Etiket arşivi: Prof. Dr. D. Ali Ercan

DÜNYA 5’TEN BÜYÜKTÜR ! Ama ne kadar ?

DÜNYA 5’TEN BÜYÜKTÜR ! 
Ama ne kadar ?

portresi

Prof. Dr. D. Ali ERCAN
Nükleer Fizik Uzmanı

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Değerli arkadaşlar,

Büyüklük / küçüklük göreli (izafi) bir kavramdır… Matematik anlamda örneğin 100  elbette 99’dan büyüktür, ama belirsizliklerle dolu pratik yaşamda eşit sayılır…  (bir tutamak olarak vermek gerekirse, bir şeyin 2 katından büyük olana belirgin “Büyük”,  yarısından küçük olana da belirgin “Küçük” demek daha uygun olur) Son zamanlarda medyada duyduğumuz “Dünya 5’ten büyüktür” söyleminde 5 ile kastedilen, Birleşmiş Milletler sürekli Üyesi (AS: Güvenlik Konseyi üyeleri kastediliyor-5P) ve Veto hakkı olan 5 Ülkedir. Bakalım, bu söylem ne derece tutarlı bir söylemdir   🙂
***
Nasyonal-Sosyalist Diktatör Adolf Hitler‘in başında bulunduğu Alman Nazi ordularının 1 Eylül 1939 da Polonya’ya girişi ile başlayan ve  2 Eylül 1945’te Japonya’nın (Almanya 3 ay önce teslim olmuştu) koşulsuz teslim oluşu ile son bulan 2. Dünya (AS: Paylaşım) Savaşı insanlık tarihinin en büyük yıkımı oldu; çoğu sivil olmak üzere yaklaşık 80 milyon insan öldü. ‘Gezegende bir daha böyle  büyük felaketler yaşanmasın’ dileği ile bütün ülkelerin bir Çatı altında Güvenlik işbirliği yapmasını öngören düşünce, ABD, Birleşik Krallık (İngiltere), Rusya ve Çin’in liderliğinde, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 51 Kurucu üye ülke tarafından yaşama geçirilerek 24 Ekim 1945’te Birleşmiş Milletler (United Nations)  New York’ta kuruldu.  2016’da BM çatısı altında 193 üye ülke var. Tüm Dünyada irili ufaklı 233 ülke bulunuyor; nüfusu 10 milyonun üzerinde 90 ülke, nüfusu 5 milyonun üzerinde 120 ülke var; en küçük ülke 800 (AS: sekiz yüz!) nüfuslu Vatikan.

Bugün Dünyada Nükleer silahlara sahip olan ve “Nuclear Powers”  olarak tanınan 8 Ülke var… (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Hindistan, Pakistan, K. Kore) bunlara yüz kadar nükleer başlık sahibi olduğu bilinen İsrail’i de eklemek gerek. ABD’nin fisyon tipi (Uranyum-235 veya Plutonyum-239 atom çekirdeklerinin parçalanması) Nükleer patlamayı gerçekleştirmesinden 4 yıl sonra, 1949’da Rusya da Atom bombasını patlattı. Arkasından İngiltere, Fransa ve Çin Atom Bombalarını patlattılar…

1952’de ABD ilk Füzyon tipi (döteryum ve trityum atomlarının birleşerek Helyum atomunu oluşturması) Termo-nükleer bombayı patlattı. Halk arasında Hidrojen bombası olarak da bilinen bu daha yüksek enerjili Bomba, Atom bombası olarak bilinen bombadan kat be kat daha güçlü bir bombadır. Bunun üzerine öbür 4 ülke de hemen harekete geçti ve ardı ardına bu zor teknolojiyi başararak Termo-nükleer kulübe üye oldular (Termo-nükleer bombanın patlaması için gerekli tetikleme enerjisini küçük bir nükleer bomba sağlıyor). İşe en geç başlayan Çin en becerikli çıktı; normal Nükleer Bomba yapımından 3 yıl sonra, Fransa’dan 1 yıl önce, Termo-nükleer Bomba üretimini başardı.

Ülkeler Atom Bombası

Hidrojen Bombası

ABD 1945 1952
Rusya 1949 1953
UK 1952 1957
Fransa 1960 1968
Çin 1964 1967

1970’ten bu yana Dünyada artık 5 “Super Nuclear Power”  Ülke var. Ve Birleşmiş Milletlerdeki 193 eşit üye ülke arasında bu 5 ülke “öbürlerinden daha eşit” olarak sürekli veto” hakkına sahiptirler. Aslında Anayasaları izin verse (ve isteseler) 2. Dünya savaşının yenik ülkeleri Japonya ve Almanya da bu listeye çoktan katılabilecek kapasitede bilimsel ve teknolojik olanaklara sahip  zengin ülkelerdir. Zaten son zamanlarda uluslararası önemli yaptırım kararlarında, “5+1” şeklinde bir diplomatik formülasyonla artık Almanya da 5’li Veto Grubuna katılıyor. Olasılıkla yakında Japonya da Almanya ile aynı statüde  “5+2”olacaktır.

Peki bu Dünya 5’ten (yani 5+2’den) ne denli büyük?

  • Dünya nüfusunun %30’unu oluşturan
  • (ABD + Çin + Rusya + UK + Fransa + Almanya + Japonya)
  • (Antarktika ve Grönland dışındaki) yaşanabilir toprakların %27’sine,
  • Dünya GDP toplamının yaklaşık %60’ına,
  • Dünyadaki tüm Fizik ve Kimya Nobel ödüllerinin %75’ine,
  • Küresel Teknolojik üretimin yaklaşık % 95’ine,
  • Uzay kontrolünün %100’üne sahiptir ve
  • Dünyadaki tüm konvansiyonel silahların %90’ı,
  • Tüm nükleer silahların %99,5’i bu ülkelerin (5+2) elindedir…

Bu gerçekler karşısında “Dünya 5’ten büyüktür” demek,
“Yumurta, sarısından büyüktür” demek gibi komik bir ifade oluyor….

Sevgilerimle. æ
=====================================

Teşekkürler değerli Ali Ercan hocamız..

Yine merak eden ve dolayısıyla sorgulayan akıl..
Doğal sonucuyla çözümleyici (analitik) ve sürekli soru soran..
Budur işte insanı – aklını özgürleştiren..
Kant‘ın deyimyle kendi toyluğuyla aklını ve kullanmayı unutan ve zavallılaşan insanın bu ergin olamayıştan kurtulması aklını farkederek soru sorması ile olacak.

Gerçek bir aydın (entellektüel..)olan Ali hocamız sıklıkla çevresindekilere sorar :

  • Güneş neden üçgen biçimli değil de yuvarlak, hiç merak eden var mı??

Biz de Köle Spartaküs’ün ayağındaki zinciri ayrımsaması (farketmesi) ve

  • “Bu zincir benim ayağımda ne arıyor??” (MÖ 73)

sorusunu sormasını örnekliyoruz özgürlük için başkaldırıya örnek olarak..

İnsana yapılacak en büyük katkı – iyilik, merak ederek soru sormasını öğretmek ve bunu yaşam boyu bir davranışa dönüştürmesini sağlamak.. O’na verilecek en büyük armağan bu bize göre.. Kuşkusuz aileden başlamalı bu beceri eğitimi ve örgün eğitimde, toplumda hep beslenip – desteklenerek kalıcılaşması sağlanmalı..

İnsanlığın kurtuluşu, Büyük ATATÜRK‘ün de ısrarla vurguladığı üzere akıl ve bilim ya da BİLİMSEL AKILCILIK!

Sevgi ve saygı ile.
21 Kasım 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

OKULLAR VE CAMİLER

Köyde Öğretmenin bir haftada yaktığı mumu
Papaz bir günde söndürür.
François M.A. Voltaire
 

OKULLAR ve CAMİLER

Okullar/öğretmenler perişan, Camiler/imamlar harika!
portresi, Gülümseyen
Prof. Dr. D. Ali ERCAN
Değerli arkadaşlar,
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
 

Türkiye’de 60 bin kadar okul var ve bu okullarda yaklaşık 18 milyon öğrencimiz okuyor. (öğretmen sayısı 920 bin kadar) Okul bitiren öğrencilerimizin ancak %60 kadarı Üniversite öğretimine başlayabiliyor. Üniversitelerimizdeki öğrenci sayısı da 4 milyon dolayındadır (AS: 6 milyon 66 bin dolayına); yani toplam nüfusun %28’i okullarda bulunuyor. Eski Sovyetler Birliği Türk Cumhuriyetleri dışında, İslam Dünyasında Okuma-Yazma (bilişgenlik) sıralamasında %95 ile (kadınlarda %92 erkeklerde %98) en yukarıda olan Türkiye’deki ortalama eğitim süresi 6,5 yıldır. Ancak bu okullaşma süresinin içerik olarak ne denli etkin ve anlamlı eğitim olduğu ayrı bir konudur. Örneğin, 34 OECD (AS: 35 oldu..) Ülkesi arasında 3 yılda bir yapılan PISA eğitim yarışmalarında Türkiye hep 32-34 arasında yer alıyor…
(Okullarımızın ve Milli (?) eğitimimizin perişan durumunu ayrıntılı bir şekilde başka bir zaman ele alacağım)

CAMİLER

Türkiye’de resmen 87 bin Cami bulunuyor, her gün ortalama 2 yeni Cami hizmete giriyor. Osmanlı dönemindeki Cami sayısını net bilmiyoruz; yalnızca kaba kestirimler var. Osmanlıda modern anlamda ilk kapsamlı istatistiksel sayımlar büyük reformcu Padişah 2. Mahmud zamanında (1785-1839) başlatılmıştı… (2. Mahmud Osmanlı Devlet yönetiminde köklü Reformlar gerçekleştirdi. Meclisler ve Bakanlıklar kurdu. Yeniçeri Ocağını lağvetti (AS: kaldırdı). İlköğretimi zorunlu kıldı. Tıbbiye ve Harbiye de 2. Mahmud’un eseridir.) (AS: Çoook ciddi ölçekte Alevi kırımı yapan da kanlı 2. Mahmut!)

