Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

Türkiye en affedilmez hatasını o gün yaptı!

Türkiye en affedilmez hatasını o gün yaptı!

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, “Uluslararası Hukuk Penceresinden Ortadoğu ve Türkiye” konulu programda konuştu.

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, “Uluslararası Hukuk Penceresinden Ortadoğu ve Türkiye konulu programda konuştu. Feyzioğlu, “Türkiye, dış politikada en affedilmez ve geri dönüşü artık imkânsız gibi görünen hatasını, bölgeyi yeniden şekillendirmek isteyen bazı küresel güçlerle birlikte Suriye’nin iç işlerine karışarak yapmıştır” dedi. Feyzioğlu, açılış konuşmasında şunları söyledi:
Türkiye’nin, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, dış politikasına yön veren temel ilke, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesi olmuştur. Bu ilke ve Türkiye’nin dış politikasının temelleri masa başında yazılmamıştır. Osmanlı Devleti’nin son 100 yılını yakından bilen, yaşayan, Afrika’dan Balkanlar’a, oradan Yemen’e ve Kafkaslar’a kadar İmparatorluğun her köşesinde savaşan, muazzam tecrübeler edinen, dersler çıkaran Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları tarafından yazılmıştır. Bu temel ilke; Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir hukuk devleti olması sayesinde hayata geçirilmiş ve Türkiye’yi yaklaşık 90 yıl, Ortadoğu’nun içinden çıkılmaz karışıklıklarından ve mezhep çatışmalarından korumuştur.

Üzülerek ifade etmek gerekirse, son 10 yılda bilgiden ve tecrübeden yoksun bir yaklaşımla “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesi aşındırılmıştır. Laiklik ilkesinin altının boşaltılmasıyla, mezhepçi yaklaşımlar iç ve dış politikada öne çıkmıştır. İç politikada hâkim olan hamaset, dış politikaya da sirayet etmiştir. Dış politika söylemleri, içeride oy toplamak, “taban sıkılamak” amaçlı kullanılır olmuştur. Liyakatin yerini yöneticilere koşulsuz sadakat tercihi almıştır. Bilimsel bilgi ve tecrübeleriyle Türkiye için ortak aklı yaratan bilgili, tecrübeli, milli duruş sahibi, vatansever kişiler dışlanmıştır.

  • Türkiye, dış politikada en affedilmez ve geri dönüşü artık imkânsız gibi görünen hatasını, bölgeyi yeniden şekillendirmek isteyen bazı küresel güçlerle birlikte
  • Suriye’nin iç işlerine karışarak yapmıştır.

Suriye’deki merkezi hükümetin sarsılmasıyla birlikte Suriye Devleti’nin toprak bütünlüğü de fiilen parçalanmıştır. Saddam sonrası Irak’ta ve daha sonra Suriye’de oluşan otorite boşluklarında, IŞİD ve PYD, devletimsi yapılar oluşturmaya girişmiştir. IŞİD’le savaştığı iddiasıyla, Türkiye’deki bölücü örgütün Suriye kolu PYD, neredeyse tüm küresel güçlerin desteğini almıştır.

  • Ortadoğu’daki devletlerin parçalanarak haritanın yeniden çizilmesi demek olan Büyük Ortadoğu Projesi, Türk Milleti’ne yeni Osmanlıcılık şeklinde paketlenerek pazarlanmıştır. Süreç böylece ilerlemiştir.

MARİFET, TÜRKİYE’NİN BU BÖLGEDE ÜST AKIL OLMASINI SAĞLAMAKTIR

İçinde bulunduğumuz günlerde; Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi, bağımsızlık ilan etmek amaçlı referandum yapma noktasına kadar gelmiştir. Bu bölgede şu ana kadar en iyi ilişki içinde bulunduğumuz, belki de tek iyi ilişki içinde olduğumuz ve yoğun bir ticari ilişki sürdürdüğümüz Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin attığı bu adım zaten içinde çok zor çıkılır hale gelmiş sorunların çözümünü daha da zorlaştırmıştır.

Bilindiği üzere, bölgedeki milli devletler çeşitli bahanelerle küresel güçler tarafından yıkılmış veya zayıflatılmıştır. Bunun sonucu olarak ırkçı ve/veya mezhepçi yapılar devlet kurmak için etnik temizliklere başlamıştır. Irak’ın Kuzeyinde uluslararası hukuka ve Irak Anayasası’na aykırı bir şekilde kurulmak istenen devletin de etnik kimlikli bir devlet olması planlanmaktadır. Bu, başta Türkmenler olmak üzere, bölgedeki diğer toplulukların yaşam haklarını kuşkusuz tehlikeye atmaktadır. Öte yandan, ölçüsüz ve akılcı olmayan adımlar atılması hem yeni düşmanlıklar yaratacak hem kendi vatandaşlarımız arasında da huzursuzluğa sebebiyet verebilecektir. Yani soruna tek yönlü, tek boyutlu yaklaşma lüksümüz bulunmamaktadır. Gün, hamaset çığlıkları atma günü değildir.

Sürekli üst akılları suçlamanın kimseye faydası yoktur. Marifet, Türkiye’nin bu bölgede üst akıl olmasını sağlamaktır. Bunun için ise;

  • Çoğulcu katılımcı demokrasiye,
  • laik devlet düzeninin içselleştirilmesine,
  • hukukun üstünlüğünün sağlanmasına,
  • gelecek yüzyılı planlayan milli eğitim ve milli kalkınma stratejisine ve
  • güçlü, caydırıcı bir milli orduya ihtiyaç vardır. 

    Şunu unutmayalım :

    – Saddam’ın Irak’ı diktatörlük olduğu için yıkılmıştır.
    – Esad’ın Suriye’si diktatörlük suçlamalarıyla parçalanmıştır.
    – Kaddafi’nin Libya’sı aynı gerekçeyle paramparça edilmiştir.

Çünkü; diktatörlüklerde iktidar içeriden ne kadar güçlü görünürse görünsün, devletin taşıyıcı sütunları, içten içe çürümeye, her an kırılacak şekilde gevrekleşmeye başlar.

  • Türkiye’nin üzerine de, Sevr Antlaşmasını hortlatmayı amaçlayan senaryolar kuşkusuz yazılmaktadır. Bunların bugüne kadar başarısız olmasının sebebi, saydığımız ülkelerden farklı olarak Türkiye’de eksik de olsa, sorunlu da olsa, demokrasinin varlığı ve laik rejimdir.

Öyleyse çıkış yolumuz;

  • demokrasiyi askıya almak, demokratik kurumları, hukukun üstünlüğünü ve laikliği yıpratmak değil, tam aksine güçlendirmektir.
  • 80 milyon vatandaşımızı, bu şekilde şefkatle kucaklamaktır.
  • Bu, partiler üstü milli bir meseledir.
  • Türk Milleti’nin bunu yapacak sağduyusu ve birikimi vardır.
  • Kuşkusuz, yol göstericimiz daima Atatürk ilkeleridir.

“Uluslararası Hukuk Penceresinden Ortadoğu ve Türkiye” konulu programın tümü buradan izlenebilir (29.09.2017): https://www.youtube.com/watch?v=OZ0-3QHoj70&feature=youtu.be
Odatv.com
==========================================
Dostlar,

Bir yandan Afyon’da AKP toplantısı sürerken, bir yandan da İdlib’e dönük askeri operasyon adım adım başlatılırken; yukarıdaki yazıyı 1 hafta sonra bir kez de biz paylaşmak istedik..

