Etiket arşivi: Prof. Dr. Ahmet SALTIK

Şehir hastanesi sözleşmeleri sil baştan

Şehir hastanesi sözleşmeleri sil baştan

ÇİĞDEM TOKER
SÖZCÜ,
10 Temmuz 2019

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül“TBMM tatile girmeden” diye TV ekranında söz vermişti. Yargı reformunu kastediyordu. İlk “paket”te ifade özgürlüğü davalarına temyiz yolunun açılabileceğini de söylemişti. Tatil yaklaşırken, TBMM’de yargı reformunun ekim ayına kaldığı konuşuluyor. Bakan Gül’ün sözünü tutamaması bir yana; bu gecikme, bomboş suçlamalarla haksız cezalara mahkum olan gazeteci arkadaşlarımızın bedel ödemeyi sürdüreceği anlamına geliyor.
★★★
Bu tercihin iktidarın genel yaklaşımıyla çeliştiği söylenemez. Bir kere yargı reformu paketlerinde iktidara mali kaynak sağlayacak düzenleme yoktu ki! 150 milyon Dolar geliri Sayıştay denetimi olmadan toplayacak, Kamu İhale Kanunu’na bağlı olmadan ihale yapabilecek KTurizm Ajansı kanunu dururken yargı reformuna neden öncelik tanınsın?
Merkez Bankası’nın birikmiş 46 milyar TL ihtiyat akçesini Hazine’ye aktarmak, yurt dışı çıkış harcını 15 liradan 50 liraya çıkaracak maddelerin atıldığı torba kanun dururken, ifade özgürlüğünü ilgilendiren bir düzenleme dört aycık daha bekleyemez mi?
Nasılsa Beştepe’de şaşalı bir sunumu yapıldı. Alkışlar alındı. Daha ne…

KRİZE KRİZ DİYEMEMEK

TBMM’ye getirilen son “torba”, aslında kapsamlı bir incelemeyi hak ediyor. Kanun teklifinin gerekçesine baktığınızda, krize kriz dememek, AKP’nin krizdeki sorumluluğunu hissettirmemek için bürokratların nasıl ter döktüğünü görür gibi oluyorsunuz. Neymiş son “torba”nın amacı, şu dolambaçlı ifadeden anlayabilirseniz buyrun:

“Ulusal ve uluslararası konjonktür kaynaklı makro-ekonomik gelişmeler dolayısıyla reel sektörde ortaya çıkabilecek finansal sorunların çözümlenmesi.”

SAĞLIK BAKANLIĞI’NA DAVET

Torba yasada şehir hastaneleriyle ilgili önemli bir madde var. Bu köşeden sayısız kez duyurduğumuz, birkaç neslin ekonomik refahını rehin alacak Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerindeki ölçüsüzlüklere fren getiriliyor. Sağlık Bakanlığı’nın bir KÖİ metodu olan Yap-Kirala-Devret yöntemiyle yaptırdığı şehir hastaneleriyle ilgili kanun değişikliği yapılıyor “torba” yasa ile. Yeni düzenleme, şehir hastanesi sözleşmelerinin sil baştan ele alınacağını gösteriyor:

Şu yeni düzenlemeye bakıldığında belli ki şehir hastanesi müteahhitleriyle Sağlık Bakanlığı arasında ciddi görüşmeler yapılmış:

“Sözleşme bedelinin artırılmaması kaydıyla kullanım bedeli veya hizmet bedeli artırılmak veya azaltılmak suretiyle değiştirilebilir. Sözleşme bedeli, net bugünkü değer dikkate alınarak belirlenir ve net bugünkü değer hesaplanmasına ilişkin esaslara yönetmelikte yer verilir. İdare tarafından gerekli görülmesi halinde yükleniciye ödenecek kullanım bedeli ödemelerine ilişkin TL veya döviz cinsinden alt ve üst limitler, sözleşme değişikliği düzenlemelerine uygun olarak belirlenebilir.”

En önemlisi de, bu maddenin en baştan başlayarak imzalanan şehir hastaneleri sözleşmelerine de uygulanacağı belirtiliyor. Yani Bilkent, Adana, Mersin, Yozgat hastanelerine.
Belli ki imzalanmış sözleşmelerin büyük yükü alarm zillerini çaldırdı ve şehir hastanesi müteahhitleriyle Sağlık Bakanlığı arasında ciddi görüşmeler yapıldı.
Sağlık Bakanlığı’nın “ticari sır” diye TBMM’den sakladığı şehir hastanesi sözleşmelerinde ne gibi değişiklikler yapılacağını açıklamasının tam zamanıdır.
=======================================

Dostlar,

Daha önceleri de bu hastaneler üzerinden yürütülen muazzam TALAN hakkında bu sitede yazdığımız çok sayıda makalede (lütfen okur musunuz, Erdoğan’ın “Hülya” sının ülkemiz için TALAN olduğunu haykırıyoruz…) sorduğumuz üzere, kısa 2 sorumuz var :

    1. Bu Sözleşmelerin içeriğini kamuoyundan saklanacak nitelikte mi, utanıyor (?) ya da korkuyor musunuz?
    2. Devlet, birtakım yerli – yabancı şirketlerle bu halkın vergisi ile kimi sözleşmeler yapacak ve bunların içeriği halktan saklanacak.. Gerekçesi de “ticari sır” olacak!? Peki halkın “Bilme hakkı” ne olacak? Bu sözleşmelere imza koyanlar kimden yana; kendi ülkelerinin – halkın hükümetleri midirler yoksa sermayeye teslim, hatta ortak olmuş, güdümüne girmiş tuhaf, pos-modern yapılanmalar mıdır..

Dikkat; özellikle 2. soru çoook ciddi ve kritik bir sorudur..

Sevgi ve saygı ile. 11 Temmuz 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Yargıtay : Meslek hastalığı “kaçınılmaz” değil, yeni teknoloji kullanmayan işveren tam sorumlu

Yargıtay : Meslek hastalığı “kaçınılmaz” değil, yeni teknoloji kullanmayan işveren tam sorumlu

Burdur’da kot taşlama işinde çalışan bir işçi, tozun akciğerlerde birikmesi nedeniyle akciğer dokusunda hasar meydana getiren “pnömokonyoz” hastalığına yakalandı.

Burdur 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvuran işçi, “meslek hastalığı” olarak değerlendirilen teşhisin tedavi giderlerini işverenden talep etti. Mahkeme davayı kısmen kabul etti. Davacı işçinin meslek hastalığına yakalanmasında işveren kusurunu %85, işçinin kusurunu %10 olarak belirledi.

Yerel mahkeme bilimsel ve teknik tüm önlemlere karşın zararın meydana geldiği ve önlenemediği durumları ifade eden “kaçınılmazlık” oranını ise yüzde 5 olarak kabul etti.

Kaçınılmazlığın % 3’ünü işverene, %2’sini davacı işçiye yükleyen mahkeme işverenin %88 oran üzerinden sorumlu olduğuna hükmetti.

“Kot taşlama estetik kaygılarla uygulanan bir yöntem”

Yargıtay 10. Hukuk Dairesi yerel mahkemenin kararını bozdu. Davacı işçinin mesleksel “pnömokonyoz” hastalığına yakalanmasına neden olan kot taşlama işinin ayrıntılarına yer verilerek şöyle dendi:

Davalıya ait tekstil işyerinde kumlama yöntemiyle kot taşlama işçisi olarak çalışan sigortalının mesleki pnömokonyoz hastalığına yakalanarak %24 oranında sürekli işgöremez duruma girmesi şeklinde gelişen zararlandırıcı eylemde, sigortalının mesleksel pnömokonyoz hastalığına yakalanmasına neden olan kot taşlama işi, kotların beyazlatılması ve eskitilmiş görünümü verilmesi için, kumun kuru hava kompresörleriyle kotların yüzeyine tutularak aşındırılması işlemi olup, üretimin zorunlu bir parçası olmayıp tamamen estetik kaygılarla uygulanan bir yöntemdir.

İşverenin iş güvenliği açısından yaşamsal öneme sahip araç ve gereçlerin kullanımı sağlandığında kaza ve hastalık olasılığının tümüyle ortadan kalkacağı vurgulanan kararda, “Aksi yaklaşım, her tür meslek hastalığının oluşumunda belirli oranda kaçınılmazlığın etkili olacağı kabulüne yol açacaktır.” denildi.

“Aynı iş robotlarla yapılabilirdi”

İşverenin, mevzuatın kendisine yüklediği tedbirleri almak zorunda olduğu kaydedilen kararda “Kaçınılmazlıktan, işveren tarafından tüm önlemler alındığı ve kazalı da bu önlemlere uyduğu halde kaza/hastalık meydana gelmişse söz edilebilecektir” denildi, şu tespitler yapıldı: Aynı iş makine kullanılarak, lazer veya robotlar aracılığıyla da yapılmaktadır. İşyerinde alınması gereken önlemlerin hiçbirinin işveren tarafından alınmadığının bilirkişiler tarafından tespit edilmiş olması, aynı işin makine kullanılarak lazer veya robotlar aracılığıyla da yapılması mümkün iken kumlama yöntemiyle üretim yapılmasında ısrar edilmiş olması, Anayasa ile teminat altına alınmış olan yaşama hakkının ihlali niteliğinde olup, bu durumun ‘kaçınılmaz bir sonuç olarak değerlendirilmesi’ isabetli bulunmamaktadır.