2. Mahmud zamanında yapılan nüfus sayımında (1831) Osmanlı Devleti tebaası olarak, büyük bölümü Anadolu’da, küçük bir bölümü dea Balkanlarda olmak üzere, 8 milyon kadar Müslüman nüfus ve 5 bin dolayında Cami bulunuyordu. 1923’e gelindiğinde nüfusumuz 12 milyon olmuştu, Cami sayısı ise 10 bine yaklaşmıştı. Yani bundan 185 yıl önce, Osmanlı döneminde yaklaşık 1600 kişiye 1 cami düşüyordu; şimdi ise Türkiye’de ortalama 900 kişiye 1 cami düşüyor(Aslında salt Şafi / Sünni yetişkin erkekler göz önüne alınırsa her 250 kişi için 1 Cami var, demektir!) Kısacası, son 185 yılda nüfus 10 katına ama Cami sayısı 18 katına çıktı!
 Satır içi resim 1
Demek ki, Osmanlı dönemine kıyasla çok daha sıkı Müslüman olduk (!) çünkü nüfusumuzdan daha hızlı artan Camilerimizin yanında; Atalarımızın bilmediği acayip tesettürlere bürünen kadınlarımız, sürekli Mekke‘de yaşayan (kutsal topraklarda ölümü bekleyen!?) on binlerce yurttaşımız, ezan sesini kilometrelerce öteye duyuran (gâvur icadı) hoparlörlerimiz, her yıl yüz binlerce Umre ziyaretçimiz, 7/24 yayın yapan TV’ lerde mütedeyyin (ılımlı inançlı) halkımızı öte Dünyaya hazırlayan dini programlarımız, okul müfredatının Kuran’a uygunluğu gözetilen Eğitim sistemimiz var artık.. Bütün bunlar atalarımızın ağzı açık seyredeceği uzay çağı yeniliklerimiz arasındadır!..
Hele hele Dünyanın en büyük Din Örgütü olan DİB – Diyanet İşleri Başkanlığımız… 
125 bin çalışanı ve 87 bin Camisiyle, yalnızca Öte Dünya işleri ile değil, ağırlıklı olarak bu Dünya’daki yaşamımızın her ayrıntısı ile de yakından ilgilenen, Bildirimlerde bulunan, ‘Fetwa’ lar veren bir kuruluştur..
  • Laik bir Devlette asla olmaması gereken bir Heyula DİB – Diyanet İşleri Başkanlığı!
Diyanet İşleri Başkanı, Devlet Protokol sıralamasında ilk 10 içinde!

DİYANETİN SES GÜCÜ 80 MW!

Ali Ercan'ın fotoğrafı.

Türkiye’deki Camilerin minareleri istisnasız (AS: ayrıksız) hoparlörlerle (AS: sesbüyütürlerle) donatılmış durumdadır; çünkü imamlar/müezzinler atalarımızın yaptığı gibi, (Muaviye icadı) minarelere çıkıp ezan okumuyorlar artık; Ezan bir düğmeye basılarak banttan okunuyor… Bu durumda, Öğretmenlerden daha yüksek maaş alan İmamların günlük efektif (AS: etkin) mesaileri herhalde 3 saati geçmiyordur. 87 bin Camide, her minarede en az 4 adet olmak üzere (AS: binalara, direklere… de sesbüyütür konuyor!..) ve her biri ortalama 200 Watt (130 dB@1m) gücündeki yaklaşık 400 bin Hoparlörden günde 5 vakit ezan sesi (AS: üstelik ses şiddeti sonuna dek açılmış olarak..) Türkiye’nin her metrekaresine ulaştırılıyor… (DİB toplam Hoparlör gücü 200Wx400 bin ~ 80 MegaWatt demektir!)
***

Değerli arkadaşlar,

İnsan kulağını rahatsız etmeyen normal ses düzeyi yaklaşık 60 dB dir… (dB=desibel; ses şiddet birimidir. 90 dB rahatsızlık sınırıdır.. 120 dB sağlığa zararlı sınırdır… son sınır ses duvarı 194 dB). Özellikle şehir taban gürültüsünün olmadığı sabah saatlerinde 4×200 W hoparlörlü bir minareye 100 metre kadar yakın olanlara Allah sabır versin; çünkü bu kadar yakında olanların kulaklarına yaklaşık 100 dB şiddetinde ses giriyordur; (100 dB ses şiddeti, normal  60 dB’in tam on bin katıdır) Böyle bir minarede okunan ezan 5 km uzaklıktan rahatlıkla (64 dB) duyulabilir…

Artık herkesin cep telefonlarında elektronik alarm düzenlenebilen, elektronik saatlere sahip olunan bu çağda Ezan’ın simgesel konuma indirgenmesi  gerektiğini düşünüyorum. (Hani akıl-mantık Dininden bahsediliyor ya…)  Bu nedenle Diyanet’ten biraz “empati” yaparak, yaşlıları, hastaları, bebekleri, gebe kadınları, öğrencileri, nöbetten gelenleri (AS: hatta hayvanları!) düşünmesini, yani biraz “anlayış ve insaf” bekliyoruz;  hiç değilse sabah ezanlarında 80 MW ses gücünün yarısını kullansın.

Sevgilerimle. æ
06.11.2016
____________
Türkiye’de Nüfusuna oranla Cami sayısı en çok olan İller sıralaması:

1 – Kastamonu
2 – Sinop
3 – Bolu
4 – Bartın
5 – Karabük
……..
……..
……..
74 – Hatay
75 – Adana
76 – Bursa
77 – Ankara
78 – Tekirdağ
79 – Gaziantep
80 – İzmir
81 – İstanbul
==================================
Dostlar,

Sayın Prof. Ercan’a bu yazısı için teşekkür ediyoruz..
Değişik kezler biz de bu sorunu işledik sitemizde.
Bir somut örnek verelim : 140 dBA gürültü olan uçak motoru bakımında çalışanları biz işyeri hekimleri, kişisel koruyucu donanım olmaksızın görevlendirmeyiz. Diyelim ki bu olanak yok, en çok 15 dakika tutabiliriz o işte.. Sonra başkalarını (varsa!?) göndermeliyiz. Aksi durumda 15 dakika sonrasında o teknisyenler zihinsel yetilerini yitirir ve benzetmek uygunsa bakar kör olurlar, ciddi hatalar yaparlar (mental konfüzyon!) ve bedeli uçağın düşmesi olabilir.

Müslüman, başkasına rahatsızlık vermeyen örnek insandır aynı zamanda. Ayrıca ibadet öyle göstere göstere yapılmaz, gizlidir, başkalarını asla rahtsız etmez, iş ve gücünü aksatmaz..

21. yy’ın şafağında Türkiye her bakımdan İslam ülkelerine uygarlaşarak öncülük etmelidir.

Sabahın köründe muazzam bir gürültü terörü ile, sıklıkla detone olarak, özgün notalarıyla (sahi var mı??) ilişkisiz ve hiçbir kuralı olmaksızın ve çevrenizdeki birkaç camide birkaç saniye farkla birlikte başlayıp uzatılan ezan okumalarında derin uykusundan uyanan ve ağlamaya başlayan bebekler, hastalar, gece çalışanlar, uyku bozukluğu olanlar.. ani gürültü patlamasıyla (aşırı yüksek ses enerjisinin bir de blast dalga etkisi ekleniyor!)  korkarak ulumaya başlayan köpekler, sinen kediler, öbür hayvanlar… yapılanın doğal ve doğaya saygılı olmadığını da kanıtlıyor.

Müslüman ve İslamiyet ceberrut bir dayatmacı olamaz, olmamalıdır. Güleryüz, hoşgörü, saygı-sevgi, anlayış, uzlaşma…. İslam dışı mı?

Sevgi ve saygı ile.
06 Kasım 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
Mülkiyeliler Birliği Üyesi

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : ‘Fetwa’ lar veren bir kuruluş.. DİB..
Merhum Prof. İlhan Arsel; “Diyanet hurafe üretiyor..” diye yazıyordu..

Otomobil kullanmanın incelikleri…

Otomobil kullanmanın incelikleri…


Hayat kurtaran teknikler         
 
portresi, Gülümseyen
Prof. Dr. D. Ali ERCAN
Çekirdek Fiziği Uzmanı
Otomobil kullanmanın inceliklerini anlatan uzmanlar, yüksek hızla seyreden araçlarda ön camın kırılması, lastiğin patlaması ve araçta yangın çıkması gibi ciddi tehlike yaratan durumlarda sürücünün soğukkanlı davranmasını öneriyor.

Cam kırılması
Uzmanlar, özellikle süratli hareket eden araçlarda ön camın kırılması halinde, sürücülerin nasıl hareket etmesi gerektiğiyle ilgili olarak şunları öneriyor:
‘Aynalardan yararlanarak aracınızı yolun sağ tarafına park edin. Flaşörleri açın ve dikkatlice dışarı çıkın. Aracın cama yakın olan kalorifer ve havalandırma deliklerine gazete kağıdıveya bez parçası koyarak, cam parçacıklarının bu kısımlara düşmelerini önleyin. Sonra krikonun arka kısmı ile camı içeriden dışarı doğru kırın. Cam lastiğini dikkatlice çıkarıp temizledikten sonra, yeniden kullanılabileceği için bagaja koyun. Gazete kağıdına birikmiş cam parçalarını bir naylon torba içine koyun ve en yakın çöp bidonuna atın. Öylece en yakın cam tamircisine kadar gidin.’
Lastik patladığında
Patlayan, arka lastiklerden biriyse, arabanın arkasının sağa veya sola doğru kaymaya başlayacağını belirten uzmanlar, ön lastiklerden biri patlamışsa, mümkün olduğu kadar sert fren yapmamaya çalışılması gerektiğini bildiriyor. Ön lastiklerden biri patladığı zaman, aracın, lastiğin patladığı yöne doğru kuvvetlice çekildiğini vurgulayan uzmanlar, bu durumda direksiyonla, aracın düz bir doğrultuda tutulmaya çalışılması ve yavaş frenleme ile durmasının sağlanması gerektiğini kaydediyor.  Uzmanlar ayrıca, taşmış dereler, nehirler veya büyük su birikintilerinin içinden geçerken, aracın hızının kesilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Mütevazı bir aile otomobilinin, 25-30 santimlik su birikintisinden yavaş geçebilecek yetenekte olduğunu söyleyen uzmanlar, bu noktanın üstüne su geldiği takdirde, su damlacıklarını kuvvetli bir sprey gibi motorun üstüne püskürdüğünü, bu su bombardımanının da, bujilerin ve distribütörün ıslanmasına sebep olarak aracın stop etmesine yol açtığını belirtiyor.
Araçlarda yangın
Araçlardaki yangının önüne geçilmezse, büyük bir facianın meydana gelebileceği uyarısında bulunan uzmanlar, buharlaşmış benzinin tutuşarak deponun alev almasına sebep olduğunu bildiriyor. Bir süre sonra da aracın infilak edebileceğini kaydeden uzmanlar, ‘Araçta duman tespit edildiği an araç durdurulmalı. Sonra anahtar üzerinde kontak kapatılmalı. Direksiyonun kilitlenmemesine dikkat edilmeli. Aksi halde, gerektiği takdirde aracın itilmesi mümkün olmaz. Bütün yolcular dikkatlice dışarı alınmalı. Motor kaputu kısmi olarak açılmalı. Böylece alevlerin büyümesi önlenmiş olur. İmkan varsa akü kutup başı sökülmeli. Yangın söndürücü varsa kullanılmalı, yoksa, battaniye veya oto kılıfından yararlanılmalı. Bu örtüler, alevlerin oksijen alıp büyümesini önleyecektir’ tavsiyesinde bulunuyor.
Kayma esnasında
Uzmanlar, aracıyla yokuş çıkarken geriye doğru kaymaya başlayan sürücülere de şu önerilerde bulunuyor:
‘Ayağınızı yavaş yavaş gaz pedalından çekin ve zemine tutunma sağlanınca yavaş yavaş tekrar basın. Kayarken savrulmayı engellemek için direksiyonunuzu kayma yönüne doğru çevirin, kesinlikle tekerleklerin kızaklamasına sebep olacak şekilde frene basmayın. Unutmayın, dönmeyen ön tekerleklere yön verilemez. Eğer kızakladıysanız, hemen fren basıncını azaltın ve tekerleklerin dönmesini sağlayın ama, sakın ayağınızı frenden tam olarak çekmeyin (ABS varsa sonuna kadar basmak gereklidir). Gaza gereğinden fazla basmışsanız ayağınızı gazdan çekin, frene çok bastıysanız frendeki basıncı azaltın, direksiyonu sert şekilde çevirmişseniz direksiyonu yumuşatın, ayağınızı debriyajdan sert çekmişseniz tekrar debriyaja basın.’

