Etiket arşivi: kamu yararı

Seçim yasakları, Cumhurbaşkanı için de geçerli

Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı seçimi de dahil olmak üzere 298 sayılı Kanun hükümleri kapsamındaki seçimler bakımından propagandayla ilgili hususlarda anılan Kanun hükümlerine tabi” (Anayasa Mahkemesi /AYM, 29.9.22 ta. Ka.; Resmi Gazete/RG: 27.12.22)

CHP, 31/3/22 ta. ve 7393 sayılı Seçim torba yasasında başlıca üç grup hükmün iptali için AYM’ye başvurdu:

– İl ve ilçe seçim kurulları için kıdem yerine kura usulü,

– Seçim kurullarının üç ay içinde lağvedilmesi,

– CB’nin Seçim yasakları kapsamına alınmaması.

HANGİ KAMU YARARI?

İl ve İlçe seçim kurulları, Şubat 1950’den bu yana, yargıçların kıdemi esas alınarak belirlendi. 7393 sayılı Yasaya göre; başkan ve üyeler, ‘en kıdemli hakim’ yerine, en az birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıfa ayrılma niteliklerini kaybetmemiş (ve disiplin cezası almamış) yargıçlar arasında, “ad çekme suretiyle belirlenir”.

Bu değişikliği Anayasa’ya aykırı bulmayan AYM, yetkisinin kuralın kamu yararı amacıyla çıkarılıp çıkarılmadığının denetimi ile sınırlı olduğunu belirtmekle birlikte, kıdemden kuraya geçilmesi ve kamu yararı arasında herhangi bir ilişki kurmamakta.

Ne var ki, kura çekilecek kadar yargıç olmayan il ve ilçelerde kıdemli yargıç kurul başkanı olarak -disiplin cezası kaydı aranmaksızın- görev yapabilecek. İki ana çelişki:

-Eğer kıdem yerine ad çekmede kamu yararı varsa, yeterli sayıda yargıç olmayan il ve ilçelerde kıdemin sürdürülmesi, kamu yararını zedelemiyor mu?

-Eğer disiplin cezası almış olmak, seçim kurulunda yer almaya engel ise, kıdem esasında bu koşulun aranmaması, genellik ve nesnellikten uzaklaşma bakımından açık bir çelişki oluşturmuyor mu?

KURULLARI DAĞITMAK

İki yıllığına belirlenen il seçim kurulu başkan ve üyeleri ile ilçe seçim kurullarının, yasanın yürürlüğe girişinden itibaren üç ay içinde lağvedilmesi, “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz” kuralına (Any., md.67/son) açıkça aykırı.

Ne var ki, “görevlerini bağımsızlık ve tarafsızlık ilkelerine göre ifa eden hakim sıfatını haiz mevcut başkan ve üyelerin yerine aynı görevleri yine aynı ilkeler çerçevesinde yerine getirmek üzere aynı güvencelere sahip başka hakimlerin belirlenmesini öngörmektedir” saptaması yapan AYM üyelerine göre, görevden almak, md.67/son anlamında “bir seçim kanunu olarak nitelenemez”.

Bu yanlış yorum, şu ana çelişkiyi açığa vuruyor: Eğer kıdem esası ve ad çekme yoluyla belirlenen yargıçlar aynı niteliklere sahip iseler, değişiklikte ne tür kamu yararı vardır?

Tek teselli kaynağı, Başkan Arslan ve 4 üyenin (Gökcan, Yıldırım, Kuz ve Hakyemez), bu görüşe katılmaması.

PROPAGANDA YASAĞI

Hükümet ilga edildiği için seçim propaganda yasağına ilişkin maddeden ‘başbakan’ çıkarılırken Cumhurbaşkanı’nın yazılmamış olması, açıkça Anayasa’ya aykırı.

AYM’nin, “Norm denetiminde tespit ya da yasama organına çağrı yapılması biçiminde bir tespit türü bulunmamakta” şeklindeki daraltıcı yorumuna karşın, seçim yasakları (298 sy. K., md.65)’nın CB için de geçerli olduğu saptaması kayda değer.

