Etiket arşivi: Prof. Dr. Birgül Ayman Güler

Salgın çok şeyi değiştirdi bile

Prof. Dr. Birgül Ayman GÜLER

https://www.veryansintv.com/salgin-cok-seyi-degistirdi-bile

Çocukları esirgeyip, liberal sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinin yük saydığı yaşlılarla hastaları hedef alan bu tuhaf Korona salgını, çok şeyi değiştirdi.

Binlerce aile ve dost, sevdiklerini son zamanlarında yanına yaklaşamadan tek başına sonsuzluğa gönderdi; bundan sonraki yaşamları artık eskisi gibi olmayacak. ‘Bazılarınız sevdiklerinizden daha erken ayrılmak zorunda kalabilirsiniz’ diyebilen kara-kaderci sözde başbakanlar, bu ailelerle dostların sayısı arttıkça hafızalara daha derin kazılacak. Vücutlara dezenfektan enjekte etsek! gibi Zihni-sinir projeci sözde dünya-lideri-başkanlar, ülkelerinin ve yönetimlerinin kofluğunu akıllara kazıdılar bile. Yalnızca küreselci saldırganlık değil, bütün bir Atlantik yüzyılı bitti.

Birbirlerinin tıbbî yardım kargolarına el koyan, tıbbî cihaz desteği isteklerine olmaz kendimize lazım diye reddeden dünyanın şanlı gelişmiş ülkeleri, siyasi birlik bir yana coğrafi ortak kaderi bile tanımadıklarını gözler önüne serdiler. Avrupa Birliği ülkelerinin yönetimleri, diğer tüm halkları ezme gerekçesi olarak kullandıkları Avrupalılık, Avrupa Kültürü kulesiyle birlikte yıkıldılar. Avrupa’nın insan hakları, demokrasisi, piyasa mekanizması, kendini beğenmiş reformcuları, anayasa yapıcıları, bunların hiçbiri artık yok. Avrupa Birliği raydan çıktı.

AB-D ortaklığından ibaret uluslararası toplum, insanlığın sırtından düştü. İkinci Dünya Savaşı artığı Birleşmiş Milletler, yan kuruluşları olan IMF ve Dünya Bankası’yla birlikte, elbette küresel tahkim sistemleri ve küresel sözleşmeleriyle dondu kaldı. COVID-19, insanlığı bunların küresel liderlik yükünden kurtardı. Artık küresel liderlik yok.

Küreselci bastırmanın sözde bağımsız gerçekte kendine bağlı merkez bankacılığı bitti. Ulusal devletin iradesinden koparılıp küresel liderliğe bağlanmış üst kurullar düzeneği sahipsiz kaldı. Piyasacılık kutsamaları, özelleştirme havariliği, devletsizlik çağrıları, bir ucu kozmopolit elitlere öbür ucu etnik grupların elbiselerine sarınmış sahte dünya vatandaşlığı, ulusların elinden egemenlik yetkisini koparıp almaya çalışan küresel anayasacılık, bütün bu insanlık düşmanı siyasetin artık hiçbir dayanağı yok.

Kendilerini, TINA –There Is No Alternative, Başka Alternatif Yok diye sunan bu kibirli neoliberal siyaset, tarihin çöplüğüne gitti.

***

Korona Salgını, ulusların öz-yaratma güçlerini keşfetmelerine yaradı. Uluslararası dayanışma, artık başka bir dünyanın ilkeleriyle yükselecek. İçinde yer almak için kurulmasını beklemeyeceğimiz, yerimizi kendimizin belirleyebileceği başka bir dünya. Beklemeyeceğiz, çünkü tehdit bu kez evimize girdi.

Bütün özelleştirme çılgınlığına, performansçılığa karşın, halem ezici bölümü devlet memuru olan sağlık ve eğitim ordusunda toplumsal sorumluluk duygumuzun yerli yerinde olduğu ortada. Bugün alkışlananlar, uzun yıllar boyunca ‘tembel, yeteneksiz’ diye aşağılanan ‘memur zihniyeti’ sahipleridir. Devlet hizmeti, yok edilmek için onca uğraşılmış olmasına, onca yıkıma karşın, gördük ki, olanca onuruyla ayakta duruyor; toplumca takdir ediliyor.

  • Yerli tohumculuğu yasaklayan, tarımı küresel şirketlerin kısır sözde tohumlarına, canlı düşmanı sözde gübre ve ilaçlamasına mahkûm eden 1984 doğumlu yok edici siyaset, suçlu ilan edildi.

Kendine yeten, sağlıklı, üretken, verimliliğinden çeşitlilik ve miktarına sağlam bir tarım planlamasının yolu açıldı. Tarımcı aklımız bir an önce toparlanmalı.

Sınaî üretimi, buna işgücü yetiştiren meslek okullarını, mühendislik eğitimi veren üniversiteleri sözde evrensel ilkelere ve sözde dünya işbölümüne göre değil, toplumun gerçek ihtiyaçlarına göre kurma, çalıştırma, yönlendirme ihtiyacı olduğu açığa çıktı. Bunu yapabildiğimizi gördük. Tezgâhlarını ihtiyaca göre üretime dönüştüren fabrikalardan, dersliklerini üretimhaneye dönüştüren meslek liselerinden ders alıyoruz.

Tam yapay zekâlı gelecek korkusuna sürüklenirken, üniversitelerin ve kamu kurumlarının çare bulmak için harekete geçen araştırmacıları, çoktandır içinde uyuştukları AB-projesi olmadan, doğrudan doğruya toplumun ihtiyacını karşılamak amacıyla araştırma projeleri tasarlamanın tadına varıyorlar. Uyuşuk AB projelerinde teknisyenliğe sıkışmış halimize bir an önce son vermeli.

***

Kof küresel liderliğin patlayışını seyrediyoruz.

Aynı anda da kendi toplumsal gücümüzü keşfediyoruz.

Bu, büyük bir olaydır.

Öz-güvene yeniden kavuşmak! Hamasetle, nostaljiyle değil, yaşayıp görerek!

Artık ihtiyacımız olan şey, siyasetin gündemini yapılması gereken doğru işleri konuşmaya çevirmek. Türkiye’nin büyük aklına kuvvet vermek, milli siyasetin yükselmesi için çaba göstermek.

Bitmek bilmez kısır iktidarlık – muhalefetlik çekişmesi yerine…

Yine kendimizle övünerek, yine çalışarak, yine kendimize ve birbirimize güvenerek!
=================================

Not : Yazı 27 Nisan 2020 tarihlidir ve hala günceldir..
Bu yüzden, paylaşılmasında büyük yarar görülmektedir.. (Dr. A. Saltık)

Yüksek Ticaretlilerden “Bölgesel Kalkınma ve Gelir Dağılımı” Açıkoturumu

Yüksek Ticaretlilerden
“Bölgesel Kalkınma ve Gelir Dağılımı” Açıkoturumu

Sevgili Yüksek Ticaret Dostlarımız ve Üyelerimiz;

Son günlerde ülkemizde bölgesel kalkınmadan sık sık söz ediliyor. Bunların ayrıntılarını 14 Ekim 2016 Cuma günü derneğimiz konferans salonunda saat 16:30’da

– Prof. Dr.  Birgül Ayman Güler,
– Prof. Dr. Aziz Konukman
ve
– Dr. Serdar Şahinkaya
’nın katılımıyla

“Bölgesel kalkınma ve Gelir Dağılımı” başlığında tartışacağız.

Katkı ve katılımlarınız panelimizi zenginleştirecek bizlere güç verecektir.

Davut ÖZDEMİR
Şube Başkanı

Program aşağıdadır. 14-ekim-panel

======================================
Dostlar,

Bu açıkoturum (panel) çok değerli ve önemli..
Düzenleyenler de, konuşmacılar da çok değerli dostlarımız ve alanına egemen derinlikli bilim ve eylem insanları.. Biz koşa koşa gideceğiz.. Sizleri de bekleriz.
Şimdiden emek veren ve vereceklere çoook teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile. 14 Ekim 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

“DİLİ TÜRKÇEDİR”: BU İFADEDE 3 SIFAT VAR

“DİLİ TÜRKÇEDİR”:
BU İFADEDE 3 SIFAT VAR

portresi_genc

Prof. Dr. Birgül Ayman GÜLER

Türkiye´nin anayasasını topyekün değiştirme sevdasına kapılanlar vardı. Halâ var. Bir de, soğukkanlı ve hukuksal aklın temsilcileriymiş gibi öneriler geliştirenler… Bu iki kesimden, ama en dikkat çekici olarak ikincisinden gelen bir öneri, çok dikkate değer(di).

Şöyle dediler: “Anayasa´nın madde 3´ünde ifade bozukluğu var; anayasa gibi temel metinlere yakışmayan bir bozukluk; düzeltilmesi iyi olur.”
*
İddialarına göre madde 3´teki ifade bozukluğu “Dili Türkçe´dir” şeklindeki cümledeydi. Akil adam havasındaki öneri sahipleri “kimin dili? neyin dili? bu cümlenin öznesi yok” diyorlardı.
Oysa ifadenin tam hali “Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir” biçiminde…

Kendilerine bu söylenince de şöyle demişlerdi: “A, evet, doğru! Ama yine de bu kendi başına bir cümle olarak ele alındığında öznesiz gibi duruyor. Öznesini cümlesine koymak ve ifadeyi daha net hale getirmek iyi olur.”
*
Önerilerinin, konunun özüyle değil doğru anlatım biçimiyle sınırlı olduğunu ileri süren öneri sahipleri, cümleye özne de önerdiler. Onlara göre en doğru ifade şöyle olurdu: “Resmi dili Türkçedir.” Bu kimselerin “yalnızca ifade bozukluğunu giderelim diye…” derken samimi olup olmadıklarını bugüne dek çözemedim. Ciddi adamlar idiler. Hatta bazıları, geçmişte hukuk bilgilerine sık sık başvurduğumuz kişiler arasında yer almış siyasetçilerdi. Gelin görün ki durum adamlardan daha ciddi. Çünkü önerileri bir “ifade bozukluğu”nu düzeltmiyor. Aksine, doğrudan özü değiştiriyor; onları da ulusal ve üniter devlet yapısını değiştirmek isteyenler cephesine savuruyor.
*
Şimdiki yazılış biçimine göre yorumlandığında, Anayasa´nın 3. maddesi bize Türkçe’nin 3 sıfatı ve statüsü olduğunu söylüyor:

(1) Devletin dili -devlet dili- Türkçedir;
(2) Ülkenin dili -resmi dil- Türkçedir ve
(3) Milletin dili -ulusal dil- Türkçedir” diyor.