Trafikte hayatta kalmak için
Otonuzu kullanırken yaptığınız iş, hayatınızın en önemli işidir.
  • Otonuzun mekanik viteslerini kullanmadan önce beyninizi vitese takın.
  • Bir probleme girmemek, problemi çözmeye çalışmaktan çok daha kolaydır.
  • Trafik canavarlarla dolu bir arena değil, yaşamın büyük bir bölümünün zorunlu olarak geçirildiği çok riskli bir ortaklıktır. Trafiği paylaşan ortakların risklerini, ülke gerçeklerini en iyi değerlendiren sürücünün yaşam şansı çok daha yüksektir.
  • Bir motorlu araçta en önemli faktör sürücüdür; otolar kendi kendilerine hiç bir şey yapmazlar, onlara yanlışı ve doğruyu yaptıran sürücülerdir.
  • Bir otoda sürücüden sonra en önemli faktör lastiklerdir. Lastikler yol ile olan yaşam bağınızdır. En güçlü motor ve en iyi fren sistemi ile donatılmış yüksek teknoloji ürünü bir otoda bile ancak iyi lastikler ile güvenli sürüş yapılabilir. Orta büyüklükte bir otonun bir lastiğinin yere bastığı alan, bir avuç içi büyüklüğündedir.
  • Lastiklerle ilgili yapılan yanlışlar yaşamlarla ödenir. Yere sağlam ve doğru basın. Otolar lastiklerin üzerinde değil, lastiğin içindeki havanın üzerinde gider. İnik lastik, ayağa bol gelen ayakkabıya benzer, değil koşmak yürümek bile olanaksızdır. Sıcak havada, yağmurda ve karda lastik havaları indirilmez. Karlı yol yüzeylerinde geniş lastik değil, dar lastik daha iyi tutunma sağlar.
  • Görün ve görülün. Camlar, aynalar ve ışık donanımını temiz tutun. Kısa farlarınızı gündüzleri de yakın. Unutmayın en ölümcül kazalar gündüzleri güneşli günlerde ve düz yol kesimlerinde oluşur.
  • Trafik 360 derecedir. Her görmediğiniz santimetre karenin arkasında bir tehlike gizlenir. Onun için aynalarınızı her 10 saniyede bir kontrol edin. Şerit değiştirirken başınızı sağ veya sol arkaya çevirip ölü noktayı kontrol edin.
  • Direksiyon tek elle kullanılmaz.Tek elle ayakkabınızın bağcığını bağlayamayacağınız gibi. Direksiyonu her zaman iki elle ve 09:15 pozisyonunda tutun.
  • Yalnızca etkin fren hayat kurtarır. En iyi fren dönerek yavaşlayan tekerleklerle yapılır. Dönmeyen, kızaklayan ön tekerleklere yön verilemez, dönen ön tekerleklere yön verilir.
  • Otolar kendi kendilerine kaymazlar. Onları kaydıran sürücülerdir.
  • Gidilen yol kesimine göre yapılan aşırı hız, amaca uygun olmayan eski veya inik havalı lastikler, gereğinden fazla gaz, gereğinden fazla fren, gereğinden fazla direksiyon hareketi ve ani kompresyon (vites küçültmelerde debriyaj pedalını ani bırakma) sürücü kaynaklı kayma hareketini başlatan faktörlerdir.
  • Emniyet kemerini her zaman, her yerde ve tüm yolcularınıza taktırın.
  • Sarı ışıkta hareket etmeyin, kırmızı ışıkta geçen kamyon ilk olarak size çarpar.
  • Hoşgörü ve akılcılığı siz başlatın. Her isteyene yol verin. Birisine yol vermek en çok 5 saniyenizi alır. Bir günde 50 kez yol verseniz 250 saniye eder. Bu da 5 dakikanın altında bir zamandır. Hem trafiğe saygı ve hoşgörü katmış, hem de sinirlenmeden, gülümseyerek araç kullanmış olursunuz.
Doğru bilgi, tehlikeleri tanımak ve motorlu taşıtı daha iyi kullanmayı öğrenerek, beceriyi sağduyu ve saygı ile uygulamak, sürücülerin trafikteki tek yaşam şansıdır.

YANLIŞ BİLİNENLERİN DOĞRULARI

 Usta sürücü, düştüğü problemden kazasız sıyrılmayı bilir!
Yanlış! Çünkü usta sürücü probleme girmeyen sürücüdür. Karşısına çıkabilecek her türlü tehlikeyi önceden görebilir, ona göre tedbirini önceden alır. Problemlerle uğraşmaz.
 
Otobanda tamam ama, şehir içinde emniyet kemeri takılmayabilir!
Yanlış! Emniyet kemeri hayat kurtaran en önemli güvenlik gerecidir. 50 km/s hızda meydana gelen bir çarpışmada otonun içindekiler emniyet kemeri takmadıkları takdirde, 4 katlı bir binadan aşağı düşmeyle eşit şok yaşar.
 
Arkada oturanlar için emniyet kemeri takmak gereksizdir!
Yanlış! Motorlu araçlar bir yere çarptığında hemen durur, ancak içindeki yolcular aynı hızla bir yere çarpana kadar ilerlemeye devam eder. Arkada oturanların da yaşam haklarını kullanmaları ve emniyet kemerlerini takmaları gerekir. Her ne kadar henüz kanunen zorunlu olmasa da, yolcuların güvenliği için geliştirilmiş olan arka emniyet kemerleri de hayat kurtarır. Kazalarda en çok zararı emniyet kemeri bağlı olmayan yolcular görmektedir.    
 
Lastik havalarını düşük tutarsak, hem daha iyi tutunur, hem de daha konforlu olur!
Yanlış! Lastik havalarının, aracın fabrika değerinin altında olmaması gerekir. Hatta yüke ve yolcu sayısına göre artırılmalıdır. Çünkü hava basıncı düşük lastiğin tabanı yere yayılarak daha iyi tutunma sağlamaz. Aksine tabanın ortası yukarı kalkar ve yol ile teması kesilir. Havası düşük lastiklerin yalnız omuz kısımları yere basar. Lastik hava basıncı düşükken; kayma hareketleri çok daha düşük hızlarda başlar, fren mesafesi uzar, direksiyon hareketlerine daha geç cevap alınır. Belki daha konforlu sürüş yaparsınız ama, konforlu şekilde yoldan çıkabilir, konforlu şekilde çarpabilirsiniz!
 
– Sıcak havada, lastiğin ısınmasını dengelemek için lastik havaları indirilir!
Yanlış! Lastiğin ısınmasının en büyük nedeni havanın sıcak olması değil, lastik hava basıncının düşük olması nedeniyle lastik yanaklarının daha fazla esnemesidir.
 
Yağmurda inik lastik daha az kayar!
Yanlış! Hava basıncı düşük lastikte su boşaltma kanalları kapandığı için yağmur suyunu çok daha az boşaltır. Hatta boşaltamaz ve su üzerine çıkma ve su yastığı üzerinde kayma (aquaplanning) çok daha düşük hızlarda başlar.
 
Direksiyon saate göre 10’u çeyrek geçe tutulur!
Yanlış! Direksiyon saate göre 9’u çeyrek geçe (9.15) tutulur. Bu pozisyon, acil bir durumda her iki yöne eşit miktarda direksiyonu çevirebileceğiniz tek pozisyondur.
 
En iyi koltuk pozisyonu, sürücünün en rahat ettiği pozisyondur.
Yanlış! Sürücünün doğru koltuk pozisyonu öncelikle otomobile hakim olabileceği ne çok uzak, ne de çok yakın bir pozisyondur. Koltuk mümkün olduğunca dik olmalıdır. Direksiyon 9.15 pozisyonundayken kollar dümdüz olmamalıdır. İdeal dirsek açısı 120 ile 135 derece civarındadır. Evimizde TV seyrettiğimiz koltuk pozisyonu çok rahat olabilir, ama bu pozisyonda otomobile ve trafiğe hakim olabilmek çok zordur.
 
– Motorlu araçlar lastiğin üzerinde gider!
Yanlış! Motorlu araçlar lastiğin içindeki havanın üzerinde gider. Eğer lastiğin içinde hava yoksa,hiçbir yere gidemezsiniz. Doğru lastik havası, ayağınızdaki ayakkabı numarası gibidir. Ayağınızı sıkan veya bol gelen bir ayakkabıyla nasıl yürüyemezseniz, otomobilin yol tutuşu da aynı şekilde bozulur.
 
Ani frenlerde önce frene basıp, durmaya yakın debriyaja basarsak, motor kompresyonundan faydalanıp daha kısa mesafede dururuz!
Yanlış! En etkin yavaşlama frenle debriyaja aynı anda basılarak yapılır. Böylece fren sırasında motor devre dışı bırakılarak, motorun aracı ileri götürme kuvveti yok edilir.
 
ABS (Antiblokaj Fren Sistemi) mekanik frene göre çok daha kısa mesafede durdurur!
Yanlış! ABS fren sistemi olan bir araç tekerleklerin kızaklamasını önler ve fren sırasında manevra yapılabilmesini sağlar. Ancak, daha kısa mesafede durdurmaz, daha güvenli şekilde fren yapılmasını sağlar.
 
