Etiket arşivi: Bölge kalkınma ajansları

Türkiye kalkınmak istiyorsa bunları yapmak zorundadır

Türkiye kalkınmak istiyorsa
bunları yapmak zorundadır

Barış Doster
Odatv.com, 26.6.18

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Ekonomik atılım, sanayileşme hamlesi ve bütüncül kalkınma için, Cumhuriyet’in planlama birikimi ve halkçı iktisat politikaları öğreticidir.

Türkiye bir seçimi daha geride bıraktı. Maalesef, ülkemizin temel sorunları kapsamlı olarak tartışılmadı meydanlarda, ekranlarda. İktidar, yerli ve milli ekonomi diyerek, şeker fabrikalarını kapattı. Kıraathane açma sözü verdi. Sırf bu vaat bile, devletin üretimdeki, istihdamdaki, genel anlamıyla ekonomideki yeri üzerinde uzun uzadıya durmayı gerektiriyor. Hele de ABD’nin korumacı ekonomi politikalarına öncelik verdiği, Almanya ve Fransa’da kamunun ekonomideki payının Türkiye’dekinden yüksek olduğu, Çin’in kendine özgü ekonomi modeli ve planlama anlayışıyla dünyanın 2. büyük ekonomisi olmayı başardığı ve büyüme hızında batılı, merkez, gelişmiş, kapitalist, emperyalist ülkelere fark attığı bir dünyada…

Öncelikle şunun altını çizelim; özelleştirme sadece ekonomik bir dayatma değildir. Aynı zamanda siyasal ve ideolojik bir dayatmadır. Kapitalizmin pazar ve hammadde ihtiyacından, yarattığı krizlerden bağımsız düşünülemez. Bu kapsamda özelleştirme;

Kamu Yönetimi Reformu’ndan,
Yerel Yönetimler Reformu’ndan,
Bölge Kalkınma Ajansları’ndan ayrı ele alınamaz.

  • Bunların hepsi ulus devletin, sosyal devletin, kamucu – halkçı ekonomi anlayışının tasfiyesine dönüktür.

    Aynı paket programın parçalarıdır. Türkiye gibi; gelir dağılımı adaletsizliğinde ilk sıralarda yer alan, vergi adaletini sağlayamayan, toplam vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin oranı %70’i bulan bir ülkenin (ideal olan, bu oranın tam tersi, yani doğrudan vergi gelirlerinin toplam içindeki payının %70 olmasıdır) kalkınması için, kamunun öncülüğü ve planlaması gerekir.

Belirtmekte yarar var; Türkiye’de kamunun sosyal harcamalara ayırdığı pay, OECD ortalamasının altındadır. OECD ortalamasında, GSYH içinde kamunun sosyal harcamalara ayırdığı pay %22’ye yaklaşırken, Türkiye’de bu oran %12-13 dolayındadır. Oysa bu oran Fransa ve Danimarka’da %30, Almanya’da % 26’dır. (AS: Rakamlarda sıkıntı var. Bütçenin tümü GSYİH’nın %25’i dolayında ve bunun yarısı ya da GSYİH’nın %12-13’ü sosyal harcama olamaz.. Bütçenin %12-13’ü sosyal harcama olabilir; GSYİH içinde payı %3-3,25 demektir..)

DEVLETİ KÜÇÜLTMEK ve DEVLETİ KÜÇÜK DÜŞÜRMEK

Türkiye’de liberallerin dilinden düşmeyen slogandır devleti küçültmek. Anayasada yazılı olan sosyal devletin kırıntısı kaldığı halde, yine de devleti küçültmek isterler. Ama akıllarına adil bir vergi sistemi gelmez. Dengeli gelir dağılımı gelmez. Türkiye’nin ucuz emek, düşük teknoloji ile öne çıkan üretim yapısını değiştirmek gelmez. Tarım, sanayi, tarıma dayalı sanayi, planlı kalkınma gelmez. Sanayileşmenin, öbür yararlarının yanı sıra, hem işsizliği azaltmak, hem vergi gelirlerini artırmak, hem de gelir dağılımı dengesizliğini gidermek açısından önemli olduğu gelmez. Türkiye’nin, devlet eliyle sanayileşmede geçmişte başarılı işler yaptığı gelmez.

