Etiket arşivi: Türk-İş

1 Temmuz 2014’te Asgari Ücret, Yoksulluk ve Açlık Rakamları..


1 Temmuz 2014’te Asgari Ücret, Yoksulluk ve Açlık Rakamları..

1 Temmuz 2014’te Asgari Ücret Ne Kadar Oldu? 

Haziranda açlık sınırı  bin 158 lira

ASGARİ ÜCRET

Asgari Ücret Tanımı: Çalışan bir kişinin en azından temel gereksinimlerini karşılayarak insanca yaşamalarına olanak tanıyan ve işveren tarafından ödenmesi zorunlu
en düşük ücret.

Resmi Gazete, 31 Aralık 2013, Karar Tarih: 31/12/2012, Karar No: 2013/1

16 yaşını doldurmuş işçilerin bir günlük normal çalışma karşılığı asgari ücretlerinin;

1/1/2014-30/6/2014 arasında 35,70 (otuzbeşyetmiş) TL,

1/7/2014-31/12/2014 arasında ise 37,80 (otuzyediseksen) TL olarak belirlenmesine
işçi temsilcilerinin karşıtlıklarına karşılık oy çokluğuyla karar verilmiştir.

Asgari ücretteki 16 yaş ayrımı kaldırılmıştır.

2014 yılı asgari ücretleri bekar) :

01.01.2014 – 30.06.2014 (Ocak) 01.07.2014 – 31.12.2014 (Temmuz)
Asgari Ücret 1.071 (Brüt) – 846 (Net) 1.134 (Brüt) – 891,04 (Net)

Asgari ücret 2014 zammı ilk 6 ay için %5, ikinci 6 ay için % 6.

2014 asgari ücreti için Ocak – Temmuz arası için 43 TL, Temmuz – Aralık için ise
45 TL artırım var.3 çocuğu olandan gelir vergisi alınmayacak (Yasa henüz çıkmadı eski uygulama sürüyor). 16 yaş altı asgari ücret kaldırılmıştır .Asgari ücretteki 45 TL artışın ardından, asgari ücretlinin net gündeliği 29,70 TL,
net saat ücreti ise 3,96 TL olacak.Asgari ücretteki artış kapıcı ücretlerine de yansıyacak. Kapıcılar için brüt 1,071,
net 910,35 TL olarak uygulanan asgari ücret brüt 1.134, net 963,90 TL’ye yükselecek.

KESİNTİLER

1 Temmuz 2014 sonrası için geçerli düzenleme, asgari ücret üzerinden yapılan kesintileri ve işverene maliyeti de artıracak.

Asgari ücretten yapılan kesinti 242,97 TL‘yi bulurken,

– İşverene toplam maliyeti 1.332,45 TL olacak.

Yeni asgari ücretle birlikte sosyal sigortalar primine esas kazancın alt ve üst sınırı da değişecek. Halen asgari ücretin brütü olan 1.071 TL’ye karşılık gelen prime esas kazancın alt sınırı 1.134 TL’ye, 6961,50 TL olan prime esas kazancın üst sınırı ise 7.371 TL’ye çıkacak. Öte yandan, asgari ücretteki artış, asgari ücrete endeksli olan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu‘na göre uygulanacak yönetsel para cezalarına da artış getirecek. 

Ayrıntılar için : Asgari_ucret_2014_ikinci_alti_ay

  • Yaklaşık 15 milyon çalışan ASGARİ ÜCRETLİ olarak görünüyor..!
    (Toplam istihdam 2014 Ocak, yakl. 26 milyon..)
  • Ücret emekçileri toplam ulusal gelirin 1/4’ünü alırken,
    vergi yükünün yarısını omuzluyor..
2014 Haziran ayında 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1158 TL,
Yoksulluk sınırı 3772 TL !

TÜRK İŞ araştırmasına göre, 4 kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1158 TL,
gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri gereksinimler için yapılması zorunlu öbür harcamaların toplam tutarı
(yoksulluk sınırı) ise 3772 TL.

Ankara’da yaşayan 4 kişilik bir ailenin gıda için yapması gereken asgari harcama tutarı bir önceki aya (Mayıs 2014) göre % 0,05 artış gösterdi.

Gıda enflasyonunda 12 aylık artış %13,35. Yıllık ortalama artış ise %11,69.

Araştırmaya göre; süt, yoğurt, peynir grubunda bu ay önemli bir fiyat değişikliği görülmedi. Et, tavuk, balık, sakatat, bakliyat gibi ürünlerin bulunduğu grupta; Ramazan ayı öncesi et fiyatındaki artış aile bütçesini olumsuz etkiledi. Et ve tavuk ile sakatat ürünlerinin fiyatı aynı kaldı.

Bu ay özellikle sebze fiyatındaki gerileme mutfak harcamasına olumlu katkı yaptı. Geçtiğimiz ay 3,14 TL olan ortalama sebze fiyatı bu ay 2,78 TL olarak hesaplandı. Meyve fiyatı ise fazla değişmedi ve bu ay ortalama kg fiyatı 3,67 TL oldu.

YILDIRIM KOÇ/ İşte Soma madencilerinin gasp edilmiş gerçek hakları


Dostlar
,

ACLIK_SINIRI_Mayis_2014

Yaşamını emekçi haklarına ve emek savaşımına adayan ODTÜ öğretim görevlisi dostumuz Sn. Yıldırım KOÇ, “13 Mayıs 2014 SOMA kurbanları“nın haklarını koruma adına çok önemli bir uzmanlık çalışmasını özetle aşağıda sunuyor..

Anlı şanlı TÜRK-İŞ‘in bol ücretli sendikacılık uzmanları ve danışmanları, bol ücretli – huzur haklı “Bölüm Sekreterleri” neden bu güne dek böylesi bir çalışma yapmadılar??
(Türkiye Maden – İŞ de Genel Maden – İŞ sendikası da TÜRK-İŞ’e bağlı!)