– Mekanik freni olan bir otomobilde fren pedalını pompalayarak daha kısa mesafede durulabilir!
Yanlış! Pompalamak için ayak fren pedalı üzerinden her çekildiğinde, aracın ileri hareketi devam eder ve durma mesafesi uzar. Doğrusu; panik frende fren pedalı üzerindeki basıncı azaltarak lastiğin dönmesini sağlamaktır. Ancak ayak fren pedalından kaldırılmamalı ve fren yapmaya devam edilmelidir.
 
Doğru takip mesafesi hızın yarısıdır!
Yanlış! Bu yöntem kullanışlı olmamakla birlikte, hata payı yüksektir. İdeal takip mesafesi (kuru havada) 2 saniye arkadan takip etmektir. Yağışlı havalarda veya yük durumunda bu süre 3-4 saniyeye çıkarılmalıdır.
 
Dörtlü ikaz (flaşör) tünele girince yakılır!
Yanlış! Dörtlü ikaz sadece trafiğe tehlike yarattığınız durumlarda yakılır. Yani olası bir kaza veya arıza halinde. Tünelde kısa farların açık olması yeterlidir.
 
Gündüz kısa farları yakmak trafiktekilerin gözünü alır!
Yanlış! Gündüz kısa far yakmak, daha erken farkedilmenizi ve size tehlike yaratacak olan kişilere kendinizi daha erken göstermenizi sağlar. Gece yakılan kısa farlar gözümüzü daha çok alır. Sadece kapalı ve yağışlı havalarda değil, güneşli havalarda ve hızlı yol kesimlerinde de kısa farların açılması kendi sürüş güvenliğiniz için önemlidir.
 
Çocukları uyarmak için korna çalınır!
Yanlış! Çocukları uyarmak için korna çalınmaz! Korna onların paniğe kapılıp beklenmedik bir reaksiyon vermelerine yol açar. En iyisi iyice yavaşlamak ve gerekirse durmaktır.
 
Yoğun siste en iyi gitme yöntemi dörtlü ikazları yakmaktır!
Yanlış! Yoğun siste en iyi gitme yöntemi hiç gitmemektir. Çünkü siste daha iyi gören sürücü yoktur, daha çok risk alan sürücü vardır. Görüş mesafesi yeterliyse siste sarı camlı gözlükler kullanmak, sis lambalarını ve kısa farları yakmak, silecekleri çalıştırmak, yerin kayganlaştığını dikkate almak, takip mesafesini artırmak ve sollama yapmamak daha güvenli yol almanıza yardımcı olur.
Periyodik Bakımlar
Günlük, haftalık, aylık bakım ve kontroller
Üretici firma tarafından verilen kullanma kılavuzuna göre her araca belirli bir km veya süre dolunca bakım uygulanır. Periyodik bakım ve kontroller firmadan firmaya değişmekle beraber genellikle 10-15 bin km aralığında yapılır.
Yetkili servislerde uygulanan bakımların dışında; sürücünün kendi kendine yapması önerilen bazı kontroller de var. İşte bunlardan birkaçı:
Günlük kontroller
Sabahları araca binmeden önce lastiklerin havasının kontrolü
Aracın park edildiği yerde yağ veya sıvı izleri olup olmadığının kontrolü
Kış mevsiminde donmuş olabileceği düşünülerek sileceklerin cama yapışıp yapışmadığının elle kontrolü
Kontak açıldıktan sonra göstergede bulunan ikaz lambalarının kontrolü
Yola çıkmadan önce ışıklandırma (farlar, sinyaller, fren lambaları vs.) kontrolü
Haftalık kontroller
Sıvı seviyelerinin gözle kontrolü (radyatör genleşme kabı üzerindeki max işareti, silecek sıvısı)
Motor yağ seviye kontrolü
Hidrolik yağ seviye kontrolü
Özellikle ağaç altına park edilen araçlarda, motor kaputunun, havalandırma mazgallarının yaprak ve yabancı maddelerden arındırılması ve su tahliye deliklerinin gerekirse temizlenmesi
Silecek lastiklerinin ıslak bir bez ile temizlenmesi
Aylık kontroller
Boya üzerinde çizik veya taş yaraları kontrolü (derin çiziklere servis müdahalesi gerekir)
Emniyet kemerlerinin nemli sabunlu bez ile tozdan arındırılması
Yıkama esnasında özellikle jantların balata tozundan ve yabancı maddelerden arındırılması
Araç üzerinde olabilecek sanayi artıkları, kuş pisliği veya ağaçlardan dökülen reçine türü yapışkan veya agresif çevre etkenlerinin temizlenmesi
Yapılan km’ ye göre lastiklerin detaylı gözle kontrolü (diş derinlikleri, yaralanma veya yarılma izleri) Araç iç temizliği, var ise deri koltukların kullanım kitabında belirtildiği üzere temizliği
 
Antifiriz suyun donmasını nasıl önlüyor?
Arabamızın motoru arabayı yürütecek gücü sağlarken bir yandan da ısı üretir. Motor bloğu içinde devamlı dolaşan su ile motor soğutulur. Motordan aldığı ısı ile ısınan bu su da radyatörde havanın yardımıyla soğutulur.
Kapalı bir çevrimde ve ideal ısı dengelerinde devamlı oluşan bu olayın farkına biz ancak, herhangi bir arıza durumunda soğutma olayı yetersiz kaldığında, radyatörden buharlar çıktığında, yani bilinen tabiri ile arabamız hararet yaptığında varırız.
Kışın soğuk aylarında, hava sıcaklığı sıfırın altına düşünce, arabamız kapı önünde hareketsiz halde iken bu soğutma suyu da her su gibi donabilir. Donunca genişler ve yaptığı basınçla motor bloğunu çatlatabilir. Bu olayı önlemek için suyun içine, sıfırın çok altındaki derecelerde bile donmasına mani olacak ‘anti-firiz’ dediğimiz sıvı ilave edilir. (AS: etilen glikol)
Motorun soğutma suyunun içine ne oranda antifiriz konulacağını, o bölgede olabilecek en düşük hava sıcaklığı belirler. O zaman şöyle düşünülebilir. Tam emniyetli olması bakımından, soğutma suyunun yerine niçin tamamen antifiriz doldurmuyoruz? Antifiriz oranı yüzde yüzü bulunca sıcaklık ne kadar düşerse düşsün maksimum korunma sağlanmış olmaz mı?
Hayır, olmuyor. Mantıken ters gelebilir ama belirli orandan fazla konulan antifiriz bu sefer de tamamen ters tepki veriyor. Suya yüzde 50 oranında katılmış antifiriz -37 derecede donarken,antifirizin kendisi yani saf antifiriz -12 derecede donuyor.
Suyla karışabilen her şey onun sıfır derece olan donma noktasını düşürür. Yani donma derecesini düşürmek için suya toz şeker, şurup hatta aküdeki asit bile konulabilir. Hepsi de bir dereceye kadar aynı işlevi görür ancak hiçbiri diğer tehlikeli yan etkileri bakımından tavsiye edilmez.
İlk otomobillerde şeker ve balın antifiriz olarak kullanılmaları denendi, sonraları ise alkolde karar kılındı. Ancak bu sefer de alkolün kaynama noktası düşük olduğundan motor sıcakken sorun çıkardı. O halde ideal antifirizin donmayı önlemesi ama aynı zamanda da suyun kaynamasına sebep olmaması gerekiyordu. Günümü de bu amaçla ‘etilen glikol’ denilen renksiz kimyasal bir sıvı kullanılıyor.
Suyun içine katılan kimyasalların donmayı önleme özelliği, suyun ve buzun moleküler yapıları ve antifirizin bu yapılara olan etkisinden ileri geliyor. Bilindiği gibi tüm sıvılarda olduğu gibi suda da moleküller serbest ve düzensiz halde, katılarda (buzda) ise sabit ve düzgün bir yapıdadırlar. Su donarken önce moleküllerinin hareketleri yavaşlar sonra da düzgün ve sabit bir pozisyona gelirler yani kristalleşirler. İşte antifirizin buradaki rolü, moleküllerinin su molekülleri ile birleşerek onların buz kristalleri oluşturmalarına mani olmaktır.
Peki öyleyse ortada su yokken antifiriz kendi kendine niçin daha çabuk donuyor? Çünkü suya katıldığında antifirizin su moleküllerine yaptığını su da antifiriz moleküllerine yapar. Donmayı önlemek daha doğrusu geciktirmek iki taraflı çalışır, su da antifirizin donma derecesini düşürür. Sonuç olarak arabanın soğutma suyuna önerilenden fazla antifiriz konmasının hiçbir faydası yoktur aksine zararı vardır.
 
