Etiket arşivi: YSK

Seçim yasakları, Cumhurbaşkanı için de geçerli

Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı seçimi de dahil olmak üzere 298 sayılı Kanun hükümleri kapsamındaki seçimler bakımından propagandayla ilgili hususlarda anılan Kanun hükümlerine tabi” (Anayasa Mahkemesi /AYM, 29.9.22 ta. Ka.; Resmi Gazete/RG: 27.12.22)

CHP, 31/3/22 ta. ve 7393 sayılı Seçim torba yasasında başlıca üç grup hükmün iptali için AYM’ye başvurdu:

– İl ve ilçe seçim kurulları için kıdem yerine kura usulü,

– Seçim kurullarının üç ay içinde lağvedilmesi,

– CB’nin Seçim yasakları kapsamına alınmaması.

HANGİ KAMU YARARI?

İl ve İlçe seçim kurulları, Şubat 1950’den bu yana, yargıçların kıdemi esas alınarak belirlendi. 7393 sayılı Yasaya göre; başkan ve üyeler, ‘en kıdemli hakim’ yerine, en az birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıfa ayrılma niteliklerini kaybetmemiş (ve disiplin cezası almamış) yargıçlar arasında, “ad çekme suretiyle belirlenir”.

Bu değişikliği Anayasa’ya aykırı bulmayan AYM, yetkisinin kuralın kamu yararı amacıyla çıkarılıp çıkarılmadığının denetimi ile sınırlı olduğunu belirtmekle birlikte, kıdemden kuraya geçilmesi ve kamu yararı arasında herhangi bir ilişki kurmamakta.

Ne var ki, kura çekilecek kadar yargıç olmayan il ve ilçelerde kıdemli yargıç kurul başkanı olarak -disiplin cezası kaydı aranmaksızın- görev yapabilecek. İki ana çelişki:

-Eğer kıdem yerine ad çekmede kamu yararı varsa, yeterli sayıda yargıç olmayan il ve ilçelerde kıdemin sürdürülmesi, kamu yararını zedelemiyor mu?

-Eğer disiplin cezası almış olmak, seçim kurulunda yer almaya engel ise, kıdem esasında bu koşulun aranmaması, genellik ve nesnellikten uzaklaşma bakımından açık bir çelişki oluşturmuyor mu?

KURULLARI DAĞITMAK

İki yıllığına belirlenen il seçim kurulu başkan ve üyeleri ile ilçe seçim kurullarının, yasanın yürürlüğe girişinden itibaren üç ay içinde lağvedilmesi, “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz” kuralına (Any., md.67/son) açıkça aykırı.

Ne var ki, “görevlerini bağımsızlık ve tarafsızlık ilkelerine göre ifa eden hakim sıfatını haiz mevcut başkan ve üyelerin yerine aynı görevleri yine aynı ilkeler çerçevesinde yerine getirmek üzere aynı güvencelere sahip başka hakimlerin belirlenmesini öngörmektedir” saptaması yapan AYM üyelerine göre, görevden almak, md.67/son anlamında “bir seçim kanunu olarak nitelenemez”.

Bu yanlış yorum, şu ana çelişkiyi açığa vuruyor: Eğer kıdem esası ve ad çekme yoluyla belirlenen yargıçlar aynı niteliklere sahip iseler, değişiklikte ne tür kamu yararı vardır?

Tek teselli kaynağı, Başkan Arslan ve 4 üyenin (Gökcan, Yıldırım, Kuz ve Hakyemez), bu görüşe katılmaması.

PROPAGANDA YASAĞI

Hükümet ilga edildiği için seçim propaganda yasağına ilişkin maddeden ‘başbakan’ çıkarılırken Cumhurbaşkanı’nın yazılmamış olması, açıkça Anayasa’ya aykırı.

AYM’nin, “Norm denetiminde tespit ya da yasama organına çağrı yapılması biçiminde bir tespit türü bulunmamakta” şeklindeki daraltıcı yorumuna karşın, seçim yasakları (298 sy. K., md.65)’nın CB için de geçerli olduğu saptaması kayda değer.

Saptama ve sonuç arasındaki çelişkiye girmeksizin, gerekçe yokluğu ve zayıflığı bakımından, yasama ve yargı faaliyetleri arasındaki paralellik açık. Üç ay gecikme ile yayımlanan AYM kararı, Anayasa’ya aykırı yasaya gerekçe üretme izlenimi veriyor.

NE RASTLANTI!

Anayasa’ya aykırı hükümlerine karşın, AYM’nin, bir madde dışında oybirliği ile reddettiği 7393 sayılı yasaya ilişkin kararı önceki günkü RG’de; buna karşılık oybirliği ile iptal ettiği limanlara ilişkin 7350 sayılı yasa maddesini yeniden düzenleyen 7429 sayılı Yasa, dünkü RG’de yayımlandı.

Soru1: AYM, cesurca oybirliği ile iptal ettiği yasayı aynen düzenleyen yasayı da oybirliği ile iptal edebilecek mi?

Soru 2: YSK, AYM’nin ürkekçe ve örtülü olarak saptadığı CB’nin siyasal yasaklara bağlılık gereklerini yerine getirebilecek mi?

Bu ve daha birçok soruya olumlu yanıt alabilmek umuduyla kutlu olsun 2023!

Bazı saptamalar ve yorumlar

Bazı saptamalar ve yorumlar

haber.sol.org,tr 26/06/2018

24 Haziran Seçimleri 2. tura kalmadan sonuçlandı. Şimdi sonuçlar çıkarma zamanı. Saptama ve yorumlarımızı birarada yapmaya çalışalım.