İhanet içindeki Basını ve Akademiayı zaten geçiyoruz..
Gündem oyunları ve lay lay lom haberlerle – dizilerle,
TV programlarıyla halkı nereye dek oyalayabileceğinizi sanıyorsunuz??

TRT’nin hemen hemen tüm haberleri “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan” klişesi ile başlıyor.. Bu ne utanç verici durumdur.. Kendilerini de parlatmaya çalıştıklarını da
öyle büyük bir hızla tüktetmekteler ki, ayırdına varsalar derhal frene basacaklar..
Basireti böyle şaşılası biçimde tutulur işte bazılarının ve o an,
artık çöküşün dönülmez ufuklarına denk düşer..

*****

Destanı asıl bu halk meydanlarda ölerek, gözünü yitirerek, kafası – kolu – bacağı –
ve de ONURU kırılarak veriyor.

Bu kanlı – acılı ve ölümlü savaşımın ona kazandıracağı
uyanıklık ve bilinçten korkmayan aptalın da aptalıdır.

27 Ekim 1927… Atatürk’ün TBMM’de Söylevi’ni bitirişi:

  • “Bugün ulaştığımız sonuç;yüzyıllardan beri çekilen ulusal felâketlerin doğurduğu uyanıklığın 

    ve

    bu kutsal yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.

    Bu sonucu Türk Gençliğine bırakıyorum.
    Ey Türk gençliği! Birinci görevin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza dek savunmak ve korumaktır. Gereksindiğin güç,
    damarlarındaki soylu kanda bulunmaktadır.”

*****
Sorunları kolluk gücüyle, baskıyla çözebileceğini sanan aptalın aptalına
ek zavallı diktatör müsvetteleri ise tarihin çöplüğünde zibil dolusu..

Azıcık aklı olan ya da azıcık namuslu danışmanları kalan siyasetçiler bile,
bu sonu olmayan lanetli gidişi ayrımsayabiliyor.. (farkedebiliyor..)

Ya Türkiye’yi yönetenler..
Onlar öyle talihsizler ki..

ATATÜRK‘ün uyarısına bir kez daha çooooo dikkat :

  • “Bugün ulaştığımız sonuç;yüzyıllardan beri çekilen ulusal felâketlerin doğurduğu uyanıklığın

    ve

    bu kutsal yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır…


Sevgi ve saygı ile.
1 Haziran 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

İşte Soma madencilerinin gasp edilmiş gerçek haklar

yildirimkoc

YILDIRIM KOÇ
AYDINLIK01 Haziran 2014

 

Aydınlık gazetesi yazarı Mehmet Akkaya, 22 Mayıs 2014 günü manşetten verilen yazısında, Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin Eynez Ocağı’nda çalışan işçilerinin haklarının nasıl gasp edildiğini yazmıştı.

Mehmet Akkaya’nın son derece önemli yazısında yer alan konuyu biraz daha açalım.

Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin Soma bölgesinde iki tür çalışması vardır.
Birinci türde, Ege Linyitleri İşletmesi’ne ait kömür (AS: kömür çıkarma) ruhsatları
Soma Kömür tarafından kullanılmaktadır (rödövans).
İkinci tür ise, taşeronluktur, hizmet alımıdır. Eynez Ocağı’ndaki çalışma bu niteliktedir.

Taşeron, Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’dir

Ege Linyitleri İşletmesi ve onun bağlı bulunduğu Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu
Gn. Md., İş Kanunu’nu ihlal ederek, Eynez Ocağı’nda kömür çıkarma işini Soma Kömür İşletmeleri’ne vermiştir.

Yasal anlatımla, ELİ (veya TKİ) ile Soma Kömür İşletmeleri arasında imzalanmış olan hizmet alım (altişverenlik) sözleşmesi muvazaalıdır ve yok hükmündedir! 

Buna göre, Soma Kömür İşletmeleri’nin çalıştırdığı Eynez Ocağı’ndaki işçiler,
işin başından beri Ege Linyitleri İşletmesi’nin işçileridir.

Bunun anlamı, bu işçilerin geçmişe dönük olarak beş yıllık süre içinde
çok önemli parasal haklara kavuşmalarıdır.

Eynez Ocağı’nda çalışan işçilere, Türkiye Maden-İş Sendikası ile Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. arasında imzalanmış ve 1.7.2012-30.6.2015 döneminde geçerli olan
üç yıllık toplu iş sözleşmesi uygulanmaktadır.

Halbuki Eynez Ocağı’nın işçileri, işin başından itibaren ELİ işçileri kabul edildiğinde, onlara uygulanması gereken toplu iş sözleşmesi, Türkiye Maden İş Sendikası ile
Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Gn. Md. adına Kamu-İş arasında imzalanan ve 1.1.2013-31.12.2014 döneminde geçerli olan iki yıllık toplu iş sözleşmesidir.

Eynez Ocağı işçilerine TKİ toplu iş sözleşmesi uygulanmalıdır

Aradaki büyük fark, halen yaşamda olan işçiler ölçüsünde, yaşamını yitiren işçileri de ilgilendirmektedir.

Yaşamını yitiren işçiler, TKİ toplu iş sözleşmesinden yararlanabilirlerse,
ailelerine ödenecek kıdem tazminatları, iş kazası nedeniyle ölümde ödenecek tazminat (AS: giderim) ve bağlanacak dul/yetim aylıkları önemli ölçüde artacaktır.
Ayrıca geçmişe dönük beş yıllık fark alınabilecektir.

Yaşamda kalan işçiler de geçmişe dönük beş yıllık süre için önemli miktarda
para alacaktır.

Bu iki toplu iş sözleşmesi arasındaki önemli farklar nelerdir?

Ücret düzeyleri çok farklıdır. Soma Kömür toplu iş sözleşmesinin 43. maddesinde
yer alan ücretler, TKİ ücret düzeyinin yarısından azdır.