Öneri sahibi ise önerisiyle Türkçe´nin devlet dili ve ulusal dil sıfatlarını siliyor; Türkçeyi yalnızca resmi dil sıfatıyla sınırlandırıyor.
*
Resmi Dil – Devlet Dili ayırımı, farklı dillerin kabul edildiği federasyon tipi devletlerde ayrı statüleri anlatır. En açık örneği, kuzeydeki komşumuz Rusya´da Sovyetler Birliği döneminde ortaya çıkmıştı. SSCB sistemi, Rusçayı ülke genelinde resmi dil olarak tanımlamıştı. Devlet dili sıfatı / statüsü ise, örneğin Kırgızistan´da Kırgızcaya ya da Gürcistan´da Gürcüceye, yani alt kademeyi oluşturan federe devletlerde kullanılacak dillere verilmişti. Bu ayırma, dünya literatüründe de kabul gördü. Öyleyse, Anayasa´ya “resmi dil Türkçedir” gibi bir ifade yerleştirmenin sonucu açık değil mi? “Devlet dili” sıfatını açığa çıkarıp, daha sonra kullanılmak üzere askıya bırakarak, federasyon meraklıları için tam bir yol temizliği!
*
Ulusal dil, yerel – etnik diller ile birlikte düşünülmesi gereken bir sıfat. Anayasa´dan Türk Milleti´ni ve onun egemenlik hakkını silmeye yönelmiş siyasetlerin aldıkları mesafe malum. Bölgesel özerklik isteyenlerin, her bölgede [devlet dili ayarında] “bölgesel dil”in kabul edilmesini dayattıkları da sır değil. Bunu yapanların “çokkültürcü / çoketnikli / çokmilletli” bir siyasi yapı için uğraştıklarını sağır sultan bile duydu. Böyle bir dönemde, Türkçeden ulusal dil sıfatını almanın sonuçları belli değil mi? Türkçeye ait olan ulusal dil statüsünü boşluğa atmak, ulusal devletin yerine çok-milletli yamalı bohça bir siyasal düzeneğe zemin hazırlamaya yarar, başka birşeye değil!
*
Anayasa´nın 3. maddesinde “ifadesi bozuk” denen hüküm, Türkçe´nin

– resmi dil,
– devlet dili,
– ulusal dil

biçiminde üçlü statüye sahip olduğunu gösteren; kökleri derin; kapsamı net; doğru bir ifadedir. İfadede sorun yok. Olduğunu söyleyenlerin bilgileri mi eksik yoksa niyetleri mi bozuk, bu olasılıkların üzerinde durmak daha isabetlidir.

=================================

Değerli Prof. Ayman‘a bu önemli kuramsal katkısı için teşekkür ediyoruz..
Makale içeriğini onaylıyor paylaşıyoruz daha çok okunsun – okutulsun diye..

Sevgi ve saygı ile.
18 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler : ULUSAL EGEMENLİK VE GÜNÜMÜZDEKİ DURUM..

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ulusal Eğitim Derneği‘nin geleneksel Cumartesi konferansları sürüyor..

23 Nisan 2016 Cumartesi günü konu :
ULUSAL EGEMENLİK VE GÜNÜMÜZDEKİ DURUM..

Bu haftalık 2 değişiklik var :

1. Konferans saat 13:00’te başlıyor (1 saat erken)
2. Yeri değişik : Yüksek Ticaretliler Derneğinde.. Mithatpaşa Cd. 16/6..

Birgül A. Güler

Ne yazık ki biz İzmir’de bir Kongre’de çağrılı konuşmacıyız..

  • Sağlıkta Dönüşümün 13 Yılı : Yüzlerce Milyar TL Paramız Nereye Gitti?konulu konferansı vereceğiz İzmir Aile Hekimleri Derneği kongresinde.

    Çok değerli yurtsever – ulusalcı kadın aydınımız Sayın Prof. Dr. Birgül Ayman Güler‘i dinlemek ve O’ndan öğrenmek gerek..

    Toplantıya emek verenlere ve her 2 derneğe teşekkür ederiz..

    ULUSAL EGEMENLİĞE vargücümüzle sahip çıkma zamanıdır..

    23 Nisan 2016, Büyük Millet Meclisi’nin Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde – başkanlığında
    KURTULUŞ SAVAŞIMIZI yürütmek üzere- açılışının 96. yılıdır..

    Ulusun, Padişahın kulu / tebası olmak yerine, egemenliğini doğrudan eline aldığı gündür..
    Dönüm noktasıdır 23 Nisan 1920..
    Egemenliğin kaynağının sözde gökyüzünden gerçekte yeryüzüne, asıl sahibi olan ULUSA, gerçek sahibine teslim edildiği bir büyük devrimci AYDINLANMA dönemecidir..

    Bu Ulus, nice kan akıtarak ve canlar vererek kazandığı egemenliğini, AKP dahil hiçbir kişiye – güce asla ve asla teslim etmeyecektir..

  • AKP iktidarı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı törenlerini kaldırma kararından hemen vazgeçmelidir. Ulusun tarihsel değerlerine mutlak anlamda saygılı olmalıdır..Sevgi ve saygı ile.
    20 Nisan 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Milli Anayasa Kurultayı sonuç bildirgesi

Milli Anayasa Kurultayı’nda
11 maddelik sonuç bildirgesi kabul edildi

27 Mart 2016, 12:10

Milli güçler, Türksüz Anayasa’ya karşı birleşti. Milli Anayasa Hareketi Kurultayı
Türkiye’nin dört bir yanından gelen binlerce vatanseverle Ankara’da toplandı.
Türk Milleti” ifadesini hedef alan yeni anayasa girişimine karşı başlatılan
Milli Anayasa Kurultayı Ankara Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde devam ediyor.

Binlerce yurttaşın katıldığı kurultayda AKP’nin bölücü ve gerici bir anayasa yapmak istediğinin altı çizildi.

Saat 12’de başlayan kurultayda sık sık Bölücü gerici anayasaya geçit yok,
Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganları atıldı.

Eski Meclis Başkan Vekili Hasan Korkmazcan‘ın yönettiği kurultaya Kumpas davalarında tutuklanmış bir çok aydın, sanatçı, Vatan Partisi yöneticileri, DSP yöneticileri katıldı.

Eski CHP Milletvekili Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, AKP’nin yeni anayasasına karşı Milli Anayasa Kurultayı’nın 11 maddeden oluşan sonuç bildirgesini tek tek okudu, salondaki yurttaşların oyuna sundu.

Yurttaşları Milli Anayasa Hareketinin çatısı altında toplanmaya çağıran Güler,
“Türk Milleti’ni anayasadan sildirtmeyeceğiz” dedi.

Bölücü ve gerici anayasaya geçit verilmeyeceği vurgusu yapılan bildiri, oy birliği ile
kabul edildi.

Milli Anayasa Hareketi Yürütme kurulu üyesi Prof. Dr. Birgül Ayman Güler‘in açıkladığı sonuç bildirgesi şöyle:

https://youtu.be/uKdDsL0FxRs 

Vatanımız ve Cumhuriyetimiz, uzun süreden bu yana büyük saldırılar altındadır.
Ülkemizin varlığının tehdit edildiği bugünlerde, biz Türk vatandaşları, Yeni Anayasa yaptırarak Gazi Meclis’i anayasal düzeni ortadan kaldırma gibi ağır bir siyasal suç işlemeye sürükleyenlere karşı, 27 Mart 2016 günü Ankara’da toplandık ve aşağıda belirttiğimiz tutumda birleştik.

1.    Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi bölünmez bir bütündür. Topraklarımız üzerinde birden fazla egemenlik alanı yaratılamaz. Bölgecilik yapılarak özerklik, federasyonculuk güdülemez. Ülkemizin bir karış toprağından vazgeçilmesi söz konusu dahi olamaz.

2.    Türkiye Cumhuriyeti’nde egemenlik Türk Milleti’ne aittir. Çokkültürcülük adına etnik ayrılıkçılık, ümmetçilik adına mezhebi parçalanma yoluyla Türk Milleti’nin bütünlüğü bölünemez. Ulusun varlığı ve egemenlik hakları, hiçbir koşulda ortadan kaldırılamaz.

3.    Milli birliğimizin sağlamlaşarak sürdürülmesi, egemenlik ve bağımsızlık haklarımızın dokunulmazlığı için, 1919’dan sonra bir kez daha, tarihsel bir görev ile karşı karşıyayız.
Bu görev‘müdafaa-i hukuku milliye’ görevidir. Bu görevi üstleniyor, ulusal haklarımızı savunma mücadelesinden bir an bile geri durmayacağımızı ilan ediyoruz.

4.    Her türlü kültürel ve toplumsal özelliklerimizin red ve inkarına karşı olduğumuz gibi,
bu özelliklerimizi Türk Milleti’ni etnik – mezhebi topluluklara bölme aracı yapan her türlü kimlikçiliği ve siyasallaştırmayı reddediyoruz. Etnikçi ve ümmetçi kesimlerle bunları destekleyen dış dünya aktörlerine, Türk Milleti’nin varlığına ve haklarına saygı göstermelerini hatırlatıyor ve bu yöndeki Yeni Anayasa girişimlerinden vazgeçmelerini ihtar ediyoruz.

5.    Anayasa’dan Türk Vatandaşlığı statümüzü silmeye ve egemenliği Türk Milleti’nden almaya yeltenen Yeni Anayasa saldırısına karşı, varoluşumuzu savunma ve direnme esasının meşru olduğunu ilan ediyoruz.

6.    Siyasal ümmetçilik güdenlerin ortadan kaldırmak istedikleri milli devlet, bireysel ve
sosyal özgürlüklerimizin güvencesi olan laikliğin koruyucu zırhıdır. Laikliği ortadan kaldırarak bireysel hak ve özgürlüklerimizi cemaatlere devredecek, halkımızı mezheplerin,
inanç gruplarının iktidar savaşlarına mahkum edecek bir Yeni Anayasa’ya karşı, yurttaşlık haklarımızı ve özgürlüğümüzü savunma ve direnme esasının meşru olduğunu bildiriyoruz.

