Etiket arşivi: Prof. Dr. Birgül Ayman Güler

10 Maddede 2015 Seçiminde CHP Gerçeği


10 Maddede 2015 Seçiminde CHP Gerçeği

portresi_genc

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER
http://baguler.blogspot.com.tr/


AKP 50’den 41’e, -9 düşüş. CHP 26’dan 25’e, -1 düşüş.
MHP 13’den 16’ya, +3 artış. HDP 7’den 13’e, +7 artış

HDP oyları eski AKP oylarıdır.

“Eski sosyalistler”,
tekelci medyanın “emanet verdim”cileri,
kimi strateji-sever oycular,
böyle bir suya karışıp gidenlerdir.

[1] 2011’e göre %1, 2014’e göre %3 kaybedeceksin; sonra “demokrasi kazandı” deyip
hezimetin hesabını vermeden koltuğa gömüleceksin..
Ne demişler? “Kelin utanacağı, başı açılıncaya kadarmış”!

[2] Bu seçimde seçmen sayısı 4,2 milyon kişi arttı (%8)…
CHP oyundaki artış 319 bin… Bu durumda; %25 oy alan partinin 1 milyon yeni seçmeni
kendine çekmesi gerekmez miydi? Başarı nerededir?

[3] Demokrasi, “fırsattan ganimet elde etmek” rejimi mi? Seçimde hezimet, sonuçtan ganimet… Oylar düşmüş, zafer yok! Zafer yokken ganimet kapmaya kalkarsan, bir esaretten öbür esarete düşersin. Bütün mücadele “Tayyip esareti” yerine “piyasalar esareti”ne düşmek için miydi?

[4] İstanbul’a bakalım, 2011’e göre:
İstanbul -1. Bölge: AKP -9, CHP -1 düştü; MHP 0,5 arttı. HDP bölgeden 11 aldı
İstanbul -2. Bölge: AKP -7, CHP -1,4 düştü; MHP 2 arttı, HDP bölgeden 12 aldı
İstanbul -3. Bölge: AKP -9, CHP -4 düştü; MHP 1,5 arttı; HDP bölgeden 15 aldı.
* Sonuç: “HDP oy artışı AKP’lidir.”

[5] İzmir’e bakalım:
AKP -10 düştü; CHP %45’te korundu; MHP 3 ve HDP 7 arttı.
AKP’nin -10’u nerede? … 3 MHP’de, 7 HDP’de….
CHP HDP’ye kaydı?! Nasıl yani?
Eğer öyleyse AKP’nin kayıp oyu nereye gitti?

[6] Diyarbakır’a bakalım:
2011’de AKP %33 idi, CHP %2,2 idi, bağımsızlar %60 üstü.
2015’te AKP %14’e düştü, CHP %1’e indi, HDP %80 oldu.
* HDP’nin oyları nereden kaymış? * Sonuç: HDP oyları AKP’lidir.

[7] Tunceli’ye bakalım:
2011’de CHP %56, Bağ. %23, AKP %16, MHP %2
2015’te CHP %20, HDP %61, AKP %11, MHP %6
* AKP -5, CHP -36 düştü. MHP +4, HDP 38 arttı….
* Sonuç: chp genel başkanının oyu hdp’yedir.

[8] Sonucum şudur                       :
CHP’deki yönetim kliği, genç seçmenin %10’una bile ulaşamadığından belli olduğu üzere,
CHP iktidarını hedeflememiştir. Klik, HDP’li ganimetten pay almayı hedeflemiştir.
Buna karşın CHP seçmeni kliğin hedefini reddetmiş, aklı ve yüreğinde karmakarışık duygularla, sandıkta, kliğe karşın partisine oy vermiştir.

[9] CHP’deki yönetim kliği, AKP ile koalisyon için telaşlı bir gayrette.
“Piyasalar” yine sahnede; tekelci medya zaten baş rolde; Almanya gibi, dinsel-demokrat ile sosyal-demokrat koalisyonu, ne güzel! diyorlar. Taraf’laşmış cumhriyet gastesi dış sesleri içeriye taşıyıp duruyor. Kem.derviş zaten ben bakan olurum demişti.. Ama bana öyle geliyor ki, ufukta AKP-MHP koalisyonu var.. Yönetim kliği için pek kötü bir haber. O zaman ganimetçi kliğe diyecekler ki: fol yok yumurta yok, çök tavuğum çök!

[10] Hepsinin özeti                  :
CHP seçmeni stratejik falan değil, Atatürk’ün partisi diye gördüğü partisine sadakat ile oy kullandı. Stratejik davranan, yönetici kliktir: partili seçmene söz geçiremedi, ama partinin yükselmesini ve yeni seçmenle buluşmasını önledi. Klik şimdi ganimetten pay kapma derdinde. Koalisyon ortağı olursa nefes alma süresini uzatır; olamazsa nefesi o anda kesilir.
Ama iki durumda da güzelim partiye ve Türkiye’ye zararı, hesabı zor verilecek kadar büyüktür.

[BAG, sosyal medyadan paylaşılan 10 ileti toplamı, 9 Haziran 2015]

ZİHNEN İPTAL!

ZİHNEN İPTAL!

portresi_genc

 

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler

 

 

Seçim, siyasal vaadler üzerine yürür. 

Siyasal partiler, şimdi adet olduğu üzere 200 sayfa ortalamada seçim bildirgeleri yayınlar. Kimsenin okumayacağını bildikleri için olsa gerek, bir de kısa bildiriler çıkarırlar.
Şimdilerde bunların da okunacağı kuşkulu olduğu için belki, “FLAŞ! FLAŞ!” projeler açıklama adeti belirdi.

ALTI OKLU DEĞİL, ÇINAR AĞAÇLI Cumhuriyet Halk Partisi de bir “flaş!” yaptı.
Belli ki gündemi işgal etmek, tartışılmak istiyor.

Aman sakın yanılmamalı! TARTIŞILMAK İSTEMİYOR, gündemde “DÖNEN HABER” olmak istiyor. Çünkü “flaş! flaş!”a kapılıp “iyi ama şu da böyle…” diyecek olursanız,
bir kesim laik – cumhuriyetçi – hatta Atatürkçü ve ilerici – solcu – sosyalist olduğunu ilan edenler affetmiyorlar. -ŞİMDİ ZAMANI MI! SEÇİME GİDİYORUZ!

Gerçekten söyler misiniz; seçim vaatleri üzerine konuşmanın zamanı ne zamandır?
Hem de böyle gürültülü “flaş!”ları bile duymazdan gelip,
SEÇİMLER OLUP BİTTİKTEN SONRA MI?

Durum ilginç ötesi…

Bir kısım laiklik yanlısı, “AKP ile LAİKLİK TEHLİKEDE DEĞİL” sözünü duymazdan gelmeyi yeğledi. Bir bölüm cumhuriyetçi – Atatürkçü, “Anayasa’da vatandaşlığı
TÜRK DEĞİL TC diye tanımlayacağız” sözünü duymadı. Bir kısım ilerici – solcu – sosyaldemokrat – pek sosyalist şimdi son “FLAŞ!”ı savuşturmanın derdinde.

-KONUŞMA, SUS, SEÇİM VAR! 

-İyi ama, bütün bunlar “oyumuzu verelim” dediğiniz partinin seçim vaatleri!
Siz, gerçekten, bu vaatleri, hedefleri, amaçları doğru ve yerli yerinde mi görüyorsunuz? 

-HAYIR, HAYIR AMA, OLSUN, DUR ŞİMDİ, SEÇİM VAR! 

Bu duruma ne denebilir ki!

Seçime gidiyoruz, tüm algıların en açık olması gereken zaman diliminde algılar kapalı,
AMİGO RUHU BASKIN, kısacası ortam ZİHNEN İPTAL!

*
Açıklanan “FLAŞ!” proje, EKONOMİK YÜKSELİŞ PROJESİ.

Kalkınma değil, YÜKSELİŞ.. Anlamı şu: biz artık çabamıza kalkınma değil yükseliş diyoruz, çünkü biz “emerging economy”lerden biriyiz. Yükselen ekonomiler’den biri olarak da, KALKINMA PLANCILIĞINI TERK EDECEĞİZ. Size, KÜRESEL EKONOMİ ile
daha sıkı bağlanmayı amaçlayan proje esaslı NEO-LİBERAL İKTİSAT zihniyetini benimseyeceğimizi duyuruyoruz.

Ekonomik yükseliş zihniyeti, MONTAJCILIK düzeyine sıkışmış mevcut sanayiyi AMBALAJCILIK sanayisi düzeyine çekecek. Ticaret de, komisyonculuk mertebesine indirilecek.

SANAYİNİN ÖZÜ, depolama – gerekirse montajlama – mutlaka ambalajlama – etiketleme – bunları gideceği yere gönderme (POSTALAMA) İŞLERİ OLACAK.
Toptan – perakende ticaret düzeneğinin yerini ise, başka ülkede üretilmiş malı,
tüketileceği başka ülkeye iletme işi için alınacak KOMİSYONCULUK SİSTEMi alacak.
Kısa adıyla “LOJİSTİK“, yani “GERİ HİZMETLER”, yani “istihkam işleri”…

Ekonominin yükselişi için umulur ki, kimi üretim şirketleri bizim lojistik kentte yerleşir;
biz de onlardan teknoloji öğrenebiliriz.

Ürettiği malı alıp, TÜKETECEK ÜLKELERE GÖNDERME HESABI İÇİNDE
58 ÜLKE VAR. Büyük pazar! Ne var ki, bu ülkelerin böyle bir proje için ne diyecekleri şimdilik meçhul! Cazip bulacakları umulur!

1940’lı yıllarda ABD’li Thornburg gelmiş, bir rapor hazırlayıp Türkiye’ye
“SANAYİ DEĞİL TARIM” yolunu göstermişti. Şimdi dışarıdan birilerinin gelmesine
gerek yok.
Tüm iddialarımızı ve hedeflerimizi, ülkemizi kuran partinin yöneticileri dahil, dünya-bölge liderli parti bürokrasileri elbirlik etmişler, GERİ ÇEKİYORLAR.