TKİ toplu iş sözleşmesinde, yeraltında çalışılan her gün için ücretlere ek olarak
ayrıca %11 oranında ek tazminat ödenmektedir. Soma Kömür toplu iş sözleşmesinde böyle bir hak yoktur.

TKİ toplu iş sözleşmesinde yılda 112 veya 138 gündelik tutarında ek ödeme ve ikramiye vardır (Md. 54). Soma Kömür toplu iş sözleşmesinde ek ödeme ve ikramiye yoktur.

TKİ toplu iş sözleşmesine göre, işçilere her ay 207 TL sosyal yardım ödenmektedir (Md. 55). Soma Kömür toplu iş sözleşmesinde sosyal yardım ödemesi yoktur.

TKİ toplu iş sözleşmesinde her üç vardiya için ayrı miktarlarda vardiya zammı vardır (Md. 52). Soma Kömür toplu iş sözleşmesinde vardiya zammı yoktur.

TKİ toplu iş sözleşmesinde fazla çalışma ücreti %100 zamlıdır.
Bu çalışma 3 saati geçerse, zam oranı %150 oranında uygulanmaktadır (Md. 53). Soma Kömür toplu iş sözleşmesinde fazla çalışma zammı yalnızca %50’dir.

İşçiye ödenen yemek ücreti bile farklıdır. TKİ toplu iş sözleşmesinde 2013 yılında ödenecek yemek ücreti günde 4,83 TL (Md. 55) iken, Soma Kömür toplu
iş sözleşmesinde bu miktar 2,50 TL’nin birazcık üstündedir (Md. 44).

Bu konuları 2 Haziran 2014 Pazartesi günü Soma’da saat 18.00’de,
Soma Belediyesi Sinema-Konferans Salonu’nda düzenlenen konferansta
daha ayrıntılı olarak ele alacağız.

Soma katliamı sonrasındaki eylem


Soma katliamı sonrasındaki eylem

portresi

 

Yıldırım Koç
SINIF GÖZLÜĞÜ
Aydınlık, 17 Mayıs 2014
yildirimkoc@aydinlikgazete.com

 

Konfederasyonlar, Soma’daki katliamı protesto etmek amacıyla
15 Mayıs Perşembe günü 1 günlük iş durdurma kararı aldı.
15 Mayıs günü sabah kalkıp elektrik düğmesine bastım. Lamba yandı.
Bütün gün de elektrikte bir kesinti olmadı.

Elektrik işçileri ve Tes-İş Sendikası, bir günlük iş durdurma kararı alan örgütler arasında bulunan Türk-İş’i ciddiye almamışlar.

Bu sendikacılar, katledilen sınıf kardeşleriyle bir dayanışma içine girmediler.

Sokağa çıktım. Bir belediye çöp arabası çöpleri topluyordu.
Belediye otobüsleri de çalışıyordu.

Bir bankanın önünden geçtim. Banka çalışanları, harıl harıl iş yetiştiriyorlardı.

Sabah kalktığımda, telefon şirketlerinde çalışanlar, bizler ısınalım ve
elektrik enerjisinden yararlanalım diye ölümü göze alan ve yaşamlarını yitiren
sınıf kardeşleriyle dayanışma içinde olurlar beklentisi içindeydim.

Yanılmışım. Telefonum çalışıyordu.

Elektrik kesilmediği için internet bağlantısı da vardı.

Enerji Bakanlığı’nın önünde ufak bir grup kamu çalışanı protestoya hazırlanıyordu.

Bu yazdıklarımı gerçekten yaşadım ve özellikle kritik sektörlerde çalışan işçilerin duyarsızlığı konusunda büyük tepki duydum.

Türk-Metal, Maden-İş, Genel Maden-İş, Petrol-İş

Fabrikalarda ve madenlerdeki durumu ise telefonla öğrendim.

Türk Metal’in etkili bir katılım sağladığı, büyük fabrikalarda işleri durdurduğu anlatıldı.

Türkiye Maden-İş ve Genel Maden-İş sendikaları da madenlerde başarılı eylemler yapmış.

Petrol-İş de eylem kararını ciddiye almış.

Bu konuları düşünürken aklıma bir soru geldi.
Belki biraz acımasız olacak, ama düşünmekten de kendimi alamadım.

13-14 Mayıs (AS: 2014) günleri yaşamını yitiren maden işçileri acaba,
Yatağan-Kemerköy-Yeniköy termik santral ve Yatağan maden işçilerinin mücadelesine destek vermiş miydi?

Yoksa bu işçilerimiz TEKEL direnişine veya Yatağan eylemine ilişkin haberleri izlemek ve bu konuda sınıf sorumluluklarını yerine getirmek yerine, yorgun bedenlerini televizyonun önüne atmış, dizileri mi seyretmişlerdi?

Büyük acılar yaşanırken insana bunlar sorulmaz;
ancak bu soruları da unutmamak gerektiğini düşünüyorum.

Yaşamını yitiren insanların önemli bir bölümü, TEKEL’in özelleştirilmesi sonrasında tütün ekerek geçimini sağlama olanağını yitirmiş, yarı mülksüzleşmiş yoksul insanlardı.

Özelleştirme onları iki kez vurdu.
Birincisi, tütün üreticiliğinden, ikincisi işçi olarak canlarından oldular.

Belki de özelleştirmeleri yapan veya savunan siyasal partilere oy vermişler, özelleştirmeye karşı mücadele edenlerle hiç ilgilenmemişlerdi. Kim bilir!

Kapitalizm katliamsız yaşayamaz

İnsanlar da, sınıflar da yaşayarak öğreniyor.
Kapitalizm yalnızca cep telefonu, güzel bir televizyon, yeni mobilya, belki bir ev
veya araba değildir.

Bunların bile nasıl alındığını Soma katliamında gördük.

