Etiket arşivi: Parlamenter rejim

Piyasalaşan anayasa

 

Anayasa tartışması devam ediyor. Sevgili Aydemir Güler’in geçen Cumartesi yazısınaTürkiye, ben kendimi bildim bileli Anayasa tartışır.” tümcesiyle başlaması abartı değil. Ancak kendisinin de vurguladığı gibi bu tartışmanın gerçekçi olanı ve olmayanı var.

Anayasal gelişme ve gerileme tezlerinin yansımalarıyla ya da daha gerçekçi deyişle toplumsal ilişkilerin yansıma biçimleriyle süregelen bir anayasa geçmişimiz var. Sokaklarda “İslam Anayasası” broşürü dağıtılan, İslam anayasasına geçilemeyen ama geçilmiş gibi yaşanılan bir ülkedeyiz.

  • Anayasanın özü, bireysel ve toplumsal olarak insan olmalı.  

Özünde ilerlemeci, aydınlanmacı, eşitleştirilmiş insanlığın insanı olan anayasa gelişmenin yansıması; karanlığın, gericiliğin ve sömürünün insanı olan anayasa gerilemenin yansıması.

Anayasal gerileme tezlerinin özelliği “yapı”yı, “ilişkiler”i, “eşitsizliği”, “hakları” gizleyip biçimle uğraşmaları. Biçim ağırlığı organlarıyla, görev ve yetkileriyle devlete verildiğinde, akan suları durdurduklarını sanıyorlar.

Erdoğan’ın 12 Eylül günü Ulucanlar Eski Cezaevinde düzenlenen “Yeni Anayasa Sempozyumu”nda yaptığı açıklamalar, “yeni, sivil, demokratik, özgürlükçü, kuşatıcı” sözcükleriyle “ideal anayasa metni” çağrıları “düzen aynı kalacak ama anayasa yenilenecek” demekten öte bir şey söylemiyor, söyleyemez de… AKP ve ortakları iktidarının “demokratik, özgürlükçü ve kuşatıcı” derken kimleri, hangi ideoloji ve siyaseti kapsadığı, kavramları nasıl yanılsama içine soktuğu 2002’den bu yana her yönden kanıtlandı.

Sermaye sınıfının ve ortağı gericilerin özgürlüğü, onların siyasetlerinin demokratlığı dışında ne yaşadı Türkiye? İlericilerin, aydınların, sanatçıların, gazetecilerin, çocukların, kadınların ve bütünüyle emekçi halkın hak ve özgürlüklerinin engellenmesi ve sömürülmesi, doğanın talanı dışında ne yaşadı Türkiye?

Her seçimde emekçi halkın genel oy hakkının sömürücüler ve siyasetçileri tarafından çalınmasının dışında ne yaşadı Türkiye?

  • Zamlar ve pahalılık, yağma ve soygun, doğa ve kadın katliamı, işçi cinayetleri,
    sınırsız sömürü
    dışında ne yaşadı Türkiye?

1921 Anayasasından 1982 Anayasası ve değişikliklerine dek ne tartışmalar ve değişiklikler yapıldı ne hükümet değişiklikleri uygulamaya sokuldu… “Meclis hükümeti”nden “parlamenter rejim”e geçen Türkiye oradan da “başkanlı rejim”e geçti. “Dini İslam”dan “laik hukuk”a geçen devlet, Anayasaya karşın dinsele teslim edildi. Arada anayasal gelişme tezleri de yaşama sokulduysa da, anayasaların ekonomi politiği olan sömürü değişmedi, derinleşti.

Bugün hep vurguladığımız gibi, “anayasalı anayasasızlaştırma” dönemindeyiz ve Erdoğan’ın “yeni, ideal anayasası”nın özü bu… Yanılsamalarla, dinsellikle oyalayarak ve uyuşturarak kolay yönetim, kolay sömürü. Bu düzene engel olmayan hukuka evet, olana hayır.

Zaten kapalı olması gereken ama her alanda yaygınlaşarak büyüyen
tarikat ve cemaatler kaldırılmadan yeni anayasa yapılamaz.

Laiklik siyasette, devlette, hukukta, her alanda ödünsüz ve eksiksiz uygulanmadan yeni anayasa yapılamaz.

Özelleştirmeler yasaklanmadan, özelleştirilen, kamusal hizmetleri yürüten, toplumsal üretim araçlarını elinde tutan özel mülk ve işletmeler devletin elinde kamucu yapılmadan yeni anayasa yapılamaz.

Kapitalizme ve emperyalizme, onların NATO, IMF, DB gibi örgütlerine bağımlılıktan kurtulmadan yeni anayasa yapılamaz.

Evet bunlar iktidar konusu ve sorunu.