Güvenli Sürüş için 
Kullandığınız aracın tipi ne olursa olsun, doğabilecek tehlike ve zararlardan uzak kalmakistiyoranız aşağıda sıralanan temel güvenlik stratejilerini dikkate almalısınız.
  • İyi bir sürüş pozisyonu elde edin. Koltuğu, elinizi uzattığınızda bileğiniz direksiyonun en üst kısmına uzanacak konuma ayarlayın. Kafa koruyucuyu kafanızın tam arka kısmına gelecek fakat kafanıza değmeyecek biçimde ayarlayın. Direksiyonu simetrik olarak, saat 3 ve 9 konumlarında tutun. Böylelikle onu sağa ve sola daha çabuk ve tam istediğiniz kadar döndürebilirsiniz. Elinizi direksiyon simidinin tam üstünde tutarsanız, bir tehlike anında hava yastığı şişerse kolunuzu kırabilir ya da yüzünüze çarpabilir.
  • Kontrol edin. Aracı hareket ettirmeden ve durdurmadan önce her şeyin yolunda olup olmadığını kontrol edin.
  • İniş sırasında dikkat! Özellikle taşıtın sol tarafındaki kapılar, olmak üzere taşıtın kapıları yoldan başka taşıt, bisikletli veya yaya gelmediğinden emin olunmadan açılmamalıdır.
  • Pür dikkat! Araç kullanırken sürekli dikkatli olun ve genellikle sağ tarafa dikilmiş olan trafik işaretlerini asla gözden kaçırmayın! Ters yöndeki işaretleri arka tarafından yorumlamaya çalışmayın. Sürüş halinde iken araçtakilerle konuşmak durumunda olduğunuzda, gözünüzü yoldan ayırmayın. Kazaların çok görüldüğü bilinen yol ve kavşaklarda daha da dikkatli olun. Bu durumda alkolle ilgili yasak ve sınırlamaları tartışmak yararsızdır. Almanya’da alkol sınırı % 0.05’e indirilmiştir.
  • Akışa uyun. Koşullar elverdiğince trafik akışına uyun. Aşırı hız farklılıkları tehlikeli olabilir.
  • Hız limitlerine uyun. Kazaların çoğunun nedeni aşırı hız ve dikkatsizce yapılan hareketlerdir. Trafik işaret levhalarındaki hız sınırlarının, müsaade edilen maksimum hızlar olduğu ve ancak trafik, hava ve yol koşulları uygunsa uygulanabileceği unutulmamalıdır. Yol boş ve polis kontrolü yoksa bile hız sınırlarını aşmamaya özen gösterin. Seyahat ettiğiniz yolların hız limitlerini samimi olarak bilin. Bunlar; şehir içi, şehir dışı ve otoyol hız limitleri olmak üzere, sadece üç tanedir. Aksi bir işaret bulunmadıkça bunlar geçerlidir.
  • 6. vitesi kullanmayın. Yokuşları çıkabileceğinizi tahmin ettiğiniz vitesle inin. Yokuş aşağı inişlerde asla vitesi boşa almayın ve hızınızı artırmamaya özen gösterin. Aksi halde sürüş kontrolünü kaybedebilirsiniz.
  • Çok yaklaşmayın. Şehirlerarası yollarda başka araçlara çok yaklaşmazsanız, onların yapacağı kazalara karışmamış olursunuz.
  • Trafiği izleyin. Yolun ilerisine bakarak, herhangi bir probleme yaklaşmadan önce onu anlayın. Aynalarınıza da sık sık göz atın.
  • Geçebilecek misiniz? Geçmek istediğiniz aracın hızından yeterince yüksek hızda iseniz geçiş yapabilirsiniz.
  • Daha sonrasını düşünün. Muhtemel acil trafik durumlarını sürekli olarak düşünerek, kurtulma planları yapın.
  • Sol şeritkolik olmayın. Sol şerit, hızlı sürüş şeridi değil geçiş şerididir. Geçişler dışında sol şeridi boşaltın. Hız yapanları yavaşlatmaya da çalışmayın. Bırakın polisliği polisler yapsın.
  • Far yakın. Gece sürüşleri dışında, şehirlerarası yollarda, yağmurlu ve sisli havalarda gündüzleri de farlarınızı açık tutun. Bu daha iyi görülmenizi sağlayarak karşıdaki sürücülerin daha dikkatli olmalarını sağlayacaktır. Gece sürüşlerinde farlarınızın karşıdan gelen taşıtın sürücüsünün gözünü almaması için, geçiş süresince kısa far durumuna getirmeyi de unutmayın.
  • Sinyal verin. Şerit değişimleri ve dönüşleriniz öncesinde sinyal vererek diğer sürücülere niyetinizi bildirin.
  • Sola dönmek için bekleyin. Trafikte durup sola dönmek için beklerken, yol serbest hale gelinceye kadar tekerleklerinizi ileriye doğru düz tutun. Eğer tekerleklerinizi sola doğru kırarak beklerseniz, birisi size arkadan çarptığında sizi karşıdan gelen trafiğin önüne iter. Ayrıca, ilerinizde bir engel gördüğünüzde, hemen diğer şeride geçmeden önce o şeritteki trafiği kontrol edin ve onlara yol verin.
  • Sağa dönüş Kırmızı ışıkta sağa dönüş yapılamaz. Sadece bazı kavşaklarda, dönüş için ayrı bir ışık bulunuyor ve yeşil yanıyorsa veya özel olarak dönüş yapılabileceği belirtilmişse, diğer yoldaki trafiğe dikkat edilerek dönüş yapılabilir.
  • Girişlere yardımcı olun. Çok şeritli yollarda sağ şeritte ilerlerken, trafiğin elverdiği ölçüde ve geçici olarak bir iç şeride geçerek, sağdan giriş yapan araçlara güvenli ve düzgünce giriş yapabilmeleri için yardımcı olabilirsiniz.
  • Doğru zamanda fren yapın. Dönüşlere gelmeden önce uygun hıza yavaşlayın. Dönüşün ortasında yapacağınız sert fren aracınızın dengesini bozar.
  • ABS’yi deneyin. Aracınız kilitlenmeyi önleyici fren sistemiyle donatılmışsa, ilk kez karşılaştığınızda pedal titreşim ve gürültüleri sizi şaşırtabilir. Bu nedenle, ABS’nin nasıl hissedildiğini anlamak üzere, acil bir durumu beklemeden, yağmurlu bir günde kumlu, kaygan bir yol veya boş bir park alanı bularak, ABS’yi uyarmak üzere sert bir fren yapın.
  • Araç kullanırken telefonu kullanmayın. Araştırmalara göre, araç kullanılırken yapılan telefon konuşmaları kaza riskini dört kat kadar artırmaktadır. Risk, ‘hands-off’ veya kulaklıklı telefon kullanımında da aynıdır.
  • Gece görüşünüzü koruyun. Yaklaşan farlara fazla bakmayın. Körleştiriyorsa, bakışınızı yolun sağ kenarına yoğunlaştırın.
  • Uykunuzu alın. Uykulu iken araç kullanmayın. Gözleriniz bir noktada sabit kalıyorsa bu tehlike işaretidir. Bulduğunuz en yakın güvenli yerde sağa çekerek birkaç dakikalık bir şekerleme yapın.
  • Güvenceye alın. Kısa süreli de olsa, aracınızı terk ederken güvenceye alın. Yani, düşük vitese takarak el frenini çekin, camları kapatarak kapıları kilitleyin. Eğer arabada sizden başka kimse yoksa, kredi kartıyla ödeme yapmaya giderken bile kapıları kilitleyin.

    ==========================================

    Dostlar,

    Kış gelirken bu pratik bilgiler yer yer yararlı hatta yaşam kurtarıcı olabilir.

    Biraz da Türkiye’nin kasvetli havasından sıyrılmaya katkısı olabilir??

    Sn. Prof. Ercan’a teşekkür ederiz derlemesi ve paylaşımız için..

    Sevgi ve saygı ile.
    26 Ekim 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

BÜTÇE AÇIĞININ NEDENİ EMEKLİLER DEĞİL; BÜTÇEYİ YAPANLARDIR !

22.05.2008 Ankara

Duran AYDOĞMUŞ

Değerli Dostlar,

Aşağıdaki gerçekler, Nükleer Fizik uzmanı Sayın Prof. Dr. D. Ali ERCAN hocamıza ait.

Ali Hocamız bilim adamı olduğu ve böyle konuları da çok iyi bildikleri için, çok gerçekçidirler. Bu gerçekleri okuyunca benim aklıma da Avrupa ülkelerinde asgari ücretler geldi. Bir kısa araştırmanın sonucu için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın. Liste İngilizce olduğu için önemlileri Türkçesi ile şöyle verelim :

* Montly minimum wage (EUR) : Aylık asgari ücret (Avro)
* GNI : Gross National Income : Brüt milli gelir
* GNI Per Capita : Fert başına brüt milli gelir
NOT : * Listede Türkiye’de asgari ücret : 518 Avro/ay olarak verilmiş
* Listede Türkiye’de asgari ücret : 1.647 TL/ay olarak verilmiş(?)
* Listede UK (İngiltere)’de asgari ücret : 1.300 Avro/ay, (1.170 £)

Bu listedeki ücretler Ocak 2016’dan beri olan ücretler miş(?) (Vikipedia)
https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_sovereign_states_in_Europe_by_minimum_wage

Asgari ücreti düşük olan ülkelerde piyasa fiyatları da bu ücretlere uygun olduğu için, onlar bizim asgari ücretliler gibi sıkıntıda değillerdir. Bu ülkelerin memur, işçi ve emeklileri her yıl ailece tatillerini istedikleri bir başka ülkede geçirebildiklerini sizler de bilirsiniz. Tatil mevsiminde bunları kolayca görebilirsiniz. Ya bizimkiler?! Ailece denize gidebiliyorlar mı her yıl? Sokaktaki insanlara sorduğumuzda bunun yanıtını almak olası…

Saygılarımla. 20.10.2016
—————
20 Ekim 2016, Prof. D. Ali Ercan <daliercan@gmail.com> şöyle yazdı:

BÜTÇE AÇIĞININ NEDENİ EMEKLİLER DEĞİL; BÜTÇEYİ YAPANLARDIR !

portresi, Gülümseyen


Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar,

Maliye Bakanlarının dillerinden düşürmedikleri bir konu Türkiye’deki emekli maaşlarıdır. Ellerinden gelse emekli maaşlarını tümden kesecekler. Zaten son 10 yıldan beri enflasyon dengeleyici zam oranlarını kısa kısa maaşları kuşa çevirdiler.

Türkiye genelinde nüfusun yarısına yakını Yoksulluk sınırı altında yaşıyor (adam başı günlük 10 $ gelir). Emekliler kesiminde ise bu oran daha yüksektir.

Displaying

Türkiye’de 65 yaş üstü insan sayısı (%8) 6,4 milyondur ki, bunların ancak üçte ikisi emekli maaşı alabiliyor, geri kalan üçte bir eşinin emekli maaşına bağımlı durumdadır; yani 65 yaş üstü maaş alan “gerçek emekli” sayısı 4 milyon dolayındadır. Oysa Türkiye’de SSK dahil, emekli maaşı alanların toplam sayısı yaklaşık 11 milyondur; demek ki, Türkiye’de 7 milyon kadar 65 yaş altı insan “erken” emekli konumundadır…

Devlet bu insanlara iş veremiyor, emekli ediyor, sonra da emekli aylıklarının çokluğundan, bütçeye olan yükünden yakınıyor Maliye Bakanları… Efendiler; bu 7 milyon insana verdiğiniz aylık “Emekli aylığı” değil, “İşsizlik yardımı”dır… Bütçe açığını kapatmak istiyorsanız, bu 7 milyonu yük olmaktan çıkarın, üretim ekonomisinde istihdam edin, sorun kalmaz…

Emeklilik sahnesinde bir başka garabet, emekli Milletvekilleridir. Milletvekilliği bir “meslek” olmadığı halde Türkiye’de en muteber (AS: saygın) meslek durumuna getirilmiş ve tabii bizzat kendilerinin çıkardıkları yasa ile kendilerine ömür boyu en üst dereceden “hakk-ı huzur” tanınmıştır.

Türkiye’de 2 bin kadar emekli (!) Milletvekiline 1 yılda ödenen maaş 70 milyon dolardır. Devlete 40 yıl hizmet ederek, 65 yaşında en üst dereceden emekli olmuş bir bürokratın emekli maaşı, 2 yıl TBMM’de oturarak emekli olmuş 40 yaşındaki bir Milletvekilinin emekli maaşının ancak dörtte üçü kadardır.

Mecliste “görev” yapan, henüz emekliye ayrılmamış Milletvekillerinin maaşları ise zaten apayrı bir çirkinlik, bir adaletsizlik örneğidir. Türkiye’de Milletvekili Maaşı (yılda yaklaşık 80 bin dolar), Ülke ortalama gelirinin 8-9 katıdır. Oysa bu oran gelişmiş Ülkelerde 1-3 arasındadır… Bu maaşı gönül rahatlığı ile hazmeden Milletvekillerinin doldurduğu bir Meclisten Ülke için adalet, esenlik getirici yasaların çıkmasını beklemek salaklıktır.