  • Türkiye’de siyasi partilere ve adaylara adil ve eşit olanaklar tanıyan seçim hukuku ve uygulamaları AKP öncesinde iyi-kötü çalışıyordu. AKP ile birlikte bu uygulamalar önce iyice aşındırıldı, 2011 sonrasında ve bilhassa OHAL altında girilen son iki yoklamada ise tümüyle yıkıldı. Bunun en görünür kurumsal zaafları YSK, RTÜK, AA ve TRT gibi seçim güvenliğinden ve seçim kampanyalarının eşit ve adil bir biçimde kamuoyuna duyurulmasından sorumlu kurumların tümüyle iktidarın taraflı aygıtlarına dönüştürülmesi oldu. Boşluklar da seçim yasası ve Anayasa değişiklikleri ile kapatıldı; gerekirse, Anayasa Mahkemesi’nin işbirlikçi anlayışıyla, anayasayı takmama tavırlarına (örneğin tarafsızlık yemini etmiş bir Cumhurbaşkanının iktidar partisinin genel başkanı olmasına) kapı aralandı. Yüksek yargının diğer kurumları, Danıştay ve Yargıtay da zaten içerden fethedilmişti. Güvenlik güçleri (polis, jndarma ve TSK) de zaten hiç olmadığı kadar iktidarın güdümüne girmişti. Buna özel güvenlik timleri de eklenebilir. Dolayısıyla, iktidardaki siyasi heyetin seçimleri yitirmesi, sadece bu siyasi heyeti ilgilendirmiyordu; devletin içindeki bütün AKP dönemi yapılanmasını ilgilendiriyordu. Dolayısıyla, bir Meclis ve cumhurbaşkanı değişikliğini çok aşan bir mücadele söz konusuydu; bir rejim inşa eden güce ve onun şekillendirdiği devletin tamamına karşı bir kampanya yürütülmek ve kazanılmak zorundaydı. Yani iş baştan zordu.
  • Bununla birlikte, siyasi iktidarı ve devletteki yapılanmasını ciddi anlamda kaygılandıran bir muhalefet yükselişi 2 ay gibi çok kısa bir süre içinde yaşanabildi. Seçimden önceki son resmi iş gününde üst düzey bürokrasideki boşlukların birçoğu eski AKP’li siyasilerden oluşanlarla doldurulmaya çalışılması açık bir “ya kaybedersek” telaşını yansıtıyordu. Bu kaygı ve telaşın pek de dayanaksız olmadığı AKP’nin oylarındaki 7 puanlık düşüşten, böylece Meclis’te sandalye üstünlüğünü kaybetmesinden, MHP ile seçim ittifakını şimdi de bir koalisyon biçiminde sürdürmeye mahkum olmasından da belli oldu. Ama birşey daha belli oldu: Mutlak hakimiyet inşa etme denemeleri yapan bir güç, herşeyi lehine çevirmek için giriştiği bir baskın seçimde korkulu rüyalar görmek zorunda bırakılabildi. Az şey değildir. M. İnce ve CHP tabanının bunda azımsanmayacak bir rolü olmuştur.
  • Dinci ve milliyetçi sağın yükselişinin sürdüğü bu seçimlerle bir kez daha ortaya çıktı. Aşırı sağ siyaset, siyasi alan üzerine giderek bir yağ yekesi gibi yayılıyor. AKP oy yitirmiş olabilir, ama oyunu koruyan MHP’nin yanına bir de İYİ Parti eklenmiş oldu. Üçte ikilik bir seçmen kitlesini ilgilendiriyor. (Bu kitle içindeki herkesi dinci ve milliyetçi sağ torbası içine tıkmasak ve yüzde 5-10 iskonto yapsak dahi, oran çok yüksektir). Buna Kürt milliyetçiliği yapanları da eklerseniz (azınlık milliyetçiliği diye buna sempati duyacak halimiz yok) kaygı verici bir gerilik tablosuyla karşılaşırsınız. HDP saflarından Meclis’e girip solculuk yapmaya çalışacaklardan bazılarının kafa karıştıracak misyonu da cabası. Buradan sınıf siyasetine yer açmak ciddi çaba gerektiriyor. Ama bu çabaya değer ve elbet orta erimde de sonuç alınır.
  • MHP’nin oylarını koruması bu seçimin sürprizi olarak görüldü. Anketçilerin tümünün bu konuda yanılmış olması da sürpriz bir sonuç algısını güçlendirdi. Ama, İYİ Partililerin, seçmen nabzını yoklayan siyasetçilerin, piyasa araştırmacılarının ve gazetecilerin  hesaba katmadıkları veya unuttukları bir Türkiye gerçekliği bulunmaktaydı: Partilerinden koparak parti kuranların seçim başarısı Türkiye’de hep sıkıntılı olmuştu. Mayıs 1967’de CHP’den ayrılanların kurduğu Güven Partisi ile Aralık 1970’de Adalet Partisi’nden ayrılan Demokratik Parti’nin akıbetleri hep böyle olmuştu. Tam da bu nedenle, daha sonra AKP’yi kuracak olanlar önce Erbakan’ın Fazilet Partisi’ni Abdullah Gül liderliğinde ele geçirmeye çalışmışlar, bunu başaramayınca da istifa etmeyip bu partinin kapatılmasını beklemişlerdi. Ama pasif bir beklemeyle yetinmemişlerdi; o sırada Fazilet Partisi hakkında laikliğe aykırı davranışlarından dolayı açılmış davanın bir kapatılmayla sonuçlanmasını garantiye almak için Cumhuriyet Başsavcısına dosyalarla yeni kanıtlar taşımışlardı. O kadar ki bunlar ek bir klasör olarak dava dosyasına eklenmişti. Sonuçta FP kapatılınca peşpeşe Saadet Partisi ve AKP kurulmuştu. AKP’yi kuranlar bir de sıkılmadan FP’nin kapatılmış olmasını anti-kemalist, anti-cumhuriyetçi söylemlerine malzeme yapmışlardı. İktidardaki takım, böyle bir siyasi “ahlak” anlayışından gelmektedir. İktidara tutunmak için yapmayacakları şey yoktur.