Sömürücü düzenin adları farklı, özleri aynı siyasal partilerinin anayasalarının, içinde ara sıra gerçekçi gelişme tezleri taşısa da, sömürücü düzenin ilişkilerini yansıttığı unutulmamalı. O gerçekçi tezlerin anayasanın metni içine –1924 Anayasasındaki laiklik ve toprak reformu, 1961 Anayasasındaki hak ve özgürlükler, 1982 Anayasasındaki katı hak ve özgürlük sınırlamalarının esnetilmesi gibi- yerleştirilmiş olmasının sömürü ilişkilerine dokunmadıkça yaşatıldığı, dokunduğu an askıya alındığı ya da değiştirildiği unutulmamalı.

Siyasal iktidarların hukuksal belgeleri ve örgütlenmeleri sermaye iktidarından ve toplumsal yapılanmadan ayrı olmaz.

Ve evet iktidar konusu ve sorununu çözecek olan da sınıfsız ve sömürüsüz toplumun halk iktidarı.

Türkiye’yi kapitalist/emperyalist ilişkilerin içine çekerek demokratlaştırdığını iddia edenler, ılımlı İslamın içine çekerek uyumlulaştıranlar iktidarda ve düzen içi siyaset de aynı düzenin kuyruğunda. Erdoğan’ın “yeni anayasayı gelin birlikte yapalım” çağrısı liberalizm bulamaçlı düzene.

Bu çağrıda ve olası uzlaşmada “anayasanın kurucu unsuru ne olacak” sorusunun yanıtı yok.

Anayasanın kurucu unsuru dinsellik mi olacak laiklik mi, piyasa mı olacak emek mi?

Erdoğan’ın “MHP ve AKP dışında yeni bir anayasa metni hazırlayan teşekkül çıkmadı” demesi, TBB’den DİSK’e, TÜSİAD’den kimi derneklere ve düzen içi siyasal partilere dek yapılan çalışmaları görmezlikten gelmesinden öte “ne yapılacaksa biz yaparız”ı işaret ediyor. Erdoğan hep yaptığı gibi meydan okuyor. “Yurtsever Hukukçular”dan Avukat Mert Doğan’ın anımsattığı gibi Erdoğan’ın yeni anayasa açıklaması 2010 Anayasa değişiklikleri öncesi açıklamalarıyla koşut. Aynı nakarat.

Kargadan başka kuş tanımam örneği düzen içinde yapılan anayasa çalışmaları tanınmazken “Toplumcu Anayasa” çalışmalarının yanına bile yaklaşılmıyor. Cumhuriyet ve Sosyalizm için örgütlenme ve savaşım güçlendikçe Toplumcu Anayasanın yaşama geçeceği düzen yakınlaşacak, düzenin yanılsama balonları sönecek.

Kuzey (Ankara) güney ekseni: Meclis mi, kişi mi?

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu
Siyaset 20.07.2023, BİRGÜN

10 Temmuz sabahı İstanbul’da  ‘İsveç’in NATO üyeliğine hayır’ sözü, akşam Vilnius NATO zirvesinde, ‘evet’e döndü; ama “nihai karar TBMM’de” kaydı da eklenerek. Oysa “Parlamenter sistem tartışmaları bir daha açılmamak üzere kapanmıştır” sözü belleklerde.

AKP Genel Başkanı ve CB Erdoğan’ın gün içindeki ‘hayır’-‘evet’ çelişkisi ve AB kartını kullanması karşısında Avrupalılar, “görüş değiştirme yeteneği yüksek kişi”, “pazarlıkçı” ve “ucuz şantaj denemesi”  vb. nitelemeler yaptı.

Türkiye’de insan hakları ihlallerine ilişkin soruları ise, ‘bu konularda sorun yok’ şeklinde yanıtlandı.

MANEVİ RÜZGÂR!

Doğru, Anayasa düzleminde  basın ve ifade özgürlüğü güvenceleri de var. Ama sorunun kaynağı, “2017 kurgusunun anayasasızlaştırma sürecine ivme kazandırması eşliğinde  yargının siyasallaşması.

Aslında yasama-yürütme karşılıklı denge ve denetim düzeneği kaldırılmasa, yargı bağımsız karar verebilse, anayasal hak ve özgürlükler saygı görecek; ülke, “siyasal ve düşünsel suçlular” hapishanesine dönüşmeyecekti.

2017 kurgusu sonucu parti genel başkanı da olan CB, kendi iradesi dışında TBMM’nin karar alamayacağını da biliyor.

Oysa özerk TBMM, uluslararası ilişkilerde ulusal çıkarları savunmada hükümetin ve yöneticilerin elini güçlendirir.

Bu nedenle, “Meclis karar verir” sözü, “parlamenter sistem” tartışmasını kapatmak bir yana, açmakla gerçekçi olur; üstelik, Anayasa değişikliği gündeminin sıcak tutulduğu bir ortamda.

Parlamenter rejimde, başbakan, Hükümeti temsilen açıklama yapacaktı ve akşama kadar değişmeyecekti, Meclis’e yaptığı yollama da inandırıcı gelecekti.

Talimat ile yasa yapan Cumhur İttifakı, hayır oyu bir yana, CB tezkeresini müzakere bile edemez

Şu halde kurumlara ve kurallara dönüş, Türkiye’nin uluslararası toplum önündeki saygınlığı bakımından da yaşamsal. Uluslararası ilişkilerde sürekli savrulmalar, parlamenter rejim gereksinimini her gün daha çok hissettiriyor.