PARLAMENTONUN GEÇİM KAPISI OLARAK GÖRÜLDÜĞÜ BİR ÜLKEDE DEMOKRASİ’DEN SÖZ EDİLEMEZ…

Sevgilerimle. æ
20.10.2016
=======================================
Dostlar,

Dostlarımız Sayın Duran Aydoğmuş’un ve Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan’ın yazdıkları ve hesapladıkları nesnel gerçekliklerdir. Türkiye’nin, geri kalmış / geri bıraktırılmış bir ülke olarak hazin çelişkilerindendir. Ya da tersinden söylemek gerekirse, bunca hazin ve derin çelişkisi olan bir ülke kalkınmış bir ülke olabilir mi??

TÜRK-İŞ Araştırmasının Eylül 2016 ayı sonucuna göre;
(file:///C:/Users/user/Downloads/r0qk50Ghxe5x%20(3).pdf)

Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1.386,22 TL,
Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamaların toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 4.515,37 TL olmuştur.
Bekar bir çalışanın aylık yaşama maliyeti ise 1.711,50 TL olarak gerçekleşmiştir.

Öte yandan :

  • 2016 yılında 30 milyarder Türk
  • Toplam servetleri 45,4 milyar $Gelir dağılımını iyileştirmeden (adilleştirmeden) ve başlıca bu yolla yaygın (yatay) ve derin (dikey) yoksulluğu olabildiğine sınırlamadan Türkiye’nin çağdaşlaşması, uygarlaşması olanak dışı!

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

DARBENİN GÖLGESİNDE

DARBENİN GÖLGESİNDE

portresi, Gülümseyen

Değerli arkadaşlar,

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Darbe girişiminden sonra İktidar, hemen tüm Devlet Kurumlarında çalışan personelin 50 bin kadarını (AKP Hükümetine karşı olanları –PDY- Paralel Devlet Yapılanmasında bulundukları savıyla) açığa aldı.. Görünen o ki, bu rakam 100 bine doğru tırmanacaktır. Şimdilik, Silahlı Kuvvetler Komuta kademesinde bulunan General ve Amirallerin üçte biri, Yüksek Yargı Üyelerinin önemli bir bölümü görevden uzaklaştırılmış durumdalar. Umarız bu tasfiye T.C. Devletine -doğuştan düşman- malum zihniyetin yandaşları ile eskisinden daha beter şişirilmiş bir yapılanmaya yol açmaz.

Devlette çalışan sayısı 3-4 milyon dolayındadır.. Yani tüm çalışan nüfus içinde Devlette çalışanların oranı %10-15 kadardır.
Türkiye’de 20 nin üzerinde Cemaat yapılanması var. Mustafa Kemal karşıtı Said-i Norsi nin tarikatı “Nurculuğun” bir alt bölümü olarak ortaya çıkan Fethullah Gülen Cemaatinin Türkiye’deki Sünni-yetişkin-erkek- Cami cemaati (20 milyon) arasında ~1 milyon kadar Üyesi vardır Üçte ikisi erkek olan devlet çalışanları arasında aynı oran (%5) olsa, PDY en az 100 bin kişi demektir…
*
Nüfusumuz, şimdilik 79 milyon dolayında; Türkiye’de bulunan 3 milyon Suriyeliye (AS : 300 bini Iraklı) vatandaşlık hakkı verildiği takdirde, 2019’da Nüfusumuz aniden +3 milyon ve seçmen sayısı da aniden +2 milyon fazlalaşmış olacaktır. (2019 seçiminde AKP için büyük avantaj ! )
Dolar 3 TL sınırını aştı, bu gidişle yıl sonunda 4 TL olabilir. 400 milyar doları aşkın dış borcumuz gittikçe ağır bir yük oluyor. Kişi başına gelir artmıyor, düşüyor. İşsizlik artıyor. Ortalama ömrün 62 yıl olduğu Ülkemizde 11 milyonu aşkın Emekli var. (en tepedeki grupta 3 bin kadar emekli(!) Milletvekili aylık 8 bin TL alıyor…) Türkiye’de çalışan her 5 kişi 2 emekliye bakıyor…. 18-65 yaş arasında en çok 25-30 milyon çalışan bulunduğuna göre, gerçek işsizlik 1/3 tür. (Resmi rakam -kadınlar hesaba katılmadığı için- %10-12’dir.)

Bu moral bozucu rakamlar Tiksinti ve Ürküntü veriyor..

Bakalım daha ne kadar sürecek bu sisli puslu ortam. Ortamın tümden  durulacağını, olayların her ayrıntısının netleşeceğini beklemiyorum.. Ama hiç olmazsa akl-ı selimin egemen olmasını bekliyorum Yurdumda.. æ

ÇİN’DEN BİR REKOR DAHA….

ÇİN’DEN BİR REKOR DAHA…. 

Dünyanın en yüksek köprüsü hizmete açıldı.

portresi, Gülümseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar,

Dünyanın en büyük, en ünlü harikasına, 8 bin km uzunluğundaki Büyük Duvar’a (Great Wall)* sahip olan Çin, rekorlara doymak bilmiyor. Şimdi de Yunnan ve Guizhou eyaletleri sınırındaki Beipang Irmağının 560 m üzerinde, bacak açıklığı 720 m olan bir asma köprüyü hizmete açtı. Dünyanın en yüksek köprüleri içinde ilk 6 köprü Çin’de bulunuyor.

İki eyalet arasındaki ulaşım süresini en az 2 saat kısaltan köprünün inşaatı 3 yılda bitirildi ve toplam 120 milyon dolara mal oldu.

Bu köprünün tam 2 katı uzunluğundaki Osmangazi köprüsü ise iki katına, yani 240 milyon dolara değil, 1,2 milyar dolara, 5 kat daha pahalıya mal olmuştu… Bu büyük maliyet farkı, inşaatta %25-30 kadar payı olan “İşçilik” farkı ile açıklanabilecek bir fark değildir. O nedenle bu işe “Deli Dumrul işi” demiştik.. (22.09.2016)

Sevgilerimle. æ
__________________
*Çin Seddi Mısır’daki büyük Kefren Piramidi’nin en az 100 katına eşdeğer büyüklükte bir inşaattır.

Ali Ercan'ın fotoğrafı.
======================================Dostlar,

Teşekkürler değerli hocamız Prof. Ercan’a…

1. “Merak etmek”
2. onun türevlerinden olarak “soru sormak”.. ardından da
3. “araştırıp yanıt bulmak”

nasıl da büyülü (!) bir 3’lü eylem oluşturuyor değil mi??

Bir insana verilebilecek en değerli armağan ) kazanım “sorgulayan bir akıl” kazandırarak özgürleştirmek değil midir?

Ya da tersi, “ezberci” bir dinci eğitim (?) ile zihinsel soykırıma uğrarmak,
bir insana verilebilecek en büyük ceza / zarar değil de nedir ??

Çin’i ve başarılarını insanlık onuru adına kutluyoruz…
Dürüst ve gerçek maliyetli işler yapışlarını da!…

Sevgi ve saygı ile.
23 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

2 Lambadan Hangisini Seçelim ??

2 Lambadan Hangisini Seçelim ??

portresi, Gülümseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar,

Yaz Saatini bütün yıl devam ettirmenin akıl almaz saçmalığını anlamayanlara meseleyi daha anlaşılır kılmak için bir yol modeli yaptım.

Yol aydınlatmasında 2 lambadan birini tercih etmek durumunda kalsanız tam ortada olmasa bile elbette kendi bölgenizde olanı dışarıdaki bir lambaya tercih ederdiniz, değil mi?.

Peki nasıl oluyor da güya “Gün ışığından azami yararlanmak ve Enerjiden tasarruf etmek” amacıyla Türkiye saati UTC+2 yerine UTC+3 e kaydırılıyor ?

Umarım bu yanlıştan bir an önce geri dönülür….
Aksi takdirde Türkiye’nin kaybı, hayali yarardan daha büyük olacaktır. æ
______________.
Not : Ortalama 39 uncu enlemde bulunan Anadolu’da yılın en uzun günü yerel meridyen hesabıyla 21 Haziranda 04.38-19.22 arası 14 saat 44 dakika sürüyor. En kısa gün 21 Aralıkta 07.22-16.38 arası 9 saat 16 dakika sürüyor.
Bu durumda en rasyonel (akılcı) çözüm,
* Türkiye saatini yine eskisi gibi UTC+2 saat diliminde bırakmak;
* Yaz (Nisan-Eylül) aylarında mesai süresini 9 saat, Kış (Ekim-Mart) aylarında 7 saat yapmaktır. æ

====================================

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan‘ı bu site okurları iyi tanırlar..
Nükleer Fizik uzmanıdır, eğitimini Almanya’da yapmıştır..
Savunma Sanayisi Müsteşarlığı görevini üstlenmiş, ADD Genel Başkan yardımcılığı yapmıştır (biz görevimizi kendilerine devretmiştik Haziran 2006’da)..

Sayın Ercan’ın bu bağlamda bir yazısını daha sitemizde yayımlamıştık :

ARAPLAŞMAKTA GELİNEN SON NOKTA…
TÜRKİYE SAATİ MEKKE SAATİNE UYDURULDU !!!

Ona da (tıklayarak) göz atılması yerinde olur..

AKP iktidarının bu bilim dışı ve ülkemizin yararına olmayan düzenlemesini geri çekmesini bir kez daha diliyoruz.. Geç kalmadan, 29 Ekim’den önce..

Sevgi ve saygı ile.
22 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ARAPLAŞMAKTA GELİNEN SON NOKTA… TÜRKİYE SAATİ MEKKE SAATİNE UYDURULDU !!!

ARAPLAŞMAKTA GELİNEN SON NOKTA…
TÜRKİYE SAATİ MEKKE SAATİNE UYDURULDU !!!

portresi, Gülümseyen

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Resmi Gazetede yayımlanan kararnameyle birlikte bu yıldan başlayarak yaz saati uygulamasında sabit kalıyoruz. Yani yılın 12 ayında da hiçbir biçimde saatlerimiz değişmeyecek. (Basın)

 

Değerli arkadaşlar,

Dünyamız -her ne denli kimi derin İslam alimleri kabul etmeseler de- tepsi gibi düz değil, Küre şeklinde yuvarlaktır. Merkez yıldızımız Güneşin çevresinde elips şeklinde bir yörünge üzerinde saniyede yaklaşık 30 km hızla döner; bir döngü (1 yıl) 365,2422 gün sürer.