“İşveren, işçinin vücut ve ruh sağlığını korumakla yükümlü”

“Çalışma yaşamında süregelen kötü alışkanlık ve geleneklerin varlığı, işverenin önlem alma ödevini etkilemez” vurgusu yapılan kararda dava şu gerekçelerle kabul edildi:

  • İşverenler, çalıştırdığı sigortalıların beden ve ruh bütünlüğünü korumak için yararlı her önlemi, amaca uygun biçimde almak, uygulamak ve uygulatmakla yükümlüdürler.

Yüksek mahkeme meslek hastalığının oluşumunda kaçınılmazlık etmeninin (faktörünün) uygulama yeri ve etkisinin bulunmadığı gözetilerek, iş güvenliği konularında uzman tekstil mühendisi, kimya mühendisi ve göğüs hastalıkları uzmanı bilirkişilerden oluşacak heyetten yeniden rapor alınması gerekirken, yetersiz bilirkişi raporuna dayalı olarak karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. (Independent Türkçe / AA, 17.06.2019)
==============================

Dostlar,

Yargıtay’ın iş davalarına bakan uzmanlaşmış Hukuk Dairesinin özetlenen kararı yerinde ve bilimsel temellidir.

Meslek hastalıklarının en temel özelliği, ilgili bilimsel yazında (literatürde) şöyle vurgulanır :

  • Meslek hastalıkları %100 korunulabilir hastalıklardır; çünkü hem nedenleri bilinmektedir hem de o nedenlerin işyerinde olduğu bilinmektedir.

Bir başka anımsatma daha; Yargıtay’ın önerdiği uzman bilirkişi kurulunda yer alacak uzman hekim Göğüs Hastalıkları uzmanı olabileceği gibi, “İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanı” da olabilir. Bu uzmanlık alanı bir üst – ileri uzmanlık (ihtisas) alanıdır ve Göğüs Hastalıkları, İç Hastalıkları ve Halk Sağlığı olmak üzere 3 tıp uzmanlık alanının üzerine “yan dal” olarak kazanılmaktadır.

Tıpta Uzmanlık Yönetmeliği uyarınca bu alanda, her 3 temel alandan gelen İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanları eşdeğer düzeyde bilimsel ve tıbbi olarak yetkilidir.

Sevgi ve saygı ile. 17 Haziran 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

Temiz hava soluyamıyoruz

Temiz hava soluyamıyoruz!

Birleşmiş Milletler (BM) Örgütü 1972 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de 133 ülkenin katılımı ile düzenlediği zirvede, 5 Haziran tarihinin “Dünya Çevre Günü” olmasını oybirliği ile kabul etti. O tarihten bu yana çevre sorunlarına kamuoyunun dikkatini çekmek için çalışmalar yapılıyor.
BM bu yıl Çevre gününde hava kirliliğine dikkat çekmek için #
BeatAirPollution (hava kirliliğini yen)
kampanyası başlattı. Sivil toplum kuruluşları hem dünyada hem de Türkiye’de artan hava kirliliğine dikkat çekerek
* dünya genelinde 10 kişiden 9’unun temiz hava soluyamadığını belirtiyor.
[Haber görseli]

Dünya genelinde hava kirliliğinin nedenlerinin başında kömür kullanımı geliyor. Bu yıl Dünya Çevre Günü’ne ev sahipliği yapan Çin’de hava kirliliği yüzünden insan yaşamı ortalama üç yıl kısalmış durumda.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (PM2.5 verilerini temel aldığı) raporuna göre,

  • Avrupa’nın havası en kirli 10 şehrinin 8’i Türkiye’de.

Greenpeace Akdeniz Projeler Sorumlusu Deniz Bayram,

“Dünyanın en ciddi çevre sorunlarından biri olan hava kirliliği salt bir çevre sorunu değil, aynı zamanda insanların yaşam süresini kısaltan, yaşam niteliğini düşüren bir tehdit.
Greenpeace Akdeniz’in de üyesi olduğu Temiz Hava Hakkı Platformu’nun hazırladığı Kara Rapor’a göre;

  • Kirli hava Türkiye’de 2016-2018 arasında 52 bin kişinin erken ölümüne neden oldu. Bu, Türkiye’de trafik kazalarında yaşamını yitirenlerin 7 katı. Aynı yıllar arasında Türkiye’de 81 ilin yarısı kirli hava soludu.” diye konuştu.

‘Önlem alın’

TEMA Vakfı da Dünya Çevre Günü kapsamında, yaşamsal tehlikeleri giderek artan hava kirliliğine ve toplumda bu alanda yükselen duyarlığa dikkat çekerek, önlem alma konusunda çağrıda bulundu. TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç,

Sevgi ve saygı ile. 05 Haziran 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

 

TÜİK 2018 Doğum İstatistiklerini Açıkladı

Image result for TÜİK

TÜİK 2018 Doğum İstatistiklerini Açıkladı

(AS: Bizim katkımız ve sorularımız yazının altındadır..)

Canlı doğan bebek sayısı 2018 yılında 1 248 847 oldu.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2018 yılı doğum istatistiklerini açıkladı. Buna göre; canlı doğan bebek sayısı revize gözden geçirilen (revize edilen) 2017 yılı verisine göre 1 295 784 iken 2018’de 1 248 847 oldu. Canlı doğan bebeklerin %51,3’ü erkek, % 48,7’si kız oldu.

  • Toplam doğurganlık hızı 1,99 çocuk oldu.

Toplam doğurganlık hızı, bir kadının doğurgan olduğu dönem olan 15-49 yaş diliminde doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade ettiği kaydedilirken, toplam doğurganlık hızı 2017’de 2,07 çocuk iken 2018’de 1,99 çocuk olarak gerçekleşti. Bir kadının doğurgan olduğu dönem boyunca doğurabileceği ortalama çocuk sayısı 1,99 oldu. Bu durum, doğurganlığın nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,10’un altında kaldığını gösterdi.

Doğurganlık hızının en yüksek olduğu il 4,13 çocuk ile Şanlıurfa oldu
Toplam doğurganlık hızının en yüksek olduğu il 2018’de 4,13 çocuk ile Şanlıurfa. 3,6 çocuk ile Şırnak, 3,26 çocuk ile Ağrı ve 3,23 çocuk ile Muş izledi. Toplam doğurganlık hızının en düşük olduğu il ise 1,3 çocuk ile Gümüşhane oldu. Bu ili 1,43 çocuk ile Kütahya, Zonguldak ve Edirne izledi.

  • Kaba doğum hızı binde 15,3 oldu

Kaba doğum hızı (KDH), bin nüfus başına düşen canlı doğum sayısını ifade edilen veriye göre; kaba doğum hızı, 2017’de binde 16,1 iken 2018’de binde 15,3 oldu. Bir başka anlatımla 2017’de bin nüfus başına 16,1 doğum düşerken, 2018’de 15,3 doğum düştü.

KDH’nın en yüksek olduğu il binde 31,3 ile Şanlıurfa oldu. KDH illere göre incelendiğinde, 2018’de en yüksek olduğu il binde 31,3 ile Şanlıurfa. Bu ili binde 27,2 ile Şırnak, binde 25,7 ile Muş ve binde 25,3 ile Ağrı izledi. KDH’nın en düşük olduğu il ise binde 9,5 ile Edirne oldu. Bu ili binde 9,7 ile Zonguldak, binde 9,9 ile Giresun, Gümüşhane, Kırklareli, Bartın ve Kastamonu izledi.

En yüksek yaşa özel doğurganlık hızı 25-29 yaş diliminde görüldü
Yaşa özel doğurganlık hızı, belli bir yaş diliminde bin kadın başına düşen ortalama canlı doğan çocuk sayısını gösterdiği belirtilirken, yaş dilimine göre doğurganlık hızı incelendiğinde,
en yüksek yaşa özel doğurganlık hızı 25-29 yaş diliminde. Bu yaş diliminde doğurganlık hızı 2013’te binde 130 iken 2018’de binde 128 oldu. Başka bir anlatımla, 2018’de 25-29 yaş dilimindeki her bin kadın başına 128 doğum düştü.

Ergenlik (Adölesan dönemi) doğurganlık hızı düştü

Ergenlik dönemi (Adölesan dönem) doğurganlık hızı, 15-19 yaş diliminde bin kadın başına düşen ortalama canlı doğan çocuk sayısını anlatırken; ergenlik dönemi doğurganlık hızı, 2013’te binde 29 iken 2018’de binde 19’a düştü. Başka bir anlatımla, 2018’de 15-19 yaş diliminde her bin kadın başına 19 doğum düştü.
================================
Dostlar,

TÜİK’in açıklığa kavuşturması gereken önemli noktalar var..