Kuşkusuz bu okuma, parlamenter rejim yanlısı ‘demokratik muhalefet’çe yapılmalı.

Ne ki, 2023 hezimeti, monokrasi ayracını kapatmak için demokratik itici güç değil, teslimiyet yaratmış görünüyor.

Bu nedenle demokratik anayasa, yurttaşlar ve sivil toplum örgütleri başta gelmek üzere toplum tarafından istenmeli.

“Parlamenter sistem, Meclis demek. Tartışmaya bile karşı çıkan kişinin “Meclis karar verir” sözü, bir çelişki değil mi? Hem TBMM önemsenecek, hem de Temmuz sonu bile beklenmeden Meclis kapatılacak. Neden?

İsveç’in NATO’ya giriş onayını geciktirmek mi yoksa, nasılsa 1 Ekime  kadar Meclis kapalı olacağı için siyasal İslam çalışmalarına ivme kazandırmak için mi?

ÜLKESEL YAĞMA!

Meclis’i işaret ederek göz kırptığı Kuzey’in manevi rüzgarı, 17 Temmuz’da Ankara’yı güneye yönlendirdi, “maddiyat” için: Para karşılığında ulusal varlıklar.

Riad, BAE ve Katar yolunda ise, bu kez “Biz neyi satacağımızı çok iyi biliriz” sözleriyle “ülke pazarlaması itiraf ediliyor.

Güney hattında, içerisi ve dışarısı birbirini tamamlıyor gibi:

İÇERİDE: Menzil TarikatI’na tıpkı Hizmet Cemaati’ne olduğu gibi, “ne istedilerse verilmiş” görünen ve anlaşılan.

DIŞARIYA: İslam dünyasına da çok değerli ulusal varlıklar satılacak!

Hangi ortamda? Kuzey’de işaret edilen Meclis, hemen kapatılarak; Güney’e ise, ülkeyi pazarlamak için “aile boyu saltanat gezisi” düzenlenerek.

  • Baltık Denizinden Basra Körfezi’ne savrulmalar, 14 ve 28 Mayıs seçimlerinin sonucu.

Muhalefetin yapabildiği ise, TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırmak.

Oysa TBMM gündemi, içeride yoksullaştırılan halkı ölesiye soyan vergilerle sınırlı kalmamalı, ulusal değerlerin satışına yönelik eylem ve işlemleri de olmalı.

CHP, Yeşil Sol P, İYİ P. SP ve diğerleri, CB’nin, NATO ile ilgisi bulunmadığı halde AB kartını kullanma girişimi karşısında TBMM’de “demokrasi ve hukuk”, en değerli varlıkları pazarlama karşısında ise, ‘ülkesel değerler’ savunmasını yapabilmeli.

Demokratik parlamenter rejim isteyen partiler, azınlık bilinci ile davranamadıkları sürece, ne ulusal değerleri savunabilir, ne de  uluslararası ilişkilerdeki savrulmaların önüne geçebilir; olsa olsa “tek kişi dümeni”ne girer.

Doğal aday: Kılıçdaroğlu mu, Erdoğan mı?

GÜNCEL15.12.2022, BİRGÜN

-CB seçimini tıkayan madde 96’daki çoğunluk kuralı, TBMM için, “bütün işlerinde üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanır” şeklinde değiştirildi.

-CB’nin halk tarafından seçilmesi (md.101) öngörüldü.

Ne var ki, Anayasa halkoylamasından önce TBMM, Cumhurbaşkanı’nı seçti. 367 krizini yaratan nitelikli çoğunluk kuralı da değiştirildiğinden TBMM, sonraki seçimleri sorunla karşılaşmaksızın yapabilecekti.

Dahası, halkoylaması sürecinde Anayasa’ya CB ile ilgili geçici bir madde eklendi ama, halkın seçmesine ilişkin kuralına dokunulmadı.

Böylece, asıl nedenin 367 krizi değil, siyasal rejim değişikliği yolunu açmak olduğu doğrulandı.

Nitekim, 2014’te seçilen ve Başbakanlık makamından Cumhurbaşkanlığı makamına geçen Sn. Erdoğan, Anayasal rejimi sorgulamaya başladı: “Parlamenter rejim bekleme odasına alınmıştır.

Aynı kişi, 24 Haziran 2018’de 2’nci kez CB seçildi.

Cumhurbaşkanı seçimi, Türkiye kamuoyu gündemini meşgul eden öncelikli bir konu oldu. Nitekim, 2018 seçimlerinden hemen sonra başlayan ve adaylar üzerinde yürütülen tartışma, seçimlere dek sürecek görünüyor.