*
“Flaş! flaş!” Tanıtım filmi, bu “proje”nin dünyada dördüncü olacağını ilan ediyor.
İlki Güney Amerika’da, diğer ikisi Uzak Asya’daymış.

Gelin görün ki, ÖRNEK GÖSTERİLEN PROJELERİN BU PROJEYLE
UZAK YAKIN BENZERLİĞİ BULUNMUYOR.

GÜNEY AMERİKA’DAKİ PROJE 2000 yılında başlayan, IISRA kısa adıyla bilinen
The Initiative for Regional Infrastructure Integration in South America. Bu, Güney Amerika’nın 12 ülkesinde devletlerin bir anlaşmaya bağladıkları, kimilerinin kendi kalkınma bankalarını devreye soktukları, “KITAYI BÜTÜNLEŞTİRME PROJESİ”. Proje çerçevesinde demiryolları, karayolları, enerji, telekomünikasyon hatları yapımı gibi işler var.

UZAK ASYA’DAKİ öbür 2 proje ise ŞANGAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ ve Çin odaklı işler.

Biri, Çin’in Kunming kentinden başlatılıp Singapur’a uzanırken 8 ülkeyi içine alan
KUNMİNG DEMİRYOLU PROJESİ. Ülkeler arası anlaşmalar yapılmış; ama daha önemlisi arkasında Çin’in CNR ve CSR adlı dünya devi, 180 bin işçili, dünyada 350 yatırım üstlenmiş durumda olan iki demiryolu yapım-işletim şirketinin birleştirilmesi gibi
bir hazırlık var.

Öbürü İPEKYOLU EKONOMİK KUŞAĞI, Şangay İşbirliği Örgütü ve içinde Rusya, Kazakistan, Özbekistan, …. gibi ülkelerin yer aldığı, anlaşmalara dayanan bir ulaşım – enerji – iletişim altyapı projesi. Ülkeler yatırım şirketlerini harekete geçirmişler, anlaşmalar yapılmış.

Örnekler, bir ülkede bir mega kent kurup BAŞKALARININ ÜRETTİKLERİNİ başkalarının tüketimi için POSTALAMA işine hiç benzemiyor. Bunları, “flaş! flaş'” tanıtımına BENZERMİŞ DİYE SUNMAK HİÇ YAKIŞIK ALMIYOR.

*
Depocu-ambalajcı yeni sanayi, ÖZEL BİR KENTTEN yürütülecek. Hakkını yemeyelim, kent “MEGA KENT” olacak. Besbelli ki, şu anda ovalık – dağlık – boş bir alan bu işe hasredilecek. En önemlisi, bu Mega’nın yönetimi, ulusal ve kamusal yönetimin bir parçası değil, KÜRESEL ve ÖZEL SEKTÖR SİSTEMİNİN ELİNDE olacak.
ÖZEL YASA ve ÖZEL VALİ ile yönetilecek. Maliyetler sıfırlanacak.

Yani Anadolu’nun göbeğinde işçi ücretlerinin, sendikal hakların berhava edileceği;
vergi kasamızdan özenle
beslenecek; uyuşmazlıkları ULUSAL YARGI SİSTEMİNİN DIŞINDA ÇÖZÜLECEK; ulus-ötesi sigorta, para-kredi, hukuk kurumlarının iş göreceği bir KÜRESEL neo-liberal sermaye cenneti yaratılacak.

Yargı birliği mi demiştiniz! İdari birlik mi diyorsunuz! Hele adil ücret diyenler! Vatandaşların yasa önünde eşitliği mi! Bu modelde asıl olan bunlar değil,
REKABET ve YARIŞMADIR. Dinazorluğun ve statükoculuğun, ulusalcılığın ve
kamu hizmeti yandaşlığının alemi yok!

*
Ekonomik Yükseliş Projesi, bu seçim vaadi, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş bir parti adına UMUT DEĞİL en fazla derin bir MAHCUBİYET DUYGUSU yaratabilir.
BU ZİHNİYET, artık ÇÖKEN KÜRESELCİ NEO-LİBERAL ZİHNİYETTİR.
Dünya Bankası, IMF ve hatta NATO’nun devirlerini tamamladıklarını görmeden,
halka bu denenmiş ve BATMIŞ PROJELERİ “seçim vaadi” diye sunmak
yakışıksız bir iş olmuştur.

Bu karşıdevrimci dalganın ortasında, yurttaşlarımızın umut aradıkları bir ortamda,
Türk Devrimi‘nin öncü gücü büyük bir partiyi bu duruma düşürmenin
SORUMLULUĞU BÜYÜKTÜR.

*
Ama belki bu sözler bile fazla olabilir. Ortadaki “flaş!” projesi, adeta bir okul bitirme projesi gibi bir şey. İlk kez okuyup, yeni öğrendiği şeylerin çok parlak olduğunu sanan acar bir öğrencinin okul bitirme ödevi… Acaba bu parlak okul ödevini ciddiye alıp Türk ve dünya kamuoyuna sunulmasını uygun gören yöneticilere ışık tutmakla mı yetinsek?

* BİR GÜN SONRA BİR EK

Bu yazı yayımlandıktan sonra, AKP’nin tepesinin değerlendirmesi geldi. Dediler ki,
“BİZ ZATEN BUNU YAPIYORUZ; tüpgeçitler, üçüncü köprüler, havaalanları ve diğerlerinin ne olduğunu sanıyorsunuz; hem yazdık hem de çoktaaan yapmaya başladık; BİZDEN AŞIRMA BU PROJE!”
 

BÖYLECE BU YAZININ DOĞRULUĞU KANITLANMIŞ OLDU. 

Yani: Sandıktaki yarış,
küreselci neoliberal zihniyetin iki kanadı arasında!

Kamu-özel işbirliği, KÜRESELE BAĞLILIK, sıfırlanmış maliyetçilik, SANAYİSİZLEŞTİRMEyargının ve idarenin birliğine son verip
HER ŞEY SERMAYENİN EMRİNE…  

HEPİMİZ KÜRESELCİYİZ, HEPİMİZ NEOLİBERALİZ, HEPİMİZ! 

http://baguler.blogspot.com.tr/2015/05/zihnen-iptal.html?spref=fb, 22 Mayıs 2015

KÜRESELLEŞME ARTIK “TTIP”


KÜRESELLEŞME ARTIK “TTIP”

portresi_genc

 

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER

 

 

Küreselleşme, 1970’li yıllarda yapılan neredeyse yedi yıl süren Tokyo Round adlı müzakerelerle başlamıştı. 1980’lerde isim bulundu. Dünyanın yeni düzeni doğuyordu, doğana isim bulunamadıysa da doğuş sürecine bulundu. Olmakta olana globalizasyon adı verildi, Küreselleşme.

SERBEST TİCARETİN EBELERİ

Süreç laftan ibaret değildi. Uruguay Round adı verilen görüşmelerde Yeni Dünya Düzeni’nin yeni örgütü doğmuştu. Dünya genelinde çok taraflı ticaret anlaşmalarını yönetecek
Dünya Ticaret Örgütü. İngilizce adının baş harfleriyle WTO.

Elde, İkinci Dünya Savaşının ateşinden doğma, 1947 doğumlu GATT adlı bir anlaşma vardı.
Az sayıda ülke arasında az sayıda malın ticaretiyle ilgiliydi. Ama giderek taraf ülke sayısı 100’ü, ilgili malların listesi de çok sayıyı aşmıştı. Yeni düzene maya oldu. Mal ticaretine eğitim, sağlık, iletişim, muhasebe, turizm, her şey dahil hizmet ticareti anlaşması GATS eklendi. Fikir ticareti de dışarıda bırakılmadı. TRIPS, yani fikri mülkiyet hakları anlaşmaları yazıldı. Elbette anlaşma varsa anlaşmazlık da olur, WTO bünyesi ticaret mahkemeleriyle tamamlandı.

Bunlar, küreselleşme denen yeni dünya düzeninin İsviçre’de Cenevre’ye yerleşmiş olan ebeleriydi. İşleri, ticareti çok-taraflı-anlaşmalarla dünya genelinde serbestleştirmekti.

Küreselcilik ideolojisi, “dünyanın çoğunluğunu oluşturan az gelişmiş ülkeler dünya zenginliğinden daha çok pay alacak” vaadini işte bu mekanizmaya dayandırmıştı.
Öne sürdüğü tek koşul, ulus-devletlerin tarifelerden ve gümrüklerden, yani kendi ülkelerinin egemeni olmak iddiasından vazgeçmeleri idi.

SERBEST DEĞİL ADİL TİCARET!

Küresel ticaretten ibaret küreselleşme, adeta doğarken nefessiz kaldı. 2001 yılında Katar’ın Doha kentinde başlayan görüşmelere, küresel ticarete az gelişmiş ülkeler yararına yön verme etiketi yapıştırıldı. Doha Kalkınma Gündemi bunun içindi ve bitmek bilmedi. Aradan 13 yıl geçti, görüşmeler tıkandı, işler askıya alındı.

Küreselcilik ideolojisi dünyayı aldatmayı başardı. Ama küreselleşmenin sonuçları ortaya çıkınca işler değişti. WTO kararlarının sonuçları basitçe şöyleydi: ABD-AB gibi küresel ticarete egemen olanlar korunup güçleniyorlar, dünyanın geri kalanı ise “serbest ticaret” adı altında pazarlarını bunlara açmak zorunda kalıp ulusal sanayilerinin tasfiye oluşunu seyretmek zorunda kalıyorlardı.

İlerici güçlerin önderliğindeki dünya buna hayır dedi ve olması gerekeni şu slogan özetledi: “Serbest Değil Adil Ticaret”!

