlar.

Beşincisi, hükümetin bütün vaatlerinin aksine, sağlığın finansmanında
“özel sigorta” devreye girmiştir.

Bir başka itiraz da sigortacılık konusunda danışmanlık yapan firmalardan gelmiştir.

Tamamlayıcı sağlık sigortası sistemiyle oluşacak başlıca sıkıntıyı, tamamlayıcı ve destekleyici sağlık hizmetleri kapsamında muayene ücretlerinin yer almamasına bağlayan şirketler, özel veya kamu hastanesine gidildiğinde verilecek olan ve emeklilerin aylıklarından kesilen muayene ücretlerinin hastalar tarafından ödeneceğini söylemektedir.

Bu çerçeveye göre, muayene ücretleri özel sağlık sigortası kapsamında
yer almayacak
tır.

Self-Mutilasyon ya da Bir Adım Öne Çıkın!

Dostlar,

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çalışma arkadaşımız, meslek örgütümüzde de Ankara Tabip Odası Başkanı değerli meslektaşımız Sn. Prof. Dr. Özden Şener’in,
Ankara Tabip Odası’nın aylık yayın organı HEKİM POSTASI‘nın Kasım 2012 sayısında çıkan “Self-Mutilasyon ya da Bir Adım Öne Çıkın!” başlıklı yazısını paylaşmak istiyoruz.

İbret verici yazısı için sevgili Özden’i kutluyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
27.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

========================================================

Prof. Dr. Özden ŞENER
Ankara Tabip Odası Başkanı
Ankara Tıp Fak. Nöroloji AbD

Self-Mutilasyon ya da Bir Adım Öne Çıkın!

Dünyada yaklaşık 20.000 üniversite bulunuyor. ODTÜ Enformatik Enstitüsü’nün
bu yıl yaptığı çalışmaya göre İstanbul, Ankara, ODTÜ, Hacettepe, Gazi, Ege, Bilkent, İTÜ, Boğaziçi ve Sabancı üniversiteleri 8 farklı sıralama sisteminden en az birinde dünyada ilk 500’e, yani % 2.5’luk dilim içine girmiş bulunuyor. Benzer durum
tıp fakülteleri için de geçerli.

Buna karşılık, Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik İndeksi’ne göre Türkiye,
187 ülke ya da bölge arasında hala 92. sırada.

Burun kıvrılan, beğenilmeyen, hor görülen ve siyasiler tarafından küçümsenen
Türk üniversiteleri için hiç de yabana atılamayacak bu başarının, 12 Eylül darbesiyle birlikte kurulan Yükseköğretim Kurulu’na rağmen gerçekleştirilmiş olduğu su götürmez.

Bugün köklü üniversitelerimizin tıp fakültelerinin dünyadaki bilinirlikleri, saygınlıkları yüksektir. Tıp fakültesi öğretim üyeleri arasında dünyanın tanıdığı, güvendiği
sayısız bilim insanı bulunmaktadır.

92/187 sırasındaki bir insani gelişmişliğe sahip ülkenin üniversitelerinin
-hadi olağanüstü demeyelim ama- bu beklenmedik başarısını nasıl açıklayalım,
neyle izah edelim?

Acaba rektörlerin iki dudağı arasındaki öğretim üyesi atamaları izah eder mi
bu başarıyı? Yahut bebeklerin kakasında, annelerin sütünde toksik madde saptadığını bildiren bilim insanlarını etik kurullarda yargılamakla açıklanabilir mi bu başarı?
Keyfi rotasyonlar, görevlendirmeler, yargı kararlarını hiçe saymalar, bilimsel toplantılara salon yasağı koymalar mıdır başarının temelindeki ana faktörler?

Türkiye’nin üniversiteleri, tıp fakülteleri bugün dünyada saygın bir yerdeyse,
bunu sağlayanlar en başta öğretim üyeleridir, öğretim elemanlarıdır; hatta öğrenciler
ve tüm idari personeldir.

Öğretim üyelerinin de hataları, eksiklikleri olmuştur olmasına ve en acımasız
eleştiriler de üniversite içinden, öğretim elemanlarından gelen özeleştirilerdir.

Üniversitenin adı gibi evrensel, gerektiği gibi her türlü baskıdan uzak ve bağımsız olabilmesi, kendi kararlarını alıp uygulayabilmesi; ülkemizdeki üniversiter sistemin
gelişmesi, güçlenmesi ve daha başarılı olması için şarttır.