Nüfus artış hızını 2018 için %1,47 olarak verdi TÜİK. Bu hız, 2018 boyunca 1,2 milyon (1 193 357) net nüfus artışından hesaplandı. Ne var ki 2018 boyunca doğumların toplamı 1 248 847. Henüz ölüm verileri açıklanmadı ama 2017’de bu rakamın 425 bin olduğunu TÜİK yayınlamıştı. 2018 için bu rakam 430 bin kabul edilse; doğumlar (1 248 847) ve ölümlerin (425 bin) farkı yaklaşık 814 bin eder Bu rakama dayalı nüfus artış hızı ise 80 810 525 olan 2017 sonu nüfusuna göre %1,001 düzeyinde bir hıza karşılıktır. Oysa TÜİK %1,47 gibi bir hız verdi. Arada %0.46 gibi, 1/3 (ya da 1/2!) düzeyinde muazzam bir fark var.. Bu farkın kaynağı nedir? Dışarıdan alınan göçün payı nedir, ülkemizdeki 5 milyona varan Irak – Suriye’li göçmenlerin doğumları mıdır? Bu göçmenler gelmiş geçmiş en yüksek artış olan %6-6,5 düzeyinde çoğalsalar, 5 milyon nüfusta %6,5 hızla 330 bin canlı doğum yapar.

Yaklaşık 100 bin dolayında ayrıca dışarıdan göç alınmış olmak gerekir. Bu doğru ise bunca büyük bir dış göç rakamı nasıl savunulabilir? Hangi ülkelerden kimlere Türkiye’ye girme ve kalma izni, niçin verilmektedir? Bu ithal nüfusun donanımı, eğitimi, ülkesi, dili – dini – soyu nedir? Ne oranda ve hangi ölçülerle bu göçmenlere vatandaşlık verilmektedir, verilmiştir??

ADNKS, adresleri belli nüfusun tümünü belirleme amaçlıdır. Ancak tanımlı olan bu nüfusun doğurganlık eyleminin sayısal boyutları neden kapalıdır?

  • TÜİK ve AKP iktidarı saydam olmak, kamuoyunun bilme hakkına saygılı davranmak durumundadır.

Üstelik ölüm hızları, TÜİK’in verdiği üzere binde 5,5 gibi alınmıştır. Dünya ortalaması binde 7,5-8 dolayında iken bizde neden 1/3 oranında daha eksiktir, bu konu da açıklanmak zorundadır.

  • TÜİK’i saydamlığa ve geçerli – güvenilir bilgi vermeye çağırıyoruz. 
  • İktidarı da TÜİK’i görevlerinde tümüyle özerk bırakmaya çağırıyoruz..

Ülkemizin yaşamsal (vital) verilerini bilmek hakkımız, TÜİK’in de açıklamak temel görevidir.
Demografik veriler hiçbir bulanık nokta bırakılmadan tüm netliği ile açıklanmalıdır.
AKP iktidarı, Anayasa m. 41 ve 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun‘un gereklerini hukuka saygılı olarak “ama” sız biçimde, içtenlikle yerine getirmek zorundadır..

AKP = Erdoğan 3, 4 hatta 5 çocuk çağrısı gibi çağın ve Türkiye’nin gerçekleri ile asla bağdaşmayan ve Dini alet eden akıl ve bilim dışı dinci ve doğurganlığı kışkırtıcı çağdışı söylemlerini derhal ve mutlaka durdurmak zorundadır.

Sevgi ve saygı ile. 20 Mayıs 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Dünya’da ve Türkiye’de Aile ve Nüfus Planlaması

Değerli Ankara Üniv. Eczacılık Fak. 4. Sınıf Öğrencilerimiz,

Sizlerle 2018-19 ders yılı ilkyaz (bahar) döneminde haftada 1 saat Aile Planlaması dersi işliyoruz.

Ana kaynak olarak Dünya Sağlık Örgütü’nün “Family Planning – A global handbook for providers 2018 edition” adlı kitabını kullanmaktayız. Bilindiği gibi bu kitap açık kaynak erişimlidir ve

https://www.who.int/reproductivehealth/publications/fp-global-handbook/en/

adresinden ücretsiz olarak indirilebilir.

Aşağıda, “Dünya’da ve Türkiye’de Aile ve Nüfus Planlaması” başlıklı 2 saat süreli dersimizin power point yansılarını (pdf dosyası olarak) bulacaksınız. (90 yansı, 2,6 MB)

Aile ve Nüfus Planlaması” çağımızın stratejik bir politika aracı durumuna gelmiştir.
Konu Türkiye’miz açısından ayrı bir önem ve öncelik taşımaktadır.

Sizler hem devletimizin aydın yurttaşları hem de sağlık profesyonelleri olarak ağır sorumluluk altındasınız.

  • Özellikle Eczacının “sağlık danışmanlığı” sorumluluğu ağır basmaktadır.

Konuyu yeter derinlikte ve içselleştirerek öğrenmeniz beklenmektedir. Sınav başarısının ötesinde halkımızı eğitmek ve nitelikli, bilimsel danışmanlık hizmeti vermeniz büyük önem taşımaktadır.

Yararlı olmasını dilerim. Yansıları indirmek için lütfen tıklayınız..

Dunya’da_ve_Turkiye’de_Nufus_ve_Aile_Planlamasi

Sevgi ve saygı ile. 18 Mayıs 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

TTB davasında utanç verici karar: Barış isteyen TTB Merkez Konseyi üyelerine hapis cezası verildi

TTB davasında utanç verici karar:
Barış isteyen TTB Merkez Konseyi üyelerine hapis cezası verildi

04/05/2019

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türk Tabipleri Birliği (TTB) 2016-2018 Merkez Konseyi üyelerinin “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” başlıklı açıklama dolayısıyla yargılandığı davada, 03 Mayıs 2019 Cuma günü Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi utanç verici bir karara imza attı. 1 Eylül 2016 tarihli “Bu Topraklarda Eşitlik ve Barış İçinde Yaşamamız Çok Mümkün başlıklı açıklamayı da karara dahil eden mahkeme, her iki açıklama dolayısıyla dönemin 11 Merkez Konseyi üyesine “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme” suçundan 2’şer kez 10’ar hapis cezası verilmesine karar verdi. Mahkeme, Dr. Hande Arpat’a 2016 yılındaki bazı sosyal medya paylaşımlarında “terör örgütü propagandası” yaptığı gerekçesiyle ayrıca 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası verdi. Dr. Şeyhmus Gökalp ise “terör örgütü propagandası” suçundan beraat etti.

Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada sanıklar ve avukatları hazır bulundu. Ankara, İzmir, Diyarbakır ve Van baro başkanlarının da sanıkların avukatlığını üstlendiği davada CHP ve HDP milletvekilleri ile Ankara Tabip Odası, DİSK, KESK, TMMOB ve ASSMMMO yöneticileri de takip etti.

Duruşmada ilk savunmayı yapan TTB Merkez Konseyi Eski Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, hekimler olarak en temel görevlerinin hiçbir ayrım gözetmeksizin insanların sağlıklarıyla ilgilenmekolduğunu belirterek “TTB kurulduğu günden bu yana savaşa karşı çıkmakta, halk sağlığı sorunu oluşturacak her türlü şeyin ortadan kaldırılmasını önemsemektedir.” dedi.

Prof. Dr. Taner Gören ise daha önceki duruşmalarda verdikleri sayfalarca savunmalarının savcı tarafından dikkate alınmayarak önceden hazır edilen mütalaa verilerek cezalandırılmalarının istendiğini ifade ederek “Yanlış hukuk sistemine rağmen bu davadan ceza alırsak savaşa karşı durduğum için gurur duyacağım” dedi.  Dr. Selma Güngör de, “Savaşın yarattığı kötülükler için barış istenir” diyerek açıklamayı insanlık, yaşam ve barış için yaptıklarını ifade etti. Dr. Funda Obuz ise ifadesinde, “Biz hekimler sağlıklı yaşam koşullarını bozan her şeye karşı çıkarız. Bana ve arkadaşlarıma yöneltilen suçlamaları kabul etmiyor, beraatimi talep ediyorum.” diye konuştu.

Duruşmada hazır bulunan baro başkanları da söz alarak hekimlerin beraatlerini talep etti. İzmir Barosu Başkanı Avukat Özkan Yücel, hekimlerin yargılanmasının bu ülke için utanç verici olduğunu belirterek “Bu salondakiler sizlerle, hükümetle aynı düşünmek zorunda mıdır?  Ben de burada söylüyorum, bugün operasyonlar hâlâ devam ediyor, savaş bir halk sağlığı sorunudur” ifadelerini kullandı.