7.    Cumhuriyetimizin kuruluş ve gelişmesinde temel olmuş hükmetme biçimi, kaynağını meclisten alan parlamenter hükümet sistemidir. Bunu ortadan kaldırmak, basit bir hükümet işleyişi değişikliği değil, egemenliğimizin kullanılış tarzını değiştirmek anlamı taşır. Egemenlik hakkımızı, hiçbir partizan hedefe ve hiçbir kişisel hevese kurban etmeyeceğimizi açıklıyoruz.

8.    Yeni Anayasa, etnik bölücülükle 2008 yılından bu yana yapılan hukuk dışı “müzakere”lerin nihai halkasıdır. Yeni Anayasa ısrarıyla bölücü çevrelerin taleplerini müzakereye açmak, bölücü teröre karşı yürütülen savaşa ciddi zararlar vermektedir.
Şimdiye kadar yapılmış yasa dışı sözde “müzakere ve mutabakatlar”ın Yeni Anayasa hüllesiyle anayasal düzen haline getirilmesi, hiçbir koşulda kabul edilemez.

9.    Yeni Anayasacılığın ana damarı dışarıdadır. Yeni Anayasalar, dünyada ve bölgemizde yeniden bir paylaşım savaşı yürüten küresel emperyalizmin saldırı aracıdır. Ülkemizde sözde çokkültürcülük, etnikçilik, mezhepçilik peşinde sürüklenenleri, çağımızın bu çıplak gerçeğini fark ederek, bu gayrımilli saldırganlığa alet olmaktan vazgeçmeleri için uyarıyoruz.

10.    Büyük Ortadoğu Projesi temelinde Kuzey Afrika ülkelerinde, komşularımız Irak’ta, Suriye’de tanık olduğumuz gerçek, milli varoluşların ortadan kaldırılmasından ve ülkelerin kabile – aşiretlere, etnisite – mezheplere ayrıştırılmasından, parçalanmasından ibarettir. Ulusal varoluşları ve hakları yok edilmeye çalışılan komşularımızın, tüm dünya uluslarının ve insanlığın kutlu geleceği için, küresel emperyalizmin tam karşısında olduğumuzu duyuruyoruz.

11.    Milli Anayasa Hareketi, karşı karşıya olduğumuz Atatürksüz, Türksüz, bölücü gayrımilli anayasacılık saldırısına karşı, ulusal varlığımızı, milli birliğimizi, vatanımızın bütünlüğünü ve bu değerlere ilişkin tüm haklarımızı savunma ve direnme kararlılığını ifade eder. Aynı iradeye sahip bütün siyasi partileri, demokratik kitle örgütlerini, toplulukları ve kişileri, hiçbir ayırım gözetmeksizin,bu iradeyi yükseltmeye çağırır.

14.48: Türkiye Sanatçılar Birliği Başkanı İnci Özdil konuştu. İnci Özdil: “Yeni anayasa intihar demektir. İntihar etmek isteyen var mı aranızda. Burada olanlar istemiyoruz tabii ki,
biz milli anayasa hareketiyiz. Biz tek tumruğuz. Yeni anayasa bir projedir. Yeni anayasa birliğe, kardeşliğe çomak sokmak demektir.”

14.40: TESUD Başkanı emekli Korgeneral Erdoğan Karakuş konuştu

Erdoğan Karakuş: “İlk 3 madde değişirse Ankara başkent olmaktan çıkacak. Çorumlular Yozgatlılar nereye gideceksiniz? Soruyorum. Yeni anayasanın sizlere neleri kaybettireceğini farkına varın. En azından çoluğunuzu çocuğunuzu önemseyin.”

14.33: 24. Dönem Milletvekili Prof. Dr. Nur Serter konuştu

14.18:  Ulaştırma eski Bakanı Prof. Dr. Enis Öksüz konuştu.

Enis Öksüz: “Canavar emperyalist devletler, yeni anayasa ile boynumuzu kesmeye çalışıyor. Milleti ayıranlar birleştirici bir anayasa çıkaramazlar. Yeni anayasaya izin vermeyeceğiz!”

14.10: TGB Genel Başkanı Çağdaş Cengiz konuştu.

Cengiz’in açıklamalarının satırbaşları şöyle:

“Cesaret önemli. ABD’nin bölücü ve gerici terör örgütlerinin, patlayan bombalarının korku iklimine bir cevaptır. Terör örgütlerinin bombalarından korkmuyoruz!

İnsan korkar, ama millet korkmaz, korkmamalı. Türk milleti teröre asla baş eğmeyecek. Cesaretin onurlu ve şerefli bir hayat sürmeye faydası var. Ölüm kusanlara buradan kararlılığımızı ifade ediyoruz.

Başaramayacakları birşeyi dayatıyorlar. Mücadele örgütlü olur. MAH’ın bizleri birleştirmesi örgütlü mücadelenin gereği olan hedefler koyması gereklidir. Ordumuzun, polisimizin, korucumuzun 24 Temmuz’da başlattığı hareket, MAH mücadelesiyle birlikte gidecektir ve en kısa sürede zafere ulaşacaktır.

Milli olmayan anayasayı milli etiketiyle sunmaya çalışıyorlar. Bu ülkede milli olan biziz! Kuvvetli olan çoğunluk olan biziz!

Türk gençliği bir kere ayağa kalktımı hiçbir işi yarım bırakmaz. Aksini iddia eden 19 Mayıs 2016 günü Atatürk’ün evine baksın! Atatürk gençliği gericilere bölücülere karşı orada olacaktır!”

14.00: Hukukçu Ömer Faruk Eminağaoğlu Konuştu.

Eminağaoğlu’nun açıklamaları şöyle:

“Anayasayı kurucu meclisler yapar. Anayasa yapma yetkisi olmayan bir meclis insan unsurların gözünü dikmiş olan meclis, yeni anayasa diyerek yola çıkmışsa bizim görevimiz bunun karşısında durmak ve Cumhuriyeti sonuna kadar yaşatmaktır.”

13.56: Hacı Bektaş Belediye Başkanı Ali Rıza Salmanpakoğlu konuştu.

Salmanpakoğlu’nun açıklamalarının satırbaşları şöyle:

“Bu vatana sahip çıkmak için yüreğini ortaya koyan ey vatanseverler, merhaba!

Türkiye üzerine oynanan oyunların bugünlere kadar gelişinde her zaman karşımıza çıkan bir çelişki vardır. Bu çelişki aydınlanma ile karanlığın çelişkisidir.

İşimiz bu kurultayda, aydınlanmanın ne olduğunu herkese ifade etmek durumundayız. Bunun için buradayız.

Anayasayı değiştirceklermiş, nasıl değiştirecekler? İktidarın tuzaklarına düşmeyeceğiz. Bunun için buradayız. Mücadele edeceğiz.”

13.30: Kültür Eski Bakanı Namık Kemal Zeybek konuştu.

Zeybek, “Yeni anayasa bir tuzaktır. Ülkemizi karmaşaya sokan gelişmelerin son noktası olacak. Bu noktada sağ- sol, çekilişleri kalmamıştır. Aklımızı başımıza alalım.” dedi.

Zeybek’in açıklamaları şöyle:

13. 25: 24. Dönem CHP Uşak Milletvekili Av. Dilek Akagün Yılmaz konuştu.

Akagün’ün açıklaması şöyle:

Bunca güzel konuşmadan sonra konuşma yapmak zor olsa gerek

Sizlerden birisi olarak bende burada dişlerin sesini dile getirmek istiyorum

Bu ülkenin geçen kemalistler aydınları sizleri selamlıyorum

Hepimizz biliyoruus ki ülkemize abd tarafından dayatılan bu anayasa emperyalist bir projedşr.  Bizi açıkça tehdit ediyorlar. Bu tehditleri sadece bize yapmıyorlar bütün ezilenn uluslara yapıyorlar.

Çok etkili dili kimlşkli bşr yapı yapılarak ülkeleri parçalıyorlar.

Bu proje bize şu an anayasa olarak karşımıza çıkıyor. İzin vermeyeceğiz

Bazı solcu arkadaşlarımız HDP’yi çok laik sanıyorlar ama meclise verilen yönergeleri inceleyelim. Verilen maddelere bizim evet diyeceğimizi sanıyorlar. Ama yanılıyorlar demeyeceğiz.

IŞİD ve PKK terörüyle ve ABD tehditleriyle yeni anayasa dayatması ile “bu ülkenin  ulus devleti yıkılsın, laik devleti yıkılsın, çağdaş devleti yıkılsın” diye uğraşıyorlar . Biz de burdan onlara sesleniyoruz: Biz çağdaş, laik cumhuriyet rejimini yıktırtmayacağız.

13.18: Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek konuştu. Perinçek:  Bölücü anayasa girişimi terörle ittifak halindedir

Vatan Partisi Genel Başkanı Perinçek’in açıklamaları şöyle:

Doğu Perinçek: “Mustafa Kemalin askerleriyiz!

Sayın başkan, Milli Anayasa Hareketi’nin sayın yöneticileri;

Edirne’den, Tekirdağ’dan, Hakkari, Muş, Varto, Van, Artvin, Trabzon, Samsun, Mersin, Adana, Antalya, İç Anadolu bozkırlarından kurultayımıza gelen, birbirine kenetlenen değerli delegeler;

Hepinizi yürekten sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Önce buradan meydan okuyoruz. Atatürk’ün başkenti, devrimci türkiyeyi kuran cumhuriyeti kuran milletimizi birleştiren, bize vatan armağan eden büyük hareketin başkenti Ankara’dan meydan okuyoruz!

Terörle, canlı bombalarla Türkiyemizi yeniden düzenlemeye kalkanlara, bölücü anayasa dayatanlara meydan okuyoruz. Onların yobaz ve bölücü terör örgütlerini hendeklere gömen bir Türkiye var, TSK ile polisiyle ve korucusuyla. Bu yeni anayasa dedikleri bölücü anayasa hendeklere gömülen bölücülüğü hendeklerden kurtarma girişimidir.

Şimdi bölücü teröre ve bölücü anayasaya karşı mücadele vardır. İkisi de Türkiye’nin vatan bütünlüğünü koruma, çağdaş, halkçı, bağımsız Türkiye’yi kurma mücadelesi. Bugün canlı bombalarla terörle bir anayasa dayatılıyor. Ülkemizde canlı bombalar var. Birinci canlı bomba burada Türklüğü anayasadan dışarı sürmek. Türk milletinin kurduğu bir Türkiye’de Türklüğü anayasadan atmaya kalkanların alnını karışlıyoruz. Bu girişimi hendeklere gömmeye kararlıyız.