Bugün YÖK, “çağa ayak uydurabilmek” gerekçesiyle yeni bir yasa öneriyor.
Yeni yasaya göre üniversite hayatta kalabilmek için büyük ölçüde kendi parasını kazanmak zorunda. Taslakta buna “öz gelir” deniyor. Bilgi üretmek üzere
laboratuvara gireceksiniz ama bir kâr-zarar hesabı da yapmak zorundasınız.
Zira üniversitenin, sizin kullandığınız fonun karşılığını bir şekilde alabilmesi gerekiyor.

  • Türkiye hızla, tüm öğretim elemanlarının iş güvencesini yitireceği bir düzene doğru yol alıyor. Böyle bir düzen, üniversitenin sonu olur.
  • Bu bir self-mutilasyondur.

Unutun kendi emeğinizi!
Unutun katkınızı!
Koridorlarında, kliniklerinde, laboratuvarlarında geçirdiğiniz günleri, geceleri,
oralarda bıraktığınız yılları unutun!
Fakültenizi, bölümünüzü, kürsünüzü nereden nereye getirdiğinizi unutun!

Hocalarınız, öğrencileriniz için, tıp fakülteniz, üniversiteniz
için, bu ülkenin aydınlık geleceği için bugün bir adım öne çıkın!

(HEKİM POSTASI, Kasım 2012 sayısı)

29 Ekim ve 10 Kasım sonrası… ASIL GÖREV ŞİMDİ BAŞLIYOR

Dostlar,

29 Ekim ve 10 Kasım 2012 tarihsel eylemlerini geride kaldı..
Görkemli toplumsal örgütlenme ve eylemler, aynı nitemi (görkemli) hakeden başarıya ulaştı.

Ancak, anımsanacaktır, bu sitede sıklıkla geriye dönük irdelemelerde bulunuyoruz.
Bu sosyal-örgütlü (organize) enerji yoğunlaşmasının çok akıllıca yönlendirilmesi ve hedefe taşınmasının kaçınılmazlığını vurguluyoruz.

Bu bağlamda Atatürk’ün partisi CHP‘yi yeypeni bir düzlemde, yeni araçlarla,
yüksek moralli olarak halkla, bu kitlelerle buluşmaya davet ediyoruz.

  • Örn. Silivri tutsaklarının salıverilmesi için Silivri’de 1 milyonluk bir miting..
  • Demokratik kitle örgütleri ile daha yoğun ve hatta organik işbirliği, dayanışma..
  • Seçim yasasının mutlaka değiştirilmesi..
  • Başkanlık rejiminin engellenmesi..
  • Anayasa değişikliği (yanlış olarak “Yeni Anayasa” denmekte”) komisyonundan çekilme..
  • Muhalefeti sokağa taşıma; AKP’yi indirme.. vb. birlikte üretilecek politikalar..

Sayın Aydemir Ceylan emekli Validir. ADD Genel Başkan Yardımcılığı yapmıştır. Kendisiyle ADD üst yönetiminde (Genel Yönetim Kurulu) birlikte çalıştık. 29 Ekim ve
10 Kasım 2012’yi ve özellikle de SONRASINI irdeleyen kapsamlı bir yazısı var. Facebook’taki sitesinde bu yazısını 10 Kasım 2012 günü paylaştı. Ancak biz arşivleyerek özellikle gecikerek sunuyoruz size. O dalga sönümlenmemeli..
Sayın Valli’nin altı çizilmesi gereken önerilerini yineleme pahasına, aşağıda
bir kez daha paylaşıyoruz (yazı bütünlüğü içinde okunmalıdır) :

  • Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşında izlediği yol kadar olmasa da, zor,
    önü çakıllarla, tuzaklarla dolu zor bir yoldur bu. Korkusuzca ilerlemek, korku vermeden, saygıyla, sevgiyle, her şeyi biz biliriz demeden kentlerin varoşlarına, köylere, kırsal alandaki sessiz yığınlara ulaşmak, onlarla kucaklaşmak gerekir. Halkın da bu öncüleri aynı saygı ve sevgiyle kucaklayacağından
    adım gibi eminim.
  • Ancak; yola çıkarken, 29 Ekim ve 10 Kasım etkinliklerinde hayranlıkla izlediğimiz, demokratik kitle örgütleri ve gençlik gruplarının birliktelikten uzak olarak, değişik proje, anlatım ve söylemlerle halka ulaşmaları kadar yanlış, güven sarsıcı bir şey olamaz. Kuruluşlar ve gruplar arasında düşünce ve eylemde farklılıklar olabilir, doğaldır da ancak; farklılıkları giderecek, törpüleyecek uzlaşma ortamını da yaratmak onların görevidir. Aksi takdirde, karşıtlarımıza “Cumhuriyeti kutladılar, Mustafa Kemal’i andılar da ne oldu?” dedirtmek vebali ağır tarihi bir sorumluluk olur.