Mahkemenin kararını açıklamasının ardından, çıkışta kısa bir açıklama yapan TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, “Biz hekimliğin evrensel etik ilkeleri doğrultusunda hareket ettik. Savaşın bir halk sağlığı sorunu olduğunu söyledik” diye konuştu. Bundan önceki duruşmalarda da mahkeme heyetine bunun bir suç olmadığını söylediklerini belirten Adıyaman, karara itiraz edeceklerini de bildirdi. Adıyaman, “Mahkemeden ceza çıktı biz bunu kabul etmiyoruz. Bunu iptal ettirmek için elimizden geleni yapacağız. Sonuna kadar mücadele edeceğiz.

  • TTB savaşın bir halk sağlığı sorunu olduğunu söylemekten hiçbir zaman vazgeçmeyecektir.” diye konuştu.
    ======================================
    Dostlar,

    Türkiye her geçen gün açık faşizme daha çok saplanıyor ne yazık ki!

Karar trajiktir ve hiçbir biçimde katılma olanağı yoktur.

  • SAVAŞ GERÇEKTEN BİR HALK SAĞLIĞI SORUNUDUR“..

Bu bir bilimsel gerçektir. Öküzün altında buzağı aramanın anlamı yoktur.

Günümüzün savaşlarında en çok cephe gerisindeki siviller ölmekte, yaralanmakta, engelli kalmakta, göçe zorlanmaktadır. En ağır bedeli kadın ve çocuklar ödemektedir. İnsanlığın yüz karası olmak zere işgalci emperyalist askerler mazlum ülke kadınlarının ırzına geçmektedir!

Büyük ATATÜRK, yaşamı cephelerde geçmiş, savaşın anlamını herkesten iyi bilen ve yaşayan bir komutan olarak şu çok anlamlı ve düşündürücü uyarıyı yapmıştı :

  • Savaş, bir milletin yaşamı tehlikeye düşmedikçe cinayettir!

Başta bölücü PKK terörü olmak üzere her tür şiddet ve terör eylemine net olarak karşı olduğumuz su götürmez bir gerçektir.

Dolayısıyla emperyalizmin her türlü bölücü – sömürgen….politikalarına en uygun, akla yatkın ulusal savunma refleksi göstermek, Türkiye olarak meşru hakkımızdır.

Ancak siyasal iktidarların ve hiç kimsenin bu kritik konu ve sorunları politikalarına alet etmelerine topluma faşist uygulamaları dayatmalarına razı olamayız.

Web sitemizin manşetinde epey zamandır tutuyoruz :

AKP’nin PKK-Kürdistan İKİYÜZLÜLÜĞÜ Tarihsel birer belge olan 28 fotoğrafı görmek için lütfen tıklayınız.
AKP’nin utanç veren, ibretlik FETÖ bağlantılarını kendi sesleri ve görüntüleri ile izleyin : https://youtu.be/KKxkccTS1DI

Parti içi siyasal uzantılara dokunmak yok ama her yere, başta TSK, bitmeyen FETÖ operasyonu!?

Siz ne yapmak istiyorsunuz, ne yapıyorsunuz gerçekte ??

Dileriz İstinaf aşamasında sağduyu egemen olur, meslektaşlarımızın itirazı kabul edilerek aklanırlar ve AKP = RTE iktidarı başta olmak üzere Türk yargısı ve bir bütün olarak Türkiye’miz böylesi ağır bir utançtan kurtulma olanağı bulur..

  • Siyasal iktidarın, AKP = RTE’nin “AR – TIK” rasyonalite alanına girmeleri kaçınılmaz ve ertelenemez bir acil zorunluk durumundadır..

Sevgi ve saygı ile. 08 Mayıs  2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

TTB’den Dünya Bağışıklama Haftası açıklaması

TTB’den Dünya Bağışıklama Haftası Açıklaması

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, Sağlık Bakanlığı’nı aşı reddinin önlenmesi konusundaki sorumluluklarını yerine getirmeye çağırdı.

TTB Merkez Konseyi’nden 24-30 Nisan Dünya Bağışıklama Haftası dolayısıyla yapılan açıklamada, Türkiye’nin aşılama konusunda büyüyen sorunlarla karşı karşıya olduğu vurgulanarak, aşı reddinin artık toplum sağlığını tehdit eden boyuta ulaştığına dikkat çekildi.

Hekimler olarak ailelere sesleniyoruz” denilen açıklamada, aşıların bulaşıcı hastalık denetiminde önemli bir yere sahip, bilimsel yollarla üretilen son derece güvenilir tıbbi ürünler olduğu yeniden anımsatıldı. Aşı takvimindeki aşıların, bilim insanlarından oluşan bir Aşı Danışma Kurulu tarafından belirlendiğine yer verilen açıklamada, anababaların çocuklarına uygulanacak aşılar ile ilgili kaygı duymamaları gerektiği kaydedildi. Açıklama şöyle:

24-30 NİSAN DÜNYA BAĞIŞIKLAMA HAFTASI BASIN AÇIKLAMASI
(24 Nisan 2019)

Dünya Sağlık Örgütü’nün her yıl Nisan ayında gündeme getirdiği Bağışıklama Haftasında bu yıl Türkiye aşılama konusunda büyüyen sorunlarla uğraşmaktadır. Bağışıklama Haftası vesilesiyle Türkiye’deki bağışıklama sorunlarına değinmek istiyoruz.

Aşılar çok önemlidir

Aşılar aşıyla korunabilen hastalıklarla mücadelede çok önemli bir araçtır. DSÖ, kızamık aşısı yapılmadığında yılda 2,7 milyon çocuğun kızamık komplikasyonları nedeniyle öleceğini öngörmektedir. ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi verilerine göre çocuk felci (polio) aşısı yapılmaması durumunda her yıl çocuk felcinin neden olacağı akut paralizi (AS: felç) ve ardından gelişecek kalıcı bedensel engellilik sonucu ölüme dek giden bir sürecin gözleneceği yaklaşık 20.000 hasta çocuk ortaya çıkacaktır. Sonuç olarak birçok hastalığın ortadan kalkmasında ve yaşanan salgınların yinelenmemesinde aşıların katkısı yadsınamaz ve bağışıklama en güçlü ve düşük maliyetli halk sağlığı girişimi olmaya devam etmektedir.

Başarılı bir bağışıklama hizmetleri geçmişimiz var

Geçmişe baktığımızda, çiçek ve çocuk felci hastalığının kökünün kazınması, yenidoğan tetanozu hastalığının elimine edilmesi, difteri hastalığının son 15 yılda yalnızca 1 olgu olacak biçimde azalması gibi övülesi başarıları gerçekleştirmiş bir sağlık örgütümüz olduğunu  görmekteyiz. Özellikle 1. Basamak sağlık hizmetlerinde görev yapan hekim, hemşire ve ebelerin özverili çalışmalarıyla bu başarıların elde edildiğini vurgulamak gerekir.

Aşısız çocuk sayısı gün geçtikçe artıyor, salgın tehlikesi büyüyor!

Türkiye’de bağışıklama hizmetleri toplum bağışıklığını sağlamak ve salgınları önlemek hedefi üzerinden yürütülmemekte ve giderek toplum bağışıklığı sağlama hedefinden uzaklaşılmaktadır. Türkiye’de halen aşılanmayan çocuklar azımsanmayacak sayıdadır. Türkiye’de ilçe düzeyinde bakıldığında difteri, boğmaca, tetanoz aşılarını da içeren beşli karma aşının 3. dozunu alanların %80 ve üzerinde olduğu ilçe sayısının 957; bölge içinde yalnızca 79 (%8) olduğu görülmektedir. Kızamık salgınlarını önlemek için gerekli %95 ve üzerinde aşılamanın sağlandığı ilçe sayısı yalnızca 53 (%6)’tür. Kızamık aşısının 2. dozu için kapsayıcılık ise yalnızca %3’tür.

Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2013 verilerine göre hiçbir aşı yaptırmamış olma durumu 13-26 aylık çocuklarda 2008’de 20 bin dolayında (%1.6) iken 2013’te 37 binlere (%2.9) çıkmıştır. Hiç aşılanmamış olma, yoksul ve eğitimsiz kesimler gibi dezavantajlı kümelerde ise daha çok artış göstermektedir.

Sağlık hizmetlerinin erişemediği ve bu biçimde aşısız kalan çocukların yanında aşı reddi giderek büyüyen bir toplum sağlığı sorunudur. Sağlık Bakanlığı’nın rakamlarına göre 2011 yılında ailenin aşıyı red etmesi nedeniyle aşı olamayan çocuk sayısı 183 iken, 2017’de bu rakam 23 bine ulaştı. Bugün bu sayının çok daha fazla olduğu kolaylıkla kestirilebilir.

Anababaların aşıyı red etmesi nedeniyle aşı olamayan çocukların sayısının artışı karşısında bizi bekleyen tehlike, aşıyla önlenebilen ve artık unutulmaya yüz tutmuş enfeksiyon hastalıklarının salgınlar ile karşımıza çıkmasıdır.