İkinci canlı bomba özerklik. Türkiyede ayrı otorite alanları oluşturmak, belli bölgeleri etnik iddialarla ABD vesayeti altında yönetmeye kalkmak. Bu girişimin yerle bir olacağını buradan bütün dünyaya ilan ediyoruz. Özerklik, sen benden değilsin, ötekisin, başkasısın anlamına gelir. Bu girişim de milletin bağrına çarpacak, okyanus ötesine dönecek!

Türk milletini bölme girişimi bölücü terörle ittifak halindedir. Bölücü anayasa girişimi, bölücü terörün müttefikidir.

Tayyip Erdoğanlara, Davutoğullarına buradan ihtar ediyoruz. Milleti bölmeyin, Cumhuriyet’in ayakları altında kalacaksınız, Türk Milletinin ayakları altında kalacaksınız!

13.11 Adalet Eski Bakanı ve DSP Başkanlık Kurulu Üyesi Hikmet Sami Türk Konuştu.

12.51: Türkiye Barolar Birliği Temsilcisi Prof. Dr. Necdet Basa,
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun mesajını okudu.

“Bu önemli toplantı türkiyede demokrasinin işleyişi ve hukuk devleti işleyişinin,
vahim noktalara ulaştığı bir dönem daha olmamışştır.

Bu zor süreçte mensubu olmaktan gurur duyduğum hukukun üstlünğüne inanna egemnliğin kayırsız şartsız olduğu, güçlü olduğu için haklı olmak yoktur diyerek devam ediyoruz. Israrla hukukun üstünlüğüne savunmaya devam ediyoruz. Temel hak ve özgürlükli sınırlandırılması karşısında sessiz kalmıyoruz. İfade özgürlüğünü fiilen ortadan kaldrıan, bireyin ve toplumun savunucular-ı olarak görevimizi icra ediyoruz.

Biliyoruz ki toplumların birkte yaşama iradesi sevgisaygı hoş göre iradesi büyür ve adaletle yaşatır.

Çağdaş anaysalar egenliğin milletin, vekillerin istedikleri zaman geri almasını açık tutarlar ve tutmak zorundalar.

Ülkemizin gündemini yeni ayasa belirliyuotr. Ancak ülkenin önceliği yeni aysa değildir. Anaysanın ilk üç maddesinde yer alan 3 naddeden, hukukun üstlüğünden çoğulcu demokratik anlayıştan çağdaşlıktan, ulusallıktan asla taviz verilemez.

Her yeni anayasa genelde devrim ve karşı devrim kurucu iradenin manifestosudur. Kurucu ideolojiyi yansıtan belgedir. Bizim anaysamızın belgeside, anayasamızın 4. maddesine göre değiştirelemez ve teklif dahi edilemez.

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ve  Türkiye Barolar Birliği adına kurultaya selamlarımı saygılarımı iletiyorum”

12.48: TBMM eski Başkanı Hasan Korkmazcan konuştu. Korkmazcan: “Bölücü anayasa girişimini tarihin çöplüğüne atacağız” dedi.

Korkmazcan’ın açıklamaları şöyle:

Değerli vatanseverler, Türkiyemizin 81 ilinden Varto’dan Edirne’den Marmaris’ten Artvin’den Türkiye’nin kalbinin yeniden ankarada atmaya başladığını göstermek için dünden itibarenn yollara düştünüz Türkiye’nin herhangi bir salonunda herhangi bir meydanında insanlar bir araya gelemesinler diye emperyalizmin bombalarının patlatıldığı, tehtidlerin yapıldığı terör estirildiği bir dönemde ankarada bir kararlılık duruşu belirmek için geldinşiz. Bu bizim son kurultayımız değil, ilk kurultayımzıda değil Türkük dünyada var olduğu müdedretçe insanlığın sıkıntıya düştüğü her devrede türk kurultayları bis insanlık meşalesi olarak tanımlanmıştır. 20. yyda emperyalist güçler dünyanın mazlum haklklarınıun mallarını varlıklarını ellerinden aldılar şimdi onurlarını da ellerinden alırız zannederek bugüne kadar görülmemiş büyük güçlerle bir savaş başlattılar. Bu savaşın sonunda onlara dersini bizim kurultaylarımız verdi. Çanakkale bir kurutaydır aynen ergenekon gibi. İstiklal savaşı Ankarada sivasta toplanan kurultayların eseridir. MÖ 2000li yıllarda bzokırlarda toplanan kurultaylar ghibi. 2.yyın bugünkü noktaya gelemsinde ankaranın kararlılığı büyük ro oynamuşt. Daha dün akşiam biri diyorki 20.yyn bütün paradigmaları yıkıldı, kurulan kurumlar devletler geçersiz hale geldi şimdi yenisini kurmak lazım. Bunlarkendi kendilerine insanlık birikimlerine savaş açarak insanları sindirebileceklerini sanıyoırlar Türkiye 21. yyn başlangıcında da hayır sesi .çıkıyor Hayor insanlık değerlerine dokunamazsınız, kiralık askerlerinizle afgamnistandaki uygur mabetlerini yıktırab,ilirsiniz ama tüklüğün kalbindeki insanlık aşkı oldukça bütün insanlığın bağımsızlığı garanti altıondadır. Biz sadece bir anayasa tartışması yürütmüyoruz. Anayasa hukuk zemininde hukukun görevlendirdiği organların amsalarında ün,lerde stklarada ve kend,isinin haklarını savnumka isteyen vatandaşların toplantılarında konuşulur. Ama bugünb  türkiyeye dayatılan sadevce bir anaysa değil Anayasada Türk milletini kaldırmak istiyorlar bizide afganistan Irak, Yugoslavya gibi paraçparça yapmak istiyorlar.
Emperyalizm silahla ulaşamadığı yerlede anayasa ilke toplumları dağıtmak istiyot. Böylelikle bütün insanlık empreryalizmin av alanına dönüşecek, insanlık ,stedikleri gibi yöneldnirilebilecek. Bugün bu ahayale buradan dur diyoruz.

Önümüzdeki günlerde anadoluda bu gayrimilli anayasa dayatmasının karşısında bütün vatandaşlarımızla set kuracağız milli cepheyi oluşturacağoız. Bugüne kadar yanlşlıklarla emperyalist yörüngeye girmiş olanların uyanmalarını bekliyoruz. Bundan önve yeni osmanlıukcvılık hayyalleriyle komşularımıxzla aramıza setler koyanların yeterli dersleri çıkarmış olmalarını umuyoruz.

Sonuç hem kuşatyılmış hem de içine sızılmış bir topluluk haline geld,i. Şimdi yeni heveslerle başkanlık gib,i kamuyflajlara bu ısrar sona ermelidir. Sona ermeze biz onu sona erdireceğiz. Bölücü teröre umut feneri olan anayasa girişimini naıld urdurduysak tarihin ..
Bugünden itibaren Yüce Atatürkünb başkendimiz olarak ilan ettiği yerden sesimizi şemdinliye erdirneye kadar ulaştırmak , emperyalizme durm demek Türklerin tarihi görevidir. Bizim gerçek anayasamıznda ,inşanlığüın eşitliği, insanları ırklarına mezherplerine göre ayırmamak vardır.

Türksüz anayasa yapmaya çalışmak Türklere ırkçılığı yakıştırmak en büyük ayıptır.
Asıl ayıp emperyalizm ırkçılığıdır. O mikrobu bu topraklara bulaştırmayacağız.

12.29: Milli Anayasa Hareketi Yönetim Kurulu, tek tek divandaki yerlerine davet edildi.

Yönetim Kurulu şöyle:

Av. Dilek Akagün Yılmaz, Yavuz Alogan, Dr. Canan Arıtman, Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, Prof. Dr. Süheyl Batum, Av. Tülay Bekar, E. Tümg. Naci Beştepe, Namık Kemal Boya, Çağdaş Cengiz, E. Korg. Erdoğan Karakuş, Suay Karaman, Prof. Dr. Ramazan Mirzaoğlu, Yaşar Okuyan, Enis Öksüz, Av. Metin Öney, E. Tümg. Osman Özbek, İnci Özdil, Utku Reyhan, Av. Nusret Senem, Prof. Dr. Nur Serter, Doç. Dr. Hüner Tuncer,
Rıza Zelyut

12.26: Saygı duruşu ve İstiklâl Marşı‘nın ardından “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı atıldı

12.25: Kurultay saygı duruşu ve İstiklâl Marşı ile başladı


======================================

Dostlar,

Coşkuyla onaylayarak bu yurtsever Bildiriye katıldığımızı ve
bütün gücümüzle destek vereceğimizi  belirtiyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
28 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ANAYASA MASASINDA NE OLDU?

 

ANAYASA MASASINDA NE OLDU?

Prof. Dr. Birgül Ayman GÜLER
http://yeniadana.net/kose-yazilari/anayasa-masasinda-ne-oldu-701.html, 16.2.2016

AKP sözcüsü Ömer Çelik´in “yeni anayasa milletin talebidir” sözü, açıklamasındaki
en boş sözlerden biridir. Yeni Anayasa, AKP ile HDP yönetimlerinin talebidir.
Bunu “milletin talebi” diye sunmaya gayret etmek, içi boş siyasete örnektir.
Milletin sorunları….

16 Şubat 2016 akşamı AKP adına Ömer Çelik açıklamalar yaptı.

“Şimdiki anayasa 12 Eylül orijinli” dedi. Buna dikkat etmeli; yürürlükteki anayasa niteliği bakımından darbe anayasasıdır, diyemedi. Çünkü artık değil. “Bir gece baskınıyla yapılmış darbe fermanı” diyerek de gerçeğe aykırı konuştu. Darbe 12 Eylül 1980´de yapılmıştı,
anayasa iki yıl sonra 7 Kasım 1982´de halkoyuna sunuldu ve bir ferman değil bir
“yasa” sürecinin ürünüydü.

Çelik´in açıklamaların nedeni, CHP´nin Anayasa Uzlaşma Komisyonunun 3. toplantısında masadan ayrılması ve TBMM Başkanının “komisyon sona erdi” demesiydi.
*
MHP, Komisyon “Yeni Anayasa Yapamaz” diyor….

AKP sözcüsünün dediğine göre, Anayasa Uzlaşma Komisyonu “yeni anayasa taslağı yazacaktı”. Ama kendisi açıklıyor ki, masanın çevresindeki partilerden biri,
MHP, “olmaz” demiş.