Öte yandan, parti toplantısı sürerken ciddi ve riskli bir dış operasyonun başlatılmasının zamanlama bakımından örtüş(türül)mesi de bize “ilginç” geldi.. Psikolojik üstünlük sağlamak, delegelerin algılarını yönlendirmek, “bakın biz ciddi Ülke sorunlarıyla uğraşıyoruz… bizi yormayın..” türünden iletiler parti içinde muhataplarına yollanmış olmaktadır belki de..

Sayın Feyzioğlu’nun çok isabetli irdelemesi de bir işe yaramadı mı acaba?
Dileriz yanılıyoruzdur.. Geriye başka ne kalıyor siyasal iktidarı ikna için?
Erdoğan Afyon toplantısında “milletle inatlaşma – kavga asla olmaz” bağlamında sözler söylüyor. Belediye başkanlarının görevden alınmalarını da her nasıl başarıyorsa “milletin isteği” olarak sunuyor. Öte yandan MÜFTÜLERE NİKAH YETKİSİ dayatması ise TBMM’de komisyonda kabul ediliyor.. Toplumun, OHAL altında sergileyebildiği ölçüde tüm direncine karşın!

Benzer biçimde eğitimde tam bir altüst oluş doğuran ağır – katı – ölçüsüz -akıl ve bilim dışı – insan haklarına aykırı – taraf olduğumuz uluslararası sözleşme – andlaşmalara ve anayasaya, yasalara aykırı – ülkemizin çıkarlarına ve çağın gereklerine ters – zorla İHO/IHL’ye yönlendirme – sınav sistemini alt üst etme – yandaş dinci/gerici vakıflara eğitimi teslim etme – sözde din eğitimini anaokullarına dek sokma…..

  • İNSANLIK SUÇU işlenerek EĞİTİMİN DİNCİLEŞTİRİLMESİ – DİNDAR/KİNDAR NESİL YETİŞTİRME dayatması sürdürülüyor.. Akıl alır gibi değil.. Toplumun tüm isyanına karşın…

Bu derin ikilem nasıl açıklanabilir??
Hangi Erdoğan’ı dikkate almak gerekiyor??
Biz bir kez daha AKP = RTE’yi sağduyuya çağırarak, bu insanlık suçunu işlemeyi durdurmaları çağrısı yapıyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 07 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Borcu borçla ödemek!

Borcu borçla ödemek!

Mustafa Pamukoğlu

 

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Peki, bu durumda ne yapılmalı, hangi önlemler alınmalı?

TASARRUF YAPMAK

Önlemlerden öncelikli olan gereksiz harcamaları kısmak ve tasarruf etmek.
Kişiler, aile ve sosyal harcamalarında kısıntıya gitmeli. Musluk her zaman aynı miktarda su akıtmaz. Bu nedenle aktığı zaman kovaları doldurmak ve bir kenara koymak zamanı.
Lüks ve zorunlu olmayan harcama yapılmamalı.

Şirketler hantallaşmış yapılarında hemen verimli bir sisteme geçmeli. Çalışanların verimlilikleri artırılmalı. Gereksiz personelden vazgeçilmeli. Bir kişinin işini üç kişi yapıyorsa iki kişinin işine son verilmeli veya daha başarılı olacakları işte çalıştırılmalı. Gereksiz harcamalar derhal kısılmalı. Araç saltanatına son verilmeli. Temsil ve ağırlama giderleri azaltılmalı.

Kamu kurumları da lale devrine son vermeli. Örtülü ödenek harcamalarında dikkatli ve ölçülü davranılmalı. Katma değer yaratmayan kamu yatırımları ertelenmeli.

BÜTÇE DENKLİĞİ

Aileler, gelirlerine uygun bir gider bütçesi yapmalı ve ona sadık olmalı. Kredi kartının gelir olarak değil gelecek gelirlerinin harcanması olduğu unutulmamalı. Kredi kartı o ayki gelirle ödenecek tutarda kullanılmalı. Eğitim, sağlık gibi zorunlu harcama dışında kredi kartları keyfe keder kullanılmamalı. Atalarımız boşa söylememiş: “Ayağınızı yorganınıza göre uzatın”…

Şirketler mutlaka nakit akışlarını kontrol altında tutarak ve sürekli bütçe projeksiyonlarını gözden geçirerek finans yönetimini yapmalıdırlar. Şirketlerin yaşam sebebi mal ve hizmet satmak ve kar etmektir. Mutlaka zarar etmeden satışları artırmak şirketlerin her an düşünecekleri ve eylemde olacakları bir hedeftir. Bazen satışlardan zarar da edilir. Bu zarar pazar payını artırmak, müşteri yitirmemek veya reklam gideri olarak göze alınabilir. Ama unutulmamalıdır ki işletmeler sürekli zarar ederek ayakta kalamazlar.

DÜŞMANIMIZ FAİZ

Öte yandan şirketler genellikle finansman yükü ve kur zararları nedeniyle ciddi biçimde zarar etmektedirler. Faaliyetlerinden kar elde etseler bile bu karı faizler alıp götürmektedir. Bunun sebebi işletme sermayesi yetersizliği ve yoğun kredi kullanımıdır. Finansman yükünü yaratan diğer önemli neden de fon yönetimine egemen olunmaması ve elemanların patronları yönlendirmeye başlamalarıdır. Bu tür işletmelerde en fazla duyulan söz “Efendim ödememiz var; mutlaka bugün halletmemiz lazım. Bu nedenle A bankasındaki kredimizi kullanalım.” Bu sözler en tehlikeli sözlerdir. Bu yönetim biçimi normal hale gelince ipin ucu kaçar ve bir bakarsınız ki kredi borçlarına batmışsınız.

VERGİLERİ FİNANSMAN OLARAK KULLANMAK

Bireyler ve işletmeler vergi ve diğer kamu yükümlüklerini teminatsız alınan kredi olarak görüp ödememeyi bir hüner sayarlar. Banka kredisine tercih ederler. Yıllarca bu borç birikir ve dağ gibi olur. Sonra aflar gelir, bu aflarda taksitlendirilir ve faiz yükü aşağıya iner ama yine de ödenmez veya ödenemez. Haydi! Tekrar başa dönülür. Bu nedenle işletme faaliyetleri hep kamunun icra baskısında kalır. Faaliyetler serbest biçimde yapılamaz. Bu çok yanlış bir tercihtir. Özellikle işletmeler vergi ve sigorta primlerini mutlaka öncelikli ödeme kabul edip bu borçlarını ödemek için ciddi çaba harcamalıdırlar.

Aslında, beyan edilen vergi ödenmeli. Eğer beyan edilen ödenemeyecekse vergi planlaması yapmak dağ gibi vergi borcu yaratmaktan daha ehvendir. Bu aslında gizli bir finansmandır ve adı da vergi planlamasıdır. Öte yandan vergi borcunu tefeciden borç alarak ödemek kadar korkunç bir yöntem olamaz. Ama işletmeler maalesef bu noktaya getirilmiştir.

GELECEK GELİRİNİ HARCAMA!

İster birey ister aileler, ister işletmeler, isterse devlet gelecek gelirlerini rehin edecek borçlanmadan kaçınmalı ve kar-katma değer yaratacak şekilde kaynaklarını kullanmalıdır. Hiçbir birey, hiçbir aile, hiçbir işletme sonsuza kadar borcunu borçla ödeyerek ayakta kalamaz. Harcanacak para alınan borç değil, kazanılan gelir olmalıdır.
===============================
Dostlar,

Sn. Pamukoğlu daha ne desin, ne yazsın, nasıl yazsın??
Bundan önceki yazılarına bakıldığında;

  • 2017 ekonomisi de umut vermiyor! (24.09.2017)
  • İflas etmiş ekonomi! (29.09.2017)
  • Zamlara gülen Maliye Bakanı (01.10.2017)

başlıklarını görüyoruz.. Ülkemizin sorumlu ve yetkin ekonomistleri benzer görüşleri paylaşıyor. Bir tek AKP = RTE popülist söylemleri topluma şırınga ediyor. Siyaset gereği kendisini buna zorunlu duyumsuyor. Ne var ki mızrağın çuvala sığar durumu kalmadı

2018 için vatandaşa anormal düzeyde yüklenme, 30 milyar TL’ye varan doğrudan – dolaylı vergi  salma çaresizliği ve başkaca kaynak yaratılamadığını göstermiyor mu?