Hekimler olarak ailelere sesleniyoruz

Aşılar, bulaşıcı hastalık denetiminde önemli bir yere sahip, bilimsel yollarla üretilen son derece güvenilir tıbbi ürünlerdir. Aşı uygulaması aşıyla önlenebilen hastalıklar için en etkili korunma stratejisidir. Unutulmamalıdır ki aşı takvimindeki aşılar, bilim insanlarından oluşan bir Aşı Danışma Kurulu tarafından belirlenmektedir. Aşıların her yönden nitelik denetimleri ise Sağlık Bakanlığınca yapılmaktadır.  Anababalar, çocuklarına uygulanacak aşılar ile ilgili kaygı duymamalıdır.

Ayrıca anımsanması gereken bir gerçek, bugün otuzlu yaşlarda olan anababaların, Türkiye’de aşılamanın yaygınlaştığı bir dönemde çocukluklarını geçirdikleri ve aşılama hizmetlerinden büyük oranda yararlandıklarıdır. Eğer öyle olmasaydı, büyükanne ve büyükbabalarının kuşağında olduğu gibi 1000 canlı doğumdan 250’si, bir yaşını göremeden ölmüş olacaktı. Aşılama sayesinde pek çok ölümün önlenmesi ve sonucunda bulaşıcı hastalıkların toplumda az görülmesi bizi yanıltmamalıdır.

  • Aşılanan kişi sayısı azalmaya başladıkça, aşıyla önlenebilen hastalıkların geri gelmesi son derece olasıdır.

Nitekim Dünya Sağlık Örgütü, 2017 yılında kızamık olgu sayısının dört kat arttığını bildirmiştir. ABD’nin kimi eyaletleri, kimi Avrupa ülkelerinde kızamık sayıları giderek artmaktadır. Türkiye’de de kızamık sayısında artış gözlenmektedir, 2009’da 8 olan kızamık olgu sayısı 2018’de laboratuvarda doğrulanmış 566 olguya ulaşmıştır. Bunların 512’si yerlidir.

TTB’nin önerdiği yasa değişikliği Sağlık Komisyonu’nda incelenmeyi bekliyor

Türkiye’de mevzuattan kaynaklanan eksikliğin giderilmesi için geçtiğimiz yıl bu günlerde yasa değişikliği önerimizi milletvekili meslektaşlarımız aracılığıyla TBMM’ye sunmuştuk. Umumi Hıfzısıhha Yasasında yapılacak değişiklik ile Sağlık Bakanlığınca belirlenmiş aşı takvimindeki aşıların zorunlu olmasını öngören bu yasa değişikliği önerisi hala TBMM Sağlık Komisyonunda görüşülmeyi beklemektedir. Her ne denli zorunluluk yerine aşılar konusunda bilgilendirme ve kabul oluşturmanın önemli olduğunu savunsak da, yasal boşluğun da bir an önce doldurulması gerektiğine inanıyoruz. Son yıllarda ortaya çıkan kızamık salgınları sonrasında İtalya, Fransa gibi kimi ülkeler, daha önceleri anababaların onayına bıraktıkları aşıları zorunlu durun-ma getirmişlerdir.

TBMM Komisyonunda bekleyen yasa değişikliği önerisinin ivedilikle gündeme alınmasını diliyoruz.

Aşılama hizmetleri kamusal bir sorumluluktur!

  • Aşı karşıtlığı, bağışıklama için bir tehdittir.

Toplum bağışıklığının sağlanamaması yeniden aşıyla korunabilen hastalık salgınlarına yol açacak ve toplumun en kırılgan kesimleri başta olmak üzere tüm toplum zarar görecektir. Bu nedenle aşı karşıtlığı, aşı reddi ve aşı konusunda tereddüt ciddiyetle ele alınmalıdır.

Aşılama hizmetleri kamusal bir sorumluluktur. Bu nedenle kamuoyunun bilimsel veriler ışığında aşıyla korunabilen hastalıklar konusunda aydınlatılması, aşı karşıtı tezlerin çürütüleceği eğitsel araçların geliştirilmesi ve risk altındaki kişilerin bağışıklama ile korunması konusunda yasal düzenlemelerin yapılması gereklidir. Devletin konu ile ilgili yasa çıkarmamasının pozitif ödev yükümlülüğüne aykırı davranış olarak suç kabul edilebileceği de unutulmamalıdır. Yetkililer bu konuda net ve tutarlı bir tutum izlemelidir.

Aşı karşıtlığı yaparak toplumdaki bağışıklık oranlarının düşmesine, salgınların ortaya çıkmasına neden olanlar konusunda tutarlı bir kamusal sorumlulukla yasal yoldan mücadele edilmesi; bilimsel verilere dayanmayan, gerçeği yansıtmayan bilgilerin yaygınlaşmasının önlenmesi de çok önemli ve gereklidir.

Aşı uygulamasını yürüten hekimlere de büyük sorumluluk düşmektedir. Aşı uygulaması yapan hekimlerin, aşıları kaygı ve kuşkuyla karşılayan kişilere ve onların dinsel inançlarına saygılı bir biçimde yaklaşmaları önemlidir. Hekimler aşı konusundaki tereddüdün, buna yol açan etmenlerin, bu alanda sık kullanılan tartışmaların farkında olmalıdır. Aşı reddi ve aşı karşıtlığı ile mücadelede bilimsel verilere dayanan ve karşıdaki kişiyi anlamaya ve ikna etmeye çalışan; ötekileştirici, yargılayıcı olmayan bir yaklaşım izlenmelidir.

Aşı reddi nedeniyle, en çok 1. Basamak sağlık kuruluşlarında çalışan hekim ve hemşire-ebe mağdur olmaktadır. Sağlık Bakanlığının etkin bir tutum almaması, sağlık çalışanları ile anababaları karşı karşıya getirmektedir.

Toplum sağlığını tehdit eden boyuta geldiğini her fırsatta dile getirdiğimiz aşı reddinin önlenmesi konusunda Sağlık Bakanlığını sorumluluklarını yerine getirmeye ve birlikte çalışmaya çağırıyoruz.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
=========================================
Dostlar,

Bu sorunu ciddi bir dert edinerek Sağlık Hukuku yüksek lisans (master) eğitimimizde tez konusu olarak işlediğimiz sitemiz okurlarınca iyi bilinmektedir..

  • Halen sitemizin manşetinde aşağıdaki çağrılarımız – duyurumuz duruyor..
  • SAĞLIK HUKUKU yüksek lisans (master) Tez savunmamızın pp yansıları için tıklayın AHMET_SALTIK_Tez_sunumu_10.08.2018
    Teze dayalı 3 bildirimizin tam metni ve yansıları için  tıklayın
    AŞI REDDİ : ETİK BUNUN NERESİNDE?? tıklayınız..
  • Anayasa Mahkemesi çocuk aşıları hakkında nasıl yanlış bir karar verdi, kamuoyu görmeli
  • AŞI REDDİNİN SAĞLIK HUKUKU BOYUTU” (35 yansı pdf, tıklayınız..)

Dün de sitemizde ABD’de bini aşkın üniversite öğrencisinin KIZAMIK nedeniyle karantinaya alınması haberini işlerken haberin altında yorum ve katkılarımızı koyduk genellikle yaptığımız gibi :

2017’de 23 bin olarak saptanabilen (?!) aşı reddi olayı 2018’de ne düzeyde, Sağlık Bakanlığının açıklaması gerekir. Bakanlık verileriyle 2017’de 0-6 yaşta aşılanma oranı %96 olup önceki yıla göre 2 puan azalmıştır. Yıl içindeki toplam doğum sayısı dikkate alınırsa 2016’da 1 309 771 yenidoğanın %98’i aşılanmış iken 2017’de 1 291 055 canlı doğumda %96 olarak gerçekleşmiştir. %2 puanlık azalma 25 821 aşı reddi anlamına gelir ancak Bakanlık 23 bin olarak açıklamıştır. 0-6 yaş çocukların tümü için değerlendirilecek olursa, yaklaşık 7 milyon çocukta %2 puan azalma, 140 bin çocuğun aşılanmamış olması demektir ki çok daha tehlikeli bir tablodur.

Öyle ya da böyle, Türkiye artık daha çok gecikmeden 16 yaşına dek çocukluk aşılarını zorunlu kılan yasal düzenlemeyi yapmalıdır. Teknik hazırlık TTB tarafından yapılmış ve TBMM’ye yasa önerisi 1 yıl kadar önce sunulmuştur. TBMM Başkanı Sn. Şentop’u göreve çağırıyoruz. Yasa önerisi Sağlık ve Sosyal İşler Komisyonunda öncelikle görüşülmeli ve Genel Kurula sunularak yasalaştırılmalıdır. Bu konu partiler üstü ulusal bir sorun alanıdır..