Çelik, ilginç bir şekilde bu itirazı önemsemediklerini gösterdi. Oysa en başta karara bağlanması gereken konu bu değil mi? Eğer bu görüş farklılığını görmezden gelirseniz, “otoriter”, “baskıcı”, “parti muhafızlığı”, “hervşeyi ben bilirimci”, “militer” bir tavır sergilemiş olmuyor musunuz? Bu masa bir “uzlaşma masası” değil mi? Komisyonun görev ve yetkisini belirleme yetkisi, yalnızca AKP´ye mi ait?

Üstelik MHP´nin görüşü de geçerli ve isabetli bir görüş. Ömer Çelik hayret verici biçimde tersini söylese de, hem siyaset bilimi hem de anayasa hukuku bakımından pek açık.
Kurucu, temel yasalar büyük alt-üst oluş dönemlerini düzene sokar; olağan parlamentolar da yaşamı bu temelde düzenler. Eğer olağan parlamentolar “yepyeni anayasa”lar yapabilecekse, yasa yapma görevini hangi temele göre yürütecekler? Temel esasları oynayıp durursa,
devlet bir yana aile bile varlığını sürdüremez. İktidar partilerine sapla samanı birbirine karıştıran zayıf gerekçelerle yürümek yakışmıyor.
*
Asıl Mesele Süreci Devam Ettirmek…

Komisyonun ne yapıp ne yapamayacağı gibi en temel konuda karşı tarafı dinlemeyen AKP, “tartışmak istiyor”. Başkanlık rejimini tartışalım” diyor, “demokrasi burada,
siyaset tartışa tartışa…” 
diyor.

Sonra asıl meseleyi söylüyor: “Yeni anayasa yapma süreci, yeni anayasanın kendisi kadar önemlidir.” İşte bu doğru. Parlamentodaki partileri tezgaha oturtamazlarsa yeni anayasa dokuyamazlar. Bu iş, meşruiyet eksikliğiyle olmaz. İnat edip yapan olursa yapabilir;
ama o anayasanın ömrü yılı aşmaz. Bunun farkındalar.
*
AKP Ne Yapacak?

Ömer Çelik, şimdi ne yapacakları konusunda iki sözleri olduğunu söyledi, ama üç şey söyledi:

1. TBMM Başkanının bu süreçte şeffaflığa önem verdiğini söylemişti;
Komisyon tutanaklarını kamuoyuna açıklamasını istiyoruz.
2. CHP masaya dönsün.
3. CHP masaya dönmezse, diğer iki partiyle çalışmaları yürütürüz.
*
AKP´nin Çaresizliği…

Böyle bir komisyonun çalışmalarının “gizli” yürütülmesi, kendi başına skandaldı.
Ömer Çelik´in “tutanaklar açıklansın” isteği çok yerindedir.

“CHP masaya dönsün” sözü ise anormal ve meşruiyet görüntüsüne ne kadar muhtaç olduklarının açık ilanı.

“Süreci” üç partiyle sürdürmeye hazır oldukları sözü ise umutsuz laf zinciri…
Bunu yapabilmek için, her şeyden önce, MHP´nin “bu komisyon yeni anayasa yapamaz” şeklindeki ve bizce de son derece isabetli olan görüşünden vazgeçmesini sağlamalı.

HDP´ye gelince; o bir yeni anayasacı. AKP, bu partiyle başbaşa verip “yeni anayasa” yapabilirse buyursunlar yapsınlar.
*
Sonuç

AKP sözcüsü Ömer Çelik´in “yeni anayasa milletin talebidir” sözü, açıklamasındaki
en boş sözlerden biridir. Yeni Anayasa, AKP ile HDP yönetimlerinin talebidir.
Bunu “milletin talebi” diye sunmaya gayret etmek, içi boş siyasete örnektir.

Milletin sorunları pek çoktur; bu sorunların içinde nedeni anayasa olan sorun yoktur.

Kendini, siyasal partisini, kendi ideolojisini “millet” ile özdeş hale getirip konuşmak,
işte bu, dünyanın neresinde olursa olsun, tam ve tartışmasız olarak, eleştirmeyi pek sevdikleri “tek-parti” tavrıdır.

======================================

Dostlar,

Değerli dostumuz Sn. Prof. Birgül Ayman Güler, son derece yerinde bir makale kaleme almıştır. Hem de sıcağı sıcağına..
MHP çok isabetli bir tavır koyarak “Bu TBMM yeni anayasa yapamaz” demiştir.
CHP de çok doğru bir kararla Anayasa masasından kalkmıştır.
AKP ve HDP baş başa bırakılmışlardır.
Birbirine olmadık sözleri kullanan bu 2 parti, bunca gerilimi “dündü, siyaset gereği idi..” türünden bildik laflarla geçiştirebilirler mi? Kolay değil..
AKP açısından ne denli yerinde ve inandırıcı olur?
AKP, salt HDP ile yeni Anayasa yapmaya kalkarsa kendi ayağına kurşun sıkmış olur.

  • Bay RTE’nin bitmeyen ve bitmeyecek olan patolojik düzeydeki politik ihtiraslarının
    kurbanı olacaktır AKP..

Eminiz AKP’nin siyaset duayenleri bu “yeni durum” u doğru okuyacak ve
Bay RTE’ye üzgünüz ama hayalleriniz artık olanaksız diyeceklerdir, demelidirler.
Ömer Çelik, mezarlıkta ıslık çalmayı bırakacak ölçüde akıllıdır bildiğimiz kadarıyla..
CHP’yi 35 gün “istikaşfi görüşmeler” ile oyalama becerisini (!) gösterebilmişti
7 Haziran 2015 seçimi sonrasında.

Bay RTE’ye ise çooooooooooooooooooook zor gelecek, biz de bütün dünya alem de biliyor ama; 1 bardak değil, belki birkaç koca sürahi soğuk su içmek düşecek..
Eğer siyasetin kaygan zeminlerinde önümüzdeki günlerde tersine zig zaglar yaşanmazsa..

Türkiye için çooook hayırlı olmuştur.
Gündemde yakıcı ve çoook ağır sorunlar vardır.
Türkiye sıcak savaş eşiğine sürüklenmiştir Bay RTE ve AKP tarafından.
TBMM’de ivedilikle bu sorun kapsamlı olarak görüşülmeli ve AKP – RTE’nin güdümlü
ve serüvenci uydu dış politikası hızla durdurulmalıdır. Türkiye hiçbir komşusunun iç işlerine karışmamalı, hele hele komşu ülkelerde iç savaş kışkırtıcısı, darbe destekçisi vb.
asla olmamalı, BM hukukuna ve uluslararası hukuka saygılı olmalıdır.

Güneydoğu’da bölücü örgüte karşı yürütülen güvenlik operasyonları ve destekleyici / tamamlayıcı ekonomik – politik – sosyal – kültürel – mali – diplomatik önlemler bütünü
salt AKP – RTE eliyle ve kararıyla değil; TBMM gözetiminde öbür partilerin de katılımıyla
ülke sorunu ve ulusal politika olarak götürülmelidir. HDP net ve kesin olarak PKK ile ilişkilerini koparır, bölücü – ayrılıkçı istemlerini bırakırsa, masada olmalıdır ve bu yararlı olur.

Türkiye derhal, bu ucube” yeni anayasa gündemi dayatması ikliminden sıyrılmalıdır.
“Bir adamın” bitip tükenmeyen patolojik politik hırsları yüzünden 80 milyonluk bu büyük ülke ve halk, haddinden fazla bedel ödemiştir..

Artık “yeter, yeter, yeter”!

Herkes Anayasal – yasal sınırlarını kesinkes bilmelidir.

AKP – RTE gerçekten siyasal bağlamda olgunlaştı ise, edep ile geri çekilmeli ve
ülkenin demokratikleştirilmesinde içtenlikliyse, anti-demokratik yasaları düzeltmek üzere muhalefetle ortak çalışarak politik matürasyonunu ve sorumluluğunu kanıtlamalıdır..

Birkaç ay sürmeden evrensel demokrasi ve insan haklarına uygun duruma getirilebilecek
10-11 temel yasa aşağıdadır. Bağlı olarak alt mevzuatta da iyileştirmeler hemen ardından gelmelidir. Yönetmelikler, tüzükler, genelgeler, Bakanlar Kurulu Kararları… gibi..

1- Seçim yasasında temsilde adalet ve % 10 barajının kaldırılması
2- YSK kararlarının yargısal denetimi
3- Siyasal partiler yasasının demokratikleştirilmesi
4- YÖK yasası
5- İç güvenlik yasası, Polis Vazife ve Selahiyetleri Yasası
6- Terörle mücadele yasası
-7 Toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasası
8- HSYK yasası ve YARGI BAĞIMSIZLIĞI, (Anayasa Mahkemesine üye seçimi,
anayasa değişikliklerinin esastan incelenebilmesi  Anayasa değişikliği gerektirecek)
9- Zorunlu din dersleri ve laiklik karşıtı öbür düzenlemeler, AİHM kararlarına uymak
10- 4+4+4 yasası ve laik eğitim, kesintisiz 12 yıllık zorunlu eğitim..

Bunların ardından hala Anayasa değişiklikleri gerekiyorsa o da 4 parti tarafından değerlendirilir. İlk 4 maddeye doğrudan – dolaylı asla dokunulmayacak biçimde 24, 42, 66, 174.. gibi
kritik maddeleri koruyarak sınırlı düzenlemeler yapılabilir.

Sevgi ve saygı ile.
17 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazımızın pdf biçimi : ANAYASA_UZLASMA_KOMISYONUNUN_DAGILMASI

PRENS SABAHATTİNCİLER İŞBAŞINDA

PRENS SABAHATTİNCİLER İŞBAŞINDA

portresi_genc

 


Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER

 

Prens Sabahattin padişah Abdülmecit’in torunuydu; Sultanzade idi, adındaki “Prens”
bu özelliğini anlatır. 1906’da Teşebbüsi Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyeti’ni (Özel Girişim
ve Yerinden Yönetim Derneği) kurmuştu. Dernek 1908 yılında İttihat ve Terakki’ye karşı
duran Ahrar Fırkası’na temel oldu. Dernek gibi partisi de İngiliz düşüncesine ve
parti deneyimine yaslanmıştı. 1913’te iktidara suikast girişimi nedeniyle Avrupa’ya kaçmıştı, 1924’te de Hanedan üyelerinden biri olarak yurt dışına çıkarıldı. 1948 yılında İsviçre’de öldü.