Bu tartışma da bilgi kirliliği yaratılarak yürütülüyor. Özellikle Cumhur İttifakı çevreleri, Sn. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı üzerinde, yoğun bir karalama kampanyası yürütürken, Sn. Erdoğan “doğal aday”mış izlenimi yaratmaya çalışıyor. Oysa, adaylığı için, kendi deyişi ile “topal ördek” benzetmesi geçerli.

ADAY OLABİLİR…

Görevdeki Cumhurbaşkanı, olağan seçim dönemi başlamadan TBMM 360 oy ile erken seçim kararı alırsa aday olabilir. Çünkü, şu anda CB görevinin 2’nci döneminde.

Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.” (md.116).

Erdoğan’ın ilk dönemini saymayan görüş geçerli değil;

  • Çünkü, “Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.” (md.101/2),
    2007 değişikliğinde kabul edildi. Sonraki değişikliklerde bu maddeye dokunulmadı.

Bu nedenle, kişi ile ilgili bu hüküm, Erdoğan için de geçerli. Buna karşılık, eğer TBMM erken seçim kararı alırsa, aynı kişi 3. kez aday olabilir. (AS: Anayasa m.116/3)

HANGİ AT?

367 mağduriyeti benzeri bir mağduriyet üretilebilir mi? Hayır çünkü, ikisi nitelik olarak birbirinden farklı:

– Nitelikli çoğunluk uygulamasına ilişkin olan 367 sorunu, 2007 Anayasa değişikliği ile aşıldı.

-3’üncü kez adaylık ise, Anayasa tarafından açıkça hükme bağlanmış olup, “kişi eksenli” bir düzenlemeye açık bir biçimde istisna getirilmiştir: TBMM’nin erken seçim kararı.

  • Kısacası, görevdeki CB’nin, zamanında yapılacak veya kendi kararı ile yapılacak bir erken seçimde aday olamayacağı gerçeğini dillendirmek, “mağduriyet malzemesi” oluşturmaz.

Buna karşılık, Anayasa’ya aykırı biçimde aday olursa, evet sonucu elde etmek için devlet organları bütününü seferber ederek, “atı alan Üsküdar’ı geçti” sözünü yinelemeye yönelik her türlü aracı meşru göreceği konusunda kuşku yok.

Atı alan Üsküdar’ı geçti” deyişi aslında, ‘alan’ değil, ‘çalan’ olduğu görüşünü de kaydedelim.

DOĞAL ADAY

Buna karşılık, Millet İttifakı ve 6’lı Masa mimarı olarak Sayın Kılıçdaroğlu, hukuken ve siyasal olarak doğal aday özelliğine sahip. Kuşkusuz Millet Masası bileşenleri de bunun farkında. Ne var ki, siyasal sorumluluk sahibi kişilerin öznel açıklamaları, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) yanlılarına bulunmaz bir fırsat veriyor. Sorumsuzca yapılan açıklamaları, bilgi kirliliği eşliğinde tepe tepe kullanmak, yandaşlar için bulunmaz fırsat.

Haliyle, siyasal iktidarın el değiştirmesine gölge düşürücü her açıklama, Saray’a yarıyor.

Üç yokluk hali ve üçlü birleşme

GÜNCEL10.11.2022 BİRGÜN

Ortak paydaların silinmesi, üç yokluk hali ile sonuçlandı; yokluklar ise, üçlü birleşmeye yol açtı.

Nasıl? Cumhuriyet Anayasalarının parlamenter rejim ortak paydaları kaldırılınca, şu üçlü yok edilmiş oldu: siyasal karar süreci, hesap verebilirlik, denge ve denetim düzenekleri.

Bunun sonucu üçlü birleşme oldu: kişi+parti+devlet.

Bu olguyu görmeden Anayasa tartışmak, tam bir ikiyüzlülükle bilgi kirliliği yaratarak gündemi örtmekten başka bir işe yaramaz.

Haliyle, “darbe anayasası” nitelemesi de hayli geride kaldı. Nedeni şu: 1982 Anayasası, güvenceli olmayan özgürlük anlayışı ve sınırlı olmayan iktidar anlayışı ile eleştiriliyordu. Ya 40’ıncı yılında? Değişiklikler ışığında kısa bir gözlem:

İlk 20 yılında bu denge büyük ölçüde sağlandı: Güvenceli özgürlükler ve sınırlı iktidar.

İkinci 20 yılında ise, siyasal iktidarı sınırlayıcı denge ve denetim düzenekleri kaldırıldığı için, özgürlükler de kâğıt üstünde kaldı.

Nasıl oldu? 2017 Anayasa kurgusuCumhuriyet anayasalarının parlamenter rejime ilişkin şu üçlü ortak paydasını sildi:

Hükûmetin genel siyaseti Bakanlar Kurulu’nca belirlenir.

Bakanlar, bireysel ve toplu olarak TBMM’ye karşı sorumludur.

Devleti temsil eden Cumhurbaşkanı ve hükûmet birbirinden ayrıdır.