Gezegenimiz aynı zamanda kendi çevresinde de döner. Kendi çevresindeki bir döngü (1 gün) nominal olarak 24 saat = 86 400 saniye sürüyor (aslında gerçek dönüş süresi 86 164 saniyedir). Dolayısıyla, Dünyamızın bir yanı gündüzü yaşarken öbür yanı geceyi yaşar. Yerel Meridyen (tanım) üzerinde öğle saat tam 12.00’dir (gölgenin en kısa olduğu an).
*****
Yüzyılı aşkın bir süredir hemen bütün ülkeler Boylamsal Standart Zaman ölçeğini UTC kullanıyorlar. Buna göre Greenwich Gözlemevi‘nden geçen (AS: Londra) Meridyen başlangıç (sıfır meridyen) kabul edilmiş ve her 15 derecelik Meridyen farkı = 1 saat alınarak (AS: 360 derece /15 = 24 saat!) (1 derece = 4 dakika) Dünya üzerinde saat dilimleri belirlenmiştir (bkz. harita). Bu Uluslararası standart zamanlamaya göre Yeni Zelanda, Takvim gününe ilk başlayan ülkedir.

Türkiye de Miladi Takvimle birlikte bu zaman sistemini yürürlüğe koymuş bir ülkedir. Bu arada Avrupa ve öbür ülkelerle birlikte yaz aylarında gerçek meridyen zamanını gösteren kış saatini 1 saat ileri alış uygulamasını da yapageldik. Aslına bakılırsa, “Yaz saati” anlamsız, yanlış bir uygulama idi… doğrusu Normal Meridyen saatinde kalmak, mesai saatlerini yaz ve kış aylarına göre değiştirmekti. Yaz aylarında (Nisan-Eylül) 8-18 arası 9 saat, kış aylarında (Ekim-Mart) 9-17 arası 7 saat mesai uygulamasıyla sorun basitçe çözülmüş olurdu.  Şimdi bakıyoruz, T.C. Hükümeti kış saatini (yani Küresel ilişkiler açısından doğal olanı) değiştirmemek yerine, yanlış zamanlama olan yaz saatini sürdürmekten yana karar almış !?

Peki niye ?

Türkiye boylamsal olarak 26. ve 44. Meridyenler (AS: Boylamlar) arasında yer alıyor.
Türkiye’nin coğrafi bakımdan ortası 35. Boylama karşılık geliyor; ancak nüfus yoğunluğunu, üretimi, endüstriyi, uluslararası ulaşımı vs. göz önüne alırsak, Türkiye’nin ağırlıklı ortalaması 33. Meridyen üzerindedir ve böylece Greenwich’ten ortalama 2 saat ilerdeyiz. Nitekim şimdiye değin uygulama da böyle idi. Öte yandan, 35. ve 55. Boylamlar arasındaki Suudi Arabistan ise 3. dilimde bulunuyor. Yani Türkiye ile S. Arabistan arasında coğrafi bakımdan 1 saat fark vardır. Kabaca şunu özetleyebiliriz:

Bir ülkeden 15, 30, 45, 60, 75….. bu Meridyenlerden hangisi geçiyorsa doğal olarak o meridyenin tanımladığı saat dilimindedir. Türkiye’den 45 inci meridyen geçmiyor ama 30. Meridyen geçiyor, üstelik Türkiye’nin Ağırlık Merkezine çok yakın, o halde Türkiye
2. saat dilimindedir ve öyle kalmalıdır. Mantıklı olanı budur.

Şimdi yaz saatini değiştirmeyerek saatlerimizi Suudi Arabistan’la (Mekke ile) senkronize etmiş (AS: eşzamanlı kılmış) oluyoruz. Peki, bu garabetin ne yararı var? Hiçbir yararı yok! Namaz vakitleri nasıl olsa yerel meridyene göredir. Örneğin (saatler nasıl ayarlanırsa ayarlansın) Ankara’da namaz Mekke’den yine 32 dakika sonra kılınmaya devam edecektir…. Yani ibadet saatleri bakımından değişen bir şey olmayacaktır S. Arabistan’a bir jest (veya yalakalık!) yapmak dışında…

Peki zararı ne? diye sorarsak, yanıt çok açık :

“Enerji tasarrufu” savıı  koca bir yalan!

Arabistan’da güneş doğarken Türkiye’nin büyük bölümü henüz karanlıktadır. Özellikle 33. Boylamın batısında kalanlar Trakya’da, İzmir’de, İstanbul’da, Bursa’da Eskişehir’de, Konya’da, Antalya’da hatta Ankara’da insanlar (Türkiye nüfusunun yaklaşık üçte ikisi) sabahın köründe, sabah ezanıyla birlikte uyanacaklar ve en azından 1-2 saat süreyle gün ışığı kullanılmadığı için, milyonlarca dolarlık enerji israf edilmiş olacak!

Hani Müslümalıkta “külli müsrifîn haram” dı ?

Türkiye’yi yönetenlerin üstün zekalarına olan tüm hayranlığımla…æ

======================================

Dostlar,

Akıl ve Bilimin bir kez daha net yol göstericiliği ne denli net ve açık değil mi?
Pekiii, AKP – RTE neden bu yolu seçmez de bilinçaltında yer eden dinci takıntılarıyla ülkeyi yanlış yöne sürüklerler?? İslam dini aklı ve bilimi reddetmiyor ise, AKP – RTE’nin bu akıl dışı davranışı nasıl açıklanacak? 80 milyon insanın genelinin gereksinimleri yerine, AKP – RTE kendi tabanına dönük ama ülkeye zarar verecek politikalarda neden ısrar eder ve bu dinci, Türkiye’yi din devletine sürükleyici serüvenine ne zaman son verecek??

Yanlış hesap Bağdat’tan dönermiş.. AKP – RTE ülkemizin yönetiminde akkı ve bilimi rehber almalı ve bu son yanlıştan hızla dönülerek Sn. Prof. Dr. Ali Ercan’ın önerdiği biçimde hep (yıl boyunca) 2. saat diliminde kalmalıdır. AB ile ilişkiler bakımından da böylesi gerekli ve yerinde olacak. 29 Ekim’den önce.. Yanlıştan dönme olgunluğu ile..

Sevgi ve saygı ile.
17 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

KURBAN ÜZERİNE

KURBAN ÜZERİNE

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi

Prof. Dr. D. Ali Ercan

11 Eylül 2016

portresi, GülümseyenDeğerli arkadaşlar,
MÖ 1800’lerde (?) Mezopotamya’nın Ur kentinden gelip Hilâl-i-Mümbit’in merkezi Harran’a yerleşen Peygamber İbrahim bir rüya görür; bunun üzerine kendisini denemek isteyen Tanrıya adak olarak oğlu İsmall’i * kesmek ister; Tanrı sınavı geçen İbrahim’i bağışlar ve bir melekle kurbanlık bir koç gönderir…. İbrahim’in bu öyküsüne inananlar bu KURBAN geleneğini başlatırlar. Yani yaklaşık 3800 yıllık bir Arap geleneğidir bu Musevilikte ve Hıristiyanlıkta bulunmayan, salt Müslümanlıkta sürdürülen ibadet biçimi… Hemen hemen tüm dinlerde, Kutsal yerlerin, tapınakların ziyaret edilmesi ve Tanrıya (Tanrılara) kurban (adak, armağan) verilmesi ibadetler arasında yer almaktadır. Tarih boyunca da böyle olmuştur. Tanrının, Tanrıların gazabından korunmak, Tanrıyı hoşnut kılmak, Tanrıya ibadet ve saygı göstermek adına, kimi dinlerde insan öldürmek şekline kadar vahşileşen, zamanla insan yerine hayvan kesimi biçimine dönüşen kanlı kurban geleneği sürdürülmüştür. Özellikle bugün nüfusu 1,6 milyar dolayında olan İslâm Dünyasında İnsanlar Hacca gitmedikleri halde bulundukları yerde hayvan kesmek biçiinde bir “kurban” geleneği giderek artan bir yoğunlukta yaşatılmaktadır.

  • Oysa Kurban yalnızca Kâbe’yi ziyaret (Hacc) edenler için farz kılınmıştır….

Kurban eski Türklerde de uygulanan dinsel bir törendi; ancak bu simgesel törende yalnıca Hakan tarafından, Hakanın en sevdiği bir at tüm “budun” adına Tengri dağında Köktengri’ye yollanmak üzere kurban edilirdi. Bu simgesel ibadetin içeriğinde “Tanrı için en sevdiğinden vazgeçmek” düşüncesi vardır.

Türkler şaman inançlarını terk edip İslama (zorunlu) geçtikten sonra, Kurban simgesel olmaktan çıkarak “kitle halinde hayvan katliamı”na dönüştürülmüştür; oysa Kur’an’ın Hacc Sûresi’nde bile gösterişten uzak içten bir ibadetin önemi hatırlatılmaktadır:

  • “Kurbanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşacaktır..”

İslami bir gelenek olarak  sürdürülen Kurban konusunda referans olarak alınması gereken ana kaynak Kur’an olmalıdır.

  • Kur’anda Kurban bayramı yoktur.

Arapça æyd-el adha (Adak bayramı) ve Ramazan Bayramı æyd-el fitr (Fitre bayramı) İslamdan önceki Arap geleneğinin İslami dönemdeki devamıdır.

  • Kur’anda Kurban yalnızca hacca gidenler için öngörülmüştür;
    yani Hacc dışında kurban farz değildir.

Aslına bakılırsa, Kurban kelimesinin etimolojisinde de hayvan veya canlı ile doğrudan bir ilişki de yoktur;

  • Kurban KRB kökünden gelir “yakınlaşmak” demektir (ör. akraba) “Kurban” yüce bir Kutsallığa, (Tanrı’ya) adanmak üzere, özverili armağandır; Tanrıya yakınlaşmak, ona fedakârlıkta bulunmak, armağan sunmak anlamındadır….

İlla da bir hayvan öldürmek isteniyorsa,

  • İnsanlar öncelikle benliklerinde taşıdıkları ve ilkel güdülerini yöneten
    “içerideki hayvan”ı öldürseler, insanı insan yapan, yücelten en anlamlı kurban şeklini bulmuş olurlardı.

Sevgilerimle. æ

______________________
* Araplar İsmail’in soyundan, Yahudiler de İbrahim’in ikinci oğlu İzhak’ın soyundan geldiklerine inanırlar… O gün bugün aralarında kavga/savaş vardır. Tek tanrılı dinlerin (Musevilik, İsevilik ve Muhammedilik) kurucusu ve Kâbenin inşa edicisi olduğuna inanılan. Peygamber İbrahim 90 yaşında kendi kendini sünnet etmiş ve 150 yıl (!) üzerinde yaşamışmış. Kutsal kitaplar yaklaşık böyle anlatıyorlar.