Madenden sağ kurtulan bir işçiye bir daha madene girip girmeyeceği sorulduğunda, kredi kartı borcu olduğunu, başka geçim kaynağının bulunmadığını,
bu nedenle madene geri dönmek zorunda olduğunu söylüyordu.

Kapitalizm budur!

Biz kapitalizme karşı çıkarken, gerçekte bu katliamlara karşı çıkıyoruz.

İşçilerin kapitalizme karşı çıkmaları konusunda bilinçlenmeleri için
ne yazık ki bu katliamları yaşamaları mı gerekiyor?

Kapitalizm, insan hayatını ucuzlatıyor.

  • Bir ton kömürü 130 $ yerine 30 dolara mal etmekle övünenler,
    30 doların yanına yüzlerce maden işçisinin canını eklediklerini söylemiyorlar.

Soma katliamı, Türkiye işçi sınıfı tarihine büyük bir acı olarak geçti.
Her şerde bir hayır vardır. Belki Soma katliamına karşı gelişen mücadele,
karanlık günlerden kurtuluşun yolunu ışıtacaktır.

Yaşamını yitiren madencilere rahmet, yakınlarına başsağlığı ve dayanma gücü,
gönlü ve beyni emekten, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyadan olanlara ise
daha güçlü mücadele azmi ve kararlılığı
 diliyorum.

Nerede o eski işçiler o eski sendikacılar?


Dostlar
,

5-7 Mayıs 2014 günlerinde İstanbul’da VII. Uluslararası İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Konferansı toplanıyor..

Yoğun ders programımız bu bilimsel etkinliğe katılmamıza olanak vermedi.
Ancak sunumları yakından izleyecek ve daha sonra okuyacağız..

İşçi Sağlığı – İş Güvenliği ve Meslek Hastalıkları,
HALK SAĞLIĞI uzmanlık alanımız içinde en çok emek verdiğimiz alt alandır.

İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olduğumuz yıl (15 Haziran 1977) Keban’da
Etibank Simli Kurşun İşletmesinden de sorumlu SSK hekimi olarak görev aldığımız günden bu yana 37 yıldır bu alana emek veriyoruz.

Yaşayarak deneyimlediğimiz ve öğrendiğimiz çok yalın gerçeklerin başında
SENDİKAL ÖRGÜTLENMENİN YAŞAMSALLLIĞI geliyor..

Hatta şöyle savsözleştirmek (sloganlaştırmak) pek yerinde olacak :

  • SENDİKA YOKSA İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ DE YOK!

Oysa makalesini aşağıya aktardığımız, yaşamını bu konulara adayan Sayın
Engin Ünsal’ın da (PhD) belirttiği üzere, 1980’de 3 (üç!) milyon SSK’lı işçinin yarısı
sendikalı iken günümüzde bu oran 16+ milyon işçide %10’un da altındadır!

Bir milyonu bulmayan sendikalı işçinin yarısından çoğu kamu işyerlerinde örgütlüdür.

  • Yabanıl kapitalizm, ÖZELLEŞTİRME üzerinden emek sendikacılığını
    avuç içinde kar gibi eritmektedir.

Bu 1 milyon dolayındaki sendikalı işçinin ise ancak yarısı toplu sözleşme yapabilecek durumdadır. Kalanı küçük – bölük pörçük, dolayısıyla kurgu ile yetkisizleştirilmiş sendikacıkların üyesidirler. Emekçilerin %95’i, bırakın grevi, toplu sözleşme yapabilecek sendikal örgütten yoksundur!

12 Eylül 2010’da yapılan Anayasa referandumunda değiştirilen 26 maddeden biri de
(“
Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.” diyerek 51. madde ile), akıllara durgunluk verecek biçimde “ileri demokrasi – özgürlükleri genişletme” masalları ile pazarlanan 1’den çok sendikaya üyelik hakkıdır (!).. (Sendikalar Ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası md. 17). Ülkemizde, hatırı sayılır oranda “aydıncık” da “yetmez ama evet” zeka fukaralığı bağlamında büyülenmiş (?!) ve eğitimsiz yığınları büyülemişlerdir.

Sendikal örgütlenmeyi destekleyen çok sayıda AB metninin iç hukukumuza katılmasına karşın (örn. ESSENTIAL EC LAWS1989 AT Sosyal Şartı İşçilerin Temel Hakları, 12. md. ayrıca İHEB ve AİHS) gerçek durum ortadadır ve en temel insanlık haklarından olan örgütlenme konusunda Türkiye dibe vuran ülkelerdendir..

Memur sendikacılığı ise tam bir orta oyunudur.. Toplu sözleşme ve grev yapamayan
bir örgüte “sendika” denilmesi ucubeliği ise olsa olsa Dünyada “ileri demokrasi” sahibi tek ülke olan Türkiye’ye özgüdür.

Kayıtlı işçilerin yarıya yakını asgari ücretle çalışmaktadır.

Taşeron işçisi
 (“Taşeron işçi” değil!) sayısı, 2003’te çıkarılan 4857 sayılı
İş Yasası’ndan bu yana 2,5 milyona dayanmıştır.
25+ milyon kayıt içi istihdamın en az 1/3’ü kadar da kayıt dışı çalışan vardır.

Basın özgürlüğünde önceki gün açıklanan yüz kızartıcı veriler yetmezmiş gibi..

Ülkemiz R.T. Erdoğan ve AKP yönetimiyle karanlıklara sürüklenmektedir.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği verileri tam anlamıyla “stigmatik” tir (utanç verici!).

VII. Uluslararası İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Konferansı
tam da böylesi bir ortamda İstanbul’da düzenleniyor.. Dostlar alışverişte görün..

Ülkemizdeki yakıcı İş Sağlığı Güvenliği (İSG) sorunlarının temelinde belirtilen engeller vardır. Bunlar giderilmeden İSG alanında anlamlı iyileşme beklemek ham hayaldir.