Artık Katar da çare değil, özelleştirme talanı da, TÜİK’in makyajı ve Erdoğan’ın masalları da! Hatta ülkemizin son varlıklarını ipotek eden ve Sayıştay denetimi dışına çıkaran Varlık Fonu dahil! Bir de duygu sömürüsü ile gerekçe olarak artan savunma giderlerini gösteriyorlar. Saray’ın korkunç ve açıklanmayan savurganlıkları, Marmaris’te 350 odalı yazlık saray, Beştepe’de 250 odalı bir saray yavrusu, uçaklar, helikopterleri, lüks makam arabaları ve odalar, sayısı ve aylığı bol danışmanlar ve uyduruk bakan yardımcılığı postları, Diyanet harcamaları..

Merkezi ve yerel yönetimlerde hesabı veril(e)meyen yolsuzluklar.. Yandaş dinci vakıflara çekilen peş keşler.. Korkunç bilançolu gereksiz dev projeler.. 3. havaalanı, 3. köprü, Avrasya Tuneli, körfez geçişi, şehir hastaneleri.. Hep yazdık, yazıldı, uyardık, uyarıldı.. Böyle giden ülkeler battı, siz de Türkiye’yi batırırsınız.. dendi. Bilerek ya da bilmeyerek kulak tıkandı.

Hovarda müflis politikalarınızın bedelini mazlum halka mı ödeteceksiniz?
Bu nasıl  vicdandır?

Saymakla bitmez.. Hele Başbakanlık ve özellikle Cumhurbaşkanlığı örtülü ödeneğinde çığ gibi büyüyen harcamalar..  Bunlardan hangilerinde nasıl somut tasarruf yapılacağı ve ne düzeyde girdi sağlanacağı kamuoyuna açıklanmalıdır. CB dahil tarifeli uçaklarla yolculuk etmelidirler. Çok abartılı korunma hizmetleri kısılmalıdır. Gene de tasarruf açığı kalıyorsa, bunları üst gelir dilimlerine, kurumlara (şirketlere) yansıtmalıdır. Ücretliler ulusal gelirin 1/4’ünü alıyor ama vergi gelirlerinin yarısını ödüyorlar. Gelir dağılımını daha da bozacak, yoksulluğu ve işsizliği artıracak mali yüklerden kaçınılmalıdır.

Lüks yaşam ve tüketim hizmetleri, ürünleri, örn. zümrüt, pırlanta, yat vergileri.. düzenlenmelidir.

Hele hele Maliye Bakanının bu adaletsiz, ölçüsüz, acımasız, hatta zalim vergi yükünü açıklarken empatisiz biçimde gülmesi utanç vericidir ve AKP’nin gerçekte halka nasıl baktığının da şaşmaz göstergesidir. Her şeyden önce “adam olmak” gelmektedir. Bir de neciiiiiip mi necip milletimiz ümmetleşmek yerine uyanıp acı gerçekleri görebilse; celladına aşık olma marazından kurtulabilecek!

Sevgi ve saygı ile. 07 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Devrim Yasamız Medeni Kanun

Konuk yazar                               :

Nazan Moroğlu ile ilgili görsel sonucu

Av. Nazan Moroğlu
İKKB (İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği) Koordinatörü

Devrim Yasamız Medeni Kanunun
Yürürlüğe Girmesinin 91. Yılında Müftüye Nikah Yetkisi Medeni Kanunu, Laik Hukuku Yok Saymaktır!
 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ardından ülkede çağdaş uygar yaşam biçiminin yerleştirilmesi, devletin ulusal egemenlik temeline dayandırılması amacıyla Atatürk’ün önderliğinde eğitim, yönetim ve hukuk birliğinin sağlanması için hukuk devrimi yapılmış,
din esaslarına dayalı hukuk sistemi terkedilmiş, yerine laik hukuk sistemi benimsenmiştir.

Hukuk devrimi denilince, ilk akla gelen 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunudur. Medeni Kanun ile özel yaşam ilişkilerinde haklardan yararlanmada, borçlara ehil olmada ve hakları kullanmada kadın erkek eşitliği benimsenmiştir.

Medeni Kanunla kadınlara devrim niteliğinde haklar getirmiştir. Örneğin “evlilik yaşı kabul edilmiş ve çocuk yaşta evliliklerin önüne geçilmek istenmiştir;  “Erkeğin 1’den Çok Kadınla Evlenebilmesi Yerine Tek Eşlilik” ve “Resmi Nikah Kadın Haklarının Güvencesi olmuştur.
“Erkeğin Boş Ol” demesiyle boşanma yerine, yasada yazılı nedenlere dayanarak yargıç kararıyla “Boşanma”, kız ve erkek çocuklara “Eşit Miras Payı” gibi haklar getirmiştir.

Ancak, Medeni Yasanın yürürlüğe girişinin 91. yılında müftüye resmi nikah yetkisi vermek” Medeni Kanun ve laik hukuk kurallarından vazgeçmek demektir.

İKKB olaraköncelikle tüm kadınları ve laik Cumhuriyetimizi savunan herkesi MEDENİ KANUNA SAHİP ÇIKMAYA, müftüye nikah yetkisi verilmesi girişimine dur demeye çağırıyoruz. (04.10.2017)

Av. Nazan Moroğlu
İKKB Koordinatörü
============================================
Dostlar,

Çağrıya gönülden katılıyoruz.. Bu konuda sitemizde birkaç yazı var, okunmasını dileriz..
Örn.

AKP = RTE bu akıl dışı, uygarlık karşıtı, ülkemizi karıştırıcı ve halkı bölücü çoooooook tehlikeli girişimden derhal vazgeçmesini istiyoruz. İç ve dış sorunlarımız başımızı aşkın.
İçeride ULUSAL BİRLİK yaşamsal önemde..

AKP = RTE’da sağduyunun egemen olmasını diliyor ve istiyoruz..

İlahiyatçı yazar: Müftülere nikah yetkisi vermek İslam'a suikasttır

Sayın Av. Nazan Moroğlu’na İKKB (İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği) Koordinatörü  olarak kendisine ve çalışma arkadaşlarına teşekkür ediyor, dayanışmamızı bildiriyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 06 Ekim 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 04 Ekim 2017

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 04 Ekim 2017

Naci BEŞTEPE

SAAT
Danıştay sürekli yaz saati uygulamasını iptal etti. Bakan damat aynen devam edeceklerini açıkladı.
Kayınpederi gibi yasalara saygılı!…

KATAR
Katar, Erbil’e uçak seferlerinin devam edeceğini açıkladı.
Bizimki yine mi kandırıldı?…

VERGİ
MTV’ne maaş zammının 10 katı zam yapıldı.
Reis bu halkı seviyoooo…

YASAK
AKP Milletvekili eski vali Celalettin Güvenç, 2015’te yayımlanan MAHREM kitabını yasaklattı. Kitap FETÖ’yü anlatıyor. AKP de FETÖ’yle mücadele ediyor!…