ÜÇ YOKLUK HALİ

OHAL ortam ve koşullarında, istismarcı değişiklik ile, yüz yılı aşkın zaman diliminde oluşan anayasal kurumlar ve kuralların tasfiyesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin “demokratik hukuk devleti” niteliğini zedeleyen üç yokluk hali ile sonuçlandı:

Kurul halinde (ortak/kolektif) siyasal karar süreci,

Siyasal sorumluluk ve hesap verebilir yönetim,

Denge ve denetim düzenekleri.

ÜÇLÜ BİRLEŞME

Bu üç yokluk hali sonucu yürütme ve devlet yönetiminin anayasal olarak tek kişide toplanması, aynı kişinin Anayasa’nın bağlayıcı kuralları ile bağdaşmadığı halde parti genel başkanı olması, devleti ve yürütmeyi parti hâkimiyeti altına aldı. İktidarı kişiselleştirme ve devleti partileştirme, kişi-parti-devlet birleşmesi sürecini başlattı.

Bu üçlü birleşmenin tipik göstergesi, TBMM’de yapılan haftalık AKP grup toplantıları. Parti toplantıları Cumhurbaşkanı yardımcısı, bakanlar ve atanmış birçok kişinin katılımı ile gerçekleşmekte.

Parti Başkanı’nı ayakta alkışlayan bakanların görüntüsü, devlet yönetiminde, hukuk ve liyakat yerine, ‘siyaset, partizanlık ve dalkavukluk’ üçlüsünün öne çıktığını göstermekte. Aynı bakanlar, bakanlıkları ile ilgili yasama sürecine katılma gereği bile duymuyor.

  • Anayasa dışı birleşme ile,
    Türkiye Cumhuriyeti kamu tüzel kişiliği ile AKP özel tüzel kişiliği iç içe geçti.

YÜRÜTMESİZ BÜTÇE

Parti toplantıları için TBMM’ye gelen Cumhurbaşkanı, bütçe için Anayasa’nın emredici hükümlerine karşın yılda iki kez bile Meclis’e gelme gereği duymuyor.

Gerçi AKP’li ve MHP’li vekillerin bakanlık bütçelerini firesiz savunmaları yürütme görüntüsü verse de, ‘bütçe’de yürütmenin bulunduğu anlamına gelmez; tam tersine, yasama üyelerinin 2017’de bakanlıklar yürütme dışına çıkarıldığına göre, milletvekillerinin bütçe görüşmelerinde bakanlarla yarışı, kendilerini idari birimlere indirgemek suretiyle parti+idare+devlet birleşmesi görüntüsü ortaya çıkarıyor.

HDP VE ADALET BAKANI

CHP’nin başörtüsü önerisini AKP’nin fırsata çevirmesiyle, bakan olarak atandıktan sonra milletvekilliği düşen ve Anayasa konusunda herhangi bir girişim yetkisi bulunmayan B. Bozdağ, Anayasa çalışmasını başlatmakla yetinmedi; TBMM’de grubu bulunan partileri ziyaret eden AKP heyetinin başında yer aldı.

Medya ve politikacılar bir haftadır HDP ile görüşmeyi konuşadursun, yetkisiz bir kişinin Anayasa turlarına öncülük etmesini fark etmedi bile.

YOL HARİTASI ANLAMI

Son gelişmelerin şimdilik tek yararı, “HDP sendromu” üzerine AKP ve MHP ikilisinin ikiyüzlülüğünü bir kez daha teşhir etmiş olması. Ama bu aynı zamanda, HDP gölgesi üzerinden demokratik hukuk devleti savunucularını hedef alan Millet Masası içindeki bazı siyasiler için de bir uyarı oldu. Bütün bunlar, demokratik hukuk devleti yol haritası üzerine neden daha saydam ve tutarlı olunması gerektiği konusunda ders verici olmalı.

‘Ölçemediğini ilerletemezsin!’

27’nci Yasama döneminde, muhalefet vekillerince hazırlanan yasa önerilerinin hiçbiri TBMM Komisyonlarında görüşülmedi. Yalnızca AKP veya AKP-MHP koalisyonu önerileri yasalaştı: Toplam 3285 maddeden oluşan 273 yasa. Bunların 160’ı uluslararası anlaşma onayı, Yasaların 69’u torba ve 44’ü tek konu şeklinde. Torba veya tek konu yasaları, üç yoklukla sakat.

ÜÇ YOKLUK HALİ

-Yasa / yasama etki analizi,
-Anayasa’ya uygunluk incelemesi,
-Çevre konularında çevresel etki değerlendirmesi (ÇED).

-Yasa etki analizi, özellikle, torba tarzı yasalar için vazgeçilmez. Etki analizi yokluğu, aynı konuda çıkarılan yasalar arası ilişki zincirini de perdeliyor.

Anayasa’ya uygunluk: İçtüzük yükümlülüğü, AKP-MHP’li vekillerin el işaretine indirgeniyor.

-ÇED: ‘Bu da ne?’ dercesine geçiştiriliyor.

Üç yokluk hali, “normatif ilerleme“ yerine “mevzuat karmaşası“ yaratıyor. Bu durum, 27’nci Yasama döneminin ilk düzenlemesi 7145 sayılı Yasa ile sonuncusu 7417 sayılı yasaya kadar değişmedi.