Yine de tüm saflığımızla VII. Uluslararası İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Konferansı‘na 
başarı dileriz..

Bu bağlamda Sn. Ünsal’ın aşağıdaki makalesi gerçekte bam teline vurmaktadır..

Sevgi ve saygıyla
5.5.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

================================

Nerede o eski işçiler o eski sendikacılar?

portresi

ENGİN ÜNSAL, PhD
AYDINLIK, 4.5.14

 

 

Her hafta ders vermek için Kıbrıs’a gidip gelirken 3 saatlik yolculuk boyunca bir kitap okuyorum.

Geçen hafta değerli bir sendika emekçisinin, Celal İlhan’ın yazdığı “Grevden Dönenin” adlı anı kitabını okudum. Celal İlhan’la Aydınlık’ta çıkan “Kulağı Kesik Sendikacılar” yazım nedeni ile tanıştık. Bana gönderdiği elektronik postada, “Ben kulağı kesik sendikacı değilim” diyor ve yazdığı anı kitabını göndereceğini söylüyordu.

Celal İlhan, Akdeniz Gübre Fabrikası’nda 1970’li yıllarda sendika baştemsilcisi olarak yaşadığı olayları bir polisiye roman kıvamında anlatırken, o yıllarda yaşayan işçilerin, sendika yöneticilerinin de çok net bir fotoğrafını çekiyor. Bir gübre fabrikasında
işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yaşanan çok önemli sorunların ısrarla izlemcisi olduğu için işinden atılıyor. Fabrikanın işçileri yeni evli ve çocuk sahibi olan bu değerli baştemsilcilerini yalnız bırakmıyor, inanılmaz bir dayanışma göstererek aralarında topladıkları parayı O’nun ayakta kalması için her ay evine getiriyorlar. Bahçelerinden topladıkları portakalları, yakaladıkları Akdeniz’in lezzetli balıklarını işten atılan arkadaşları ile paylaşıyorlar.Sendika genel merkezinin olaya sahip çıkıp stratejik nedenlerle işi yavaştan alışı onları yıldırmıyor ve işçilerin can sağlığını hiçe sayan yönetime karşı mücadeleleri inançla sürdürülüyor.

Altın yıllar

Celal İlhan’ın anıları beni 1965 yılından beri içinde yaşadığım sendikacılık yıllarına yeniden götürdü. 274-275 sayılı yasaların çıkması ile sendikacılığımız 1963-1980 yılları arasında altın yıllarını yaşadı. Sendikaların üye sayısı üç milyona yakındı.
Sendika üyeleri yürüyüştü, grevdi, eylemdi her işçi olayında yüreğini ortaya koyardı.
1 Mayıs günleri işçilerin topluma “Biz de varız” iletisini verdiği görkemli kalabalıklarla kutlanırdı. Sendika yöneticileri 1967 yılına dek tek konfederasyon olan Türk-İş yönetimine kafa tutacak ve gerektiğinde ayrılıp yeni bir konfederasyon kuracak ölçüde cesur yürekliydiler. Daha sonralar Türk-İş yönetimin açıkça siyasal tavır sergilemesini isteyen sosyal demokrat sendikacılar ayaklanması hep o yiğit, inançlı, eğilip bükülmeyen sendika önderlerinin varlığını işçi hareketine kanıtlıyordu. İşçiler gerektiğinde Çorum’dan İstanbul’a dek yürüyor, yapılan her greve tam kadro katılıyor
ve işverenlerden haklı isteklerini söke söke alıyorlardı.

Sonra ülkeye 1980 askeri müdahalesinin faşizan gölgesi düştü. Kurtuluş Savaşı’nı kazandığı için herkesin gözbebeği gibi sevdiği Silahlı Kuvvetler, bu ülkenin özverili, sömürülmek istenen işçisinin ve sendikalarının üzerine bir balyoz gibi indi. Silahlı Kuvvetlerin birçok yurttaşın gönlündeki o dev gibi imajı tuzla buz oldu ve işçilerin beline öyle bir dipçik darbesi indi ki, işçiler bugün bile bellerini doğrultamamaktadırlar.

Nerede o baş eğmeyen yürekli sendikacılar?

1980’e dek var olan işçi sınıfının ve onun sendika yöneticilerinin yerine bugün yeller esiyor. İşçiler öyle bir sindirildi ki; başını kaldırmaya, hakkını aramaya korkar duruma getirildi. Çıkarılan koruyucu yasalara karşın örgütlenemiyor. Her nasılsa sendika üyesi olmuş olanlar Çay-Kur ve THY grevlerinde olduğu gibi greve katılmaktan, haklarını bir sendika çatısı altında, grev hakkını kullanarak korumaktan korkar duruma getiriliyor. 1980 faşizmi, AB’nin baskıları ile kabul edilen koruyucu yasaların varlığına karşın, işçi sınıfının mertliğini yok ettiği gerçeği karşısında şaşkınlıkla duraksamak zorunda kalınıyor.

Ya sendika yöneticileri? 1980 öncesi yılların sendikacılarını utandıracak bir konumdalar. Çoğunluğu işçi haklarının korunmasını, işçilerin sendika üyesi olabilmesini ancak iktidar partisine yalakalık yapılarak olanaklı olabileceğine inanmış inançsız yöneticilerin varlığını gördükçe insan işçilerin ve sendikalarının, demokrasinin geleceğinden tüm umudunu kesiyor.

Nerede o eski günlerin yiğit işçileri, o baş eğmeyen yürekli sendikacıları?
Yoksa o günler hayal miydi? Hiç yaşanmadı mı? Ben yaşadığım tüm düş kırıklıklarına karşın o güzel günlerin bir gün geri geleceğine, işçilerin ve sendikaların özgür ve güçlü olarak bu ülkeyi, işçileri ve tüm ezilenleri insanın insana kul olmadığı bir düzene taşıyacağına inanıyorum. Bu nedenle işçilerin ve sendika yöneticilerin Celal İlhan’ın
Grevden Dönenin kitabını okumalarını öneriyorum. Belki o zaman grevlerin dönülmeyecek denli kutsal bir eylem olduğunu ayırdına varacak, işçi hareketine, sendikalarına ve de demokrasiye sahip çıkacaklardır.