MADEM ÖYLE…

Buna karşı küreselcilik ideolojisi madem öyle, gününüzü gösteririm size dedi. İç yüzünü saklamayı bir yana bıraktı. Başka bir ortaklık kuruyor. TTIP oluyor; TransAtlantik Trade and Investment Partnership adlı bir anlaşma imzalamaya çalışıyor. 2013 yılının Temmuz ayından bu yana, ABD – AB arasında serbest ticaret ve yatırım anlaşması için görüşmeler yürütülüyor. Atlantik Okyanusu’nun iki yakasına yerleşmiş olan bu iki “Batı”, dünyayı üçüncü bir savaşa doğru sürükleyen küreselleşme saldırılarında yeni bir evrenin kapılarını açmaya hazırlanıyor.

Hazırlıklar kapalı kapılar ardında yürüyor. Avrupa yurttaşları Avrupa Konseyi’nden bilgi istiyor, demokrasinin beşiği Avrupa’nın konseylerinden “size ne?” gibi yanıtlar alıyorlar. AİHM’ne başvurup “bilgi edinme hakkı”nın gasp edildiği şikayetiyle dava açıyorlar. Olup bitenleri öğrenmeye çabalıyorlar.

YA BİZ?

Küresel mali sermayenin kendini beğenmişliğine karşı küreselcilik ideolojisiyle tutuşulan kavga, ABD ve AB’de daha şimdiden TTIP despotluğuna karşı da yükselmiş durumda.
https://stop-ttip.org/ adlı sitede, bu anlaşmaların yurttaşlar için değil büyük tekelci şirketler için olduğu söyleniyor. Stop TTIP! diyorlar.

Ya biz ne yapıyoruz? Bakan Zeybekçi ile küresel tekelcilik cenahı “TTIP’te yer almalıyız, yoksa perişan oluruz” telaşına düşmüş, Atlantik odağından “gel” densin derdindeler.

Oysa besbelli. Dünyada kartlar bir kez daha yeniden karılıyor. Günü ve geleceği, Tam Bağımsız Türkiye ideali doğrultusunda yeniden değerlendirmek gerekir. Atlantik korkusunu, oradaki ilerici güçlerle ve bizim şu eski muazzam mazlum dünyayla beraberce kırıp atmanın yolunu açmalıyız. Bir kez daha tam zamanı! (Aydınlık Gazetesi, 07 Aralık 2014)

Bulanık Suda Balık Avlamak


Bulanık Suda Balık Avlamak

portresi_genc

Prof. Dr. Birgül Ayman GÜLER
CHP İzmir Milletvekili
http://www.baguler.blogspot.com.tr/, 29.10.14
CHP, 2015 siyaset bildirisi hazırlayacak.
Avrupa Konseyi’nin Yerel Yönetimler Özerklik Şartının (AYYÖŞ) vaatler arasında yer alacağı görülüyor.

Kimi zaman, “iktidara gelince bu Şart’ı kabul edeceğiz.”sözü sarf ediliyor.

Ne var ki AYYÖŞ, Türkiye tarafından 1988’de imzalandı; 1991’de TBMM tarafından onaylandı; Nisan 1993’de yürürlüğe girdi. Şart, 21 yıldan bu yana yürürlükte bulunuyor. Demek ki ya bu söz yanlışlıkla söyleniyor ya da “Şart’ı kabul edeceğiz” sözünün hukuksal bir anlamı yok, bu bir “siyasal ima”. Ama seçim vaadi imada bulunarak yapılmaz. O halde bu söz bir yanlıştan ibaret.

Kimi zaman da “iktidara gelince Şart’ın çekincelerinin tümünü kaldıracağız.” deniyor.

Türkiye 1993’te Şart’ı onayladı ama 10 paragrafını (hükmünü) uygulama konusunda söz vermedi. Kamuoyu bunları “çekince” diye biliyor. Şart’ın şu hükümlerini uygularım, şu hükümlerini uygulamam deme hakkı, tüm imzacı devletlere tanınmış bir hak. Türkiye de bu hakkı kullanmış durumda.

Biz ülke olarak şunları uygulamayacağız denen paragrafları uygulamaya karar vermek her zaman mümkün. Nitekim bu işlemi yapma yetkisi, Şart’ı onayladığımız yasa tarafından Bakanlar Kurulu’na verilmiş bulunuyor. TBMM gündemine getirilmesine gerek yok. Bakanlar Kurulu herhangi bir toplantısında bu kararı verebilir. Şimdiye dek böyle bir karar verilmedi.

Verilmedi ama, AKP hükümetleri 2005 yılı dolayında çıkardığı yasalarla, aslında söz konusu 10 hükümden 8’ini uygulamaya koydu. Bunları

5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Yasası,
5393 sayılı Belediye Yasası,
5302 sayılı İl Özel İdaresi Yasası gibi yeni yasalarda getirdiği düzenlemelerle gerçekleştirdi. Şu anda bunları Bakanlar Kurulu’na getirmek bir prosedürden ibaret.

Muhalefet olarak “çekincelerin tümünü kaldıracağız” demek yerine AKP iktidarına “çekinceleri yasalarla kaldırdın. Yasa Bakanlar Kurulu’ndan (AS: BK kararından) daha üstün olduğu halde, neden şu basit Bakanlar Kurulu kararını çıkarmıyorsun?” diye sormak anlamlı olur.

Ama meraklanmamak mümkün değil. Durum bu iken, AKP’nin de benimsediği ve % 98’ini uygulamaya koyduğu bu Şart’ı seçim vaadi olarak kullanmanın
anlamı nedir?

*

AYYÖŞ‘ün henüz uygulama dışında ve taahhüdü verilmemiş yalnızca 2 hükmü var. Bunlardan biri yerel yönetimlere “idari federalizm”, diğeri “mali federalizm” yetkileri tanımaya kadar açılan hükümler.

Bunları uygulamak, Anayasa’da çok temel değişiklikler yapmakla mümkün. Anayasa’nın 127. maddesindeki “İdare kuruluşu ve görevleri ile bir bütündür.” cümlesi. Söz konusu iki hükmün uygulanabilmesi için “idarenin bütünlüğü” olarak bilinen bu ilkenin Anayasa’dan çıkarılması gerekiyor. Yerine de, AYYÖŞ’e 1995 yılında bir tavsiye kararıyla getirilen “subsidiarite ilkesi”ne uygun bir ifadenin koyulması isteniyor. “Yerellik ilkesi” ya da “yerindenlik ilkesi”ne göre düzenlenecek bir Anayasa isteniyor.

*

Bu durumda, “tüm çekinceleri kaldıracağız” demek şu anlamlara geliyor:

(1) Yeni Anayasa‘ya destek vereceğiz ve
(2) Üniter devletin madde temeli olan “idarenin bütünlüğü” ilkesini
terk edeceğiz.

Bu sözlerin güncel siyasetteki anlamı ise “PKK/HDP cenahının talep ettiği ‘demokratik özerklik’ formülünü destekleyeceğiz.” değildir de nedir?
*

Hadi, siyasette bir kişinin başka bir kişiye örtülü, yanıltmalı, imalı konuşabileceğini kabul edelim. Ama siyasal kurumların seçim sürecinde halka sözlerini bu tarzlarla söylemesinin kabul edilebilir yanı yoktur. Yine de buna yeltenen varsa, o zaman sözlerinin “siyasal kodlar” bakımından illa ki çözüleceğini ve halkla gerçeğin paylaşılacağını bilmeleri gerekir.
*

Sözümün özü şudur:

  • AYYÖŞ, etnikçi siyasetle dinci siyaseti destekleyen sözlerin paravanı olarak kullanılmaktadır.
Cumhuriyetçi ve Halkçıların böyle bir tarza onay vermesi,
dayandıkları ahlaki temel bakımından mümkün değildir.Siyaset ilke işidir, bulanık suda balık avlamak değil.

==================================

Dostlar,

Birgül hoca Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi uzmanıdır. Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi idi siyasete girmeden önce Yerel Yönetimler ise özellikle derinleştiği bir alandı. Yazdıkları son derece yalın gerçekler..
AYYÖŞ’ün kritik içerik metni bir yana, CHP gibi Devlet kurmuş bir büyük ve
köklü partinin bu uluslararası metni bu düzeyde kavrayabilmiş (?!) olmasına
ne demeli?

Sayın Güler, “Siyaset ilke işidir, bulanık suda balık avlamak değil.” diyerek yazısını bağlıyor. Biz de ekleyelim; Siyaset aynı zamanda bir uzmanlık işi değil midir?

Sevgi ve saygıyla.
09.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

* Bu dip notumuz, sayın Güler’in web sitesinde ilgili yazının altına yorum olarak eklenmiştir.

BU ÇÖZÜM DEĞİL DAĞILMA SÜRECİDİR!

Dostlar,

Bu gün sitemize koyduğumuz KÖYLERİMİZ… hakkındaki yazımızda 6360 sayılı Büyükşehir Belediye Yasası ile Köylerin tasfiyesinin ardalanına, içyüzüne dikkat çekmiştik..

Aşağıda ise, Kamu Yönetimi Uzmanı Sn. Prof. Dr. B. Ayman GÜLER,
tarihsel önemde bir makale kaleme almış bulunuyor.

Bu yazıyı ve iletilerini, TBMM Genel Kurulundan bu gün geçen
TÜRKİYE’yi PARÇALAYABİLECEK yasayı her-ke-sin özenle, satır satır altını çizerek okuması ve konumunu alması gerek..

Başbakan R.T. Erdoğan, Cumhurbaşkanı olabilmek ve 5 + belki bir 5 yıl daha “erk” olmak, Türkiye’yi 2023’e dek tümden dönüştürmek üzere gerçekten tüm gemileri
yakmış ve tüm riskleri gözükara göze almıştır..

  • Türkiye, bölünme – parçalanma riski ile hiç bu denli somut – açık ve  yakın olarak yüzleşmemişti..

Bu vahimi açık ve yakın tehlikeyi halka nasıl anlatacağız??

Bir yolunu bulmak gerekiyor..

Mutlaka bulmak..

Sevgi ve saygı ile.
10 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================================================

Yön
İzmir Milletvekili Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER’in
yazı ve yorumlarını sunmaktadır..