Sevgi ve saygı ile.
27.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

====================================================

Aydemir Ceylan
Emekli Vali

ASIL GÖREV ŞİMDİ BAŞLIYOR
29 Ekim 2012, tıpkı Cumhuriyetin 10. Yılında olduğu gibi; çağdaşlıktan, lâik, demokratik hukuk devletinden sonuçta Cumhuriyetten yana olan yurtseverler bayramı gönüllerince barış içinde kutlamak istediler.O da ne; Başkent Ankara’da sel gibi akan insanların önüne bariyerler kurulmuş, arkasında emir kulu güvenlik güçleri Ata’sına yürümek isteyenlerin karşısına dikilmişti.Orada, Cumhuriyetin ilan edildiği Ulus’taki eski TBMM’nin hemen önünde
tarihe bir kara leke olarak geçecek çok acı olaylar yaşandı.

Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’e şükran ve saygılarını sunmak için Anıtkabir’e ulaşmaktan başka amacı olmayan insanların üzerine panzerlerden su ve biber gazı sıkıldı, yaşlı kadınlar yerlerde sürüklendi, yaralandı. Kimi milletvekilleri de bundan nasibini aldı! Daha acı olaylara meydan vermemek için birileri uyardı, barikatlar gevşetildi, kaldırıldı, ya da halk barikat ve güvenlik güçlerini aşmasını bildi..
bir gün açığa çıkar, önemli olan; yüz binlerce kişinin ellerinde yalnızca Türk
Bayraklarıyla şarkılarla, türkülerle Anıtkabire, Atasına ulaşmasının önüne geçilemedi.

Yalnız Ankara’da mıydı olaylar, hayır… Balıkesir’de, İstanbul’da yurdun birçok yerinde Başkentte ulaşmak isteyen cumhuriyetçilerin otobüsleri yollarından alı konuldu,
hemen her il ve ilçede Atatürk heykellerine yasal derneklerin, kuruluşların çelenk koyması engellerle karşılaştı, istenmeyen olaylar gelişti.

Ülkenin her yanındaki coşkulu Cumhuriyet kutlamalarına kulp takmaya çalışan birkaç iktidar yanlısı kalemşor ve siyasetçi dışında, yine yandaş basındaki kimi kalemler dahi 29 Ekimde yaşanan basiretsizlikleri kınamak gereğini duydu. Dahası; gazetelerden okuyoruz ki; iktidar milletvekillerinden kimileri de kapalı kapılar ardındaki sohbetlerde de olsa böylesine yasaklara ne gerek vardı diye konuşmuş!

Sonuç: akla, mantığa, vicdanlara, evrensel demokratik uygulamalara sığmayan
her yasaklama, engellerde olduğu gibi, Cumhuriyetten yana milyonlarca insanımız
bu baskıları olgunlukla aşmasını bildi, yüreğinden geldiğince coşkuyla, heyecanla doyasıya kutladı bayramı, yarınlara olan umutlarımızı yeşertti.

Sonrası, sonrası                    :

10 Kasım 2012 : 29 Ekim kutlamalarında, yabancılara bile parmak ısırtan yurtseverlik sınavı veren Cumhuriyet sevdalıları bu defa yine Ata’sıyla buluşmak, O’na saygı ve şükranlarını sunmak için Ankara’ya aktı, amansız yağmur ve soğuğa aldırmadan ANIKABİR’İ ziyaret etti. Yalnız Ankara’da mı, İstanbul Dolmabahçe’de, Kadıköy’de, İzmir’de yurdun her köşesinde ve yurt dışında milyonlar, alanlarda, yollarda, nerede, hangi konumdaysa Dokuzu Beş geçe saygı duruşundaydı. Kurtuluş Savaşımızdaki zaferleri, kurduğu Cumhuriyet ve gerçekleştirdiği devrimlerle yalnız halkımız için değil, emperyalizmin boyunduruğundaki mazlum ülkeler halklarına da ışık saçan bir önder olarak Mustafa Kemal Atatürk’ümüzü özlemle, şükranla, saygıyla andık, Devrimlerini ebediyen korumaktaki kararlılığımızı gösterdik.