  • Peki her şeye rağmen İYİ Parti’ye oy kaptıran MHP oylarını nasıl korudu? Muhtemelen şöyle: MHP, 2015 Haziran-Kasım aralığında AKP’ye kaptırdığı seçmenini önemli ölçüde geri kazanmış olabilir. Herhalde AKP’nin itibar kaybetmesi de işine yaradı. Peki İYİ Parti nereden beslendi? Barajı kıl payı geçebilen bu parti MHP’den transfer ettiğinden daha fazlasını AKP’den kazanmış görünüyor. CHP’den de biraz katkı aldığı anlaşılıyor. İYİ Parti’nin daha fazla CHP oyunu devşirmesinin önüne geçen iki etken olmuş gözüküyor: Birincisi M. İnce etkisinin bu kanamayı durdurması; ikincisi CHP ile seçim ittifakı kurulması nedeniyle baraj sorununun ortadan kalkmış olması. Eğer bu ittifak olmasaydı, İYİ Parti’ye baraj atlatmak için CHP seçmeni ek çaba içine girebilirdi. Stratejik oy kullanan CHP seçmeninin bu çabayı HDP için gösterdiği ve HDP’nin bu destek sayesinde barajı aşabildiği açıkça belli oluyor. Bu çaba, kötünün kötüsüne (Cumhur ittifakına Meclis’te Anayasayı referandumsuz değiştirebilecek 400+ milletvekili sağlanmasına) engel olmuş durumda.
  • Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gelince, M. İnce CHP oyuna 8 puan fark atarak önemli bir oy artışı gerçekleştirmiştir. Bizim de katıldığımız seçim öncesi tahminlerine göre hem İnce hem Demirtaş beklenebilecek sonuçlar elde etmişlerdir; ama aynı şey Akşener için söylenemez; hem kendi iddiasının hem genel beklentinin çok altında kalmıştır. Akşener’in kendi partisinin oyunun altında bir performans göstermesi sürpriz olmuştur; bunun nedeni, CHP’den İYİ Parti’ye kayan oydan çok daha fazlasının Akşener’den İnce’ye yönelmiş olmasıdır. İnce, Erdoğan’ı yenebilecek bir çekim merkezi olarak öne çıkmıştır. Ancak gene de Akşener’in Erdoğan’a gidecek oyların daha önemli bir bölümünü çekebilmesi beklenirdi; bunu yapamadı (veya partisinin yaptığı kadarını başaramadı).
  • İnce, basın toplantısında kendisi ile Tayyip arasındaki 10 milyon oy farkına değinerek sonuçlara itirazı olmadığını söyledi. Oysa, %50 barajıyla girilen bir ilk tur seçiminde, bu baraj ile olan oy farkına bakılmalı. Bu da, %84 katılım oranıyla, yaklaşık 1,2 milyon oydur. Bunun yarısının öbür adaylardan kaydırılmış olması durumunda, 600 binlik bir kaydırmayla 2. tur engellenmiş olurdu. Bu miktar önemsiz değildir gene ama acaba hiç mi olasılık dahilinde değildir? Unutmayalım, 2017 referandumu %51,4 ile yitirilmesi itirazsız sindirildikten bir yıl sonra, CHP Genel Başkanı aslında o referandumda “Hayır” oylarının %51,6 ile kazandığını açıklamamış mıydı?
  • Peki bundan sonrası? Anamuhalefet partisi açısından bakılırsa, seçim öncesi yazılarımızda değindiğimiz gibi, yeni bir liderlik ve üst yönetim oluşumu için basınçlar artacaktır. Nitekim seçim akşamında CHP üst yönetiminin perişanlığına bakılırsa bu basınçlara direbilmek de zor olacaktır. Peki, eğer CHP Genel Başkanı istifasını açıklayarak bir olağanüstü genel kurul çağrısı yapmazsa, parti içi muhalefet bunu yapabilecek midir? Muhalefet olağanüstü kurultay çağrısını yerel seçimler öncesine mi denk getirecektir veya sonrasına mı öteleyecektir? Kıran kırana bir genel başkanlık yarışmasına mı tanık olunacaktır? Ya da mevcut genel başkan, olağanüstü kurultayı yerel seçimler sonrasına öteleme koşulunu içeren bir çekilme iradesi mi geliştirecektir? Göreceğiz.
  • Ülke ve toplum açısından huzurlu günlerin beklenemeyeceğini daha önceki yazılarımızda vurgulamıştık. AKP ve Erdoğan şimdiye dek en iyi yaptığı şeyi yapmaya devam edecektir: Toplumu ayrıştırmak, din temelli bir eğitime ve devlet yapılanmasına yönelmeye devam etmek, kendi sermayedarlarını özellikle palazlandırmak, emekçilerin haklarını tayınlamak, kamu mallarını haraç mezat peş keş çekmek, OHAL rejimini (belki kısa bir aradan sonra) sürdürmek, ekonomide neo-liberal sistemin kısıtları dışına tek bir adım atmamak, bu arada adım adım yaklaşan ekonomik krizin sonuçlarını (IMF’li veya IMF’siz bir programla) emekçilere yüklemek… Bütün bunların yapılabilmesi için de otokratik rejimin vidalarını daha fazla sıkmak durumunda kalmak. Buyurun yeni Cumhurbaşkanlığı sisteminin faziletlerine…