Saptama ve sonuç arasındaki çelişkiye girmeksizin, gerekçe yokluğu ve zayıflığı bakımından, yasama ve yargı faaliyetleri arasındaki paralellik açık. Üç ay gecikme ile yayımlanan AYM kararı, Anayasa’ya aykırı yasaya gerekçe üretme izlenimi veriyor.

NE RASTLANTI!

Anayasa’ya aykırı hükümlerine karşın, AYM’nin, bir madde dışında oybirliği ile reddettiği 7393 sayılı yasaya ilişkin kararı önceki günkü RG’de; buna karşılık oybirliği ile iptal ettiği limanlara ilişkin 7350 sayılı yasa maddesini yeniden düzenleyen 7429 sayılı Yasa, dünkü RG’de yayımlandı.

Soru1: AYM, cesurca oybirliği ile iptal ettiği yasayı aynen düzenleyen yasayı da oybirliği ile iptal edebilecek mi?

Soru 2: YSK, AYM’nin ürkekçe ve örtülü olarak saptadığı CB’nin siyasal yasaklara bağlılık gereklerini yerine getirebilecek mi?

Bu ve daha birçok soruya olumlu yanıt alabilmek umuduyla kutlu olsun 2023!

Profesyonelleşme olgusu ve kamu yönetimi

Prof. Dr. İ. Melih Baş

Son günlerde kamu yönetiminde çalışan siyasal bürokratlar ile ilgili ekonomik skandalların ardı arkası kesilmiyor. Örneğin bir Bakanın eşinin yönetim kurulu başkanı olduğu şirketin ürettiği malları Bakanın başdanışmanı olan kişinin sahibi olduğu şirket, Bakanlığa satıyor! Bu durumdaki ilişkilerde muhasebe dilinde bir deyim vardır: İlişkili taraf! Malî hukuk açısından hassas (AS: duyarlı) bir konu olan bu husus, maliyecilerin transfer fiyatlaması, örtülü kazanç gibi yasal konular açısından radarındaki en önemli konuların ilk sıralarında yer alır.

BÜROKRASİDE İŞLETMECİ USSALLIK

Bu konunun bir de profesyonelleşme ve kamu yönetimi ilişkisi bağlamında ele alınması gerekiyor. Gerek profesyonelleşme gerekse bürokratikleşme süreçleri açısından önemli bir kuramsal yaklaşım vardır: İşletmecilik (managerialism). Profesyonelliğin daha önce tartışma konusu bile yapılmayan ilke ve değerleri yeni sağ dalgasıyla 1980’lerde esen güçlü bir lodos rüzgârıyla yerle bir olmuştur. Balık sevdalıları lodos estiği zaman balıkların bile şapşallaştığına, etlerinin yenmeyeceğine inanırlar, hatta lezzetsiz balıklara lodos balığı dendiği de olur.

Bu rüzgârla kamu yönetimi, özel sektörleşmiş bürokrasiye dönüşmüş ve işletmeciliğin devlete ve kamu yönetimine egemen olmasına yol açmıştır. Bu sırada kavak yelleri eserek, yasal düzenlemeleri uçurup götürmüştür, bu yel üfürmesine de “düzenleme dışı bırakma (deregulation)” (AS: kuralsızlaştırma) denilmiştir. Hukuksal ussallık yerini işletmeci ussallığına bırakmış, bu amaca yönelik olarak da inisiyatifi olan bir bürokrasi oluşmuştur.

PROFESYONELLEŞME NEYDİ SAHİ?

Siyasetle uğraşmak ve/veya bürokratlık profesyonel bir şey midir acaba? Batı dillerindeki “profession”, “vocation” ve “occupation” kavramları dilimizde meslek (öztürkçesiyle uğraş)  sözcüğü ile karşılanmaktadır. Yine “job” kavramı da “iş” kavramı ile karşılanmaktadır. “Occupation” genel bir kavram iken, “profession” daha çok özel bir bilgi ve beceri gerektiren işler (örneğin avukatlık ve hekimlik vb.) için kullanılıyor. Farklı mesleği olan bir kişinin başka bir işte çalışıp, mesleğini yapmaması da yaygındır. Yine baştaki soruya dönelim :

  • Siyasetçi ve / veya bürokrat profesyonel midir?
  • Ya da siyasetçilik ve bürokratlık profesyonelleşmiş bir meslek midir?