İŞÇİ BAYRAMININ (MAY DAY) SOSYAL PSİKİYATRİK YÖNÜ

Prof. M. Kerem Doksat

portresi

İŞÇİ BAYRAMININ (MAY DAY) SOSYAL PSİKİYATRİK YÖNÜ

Louisville
, ABD’nin en büyük on yedinci ve Kentucky eyaletinin de en büyük şehridir. 1778 yılında Amerikan Bağımsızlık Savaşı kahramanlarından George Rogers Clark tarafından kurulmuştur ve ismini Fransa Kralı XVI. Louis’den almıştır; safkan atların yarıştırıldığı dünyanın en büyük at yarışı olan Kentucky Derby’nin yapıldığı yerdir.

Kentucky adının kökleri de ilginçtir. Esas adı Catawba olup, topraklarının satılmasına muhalefet eden genç bir Cherokee (Çeroki) şefi, Üstün Hristiyan Beyaz Adam’a,
satın aldıkları toprakların “karanlık ve kanlı olacağını” söylemiştir zamanında; hiç de yanılmamış olduğunu ifâde etmek sanırım hatalı olmaz. Bu “Iroquois” kelimenin kökeni de İrokualar veya İrokua Konfederasyonu, İrokua Birliği’nden gelir. Onlar buraya Haudenosaunee (İngilizce Iroquois) derler. Kanada’da Güney Quebec ile Güney Ontario, ABD, New York, Wisconsin, Oklahoma ve Kuzey Karolina eyaletlerinde
İrokua lisanlarını konuşan altı kabilenin (Mohavklar, Oneydalar, Onondagalar, Kayugalar, Senekalar, Tuskaroralar) 16. Asır’da veya daha önce oluşturduğu Kızılderili birliğinin ismidir. İlk önce 5 kabileden oluştuğu için Beş Millet/Ulus (Five Nations) olarak da bilinen birliğe en son olarak 1722 yılında katılan Tuskaroralar’dan dolayı adı daha sonra Altı Millet/Ulus (Six Nations) olarak da adlandırılır. Nüfusları 125.000 kişi dolayındadır.

Kentucky de, ABD’nin Kuzeydoğusu’ndaki Commonwealth (İngiliz Milletler Paktı) bölümünde yer alır. Öbürleri Virginia, Pennsylvania ve Massachusetts’tir. Merkezî Kentucky savanlarındaki buffaloların katledilerek gerçek sâhiplerinin açlık ve hastalıkla soykırıma uğratıldığı bölgelerden birisidir.

***
1856’da Avustralya’nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçileri, günde sekiz saatlik
iş günü hakkını kazanabilmek için Melbourne Üniversitesi’nden Parlamento Evi’ne kadar bir yürüyüş düzenler. 1 Mayıs 1886’da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu liderliğinde işçiler günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günde 8 saatlik çalışma talebiyle iş bırakırlar.

Chicago’da yapılan gösterilere yarım milyon işçi katılır. Kentucky Louisville’de 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi birlikte yürür. O dönemde Louisville’deki parklar, siyahlara kapalıdır. İşçiler, sokaklarda yürüdükten sonra hep birlikte Ulusal Park’a girerler.
Her eyalet ve kentte, siyah ve beyaz işçilerin birlikte yaptığı gösteriler, gazeteler tarafından, “böylece peşin hükümler duvarı yıkılmış oldu.” biçiminde yorumlanır.
Bu gösteriler 1 Mayıs’ı izleyen günlerde bütün harareti ile sürer ve 4 Mayıs’ta kanlı Haymarket Olayı’na yol açar. Uygulanan yasal baskılarla bu gösterinin tekrarlanması engellenir. 14 – 21 Temmuz 1889’da toplanan İkinci Enternasyonal’de Fransız bir işçi temsilcisinin teklifiyle

  • 1 Mayıs gününün bütün dünyada “Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kutlanmasına karar verilir.

İkinci gösteri de ancak 1890 yılında yapılabilir. Zamanla 8 saatlik işgünü birçok ülkede resmen kabûl edilir. 1 Mayıs, böylece, işçilerin birlik ve dayanışmasını yansıtan bir bayram niteliğini kazanır. Günümüzde Komünist ülkelerde (Çin Halk Cumhuriyeti, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Vietnam, Laos, Küba, Venezuela, Nepal, Bolivya) ve daha birçok ülkede tatil günü olan 1 Mayıs’ı işçiler büyük kitle gösterileriyle kutlar; bâzı ülkelerde 1 Mayıs siyasal bir eylem hâlini de alır. Tıpkı son 1 Mayıs hâdiselerinde İstanbul’da olduğu gibi!

Türkiye’de ilk kez 1923’te resmî olarak kutlanır. 2008 Nisan’ında da, Emek ve Dayanışma Günü olarak kutlanması kabûl görür. 22 Nisan 2009 tarihinde TBMM’de kabûl gören yasa ile 1 Mayıs resmî tatil olarak ilân edilir.
***

Bu tarihsel bilgilere bir göz attıktan sonra, konjonktürel gerçeklere de bakarak, bu
işçi-emekçi zaferinin muhtemel geleceğini bir irdeleyelim…

Günümüzde proletarya yâni İşçi Sınıfı kavramı çok büyük bir istihâleye (transformasyona) uğradığını görüyoruz. Artık “sınıf bilinci” içinde bir işçi sınıfını
tek başına tahayyül etmek safderûnluk (kolay aldatılma) olur.