Emin Çölaşan: Boşuna beklemişiz.. yazısı ve YSK Kararı..


Emin Çölaşan: Boşuna beklemişiz.. yazısı ve YSK Kararı.. 


Dostlar
,

YSK tüm meşru ve yasal, hukuka uygun beklentileri boşa çıkardı ve yalnız Türk Hukuk ve siyaset sistemine değil bizce dünya hukuk – siyaset bilimi yazınına da geçecek “Türkiye’ye özgü” bir karar verdi!

11 yüksek yargıçtan oluşan ama 7 üye ile çalışan Yüksek Kurul (AY md. 79) 4’ü yedek), onca somut ve net kanıtı görmezden gelerek Başbakan R.T. Erdoğan‘ın “kamu görevlisi” olmadığına hükmetti!? Buna göre, diyelim hakaret davalarında mahkemeler Erdoğan’ı kamu görevlisi say(a)mayabilecek.. Öyle ya, koskoca Yüksek Seçim Kurulu’nun 4’ü Yargıtay’dan, 3’ü de Danıştay’dan gelen yüksek yargıç üyeleri,
kendi türüne özgü bir içtihat kararı ürettiler! Hangi 1. derece (bidayet) mahkemesi ya da doktrin yazarı onlardan daha iyi bilebilir ki?

Anımsanacağı üzere, biz de bu sitede yayımladığımız bir dilekçe ile, bir dizi hukuksal gerekçe ve mahkeme kararını örnek göstererek, kişisel olarak YSK’na başvurmuş ve  Erdoğan’ın 12. Cumhurbaşkanının seçiminde, kamu görevlisi olduğundan kalkarak 11.7.14 günü adaylar kesinleştirilirken kamu görevinden de kendiliğinden çekilmiş sayılması gerektiğine hükmedilmesini dilemiştik. Yurttaşlık hukukumuza dayanarak
AY md. 74 ile düzenlenen dilekçe hakkımızı kullanmıştık (http://ahmetsaltik.net/2014/07/08/yuksek-secim-kurulu-baskanligina/; 20686 kayıt no).

Yüksek Kurul, yasal süresi içinde dilekçemize yanıt verecektir umarız. O zaman
bu metni yayımlar ve sizlerle paylaşırız. Eğer YSK bu kararını kamuoyuna açıklamış olmasını biz çok sayıda olmayan dilekçe sahiplerine yanıt olarak saymazsa..
Burası Türkiye.. “Basın yayımladı, dünya alem duydu, bir de sana kişisel yanıt mı yazacaktık??” diyebilirler.. Böylelikle bir “hukuk dersi” daha vermiş olurlar hepimize..

Aşağıda Sn. Emin Çölaşan‘ın konuya ilişkin haklı sitemlerle yüklü yazısını paylaşalım istiyoruz.. İçimizi boşaltamıyoruz uğradığımız hukuk ve adalet beklentimizin karşılanmaması durumunda.. Sözcüklerimizin ölçüsünü azıcık kaçıracak olsak gelsin ceza ve tazminat davaları..

Peki… toplumun adalet duygusu böylesine sürgit zedelenir, toplumsal vicdan
tatmin edilmezse, hangi teknik ustalıklı virtüöz çıkarımlara – yorumlara maddi kanıtlara.. dayanırsa dayansın yargı kararları etkinliğini ve saygınlığını nereye dek sürdürebilir ve barışçı – demokratik adil – hukuk düzeni kaç vakte dek yaşatılabilir??
Temel sorunsal budur!

Bir ülkede hukukun siyasallaştırılması kadar korkunç bir başka tehlike
gösterilemez. Türkiye bu zor ve kritik dönemeçleri de aşarak yoluna devam edecektir. Tarih baba da sahnedeki tüm oyuncuları yerli yerince yargılayarak hükmünü verecek
ve herkesi hakettiği yere oturtacaktır. Heredot‘tan beri Tarih baba bu işi yapıyor, geleneğidir.

Sevgi ve saygıyla
13.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Boşuna beklemişiz! 

Emin Çölaşan
Emin Çölaşan

Sevgili okuyucularım,

Burada ben birkaç kez yazdım… Muhalefet partileri çeşitli zamanlarda dilekçeyle başvurup Yüksek Seçim Kurulu’na itirazda bulundular.

Neydi konu? İzin verin, bir kez daha yazayım.
Resmi Gazete’de 26 Ocak 2012 günü yayınlanıp yürürlüğe giren
Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’nun 11. maddesi
 çok açık. Özetliyorum:

“Cumhurbaşkanı adayı gösterilen hakimler, savcılar, yüksek yargı organları mensupları, yüksek öğretim kurumlarındaki öğretim elemanları, YÖK ve RTÜK üyeleri, kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan DİĞER KAMU GÖREVLİLERİ…
aday listesinin kesinleştiği tarih itibariyle görevden ayrılmış sayılır. Bu durum Yüksek Seçim Kurulu’nca aday gösterilenin bağlı bulunduğu bakanlığa veya KURUMA bildirilir.”

Kanun hükmü çok açık. Yorumlamak ve sonuca varmak için hukukçu olmaya gerek yok.