  • Oysa Türkiye kalkınmak istiyorsa, öncelikle milli kaynaklara dayanan, nitelikli emeğe yaslanan bir sanayileşme programını benimsemelidir. Bunun için planlama gerekir.
    Adil vergi politikaları şarttır. Bu, bilimsel ve teknolojik gelişme için de zorunludur.

Çünkü pazar ekonomilerinde devletin yardımı olmaksızın, bilimsel ve teknolojik ilerleme için gerekli sermayenin, gerektiği düzeyde sağlanabileceğini düşünmek, yalnızca bir hüsnü kuruntudan ibarettir. ABD’de federal bütçeden AR-GE için ayrılan yıllık ödenek 140 milyar $ dolayındadır. Bunun 17 milyar doları federal ar-ge merkezlerinde kullanılır. 1940’lı yıllarda kurulmasına başlanan bu merkezlerin günümüzdeki sayısı 40’tır. ABD’nin bilim ve teknolojideki ulusal öncelikleri, federal ar-ge merkezlerinin araştırma konuları saptanırken belirleyicidir.

“..Üniversitenin araştırma potansiyeli ve bilgi birikimiyle sanayinin deneyimi, kamunun katalizörlüğünde ve finansman desteğiyle bir araya getirilerek ulusal öncelik alanlarında tümleşik bir ulusal yetenek yaratılır.” (Aykut Göker, “Amerikan Sanayiinin Ardındaki Güçlü El (2)”, Cumhuriyet Bilim Teknoloji Eki, 21. 03. 2014)

SÖZDE DEĞİL, ÖZDE YERLİ VE MİLLİ EKONOMİ İÇİN…

Türkiye; daha çok ve daha nitelikli üretmek, ürettiği nitelikli ürünleri ihraç etmek, daha sağlıklı ve sürdürülebilir şekilde büyümek, daha adil bölüşmek istiyorsa, köktenci adımlar atmalıdır. Örnek; gerekirse bir keze özgü olmak üzere, servet vergisini gündeme getirmelidir. Örnek; lüks tüketimden daha çok vergi almalıdır. Örnek; kayıt dışı ekonomiyi kayda almanın yolunu bulmalıdır. Örnek; tüketimi pompalamak yerine, tasarruf bilincini özendirmelidir. Örnek; yerli malı kullanımını teşvik etmelidir.

Sanayinin dışa bağımlılığının artması, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda politik bir sorundur. Ulusal güvenlik sorunudur. Ekonominin inşaata dayanması sonucu Türkiye, son 7 yılda toplam 551 milyar doları inşaat yatırımlarına ayırmıştır. Türkiye; üretimi ve ihracatı düşük ve orta düzeyli teknolojilere dayanan bir ülkedir. İmalat sanayisinin ulusal gelir içindeki payı azalmıştır. Türk ekonomisi, büyüdüğü dönemler dahil, istihdam yaratamamıştır. İşsizlik, özellikle genç işsizlik çok yüksektir. Ekonomideki genel verimlilik düzeyi, batılı ülkelerin gerisindedir. Elindeki kaynağı doğru, tam, zamanında kullanmak, ekonomik kullanmak açısından Türkiye’nin yalnızca verimlilik düzeyi değil, üretkenlik düzeyi de düşüktür.

Kalkınma yalnızca piyasayla olmaz. Planlama zorunludur. Yalnızca özel sektörle olmaz. Devletin öncülüğü ve katkısı şarttır.