ANSIZIN
 “15 gün sonra Şam’da namaz kılacağım” dedi; 5 yıl geçti.
“Nisan’da Gazze’ye gideceğim” dedi; 4.5 yıl geçti.
“TSK, El-Bab’tan sonra Mümbiç’e ve Rakka’ya girecek” dedi; bir yıl geçti.
Barzani referandumundan sonra danışmanı ; “Bir gece ansızın gidebiliriz” dedi.
Acelesi yok canım…

HAZIR
RTE, resepsiyonda komutanlara “hazır olun” demiş.
Resepsiyon emri…

HASTA
Maliye Bakanı Ağbal hastaneye kaldırıldı.
Maliye zaten oradaydı…

ALDANMA
Irak Başbakanı İbadi, Barzani ile pazarlık peşinde.
Son aldatıcı…

NANKÖRLÜK
TBMM Başkanı adam, açılış gününde kurucu Atatürk’ün adını anmadı.
Nankörlükte makam sınırlaması yok…

KIYAFET
Harbiye açıldı. Türbanlı Harbiyeli fotoğrafı yayımlandı.
Resmi kıyafete kelebek kondu…

AŞİRET
Dil bilmeyen adam Bern Büyükelçiliği basın müşaviri, karısı elçilik hafizesi yapıldı,
adama bir de tercüman atandı.
T.C. aşiret devleti!…
===================================

Çok teşekkürler ve içten kutlamalarımızı sunuyoruz değerli Paşamız Sn. Naci Beştepe beyefendiye…

Sevgi ve saygı ile. 06 Ekim 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

AKP içinde kavga! 

AKP içinde kavga! 

Soner Polat

Soner Polat
Aydınlık Gazetesi, 06.10.2017

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

DEVLET POLİTİKALARINA DİRENÇ

Çok açık görülüyor… AKP’de, farkında olmasa bile devlet politikalarına direnen önemli bir kesim göze çarpıyor. Başbakan Yıldırım holding basınına dengeli ve temkinli demeçler verirken, aynı gün birkaç saat sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan adeta kükredi! Başbakan Yıldırım, “Merak etmeyin; halkımız müsterih olsun, savaşa girmiyoruz!” mealinde konuşurken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bir gece ansızın gelebilirim!” diyerek devletin kararlılığını gösterdi.

NİÇİN ÇATLAK SESLER ÇIKIYOR?

Bakanlar Kurulu toplantısına katılan, devletin nefes alışını bile muhtemelen gören Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin ekonomik yaptırımlara karşı çıkmasını ciddiye almalıyız. “Bakanlar Kurulu’nda iki ayrı görüş mü var?” sorusuna şöyle cevap veriyor: “İki ayrı değil, çok daha fazla görüş vardır. Herkesin farklı bir yaklaşımı var. Benim işim ticaret! Ben Ekonomi Bakanıyım… (Hürriyet, 27 Eylül 2017)”

Sayın Bakan’a soralım! ABD’nin müdahalesinden önce Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı ülke hangisiydi? Acaba, küçük bir bölüme değil de, Irak’ın tamamına yönelik ekonomik faaliyetler içinde olsaydık, daha iyi sonuçlar almaz mıydık? Irak’ın tamamını ekonomik olarak hedef alsaydık, belki de bugünkünden çok daha fazla sayıda şirket kendisine hayat alanı bulabilirdi. Devletin Irak’tan elde ettiği gelirler iki kat artabilirdi. Bu bölgede yatırım yapan 1300 şirketin ekonomik çıkarları mı, yoksa Türkiye’nin stratejik ve jeopolitik menfaatleri mi önemlidir? Her devlet bir beka tehlikesi görürse, ekonomik mülahazaları bir çırpıda silip atar. Devlet olmanın gereği budur. Devletin bakanları da öncelikle ülkenin birlik ve bütünlüğünü sağlamakla yükümlüdür. Kaldı ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, devlet için bekanın ekonomiden değerli olduğunu her vesile ile gündeme getirmektedir.

AKP aşağı doğru inişe geçmişken ve iktidardan düşme tehlikesini ensesinde hissederken, PKK ile müzakereyi bırakıp mücadeleye başlayınca yeniden çıkışa geçti ve 1 Kasım seçimlerini kazandı. Bağımsız Kürdistan referandumundan sonra Parti içindeki çeşitli siyasi kesimler açık bir mücadeleye başladı. Büyük bir ihtimalle Kuzey Irak’taki ekonomik faaliyetlerden palazlanan baskı grupları oluştu. Bunların siyaset üzerinde, AKP’yi de içine alan çeşitli yansımaları olabilir. Ekonomi ile siyaset iç içe iki kavramdır. Birini diğerinden ayıramazsınız.

OY KAYGISI VAR MI?

AKP içindeki Atlantikçi kanat, “Ne yapıyoruz? Kürt oylarını kaybediyoruz!” şeklinde yaygın bir propaganda yapıyor olabilir. Belki de bu söylemler AKP içinde çalkantılara sebep oluyor. Kaldı ki AKP’de sütre gerisine çekilen Batı yanlısı güçlü bir damar olduğunu da biliyoruz. Bu girişimler AKP karar merkezlerinde tereddütlere yol açabilir. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın altını kalın kalemle çizdiği konularda bile AKP’li yetkililer basın yayın organlarında farklı telden çalıyor…

Dünyanın her yerinde ulusal birlik ve bütünlük konusunda güven veren siyasi oluşumlar iktidara gelir. Bölücülüğe prim tanıyan siyasi oluşumlar asla iktidar olamaz! Güneydoğu’da yaşayan halkımız da barış ve huzur istiyor. Bunca deneyimden sonra hiç kimse maceraya girmek istemez. Kaldı ki

  • Amerikan tank namlularının Türkiye’ye döndüğü bir dönemde,
  • ABD’nin yasalar çıkararak PKK’yı silah, cephane ve teçhizata boğduğu bir dönemde

    toprak bütünlüğü Türk milleti için en önemli ve öncelikli konudur.
    Vatan Savaşı’nda tereddüt gösterenlerin hızla inişe geçeceği bir döneme girdik!
    =====================================
    Dostlar,

    Yazıyı okuyunca aklımıza bir soru takıldı ve bir türlü çıkmıyor!
    Sizinle paylaşsam mı acaba??
    Amiral Polat, birkaç ay önce yine AYDINLIK’taki bir yazısını AKP politikalarının Atatürkçü olduğu anlamında bir tümce ile bitirmişti!
    Aklımızdan bir tülü çıkmayan soru şu ;

  • Vatan Partisi genel başkan yardımcısı Soner Polat, ilk seçimde AKP’ye oy verebilir mi; taktik gereği örneğin??!
    Ya da daha yumuşak (?) soralım : Kendi partisine mi oy verecek acaba, R.T. Erdoğan’ın bu muazzam “ulusalcı” performansı (!) karşısında??

Sevgi ve saygı ile. 06 Ekim 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bir Bahriye Üçok öldürüldü bu ülkede

Bir Bahriye Üçok öldürüldü bu ülkede

Mine Söğüt
Cumhuriyet, 06 Ekim 2017
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır)

Muammer Aksoy, Çetin Emeç ve Turan Dursun’dan sonra; 
Uğur Mumcu ve Hrant Dink’ten önce…
6 Ekim 1990 tarihinde… Bir Bahriye Üçok öldürüldü bu ülkede.
Cinayeti İslami Hareket Örgütü üstlendi. 
Cumhuriyet’i telefonla arayan kişi Üçok’un “Tesettür konusundaki düşünceleri yüzünden”
cezalandırıldığını söyledi. 
Ve ekledi:
“İslama sınır koyanları idam etmeyi borç biliriz.” 