Lütfen, bir salgın çıkmadan ve yüreklerimiz yanmadan, dünyaya mahçup olmadan..
İtalya, Fransa, Avustralya… pek çok ülke yasal düzenleme yaptı. ABD Başkanı D .Trump önceki gün “AŞI OLUN” çağrısı yaptı. Türkiye’nin zaten bir yığın ağır sorunu varken bir de bu yakıcı sorunla uğraşmayalım.. Ayrıca Türkiye’nin çok ciddi – ağır bir handikapı daha var : 4 milyonu aşkın Suriye ve Irak’lı sığınmacılar. Yıllık30 milyonu aşkın turist potansiyeli, ülkemizdeki 1 milyona varan kaçak nüfus transit ülkesi olmamız… gibi.. Çok yönlü ve ağır bedeller ödemeyelim..

Erdoğan’ı, AKP grubunu ve TBMM’deki öbür partileri ortak girişime çağırıyoruz..

Geç olmadan..

Sevgi ve saygı ile. 28 Nisan 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

MİLLİ MÜCADELENİN 100. YILINDA ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ 30 YAŞINDA

MİLLİ MÜCADELENİN 100. YILINDA ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ 30 YAŞINDA

Prof. Dr. ANIL  ÇEÇEN 
ADD Kurucu Genel Sekreteri
25 Nisan 2019, Ankara

(AS: Yazı çok uzun -14 sayfa- olduğundan, giriş, gelişme sonuçtan birkaç paragraf veriyoruz aşağıda. Bizim kısa katkımız yazının altındadır. Yazının tümü için tıklayınız.)

1- GİRİŞ 

2019   yılı, hem Milli Mücadelenin  yüzüncü yıldönümü hem de bu  doğrultuda Milli Mücadelenin devamı olarak  20. Yüzyılın  sonlarında kurulmuş olan  Atatürkçü Düşünce Derneği’nin de  30. yılını tamamladığı bir aşamadır. I989 yılında resmi işlemleri tamamlanarak çalışmalarına başlayan ADD, kurucu kadronun Atatürk’ten günümüze gelen siyasal birikimini toplumsal alana taşıyarak 21. Yüzyılın Atatürkçülüğüne yönelmiştir. Yirminci yüzyıl geride bırakılırken, yeni bir yüzyılın getirdiği  geleceğe yönelik çalışmalar, ADD genel merkezince başlatılmış ve Edirne’den Ardahan’a, Sinop’tan Hatay’a dek yurdu bir çiçek demeti gibi sarmış olan yüzlerce il ve ilçe şubeleri aracılığı ile ülkenin her köşesine kurucu önderimiz Atatürk’ün uygarlık ışığı taşınmıştır. Her türlü saldırıya karşın bugün hala, Türkiye Cumhuriyeti tabelaları yön göstermeğe devam ediyorsa, burada Atatürkçü Düşünce Derneği’nin  çeyrek yüzyılı geride bırakan yoğun çalışmalarının payı bulunmaktadır .

Atatürk’ün cumhuriyet devletinin çatısı altında bir Atatürkçü derneğe gereksinim bulunmadığı  ve bu nedenle ADD adlı bir örgütün kurulmaması gerektiğini savunanlar, Derneğin kuruluşuna baştan karşı çıkmışlar ama daha sonraki yıllarda yaşanan olumsuz  gelişmeler, yeni bir yüzyıla girerken Atatürk’ten gelen siyasal uygarlık birikiminin örgütlenerek geleceğe dönük kurumlaştırılması girişiminin ne derece haklı olduğunu bir kez daha ortaya koyunca, daha sonraki aşamada dernek kuruluşuna karşı çıkan kesimler de ADD üyesi olmuşlardır. Dünya çağ değiştirirken, Türkiye’de bu duruma koşut bir değişim sürecine ister istemez girmek zorunda kalmıştır. Atatürk adına herkes konuşurken ve her ağızdan birbirinden çok farklı sesler çıkarken,bütün emperyal merkezler ve bunlara bağlı olarak hareket eden çevreler, Atatürkçülük adına her türlü spekülasyona yönelerek kafa karışıklığına  ve siyasal kaos oluşumuna yol açmışlardır. Bu durumda Atatürk Türkiye’sinin ciddi bir gelişme çizgisine oturabilmesi için , Türkiye Cumhuriyetini ortaya koyan siyasal birikimin, devletin ötesine gidilerek toplum içinde de örgütlenmesi ve bir düşünce derneği yapılanması çerçevesinde geleceğe dönük olarak kurumlaştırılması gerekiyordu. Ancak böylesine ciddi bir oluşum, Türkiye’de Atatürk üzerinden geliştirilmek istenen kaosu önleyerek, Cumhuriyet rejiminin kurucu irade doğrultusunda kurumlaşmasını sağlayabilirdi. ADD işte bunu yaparak boşluğu doldurdu .

Atatürk  ve Atatürkçülük adına daha önce kurulan çeşitli dernekler olmuş ama bunlar ciddi çalışma düzenleri oluşturamadıkları ve amatörlükten çıkamadıkları için zaman içinde yitip gitmişlerdir. Her Türk vatandaşında var olan Atatürk sevgisi, Atatürkçülük adına bir şeyler yapma girişimlerini zaman zaman ortaya çıkarmış ama duygusal Atatürkçülük’ten ileri gidemeyen bu tür çabalar amatör çalışmalar olarak geride kalmıştır. Duygusal Atatürkçülük yapan çeşitli dernekler gibi, Atatürk ve cumhuriyet karşıtlığı ile yola çıkan kimi örgütlenmelerde ciddi yapılanmalara yönelemedikleri için zaman içinde toplumsal alandan geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti 100. yılına yaklaşırken, Atatürkçülük alanındaki duygusal girişimler ile birlikte amatör yapılanmalar da geride kalmakta ve Atatürkçü Düşünce Derneği bu alandaki geçmişin bütün birikimini en üst düzeyde bir örgütlenme olarak bugüne ve geleceğe taşımaktadır. Kuruluşundan bu yana çeyrek yüzyılı aşan bir süreyi geride bırakan ADD, 30 yıllık zaman diliminde önemli olaylar ve sorunlarla karşı karşıya kalmış ama bütün bu zorlukları cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ten aldığı güçle aşarak bugünlere gelme başarısını göstermiştir.
****
……………
……………….
…………..
*****

ADD’nin 30. yıldönümünde Atatürkçülerin günümüz koşullarının gerekli kıldığı Atatürkçü etkinliklerinin daha çok öne çıkması için üzerinde durmaları gereken konular şu şekilde
ele alınmalıdır.

1-Atatürkçülüğün çeşitli siyasal senaryolara alet olmasının önlenebilmesi için Atatürk Yüksek Kurumu ile birlikte Atatürkçü Düşünce Derneği ilgili uzmanları bir araya getirerek, Atatürkçülüğün bugünkü anlamını belirlemek üzere üst düzeyde bir bilimsel çalışma yaptırılmalıdır.

2-Türk halkının Atatürk’ten uzaklaşmasına yol açan her türlü darbe ve müdahale gibi girişimlere hem Atatürk adının karıştırılmaması hem de Türk Silahlı Kuvvetleri ile birlikte Atatürkçülerin de alet edilmemesi için, bu tür olumsuz gelişmeleri önlemek üzere bütün Atatürkçüler gereken çalışmaları yaparak önlem almalıdırlar, Darbe ve müdahale kararlarının batılı ülkelerin merkezi bölgedeki çıkarları için batılı merkezlerde alındığı artık herkes tarafından bilinmektedir.

3 -Türkiye’nin ulusal birikimini temsil eden Atatürkçülüğün, gene batılı emperyal merkezlerde geliştirilmeye çalışılan Neo-Kemalizm ve Post-Kemalizm projelerine alet edilmesini önleyecek bilimsel çalışmaların, Atatürk Yüksek Kurumu ile birlikte Türkiye’deki üniversitelerde yapılması bir an önce tamamlanmalıdır, Atatürkçülüğün düşünce sistemi olan Kemalizm’i ortadan kaldırmak isteyen emperyalist merkezler, ya Neo-Kemalizm adı altında Atatürkçülüğe ters düşen ve tamamen karşıt bazı yaklaşımları geliştirmekteler ya da Post –Kemalizm diye yeni bir yaklaşımı Post-modernizm anlayışı çizgisinde kamu oyuna benimseterek kafaları karıştırmaya çalışmaktadırlar. Atatürkçüler bu durumu yakından izleyerek, Kemalizmin neo’suna da post’una da karşı çıkarak gerçek anlamdaki Kemalizm’i bugünün gerçekleri doğrultusunda güncellemelidirler.

4- Atatürk ve Türkiye cumhuriyeti ile ilgili olarak eskiden yayınlanmış kitap, makale ve araştırmaların bugünün koşullarında yeniden yayınlanması sağlanarak bu bilimsel birikimin günümüzün genç kuşaklarının eline geçmesi sağlanmalıdır. Ayrıca bu doğrultuda hem Atatürk Yüksek Kurumu hem ADD genç araştırmacılara burs sağlayarak Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk’ün devlet modeli üzerine yeni bilimsel çalışma ve araştırmaların ve tezlerin yapılmasını ve yayınlanmasını sağlamalıdırlar. O zaman batının ileri ülkeleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimliği ile daha sıkı bir bilimsel yarışmaya girme şansını Türk devleti elde edebilir.