Yukarıda sözü edilen ekonomik skandallara bakınca öyle gözüküyor, ama işletmeci ussallığıyla. Çiğdem Toker, “Olağan İşler” adlı kitabında bu tür olayları incelemiş. Bu ekonomik skandalların yanına bir de hukuksal skandalları (örneğin gri pasaport ile insan kaçakçılığı vd.) koyduğumuzda kantarın topuzu iyice kaçıyor; bu da işletmeci ussallığıyla “normal”! İktidar partisinin belediyelerinde bu konudaki olaylar patlak verince savunmalardan biri, “muhalefet partilerinin belediyelerinde de var” biçimindeydi! Demek ki neymiş? Normal! Hani bir şarkısı var Bülent Ortaçgil’in “Normal” adlı. Ne diyor şarkıda Ortaçgil ? … Peki, dedim ya Türkiye? …Dedi çok normal … Hepsi normal … biri anlatsın hemen nedir bu normal … canım sıkıldı artık … yoksa ben miyim anormal…

PROFESYONELLEŞME KURAMLARI

Profesyonelleşme konusunda oldukça ciddi kuramsal çalışmalar vardır. Ülkemizde bu konuda çalışan toplumbilimci ve ekonomistler çok değildir ne yazık ki!  Millerson, Wilensky gibi adların sayılabileceği “yapısalcılık (structuralism)” ve Carl-Saunders, Wilson, Durkheim ve Parsons’u sayabileceğimiz “işlevselcilik (functionalism)” kuramları açısından profesyonelleşme olgusu, toplumsal düzenin sağlanmasında en önemli öğelerden olup, toplumsal kurumlaşmalardan biridir. (AS: Max Weber, “Ussal – Rasyonel Bürokrasi!)

Marksist yaklaşıma göre ise, profesyonellerin sınıfsal yapısı göz ardı edilmemelidir. Profesyonel yönetici sınıfın, “pazar yönelimli çalışanlar topluluğu” olageldiği belirtilmektedir.

SONSÖZ

Kamu yönetiminde niteliğin yolu; kamu yöneticilerinin “kamu yararı”, “kamusal kaynaklar”, “kamusal idealler” kavramlarını yaşam felsefelerinin odak noktası olarak kabul edip,  kaçınılmaz olarak uygulamalarından geçmektedir. Yeni sağ akımla 1980’lerde gelen ekonomi bürokrasi seçkinlerinin çalışma tarzı (AS: biçimi) alaturka liberal olageldi (T. Özal’ın “benim memurum işini bilir” sözünü anımsayınız). Haydi Fikret Kızılok’un “Alaturka Liberal” şarkısını dinlemeye!

Not: Bu konuda meraklısı için bir kitap da salık verelim. Koray Karasu’nun “Profesyonelleşme Olgusu ve Kamu Yönetimi”, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, 2001.

Yoz Bir AKP Klasiği Daha… Bay Melih Bulu Sorunu!

Yoz Bir AKP Klasiği Daha…
Bay Melih Bulu Sorunu!

Paraşütle indirme rektör Melih Bulu‘nun aşağıdaki vb. önerileri dikkate alabileceği konusunda hiç ama hiç “umut” taşımıyoruz.

Çünkü, militanı olduğu siyasal çizginin kendisine yüklediği “özgörevi (misyonu)” ne pahasına olursa olsun yerine getirmeye çabalayacaktır. Çaresiz görünmektedir Bulu, çünkü bir de bu Üniversiteye rektör olmak için zat-ı muhteremin “hayalleri” vardır!?