BU ÇÖZÜM DEĞİL DAĞILMA SÜRECİDİR!

portresi_genc
 
 
 
 

 

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili
7.7.2014
AKP Hükümeti, 26 Haziran 2014 günü, TBMM Başkanlığı’na bir yasa tasarısı verdi.
Yazı hemen ertesi gün işleme sokuldu.

Tasarı 1/941 Esas sayılı. Adı Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Tasarısı.
(AS: Şu dakikalarda bu yasa tasarısı 6 madde olarak TBMM genel kurulunda
37’ye karşı 237 oyla kabul edildi!)

Tasarı, son iki maddesinden biri, yayımlandığı tarihte yürürlüğe gireceğini söyleyen madde, öbürü de hükümlerin Bakanlar Kurulu tarafından yürütüleceğini gösteren yürütme maddesi. Buna göre Tasarı yalnızca 4 maddeden oluşuyor. 

Tasarı 2 – 3 – 4 Temmuz 2014 günleri İçişleri Komisyonu’nda görüşüldü. 

AKP Tasarısına MHP karşı çıkarken, HDP ve CHP destek verdi. 

Basında yer aldığına göre, İnsan Hakları İşleri Genel Başkan Yardımcısı Sezgin TANRIKULU, CHP örgütlerine yazı gönderdi. CHP’nin “çözüm süreci”ne katıldığını, örgütlere bunun çevreye anlatılması görevini verdiğini bildirdi. 

Komisyon’da toplam 6 üyesi olan CHP’den 2 üye grubun kararına katılmadı.
Biri, Bolu Milletvekili Tanju ÖZCAN, diğeri de İzmir Milletvekili olarak ben oldum. 

Grup tutumundan ayrıldık ve destek vermeyerek Komisyon’da “red” oyu kullandığımızı açıkladık. 

NEDEN RED OYU? : Müzakerelerin Niteliği

Konuyla ilgili toplam 4 maddelik Tasarı, “çözüm süreci” için, gerçekte ise “PKK ile müzakere”ler için yasal zemin anlamına geliyor. 

  • Yasala Bağlamak… 

Şimdiye dek yapılan müzakereler yasa-dışı yapılmıştı. PKK, yasa-dışı görüşmelerde muhatap alınmakla birlikte, “taraf” statüsü kazanamamıştı. Şimdi, bu Tasarı yasalaşırsa PKK bir terör örgütü olmaktan çıkıp “müzakerenin ikinci tarafı” olarak meşru hale gelecek. Onun siyasal uzantısı BDP/HDP de, “uzantı” olma suçlamasından kurtulup resmi uzantı olarak muhatap alınacak. Kısacası, Tasarı’nın adında yer alan
“terörün sona erdirilmesi”nde terörle mücadele yerini tümüyle terör örgütüyle müzakereye bırakmış durumda. 

  • Mücadele Yok Müzakere Var… 

Bu yön değişikliği taraflarca da açıkça dile getiriliyor. İçişleri Bakanı Ala, “paradigma değiştirdik” derken, Başbakan Yardımcısı Atalay “güvenlikçi politikayı terk ettik” derken bunu ilan ediyor. Bu sayede “cenaze gelmiyor”, “anaların gözyaşları dindi”!
Toplumun büyük bölümü bu değişikliği destekliyor, “biz de gücümüzü bu destekten alıyoruz..” diyerek akan suları durduruyorlar. 

PKK ‘Taraf’ Oldu. Bu noktada HDP, verdiği önergelerde yazılı olarak da belgelediği üzere, dinen gözyaşlarının yanı sıra başka bazı sonuçlar doğduğunu ve
bundan büyük memnuniyet duyduğunu söylüyor. 

(1) Müzakerelerin tarafları tanımlanmış olacak,
(2) Müzakerelere kurumsal bir kimlik tanınmış olacak,
(3) Yabancı kurum, kuruluş, kişilerden üçüncü-tarafsız gözlemci heyet olacak. 

Anaların gözyaşlarının dinmesiyle durulan sular, böylece yeniden dalgalanıyor. 

(1) PKK yasal “taraf” haline gelince ‘terör’ kapsamından çıkıyor.
PKK eylemlerine ilişkin olarak alınmış her türlü önlem, medeni – cezai suç kapsamına girer hale geliyor. 

(2) “Taraf”ın yer aldığı müzakerelerin kurumlaşmasıyla birlikte, eski PKK yeni ‘taraf’ın ileri süreceği siyasal taleplerin yerine getirilme zorunluluğu yaratılmış oluyor.

(3) Devreye “üçüncü taraf” olarak yabancı devlet temsilcilerinin kabul edilmesi için boyunlar eğiliyor.

Yabancı Gözlemci Heyet… 

AKP yetkilileri “biz böyle bir şey dedik mi?” diyerek, “taraf”ın beklentilerini duymazdan gelme çabasına düşerken, şaşılacak biçimde kimi CHP’liler “korku, paranoya”dan kurtulmak gerektiğini dile getirebiliyorlar. 

Oysa, egemenlik alanına yabancı devletlerin şu ya da bu biçimde müdahalesi söz konusu olunca beliren düşünce ya da duygular korku – paranoyadan değil, dosdoğru Tarih Bilinci’nden kaynaklanır. Basit bir “mali gözetim komisyonu”nun nasıl Rüsum-u Sitte’ye, ondan da Düyunu Umumiye‘ye dönüştüğü, kendi tarihimizden dünyaya
mal olmuş büyük bir derstir. Bir kez başladıktan sonra yarı-sömürgeleşmeye, parçalanmaya, Cumhuriyet doğduktan sonra da taa 1954 yılına dek dişten tırnaktan artırılana el koymaya uzanmış yapışkanlık… (AS: Osmanlı’nım mirası Lozan borçları!)

NEDEN RED OYU? : Müzakerelerin İçeriği

Tasarı’nın 2. maddesinde, “çözüm süreci” için 8 alanda adım atılması,
Hükümet’e görev olarak verilmektedir:

(1) Siyasal,
(2) Hukuksal,
(3) Sosyoekonomik,
(4) Psikolojik,
(5) Kültür,
(6) İnsan hakları,
(7) Güvenlik,
(8) Silahsızlandırma. 

“Taraf”lar Anlaşmıştır…

HDP’nin önergesinde bunlara (9) Ekoloji, (10) Hakikatlerle yüzleşme başlıkları eklenmiştir. AKP Tasarısı’ndaki son iki madde ise, “Karşılıklı Silahsızlandırma” ve
“De-militarizasyon” diye yazılmıştır. 

AKP Hükümeti’nin Tasarısı, müzakerelerin içeriğine ve özellikle (1) Siyasal, (2) Hukuksal alanlarda atılacak adımlara ilişkin en ufak bir ipucu vermezken,
HDP önergelerinde bu açıdan beklentiler yazıya dökülmüştür. 

Siyasal Hedefler. HDP’nin müzakerelerden siyasal – hukuksal beklentilerinin başında “Ortak Vatan – Eşit Vatandaşlık” ilkelerinin anayasal bakımdan tanınması gelmektedir. 

Eşit Vatandaşlık, önergelerde “demokratik eşit siyaset hakkının tanınması” olarak
dile getirilmiştir. Bundan kastedilen, yurttaşların bireysel eşitlikleri değil,
etnik toplulukların eşitlikleridir.

Bu görüşe göre Türkçe, bir etnik topluluk olarak gördükleri Türklerin anadili iken
resmi dil olmuştur. Bu, “eşit vatandaşlık” ilkesine aykırıdır; diğer etnisitelerin anadilleri de resmi dil olarak kabul edilmelidir. Eşit siyaset hakkı, ancak böyle sağlanacaktır. 

Ortak Vatan ise, Türkiye’nin “Türkiye’de yaşayan herkesin vatanı olması” anlamına gelmez. Zaten halihazırda Türkiye, tüm vatandaşların vatanıdır. Ortak Vatan’dan kastedilen şey başka bir şeydir; ilgililerin çeşitli kongre kararlarında ve yetkililerinin açıklamalarında şöyle tanımlanmaktadır:

“Ortak Vatan Türkiye ve Kürdistan’dır!

Kürdistan temsilcilerinin Türkiye parlamentosuna göndereceği temsilcileriyle
Ortak Vatan politikalarına katılmaları gerekir.” Bu talep, yasama sürecinde “uluslararası sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılması”, “yerel/bölgesel özerklik” talepleri çerçevesinde dile getirilmektedir. 

Bu taleplere ilişkin ayrıntılı bilgi, İçişleri Komisyonu görüşme tutanaklarından
elde edilebilir. 

Hukuksal Hedefler…

AKP Hükümeti, Tasarı’da adım atılacağını belirlediği hukuksal alanda neler yapılmak istendiği konusunda ne yazılı ne sözlü hiçbir ipucu vermezken,
‘taraf’ HDP bazı açıklamalar vermektedir.

(1) Anayasa değişikliği elzemdir; ulusal devleti kuran “Türk vatandaşlığı” kurumunun Anayasa’dan çıkarılması hedeflenmektedir. 

(2) Yeni Anayasa, tek değil çok resmi-dil uygulamasını kabul edecektir.

(3) Anayasa, merkeziyetçilik ilkesi yerine ademi merkeziyetçilik sistemini benimseyecektir.

Milliyetler Devleti. Türk vatandaşlığı yerine T.C. Vatandaşlığı kurumunun getirilmesi, “Türk” sıfatını ulusal siyasal kimlik olmaktan çıkaracak, etnik topluluk sıfatı haline getirecektir. Böylece, tüm etnik toplulukların anadillerinin resmi dil haline getirilmesi için gerekli “temizlik” yapılmış olacaktır. [HDP ‘taraf’ı ve bazı CHP milletvekilleri
bunu ‘kollektif haklar’ terimiyle dile getirmektedir] 

Böyle bir temizlik, ulusal devlet örgütlenmesi yerine “milliyetler devleti” kurmak demektir. Şimdiki anayasal düzende madde 3, “Türkiye Devleti ….. ve milletiyle bölünmez bir bütündür” ilkesi bu hedefin önündeki temel engeli oluşturmaktadır. 