Bugün orta yaşını ve yaşlılığını sürenler… 
Ne Bahriye Üçok öldürüldüğünde ne de öncesindeki ve sonrasındaki siyasi cinayetlerde öğrenmeleri gerekeni öğrenmediler; korkmaları gerekenden korkmadılar; görmeleri gerekenleri görmediler. Sanki her şey olağanmış gibi yaşamaya, tercihlerini ona göre yapmaya devam ettiler. Şu anda eğitimden hukuka, Meclis’ten sokağa dini politikaya alet edenlerin elinde ve dilinde oyuncak olan bu ülkede.. 
Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Ortacağ Türk-İslam Tarihi Bölümü’nü bitiren… 
Aynı zamanda Devlet Konservatuvarı Opera bölümüne de devam eden… 
On bir yıl lise öğretmenliği yaptıktan sonra 1953 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne ilk kadın öğretim üyesi olarak giren… 
Politikayla uğraşan, milletvekilliği yapan, köşe yazıları, araştırma kitapları yazan… 
Ve yaşamı boyunca yobazlığa savaş açıp kadın haklarını savunan
Dini çağdaş, gerçekçi ve hoşgörülü bir felsefeyle yorumlayan bir kadın ilahiyatçının… 
1989’da televizyonda yapılan bir açık oturumda, 

“İslamda örtünmenin zorunlu olmadığını” 

açıklamasından sonra yoğun tehditler almasının; ve sonunda evine gönderilen bir bombalı paketle öldürülmesinin korkunç gölgesinin… Bir gün kendi çocuklarının üzerine bir kâbus gibi çökeceğini hesaplayamadılar. 
Başörtüsü sorununun inançla değil doğrudan siyasetle ilgili olduğunu ta en baştan söyleyen  bir bilim insanının ne yaşamından ne de ölümünden ders aldılar. Üçok’un kitaplarını, köşe yazılarını bulun okuyun. Kadınların kapanmasının İslam tarihindeki yerinden,
Atatürk heykellerinin put denilerek kırılmasına… 

O yıllarda din derslerinde çocuklara öğretilenlerden, iktidar heveslilerinin şeriat özentiliğine kadar… Bugün bu ülkeyi tehdit eden ne varsa hepsi üzerine daha en baştan, tehlike henüz uzaktayken yazan, konuşan ve düşünen bir insan… 
Bundan çeyrek asır önce bu ülkede evine gönderilen bombalı bir paketle neden öldürüldü…
çok net göreceksiniz. 

O öldürüldüğünde doğan çocuklar bugün 27 yaşındalar. 
O çocuklar ve onlardan sonra doğanlar belki de Üçok’un adını hiç duymadıkları…
Bu cinayetin diğerler cinayetler gibi rejimi yıkmaya yönelik ilk adımların zeminini hazırladığını sezemedikleri… 
Kendi geleceklerini derinden etkileyen bu miladın anlamını düşünmeye hiç yönlendirilmedikleri için… Bugün bu kadar korunaksız ve savunmasızlar. 
Onlar…  Eğer bu bilginin ışığında aydınlanan doğru bir refleksle büyüyebilselerdi… 
Geleceklerinin hangi tehditlerin hedefinde olduğunu net bir şekilde öğrenebilselerdi… 
Bu yaşadığımız ülke, hatta dünya… emin olun, şu an bambaşka bir yerdi. 
Hadi bari şimdi gidin anlatın çocuklarınıza. 

  • Bundan 27 yıl önce… Çok kıymetli bir Bahriye Üçok neden öldürüldü bu ülkede?
    ========================================

Dostlar,

Mine Söğüt hanımefendiye teşekkür ederiz bu etkili ve uyarıcı yazısı için.
Biz de bu yazıda sorulan soruya, dostumuz Suay Karaman‘ın bir konuşması ile kapsamlı bir yanıt vermek istiyoruz.. Lütfen tıklar mısınız??

BAHRIYE_UCOK_NICIN_OLDURULDU_Suay_Karaman

Sevgi ve saygı ile. 26 Eylül 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

‘SÖYLEV’in 90. Yılı Kutlu Olsun…

‘SÖYLEV’in 90. Yılı Kutlu Olsun…

Bizim de üyesi olduğumuz Dil Derneği‘nin çalışmaları çok sevindirici..

Geçtiğimiz ay 26 Eylül Dil Bayramı‘nın 85. yılı kutlama etkinlikleri de çok varsıldı.
Ankara, İstanbul, İzmir’e yayılmıştı.

Bilindiği gibi 20 Ekim 1927’de Mustafa Kemal Paşa ünlü SÖYLEV’ini TBMM’de okumaya başlamış ve 6 gün boyunca her gün yaklaşık 6’şar saat okumuş ve 27 Ekim 1927 günü bitirmişti. Bu çabanın kendisi doğrudan tarihe ilk elden not düşmek ve gelecek kuşaklara sağlam bir tarih belgeseli sunmaktır ve çok anlamlıdır.

Mustafa Kemal Paşa (1934’ten sonra soyadı ATATÜRK!) felsefesini, ideolojisini,  savaşımını, devrimlerini, hedeflerini ve Türkiye Cumhuriyetini gelecekte bekleyen olası tehlike ve tehditleri büyük isabetle öngörmüş ve bu eşsiz Seslenişinde yazarak, sesiyle ölümsüzleştirmiştir.

Bitirirken, bir coşku fırtınası ile “EY TÜRK GENÇLİĞİ” diye seslenerek kutsal emanetini TÜRK GENÇLİĞİNE bırakmıştır.. Hiçbir özür kabul edilir değildir.. Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşatılacaktır ve en olmadık olumsuz koşullarda bile muhtaç olunan kudret, damarlarda dolaşan soylu kandan alınacaktır!

SÖYLEV, insanlık – uygarlık tarihinde içeriği, biçimi ve taşıdığı akıl ile, hedefi ile benzeri olmayan bir tarih destanıdır. Özüyle anlamak ve gereğini yapmak ise bizlere namus borcudur; tarihin, günümüzün ve geleceğimizin vebalidir.
*****

Bu başarılı ve verimli etkinlikleri özveri ile yürüten Dernek Başkanımız Sn. Sevgi Özel ile çalışma arkadaşlarına, destek verenlere şükranlarımızı sunuyoruz..

Sn. Prof. Dr. Özer OZANKAYA‘nın ustalıkla gerçekleştirdiği SÖYLEV’den Seçki metnini paylaşmak istiyoruz. Ozankaya, SÖYLEV için “Bir Toplumbilim klasiği” nitemini kullanıyor. Bu eşsiz tarihsel yapıtın Atatürk’ün felsefi bilgeliğinin de bir kanıtı olarak sunuyor..
Özellikle gençlere okutulmasını diliyoruz.. Güncel Türkçe ile ve en can alıcı yerleriyle SÖYLEV! Okumak için lütfen üstünde tıklayınız..

Söylev seçkisi, Aralik 1997

Sevgi ve saygı ile. 05 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Dil Derneği Üyesi
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

Suay Karaman : OYALAMA, OYLAMA

OYALAMA, OYLAMA

Suay Karaman

Suay Karaman

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

Irak’ın kuzeyindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı ve 1979 yılından beri Kürdistan Demokratik Partisi‘nin başkanlığını yürüten Mesud Barzani, 30 Eylül 2012’de AKP 4. Olağan Kongresine “onur konuğu” olarak davet edildi. Kongrede Kürtçe konuşma yaptı ve “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganıyla ayakta alkışlandı.

Türkiye Kerkük’e karışırsa biz de Diyarbakır’a karışırız” diyen Mesud Barzani, 16 Kasım 2013’te AKP’nin Diyarbakır mitingine davet edildi. Mitingde Şivan Perver adlı sanatçıyla şarkı söyledi ve zamanın başbakanı Tayyip Erdoğan ile birlikte kürsüye çıkarak, ele ele halkı selamladı. Mitingde Barzani Kürtçe konuşma yaptı, Tayyip Erdoğan ise yaptığı konuşmada ilk kez “Kürdistan” dedi.