İşçiler günümüzde ırgat hâline gelmiş, getirilmiş köleler durumunda ve bunun
Marx’ın öngördüğü yapıyla pek alâkası yok. Çünkü o işçilerin birleşebilmesine imkân tanınmıyor, tanınsa dahi zâten başaramazlar. Teknoloji ve bilim o kadar ilerledi ki,
insan klonlamadan tutun da, her şeyin sâhicisinden daha effektif olarak kullanılabilecek yedek parçaları yapılıyor. Tükenmiş türlerin yeniden mavi gezegenimizin üzerinde yaşamasının etik ve moral yönü tartışılıyor; yâni teknoloji çoktan hazır da, “yapsak mı yapmasak mı?” suali gündemde.

Eh, Homo Sapien sapiens’i 56 senelik ömrümde azıcık tanıyabildiysem eğer,
bunları en azından denemeden duramayacaktır; tutamaz kendini.

Arkasına bilimi, teknolojiyi, “know how’u” almamış steril bir İşçi Sınıfı kalmadı.
Bir işçi veya emekçi bunu yapmaya kalkıştığında da otomatikman seçkinler kulübüne transfer oluveriyor.

Meselâ, Türkiye’de acaba sendika liderlerinden kaçı gecekonduda, kaçı villada oturur? Emekçinin “artık değerini” sömürmeden sonuna kadar işçi ve emekçi haklarını koruyan böyle liderler varsa da, “vahşi kapitalizm”, yeni adıyla “neo-emperyalizm” onu nokta atışıyla ortadan kaldırır.

Meselâ ben ve karım tümüyle emekçilikle, muayenehânemizde nitelikli ırgatlık yaparak para kazanıyoruz. Bunu sürdürebilmek için de sürekli olarak yeni gelişmeleri izlemek, okumak ve kendimize yatırım yapmak zorundayı; bu da gene para harcayarak gerçekleştirilebilen bir süreç. Yarın birimize bir şey olsa, bizi koruyacak olan emekli maaşımla ancak küçük bir apartman dairesinde veya gecekonduda yaşayabiliriz;
o da, hemen her şeyi satıp savdıktan sonra!

Tarihte de bunun o kadar çok örneği var ki…

James Riddle Hoffa (lâkabı Jimmy Hoffa) Detroit yakınlarında1975’te öldürüldü, 1982’de de resmî olarak ölü ilân edildi. Güney Afrika’da Marikana platin madeninde başlayan grev dalgası ülkenin tümünü kapsayacak şekilde büyürken, Lonmin şirketine âit maden ocağı yakınında Cuma akşamı öldürülen madencinin yerel sendika lideri olduğu ortaya çıktı ve Ulusal Maden İşçileri Sendikası (NUM) Sözcüsü Lesiba Seshoka, “Western Platinum’da sendika şûbe sekreteri, Cuma akşamı Marikana’daki evinde vurularak öldürülmüştür.” dedi ve ekledi:

“Sendika ve üyelerimiz, polislerin suçsuz sivilleri koruduğu yönündeki güvenini giderek yitiriyor.”

Guatemala’da: 27 Mart (Prensa Latina) Guatemalalı emek örgütleri yaptıkları açıklamada son zamanlarda suikaste uğrayan sendika liderleri listesine Escuintla bölgesi Nueva Concepcion Belediyesi İşçileri Sendikası Genel Sekreteri Kyra Enriquez’in de katledilmesiyle bir sendikacının daha eklendiğini doğruladı. Prensa Latina’nın Uluslararası Gıda, Tarım, Otel, Restoran ve Tütün İşçileri Sendikası (UITA), Agro-Sanayi İşçi Birliği ve Gıda Federasyonu’ndan (FESTRAŞ) elde ettiği bilgilere göre Enriquez Cuma günü meydana gelen olayda vurularak öldürüldü.

Antakya’da savaş karşıtı muhalefetteki çabalarıyla öne çıkan ve uzun zamandır tehdit alan Ehl-i Beyt Kültür ve Dayanışma Vakfı (EHDAV) Genel Başkanı Ali Yeral’ın evine
29 Nisan’ı 30 Nisan’a bağlayan gece yarısı saat 01:30 sularında kimliği belirsiz kişilerce saldırı düzenlendi. Ali Yeral’ın bir ziyaret amacıyla İran’da bulunduğu sırada gerçekleşen saldırıda saldırganlar evdeki bâzı eşyaları tahrip ettikten sonra
“seni yakacağız” yazılı bir not bırakarak kaçtı. Saldırı esnasında Yeral’ın karısının
ve çocuklarının evde bulunduğu, ancak, saldırganların yüzünü göremediği belirtildi.

Faruk Dinçer şöyle yazmış:

Birkaç ay önce “İnsanca Bir İş İçin Geleceği İnşa Etmek” başlıklı bir uluslararası
ILO konferansı düzenlenmişti, İsviçre’nin Cenevre kentinde. 163 ülkenin katılımı ile hükûmetleri temsilen 325, işveren örgütlerini temsilen 159 ve işçi sendikalarını temsilen 160 delegeyle yapılmıştı bu toplantı. Türkiye’yi temsilen hükûmetten 14, TİSK’den 9 ve sendikalardan (TÜRK-İŞ, HAK-İŞ ve KAMU-SEN) 7 kayıtlı temsilci de vardı. DİSK ve KESK ise, üyesi oldukları Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) bünyesi içinde konferansa iştirak etmeyi uygun bulmuşlardı.

Konferans sırasında “Uluslararası Standartların Uygulanması Komitesi”, Türkiye’nin sendikal hak ihlâlleri ve uluslararası sözleşmelere uyumsuzluk konularında en olumsuz koşulların yaşandığı 25 ülke arasında olduğuna hükmetti. Aşağı yukarı Swaziland, Zimbabwe ve Burma gibi ülkelerle aynı kategorideyiz bu perspektifte. Peki, hiç merak eden, soran, soruşturan, konuyu kamuoyuna mal etmek isteyen birey veya kurum oldu mu? Türkiye neden “kara listede”? Nedeni net:

1- Türkiye, yıllardır çeşitli uyarı ve önerilere karşın, imzalamış olduğu ILO sözleşmelerine uygun bir “sendika yasasını” yürürlüğe koyamadı.