  • İçişleri Komisyonu’ndaki görüşmelerden anlaşılmıştır ki, aslında iki ayrı değil aynı tarafta yer alan AKP – PKK/HDP ve yazık ki kimi CHP yöneticileri, şimdi ve önümüzdeki dönemde elbirliğiyle “milletin bölünmesi ve milliyetler devleti kurulması” hedefi için çaba sarf edeceklerdir. 

Federal Devlet. Hukuki düzenlemeler arasında yer alacağı belirtilen “uluslararası sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılması” konusu, “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” biçimindeki söylemler, Anayasa’nın “idare” bölümünde ademi merkeziyetçilik yönünde değişiklikler yapılmasının hedeflendiğini göstermektedir. 

Bu yönde şimdiye kadar çeşitli adımlar atılmıştır. 

Bunlardan ikisi önemlidir. Birincisi, 2005 yılında İl Özel İdaresi Kanunu ile
Belediye Kanunu’nda bunlar “idari ve mali özerk yönetimler” olarak tanımlanarak
federal örgütlenme [subsidiarite] anlayışının içine çekilmişlerdir.

İkincisi, 2012 yılında Türkiye’nin üretim ve ticaretinde çok büyük bir bölümü yaratan
30 il, il-genelinde yetkili büyükşehir belediyeciliğinin yönetimine verilmiştir. 

Daha şimdiden, ‘taraf’ HDP, yerel yönetimlere madenlerden “pay verilmesi talebi”nde bulunmaktadır. Bu teklif, yerel yönetimlerin “mali desantralizasyon” değil
“mali federalizm” ilkesine göre kaynaklandırılmasını istemek demektir. 

‘Taraf’ HDP, hukuksal düzenlemelerin, AB projesi olan Bölgesel Kalkınma Ajansları temelinde 26 bölgeye özerklik verme temelinde yapılmasını dile getirmekle birlikte, bu isteklerini asıl olarak “Kürdistan” diye adlandırdıkları tek özerk bölge için sıcak tuttuklarını görmek zor değildir. 

Bu hedef, Anayasa’nın madde 3’ünde “Türkiye Devleti ülkesi ….. ile bölünmez bir bütündür”, yani üniterdir; federal ya da bölgesi devlet olmaz diyen maddesine çarpıp durmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, bütün güçlerini “Yeni Anayasa” için harcamak zorundadırlar. 

‘Taraf’ HDP’nin, CHP yönetimi tarafından da dile getirilmekte olan Terörle Mücadele Yasası’nın, Türk Ceza Kanunu gibi yasalardaki anti-demokratik düzenlemelerin kaldırılması talepleri, yukarıda açıklanan hedeflerin tamamlayıcılarıdır. 

HDP, bütün bunlara ek olarak tüm yasalarda “ayrımcı ve ırkçı” ifadelerin temizlenmesi hedefini de yazıya dökmüştür. Burada “ırkçı” ifadelerin ‘taraf’a göre ‘Türk’ sözcüğünden ibaret olduğu artık kimse için sır değildir. 

DEĞERLENDİRME

  • “Çözüm süreci”, Türkiye’de ulusal ve üniter devlet örgütlenmesini dağıtma sürecidir. 

Bu girişim, ülkemizde etnik topluluklar ayrışmasına ve buna hızla eklenecek mezhepler kopuşuna sürükleyecek bir girişimdir. 

Bu girişimin sağlayacağı ileri sürülen “kalıcı barış”, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünün kaldırılması şartına bağlanmıştır. PKK/HDP’nin istediği, AKP Hükümeti’nin getirdiği ve CHP yönetiminin destek verdiği Tasarı, terörü Cumhuriyet Rejimi’ni teslim ederek
sona erdirmeye hizmet etmektedir. 

Hepimizin isteği terörün sona erdirilmesidir. 

Ama bunun bedeli milliyetlere ayrışmak ve toprakta egemenliğin paylaşılması ise, Türkiye kendinden vazgeçerek teröre teslim oluyor demektir. 
Bu ise terörün sona erdirilmesi değil, ülkeyi bir bütün olarak büyük teröre sürüklemek anlamına gelir. 

  • Ülkemizin dağılma sürecine destek vermemiz, elbette mümkün değildir.

Muzaffer İlhan ERDOST : Millet Milliyet Cehalet


ARŞİVİMİZDEN Sizin İçin Seçtiklerimiz…

Dostlar,

Son dönemlerde ulus, millet, milliyet, etnisite, ulus devlet kavramları
çok tartışılmakta..

Türkiye bu güdümlü hengamede önce özerkliğe, sonra federalizme ve son olarak da BOP kapsamında bölünerek Büyük Kürdistan’a = Büyük İsrail’e / 2. İsraile’e sürüklenirken.

Muzaffer İlhan Erdost‘un arşivimizdeki bir yazısı gözümüze ilişti..
Bu kavramlar çerçevesinde son yıllarda okuduğumuz en doyurucu yazı olduğunu söyleyebiliriz.. Üstelik çok uzun da değil, 3 sayfa.. Keşke çoook yaygın okunsa..

Bu vesile ile, gözaltında işkence ile öldürülen İLHAN ERDOST‘un ağabeyi
Muzaffer Erdost’un kişiliğinde selamlamak isteriz.. Bilindiği gibi İlhan Erdost’un öldürülmesinin ardından Muzaffer bey, kardeşinin adını da taşımaya başladı..
Muzaffer İLHAN Erdost..

Bu önemli yazı aşağıda..

*********

Millet, Milliyet, Cehalet

portresi_kardesimi_oldurduler

 

Muzaffer İlhan ERDOST
Cumhuriyet, 22.05.2013

 

 

Geçen on yıl içinde, ABD emperyalizminin “büyük sopası” altında,
Türkiye, değil komşularına, arkadaşlarına, kardeşlerine, kendine de düşmanlaştırıldı;
ulus ve ulusallık paspas yapılmaya çalışıldı. 

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler’in, “Türk ulusu ile Kürt milliyeti eşit değildir.” sözünün tartışma konusu yapıldığı bugün de belleklerde olmalı. Prof. Güler, bir bölüm medyada ırkçılıkla karalanmak istenmiş; Başbakan Erdoğan, Güler’in, “ulus ile millet kavramını birbirine karıştırdığını”, “ülkemizdeki Türk için millet, Kürt için ulus” dediğini, “millet”in Arapça, “ulus”un öztürkçe olduğunu söyleyerek, üniversite kürsüsünden, bilim adamlarını, “imam” olarak irşad eylemişti.

Oysa Prof. Dr. Güler, “Türk milleti” ile “Kürt ulusu” karşılaştırması yapmamış,
“Türk ulusu ile Kürt milliyeti eşit değildir.” demiş, bir başka deyişle, “ulus” ile “milliyet”in nicel ve nitel olarak eşit olmadığını söylemişti. Erdoğan’ın söylemiyle “ülkemizdeki
Türk için millet, Kürt için ulus” denmemiş, böyle cahillikler yapılmamıştı.

Ne demek “ülkemizdeki Türk milleti” ve ne demekti “ülkemizdeki Kürt ulusu”?
Türkiye Cumhuriyeti, Türk milletinden ve Kürt ulusundan oluşuyorsa, bu, nasıl bir ulus
ve bu nasıl bir milletti!

İkincisi, Prof. Güler’in söyleminden ırkçılık türetilebilir miydi ve bu, Nazi ırkçılığıyla özdeşleştirilir, Güler Ayman, faşist olarak nitelendirilebilir miydi? Fahri doktora unvanını aldığı kürsüden, Erdoğan, “kendisini güçlü olarak görenin ırkını yüceltmesi ne kadar tehlikeliyse, kendisini mağdur olarak görenin de ırkını yüceltmesinin, ırkını bir ayrımcılık unsuru olarak kullanmasının o kadar tehlikeli olduğunu” söylemiş, “
Türk ulusu ile Kürt milliyeti eşit değildir.” sözünden, Türk ırkının yüceltilmesi sonucunu çıkarmış, yeni “Babıâli esnafı”, bu yorumun üzerine, Hitler’in “üstün ırk” tabelasını çakmıştı.

Zavallı ülkem! Başbakanı, “millet” ile “milliyet”i aynı şey sayıyor. Kendi sözleriyle söyleyelim “içerikten haberi yok”. “Millet”in Arapça kökenli olduğunu biliyor ama, “milliyet”in “millet” olmadığını bilmiyor. Hatta “milliyet”in ayırdında bile değil.
Üstelik, ulusu ırk ile özdeşliyor.

Türk ulusu, ulus olarak kendi bünyesindeki etnik topluluklardan doğası gereği
nicel olarak büyüktür.
Ulus, nitel olarak tarihin derinliğinden gelen ve ırksal özellik, dil, inanç bakımından farklılaşan milliyetten, tarihsel bir kategori olması açısından farklıdır.

Bir ulus birimi olarak Türk ulusunun bünyesinde, Kürt etnik topluluğu, ulustan
(Türk ulusundan) sayıca, yani nicel olarak küçüktür söyleminden, Kürtleri, “mağdur” bir ırk olarak ve sayıca çok olması açısından, Türkleri ırk olarak yüceltmek anlamı çıkarılabilir mi? Ulus, bir ırk topluluğu mudur? Irkların birliğinden mi oluşur?
Ulus, birbirinden farklı uluslardan mı oluşur? Yoksa Türk milliyeti ile Kürt milliyetinden mi oluşur, yani milliyetlerin ortak birliği midir?

Ulus’un tarihsel bir kategori olduğu bilinir. Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun’da, ulus’un, toplumların gelişmesinin belirli dönemlerinde, özellikle kapitalizmin şafak vaktinde oluşmaya başladığını belirtir ve Ulus, tarihsel olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliği.” olarak tanımlar.