Sayı var, ama ölçü yok; nicelik önde, nitelik yok. Yasaları ölçemediğimiz için etkili kılamıyoruz…

Onlarcası arasında üç örnek: 2’nci Bütçe, varlık barışı ve sansür.

2’nci BÜTÇE

Anayasa’da öngörülmeyen ek bütçe kanun teklifi, -ilki gibi- Cumhurbaşkanı (CB) imzası ile yapıldı (20.6.22). Ne var ki, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda bütçe sunuşunu, CB yardımcısı yerine bu kez, Hazine ve Maliye Bakanı yaptı; Genel Kurul‘da da yürütmeyi temsil etti. Oysa, 2017 kurgusuna göre Bakan, Yürütme içinde yer almadığı için, bütçe sunuşu yapamaz; tek kişi ile özdeşleşen yürütmeyi temsil edemez.

VARLIK BARIŞI

7417 sayılı yasaya Genel Kurul’da yapılan ekleme (md. 50) ile “ kaynağı belli olmayan yurtdışındaki varlıkların ülkeye getirilmesini teşvik“ düzenlemesi (7256 sy. lı Kanun, 17.11.20), 31 Mart 2023’e dek uzatıldı.

-7256 sayılı Yasa uygulaması üzerine verdiğim iki soru önergesi (2.6.21 ve 10.11.21), Hazine ve Maliye Bakanlığı’nca yanıtlanmadı.

-7417 sayılı Yasa, aynı konuda düzenleme yaptığı halde, etki analizi bir yana, 7256’ya gönderme bile yok.

Öte yandan; “vergi dilimlerini güncellemek“ akla bile gelmedi. Dahası, üniversiteye muhtemelen hiç uğramamış olan öğrenci affedildi; ama görevini en iyi biçimde yaptığı halde üniversiteden atılan öğretim üyeleri akla bile gelmedi.

SANSÜR

2020 Temmuz sıcağında ve kovid-19 koşullarında 7253 sayılı sosyal medya yasasına, demokratik muhalefetin yönelttiği itiraz ve öneriler reddedildi.

Haziranın 2022’de getirilen ve önceki arasında, gerekçede de olsa herhangi bir bağlantı kurulmayan öneri; Komisyonlardan tam bir dayatma ile geçirildi.

Son dakika ertelemesi ne anlama gelir? Eğer CHP-HDP-İYİ Parti uyanık davranmaz ise, AKP-MHP ikilisi, tıpkı önceki ertelemelerde uzlaşma görüntüsü vererek aynen oylattığı gibi bu kez de, ekim ayında Genel Kurul’dan geçirir.

YA MUHALEFET BELLEĞİ?

Bu nedenle, demokratik muhalefet pek uyanık olmalı; AKP-MHP’nin “yasama belleği”ni zedelemesinde kendi payını unutmamalı.

TBMM’de temsil edilen partilerin, yasama faaliyetini, Komisyonlarda ve Genel Kurulda, “azınlık bilinci” ile sürekli bir uyanıklıkla izlemesi ölçüsünde, “yasama belleği“nin çoğunluk tarafından yok edilişini seyretme konumundan çıkabilir.

MECLİS NEDEN KAPANDI?

TBMM, dört yıl temmuz ayında da çalıştı; bu yıl da o yönde karar aldı. Ne var ki, AKP, Meclis’i apar topar kapattı!

Öte yandan; Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyeliği konusunda Ankara-Madrid söylemi arasında tam bir çelişki bulunan CB, TBMM’yi işaret etti.

Kuşkusuz hükümet olsa idi, TBMM önünde sorumlu Yürütmenin tavrı farklı olurdu. Bu kadarı bile parlamenter rejimin önemini göstermiyor mu?

Bugünkü acı gerçek ise şu:

  • Saray güdümündeki TBMM, ölçme bir yana, kendi hukuki işlemleri arasında bağlantı bile kuramıyor.

Britanyalı fizikçi L. Kelvin’in dediği gibi, “Ölçemediğiniz şeyi ilerletemezsiniz“.

Sözün özü; parlamenter rejim, yasaların etkililiği için de gerekli.

Dış politika için de parlamenter rejim…

BİRGÜN, 2022.05.05

 

“Uluslararası toplumun onurlu üyesi Türkiye…” denirdi, insan haklarına ilişkin yasa gerekçelerinde. Uluslararası topluma kendini kabul ettirmek için AKP, ilk yıllarında Avrupa Birliği kaldıracını da kullanarak Ecevit hükümetinin başlattığı reformları sekter biçimde de olsa sürdürdü. Neden sekter? Çünkü balayı dönemi, AKP-Gülen ekseninde yer almayan demokrat, sol ve insan hakları savunucularını da baskılamak için kullanıldı. Özgürlükleri baskılayıcı düzenlemeler, 2017’de başladı; 2011 seçimleri sonrası merkezileşme ivme kazandı. 2013’te Gezi, “dış güçler” söylemi eşliğinde anayasasızlaştırma sürecini görünür kıldı.
***
İlerleyen yıllarda kurulan Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY) ile ulusal alandaki kuralsızlaştırma, kurumsalsızlaştırma, kazanımları değersizleştirme ve sistemsizleştirme, uluslararası savrulmalara da yansıdı. Cumhuriyet dönemi dış politikası ve Anayasa’nın amir hükümleri (AS: buyurucu kuralları) bir yana bırakılarak, kişisel ilişki ve tercihler, kısa dönemli çıkarlar öne çıkarıldı. İşte bazı kesitler:

•Katil eline dosya: Yurttaş olmayan “mahpusların” yabancı ülkelere resmen nasıl “kaçırıldığı” belleklerde iken, Cemal Kaşıkçı dosyası, tersi yöndeki kararlılık iradesi unutularak, katil Devlet’e gönderildi. Suudi Arabistan (SA) İstanbul Başkonsolosluğu’nda fiziken (bedeni) yok edilen kişinin dosyasının katillerin eline verilmesi, dünya hukuk tarihinde kara bir leke.

•Sözleşmelerde karşıtlıklar: Kadına yönelik şiddetin yaygınlaştığı bir sırada Anayasa çiğnenerek İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış ve Paris Anlaşması onaylandığı halde çevresel yağmaya devam, değerlere ve kurallara inançsızlığın tipik göstergeleri.

•Yönetsel karmaşa: Çift başlı yönetime hayır sloganı ile anayasal düzen yıkıldı. Ama dış ilişkileri Cumhurbaşkanı mı, Dışişleri Bakanı mı, Saray kurulları mı yoksa CB Sözcüsü mü yönetiyor? Belli değil.

•SA’ya gezi: Cumhurbaşkanı gezisi, “PBYDBY neden bir an önce sonlandırılmalı?” sorusunun da açık bir yanıtı. Parlamenter rejimde başbakan böyle bir dayatma gezi yapabilir miydi? Yaptığı varsayımında, dönüşünde Meclis’ten kaçabilir miydi? Seçimlere az kala, Türkiye Cumhuriyeti ve yurttaşları için onur kırıcı ve rencide edici gezi sonrası, tek amacı para girdisi olan gezi tasarılarını kestirmek zor değil. Kaşıkçı dosyasını para için katil devlete gönderme, CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun, “Türkiye’de can güvenliği yok” sözlerinin teyidi (doğrulanması) ve devletimizin uluslararası toplum önünde saygınlığını sıfırlayan bir durum.

•Gezi hıncı ve seçimler: Buna karşılık, hak ve özgürlüklerini kullanarak anayasal düzeni korumaya çalışan yurttaşların arkasında dış güçler aramak, artık bir AKP-MHP ittifakı klasiği. SA’ya gezi öncesi açıklanan ve Anayasa madde 138’i dinamitleyen Gezi kararlarını öven CB; üst yargıya gözdağı verdi. Gezi’yi dış güçlere bağlayarak halkı aşağıladı. Oysa Gezi, belli liderlerin çağrısı ile veya dış güçlerin tezgâhı ile gerçekleştirilmesi olanaksız kitlesel bir demokratik hareket. Avrupa Mahkemesi kararlarına meydan okumayı sürdürdü. 2023 seçimlerine yönelik şantaj malzemeleri üzerine ipuçları verdi.

•“Yurtta ve dünyada savaş”: Ulusal ve uluslararası ölçekte, çifte karşıt söylem, iktidar için savaş sloganı gibi. Aydınlanma Çağı’nın yaşandığı, hukuk devletinin ve insan haklarının doğduğu Batı’ya karşı sistematik hasmane söylem, kendi özgür tercihi ile kurumlarında, hukukunda ve değerler sisteminde yer alan Türkiye Cumhuriyeti karşıtlığı değil mi? Tam tersine, Taliban’a karşı pek yumuşak ve kibar bir dil Afrika, Orta Asya ve Orta-Doğu otoriter yönetimleri ve diktatörlere övgülerle sürüyor. Ulusal ölçekte ise laiklik-yurttaşlık ve özgürlük düşmanı cemaat ve vakıfları kollama ve dışarıda, dinci-otoriter yönetimlere yaklaşım tarzı arasındaki koşutluk açık. Demokratik cumhuriyetçilere yönelik ötekileştirici ve siyasal iktidarın serbest seçimler yoluyla eldeğiştirdiği devletlere yönelik olumsuz tavır arasındaki koşutluk da açık. Amaç belli: Seçimlerde demokratik cumhuriyetçielere karşı “dış güçlerle işbirliği” ithamını kullanıma sokmak.
***
Bütün bunlar, PBYDBY kurgusu ile kurul halinde yönetimi, siyasal sorumluluk ilkesini, demokratik denge ve denetim düzeneklerini tasfiyesinin bir sonucu. Bu nedenle işe, parlamentoculuğun temel kurum, kural ve ilkelerini yeniden inşa ile başlamak gerekiyor.