Kaldı ki, “istifayı” bir an için olsun usundan geçirecek olsa bile, “bu yolda” ‘kulların‘ biat dışında bir seçenekleri olmadığından, müritleri göreve atama da, azletme de bir “himmet” olup, Reis Hazretleri Cenahına aittir “şeksiiiiz ve de şüphesiz”..
***
Peki ne yapmalı??

En etkili çözümlerden biri öğretim üyelerinin elindedir.
Kuşkusuz, öğrencilerin ve öğretim elemanlarının sergilediği itiraz ve direnç baştan sona yasal, anayasal, hukuksal ve de tümüyle meşrudur.

Ancak Üniversite başlıca Yönetim Kurulu ve Senato eliyle yönetileceğinden, bu kurulların üyeleri toplantılarda edilgin (pasif) direniş gösterebilirler. Bu da yasal haklarıdır, örn. “SUSMA” hakkını kullanabilirler ve bu kurullar karar alamazsa Rektör görev yapamaz, Bay Bulu, felç olabilir.

Ayrıca hocalar yönetsel görev kabul etmez ise, 3 rektör yardımcısı atanamayabilir..
Dekanlar da.. Çünkü Rektör 3 aday bildirecek ve YÖK bunlardan birini dekan olarak atayacaktır. (Anayasa md. 130/6)
Enstitü Müdürlükleri de bu sıralamada önemli yönetsel görevlerdir.

Öte yandan RTE tarafından 2 fakülte kurulması (RG: 5 Şubat 2021 tarih ve 3519 sayılı Cumhurbaşkanı kararı) ve kadrolaşmanın yolunun açılması işlemi, açıkça Anayasa’nın 130. maddesine aykırıdır. Çünkü;

Anayasa md. 130/9 : “Yükseköğretim kurumlarının kuruluş ve organları ile işleyişleri ve bunların seçimleri, görev, yetki ve sorumlulukları…. kanunla düzenlenir.”

Cumhurbaşkanına böylesine bir yetki veren yasal düzenleme yoktur. Zorlama yorumlarla böylesi bir yetkinin OHAL kararnameleri üzerinden varlığı savunulacak olsa da Anaysa md. 130/1’de yer alan “… kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler” vurgusu (buyurucu hükmü) gereği, üniversitelerin bilimsel özerklik koşulu olarak Fakülte açılmasına kendilerinin karar vermesi zorunludur. Dolayısıyla söz konusu Cumhurbaşkanı Kararı -ki bir İdari işlemdir- hukuka aykırıdır ve Danıştay’da yönetsel yargıya götürülmesi gereklidir.

Anılan kararda en azından kamu yararı hiçbir biçimde bulunmamaktadır, hizmet gereği de değildir ve bütünüyle keyfi, siyasal amaçlıdır. Oysa kamusal yetkiler ilgililerce kendi adlarına ve keyiflerine göre değil, ULUS ADINA VEKALETEN kullanılmaktadır, kullanılmak zorundadır. Böylesi bir idari işlem iptal davası, Danıştay açısından da bir varlık / yokluk sınaması – sınavı olacaktır.

İktidarın gündem oyunu da olan bu tür gelişmeler, ülkemizi gerçek ve yakıcı sorunlarından uzaklaştırmaktadır. AKP = RTE’nin gerçek amacı tam da bu olsa gerektir!

  • Türkiye’de hala günde 100 (yüz!) dolayında insan salgından ölmektedir!
  • Vicdanlar mühürlenmiş, ilgililer ve yandaşlar 3 maymunu oynamaktadır.
  • Toplum, bu vb. sorunlarına yabancılaştırılmaktadır ki, bu oyun tek sözcükle iğrençtir!

Salgın nedeniyle sosyal, ekonomik, bilimsel, kültürel yaşam felç sınırındadır.
Biriken çok yönlü sorunlar giderek çözümsüzleşmekte olup, kritik yaşamsal eşiğe dayanmıştır.

Bu çok ağır koşullarda üstelik yapay Boğaziçi gerilim tablosu sürdürülemez, sürdürülmemelidir.

Dileyelim ve önerelim ki Sağduyu pek çok alanda egemen olsun..
Örn. başta AKP = RTE‘de, YÖK’te, Bay kayyım rektör Bulu‘da..