  • Azgelişmiş ülkelerde, çevre ekonomilerde, Türkiye gibi; yarı sanayileşmiş, dış kaynağa bağımlı, düşük teknolojiye dayalı üretim yapan, merkezin hemen kenarında bulunan,
    yarı çevre konumundaki tedarikçi bir ekonomide, liberal iktisatla kalkınmak olanaksızdır.

Neo-liberal ekonomi politikalarıyla sağlıklı, güçlü bir ekonomik yapı kurulamaz. Türkiye gibi; sanayileşme sürecine geç katılan ülkelerde kamuculuk, planlama, halkçı – devletçi ekonomi politikaları izlenmezse, devlet piyasaya müdahale etmekten sürekli korkarsa, çarpık bir yapı ortaya çıkar.

Sağlıklı ve sürdürülebilir bir kalkınma için devlet yönlendirici, düzenleyici, eşgüdüm sağlayıcı olmalıdır. Sektör ölçeğinde il il, bölge bölge, ürün ürün öncelikleri saptamalıdır. Bunu yaparken ulusal gereksinimleri gözetmelidir. İç talebin yanında, ihracat olanağını da dikkate almalıdır. İleri teknoloji kullanımını özendirmeli, yüksek katma değer yaratan, istihdam sağlayan alanlara öncelik tanımalıdır. Sübvansiyon, teşvik, kaynak tahsisi, vergi kolaylığı, bu ölçütlere göre düzenlenmelidir. İhracatta ürün yelpazesini çeşitlendirmek, ileri teknolojiye, nitelikli işgücüne dayalı, yüksek katma değer üreten mallar üretip satmak amaçlanıyor ise bunun yetkin bir eğitim ve bilim politikası olmadan, nitelikli işgücü olmadan başarılamayacağı bilinmelidir.

Kıssadan Hisse: Ekonomik atılım, sanayileşme atılımı ve bütüncül kalkınma için, Cumhuriyet’in planlama birikimi ve halkçı iktisat politikaları öğreticidir.
================================
Dostlar,

Sevgili kardeşimiz Barış Doster‘e bu yoğun derlemesi için teşekkür ederiz.
Türkiye’nin artık yitirecek zamanı ve kaynağı kalmamıştır.
Eldeki kaynakların olası en yüksek verimlilik ve üretkenlikle ve ULUSAL ÇIKARLAR ekseninde, kamu öncülüğünde ve planlı olarak yürütülmesi dışında hiçbir seçenek kal-ma-mış-tır!

Ekonomi, olağanüstü zorluklara sürüklenmiştir. Hem bu ciddi yük (handikap) aşılacak hem de gerikalmışlık farkı kapatılacaktr. Bu 2 zorunluk, 81 milyon ülke insanı için gerçek anlamda beka (sağkalım, survival) sorunudur.

Türkiye gündelik kısır çekişmeleri hızla aşmaya ve doğru stratejik yönelime mah-kum-dur.

Bu bağlamda hata yapan siyasal iktidarların yönetme erki seçimlerde elinden alınacaktır.