Nil Nehri’nden Fırat Nehri’ne dek olan bölgede Büyük İsrail’i kurmak için yetiştirilen, Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanlarından Mesud Barzani, 26 Şubat 2017’de ülkemizi ziyareti etti ve kırmızı halılarla karşılandı. Ziyaret sırasında İstanbul Atatürk Havalimanında ve Ankara Esenboğa Havalimanında ilk kez Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi bayrağı asıldı. Verilen tepkilere karşı Başbakan Binali Yıldırım’ın söyledikleri, gelecekte gereği yapılmak üzere tarihe not edildi: “Irak anayasasına göre, Kuzey Kürdistan Bölgesel Yönetimi, özerk bir yapıdır. Parlamentosu vardır. Başbakan’ı, bakanları vardır. Ayrı bayrağı vardır ve dünyada da bu şekilde tanınır.”

Mesud Barzani, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi başkanlığına 2005’te parlamento tarafından, 2009’da halk tarafından seçildi. 2013’te parlamento kararıyla görev süresi iki yıl daha uzatıldı. Bu uzatma 19 Ağustos 2015’te bitti ancak Mesud Barzani, zamanı geçtiği halde seçimlerin yapılmasını engellemektedir. Yasalar, başkanın halk tarafından seçilmesini öngörmesine karşın, görev süresinin bitimine yakın, Barzani yönetimindeki seçim kurulu ‘seçim yapacak para ve eleman olmadığı’ gerekçesiyle seçimden kaçmıştır. 2015’ten bu yana Bölgesel Yönetim Parlamentosunu çalıştırmayan Mesud Barzani’nin, seçim yapacak para bulamazken, halk oylaması yapacak parayı bulması da ilginçtir. Mesud Barzani, iktidarını sürdürmek ve gücünü pekiştirmek üzere halk oylaması konusunu gündeme getirerek, kendisinin başında olacağı yeni bir Ortadoğu diktatörlüğünün kurulmasını düşlemektedir.

Ülkemiz yöneticilerinin el üstünde tuttuğu Mesud Barzani, halk oylaması yapacağının ilk işaretini 23 Mayıs 2015’te ABD ziyaretinde verirken, Tayyip Erdoğan “bağımsız Kürdistan, Irak’ın iç sorunudur” demişti. 2016 Ocak ayında oylamanın takvimini başlattı ve 2017 Haziran ayında 25 Eylül’ü, halk oylaması tarihi olarak ilan etti.

Bu tarihler belliyken, bu halk oylamasını önlemek için ülkemizin yöneticileri, kimi önlemler alabilirlerdi ama oyalama sürecine bıraktılar. Öncelikle Mesud Barzani’nin Türk pasaportu iptal edilebilirdi. Mesud Barzani’nin ve aşiretinin Mersin limanı başta olmak üzere tüm şirketlerine operasyon yapılarak el konabilirdi. Birçok AKP’linin ortaklığı ile satılan petrol ve türevleri ticareti durdurulabilirdi, verilen elektrik kesilebilirdi. Yapılan her türlü ticarete son verilerek, ekonomik ambargo uygulanabilirdi. Habur sınır kapısı kapatılabilirdi. Hava sahası kapatılarak, Erbil seferleri iptal edilebilirdi. Erbil Konsolosu geri çekilebilirdi ve Barzani’nin Ankara  temsilciliği kapatılarak görevliler sınır dışı edilebilirdi. Barzani’nin Türkiye’nin güneydoğusunu Kürdistan’da gösteren Rudaw adlı TV kanalı Türksat uydusundan çıkarılabilirdi. Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda Türkiye, İran, Suriye ve Irak devletlerinin birlikte hareket etmesi için, Türkiye girişimde bulunup, öncülük yapabilirdi. Bu önlemlerin hiçbiri alınmayıp, yalnızca göz boyama amaçlı konuşularak oyalama yapılmıştır. Halk oylaması öncesi önlem almayanlar, oylama sırasında da seyirci konumuna düşmüşlerdir. Halk oylamasından sonra alınan önlemler ise geç, yetersiz ve göstermeliktir.

Mesud Barzani ile ortaklık yapan ve bugüne kadarki sürecin gelişmesine omuz veren, destek olan siyasal iktidarın halk oylamasına engel olmak için kimi önlemler almasını beklemek saflık olurdu. O nedenle halk oylamasına dek herhangi bir önlem alınmadı ve oylamanın yapılmasına gizli destek sağlandı. Tabii aynı durum yumuşak muhalefet için de geçerlidir.

Mesud Barzani’nin böyle bir yanlışa düşeceğine olasılık vermediğini ve yanıldığını söyleyen Tayyip Erdoğan, sürekli aldatılarak, kandırılarak siyaset yapmaktadır. Üstelik Erdoğan’ın “bu halk oylamasının sonucu şaibelidir” diyerek, ülkemizde 16 Nisan 2017’de yapılan halk oylamasına göndermede (atıfta) bulunduğu sanılmaktadır.

Halk oylaması konusundaki tutumunun ne olacağını bile oylamadan üç gün önce topladığı Milli Güvenlik Kurulu’na bırakan siyasal iktidar, toplantıdan “referandum gayrimeşrudur” gibi önlem içermeyen bir karar çıkardı. ABD ve öbür emperyalist ülkelerin açıklamalarından sonra, oylamaya iki gün kala TBMM’yi olağanüstü toplayan siyasal iktidar, Irak ve Suriye tezkeresini sanki halk oylamasına karşı bir tedbirmiş gibi yeniden uzattı. Bağımsız Kürdistan kurulmasının, özellikle ülkemizin ve bölge ülkelerinin toprak bütünlüğünü tehlikeye atacağını göremeyen ufku dar siyasetçiler, emperyalizmin taşeronluğunu yapmaktadır.

Halk oylamasından sonra yapılması gereken şey uluslararası sözleşmelerden doğan haklarımızı sonuna dek savunmak ve sonuç alıcı kararlar vermektir. Ankara, Tahran, Şam ve Bağdat’ın birlikte hareket etmesini sağlamak için, ülkemize büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Ancak bu görev ve sorumlulukların gerek siyasal iktidar, gerekse yumuşak muhalefet tarafından yerine getirilmesini beklemek hayalin de ötesindedir… (04.10.2017)
====================================
Dostlar,

Değerli kardeşimiz Suay Karaman yakın tarihe ışık tutan somut olayları iyi ki sıralıyor bu yazısında. İnsan belleği unutma hastalıklı (nisyan ile malul!).. Hele az okuyan, not almayan, arşiv tutmayan toplumlar.. Sitemizin manşetinde bu konuda benzer vurguları yapan 2 makalemizin erişkesini (linkini) hala tutuyoruz.:

AKP = RTE NEDEN İKBY – BARZANİ’ye KESİN – NET “HAYIR – YAPAMAZSIN” DİYEMİYOR ?
BARZANİSTAN HALKOYLAMASI; NE YAPMALI?
2 makalemizi okumak için lütfen üstünde tıklayınız..

Bir de çook çarpıcı bir karikatür.. Türkiye’ye kurulan tuzak…

MHP Genel Başkanı D. Bahçeli muhterem, balıklama atladı bu oltaya.. 82 Kerkük, 83 Musul, 84 Erbil…  miş miş miş.. Büyüklere masallar.. tabanın gazını almalar.. Beş bin ülkücü bölgede savaşmaya hazırmış.. Daha önceleri nerelerdeydiniz?? AKP = Erdoğan Barzani’nin halkoylamasına giden süreçteki apaçık çanak tutuşları sırasında Bay Bahçeli ve particiği MHP nerelerdeydi??