Ulusun oluşum süreci

Ben, Ulus, Uluslaşma, Demokratikleşme’de, ülkemize uyarlayarak, ulusun oluşum sürecini ve niteliğini açımlamaya çalışmıştım:

  • Ulus, bireylerin, belirli sınırlar içinde, boy gibi, kabile ve aşiret gibi birliğe kan bağıyla bağlı olmaktan; köleci ve feodal birliğe bedensel bağlılıktan (bağımlılıktan), tarikat, mezhep, din gibi bir birliğe inançsal bağlarla bağımlı bulunmaktan, toplumsal ölçekte kurtulmalarının, yani özgür bireyler durumuna gelmelerinin maddi temelini oluşturan ekonomik bütünleşme üzerinde, siyasal olarak örgütlendiği birliktir.”

Kısacası Ulus; boy, soy, kabile ya da aşiretlerin, feodal ve yarı-feodal birimlerin, tarikat, cemaat, mezhep ve dinlerin birliği değil; geleneksel bağlardan ve bağımlılıklardan kurtulmuş özgür bireylerden oluşan, ekonomik temel üzerinde, siyasal örgütlenme biçimidir.

  • Ulus, eşit ve özgür yurttaşların birliğidir.

Toplumların gelişme düzeyine, tarihsel ve toplumsal konumuna göre farklı biçimler alır,
insanlığın gelişme sürecinde temel öğeler kalmakla birlikte, sürekli değişir.
Bu değişme, ileriye doğrudur.

Rahatsızlık neden?

Ulusun oluşmasında, tarihsel süreç açısından bir ya da birkaç kavim öncü rol oynayabilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında, bin yıla yaklaşan süreçte devlet kurmuş, imparatorluk olarak etnik bakımdan olduğu kadar, din ve mezhep bakımından birbirlerinden farklı, hatta birbirlerine hasım toplulukları bir arada yönetmiş bir imparatorluğun bünyesinde oluşan ve gelişen kadrolarının, işgal edilmiş öz yurdunu kurtaran Türklerin, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş olmaları ve onların bu devlete “Türk Devleti” adını vermiş olmaları, kimi, niçin rahatsız ediyor!

Kuşkusuz, Türkiye Cumhuriyeti, yalnız Türk kavminden gelenlerin değil, kimi araştırmacıların 50’nin üstüne çıkardığı birbirinden farklı kavimlerin birliğinden oluşur. Ama soy, kavim, etnik topluluk, aşiret, kabile, beylik olarak değil; toprak sahibine, aşiretine, tarikatına bağlı ve bağımlı olsa da varsayımsal olarak, yani yasa açısından özgür ve bu anlamda eşit yurttaşlar olarak ulus birliğini oluştururlar.

Etnik adlandırma, çok dikkat edilsin, Türk etnisitesinin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kalacak olan öteki etnik toplulukları ya da bireyleri baskılama anlamında değil, bütün üyelerinin eşitlendiği, etnik adlarını koruyarak, ama bir etnik topluluğun değil ulusun üyesi Türk olarak adlandırılırlar. Kimliklerinde, etnik kimlikleri değil, ulusun üyesi kimliğini taşırlar.

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze, örnek alınan Batı Avrupa’da uluslar, ulusu kuran öncü kavmin adıyla adlandırıldılar. Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan ulusu gibi.
Ama hiçbiri saf ve tek bir ırktan, etnisiteden oluşmuyordu. 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan, emperyalist paylaşımdan pay almak şöyle dursun, bu emperyalist devletler tarafından paylaştırılan Almanya, Nazi Almanyası olarak, üstün ırk kuramını, faşizmin
ve faşist yayılmacılığın kaidesine oturttuğu zaman, Türkiye’de, aynı anlamda, ırk üstünlüğünü esas alan eğilimler kitleselleşmeye başlamıştı.

Türk Ocakları, Mussolini’yi kılavuz olarak bayraklaştırmak istedi.
Kemal Atatürk, kurduğu Türk Ocakları’nı kapattı, ulus kültürünün kadrolarını, köyde, kasabada, kentte oluşturacak Halkevleri’ni kurdu.

Atatürk’ün sözleri

Irk ayrımcılığı söz konusu olduğunda, özellikle üstün ırk kuramına dayalı olarak Hitler ve Mussolini’nin Kuzey Afrika’daki vahşetlerini gördüğü zaman,

  • “Bu hayvanların dünyasında yaşamış olmaktan utanç duyuyorum!”
    diyen Kemal Atatürk,

Diyarbakır’da yayımlanan Diyarbekir gazetesinin sahibine Dolmabahçe Sarayı’nda verdiği demeçte;

  • Diyarbekirli, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.” (Cumhuriyet, 5.10.1932) söylemiyle,

yalnızca ırkçılığı değil, ırk ayrımcılığını da yadsımıştı. Irkları coğrafya ile adlandırarak, hepsini aynı ırkın, aynı cevherin parçaları olarak nitelemiş, yalnızca ırkçılığı değil,
“üstün ırk” kuramını da tarihin hurdalığına atmıştı.

Ulusa gelince; ulusun üyelerini, Türkiye Cumhuriyeti’ne yurttaşlık bağıyla bağlı olanları Türk olarak nitelerken, “etnik kökeni Türk olanlar Türktür” demedi. Çünkü ulus, etnik toplulukların etnik özelliklerinin birliği değil, özgür bireylerin yurttaşlık bağıyla bağlı olduğu ulusun üyeleridir.

Ulus ne tek bir etnik topluluğun ulus adını almasıdır, ne de etnik toplulukların koalisyonudur.

  • Ulus; etnik özelliklerin silindiği yeni, siyasal, toplumsal ve ekonomik açıdan
    modern bir birimdir.

1990’da İnsan Hakları Derneği Ankara Şube Başkanı olduğum dönemde yazdığım “Ulus, Uluslaşma, Demokratikleşme” de, ulusun ileriye ve geriye doğru birbirine karşıt iki yönelimine değinmiş, şunları yazmıştım:

– “Bugün, ‘ulus’ birliği (birimi) içinde etnik gibi, dil, din, mezhep gibi farklılıkları
geriye doğru derinleştirerek karşıtlığa ve dolayısıyla düşmanlığa dönüştürmek de;
bu farklılıkları geçmişten gelen özellikler ve zenginlikler olarak algılayarak
insanlığın gelişmesinin dinamiğine dönüştürmek de olanaklı.”

Geçen on yıl içinde, ABD emperyalizminin “büyük sopası” altında Türkiye;
– değil komşularına, arkadaşlarına, kardeşlerine,
– kendine de düşmanlaştırıldı;
– ulus ve ulusallık paspas yapılmaya çalışıldı.

Emperyalist kuşatmaya ve köleleştirmeye karşı ulus olarak varlığını ve bağımsızlığını korumanın büyük duvarı “ulusal”lığı paspas yapmaya kalkışanlar, ABD’nin “büyük sopası” sırtlarında, ulusu paspas yapanlar, ulusu ulus olarak çiğnemeye yeltenenler, unutulmasın, ulusun paspası olmaya er ya da geç yargılıdırlar.

Hanımefendi; Hangi Devletin Mandasını İsterdiniz?


Hanımefendi; Hangi Devletin Mandasını İsterdiniz?

portresi.milletvekilijpg

Prof. Dr. Birgül Ayman GÜLER
CHP İzmir Milletvekili

İlerici, özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı ve demokrasici, vb. vb… BDP’nin Eşbaşkanı Gültan Kışanak önemli bilgiler veriyor ve davetiyeler çıkarıyor. Yer Almanya, Berlin. Zaman ise Tatlısesli Erdoğan – Şivanlı Barzani buluşması günü.
15 Kasım 2013, Diyarbakır

Bilgiler şunlar:

1. “Çözüm süreci”nin 1. aşamasında “izleme grubu” üzerinde uzlaşma sağlanmış;
“akil insanlar heyeti” bu anlayışla kurulmuş. Ne var ki Hükümet bu heyeti,
“uzlaşmaya aykırı olarak” kamuoyu çalışması gibi yansıtmış ve süreçte eksiklik yaratmış.

2. “Çözüm sürecinde bir yıldır gözlemci konusu” konuşuluyormuş.
İmralı görüşmelerinde bu konu gündeme getirilmiş. Son bir aydır süreç tıkanmış.

Davetiye ise mandacılığa:

Gültan Kışanak “Süreçte demek ki bir sorun var. Bir hakem gerek.
Buna bir 3. göz gerek. Bunun kaçınılmaz olduğu kanıtlanmıştır.” diyor.

Oslo görüşmelerinde, bir İngiliz’in masada hakem olduğunu duymuştuk.
15 Kasım 2013 günlü Tatlısesli Erdoğan – Şivanlı Barzani buluşmasının ardında da bir ‘üçüncü göz’ olduğu sırıtıp durdu. Gültan Kışanak bu gerçekleri açığa çıkaralım diyor.

Sözlerinin devamı, kendisini de hareketini de tarihe geçirecek cinsten:

  • “Bu aşamada doğrudan bir devlet adı söyleyemeyiz. Biz bunu istiyoruz.
    Bunu yapacak bir ülkenin çıkmasını bekliyoruz. Ayrıca bu tür mekanizmalar masanın her iki tarafının oluru ile devreye giriyor. Her iki tarafın kabul edeceği
    3. bir taraf gerek”… “Kışanak, batılı ülkelerden birinin sürece dahil edilerek sürecin sağlıklı işleyebilmesi için mekanizmaların eksiksiz kurulabileceğine inandığını kaydetti.” (http://www.radikal.com.tr/turkiye/kisanak_surec_tikandi_ucuncu_goz_lazim-1161151)

İlerici, özgürlükçü, barışçı….. BDP’nin kadın eşbaşkanı açıktan açığa, emperyalist Batı merkezlerinin kendilerini koruma, kollama, kullanma şiddetini artırmalarını istediğini
ilan ediyor. ‘Gizlice yapmayın, gizlenmenize gerek yok, bizim işbirlikçiliğimiz açık,
haydi gelin, mandacılığınızı açıktan kurun artık..’ diyor.