2- ILO’nun, sendikal hakları düzenleyen 87 ve 98 no.’lu sözleşmelerine uymadı.

3- AB üyelik sürecinde görüşmelerin sürebilmesi için aşılması gereken
“Sosyal Politikalar ve İstihdam” başlıklı faslın açılması için ILO Sözleşmelerine (Convention) uygun duruma gelmesi gerekiyor. Türkiye bu doğrultuda henüz bir adım atmadı. Neden? Çünkü Avrupa’nın tümündeki sendikal nedenlerle işten atmaların
% 66′sı, Türkiye’de yaşanıyor. Çünkü ülkemizdeki sendika yasaları hala 12 Eylül darbesinin ürünü. “Emek dünyası” şu veya bu partiye milletvekili verme çabasının dışında, ciddi, evrensel ölçütlere uygun, bilimselliğe dayalı, yeryüzü standartlarına uygun bir “emek fomülasyonu” üretme çabasının dışına çıkmaya niyetli değil!

Sormak gerek: Uluslararası ILO normlarına göre çalışma dünyamız kaçıncı ligdedir? Üstelik kara listeye alınmamızı gerektiren konular, anayasa konusu bile değil, sıradan yasa konusu. Siyaset kurumu ile iç içe geçmiş sendikacılıktan bir hayır gelmediği ortada. HAK-İŞ ve DİSK genel başkanları hamdolsun milletvekili de oldular. Daha evvel TÜRK-İŞ genel başkanı da sırasını savmıştı zaten. Yüzü olan her sendikacı bu tablodan utanmalı! Zimbabve düzeyindeki emek dünyası Allah’a şükür hiç kimseyi rahatsız etmiyor. Hele öbür sendikalarımıza da milletvekilliği yolu açılsın da…
***

Şimdi zurnanın zırt dediği yere parmak basalım:

Topyekûn bir millî / ulusal seferberlikle birbirimize sarılarak bu sınıf uçurumunu ancak aşabiliriz. Ekonomik model de kuşkusuz zâten hemen bütün medenî dünyada uygulanmaya başlanan ve Gâzi Mustafa Kemâl Atatürk’ün icat ettiği Karma Ekonomi olabilir. Bunun için de âkil (yiyici) değil, âkıl (akıllı) ve milletine, vatanına sonuna kadar sâdık kalacak, ekonomik kaygısı da olmayacak kadar dirâyetli yöneticilerin işbaşına geçmesi şart.

Meselâ İngiltere bu işi şöyle hâlletmiş:

Yargıçlar bu ülkede belli bir maaşa tâbi değil ve istedikleri kadar parayı istedikleri bankadan doğrudan çekebiliyorlar. Bir gün bir yargıç çok fazla miktarda bir meblağı almak üzere bir banka şubesine gidiyor; ortalık karışıyor ve en üst kademelere kadar sual ediliyor, hep “ödeyin” cevabı alıyorlar. Yargıç paraları alıp evine gidiyor. Ertesi gün aynı bankaya giderek parayı iâde etmek istediğini, Majestelerinin kendisine ne kadar güvendiğini test etmek için bunu yaptığını söylüyor. Gene haber her yöne uçuruluyor ve yıldırım emriyle yargıç görevinden alınıyor. Gerekçe olarak da “Mejestelerinin güvenilirliğini sorgulayan bir kişi yargıçlığa devam edemez.” deniyor.

Bu bir anekdot (menkıbe) mudur yoksa gerçek mi bilmem ama sistemin nasıl çalıştığını çok güzel târif ettiği kesin.

Oralarda kimse “benim gösterdiğim yerde miting yapacaksın” diye buyurmuyor, İnsanların buluşmalarına ve görüşmelerine (meeting) karışmıyor ve diktatörlük de yok. Başbakanın oğlu bir yaramazlık yaptığında karakoldaki komiser onu rahatlıkla sigaya çekebiliyor.

Makalemi sonlandırırken ABD’deki bir gelişme beni derin düşüncelere yolluyor:

  • California is burning!

ABD’nin Batı yakasında yer alan ve ülkenin en kalabalık eyaleti olan California aşırı sıcaklardan dolayı başlayan yangınlarla kavrulmakta ve aynı addaki şarkıya bir zahmet Youtube’dan bakın. (İLK KURŞUN, 05 Mayıs 2013)

İşçiler taşeronlaşmaya karşı ayakta..


İşçiler taşeronlaşmaya karşı ayakta

Maden işçileri ve sendikalar “Taşeronlaşmaya Hayır” demek için Zonguldak’ta bir araya geldi. Türkiye’nin dört bir yanından sendikaların katıldığı mitingde taşeronlaşma
protesto edildi.

Kömür madenleri ile ünlü Zonguldak’ta, kömür emekçisi maden işçileri ve çeşitli emek örgütleri bugün ölümlü iş kazalarını ve taşeronlaşmayı protesto eti. Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS)’in düzenlediği miting, saat 12.00’da İstasyon Caddesi’den Madenciler Anıtına yapılan yürüyüşle başladı. Mitinge Zonguldak’daki tüm maden işçilerinin, yerel sivil toplum kuruluşlarının ve emek örgütleri katıldı.

Türk-İş, DİSK, Sendikal Güç Birliği, Maden-İş, Belediye-İş ve Tek Gıda-İş başta olmak üzere birçok sendika da mitinge katıldı. (AYDINLIK, 27.1.13)

Zonguldak'ta 'Emeğe Saygı' Mitingi