*
Prens Sabahattin’in görüşleri, 31 Mart 1909 isyancılarından yine İngiliz destekli Derviş Vahdeti tarafından benimsenmişti. Derneğiyle partisine azınlıklar ile tüccarlar destek vermişti; kendisinin de benimsediği adla bunlar liberal idi. Ademi merkeziyetçilik düşüncesi bugün de aynı çizgiler tarafından desteklenir. Bu zihniyet, merkez-sağ çizgide ana damara ve merkez-sol içinde yer tutmuş kalınca bir damara yerleşmiştir. 20. yüzyıl içinde “bürokratik sosyalizm”e karşı çıkan Batı Avrupa solculuğunun eklenmesiyle, bugünkü cepheleşme tamamlanmıştır.

*
Prens Sabahattin şöyle diyordu: “Ademi merkeziyet, tevsii mezuniyet (yetki genişliği)
ve tefriki vezaiften (görevler ayrılığından) başka bir şey değildir.” 

Bunu 1876 Anayasasındaki 108. maddeyi kendine destek sayarak söylüyordu. Oysa madde ademi merkeziyeti değil, illerin idaresi nasıl olacak sorusunu düzenliyordu. Buna göre
illerin yönetimi “yetki genişliği ve görev ayrılığı” üzerine kurulacaktı, bunun bireşimi yasayla belirlenecekti: “Vilayatın usuli idaresi tevsii mezuniyet ve tefriki vezaif kaidesi üzerine
müesses olup, derecatı nizamı mahsus ile tayin kılınacaktır.”

1913 yılında kurulan Meclis Komisyonu, tam tersine bir yorum yapmıştı.
“Tevsii mezuniyet, merkezi kudretin maiyet memurlarınca kullanılmasıdır;
oysa tefriki vezaif “bilakis ahaliye taalluk eder.” 
Yani diyordu ki, yetki genişliği
merkezden yönetime aittir; yerinden yönetim denen şey görevler ayrılığı ilkesinden ibaret.

*
Prens Sabahattin bu yorumla İngilizlerin kendi sömürgelerinde kurduğu düzeni öneriyordu. Aslında Osmanlı Devleti’nin burnuna 1878 Berlin Anlaşması‘yla dayatılan parçalama reformlarının üstüne bir idari kılıf geçirmişti. Devlet örgütlenmesini merkeziyetçilik esasından ademi merkeziyetçilik esasına çevirmeyi, bunu da federal-esaslı-yerinden-yönetim usulüyle (özerklik) yapmayı öneriyordu.

Karşısındakiler dediler ki; bu dediğin türden “ademi merkeziyet, Midilli’nin, Sakız’ın
hep birer Girit olmasıdır.”
Yetki genişliği verilen kısım idari memurlardır; bunlar merkeziyete bağlıdır. Tefriki vezaif konusunda ise çok dikkatli olunmalıdır. Öyle görev ayrımı yaparsın ki devlet kuvvetlenir; ama öyle yaparsın ki sonu “siyasi ademi merkeziyet”, yani parçalanıp gitmek olur.

*

İlginçtir, 2. Dünya savaşından sonra akıp geçen yıllarda, Prens Sabahattin düşüncesi akademik dünyanın adeta kaptan köşküne yerleşmiştir. Kimi “saf akademik”, kimi “sol”, kimi “sağ” görünümlü akademisyenlerce işlenen bu düşünce, yerini şaşılacak ölçüde basit bir sınıflandırmayla elde etmiştir.

Bunlara göre merkezden yönetim (merkeziyet), devlet merkezinden ibarettir. Mülki idare denen il ve ilçeler temelindeki taşra yönetimini, bunu yaratan yetki genişliği usulünü kapsamaz.
Aynı Prens Sabahattin gibi düşünürler, yaptıkları sınıflandırmada mülki idareyi yerinden yönetim sayarlar.

Elbette Prens Sabahattin anılmadan, söze yüksek bir akademik görüntü verilerek kitaplara
şu acayip cümle yazılır: Denir ki; “Yerinden yönetimin iki biçimi vardır: Biri yetki genişliği, öbürü yerinden yönetimdir.” Bu bilgi yıllardan beri, büründüğü “saf akademik” görüntü altında büyük tarihsel kapışmanın yerelcilik cenahını besler durur.

Bilimin temelinde sınıflandırma vardır; bu cümle de bir sınıflandırma yapıyor.
Konunun derinliklerine girmeden, yalnızca cümleyi bir kez daha okumakla yetinelim:
Yerinden yönetimin iki türü vardır; biri (x), diğeri (yine kendisi)!
Şöyle demek gibi bir şey: Canlının iki türü vardır; bir cansız öbürü yine canlı!
Sınıflandırmada tepeden tırnağa bir bozukluk olduğu açık değil mi?
Bu “bilgi”yle canlı – cansız ayırımını yapamazsınız; canlı denen şeyin bitki, hayvan,
insan türlerini bir türlü keşfedemezsiniz, vb. vb…

*

Bizim, hem tarihi hem bugünü net bir biçimde gösteren sınıflandırmamız ise şöyledir:

Merkezden yönetim biri merkezi öbürü mülki (yetki genişliği, tevsii mezuniyet) olmak üzere
iki ana parçadan oluşur.

Yerinden yönetim biri coğrafi (yerel yönetimler) öbürü hizmet (KİT’ler, üstkurullar,
meslek odaları) bakımından iki türe sahiptir.

Hem coğrafi hem hizmet yerinden yönetiminde de iki usul vardır:
Biri üniter-ilkeye-göre idari vesayet usulü,
öbürü federal-ilkeye- göre özerklik (yeni zamanlarda verilen adla subsidiarite) usulüdür.

*

Bugünkü plan projeler, Prens Sabahattin’in istediği gibi şu noktalara odaklanmıştır: 

(1) mülki parçayı eritmeye,
(2) yerinden yönetimde geçerli vesayet usulüne son vermeye,
(3) yerinden yönetimi özerklik usulüne göre kurmaya,
(4) merkezi parçada asgari sayıda görev-yetki bırakıp onu daraltmaya,
(5) siyasi iktidarı yereller – bölgeler arasında paylaştırmaya.

*
Günümüzde silahlı – hendekli özerkçilik kendisini, kendi için pek verimli olan
bu arazi sayesinde basitçe “yerinden yönetimcilik” diye sunabiliyor.
Bu çaba, 100 yıl önceki ortaklarca destekleniyor.
Günümüzde buna harcıalem akademik bilginin sessiz sedasız ve derinden desteği eklenmiş bulunuyor. Demek ki bizim de büyük tarihsel mücadelemizde
siyasal direnişi, bilimsel bilgi ve ideolojik mücadeleyle örerek yürütmemiz gerekiyor.

===============================

Dostlar,

Sayın Prof. Birgül A. Güler hocamızın yukarıya aktardığımız yazısı oldukça kuramsal sayılabilir. Ancak biraz sabırla okunursa, günümüzde sergilenmek istenen, özyönetim vb.
kulağa hoş gelen sözcüklerle maskelenmeye çalışılan bölücülüğün yakın geçmişte
Osmanlı’nın parçalanmasında nasıl uygulandığı çarpıcı olarak görülecektir.

Bu bakımdan, özellikle yakın tarih, günümüde olup bitenleri kavrayabilmek için son derece değerli ipuçları vermektedir. Yaygın halk kitlelerinin az okuması ve bilgi birikiminin sınırlılığı, siyaset mühendislerine ciddi malzemedir. Yığınlar, çok da zorlanmadan sosyal psikolojik yönlendirmelerle denetim altında tutulabilmektedir. Bu süreç, ülkenin yurtsever aydınlarının yükümünü daha da büyütmektedir.

Ancak öncü aydının yığınlarla buluşması egemenlerce etkili biçimde engellenmektedir.
Bu süreçte en etkili araç da yazılı basın ve özellike TV’dir.

Ancak ne yapıp edip, halkımıza örtülmek istenen acı gerçekleri anlatmak zorundayız.
Mustafa Kemal Paşa, boynunda Osmanlı Padişahı Vahdettin’in idam fermanı ile
Anadolu’da Kongrelerle, telgrafın başında… yılgın – bitik bir halkı Kurtuluş Savaşı için örgütlemeyi başardı.

– “Demek ki bizim de büyük tarihsel mücadelemizde siyasal direnişi, bilimsel bilgi ve
ideolojik mücadeleyle örerek yürütmemiz gerek
iyor.”
demekte Sayın Güler.

Bizim de Batı emperyalizminin utanmaz ve uslanmaz YENİ SEVR Dayatmaları
kumpasları – kalleşliği – ihaneti.. karşısında başkaca bir seçeneğimiz görünmüyor..

Uluslararası dengelere çok ustaca oynayarak..

Günümüzün zayıflayan – zayıflamış hegemonlarının ve yeni hegemon adaylarının
küresel arenadaki kapışmalarını çok iyi değerlendirerek..

Yine kazanacağız…
Türkiye Cumhuriyetini kuran Anadolu halkı = Türk Milleti, ülkesinde bölünmeden, birlikte yaşamayı sürüdrecek..
Tarih, milletlerin meşru haklarına – direnişlerine nankör kalmamıştır, kalamamıştır.