5- Küresel büyük şirketlerin tekelcilik üzerinden dünya ekonomisini ele geçirme girişimlerine karşılık uluslararası alanda bütün devletlerin eşit koşullarda katılacağı yeni düzenlemelerin öne çıkabilmesi için Asya ve Afrika ülkeleri ile yakın ilişkilere girilmesi ve bu çizgide mazlum uluslar dayanışmasının geliştirilerek, yeni bölgesel işbirliği düzenlerinin süper kapitalizmi devre dışı bırakacak biçimde yapılması bir an önce gerçekleştirilmelidir. Sermaye tekellerine karşı dayanışmacı ve işbirlikçi bir yeni ekonomik düzen, dünya ülkelerinin katılımı ile acil bir biçimde örgütlenmelidir.

6-Küresel şirketlerin saldırıları ve terörü finanse etmeleriyle birlikte dünya haritasında yer alan bütün ulus devletlerin geleceği tehdit altına girmektedir. İmparatorluklardan ulus devlet çıkaranlar, bugünkü aşamada ulus devletlerden eyalet devletleri çıkarmaya öncelik vererek geleceğin şehir devletlerinin öncülüğünü yapmaktadırlar. 20 imparatorluktan 200 ulus devlet çıkartanlar, şimdi de 200 ulus devletten 2000 eyalet devlet çıkartabilmek için uğraşmaktadırlar. Böylece geleceğin 5000 şehir devletinin ortaya çıkartılabileceği bir yeni dünya düzenine, ulus devletleri eyaletler üzerinden parçalayarak ulaşmaya çalışmaktadırlar. Bu nedenle, bugünün Atatürkçülerinin emperyalist amaçlı eyaletçiliğe karşı çıkarak, var olan ulus devletleri desteklemeleri ülke ve bölge güvenlikleri açısından zorunlu görünmektedir. Atatürkçülerin önde gelen görevlerinden birisi Atatürk’ün devlet modeline dayanan Türkiye Cumhuriyeti ulus devletini hem korumak hem de savunmaktır.

7-Atatürkçüler her türlü ikinci cumhuriyetçi akımlardan ve girişimlerden uzak durarak bunlara planlı ve bilinçli bir biçimde ulusal bir karşı çıkışı örgütlemelidirler. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra son sosyalist devleti de yıktık diyerek Atatürk devleti karşıtlığını örgütleyenlerin, emperyalist güçlerin satın alınmış ajanları olduğu, yabancı gizli servisler ile ortak çalıştıkları, cemaat ve tarikat görünümünde istihbaratçılık ile yabancılar için operasyonlara kalkıştıkları artık belli olmuştur.

8-Millete doğru yeni bir açılım gerçekleştirilerek Millet Atatürkçülüğü geliştirilmelidir. Atatürk devletin ve kamu kuruluşlarının tekelinden kurtarılmalı ve halk kitleleri üzerinden millete daha yakın bir konuma getirilmelidir. Bu doğrultuda Atatürkçü Düşünce Derneği öncülük yaparak şubeleri aracılığı ile halkın içinde daha katılımcı çalışmalara yönelmeli ve özel hazırlanmış programlar aracılığı ile devlet ve millet kaynaşmasına giden yol açılmalıdır. Atatürk’ün salt devletin kurucusu olmadığı aynı zamanda milletin kurtarıcısı olduğu ve emperyalizme karşı direnen Türklerin atası olduğunun her zaman için halk kitlelerine anlatılmasında Atatürkçüler
önde gelen misyonlar üstlenmelidir.

9- Türkiye’nin geleceği için yeni başlatılacak bir cumhuriyetçi hareket için Atatürkçüler hazır olmalıdırlar. Küresel emperyalizmin demokrasi kavramını yozlaştırarak demokrasi görünümünde cumhuriyet devletlerini tasfiyeye yönelmesi dikkate alınarak işe başlamalı ve ulus devletleri dağıtan demokratikleşme programlarına karşı, merkezi devlet gücünü artıran yeni cumhuriyet programları hazırlanarak devreye sokulmalıdır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar kalacağı ya da sonsuza dek yaşayacağı yeni yapılanmaların önü daha rahat bir biçimde açılabilecektir. Bugün Cumhuriyetçi güçlerin yıldırılamadığını Atatürkçüler bütün dünyaya göstermek zorundadırlar.

10- Bugünün koşullarında Atatürkçü dış politikaya bir an önce dönülmesi sağlanmalıdır. Atatürk’ün Rusya ile dostluk, İran ile ortaklık ama emperyalist ülkeler ile mesafeli ilişkiler gibi üç ana temele dayanan ulusal dış politikasının devreye girmesiyle birlikte, bugünkü dünya konjonktürünün kilitlendiği Orta Doğu’daki düğümün çözülmesinde, Atatürkçü dış politika geçen yüzyılın başlarında olduğu gibi alternatif bir dış politika ile sorunlara çözüm ve bölgeye de barış getirebilecektir. Türkiye yeni bir Birleşmiş Milletler hareketi başlatarak bu teşkilata üye olan bütün devletleri, dünya barışı ve geleceğin eşitlikçi dünya düzeni için bir araya getirerek emperyal devletlerin savaş maceralarına karşı çıkan bir insanlık seddinin uluslararası alanda bir an önce oluşturulmasına öncülük etmelidir. Ayrıca emperyal güçlerin merkezi alana yönelik enerji saldırılarına karşı bölge ülkelerinin bir araya gelmesiyle bir bölgesel güvenlik örgütlenmesi, tıpkı Avrupa Birliğinde olduğu gibi Orta Doğu alanında da gerçekleştirilmesi düşünülebilmelidir.

Milli Mücadelenin 100. yıldönümünde ulusal kurtuluşumuzu yeniden anımsarken, bugün Türkiye’nin içine sürüklendiği çıkmazdan kurtulabilmesi için 2. bir Milli Mücadele girişimine gerek bulunmaktadır. Birinci ulusal kurtuluş savaşı silahlar ile yapılmıştı. Bugünün gelişmiş teknolojileri-nin yarattığı silahların kullanılması çok büyük insan kaybına yol açacağı için, yeni dönemin Milli Mücadelesi topla silahla değil ama kalemle, akıl ile ve düşünce ile olacaktır. Savaş senaryoları peşinde koşan emperyal güçlere karşı silahla değil ama direnme ile karşı çıkacak bir insanlık birikiminin sonuç alabilmesi için her yolun denenmesi gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önder Atatürk’ün dile getirdiği gibi, eğer bir yaşam zorunluluğu yoksa savaş cinayet demektir. Kişisel çıkarları için bütün insanlığı bir dünya savaşına sürükleyen para babalarının hırslarına alet olunmasının önlenmesi doğrultusunda barış, dayanışma ve işbirliğine öncelik verecek girişimlere bu gün geçmişten daha çok gereksinme olduğu görülmektedir.

Birinci Milli Mücadelenin birikimi ile örgütlenerek ortaya çıkmış olan Atatürkçü Düşünce Derneği’nin, 2. Milli Mücadele aşamasında geçmişin birikimi ile ön plana çıkarak, insanlığın bir 3. Dünya Savaşı belasından kurtulmasında ülkenin ulusal ve cumhuriyetçi potansiyelini harekete geçirilmesinde ulusal çıkarlar açısından kamu yararı olduğu açıktır. Bu nedenle

  • Atatürkçüler Türk ulusu ile kaynaşarak ulusal direniş ve mücadelenin öncüsü olmalıdırlar.

==================================================
Değerli hocamız Sn. Prof. Dr. Anıl Çeçen, Mayıs 1989’dan bu yana ADD’nin içindedir. Gelişmelere 1. elden tanıktır. Biz de 1996’da Edirne’de ADD Şube Başkanlığı görevini üstlenmiş, birkaç kez Genel Yönetim Kurulu Üyeliği, Yüksek Disiplin Kurulu Üyeliği, Marmara Bölge Sorumluluğu, Genel Başkan Başdanışmanlığı, Bilim-Danışma Kurulu Yazmanlığı ve Genel Başkan Yardımcılığı- Genel Başkan Vekilliği (2004-2006) görevlerini onur ve sorumlulukla yürüttük. Sn. Çeçen ile aynı Genel Yönetim Kurulunda çalıştık. Pek çok ADD etkinliğinde birlikte olduk.

ADD’ye daha çooook görevler düşmekte…

Sevgi ve saygı ile. 28 Nisan 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
ADD Genel Başkan Yardımcısı (2004-2006)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

 

İznik Sarı Saltuk Türbesi’ne çirkin saldırı!

600 yıllık türbede şaşkına çeviren görüntü!

(AS: Bizim sorularımız ve dileğimiz yazının altındadır..)
Bursa’nın İznik ilçesindeki 600 yıllık tarihi olduğu belirtilen Sarı Saltuk Türbesi‘ne ziyarete gelen vatandaşlar, defineciler tarafından yapılan kaçak kazıda açılan 1 metrelik çukuru görünce büyük şaşkınlık yaşadı.