Sevgi ve saygı ile. 27 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

‘BÜTÜNŞEHİR’ yanlışında ısrar etmek

‘BÜTÜNŞEHİR’ yanlışında ısrar etmek 

Birgül Ayman Güler

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

Türkiye’yi federasyon tipi devlete sürüklemek isteyenler, hiçbir zaman er meydanına çıkıp konuşmadılar. Kimisi verimlilik adına, kimisi planlama adına konuşmayı, kimisi de ‘çağdaş dünyada en iyiler’den dem vurmayı seçtiler.
Bu hedefi uygulamaya geçirmek isteyenler, en uzun adımlarını 12 Eylül 1980’den sonra attılar. Yalnızca “yerel yönetimleri güçlendirmek” lafazanlığıyla yetinmediler. Büyükşehir belediyeleri kurmaları birşey değildi. Ülkeyi sekiz bölge valiliğine ayıran bir kararname çıkarmayı bile başarmışlardı. Bölge valiliği kuran kararname yasalaşamadı; yürürlükten kaldırıldı.
***
1990’lı yıllarda öne atılan fikir, il özel idarelerini güçlendirmek oldu. Ama öyle sıradan bir güçlendiriş değil. Zaten yerel yönetim türlerinden biri olan özel idareleri, illerde valilerin yetkilerini de üstlenecek hale getirmek niyeti. Öyle ki, kısa bir süre içinde valiliklere gerek kalmasın; illerde valilikler ve kaymakamlıklar kaldırılsın; böylece iller merkezin taşra kuruluşu değil il halkının özyönetimleri olsun… İl özel idareleri böyle bir dönüşümden geçirilirse, merkezce atanan valilerin yerini, elbette ‘seçimli valilik’ alacaktı. Sonuçta, yalnızca Türkiye’nin değil Osmanlı Devleti’nin de üzerinde yükseldiği “il sistemi”, yerini “eyalet sistemi”ne bırakmış olacaktı. Olmadı; fikir atıldığı yerde kaldı.
***
2000’li yıllarda bölgeselleşme – federasyonlaşma baskısı, Avrupa Birliği serinliğiyle sürdü. Bölge kalkınma ajansları, belediyeleri Anayasa’ya aykırı olarak ‘idari ve mali özerk kuruluşlar’ diye tanımlayan belediye yasaları, belediyelerde etnik-dillerin kullanılması, merkeze ait görev ve yetkilerin belediyelere devredilmesi için “Kamu Yönetimi Temel Kanunu” adlı yasa hazırlıkları, aldı başını gitti. Temel Kanun düştü. İçindeki parçaların kimileri yürürlüğe girdi. Ama bu işin özü uygulamaya geçirilemedi. Yani, devletin merkeziyetçilik esasına göre kurulmasına son verilemedi. Yeni ilke, ademi merkeziyetçilik esas kılınamadı. Böylece eyaletleşme hedefi yine başka bir sonbahara kaldı.
***
2010’lu yıllarda eyaletçiler başka bir fırsat gördüler. Yapıyı, büyükşehir modeliyle değiştirmek fırsatını… Denemesini İstanbul ve Kocaeli’nde yapmışlardı. Büyükşehir belediyesinin sınırları, bu illerin sınırlarıyla aynı yapılmıştı. İki ilin alanında 3 idare olmuştu. Merkezi idarenin kendisi olarak valilik; ilin yerel yönetimi olarak il özel idaresi; yine ilin yerel yönetimi olarak büyükşehir belediyesi. Bir ilde üç idare çok fazla. Olan özel idareye oldu; tarihe karıştı.
***
2012’de yasayla, 2014’te seçimler (AS: yerel) sonunda, bu model yayıldı ve 30 ili kapladı. Bu tarihe kadar yalnızca ilin merkezindeki şehirde yetkili olan “Büyükşehir Belediyesi”, ilin tümünde yetkili oldu. Hukuken ayrı bir adları yok. Uygulamada bunlara “BüTünşehir Belediyesi” dedik. “İl-Belediyesi” de diyebilirsiniz.

  • Toplam 81 ilin 30’unda il özel idareleri kaldırıldı.

Belediyeler o kadar genişlediler ki, belediye olmaktan çıktılar. Öyle ya, belediye ‘şehir/kent’ büyükşehir de “metropolitan şehir/kent’ yönetimidir. Oysa bu değişiklik belediyeciliği “şehir” den aldı, “alan yönetimi” ya da “bölgesel yönetim” haline getirdi. Belediyelerin adı kaldı; özü ortadan kalktı.
***
Şimdi gazetelerde küçük haberler var.
Ülkenin tüm illerinde bu modele geçileceği yazılıyor. Bu doğruysa, olan şudur:

  • Büyükşehir belediyesi modeli kullanılarak, Türkiye, merkezi il idaresinden yerel il idaresine evrilecek.
  • Bunun son adımı, merkezi il idaresinin, valilik sisteminin ortadan kaldırılmasıdır; alan bölge yönetiminin “yerel”lere terk edilmesidir; yani devletin eyaletleştirilmesidir.
    ***
  • Türkiye’nin çıkarlarına köklü biçimde aykırı sinsi baskılara karşı duyarlı olmalı...