Kendi ülkesinde yabancı yönetimini istemekte, güttüğü amaçlar için emperyalizmin kollarına atılmakta, ‘manda istiyorum’ demekte hiç sorun görmeyen bu kadın eşbaşkan, emperyalizme açık davetiyle tarihte hangi başlığa ait olduğunu
kendisi belirlemiş durumda.

Manda davetiyesine CHP imzası eklemek?

Hadi diyelim ki, bu kişi bu sözlerle kendisinin ve siyasetinin değerini ortaya koydu, kendileri için ayıp! Ne var ki, konuşan barış ve demokrasi eşbaşkanı burada durmuyor. Bu emperyalizmin mandacılığına çağrı çıkaran kişi, bir de içinde yuvarlandığı onursuzluğa CHP’yi katmaya çaba gösteriyor.

“Özellikle CHP’nin Kürt sorunu konusunda daha evrensel siyaset izleyen bir parti durumuna gelmesi gerektiği”ni buyuruyor. Yani, Kürt sorunu konusunda evrensel siyaset dediği “emperyalist siyaset”e yolladığı çağrıya  CHP olarak bizim de
adımızı eklemeye çalışıyor.

Bu öyle hayret verici bir özgüven ki, böylesine ancak kendini bilmezlik denebilir!

Ama bir dakika!… Kışanak bu sözleri için belki CHP yönetiminde olup, kişisel işlere girişen kimi kişilerin çabalarından cesaret alıyor olabilir. Gerçekten de, örneğin CHP’yi bu işe ortak etmek isteyen bir Sezgin Tanrıkulu araştırma önergesi verilmiş ve AKP ile BDP buna sahip çıkmışlardır. Ancak herkes bilir ki, CHP bu önergeyi TBMM Genel Kurulu’nda tüm halkın gözleri önünde geri çekerek Tanrıkulu’nun ortaklık çabasını
boşa çıkarmıştır. Eğer Kışanak’ın cesareti bu tip çabalardan kaynaklanıyorsa,
aynı çabaların CHP bünyesi tarafından nasıl boşa çıkarıldığına da dikkat etmesi gerekir.

İki gözü de kapalı; üçüncü gözü ise hiç olmamış!

Kışanak, 3. göz olsun diye mandacılığı çağırıyor. Ama kendisinin iki gözü kapanmış. Besbelli ki “üçüncü gözü” de hiç olmamış.

Olsaydı, “Kadim efendilerimiz, biz Irak’taki kuzey yönetiminden hiç de aşağı kalmayız; siz daha istemeden biz her hizmete varız.” yalvarmalarının
‘mazlum milletler’ tarihindeki anlamını görebilirdi. Ve görebilse, işbirlikçiliğini
böyle bir arsızlıkla gözler önüne sermezdi.

  • Emperyalizmin hizmetinde olanlar, tarihte hep gericiliğin; teslimiyet ve esaretin; haksız savaş dalgalarının içinde boğuldular. Madem böyle bir çağrıya sahiptir,
    o halde barış ile demokrasi, BDP’nin yalnızca adındadır; yakışıksız bir yama gibi… [17 Kasım 2013]

“Ortak Vatan” Lafı Kimindir ve Analamı Nedir


“Ortak Vatan” Lafı Kimindir ve Anlamı Nedir?

birgul ayman guler

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler
CHP İzmir Milletvekili
02.10.13

Sayın Atilla KART, anayasa çalışmalarında CHP’yi temsil göreviyle ilgili “karalama ve spekülasyonları engellemek” amacıyla bir basın açıklaması yaptı. 25 Eylül 2013 tarihli bu basın açıklaması şöyle başlıyor:

CHP’nin Anayasa taslağında;

Ortak Vatan – Tek Devlet, Türk Ulusu, Laiklik, Eşit Yurttaşlık, İnanç Özgürlüğü;
resmi dilin ve müfredat – eğitim dilinin Türkçe ve zorunlu olması; herkesin anadilini öğrenmesi ve kullanması, Devletin bu konuda etkili tedbirler alması önerilmektedir.
Bu paragrafa göre CHP, anayasa değişikliği çalışmalarına sunduğu önerilerinde
Ortak Vatan’
ilkesine göre hareket etmektedir.”

Baş harfleri büyük yazıldığına göre, bu rasgele bir sözcük ve hatta bir kavram da değil, temel ilkelerden biri olsa gerekir.

Bu sözcük takımı CHP kamuoyu için bir ilke olarak tanıdık değildir.
CHP programında da, taradığımız kadarıyla herhangi bir resmi belgede “Ortak Vatan” diye bir deyim yoktur. Bu durumda Sayın Atilla Kart’ın bu terimi nereden çıkarıp kullandığını açıklamasını beklememiz gerekmektedir.

CHP belgelerinde değil ama, bu sözcüklere programatik bir ilke olarak yer veren
PKK, BDP ve bu kesimin örneğin Demokratik Toplum Kongresi gibi farklı adlarla anılan oluşumlarına ait resmi açıklamalarda raslamak mümkündür. Bunlar gözden geçirildiğinde, “Ortak Vatan” teriminin etnik siyaset tescilli bir ilke olduğu kolayca görülmektedir.

Öcalan, avukatlarıyla haftalık görüşmesinde şöyle demektedir:

  • Ortak vatan Türkiye ve Kürdistan’dır. Kürtler hem Türkiye’yi hem de Kürdistan’ı ortak vatan olarak kabul edecekler. Türkler de hem Türkiye’yi hem de Kürdistan’ı ortak vatan olarak bilecekler. …… Sıra geldi cumhuriyetin demokrasiyle donatılmasına. Türkiye’nin her alanda demokratikleşme sorunu var. Bu sorunların mutlaka çözümü gerekiyor. Kürt sorunu da demokratik şekilde Türkiye demokratikleştirilerek çözülmelidir.” [Ağustos 2009]

2010 yılında Demokratik Özerklik Kongresi tarafından düzenlenen Demokratik Özerklik Çalıştayı’nda “Türkiye ve Kürdistan’ı ortak vatan olarak görüyoruz.” denmektedir. Çalıştay bildirisine göre “Demokratik Özerk Kürdistan Toplum Kongresi,
demokratik Türkiye cumhuriyeti parlamentosuna kendi temsilcilerini göndererek
ortak vatan politikalarına dahil olur.” [Aralık 2010]

BDP Eşbaşkanı Gülten Kışanak:

“Ortak Vatan İçin Öcalan’ın Talepleri Görmezden Gelinemez” başlığıyla basında yer alan bir açıklamasında şöyle demektedir:

“Öcalan, demokratik özerk Kürdistan projesinin de mimarıdır. Ortak vatanda gönüllü birlikteliği sağlayacak mıyız sağlamayacak mıyız. Türkiye’yi ortak vatan kabul edeceksek, Kürdistan gerçeğini de göreceksiniz. [Ekim 2012]

Daha çok sayıda alıntı yapılabilir. Ancak bu kadarı, “Ortak vatan” deyiminin adresini yeterince açık göstermektedir. Bu terim BDP’nin dilinde bölgesel ya da topluluksal statü verilmiş yer ya da toplulukların ortak toprağı anlamına gelmektedir. Bu dünyada “ortak vatan”, tüm bireylerin değil halkların/etnik toplulukların/milliyetlerin ortaklığıdır.

Bazı yazılarda bu yaklaşım şu özlü cümleyle ifade edilir:

  • “Türkiye sadece Türklerin değil,
    üzerinde yaşayan tüm halkların ortak vatanı olmalıdır.” 

Bu, Cumhuriyet’in kuruluşuyla ilgili olarak artık meşhur hale gelmiş “kurucu ortaklık” savıyla birlilkte düşünülürse, anlam iyice açığa çıkar.

Vatana ortak olmak, -bireyler, yurttaşlar değil halklar olarak- ortakların her birinin
“kendi statüleri”ne sahip olmaları; doğal olarak her –yurttaşın değil– ‘topluluk’un
bunda ‘topluluk kimliği”yle pay ve söz sahibi olmaları demektir.

  • Kısacası Ortak Vatan, federal örgütlenme ya da milliyetler örgütlenmesi modelinin ilkesidir.
  • Eşit Vatandaşlık da, işte bu vatan anlayışına uygun olarak, bireylerin değil,
    “etnik toplulukların eşitliği” üzerinde yükselen vatandaşlık anlayışıdır.

İş görme bakımından anlamlı bir uyarı şu olabilir:

  • Belli bir terim, belli bir siyasete tescillenmişse, ardından kendi mekanizmalarını da sürükleyip getirir.

Böyle terimleri alıp kullandıktan sonra, “ama ben onların dediğini kastetmiyorum ki!” denemez. Bunu söyleyen biri samimiyse, yürüttüğü iş için gereken yeterliğe sahip olmadığını itiraf etmiş olur. Yok, böyle demiyorsa, işte o zaman ortada gerçekten
büyük bir sorun var demektir.

Güler ve Batum’un Açıklamalarıyla İlgili Düşünceler


Güler ve Batum’un Açıklamalarıyla İlgili Düşünceler

Sayın Onur Ömen, " Kuzey Suriye" yerine "Suriye'nin kuzeyi" denilmesinden yanayız. Ahmet Saltık, 28.7.12

 

ONUR ÖYMEN

 
İki değerli milletvekilimizin yaptıkları önemli açıklamanın metnini aşağıda sunuyorum.

Bu arkadaşlarımızın görüş ve kaygılarına ben de katılıyorum.

Ayrıca, Anayasanın ilk 4 maddesinin güçlendirilmesnin önerilerilmesi,
bence bu maddelerin bir şekilde değiştirilmesinin öngörüldüğü anlamına gelir.

Oysa CHP kezlerce bu maddelerin değiştirilemeyeceğini açıklamıştı.

Yeni anayasaya ilgili kimi beyanlar, bu arada Öğretim Birliği ilkesine bağdaşmayan öneriler bence CHP’yi ilkelerinden ve programından uzaklaştırıyor.