[Haber görseli]

Bursa’nın İznik ilçesinde bulunan 600 yıllık tarihi Sarı Saltuk Türbesi‘ne dün akşam saatlerinde gelen kimliği belirsiz kişiler, kaçak kazı yaptı. Beton zemini kırarak, 1 m derinliğinde çukur kazan kişiler, kaçtı. Sesleri duyan vatandaşların ihbarı üzerine türbeye gelen polis ekipleri, kaçan kişilerin peşine düşerken, Müze Müdürlüğünden gelen sanat tarihçisi ve arkeologlardan oluşan ekip, kazı bölgesinde inceleme yaptı.

SARI SALTUK

Sarı Saltuk, Anadolu’dan Balkanlara kadar uzanan zaferler sırasında başarıları görülen ve çeşitli rivayetlere konu olmuş bir Türk kahramanıdır.

O’nun hakkında çeşitli kaynaklar bulunmakla birlikte en önemli kaynak, kendi adını alan Saltukname’dir.

Saltukname, Osmanlı Şehzadesi Cem Sultan tarafından Ebu’l Hayr-ı Rumi‘ye yazdırılır.

Saltukname’ye göre Sarı Saltuk 99 yaşında yaşamını yitirir.
O’nu kılıçla öldüremeyen düşmanları önce zehirlerler daha sonra da hançerleyerek şehit ederler.

Kahraman ve evliya kişiliği ile bilinen Sarı Saltuk, birçok gayrimüslimin Müslüman olmasını vesile olur.

Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de Sarı Saltuk’a yer verilmiştir.

Sarı Saltuk, rivayete göre, Sultan Bayezıd’ın rü­yasına girer, kendisinden şanına layık bir türbe yaptırmasını ister. İstediği bu türbe yapılır.

===================================
Dostlar,

  • Sarı Saltuk bizim atamızdır, ceddimizdir.

  • O’nun soyundan geliyoruz.

  • Olaya çok üzüldük.. yapanları şiddetle kınıyoruz!

Gerekli yasal işlemlerin özenle yürütülmesini ve eylemi yapanların hızla yakalanmasını diliyoruz.

Çalınan “birşeyler” varsa mutlaka bulunmasını ve yerine konarak korunmaya alınmasını diliyoruz.

Türbe’nin uzmanlarca incelenmesini ve mevtaya bir zarar verilip verilmediğinin ortaya konmasını diliyoruz.

Kamunun, tarihimiz bakımından büyük önem taşıyan bu tür yerlerin korunmasını gereği gibi titizlikle yerine getirmesini diliyoruz.

Bursa valiliğinin kamuoyuna açıklama yapmasını rica ediyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 27 Nisan 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

 

 

MÜLKİYE’de BİR TIBBİYELİNİN ARDINDAN TIBBİYELİ BİR MÜLKİYELİNİN DİZELERİDİR…

MÜLKİYE’de BİR TIBBİYELİNİN ARDINDAN TIBBİYELİ BİR MÜLKİYELİNİN DİZELERİDİR…


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Mülkiyeliler Birliği Üyesi, www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

Sevgili dostumuz Prof. Dr. Gürhan Fişek‘i yitireli 2 yıl oldu. 30 Mart 2019 günü Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezinde anması vardı. Ne yazık ki, çooook istediğimiz ve planladığımız halde katılamamanın üzüntüsü içindeyiz. O’nu sonsuzluğa uğurladığımızın 1. yılında yazdığımız aşağıdaki yazıyı da yayınlama olanağı bulamamıştık.

Daha çok gecikmeden bir vefa borcu olarak paylaşmak istiyoruz. Yazımız 11 sayfa. Bu nedenle girişi, ortalardan bir paragrafı ve bağlayan dizelerimizi 3 paragraf olarak aşağıda veriyoruz. Tüm metne pdf olarak erişmek için lütfen tıklayınız (0,25 MB)

MULKIYE’de_BIR_TIBBIYELININ_ARDINDAN_TIBBIYELI_BIR_MULKIYELININ_DIZELERIDIR

Sevgi ve saygı ile. 10 Nisan 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

===========================================

Giriş : 1970’li yıllar

1971’de Hacettepe’de Tıp Eğitimine başladığımızda, Toplum Hekimliği Bölümü Başkanı Prof. Dr. H. Nusret Fişek’i tanıma şansımız oldu. Daha ilk yılda 96 saat gibi oldukça uzun bir süre Toplum Hekimliği (sonra Halk Sağlığı) dersleri almıştık. Bu derslere doğrudan Nusret Hocamız da giriyordu. Örn. Sosyal Tıp.. bu derslerinden beynimize mıh gibi çakılan sözleri oldu. Hastalık ile Yoksulluk arasında önemli bağlar olduğunu, hatta bu ilişkilerin neden – sonuç ilişkisi düzeyinde olduğunu vurguluyordu Nusret Hoca. Yoksulların daha çok hastalandığının, hastalandıklarında daha da yoksullaştıklarının altını çiziyordu. Hastalık – Yoksulluk ilişkisinin cehennemi bir kısır döngü yarattığını… yüreklerimize dokunarak, örneklerle aktarıyordu. Bu bağlamda eklediği 2 önemli gerçek daha vardı:
…………
…………
*****
Hep aykırı oldum, … hep… hep… yıkılmadım!

Gürhan kendisine hep şu soruyu sormuştur :

  • Bir avuç için mi sağlık, herkes için mi sağlık?

Yanıtını da kestirmeden, yalın ve etkili olarak gene kendisi vermiştir :

  • Seçiminiz “Bir avuç için sağlık olacaksa o zaman para işin içine giriyor..

Dolayısıyla Gürhan hoca seçimini 2. den yana yaptı : HERKES İÇİN SAĞLIK[1]

Babasından da, ağabeyinden de böyle öğrenmişti. Yukarıda da vurguladığımız üzere HÜTF’de Toplum Hekimliği rüzgârları etkin ve güçlü eserken, İstanbul Tıp’tan sınıf arkadaşı ikili, Fişek – Doğramacı hocalar arasına henüz anlaşıl(a)mayan (?!) soğukluklar girmeden önce, HÜTF 3 ana Bölüm’den oluşuyordu : Temel Tıp Bilimleri, Klinik Tıp Bilimleri ve Toplum Hekimliği Bölümü.[2]
1982 sonrası 12 Eylül rejiminde Doğramacı YÖK Başkanı yapılınca “mevsim değişmiş, sonbahar olmuştu” ve HÜTF’de Toplum Hekimliği Bölümü’nün 15 yılı, 1982’de tamamlanmıştı; bu bir Milat idi ve Gürhan başka zeminlerde savaşımı yeğ tutmuş, böyle davranmak durumunda kalmıştı.

[1] 14 Mayıs 2014 günü, bizim çalıştığımız Ankara Üniv. Tıp Fak. de bir derse kendisini konuk ettiğimizde..
[2] Oysa günümüzde Halk Sağlığı, Tıp Fakültelerinde 40 dolayında Anabilim Dalından biri…
*******

Bağlamak gerekirse…

Hastalığının ilerlediği yıllarda bile, O’nu tekerlekli sandalyede (babası gibi![1]) Nusret Fişek’in
ölüm yıldönümlerinde 3 Kasım anmalarında Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde görüyorduk. Hiçbir şey belli etmemeye çabalıyor, tüm vakarıyla çaba gösteriyordu. SBF’deki görevinden, yaş haddini doldurmadan, sağlık engeli nedeniyle erken emekli olmuştu.

14 Ocak 2017’de O’nu sonsuzluğa uğurladık.. Anababası ve ağabeyinin ardından…
Sevgili eşi Oya, oğlu Doruk ve biz dostları, bıraktığı yerden savaşımını ve eylemini sürdüreceğiz.

Özellikle Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi – Enstitüsü – Vakfının yaşaması, yaşatılması ve üretimini – hizmetlerini sürdürmesi gerek.. ÇALIŞMA ORTAMI adlı bilimsel – hakemli derginin de yayın yaşamına devam etmesi gerek.

  • Emekten yana konum alma ve Büyük Atatürk’ten nöbet devri Anadolu Aydınlanması – Rönesansı’nın sürdürülmesi için boynumuzun borcu bu edimler..

Hatıran, cömert, özverili ve nitelikli emeğin ve benzersiz üretimlerinin – eserlerinin önünde
saygı ve şükran ile eğiliyorum kardeşim Gürhan..

Beni Tıbbiyeli – Mülkiyeli olarak yalnız koyup çoook erken gittin; aşk olsun sana!

[1] Kasım 1988’de 2. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi için Antalya’da idik ve Nusret Hocamız TTB Başkanı – Kongre Başkanı olarak aramızda ama prostat kanseri metastazları nedeniyle tekerlekli sandalyede idi. İstiklal Marşı için sandalyesinde iken ayağa kalkmaya çalışmış, bu kez kolunda kırık oluşmuştu!…