* * * * *

YSK, kesin aday listesini dünkü Resmi Gazete’de açıkladı. Üç kişinin aday olduğu belirtildi. Ekmel Bey, Selahattin Demirtaş ve Tayyip.
İlk ikisi kamu görevlisi değil. Tayyip’in durumu ise farklı.
Başbakanlık koltuğunda oturuyor ve resmen kamu görevlisi.
Maaşını devletten -Devlet Personel Yasası uyarınca- alıyor, hükümetin ve hatta devletin başında.Şimdi Yüksek Seçim Kurulu, herhalde şu karara varmış oluyor:
“Tayyip kamu görevlisi değildir!..”
O halde nedir? Özel sektörde mi çalışmaktadır, yoksa kanunda belirtildiği biçimde
işçi niteliği mi taşımaktadır?
Yüksek Seçim Kurulu bu sorulara açıklık getirmekle yükümlüdür.
Ancak böyle bir açıklamanın Tayyip’in Yüksek Seçim Kurulu tarafından yapılmasını beklemek abestir. Elbette ki suskunluğa bürünecek, bu konuda bir şey söylemeyecektir.

* * * * *

Yedi kişiden oluşan bu Kurul’un tüm üyeleri hukukçu. Dördü Yargıtay, üçü Danıştay Genel Kurulu tarafından seçiliyor. Hele hukukçulardan oluşan böyle bir yapının bu çok önemli olayı göz göre göre ıskalayıp boş vermesi, akıl alacak şey değildir.
Bu ıskalamanın mutlaka bir gerekçesi olması gerekir. Nedir o gerekçe? Bilinmiyor!

* * * * *
Şimdi şu önümüzdeki süreçte yaşayacağımız olaylara bakınız!.. Seçime üç aday katılıyor. Selahattin Demirtaş’ın kampanya için parası olduğunu sanmıyorum.
Ekmel Bey öyle. Peki ya Tayyip?..
Elinde sonsuz para gücü var. Buna ek olarak devletin parasını ve olanaklarını dibine kadar kullanıyor ve kullanacak.

Mitinglerine devletin uçakları ve helikopterleri ile gidiyor, miting harcamalarını
kim olduğu bilinmeyen birilerine yaptırıyor. Devletin valileri ve kaymakamları emrinde.
Devletin tarafsız olması gereken TRT’si yalnızca ve yalnızca O’na çalışıyor.
Satılık-yandaş-onursuz havuz medyası derseniz yine öyle.
Devletin bütün kurumları -asker, polis, MİT, üniversiteler, anket firmaları,
Tayyip tarafından semirtilen büyük işadamları ve müteahhitler, Meclis, hükümet,
aklınıza kim ve neresi gelirse Tayyip’in emir kulu. Paralar O’nun için su gibi akıtılıyor.
Zaten kurulmuş olan TEK PARTİ DEVLETİ, bütün gücüyle Tayyip’e çalışıyor.

* * * * * *
Yüksek Seçim Kurulu’nun görevi yalnızca oy sayım işlerini örgütleyip denetlemek ve kesin sonuçları ilan etmek değildir. En önemli görevlerinden biri yasada yer alıyor:

Seçimlerin adaletli, eşit koşullarda ve tarafsızlık içinde yapılmasını sağlamak.
Şimdi böyle bir seçim ortamında, Tayyip o makamda oturduğu sürece adaletten,
eşit koşullardan
 ve bu YSK’nın tarafsızlığından söz etmek mümkün müdür?
Elbette ki değildir.

* * * * * *
Yüksek Seçim Kurulu’na kendi genel kurulları tarafından seçilen dört Yargıtay ve üç Danıştay üyesi, bu görevleri nedeniyle hakim maaşları dışında yüklüce bir ödenek-tazminat alıyor. Bu kurula üye seçilmek çoğu Yargıtay ve Danıştay üyesi tarafından bir angarya olarak görülür ve her iki kuruluşta bu işlem öncesinde toplantılar yapılarak dostça kararlara varılır:

“Falanca arkadaşımızın ev borcu var… Filancanın çocukları yurt dışında okuyor. YSK’ya onları seçelim de parasal açıdan biraz rahat etsinler.”
Yedi üyenin hepsi için olmasa bile, seçimler genelde böyle yapılır. Seçilecek kişinin de onayı alınınca iş tamamdır ve üye seçimi gerçekleşir.

* * * * * *
Hiç kuşkunuz olmasın, Tayyip bu cumhurbaşkanlığı seçimini kazandığı takdirde, Yüksek Seçim Kurulu’na olan manevi borcunu ömrü boyunca ödeyemez.
Onu yasanın açık hükmüne karşın görevinde tutan, kamu görevlisi olduğunu bir türlü anlamak istemeyen Yüksek Seçim Kurulu’nun yedi üyesi hem millet, hem de tarih önünde sorumlu olacaktır.

Bu kadarı ayıptır, yazıktır, günahtır.

* * * * * *
Burada sık sık her kesimden yandaşlara değiniyorum.

Lütfen, Allah rızası için söyleyin, bundan daha büyük yandaşlık olur mu? Hem de
seçim güvenliğinin emanet edildiği yedi hukukçu bu gerçekleri nasıl olur da görmez?
Şimdi bunları okuyunca belki içlerinden diyecekler ki;

“Sen cahilsin, kardeşim, sen hukuktan ne anlarsın! Kararımızın gerekçesi açıktır. Tayyip kamu görevlisi değildir. O yüzden de, seçime kadar görevinden istifa etmesine gerek yoktur… Dolayısıyla seçime başbakan olarak girip devlet parasını kullanmasında hiçbir sakınca yoktur. Öteki iki aday da başlarının çaresine baksınlar. Aday gösterilirken bize mi sordular!”

* * * * * *
Ey seçim güvenliğinin, eşitliğinin ve adaletinin emanet edildiği Yüksek Seçim Kurulu!..
Bu kadar suçlanmaktan, eleştirilmekten ve böylesine zan altında kalmaktansa,
bir zahmet edip bir açıklama gönderin, şu kararınızın gerekçesini bu naçiz ve
cahil kulunuza da bir anlatıverin… Ve aynen yazayım, herkes öğrensin!