Sevgi ve saygı ile.
03 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com 

HOROZ DÖVÜŞÜNDEN İDEOLOJİK MÜCADELEYE

HOROZ DÖVÜŞÜNDEN
İDEOLOJİK MÜCADELEYE

Türkçe yazılı düşünce dünyası zengin. Çok da çeşitli.
Ne var ki, birbirine değmeyen kapalı çemberlerden oluşuyor.
Her çemberin kendi dili, terimler dünyası, iç tartışmaları, hatta kapalı-açık bol iç kavgaları var. Her çember kendi dünyasıyla o kadar meşgul ki, diğer çemberleri araştırıp öğrenmek
bir yana, bunların varlığını fark etmeyi bile yük sayma alışkanlıkları var. Bu yükten kurtulmanın kestirme yolu
çoktan bulunmuş durumda.
***
İslamcı çember, İslamcı olmayanlara “maddeci-dinsiz” deyip defterini dürerken;
Solcu çember İslamcı çemberleri “gerici-irticai” diyerek elinin tersiyle itmiş bulunuyor. Milliyetçilik çemberi İslamcı çemberle elele vererek solculuğu “komünistlik” diye etiketleyip rafa kaldırmış, küreselci-evrenselci islamcılar ile solcular da milliyetçiliği “ırkçı” diye sonsuz mahkumiyete çarptırmış durumda. Artık Atlantik ötesinden gelen liberallik bunların hepsine
bir miktar sızmışsa da, “bu yerel şeyler”e zırnık değer vermez görünüyor. Bunların hepsini birden, anavatanında üretilmiş uygun kitapların çevirileriyle “asrileştirme” misyonunu
yerine getirmeye devam ediyor.Düşünce ve siyaset çemberleri birbirlerine karşı ideolojik – düşünsel mücadele vermeyi
gerekli görmüyor. Dolayısıyla kendinden başka çevrelerde tartışılan temel ve ikincil sorunlar
nelerdir, yöntem sorunları üzerine ne denir, hangi dergiler neyi temsil eder, bu çember nereden gelir nereye gider??. Hiç merak edilmiyor. Böyle olunca, çemberler arasında bir tartışma olmasını beklemek hayal. Eğer biri yanılıp öbür çemberdeki bir konu hakkında onlara laf atmaya kalkışırsa, çember üyelerinden “bak şu konuşana!” nidaları yükseliyor. Öyle ya, bir solcu İslamcıların (ya da tersi) “iç tartışmaları”na ilişkin olarak ne bilip ne söyleyebilir ki?
***
Oysa kendini öbürüne kapatmış her çemberde aynı temel kusurlar var. Örneğin tüm çemberler varlıklarını “tercüme odaları”ndan kazanmış görünüyor. Tercüme odalarından çıkmış düşüncelere ne kattıkları tartışılır. Çemberlerin her birinin ülkemize ve dünyaya hangi kuramı, hangi yöntemi armağan ettikleri endişe verici bir soru işareti. Her çemberin kayda değer birikimleri de var. Birikimlerin ne değer taşıdığını anlamamız, bunları birbirine açıp
tanış ettiğimizde mümkün olacak.
***
Çemberler arasında tek temas, birinin öbürünü yok etmek üzere harekete geçme durumunda ortaya çıkıyor. O zaman da yapılan şey elbette düşünsel tartışma, diyalog ya da konuşma değil, “zihniyetine tükürme” eyleminden ibaret kalıyor. “Kemalizm vesayettir, paramparça edeceğiz!” diye bağıran İslamcı ile liberalin davranışını bir konuşma çağrısı olarak algılamak olanaksız. Bunlara “cahiller, din istismarcıları!” diye yüklenen bir ulusalcının da düşünce için iletişime hazırlandığını varsaymak olanak dışı.

Uzun yıllardır ve şimdi içinde olduğumuz bu horoz dövüşünün topluca hepimize ne kazandırdığı üzerinde durup düşünmek bir zorunluluk. Entelektüel bakımdan olgun insandan çok
ergen insanın davranışını andıran bu halimizin bize bir yararı yok. Ama Türkiye’nin dışında küresel hegemonya için uğraşanların çok işine yaradığını kestirebiliriz.
***
Yalnızca küresel hegemonların işlerini biraz zorlaştıralım diye değil, siyasal mücadelede
kendi ilke ve doğrularımızın kazanmasını sağlamak için yeni bir başlangıç yapmak zorundayız.

Bağımsız, laik ve ulusal Türkiye’nin geleceği için,
büyük düşünsel – ideolojik atılımı başlatmamız gerek.

Bunun yolu kendi düşüncemizin mesele ve yöntem sorunları üzerine yoğunlaşmaktan,
ilk adımı da öbür çemberleri keşfetmekten geçiyor.

Yanı başımızda bir “siyasal islam” çemberi var; yok saymadan ve küçümsemeden,
beslendiği tüm düşünsel güç kaynaklarını öğrenmemiz ve bunları eleştiri süzgecinden geçirerek gerçek bir mücadele çığırı açmalıyız.

Hemen ötemizde bir Atlantik dünyası var; o çemberi geçmiş iki yüz yılda yaptığımız gibi modernleşmek için öğrenmek üzere değil, onların “şarkiyatçılık”la yaptıkları gibi,
araya mesafe koymuş bir “garbiyatçılık” başlığı açarak yeniden ele almalıyız.

Bu çaba var. Şu ya da bu düşünce çemberinde yer alan ya da dışında duran
tek tek araştırmacılar, önemli yazılar üretiyorlar. Horoz dövüşçülerini bir yana koyup,
masanın üstüne bu sabırlı yazıları koymak, düşünsel – ideolojik mücadele seferberliğinin kapısını aralamak anlamına gelecek.

====================================

Teşekkürler değerli Prof. Birgül Ayman Güler hocamız..

Nitelikli kuramsal emeklere de çok gereksinimimiz var..
Ama başımızda bir de somut “ayrılıkçı Kürt hareketi çemberi” var..

“14’lü” nün namlusunu ülkemize ve halkımıza çevirmiş gibi
“14 maddelik” zehir zemberek bir DTK bildirisi yayımladılar.
HDP hemen üstüne atladı!?..
Cumhuriyet Savcıları da mevziye girdiler haliyle.
Kürt Pokeri çooook yüksekten açılıyor.. Ya da “Kürt ruleti” mi?
“Tercüme siyaset mühendisliği” türünden..
Ne diyeceğiz? “Diyalog” adına seçeceğimiz sözcük, alan nedir, neresidir??

– Pas?
– Rest?

Hangisi, hangisi??
Lütfen hemen bunu da yazar mısnız??

Venn diyagramlarını nerede – nasıl kullanacağız bu “zor mu zor uzlaşı” için?

“14’lü” yü emperyalizmin taşeronluğuyla T.C.’nin şakağına dayayarak

lanetli çemberlerin hangi arakesitlerinde “uzlaşma alanı” bulunabilir ki??

Sevgi ve saygı ile.
28 Aralık 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

“SİVİL ANAYASA” LAFININ TARİHÇESİ

“SİVİL ANAYASA”
LAFININ TARİHÇESİ

 portresi_genc
Prof. Dr. Birgül Ayman GÜLER
“Sivil anayasa” diye bir anayasa türü yoktur.

Sivil, yurttaşların yaşayışı ile ilgili konular anlamına gelir. Anayasa denen en üst yasanın kendisi doğrudan doğruya bu anlama geldiği için, anayasacılığın anavatanı ve bu “civil” sözcüğünün de kaynak yeri olan Batı ülkelerinde “sivil anayasa” (civil constitution) diye birşeyden söz etmek, saçmalamak anlamına gelir.

Saçmalamanın derecesini, bu sözcüğün karşıtının bizde olduğu gibi “askeri” değil de, devlete ait olan konuları anlatan “siyasal” olduğunu anımsatarak da gösterebiliriz. Anayasa hukukunda “siyasal anayasa” diye bir türden söz etmek ne kadar anlamsız ise, “sivil anayasa” gibi birşeyden söz etmek de o kadar anlamsızdır.

*

Madem öyle, bizde bu laf nereden çıktı?
Kim ortaya çıkardı? Ne anlamda kullandı? Nasıl Yeni Anayasacılık etiketi haline nasıl geldi? Bir deli kuyuya taş atmış örneğinde olduğu gibi, bu sorularla uğraşmak zorundayız.
Saptayabildiklerim şunlardır:

1999 yılında bir “Sivil Anayasa Girişimi” platformu kurulmuştu; bunlar “kendi anayasamızı kendimiz yapalım” diyorlardı. Platform, bir yeni anayasa yapma girişimi idi; şu ya da bu partinin resmi temsilcilerinden değil, bağımsız entelektüellerden oluşuyordu. Dolayısıyla adlarındaki “sivil” sözü anayasayı değil, kendi pozisyonlarını anlatıyordu. Yaptıkları çağrı metninde bir kez bile “sivil anayasa” deyişinin olmaması, sözcüğün anayasayı değil kendilerini tanımladığını gösteren bir kanıttır. Burada yer alanlar, izleyen yıllarda AKP’ye destek veren ve “yetmez ama evet”çi diye şöhret kazanan Murat Belge, Etyan Mahçupyan gibi kimselerle daha sonraları bir ara CHP’de genel başkan yardımcısı da olan Burhan Şenatalar gibi kimselerdi. Girişim zaman içinde etkisizleşti.

Sivil anayasa lafının AKP’ye ait anayasa taslağının adı haline gelişi ise 2007 yılında olmuş görünüyor. O tarihte AKP için anayasa yükünü sırtlanmak üzere partiye davet edilen Zafer Üskül, yapacakları anayasanın “sivil ve demokratik” olacağını söylüyordu. Sivilleşmiş anayasa, “izmlerden kurtulmuş anayasa” idi; bu çerçevede yeni anayasaları ideolojilerden arındırılacak, Kemalizm’den kurtarılacak, renksiz olacaktı. Bu cin fikir, zamanında
Zafer Üskül’ün AKP destekçileri olan Mehmet Altan ve Eser Karakaş ile yaptığı bir TV programında heyecanla yükseklere savrulmuştu.

2011 yılında devreye Soros tarafından desteklendiği bilinen TESEV girdi; 2012 yılı boyunca bir “sivil toplum komiseri” olarak, Anayasa Uzlaşma Komisyonunu İzleme Raporcusu oldu.

Aynı tarihlerde, 2012’de Anayasa Bizsiz Olmaz kampanyası belirdi. Bunun ardında Avrupa Birliği’nin TACSO adlı Sivil Toplum Kuruluşları İçin Teknik Destek Projesinin yarattığı dernekler boy gösteriyordu. AB ve ABD merkezlerince desteklenen bu odaklar da
sivil anayasacılık serüveninde büyük düş kırıklıklarıyla geriye çekilmek zorunda kaldılar.
2016 yılında bunların hangi versiyonları belirecek, dikkatle izleyeceğiz.

*

Bir kez daha söylemekte yarar var:

Sivil anayasa lafı, laflardan bir laftır. Anayasal ve hukuksal hiçbir değeri yoktur.
Anlamı ve değeri, dış destekli AKP anayasacılığının etiketi olmaktan ibarettir.
Propoganda amacı dışında ağırlık taşımaz. Tarihsel, düşünsel, hukuksal olarak içi boştur.
Türkçe’ye, ait olduğu Latin köklü dillerden anlamından kopuk bir biçimde taşınmış olan
“sivil” sözcüğüyle icat edilmiş olan “sivil anayasa” lafını kendi niyetince doldurmaya kalkışanlar elbette pek çoktur.
Örneğin Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç ve benzerleri için “sivil anayasa teolojik –
helal anayasa” demektir.
Örneğin akil adam ve AKP milletvekili Mehmet Uçum’a göre “sivil anayasa,
yüzyılın intikamını alacak anayasa” demektir.
Örneğin İmralı misafiri Öcalan’a göre “sivil anayasa yeni millet tanımı olan anayasa” demektir.