Umarım; gözleri, kulakları, ağızları ve vicdanları mühürlü olsa da, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları, sözde Atatürkçü, sözde devrimciler, kendi egosuna göre Cumhuriyetçi olanlar 29 Ekim ve 10 Kasımdaki coşkulu ve anlamlı etkinlikleri biraz olsun anlamaya çalışırlar.

Bir teşekkür ve minnet borcumu naçizane yerine getirmeliyim: her iki etkinliğin öncülüğünde ve organizasyonunda büyük bir özveri, sabır ve duyarlılıkla görev alan başta Atatürkçü Düşünce Derneği olmak üzere, öbür demokratik kitle örgütlerine, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesindeki şaşmaz öngörüsünde ne kadar haklı olduğunu gösteren kimi gençlik örgütlerine (TGB), etkinliklere katılan sevgili yurtseverlere analarının ak sütü gibi her şey helâl olsun.

Ancak; her iki etkinlikte elde edilen kazanım ve başarıların bir başlangıç, bir ileriye dönük ilk adım olmasını da naçizane dilemekteyim.

ASIL GÖREV ŞİMDİ BAŞLIYOR!

Rahmetli Ecevit’in söylediği gibi “İnsanca ve Hakça Bir Düzen”,
bağımsız, demokratik, lâik, hukuka dayalı, çağdaş, ekonomisi güçlü bir Türkiye için
neler düşündüğümüzü, neleri gerçekleştirmek zorunda olduğumuzu lafla değil,
gerçekçi projelerle halkın önüne koymak durumundayız.

  • Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşında izlediği yol kadar olmasa da, zor,
    önü çakıllarla, tuzaklarla dolu zor bir yoldur bu. Korkusuzca ilerlemek, korku vermeden, saygıyla, sevgiyle, her şeyi biz biliriz demeden kentlerin varoşlarına, köylere, kırsal alandaki sessiz yığınlara ulaşmak, onlarla kucaklaşmak gerekir. Halkın da bu öncüleri aynı saygı ve sevgiyle kucaklayacağından
    adım gibi eminim.
  • Ancak; yola çıkarken, 29 Ekim ve 10 Kasım etkinliklerinde hayranlıkla izlediğimiz, demokratik kitle örgütleri ve gençlik gruplarının birliktelikten uzak olarak, değişik proje, anlatım ve söylemlerle halka ulaşmaları kadar yanlış, güven sarsıcı bir şey olamaz. Kuruluşlar ve gruplar arasında düşünce ve eylemde farklılıklar olabilir, doğaldır da ancak; farklılıkları giderecek, törpüleyecek uzlaşma ortamını da yaratmak onların görevidir. Aksi takdirde, karşıtlarımıza “Cumhuriyeti kutladılar, Mustafa Kemal’i andılar da ne oldu?” dedirtmek vebali ağır tarihi bir sorumluluk olur.

Takıldığım bir de sözcük var: Sivil Toplum Örgütleri! 1980 darbesinden sonra dilimize sokulan bir sözcük. O günlerden bu yana, sözüm ona resmi kuruluşlar dışında ve onlardan bağımsız gönüllü kuruluşları betimlemek için de olsa, bana göre bilinçsizce ve sıkça kullanıyoruz bu sözcüğü. Söylemek istediğim öncelikle; Sivil olmayan toplum örgütü olur mu? Haydi, Sivil’i kaldırdık, tek başına Toplum Örgütü sözcüğü ne anlam taşır? İngilizcesiyle “Non-Governmental Organization, yani; devletle bağı olmayan, ondan beslenmeyen Sivil Toplum Örgütü deyişi AB’nin Türk halkına yutturmasından başka bir şey değildir. Bu tip kuruluşların pek çoğunun devletten değil ama Türkiye dışındaki kimi yabancı fonlardan, vakıflardan, örneğin Soros’tan destek, geliştirme
adı altında yüklü paralar aldıklarının, bu paraları hangi amaca yönelik olarak harcadıklarının farkında değiliz. El âlemin yardımlarıyla ayakta durmaya çalışan
sözüm ona kimi Sivil Toplum Kuruluşlarının ülkeye ve yandaşlarına ne hayrı olabilir ki?

Kimisinin ülkenin çıkarına ters çalışmalarda bulunduğu da bilinirken!