BOĞAZİÇİ’ndeki yerden göğe meşru, hukuksal, yasal direniş ulusal ve uluslararası toplumca kuşkusuz, doğallıkla desteklenecektir, desteklenmelidir. AKP = RTE bu refleksi ulusal egemenliğe aykırı bir girişim (müdahale) gibi göstererek iç kamuoyuna karşı mağduru oynayamaz.

Çağımızda özellikle demokrasiye, hukuk devletine, temel insan hak ve özgürlüklerine açıkça aykırı iktidar uygulamaları salt o ülkenin iç sorunu olarak görülmemekte; uluslararası toplumun da sorunu sayılmaktadır. AİHM‘nin bu yönde içtihat niteliği kazanmış istikrarlı kararları vardır.
***
Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı ve her ne hikmetse aynı zamanda Üniversitenin Genel Sekreteri olan zat-ı muhterem Prof. Cevdet Kılıç’ın Boğaziçi Üniversitesi eylemleriyle ilgili tweet iletisindeki sözleri tam anlamıyla dehşet vericidir.

  • “Boğaziçili misiniz, Boğaz dışılı mısınız onu bunu bilmem, biz eylem falan yapmayız. Biz gece vakti işi bitirir ertesi gün işe gideriz bilin istedim.”Erdoğan bu konuda henüz tek söz etmemiştir ne yazık ve ne hazindir ki!? Niçin acaba?
    Koro üyeleri (elemanları) “uyum içinde” rollerinin gereğini mi yerine getirmektedir??
    İlahiyatçı Prof. Kılıç neden aynı zamanda bu üniversitenin genel sekreteridir?
    Bu görev akademik değil yönetsel (idari) bir görevdir ve yönetim bilimleri, hukuk.. gibi alanlarda eğitim almış deneyimli kamu yöneticilerinin üstlenmesi gereken bir görevdir.
  • Sorunun çözümü için Muhalefet, birlikte ve etkin yöntemlerle karşı koymak üzere yeni ve işler yordamlar (stratejiler) geliştirmeli ve hızla uygulamaya koymalıdır.
    Örneğin Muhalefet, başkaca sorun ve ayrışmaları, bu “akut ve ciddi sorunsal” için ayraç (parantez) içine alarak ertelemeli ve topluca Boğaziçi Üniversitesi’ne giderek yerinde destek vermeli, çözüm önerilerini ulusal ve uluslararası kamuoyuna net bir kararlılıkla açıklamalıdır.Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 11 Şubat 2021, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Anayasa Hukuku Doktora Öğrencisi
    Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
    www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

SAĞLIK HUKUKU MASTER TEZİMİZE DAYALI 3 BİLDİRİMİZ

SAĞLIK HUKUKU MASTER TEZİMİZE DAYALI 3 BİLDİRİMİZ..

Dostlar,

Anayasa Mahkemesi’nin 2 bireysel başvuru nedeniyle çocuk aşılarının yasal olarak zorunlu olmadığını saptayan kararlarını bir yüksek lisans (Master) tezi olarak 3 eksende (Etik, Sağlık Hukuku, Tıbbi-Medikal) incelediğimizi belirtmiştik.

Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü “SAĞLIK HUKUKU” tezli yüksek lisans programı kapsamında bu tezimizi tamamladığımızı (253 sayfa) ve “Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı” (MSc in Health Law) derecesi kazandığımızı sitemiz manşetinde, tezi savunup jüri* tarafından oybirliği ile başarılı bulunduğumuz 10.08.2018 günü sitemiz manşetinde duyurmuştuk.

25 Eylül 2018’de, teze dayalı ilk bildirimizi, aşı reddinin Etik irdelemesi ile 4. Konsültasyon – Liyezon Psikiyatrisi Simpozyumunda sözlü olarak sunduk ve sitemizde yayınladık..

  • AŞI REDDİ : ETİK BUNUN NERESİNDE?