DEVŞİRMEKLE BU KADAR OLUYOR !

DEVŞİRMEKLE BU KADAR OLUYOR !

portresi, Gülümseyen
Prof. Dr. D.Ali ERCAN
Değerli arkadaşlar,  
9 Temmuz’da sizlerle paylaştığım iletide, Türkiye’nin Olimpiyatlarda elde ettiği sonuçlara  bakarak, spor düzeyini irdelemiş ve Dünya ortalamasının (1,00) biraz altında 0,80 dolayında olduğunu yazmıştım (ekte). Rio 2016 Olimpiyat Oyunlarında aldığımız sonuçlar da bunu bir kez daha doğruladı.  Rio’da 37 spor dalında 307 altın + 307 gümüş + 360 tunç, toplam 974 Madalya dağıtıldı. Olimpiyat oyunlarına 102 sporcu ile katılan Türkiye 1 altın, 3 gümüş, 4 tunç, toplam 8 madalya kazandı. 

Şurası bir gerçek ki Ülkelerin madalya kazanmak şansları,

1. Nüfus büyüklüğüne ve  
2. Kişi başına gelir düzeyine, 
yani toplamda Gayrisafi Milli Gelire (GNP) orantılıdır.
Dünya toplam GNP miktarı yaklaşık 75 trilyon dolar olduğuna göre, Olimpiyatta kazanılacak her bir madalya ~77 milyar dolar karşılığı oluyor… Bu durumda ~770 milyar dolar geliri olan Türkiye’nin  ~10 madalya alması beklenirdi; oysa 8 madalya alabildi, yani hemen her dalda devşirme sporculara bel bağlayarak büyük umutlarla ve büyük giderlerle yola çıkan Türkiye’nin spor notu bu kez de 0,8 düzeyinde kaldı.
 
200’ün üzerinde ülkenin 11 binden çok sporcu ile katıldığı bu Olimpiyat, her bakımdan katılım rekorları kırdı. ABD 550 sporcu ile katılırken, Almanya 420, Çin 400, Fransa 397, İngiltere 372, Kanada 312 sporcu ile katıldılar.  IOC tarafından doping nedeniyle yasaklanan sporcularının dışında kalanlarla, Rusya ancak 279 sporcu ile katılabildi.  Olimpiyat madalyalarının yarısını, Dünya nüfusunun 1/10’u oranında nüfusu temsil eden Avrupalılar aldılar. 
 
Yalnızca nüfusu 10 milyonun üzerindeki, 90 dolayında ülkeyi göz önüne alırsak, bu kümede (Madalya Sayısı/GNP) sıralamasında Türkiye 45 nci durumda, yani  ortalarda da bir yerde bulunuyor.  Şaşırtıcı ama gerçek, genel madalya sayısı sıralamasında 3. olan Çin’in,  13. olan Breziya’nın, 1. olan ABD’nin ve 6. olan Japonya’nın önünde bulunuyoruz. Yani çok madalya kazanmış kimi büyük ülkelerin spor notu öyle sanıldığı gibi yüksek değil… Örneğin Dünya toplam gelirinin dörtte biri kadar geliri olan  ABD, 241 madalya alması gerekirken 121 madalya alabildi.. Bu hesaba göre ABD’nin spor notu 0,5 çıkıyor ki, üçte biri şişman (obes) olan bir toplum için bu sonuç hiç de şaşırtıcı değildir.
Nüfusu 10 milyonun üzerindeki bazı ülkelerin  MS / GNP spor notları;
  • Özbekistan 16,1
  • Kenya 15,4
  • Kazakistan 11,3
  • Ukrayna 10,0
  • Macaristan 9,8
  • Etyopya 9,2
  • ……..
  • Rusya 3,8
  • Yunanistan 2,4
  • Avustralya 1,9
  • İngiltere 1,9
  • Hollanda 1,9
  • Polonya 1,8
  • İran 1,6
  • Fransa 1,3
  • Kanada 1,2
  • G. Kore 1,2
  • İtalya 1,2
  • İspanya 1,1
  • Brezilya 1,0
  • ……
  • İsviçre 0,9
  • Türkiye 0,8
  • Japonya 0,7
  • Arjantin 0,7
  • Mısır 0,7
  • ABD 0,5
  • Çin 0,5
  • Meksika 0,4
  • Endonezya 0,2
  • Hindistan 0,1
Nüfusu 10 milyondan az olan  ülkeler (Şehir Devletçikleri ) için çok abartılı, yanıltıcı sonuçlar verecek bir istatistiği kullanmak pek doğru olmaz. O nedenle onları tasnif dışı tutuyorum. Örneğin Jamaika için MS/GNP Spor notu 60 çıkıyor… Öte yandan 1,3 milyarlık koca Hindistan’ın spor notu çok düşük, 0,1’dir. Yunanistan’dan 3 kez kötü durumda olduğumuzu unutarak, “Sporda Hindistan’dan 8 kez daha iyiyiz..” der, teselli bulabiliriz  🙂
Türkiye Olimpiyat sınavlarında 0,8 çizgisini sürdürüyor. 2020 Tokyo Olimpiyatlarında, komşumuz Yunanistan ayarında olamasak bile, en azından Dünya ortalaması 1,0 değerine ulaşabilmek için 12 madalya almamız gerekecek. Bunu devşirme sporcularla başarabileceğimizi sanmıyorum. “Taşıma su ile değirmen dönmez” demiş atalarımız.
Sevgilerimle.  æ

Ek                :Satır içi resim 1

TÜRKİYE’NİN SPOR NOTU
Değerli arkadaşlar,
Yakında Brezilya’da 31. Olimpiyat oyunları başlayacak (2016)… Zar zor, türlü tesadüflerle katıldığı Avrupa Futbol şampiyonasından elenerek geri dönen Milli Takımımızın perişan durumunu gördük. 350 bin nüfuslu İzlanda’nın futbol takımı ilk 8’de yer alırken, 80 milyonluk Türkiye’nin sözde milyon dolarlar değerindeki Futbolcularından ve Teknik Direktöründen oluşan Milli takımı, 24 Takım arasında ancak 20. olabildi. 
 
Yıllık anlaşması 3,5 milyon dolar (Aylık 850 bin TL) olan Fatih Terim’in yerine Futboldan hiç anlamayan sıradan bir kişi de getirilmiş olsaydı herhalde durum farklı olmazdı. Milli Takım kadrosuna alınan 30 kadar Futbolcuya Avrupa Şampiyonası öncesi eleme maçlarında 24 milyon TL Prim dağıtılmıştı… (adam başı ortalama 800 bin TL) Sonuç kocaman bir fiyasko…
 
4 hafta sonraki XXXI. 2016 Rio Olimpiyat oyunlarına 94 sporcu ile katılacak olan Türkiye bakalım ne sonuç alacak… Savaş nedeni ile 3 Olimpiyat Oyunu  iptal edildiğinden,  şimdiye dek 27 Olimpiyat oyunu
düzenlenebilmişti  bunlardan 21’ine katılan Türkiye, toplamda 39 Altın, 25 Gümüş ve 24 Tunç Madalya alabilmiş. (yani toplam 88 Olimpiyat Madalyası var Türkiye’nin)
 
27 Olimpiyatta dağıtılan Madalya sayısı 4809 Altın, 4775 Gümüş ve 5130 Tunç olmak üzere toplam 14714’tür. Altın için 3, Gümüş için 2 ve Tunç için 1 puvan vererek, Dünya nüfusunun yaklaşık binde 11’i kadar nüfusu olan Türkiye’nin Madalya Puvanını hesaplayabiliriz. Buna göre Türkiye’nin Puvanı
 
(3×39+2×25+24) / [(3×4809+2×4775+5130) x (21/27) x 0,011 ] ~ 0,8 çıkıyor.
 
Türkiye’de Spor Dünya ortalaması düzeinde olsaydı bu sonucun 1,0 çıkması beklenirdi. Demek ki Türkiye’nin genel Spor notu Dünya Ortalamasının yaklaşık %20 altındadır. Buna karşılık Gelişmiş Ülkelerde (Norveç, İsveç, Danimarka, Finlandiya, Hollanda, Almanya, Kanada, Avustralya…) Spor Notu Dünya ortalamasının çok çok üzerinde Dünyanın en yüksek Spor notu 30,0 ile 5,5 milyonluk Finlandiya’ya ait yani Finlandiya’nın Spor Notu Türkiye’nin tam 40 katı! Kişi başına Ulusal Gelir etmenini (faktörünü) hesaba katsak bile Finlandiya Türkiye’den yine de 10 kez daha iyi durumdadır… 
 
Değerli arkadaşlar,

Dünya ortalamasının altında oluşumuz maalesef yalnızca spor alanında değil, genel bir görünüm. Çünkü Gelişmişlik bir bütün. Bir ülkede Spor, Sanat, Teknoloji, Bilim, Sağlık, Ekonomi “Birleşik Kaplar” örneği aşağı yukarı aynı düzeyde bulunur.
Sevgilerimle. æ (09.07.2016)
___________
Not : Ekte “Çevre” konulu çok güzel bir video var… tıklayın
 
                          TOPRAK ANA

============================================

Çook teşekkürler değerli Prof. Ali Ercan hocamız…

Epeydir yazılarınız bize ulaşmıyordu ve yayımlayamıyorduk..
Site okurlarımız da bizim ölçümüzde (kadar) mutlu olacaklar eminiz..Lütfen devam yazmaya ve paylaşmaya..

Eee, AYDIN SORUMLULUĞU bu, emeklilik vs. söz konusu değil!

Matematik salt doğru yolu bulmanın etkin aracı değil; gülünç olmamanın da bir güvencesi.. Sayın Ercan, çok basit 4 işlem ile birlikte yaşamın pek çok temel olgusunu akıllıca sorgulayarak irdeliyor ve gerçekçi sonuçlara varıyor..

Yığınlara mutlaka temel Matematik öğretmeliyiz, onu sprunlarının çözümünde kulanmayı da elbette.. Ezberleyerek değil sorgulayark düşünmeyi = özgürleşmeyi.. Hele hele MATEMATİKSEL DÜŞÜNME’yi!

Matematiksel düşünme + Cemal Yıldırım ile ilgili görsel sonucu
Prof. Cemal YILDIRIM’ın nefis “Matematiksel Düşünme” kitabına ve
üstad Aziz Nesin’in oğlu Prof. Ali Nesin’in “Matematik Köyü” imecesine selam ve saygı olsun!
Sevgi ve saygı ile.
25 Ağustos 2016, Tekirdağ
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
Not : Sayın Ercan’dan gelen kimi e – iletilerde ne yazı ki font sorunu yaşıyoruz..
Sanırız tüm metni word’e aktarıp düzeltip sonra webe almalı?? Ya da Ali hoca sorunu çözer mi??