1980 öncesinde kullandığımız; Demokratik Kitle Örgütleri sözcüğünden
neden uzaklaştık anlamak güç! Adı üstünde, üyelerinin ve yandaşlarının aidatları ve yardımlarıyla ayakta duran, görev yapan, düzenlediği etkinliklerle bütçesini yoğaltan, demokratik seçimlerle işbaşına gelen ve giden, iktidarların güdümünde olmadan, kitlelere dayalı demokratik kuruluşlardı bunlar. Örneğin şimdiki Atatürkçü Düşünce Derneği, TEMA ve benzer kuruluşlar gibi…

Bu benim kişisel düşüncem, eleştiriye açığım, doğru bulanların bu görüşü paylaşmasını dilerim.

Son söz                          :
Artık neredeyse her gün, peş peşe yaşadığımız acılara bugün tam da Atatürk’ü anarken bir yenisi eklendi, 17 vatan evladını helikopter kazasında yitirdik, acılarımıza
acı kattık. Tüm şehitlerimize Allahtan rahmet diliyorum, ışıklar içinde yatsınlar.
Ailelerinin ve ulusumuzun başı sağ, terör belasını başımıza saranlara,
terörden medet umanlara lanet olsun.

Paylaşmanız dileğiyle…

Sevgi ve saygılarımla…
10.11.12, İzmir

Aydemir Ceylan 
Emekli Vali

Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu..

                                   Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanı;
                                   Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı..

                                   (İstiklal Marşı, 6. dörtlük, son 2 dize) 

                                   Mehmet Akif Ersoy 

 

Sevgi ve saygı ile.
27.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

CHP, 12 HAZİRAN GENEL SEÇİMİNDE NEDEN BAŞARISIZ OLDU, 2015’TE NEDEN BAŞARISIZ OLACAKTIR?

Dostlar,

Malatya’da yaşayan ve kendisini Alevi yazarı-düşünürü olarak tanımlayan Sayın
Rıza Güner, zaman zaman bize yazılarını yolluyor. Sağolsun, epey de yorum yapıyor sitemizde çıkan yazılar için. Bunların bir bölümünü sitemizde sizler de okuyorsunuz.

Sayın Güner’in fikirleri kendine özgü ve özgün.. Elbette kendisini bağlıyor öncelikle.
Görüşlerini bütünüyle paylaşmıyoruz elbette. Ancak kendisini ifade etmesini de arzuluyoruz. Hakaret, aşağılama vb. suç oluşturabilecek söylemler dışında değerlendirmelerine yer vermeye çabalıyoruz.

Aşağıda çoook uzun, 12 sayfalık bir irdelemesi var..

CHP, 12 HAZİRAN GENEL SEÇİMİNDE NEDEN BAŞARISIZ OLDU,
2015’te NEDEN BAŞARISIZ OLACAKTIR?

başlıklı.. Maddeler halinde çok kapsamlı bir irdeleme yapmakta..

  • Birinci Nokta
  • CHP, YETERİNCE; KAVGA ADAMI,DAVA ADAMI, FİKİR ADAMINA SAHİP OLMADIĞI İÇİN SEÇİMİ KAYBETMİŞTİR!… 
  • Genel Başkan olduğu sürece, partiyi penisinin keyfine göre yöneten ATINI SEVEN KOYBOY BAYKAL’I YENİDEN SEÇTİRMEKLE, EN AZ YÜZDE BEŞ CİVARINDA
    OY kaybı olmuştur.

Böyle başlıyor Rıza Güner çok kapsamlı irdelemesine.. ve

  • Partiniz; 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki Alman Partileri gibi, HALKLA DAYANIŞMA VAKIFLARI kurabilir; Halka sadaka vermekten, kömürden dağıtmaktan
    daha değerli bir iletişim yolu bulabilir.
  • Evet… Solda, bir yazarı aç-susuz bırakacak kültürsüzlük varken;
    sağda bir katili ortada bırakmayan bütçe ve fonlar kurmanın kültürü var.
    Bu dinci kesimde de, yüz kat daha çok…
  • Bu nedenle, onlar her zaman kazanacaktır!…
    Dilerim, siz de Baykal gibi her zaman kaybetmezsiniz….
  • Bilginize…

Saygılarımla…
2010-07-25

Rıza  GÜNER
Alevi Düşünür-Yazar
rguner.44@hotmail.com 

***************************

Şeklinde bağlıyor..

Yorum okuyucunun, yazının hukuksal sorumluluğu da bütünüyle yazarının ..

Çook uzun olması nedeniyle sitemizin yapısına uygun düşmüyor word metni olarak sunmak. Bu bakımdan pdf olarak ekliyoruz. Okumak için aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklamak gerekiyor.

CHP_12_Haziran_2011_seciminde_neden_basarisiz_oldu_2015’te_neden_basarisiz_olacak

Sevgi ve saygı ile.
26.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net