==========================================
Dostlar,

Sayın Prof. Birgül Ayman Güler, CHP İzmir milletvekilliği yaptıktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden erken emekli oldu. Uzmanlık alanı Kamu Yönetimi’dir.

5360 sayılı bu yasa, AKP = RTE yönetiminin ülkemize dönük en kapsamlı ve sakıncalı – zararlı girişimidir. Bu ciddi sorun sitemizde daha önce epey işlendi. Örn. aşağıdaki dosya…

BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ REFORMU VE KIRSAL ALANA ETKİSİ

Halen 750+ bin nüfuslu 30 il bu kapsamda.
Duyumlara göre AKP = RTE bu sınırı 400 bine çekerek Türkiye’yi hızla “eyaletleştirilme” yi tasarlamaktadır. En önemli, ağır, ciddi dönüşümlerden biri, Köy tüzelkişiliğinin kaldırılması ve mülkiyetindeki malların Büyükşehir belediyesine geçmesidir.

Daha açık söylemek gerekirse, kırsal kesimde Köylerde İhtiyar heyeti – Muhtarlık ile temsil edilen tüzelkişiliğin edindiği mera, otlak, yaylak, sulak alan, binalar vb. tüm taşınmaz ve varsa taşınırlara EL KONMASI ve mülkiyetinin kaldırılmasıdır.

Köy tüzelkişiliği kaldırıldığından, Köy halkının bu malların ortak malikleri olarak haklarını arama ehliyetleri de düşürülmüş oluyor.

Şubat 2005’te sayısı 500’ü aşan SSK hastaneleri ve tüm sağlık kuruluşlarına el konarak bedelsiz olarak Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi gibi.. İşçilerin SSK primleri ile yaptırılan bu sağlık kurum ve kuruluşlarının ilgili yasada (5283 sayılı yasa, RG: 19.01.2005) bedelinin ödeneceği yazılı olsa da, bildiğimiz ölçüde böyle bir ödeme yapılmamış, işçilerin emeğine el konmuş, gasp edilmiştir.

Büyükşehire dönüştürülen illerde metropol merkezdeki büyükşehir belediyesine ek salt ilçe belediyeleri kalacak, 3. kademe küçük belediyeler kapatılacaktır. Buralar belde, mahalle olarak en yakın ilçe belediyesine bağlanacaktır. Dolayısıyla bu belediyelerin taşınır – taşınmaz malvarlıkları da bağlandıkları ilçe belediyesine aktarılacaktır.

Büyükşehir belediyeleri, il sınırı içindeki tüm tarla, arazi,  otlak, yaylak, mera gibi topraklara tasarruf yetkisi kazanacaktır.  Nitekim bu taşınmazlardan satışa çıkarılan meralar nedeniyle köylüler ile Büyükşehir belediyeleri karşı karşıya gelmişlerdir. İngiltere’deki “çitleme” (Fencing) faciasındaki gibi köylü mülksüzleştirilerek sanayi için ucuz kentsel emek gücüne dönüştürülmüş, endüstri kapitalizmine dönük üretime zorlanmışlardır.

Yurttaşların bu tabloyu ve asıl hedefi iyi görmeleri ve büyükşehir olma büyüsüne kapılmamaları beklenir. Bu çok tehlikeli siyaseti güden AKP engellenmeli; sağduyulu AKP’liler uyanmalıdır!

Sevgi ve saygı ile. 02 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com