Demek ki nedir? Bizim böyle “sivil” anayasalara ihtiyacımız yoktur.

[BAG, Egeekspress Gazetesi, 14 Aralık 2015]

=================================

Dostlar,

Bilindiği gibi Sayın Prof. B. Ayman Güler, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden siyaset için erken emekli olmuş parlak ve üretken bir akademisyendir. Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi alanında uzmandır. Dolayısıyla CHP İzmir Milletvekili iken de sonrasında da şimdilerde de yazıp – çizdikleri, söyledikleri hep bilimseldi, hep doğruydu.

O’nu anlamak istemedi birileri.. Anlayamadı..
Partisi CHP de.. ve O şimdi TBMM dışında..
Ama köşesinde yazmakta.
Dikkatle okuyup izlemekte çok yarar var.
Teşekkürler Sayın Prof. Güler..

Sevgi ve saygı ile.
14 Aralık 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

HDP ile Kardeşi..

HDP ile Kardeşi..

portresi_adiyla

 

Prof. Dr. Birgül Ayman GÜLER
http://yeniadana.net/kose-yazilari/hdp-ile-kardesi-95.html, 14.6.2015

 

Atlantik dünyasının iki yakası da HDP´yi seviyor.
Zamanı gelince kardeşini de sevecek Kardeşi henüz çok küçük, ama HDP büyüdü
ve Diyarbakır´dan yola çıkıp İstanbul finans-medya çatıları üzerinden
Brüksel ve Washington´a uzanmış durumda.. 

HDP, Halkların Demokrasi Partisi´nin bir kardeşi var:
Demokratik Bölgeler Partisi, kısası DBP.

O da eşbaşkanlı. İkisi birlikte, demokrasiyi birey-yurttaş temelinde ve ülke genelinde değil, “halklar” ve “bölgeler” üzerine inşa edeceklerini seçtikleri adlarla ilan ediyorlar.

Şimdi baş rol HDP´de.

HDP, Türkiye´de anayasa ve siyasal rejimi “halklar”, yani milliyet,
etnik topluluk,
ulusal azınlıklar temelinde değiştirmek için uğraşıyor.
Kısacası etnikçiliği, güney doğu Anadolu bölgesinden çıkarıp tüm ülkeye yayıyor.

Amacı şu     : Anayasa değiştirilsin, etnik topluluklar siyasal kimlik olarak kabul edilsin, anadiller resmi dil olsun, eğitim-yargı başta yaşamın tüm alanları “çok-milliyetli” hale getirilsin. Bunun için “Türk vatandaşlığı” ve Türkçe´nin resmi dil olması engel;
bu engel anayasadan çıkarılacak.

Anayasadan çıkarılacak sözcükler konusunda 2012 yılında AKP ile anlaşmışlardı;
CHP yönetimi de bu anlaşmayı uygun bulmuştu.
Ama olmadı, Anayasa´yı değiştiremediler.

Şimdi, Haziran 2015 seçimlerinin hemen ardından, belli başlı çıkar çevreleri
çözüm süreci”ne göre koalisyon derlerken, hiç kuşkunuz olmasın,
anayasayı bu yönde değiştirme gücü yakalamaktan söz ediyorlar.
HDP´nin ardından bakan Kandil-HPG,

silah bırakmak da neymiş,
önce çözüm sürecini tamamlayın bakalım

derken, anayasadan söz ediyor.

HDP bütün bu süreçte, “milleti bakımından bölünmez bir bütün” olan Türkiye´yi yurttaşları bakımından bölme hedefi güdüyor.
Böylece ulusal devlet yerine “milliyetler devleti” yaratabilecek.

Kardeş DBP beklemekte.

Yedekte bekleyen DBP, şimdilerde köşeye çekilmiş,
kardeşinin ne kadar mesafe alacağına bakıyor.
Öyle ya, “millet” yerine “milliyetler devleti” getirildiğinde
bu rejim nasıl örgütlenecek?
Bunun bir şekilde toprağa yerleştirilmesi gerekir.
Bir şekilde bedene kavuşturulması gerekir.

Kardeş DBP, milliyetler devleti kurulması için ipin ucu göründüğünde,
büyük ve yaratıcı çözüm gücü olarak sahnenin önlerine doğru yürüyecek.

Ülke bölgelere ayrılsın,
Bölge idareleri kurulsun;
Anayasanın tanıdığı “etnisiteler”in anadilleri,
artık her biri siyasal kimlik sahibi olduğuna göre,
bir bölgede hangi etnisite çokluk ise onun anadili o bölgede resmi dil olsun.

Zaten büyüklerinden BDP, 2012 yılında TBMM´nde kurulmuş olan
Anayasa Uzlaşma Komisyonu´na bu önerileri resmi olarak vermişti.
Hazırlık hiç yok değil.

DBP, “ülkesi bakımından bölünmez bir bütün” olan Türkiye´yi
toprağı bakımından bölme hedefi,
yani eyaletler devletinin ortaya atılması için hazırda bekletiliyor.

Atlantiğin iki yakasında heyecan var..

Atlantik dünyasının iki yakası da HDP´yi seviyor.
Zamanı gelince kardeşini de sevecek.
Atlantiğin iki yakası, ABD ile AB, Irak´a olduğu gibi, dünyanın her köşesine
barış, özgürlük ve demokrasi götüren çağdaş merkezler.
HDP de kardeşi de zaten barış ve demokrasinin partileri!
Kardeşi henüz çok küçük, ama HDP büyüdü ve Diyarbakır´dan yola çıkıp
İstanbul finans-medya çatıları üzerinden Brüksel ve Washington´a uzanmış durumda.

Avrupa Birliği´nin HDP sevgisi,
en çok “milliyetlere özerklik” hedefine bağlanmış görünüyor.
ABD´nin sevgisi ise, kardeş DBP ile birlikte “etnik bölgelere özerklik” çerçevesinde
daha da kabaracak gibi.
Etnik bölgeler/eyaletler hayali,
Atlantik´in iki yakasında besbelli, çok heyecan yaratıyor.

Yüz yıl önce yine böyle heyecanlı idiler.
Muratları gerçekleşmedi.
Bu heyecanı bir yüzyıllığına daha erteletme mücadelesini sürdürmek de
bizim için onurlu bir iş olacak.

======================================

Dostlar,

Sayın Prof. Birgül Ayman Güler

Bir Cumhuriyet kadını..
Harman yürekli bir bilim kadını..
Şu verdiği savaşıma bakar mısınız?
1918’de kurulan Yeni Adana gazetesinde bu gün yayımlanan yazısını bizimle paylaşmış.
Bir kez daha ürpererek okuduk yazıyı..
Satır satır..
Sözcük sözcük..
Dayanamayıp sizin için altını çizdik, kırmızıya boyadık..

Veee. 24. dönem CHP İzmir Milletvekili olan Prof. Güler,
son seçimde 7 Haziran 2015’te aday gösterilmedi..
Bu mu Atatürk’ün partisi??
Yalnız Prof. Güler mi??
Prof. Süheyl Batum CHP’den ihraç edilmedi mi?
Onur kavgası verip Mahkeme kararı ile dönmedi m?
Uşak Milletvekili Av. Dilek Akagün Yılmaz ve Mersin Milletvekil İsa Gök
tasfiye edilmedi mi?
Emine Ülker Tarhan dışlanmadı mı?
E. Amiral, yiğit ve mücadeleci insan Türker Ertürk harcanmadı mı?
Uzatalım mı??
Ne adına, niçin_??
Herhalde Sayın Prof. Ayman’ın bu yazısında ifşa ettiği adımları atabilmek için..

*****

Ve o CHP, şimdi tutmuş, AKP için “Devr-i sabık yaratmayacağız..” diyebiliyor !?

Bunca muazzam yolsuzluğun, soygun ve talanın, 4 bakanı koltuğundan eden yüz kızartıcı skandalın, Gezi cinayetlerinin, 12,5 yılda öldürülen yüzlerce insanımızın,
süregelen ağır dinci faşist baskıların, sinsi 2023 planlarının….
hesabı sorulmayacak mı??

Hepsinin üstüne bir bardak soğuk su mu içeceğiz
Y-CHP, Batı dayatmalı koalisyonda AKP ile hükümet ortağı olsun diye??
Batsın öylesi hükümet ortaklığı..

Bay RTE’nin başbakanlık yolunu açan Baykal hazretlerine,
Cemaat – AKP ortaklığıyla atılan kaset kazığı yetmemiş olmalı..
Bay RTE ayağına çağırıp TBMM Başkanlığı rüşvetini uzatınca
Baykal’ın ego yayları gene gevşeyiverdi.. 77-78 taşına gelmiş,
7-8 dönem , 30 yıla yakın süre milletvekilliği yapmış bir insan..
Ve Baykal hala zaaflarının tutsağı.. “Tıpış tıpış” koşuverdi..

Ülke yangın yerine dönmüş, umrunda mı; bir elinde ayna, bir elinde cımbız..

*****

Tarih bu CHP’yi de, bu Baykal’ı da asla bağışlamayacak..
Zerre namusları, haysiyetleri varsa;

AKP dışındaki 3 parti asgari bir programda anlaşıp;
önce AKP’yi hukuksal olarak bitirecek süreci başlatırlar,
sonra da erken seçime giderler.

Ülkenin en öncelikli ve biricik gündemi budur.

7 Haziran 2015 seçim sonuçlarının zehirli meyvelerini toplamaya başladık.
Vatan Partisi de 50-60 vekil ile TBMM’ye 5. parti olarak girebilseydi,
bu lanetli planlar suya düşmez miydi?
Dahası, HDP yerine VP Meclis’te olsaydı??

Her millet, yaraşır olduğu idareyi buluyor korkarız..

Bu iğrenç emperyalist oyunu da bozmak,
bu ülkenin yurtseverleri olarak boynumuzun borcu olsun..

Yüce Atatürk’ün kutsal emanetini sonsuza dek koruyacağız!

Sevgi ve saygı ile.
14 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazının pdf biçimi : HDP_ile_Kardesi_ve_bizim_yanitimiz_14.6.2015