Cumhurbaşkanı Seçim Süreci “meşru değil” !


Cumhurbaşkanı Seçim Süreci “meşru değil” ! 

Dostlar,

Hukuk Profesörü Sayın Hayrettin Ökçesiz‘in bu günkü Cumhuriyet Bilim – Teknik’te
yer alan makalesi çok düşündürücü..

Sayın Ökçesiz, başlatılan

  • Cumhurbaşkanı Seçim Sürecinin “meşru olmadığını” vurguluyor 

ve yurttaşlara çağrı yapıyor..

Bildiiğiniz nedenlerle ancak pdf olarak Cumhuriyet arşivinden parça başı ücret ödeyerek indirebiliyoruz. Gazete 1 TL ama salt bu makale 40 Krş.. Biz 200 TL peşin ödeyerek 500 pdf dosyası indirme hakkı satın almıştık.. (En ucuz tarife bu..)

Bu önemli metni okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi linki) tıklar mısınız??

cumhurbaskanı_secimi_sureci_mesru_degil

Bu arada YSK‘nın, tüm başvuruları reddederek, sıralanan somut ve açık hukuksal gerekçeleri dikkate almayarak, Başbakan R.T. Erdoğan‘ın Cumhurbaşkanı seçimindeki adaylığı nedeniyle Başbakanlıktan istifa etmesinin gerekmediği yönünde karar almış bulunuyor. YSK’nın bu kararı çok tartışmaya açıktır ve gerekçeleri irdelenecektir. Bizim ve ADD Genel Merkezi’nin YSK’ya itiraz metinleri
kapsamlı gerekçeli olarak web sitemizde yayımlanmıştır.

Ne yazı ki, YSK kararları Anayasa’ya göre kesindir ve bir başka yargı organınca
temyiz yoluyla incelenmesi yolu kapalıdır (AY md. 79 : … Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz..). Kurula itiraz ile bir kez daha görüşülmesini istemek de.. Oysa en azından bu 2. yol açık olmalı, gerekçeleri üzerinden YSK kararı ülkede uzmanlarca eleştirilebilmeli ve bu dayanaklar zemininde
2, kez görüşme olanağı olabilmeliydi. Bu durumuyla YSK ülkemizde Anayasa Mahkemesi’nin denetimi dışında bırakılmıştır.. Üyelerinin yüksek yargıç olmaları gerekçesiyle (6’sı Yargıtay, 5’i Danıştay üyesi).. Oysa Danıştay’ın, Yargıtay’ın.. kararları Anayasal yargıya açıktır, bu 2 Yüksek Mahkeme’nin üyeleri de Yüksek yargıçtır..

HSYK ve YSK Türk Hukuk Sisteminde sorunlu kurumlar olarak durmaktadır..

AYM kararları için AİHM yolu açıktır.. Sanırız YSK kararları için de çok doğallıkla
öyle olmalıdır. Çünkü iç hukuk yolu YSK kararıyla tek dereceli ve tek yanlı -yargısal- tasarrufla tükenmektedir..Dileyelim TBB veya İstanbul Barosu YSK’nın bu
hukuksal bakımdan onaylayamadığımız kararını AİHM’ne taşısınlar..

“Meşru olmayan” bu seçim süreci AİHM katında “hukuk dışı” olarak görülsün..

Türkiye, bindiği dalı, en temel güvencelerinden HUKUK DEVLETİ ilkesini göz göre göre katlediyor.. Kendi Anayasası’nın 2. maddesinde sayılan 6 temel nitelikten biri olan “Hukuk devleti olma” nitemini hoyratça buduyor..

Bu çok tehlikeli bir gelişme.. Olası kaçınılmaz sonuçları biri ürkütüyor..
En Yüksek Hukuk Kurumlarının hukuku hiçe saydığı, hukukun siyasallaştırılarak siyasetçilerin ve siyaset kurumunun güdümüne bırakıldığı bir ülkede
başa hangi felaketler gelmez ki??

Sevgi ve saygıyla
11.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Temiz ve Adil Seçim


Dostlar
,

Bizim de üyesi olduğumuz ADD Bilim – Danışma Kurulu,
seçimlerle ilgili bir rapor hazırladı..

* Temiz ve Adil Bir Seçim

Şöyle başlıyor :

Giriş                  :

Demokrasinin önemi ve gerekliliği

Ülkemiz yalnızca içerideki sosyo-ekonomik sorunlarla değil, aynı zamanda
Bölgesel ve Küresel ölçekte yaşanan çok boyutlu, büyük yaşamsal sorunlarla da karşı karşıyadır. Dünyamızda ve buna paralel olarak Ülkemizde nüfus dizginsiz bir şekilde çoğalmaktadır… Dünya nüfusu her gün 200 bin kişi, Türkiye nüfusu her gün
3 bin kişi artmaktadır. Öte yandan önlenmesi artık neredeyse olanaksız duruma gelen olumsuz iklim koşullarının  yol açacağı susuzluk, açlık, salgın hastalıklar tehdidi ve bunların sonucunda meydana gelecek kaos ortamı ile karşı karşıya kalacak olan insanlık, 21. Yüzyılı büyük bir kıyıma uğramadan salimen atlatabilmek için sosyal ve ekonomik alanda bilim ve teknoloji destekli aranışlar içindedir…”

Bu kapsamlı raporu paylaşmak istiyoruz.. 10 sayfa olduğundan pdf olarak vereceğiz..