 

  • Her 2 parti de kendilerine yüklenen küresel misyonlarını yürütüyor; çıplak gerçek budur.. 
    Türkiye ve Anamuhalefet bu hazin ve acı gerçeğe göre konumlanmalı, savunma örmelidir. Örneğin Irak’ın kuzeyindeki PKK mevzilerine, Kandil’e kara harekatı yapıl(a)mamaktadır!?

Başbakanlık yapan Binali bey, bir özerk bölgenin bayrağını göndere çekmeyi savunurken hukuk dışı konuşuyordu. Uluslararası hukukta BM’ye kayıtlı bir devlet değil o bölge. Dolayısıyla statüsü de devlet değil ve BM kurucularından egemen bir devlet olan Türkiye ile uluslararası ilişkide eş statülü değil. Neden bu gerçekleri Bay Bahçeli ve particiğinin seçkin uzmanları dile getirmediler??

Uyannnnnn ey halkım uyannnnnn derin gaflet uykusundan..
Seni kimler “öpüyor” siyaseten, gör artık..
Ülken  – vatanın 97 yıl sonra gene Sevr tehdidi altında..
Son Osmanlı Padişahı Vahdettin Sevr’i onaylamış; Mustafa Kemal ve arkadaşları – ilk Meclis bunu yırtmış ve imzalayanları da vatan haini ilan etmişti.
97 yıl sonra herkes gene rolünü oynamakta; tarih aptal toplumları böyle tekerrürle pataklıyor!

Sevgi ve saygı ile. 04 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

‘BÜTÜNŞEHİR’ yanlışında ısrar etmek

‘BÜTÜNŞEHİR’ yanlışında ısrar etmek 

Birgül Ayman Güler

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

Türkiye’yi federasyon tipi devlete sürüklemek isteyenler, hiçbir zaman er meydanına çıkıp konuşmadılar. Kimisi verimlilik adına, kimisi planlama adına konuşmayı, kimisi de ‘çağdaş dünyada en iyiler’den dem vurmayı seçtiler.
Bu hedefi uygulamaya geçirmek isteyenler, en uzun adımlarını 12 Eylül 1980’den sonra attılar. Yalnızca “yerel yönetimleri güçlendirmek” lafazanlığıyla yetinmediler. Büyükşehir belediyeleri kurmaları birşey değildi. Ülkeyi sekiz bölge valiliğine ayıran bir kararname çıkarmayı bile başarmışlardı. Bölge valiliği kuran kararname yasalaşamadı; yürürlükten kaldırıldı.
***
1990’lı yıllarda öne atılan fikir, il özel idarelerini güçlendirmek oldu. Ama öyle sıradan bir güçlendiriş değil. Zaten yerel yönetim türlerinden biri olan özel idareleri, illerde valilerin yetkilerini de üstlenecek hale getirmek niyeti. Öyle ki, kısa bir süre içinde valiliklere gerek kalmasın; illerde valilikler ve kaymakamlıklar kaldırılsın; böylece iller merkezin taşra kuruluşu değil il halkının özyönetimleri olsun… İl özel idareleri böyle bir dönüşümden geçirilirse, merkezce atanan valilerin yerini, elbette ‘seçimli valilik’ alacaktı. Sonuçta, yalnızca Türkiye’nin değil Osmanlı Devleti’nin de üzerinde yükseldiği “il sistemi”, yerini “eyalet sistemi”ne bırakmış olacaktı. Olmadı; fikir atıldığı yerde kaldı.
***
2000’li yıllarda bölgeselleşme – federasyonlaşma baskısı, Avrupa Birliği serinliğiyle sürdü. Bölge kalkınma ajansları, belediyeleri Anayasa’ya aykırı olarak ‘idari ve mali özerk kuruluşlar’ diye tanımlayan belediye yasaları, belediyelerde etnik-dillerin kullanılması, merkeze ait görev ve yetkilerin belediyelere devredilmesi için “Kamu Yönetimi Temel Kanunu” adlı yasa hazırlıkları, aldı başını gitti. Temel Kanun düştü. İçindeki parçaların kimileri yürürlüğe girdi. Ama bu işin özü uygulamaya geçirilemedi. Yani, devletin merkeziyetçilik esasına göre kurulmasına son verilemedi. Yeni ilke, ademi merkeziyetçilik esas kılınamadı. Böylece eyaletleşme hedefi yine başka bir sonbahara kaldı.
***
2010’lu yıllarda eyaletçiler başka bir fırsat gördüler. Yapıyı, büyükşehir modeliyle değiştirmek fırsatını… Denemesini İstanbul ve Kocaeli’nde yapmışlardı. Büyükşehir belediyesinin sınırları, bu illerin sınırlarıyla aynı yapılmıştı. İki ilin alanında 3 idare olmuştu. Merkezi idarenin kendisi olarak valilik; ilin yerel yönetimi olarak il özel idaresi; yine ilin yerel yönetimi olarak büyükşehir belediyesi. Bir ilde üç idare çok fazla. Olan özel idareye oldu; tarihe karıştı.
***
2012’de yasayla, 2014’te seçimler (AS: yerel) sonunda, bu model yayıldı ve 30 ili kapladı. Bu tarihe kadar yalnızca ilin merkezindeki şehirde yetkili olan “Büyükşehir Belediyesi”, ilin tümünde yetkili oldu. Hukuken ayrı bir adları yok. Uygulamada bunlara “BüTünşehir Belediyesi” dedik. “İl-Belediyesi” de diyebilirsiniz.

  • Toplam 81 ilin 30’unda il özel idareleri kaldırıldı.

Belediyeler o kadar genişlediler ki, belediye olmaktan çıktılar. Öyle ya, belediye ‘şehir/kent’ büyükşehir de “metropolitan şehir/kent’ yönetimidir. Oysa bu değişiklik belediyeciliği “şehir” den aldı, “alan yönetimi” ya da “bölgesel yönetim” haline getirdi. Belediyelerin adı kaldı; özü ortadan kalktı.
***
Şimdi gazetelerde küçük haberler var.
Ülkenin tüm illerinde bu modele geçileceği yazılıyor. Bu doğruysa, olan şudur:

  • Büyükşehir belediyesi modeli kullanılarak, Türkiye, merkezi il idaresinden yerel il idaresine evrilecek.
  • Bunun son adımı, merkezi il idaresinin, valilik sisteminin ortadan kaldırılmasıdır; alan bölge yönetiminin “yerel”lere terk edilmesidir; yani devletin eyaletleştirilmesidir.
    ***
  • Türkiye’nin çıkarlarına köklü biçimde aykırı sinsi baskılara karşı duyarlı olmalı...

==========================================
Dostlar,

Sayın Prof. Birgül Ayman Güler, CHP İzmir milletvekilliği yaptıktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden erken emekli oldu. Uzmanlık alanı Kamu Yönetimi’dir.

5360 sayılı bu yasa, AKP = RTE yönetiminin ülkemize dönük en kapsamlı ve sakıncalı – zararlı girişimidir. Bu ciddi sorun sitemizde daha önce epey işlendi. Örn. aşağıdaki dosya…

BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ REFORMU VE KIRSAL ALANA ETKİSİ

Halen 750+ bin nüfuslu 30 il bu kapsamda.
Duyumlara göre AKP = RTE bu sınırı 400 bine çekerek Türkiye’yi hızla “eyaletleştirilme” yi tasarlamaktadır. En önemli, ağır, ciddi dönüşümlerden biri, Köy tüzelkişiliğinin kaldırılması ve mülkiyetindeki malların Büyükşehir belediyesine geçmesidir.