Parlamenter rejim, cumhurbaşkanlığı makamını da kuracak

“Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı, devletin başı”, bir kişi için kullanılan üç unvan (md.104).

“Cumhurbaşkanı sıfatıyla,.. üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim” (md.103) diyen kişi, Anayasa öngörmediği halde parti genel başkanlığını da üstlendi.

Cumhurbaşkanı (CB), söylemleri, eylemleri ve işlemleri, yansız ve kurumlar üstü olmalı. And maddesi oldukça kuşatıcı. Öte yandan, anayasal yetki ve görev yelpazesi de çok geniş. Parti genel başkanı sıfatıyla bu yetki ve görevleri tarafsızlıkla kullanma ve yerine getirme olanağı var mı?

Üç yıllık uygulama, düzenleme amacının tam tersine, demokratik siyaseti bastırma ve demokratik toplumu sönümlendirme yönünde oldu. Siyasal muhaliflerini karalamaya yönelik sistemli çaba ile yetinmeyen kişi, doğaya karşı “inatlaşma”da zirve yaptı.

2017’de, yürütme ile özdeşleşen Hükümet açıkça, adı korunmakla birlikte Cumhurbaşkanlığı makamı da örtülü olarak kaldırıldı. Bu süreç, özellikle belirtilen üç anayasal unvanla yetinmeyen kişinin parti genel başkanlığına gelmesiyle pekişti.

Özetle, Anayasa madde 103 anlamında ve anayasal hükümler bütünü bağlamında

  • Cumhurbaşkanlığı makamı dolu değil.

Bu nedenle, parlamenter rejim, kurum olarak sadece hükümeti değil, tarafsız ve siyasal kurumlar üstü Cumhurbaşkanlığı’nı da geri getirecek

GEÇİŞ DÖNEMİ

Anayasa değişikliğine kadar “geçiş dönemi”, parlamenter rejim ve Cumhurbaşkanlığı için de bir hazırlık dönemi olacak. Şöyle ki: en geç Haziran 2023’te CB seçilecek kişinin, parti genel başkanı olmayacağı için, yetkilerini “Cumhurbaşkanı andı” doğrultusunda kullanması daha kolay olacak. Geçişten sonra Başbakan ve Hükümete devredilecek yürütme yetkileri, Cumhuriyeti, tarafsızlıkla temsil etmesini zorlaştıran ve günlük politikalarla bitişiklik gösteren görevlerden arınmış olacak.

Böylece, 2017’de tersine çevrilen tarihsel evrim süreci, anayasal gelişme yörüngesine yeniden oturacak.

CB’nin parti başkanı olmaması, olağanlaşmanın ilk adımı olacak. Kuşkusuz geçiş süreci, ayrıca işlenmeli.

SÖYLEM / EYLEM / İŞLEM

“Demokratik Hukuk Devleti için güçlendirilmiş parlamenter sistem – Bağımsız ve Tarafsız Yargı” başlıklı CHP Raporu, birçok yönden özgün:

Dün/bugün/yarın’ yaklaşımıyla beş başlık altında yazılan bütünlüklü Raporun “Cumhuriyetin Temel Organları İçin Anayasal Öneriler” başlığı, haliyle ilk üç başlığın uzantısı olup,  kurumlar ve kurallara ilişkin öneriler demeti.

“İzlenmesi gereken yol haritası için ortak söylem / eylem ve işlem”, Rapor’un en özgün bölümü. Zira

, bu başlık, sadece yöntem sorununu değil, anayasanın toplum için önemini de vurgu yapmakta: bilgilenme hakkından kültürüne kadar Anayasa adı verilen temel normun neden ve nasıl bir toplum için ortak yaşam ve barış belgesi olduğu sorunsalı ele alınmakta.

Özetle; seçimlere büyük bir hızla ilerlerken, Türkiye ülkesi, toplumu ve Devleti için bir “beka sorunu” olarak Cumhuriyet kurumları / kuralları ve değerleri bir bütün olarak görme gereği sergilenmekte. Bu bakımdan Anayasa, hiç olmadığından daha ciddiyetle ve doğru bilgi temelinde ele alınıp tartışılması gereken bir ortak paydadır.

Cumhuriyet’in bu üçlü sacayağı ancak tarafsız ve hakem bir Cumhurbaşkanı makamı ile yeniden kurulabilir ve ilerletilebilir. Bu nedenle, ‘geçiş dönemi’ üzerine kafa yormakta yarar var.

1961 ANAYASASI

Tarafsız ve partiler üstü CB, 9 Temmuz 1961’de halkoyunca onaylanan Anayasa ürünü; “insan haklarına dayanan laik ve demokratik sosyal hukuk Devleti”nin gereği olarak. Bu çerçevede, başta Anayasa Mahkemesi gelmek üzere birçok ilkin temel normu olarak 1961 Anayasası, 60. Yılında Cumhuriyet’in kurumları / kuralları ve değerleri üçlüsünde kaldıraç işleviyle yeniden okunmalıdır.