Esas kaygı verici olan bazı CHP’li milletvekili ve parti yöneticilerinin
CHP’nin temel çizgisiyle bağdaşmayan beyanlarına karşı
Parti tabanından gelen tepkilerin çok sınırlı kalmasıdır.

Yerel seçimler yaklaşırken Partiyi yıpratacak beyanlardan kaçınılması gerektiği doğrudur, ama burada esas görev CHP’nin ilke ve programıyla,
Atatürk dönemindeki temel düşünce ve uygulamalara sahip çıkma görevimizle bağdaşmayan beyanlarda bulunanlara düşmektedir.

Bu çerçevede, Cumhuriyet döneminde kabul edilen il ve ilçe adlarının değiştirilmesine yönelik önerileri de şahsen çok sakıncalı görüyorum.

Onur Öymen

=============================

BASIN DUYURUSU

27 Eylül 2013, Ankara

Sayın Atilla Kart, CHP’nin milletvekili sıfatıyla CHP Anayasa taslağındaki bazı önerilerle ilişkili olarak “kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi, karalama ve spekülasyonlara yol açılmaması amacıyla” bir açıklama gereği duymuş ve kamuoyuna bir basın açıklaması yapmıştır. Bu açıklamada, CHP Anayasa taslağında “ortak vatan – tek devlet” ile “eşit yurttaşlık” önerildiğini; “ilk 4 maddenin güçlendirilmesi”nin de önerilerimiz arasında yer aldığını belirtmektedir.

Bu açıklama, Sayın Atilla Kart’ın anayasaya yaklaşımı konusunda kamuoyunda var olan CHP ilke ve değerlerine aykırılık yönündeki endişelerin haklı olduğunu ortaya sermiş ve sabit hale getirmiştir.

“Ortak vatan”, ulusal siyasetin temsilcisi olan CHP’nin değil etnik siyasetin temsilcisi olan partilerin değeridir. Vatan, üzerinde yaşayan toplumun “ulus” haline geldiği siyasi sistemlerin coğrafyasıdır. Vatanın “ortak” olması için, bir coğrafyada birden fazla ulusun tanımlanmış olması gerekir. CHP’nin temel değerlerine göre vatan, üzerinde vatandaşlık bağıyla yaşayan her bir yurttaşındır; hepimizindir. Bizim için “ortak vatan” değil “hepimize ait olan tek vatan” vardır.

“Tek devlet”, CHP terminolojisinde yer almaz. Bu da etnik siyaset yapanların kamuoyunu serinletmek amacıyla kullandıkları bir terimdir. Bizim açımızdan konu, yine etnik siyasetin ve bunun yanı sıra yeni Osmanlıcılık rüyası gören bazı dinci çevrelerin federal devlet özlemlerine karşı savunduğumuz “üniter – tekçi devlet”ten ibarettir.
“Eşit yurttaşlık”, bir ülkede toplulukların (halkların, milliyetlerin, cemaatlerin) birbirlerine eşitliği temelinde kurulan sistemi anlatır. Farklı etnisite ve inanç topluluklarının hukuki-siyasi olarak tanınması; farklı toplulukların birbirleri karşısında konumlandırılması demektir. Bu etnikçi anlayış, bir tür yeni-feodalizm icadıdır. Oysa CHP Programı, devletin yurttaşların etnik köken, inanç, cinsiyet, vb. topluluk özellikleri karşısında kör kalmasını, bunlardan bağımsız olarak her yurttaşın birey olarak eşitliğini yükseltir. Bizim için “eşit yurttaş” değil, “yurttaşların eşitliği” ilkesi esastır.

Sayın Kart anayasaya ve evrensel kavramlara böyle yaklaşıyorsa, anayasanın “ilk dört maddesinin güçlendirilmesi” hedefine ulaşamayacağı çok açıktır. Üstelik tam tersine İlk 4 Maddeyi içeriksiz, güçsüz ve temelsiz bırakacaktır. Bu yaklaşım, CHP için çok açık olan “ilk dört madde kırmızı çizgimizdir” ilkesini reddetmek anlamına gelmektedir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER      Prof. Dr. Süheyl BATUM
CHP İzmir Milletvekili, PM Üyesi          CHP Eskişehir Milletvekili

Birgül Ayman Güler – Süheyl Batum basın duyurusu – 27.9.2013


Dostlar,

İzmir Milletvekilli ve CHP Parti Meclisi Üyesi Sayın Prof. Dr. Birgül Ayman Güler ve
Eskişehir Milletvekili Sayın Prof. Dr. Süheyl Batum birlikte bir basın duyurusu yayınladılar..

İlki Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi (Ankara Üniv. SBF),

İkincisi Anayasa Hukuku profesörü (İstanbul Üniv. Hukuk Fak.) dostlarımız – arkadaşlarımız olan 2 sayın milletvekili, tarihsel değerde bir basın duyurusu yayımladılar..

Tam bir ders gibi..

Üniversite ders kitaplarında yer alacak bir içerik..

Sayın Atilla Kart da ve kafaları karışık olan her-kesin, -CHP yönetimi de dahil-
özenle, sindire sindire okumaları ve derslerini alarak kendilerini yeniden konumlandırmalarını dileriz

Türkiye, herkesin sözlerini çok tartarak kullanması gereken kritik günlerden geçiyor..

BOP Eşbaşkanı Talihsiz T.C.’nin Başbakanı RT Erdoğan,
saatler sonra sözde “açılım – demokratikleşme” paketini açıklayacak..

Türkiye’yi prangalarından kurtacaklarmış.. neler neler.. Kamuoyu geriliyor..

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demir fırsatı kaçırır mı??

  • “Kürdistan’ın gaspedilen adı da Kürdistan olacak mı??”

“Tunceli, Dersim olsun”.. demek ki, bu salvo için zemin idi..
Çıta artık daha yukarıda..

Garipsemedik; “tuluat” ya da oryantal politik “düet” sürüyor..

Ne yazık ki, yığınlar şark tiyatrosunun pek farkında değil galiba..

Prof. Güler ve Prof. Batum’un kritik uyarısı bekleneni verebilecek mi acaba?

Ama vermeli..

Sevgi ve saygı ile.
29.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

BASIN DUYURUSU

Birgul_Ayman_Guler_ve_Suheyl_Batum
İzmir Milletvekilli ve
CHP Parti Meclisi Üyesi
Prof. Dr. Birgül Ayman Güler,
Eskişehir Milletvekili
Prof. Dr. Süheyl Batum
ile birlikte
basın duyurusu yayınladı.

27 Eylül 2013
Ankara

 

Sayın Atilla Kart, CHP’nin milletvekili sıfatıyla CHP Anayasa taslağındaki
bazı önerilerle ilişkili olarak “kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi, karalama ve spekülasyonlara yol açılmaması amacıyla” bir açıklama gereği duymuş ve
kamuoyuna bir basın açıklaması yapmıştır. Bu açıklamada, CHP Anayasa taslağında

  • “ortak vatan – tek devlet” ile “eşit yurttaşlık”

önerildiğini; “ilk 4 maddenin güçlendirilmesi”nin de önerilerimiz arasında yer aldığını belirtmektedir.

Bu açıklama, Sayın Atilla Kart’ın anayasaya yaklaşımı konusunda kamuoyunda var olan CHP ilke ve değerlerine aykırılık yönündeki endişelerin haklı olduğunu ortaya sermiş ve sabit hale getirmiştir.
  • “Ortak vatan”, ulusal siyasetin temsilcisi olan CHP’nin değil, etnik siyasetin temsilcisi olan partilerin değeridir.
Vatan, üzerinde yaşayan toplumun “ulus” haline geldiği siyasi sistemlerin coğrafyasıdır.
– Vatanın “ortak” olması için, bir coğrafyada birden çok ulusun tanımlanmış olması gerekir.CHP’nin temel değerlerine göre Vatan, üzerinde vatandaşlık bağıyla yaşayan
her bir yurttaşındır; hepimizindir.Bizim için “ortak vatan” değil “hepimize ait olan tek vatan” vardır. 

“Tek devlet”, CHP terminolojisinde yer almaz. Bu da etnik siyaset yapanların kamuoyunu serinletmek amacıyla kullandıkları bir terimdir. Bizim açımızdan konu,
yine etnik siyasetin ve bunun yanı sıra yeni Osmanlıcılık rüyası gören bazı
dinci çevrelerin federal devlet özlemlerine karşı savunduğumuz
“üniter – tekçi devlet”ten ibarettir. 
“Eşit yurttaşlık”, bir ülkede toplulukların (halkların, milliyetlerin, cemaatlerin) birbirlerine eşitliği temelinde kurulan sistemi anlatır.
Farklı etnisite ve inanç topluluklarının hukuki-siyasi olarak tanınması;
farklı toplulukların birbirleri karşısında konumlandırılması demektir.Bu etnikçi anlayış, bir tür yeni-feodalizm icadıdır.Oysa CHP Programı, devletin yurttaşların etnik köken, inanç, cinsiyet, vb. topluluk özellikleri karşısında kör kalmasını, bunlardan bağımsız olarak her yurttaşın birey olarak eşitliğini yükseltir.

Bizim için “eşit yurttaş” değil, “yurttaşların eşitliği” ilkesi esastır. 
Sayın Kart anayasaya ve evrensel kavramlara böyle yaklaşıyorsa,
anayasanın “ilk dört maddesinin güçlendirilmesi” hedefine ulaşamayacağı çok açıktır.
Üstelik tam tersine İlk 4 maddeyi içeriksiz, güçsüz ve temelsiz bırakacaktır.
Bu yaklaşım, CHP için çok açık olan “ilk dört madde kırmızı çizgimizdir” ilkesini reddetmek anlamına gelmektedir.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 27 Eylül 2013, Ankara
Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER                                    Prof. Dr. Süheyl BATUM
CHP İzmir Milletvekili, PM Üyesi                                   CHP Eskişehir Milletvekili