Önümüzdeki 3 seçimin -elbette daha sonrakilerin de- dürüst / adil / saydam yapılması ülkemizin esenliği bakımından yaşamsal önem taşıyor..

Öte yandan TEMİZ SEÇİM PLATFORMU da çalışmalarını sürdürüyor..

Sayın Yaşar Okuyan (Eski Bakan), Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan (Eski Müsteşar ve ADD Bilim – Danışma Kurulu Başkanı) ve Sayın Tacidar Seyhan (Eski milletvekili ve Bilişim Uzmanı) öncülüğünde çaba gösteriyorlar. Bu etkinlikleri

https://www.facebook.com/TemizSecimPlatformu

adresinde izlemek olanaklı..

temizseçim@gmail.com 

ve

twitter.com/TemizSecim

adreslerinden de iletişim kurmak olanaklı..

“Temiz ve Adil Bir Seçim”

Başlıklı raporu okumak ve paylaşmak için lütfen tıklar mısınız??
Güncellennmiş biçimini bu gün bir kez daha sunuyoruz.. (13.11.13)
(Daha önce 21.9.13’te sitemizde yayımlamıştık..)

Hem word dosyası pdf olarak hem de power point yansılarıyla ppsx olarak..

Bu 2 önemli dosyayı özenle irdelemek ve yaymak gerek.
Uygulanması için çoook çaba göstermek gerek çook..

Temiz_ve_Adil_Seçim_guncellenmis_13.11.13

Seytan_ucgeninde_demokrasi_oyunu.æ.13.11.13

Rapor şöyle bağlanıyor :

Öneriler                           :                

1. Oransal (Nispi) temsil sisteminin temsilde adalet boyutunu zedeleyen ülke barajı % 10 oranından, gerçek bir demokraside makul sayılabilecek % 5 oranına düşürülmelidir.

2. Bir seçim çevresinde kullanılan geçerli oyların o çevreden çıkacak milletvekili sayısına bölünmesiyle elde edilecek sayıdan daha az oy alan siyasi partilere
veya bağımsız adaylara milletvekilliği tahsis edilmediğinden, boşa giden oylar ülke genelinde değerlendirilmelidir. Bunun için 1965 seçimlerinde uygulanılan
ulusal artık” (milli bakiye) sisteminden yararlanılabilir. Seçim çevrelerinde milletvekili tahsis edilmeyen siyasal parti oyları ülke genelinde toplanıp
550 milletvekilli Parlamentoda sayısı 25-50 olarak ülke baraj oranına göre belirlenebilecek Türkiye milletvekilliğinin kazanılmasında değerlendirilebilir.

Ülkemiz için en demokratik uygulama olacak bu sistem,
ulusal artıklı oransal temsil sistemi olarak adlandırılabilir.

3. Bir başka 12 Eylül mirası olan parti içi organların oluşumunda ve milletvekili adaylarının saptanmasında parti merkezleri ile liderlerin olağanüstü yetkilerine kısıtlayıcı hükümler getirilebilir. Partilerde liderlerin mutlak egemenliği vardır. Milletvekili adaylarını liderler belirlemek, seçmenlerin aslında milletvekili seçmekten çok liderlerin tercihlerini oylamaktadır.. 

4. Adayların belirlenmesinde, bütün partili üyelerin katılımıyla belli oranda
(örneğin % 75-90) zorunlu duruma getirilebilir.”

ADD BDK Bilim Danışma Kurulu) Başkanı Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan ve aynı Kurulun üyelerinden Sn. Uluç Gürkan‘a nitelikli emekleri için şükranlarımızı sunarız.

Bizim de eklemelerimiz var, dikkat ve ilginize sunarız                                   :

30 Mart 2014 seçimleri herhangi bir yerel seçim değil. Bir kez, 750+ bin nüfuslu 14 yeni il Büyükşehir Belediyesine dönüşüyor. Böylece 30 ilde il genel meclisi ve il özel idaresi kalkıyor; yerini Büyükşehir belediye meclisi alıyor. Belediye sınırları il sınırları oluyor. 16 bin köy mahalleye dönüşüyor (17 bin köyümüz kalıyor..). Yerel yönetim güçlendirilerek mülki idare geri çekiliyor. Vali 2. plana alınırken, Büyükşehir Belediye Başkanları kentin seçimle gelen asıl güçlü yöneticileri oluyor. Merkezi idarenin vesayet yetkisinin de iyice sınırlandırıldığı bu yapıda, Anayasanın idarenin bütünlüğüne ilişkin 123. maddesi adeta arkadan dolanılarak boşa çıkarılıyor. Açıkçası, yerel özerklik aldatmacası ile federal yönetime ve giderek bölünmeye zemin hazırlanıyor.. Büyükşehir Belediye Başkanları
Eyalet Valisi / İmparator gibi olacaklar adeta. 2. olarak, bu seçimi izleyen Temmuz 2015 genel seçimlerinde iktidarın eli güçlenecek bu seçimde başarılı olduğu ölçüde. O arada da bölücü “yeni anayasa” tuzağı dahil
pek çok yıkıcı tasarımını ülkeye dayatmayı sürdürebilecek. Oysa bu yerel seçimlerde geriletilen bir iktidar için domino etkisiyle genel seçim ve öncesinde Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ciddi zemin yitirme söz konusu.