Yansılara şu erişkeden (linkten) ulaşılabilir :
http://ahmetsaltik.net/2018/09/27/asi-reddi-etik-bunun-neresinde/ 

Bu sözlü bildirimizin 1 sayfalık word özet metninin erişkesi :
ASI_REDDI_Etik_Bunun_Neresinde

29 Kasım – 1 Aralık 2018 günlerinde Ankara’da düzenlenen 3. Uluslararası Sağlık Bilimleri Kongresi‘nde ise bu gün (01.12.2018) teze dayalı 2 sözlü bildirimiz daha oldu. İlki, AYM kararını “SAĞLIK HUKUKU” açısından irdeleme temelli.. (pp yansıları için tıklayın)

15 sayfalık bildiri tam metnine erişim için tıklayın..

İkinci sözlü bildirimiz “ANAYASA MAHKEMESİ’NİN AŞI REDDİNİ ANAYASAYA UYGUN BULAN KARARININ TIBBİ – MEDİKAL AÇIDAN İRDELEMESİ” başlıklı.

15 sayfalık bildiri tam metnine erişim için tıklayın

Yansıları izlemek için tıklayın..

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi md. 30 : 

Bu Bildirgenin hiçbir hükmü, herhangi bir Devlet, grup ya da kişiye, burada belirtilen hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan herhangi bir etkinlikte ve eylemde bulunma hakkı verecek şekilde yorumlanamaz.

Anayasa md. 56, herkese sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı tanımaktadır.
Anayasa md. 12/2, kişisel hak ve özgürlüklerin kullanımını başkalarına zarar vermeme sorumluluğu ile sınırlamaktadır.

İHEB md. 30 ve Anayasanın yukarıda verilen 2 maddesi özellikle olmak üzere (başka maddelere de değinildi), aşı reddini, Anayasanın bütüncül değerlendirilmesini gözetmeden, salt md. 13 ve 17 üzerinden hukuka uygun bulmayı olanaksız kılmaktadır.

Aşı yapılarak gerçekleşen tıbbi müdahalenin taşıdığı kamu yararı amacı ile AYM’ye 2 bireysel başvurucunun maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının (AY md. 17) korunması arasında olması gereken adil dengenin bozulmadığı, müdahalenin ölçülü olduğu çok açıktır.

  • AYM kararı Etiğe, hukuk ve tıp bilimine aykırıdır; hızla düzeltilmesi 3 açıdan zorunludur.

SONUÇ OLARAK                              :

  • TBMM’de hızla gerekli yasal düzenleme yapılarak özellikle bebeklik – çocukluk çağı aşılarının yasal olarak zorunlu kılınması gerekmektedir.
  • Aşı reddi – çekincesi – ihmali nedeniyle aşısız kalan bebek – çocuk sayısı hızla artmaktadır ve kritik eşiklere yaklaşmıştır. (2016 sonunda %98, 2017 sonunda % 96!?)
  • Ülkemizin yeterince ciddi – ağır sorunları vardır.. Ek olarak SALGIN HASTALIKLAR çıkması, pek çok bakımdan çok ağır bir fatura olacaktır. Oysa bu yıkıcı sonuçtan kaçınmak yasal düzenleme ile olanaklıdır. Sorumluluk salt siyasal değil, aynı zamanda İNSANİDİR!
  • Siyasal iktidara çok ciddi hatta kritik sorumluluğunu bir kez daha anımsatıyoruz; geç olmadan!

Özellikle, çocuk hekimi olan Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca‘yı göreve çağırıyoruz.

Tezi ilk fırsatta kitaplaştıracağız..

Sevgi ve saygı ile. 01 Aralık 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

===============================
Jüri :
1. Prof. Dr. Yaşar Bilge, Tez danışmanı ve jüri başkanı, Ankara Üniv. Tıp Fak. Adli Tıp AbD
2. Prof. Dr. Muharrem Özen, Ankara Üniv. Hukuk Fak. Dekanı ve Ceza Hukuku AbD
3. Prof. Dr. Nüket Örnek Büken, Hacettepe Üniv. Tıp Fak. Tıp Tarihi ve Biyoetik AbD