Daha açık söylemek gerekirse, kırsal kesimde Köylerde İhtiyar heyeti – Muhtarlık ile temsil edilen tüzelkişiliğin edindiği mera, otlak, yaylak, sulak alan, binalar vb. tüm taşınmaz ve varsa taşınırlara EL KONMASI ve mülkiyetinin kaldırılmasıdır.

Köy tüzelkişiliği kaldırıldığından, Köy halkının bu malların ortak malikleri olarak haklarını arama ehliyetleri de düşürülmüş oluyor.

Şubat 2005’te sayısı 500’ü aşan SSK hastaneleri ve tüm sağlık kuruluşlarına el konarak bedelsiz olarak Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi gibi.. İşçilerin SSK primleri ile yaptırılan bu sağlık kurum ve kuruluşlarının ilgili yasada (5283 sayılı yasa, RG: 19.01.2005) bedelinin ödeneceği yazılı olsa da, bildiğimiz ölçüde böyle bir ödeme yapılmamış, işçilerin emeğine el konmuş, gasp edilmiştir.

Büyükşehire dönüştürülen illerde metropol merkezdeki büyükşehir belediyesine ek salt ilçe belediyeleri kalacak, 3. kademe küçük belediyeler kapatılacaktır. Buralar belde, mahalle olarak en yakın ilçe belediyesine bağlanacaktır. Dolayısıyla bu belediyelerin taşınır – taşınmaz malvarlıkları da bağlandıkları ilçe belediyesine aktarılacaktır.

Büyükşehir belediyeleri, il sınırı içindeki tüm tarla, arazi,  otlak, yaylak, mera gibi topraklara tasarruf yetkisi kazanacaktır.  Nitekim bu taşınmazlardan satışa çıkarılan meralar nedeniyle köylüler ile Büyükşehir belediyeleri karşı karşıya gelmişlerdir. İngiltere’deki “çitleme” (Fencing) faciasındaki gibi köylü mülksüzleştirilerek sanayi için ucuz kentsel emek gücüne dönüştürülmüş, endüstri kapitalizmine dönük üretime zorlanmışlardır.

Yurttaşların bu tabloyu ve asıl hedefi iyi görmeleri ve büyükşehir olma büyüsüne kapılmamaları beklenir. Bu çok tehlikeli siyaseti güden AKP engellenmeli; sağduyulu AKP’liler uyanmalıdır!

Sevgi ve saygı ile. 02 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Prof. Selçuk Erez : HACAMAT

Hacamat 

Prof. Selçuk Erez
Cumhuriyet,  
28 Eylül 2017

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Başkan bir süredir pek iyi değildi: Yorgun, gergin, sağlıksız ve bitkin görünüyordu. Önce Küba’ya, sonra Houston’a gidip doktorlara danışmayı düşündüler ama Küba’yı Irma, Houston’u da Harvey fırtınası yerle bir edince ve buraları su basınca vazgeçtiler ve Başkan’ı bütünleyici tıp hocalarına göstermeye karar verdiler. 
Başkan için yapılacak konsültasyona son zamanlarda üniversitelerde verilmeye başlanan sülük – kupa çekme vb. derslerinin tanınmış hocaları çağrıldı. 
Profesör Hamit Keseroğlu, çekirdekten yetişmiş, stajını Tophane’de yapmış esaslı bir hacamatçıydı. Ülkedeki ve bütün Ortadoğu’daki yatırların yerlerini ve hangisinin hangi hastalığa iyi geldiğini bilen Yatırolog Keramet Bey ve vantuz yerine şarap kadehleri ve Oktoberfest’ten getirdiği kırılmaz bira bardaklarıyla Ar-Ge’ler yapan şişe-bardak çekme profesörü Salih Süzgeç de çağrılmıştı. Salih Hoca bu araştırmaları nedeniyle Başkan tarafından yıllardır Nobel’e aday gösterilmekte ama her kezinde hakkı yenmekteydi. 
Çiftlik sülüklerini asla kullanmayan, uygulamalarında yalnızca dere kenarlarında serbest sürünen organik kurtçukları yeğleyen ünlü Sülükbilimci Faruk da davet edilmişti. 
Davetliler konsültasyondan bir buçuk saat evvel geldiler ve bekleme salonuna alındılar. Sarayın Başmabeyincisi onları karşıladı ve önce güvenlik kontrolünden geçeceklerini, sonra sarayın altındaki sağlık merkezinde başkanı muayene edeceklerini söyledi. 
Alternatif tıpçılar güvenlik kontrolünden sonra sağlık kompleksine giden koridora götürüldüler. Ancak burası koruma polisleriyle hıncahınç doluydu. Hocalar kendilerine yol vermeyen polislere neden geldiklerini anlatmaya çalıştılar ama kıpırdayan olmadı. İtişme başladı. Ortam gerildi, çok gerildi.

Alternatifçilere bir yerden biber gazı sıkılınca onlar da akupunktur iğnelerini sallayarak ve sülük kavanozlarını fırlatarak saldırıya geçtiler.

Profesör Keseroğlu, kendisini tekmelemeye kalkan güvenlikçiye hacamat uygularken sloganlar atılmaya başladı: 
-Bu daha başlangıç.. 
Koridorlardan yükselen gümbürtü ve şıngırtılar sürerken Başkan’ın sesi duyuldu: 
-Ne oluyor? Bu daha başlangıç ne demek? 
Buraya kadar mı geldiler? Mabeyincibaşı atıldı: 
-Bir şey yok efendim, rüya görmüş olacaksınız… Muayene odasında uyukladınız azıcık. Başkan kızdı: 
-Rüya gören ben değilim, sensin! Alternatifçiler nerede? 
-Bekleme odasındalar. 
-Hepsini yolla, gitsinler! 
Başkan bir saat sonra sekreterine bütün alternatif tıp hocalarının görevlerinden alındığını bildiren bir kararname yazdırırken Mabeyincibaşı televizyonda istifa ettiğini ama Başkan’a bağlılığının ebediyete kadar süreceğini açıklıyor ve ağlamamak için kendisini güç tutuyordu.
=================================

Size alkış saygın tıp hocamız Prof. Selçuk Erez..
Yaratıcı edebiyat zekanıza da selam!

2 notumuz olsun izninizle :

1. SGK “Hacamat” (kupa tedavisi) için SUT tarifesinde 50 (elli) TL ödemekte.
2. Alternatif tıbbın alternatifi gene BİLİMSEL TIP’tır..

Merhum, kamu mallarını “babalar gibi satarım” diye efelenen Maliye Bakanı Kemal Unakıtan‘ın koroner by pass ameliyatı olması gerekiyordu. Üzerine İngilizce “iletiler” olan t-gömlek (ti şört!?) giyen Bayan Unakıtan istihareye yatmışlar ve kalktıklarında / uyandıklarında “Rabbim Cleveland dedi” buyurmuşlardı.. Ne yazık ki Cleveland da Bakan Unakıtan’ı kurtaramadı. Tekerlekli sandalyeye düştü ve çok geçmeden yaşamdan ayrıldı.

Necipler necibi milletimiz o feraseti ve zekasıyla mesajı alır mı acaba??
Kendine sorar mı 15 yıldır milyonlarca oy yağdırdığı siyasal parti – kadrolardan kendi ve ülkemiz gerçekte ne yarar sağladı; ne fatura ödedi?
Örneğin iktidarca “adam yerine konmamayı” da bağışlıyor mu??

  • SKG’nın – Sağlık Bakanlığının insanımızı bu tür bilim dışı yöntemlere yönlendirmesi insanlığa karşı suçtur! Utanç vericidir ve bilimsel tıp hizmeti herkese verilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 02 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com