Ayrıca seçmen kütüklerini İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü bünyesinde MERNİS yürütecek. Son derece güven yitirmiş bir kurum olarak TÜİK’in burada payı ne olacak? TÜİK, yakın geçmişte ülkemizin nüfus ve seçmen sayıları ile ilgili olarak milyonlarca oyu bulan ağır fiyaskoların sorumlusu. Örn. 2000 yılı nüfusu 67,8 milyon, 2007 nüfusu ise tam 7 yıl sonda yalnızca 2,8 milyon, yılda 400 bin artışla 70,6 milyon! Oysa ortalama 1 milyon yıllık nüfus artış hızıyla 7 milyon nüfus artışı bekleniyor.. 4,2 milyon dolayında nüfus kayıp! TÜİK buharlaştırmış! Mızrak çuvala sığmayınca da herhalde sonraki yıllara yedirilmiş olmalı (??).
Bu durumda, seçim güvenliğinden asıl sorumlu anayasal kuruluş olan YSK hangi güvenilir (!?) veri tabanına dayanarak seçmen kütüklerini oluşturacak. YSK’nın buna itiraz etmesi gerek. Gerekirse bir kez daha “de facto” nüfus sayımı yapılarak gerçek nüfus belirlenmeli. Halen yürütülen “de jure” sayımda kabul edilemez milyonlarca oynama nasıl görmezden gelinebilir? YSK’ya ziyaretlerle üzerinde sıkı kamuoyu baskısı yaratılmalı ve mutlaka geçerli – güncel – güvenilir nüfus sayımına dayalı seçmen kütüklerini oluşturması istenmelidir.

3. olarak, seçimler sırasında toplanan veriler UYAP ağı üzerinden YSK’ya taşınacaktır! Niçin? UYAP (Ulusal Yargı Ağı Projesi) Adalet Bakanlığı yönetimindedir. Bu Bakanlık, genel seçimlerde istifası gereken 3 bakandan biridir. Anayasa bu denli tarafsızlık ve seçim güvenliği gözetirken, bu ağın teknik – güvenlik – politik sorunları bir yana bırakılsa bile (!?) neden YSK için, salt bu amaca dönük bir ağ altyapısı kurulmaz? Ülkede sıklıkla genel – yerel seçimler yapılmakta, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve referandumlar söz konusu olabilmektedir. Böylesi bir ağ ekonomik de olacaktır ayrıca. YSK, Anayasal görevini tam olarak yerine getirebilmek için Hükümetten bu vb. somut istemlerde bulunmalıdır. Aksi durumda siyasetin her türlü yönlendirmesine (manüplasyonuna) açık, asla güvenilemez verilerin bir tür eli mahkum noterine indirgenebilecektir YSK! Seçimlerde bu tür uygulamalar olursa ülke barışı ve huzuru çok ağır yara alır, ciddi ve ağır karışıklıklar çıkabilir ve denetimi hiç kolay olmaz.

4. olarak; parmak boyanması yöntemine dönülmeli, yinelenen ve hak sahibi olmayanların oy kullanmaları kesinlikle engellenmeli, hak sahiplerinin de
seçmen listeleri vb. oyunlarla oy hakkını yitirmelerine izin verilmemelidir.
YSK’nın kurulması, Anayasal bir kurum olarak tanımlanması, kararlarının
kesin olması ve
itiraz edilememesi gibi güçlendirici yönetsel araçlar bu amaçlarla YSK’ya tanınmış statü ayrıcalıklarıdır.

Bu bağlamda SURİYE’li SIĞINMACILAR kesinlikle oy kullanmamalıdır, vatandaş yapılmamalıdır. Her tür insancıl yardımı yapmak başka birşeydir,
ucuz – rastgele vatandaşlık vermek çok başka bir şey.. T.C. Vatandaşlığı öylesine ucuz değildir. En az 5 yıl ülkede oturmak ve bir dizi koşulu sağlamak gerekir. Hükümet bu yollara da yönelebilir; konuya ilişkin kamuoyu duyarlığı sağlanmalı ve Hükümet ciddi biçimde uyarılmalıdır. Örneğin “Suriyeliler asla!” gibisinden bir slogan geliştirilerek sıklıkla kullanılabilir, kamuoyu duyarlığı sağlanabilir.

ADD bu amaçlarla bir Yerel Seçimler ve Güvenliği Kurulu” oluşturabilir
ve DKÖ – STK ile, siyasal partilerle yoğun iletişim ve etkileşime girebilir.
Yerel seçimler için yeni yasal düzenleme olanağı kalmamıştır (Anayasa md. 67/son). Ancak sonraki Temmuz 2015 seçimleri için kalan süre 6 ay dolayındadır (Haziran 2014 sonu).

TBMM içindeki anamuhalefet ve muhalefet, eğer genel seçim yasası temsilde adaleti sağlayacak biçimde düzeltilmezse dahası, iktidar tersi yönde adımlar atarsa, SEÇİMLERİ BOYKOT dahil ciddi ciddi seçenek planlar yapmalıdır.
Bile bile lades demenin anlamı ve mantığı yoktur. Kapsamlı mitinglerle kamuoyu yeterince
duyarlı kılınabilir ve AKP üzerinde toplumsal – politik baskı kurulabilir, kurulmalıdır. 

Halk 29 Ekim’de meydanlarda neler istediğini haykırmıştır. 10 Kasım’da (2013)
bu kararlılık daha da büyümüştür. Anıtkabir ziyaretçilerinin sayısının 29 Ekim’deki
(2013) 438 bini 2,5 ile çarparak 1 milyon 90 bine ulaştığını ve tüm zamanların rekorunu kırdığını büyük sevinçle öğreniyoruz!)
Ulusa doğru ve etkin siyasal önderlik yapmak, anamuhalefet ve muhalefetin tarihsel – kritik görevidir.

Son olarak, seçimler uluslararası yansız kişi ve kurumların gözlemine
açık olmalıdır.

*********************************

Sevgi ve saygı ile.
13.11.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net