Etiket arşivi: GAZETE DURUM

Yıllar sonra görülen kızıl hastalığına dikkat!

logo

Yıllar sonra görülen kızıl hastalığına dikkat!

Türkiye’de yıllardır görülmeyen “kızıl hastalığı” öğrencilerde yeniden görülmeye başlandı. Ankara’daki kimi okullarda saptanan kızıl hastalığı ve artan grip olguları üzerine velilere, “Ateşli ve bulaşıcı hastalık vakalarında gözlemlenen artış nedeniyle öğrencimizin maske takmasını öneririz” mesajı gönderildi.

İleyda Özmen

ANKARA- Türkiye’de yıllardır görülmeyen “kızıl hastalığı” öğrencilerde yeniden görülmeye başlandı. Ankara’daki kimi okullarda belirlenen kızıl hastalığı ve artan grip olguları üzerine velilere, “Ateşli ve bulaşıcı hastalık vakalarında gözlemlenen artış nedeniyle öğrencimizin maske takmasını öneririz” mesajı gönderildi. Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, kızıl hastalığının solunum ve yakın değinim (temas) yoluyla geçtiğini belirterek, “Son 10-20 yıldır Türkiye’de kızıl hastalığını pek görmüyorduk. Okulların kalabalık olması, sağlık ve hijyen eğitimi eksikliği, çocukların yeterli-dengeli beslenemeyişinden dolayı beden dirençlerinin düşmesi, bu hastalığın yeniden ortaya çıkışını tetikleyen etmenlerdir.” dedi. Okullara yeterli bütçe ayrılmadığını ifade eden EĞİTİM-SEN Merkez Kadın Sekreteri Simge Yardım da çocuklara ücretsiz beslenme olanağı ve maske sağlanması gerektiğini söyledi.

COVID-19‘un yanı sıra son dönemde öbür salgın hastalıklarda da artış baş gösterdi. Bunlardan uzmanları en çok korkutan ise kızıl hastalığının yeniden görülmesi. Kızılın ciddi bir sağlık sorunu olduğunu vurgulayan Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Saltık, GAZETE DURUM‘a önemli açıklamalarda bulundu. Saltık, şunları kaydetti:

Son 10-20 yıldır Türkiye’de kızıl hastalığını pek görmüyorduk..

Kızıl hastalığı, adından da anlaşılacağı üzere, özellikle 5 yaşlarından başlayarak 18’li yaşlara dek

çocuklarda, neredeyse tüm bedeni kırmızıya boyayan parlak kırmızı renkli döküntülerle giden bulaşıcı bir hastalıktır. Bir bakteri olan A grubu streptokoklarca oluşturuluyor. Neden bu hastalık ortaya çıkıyor? Öncelikle belirtmeliyim ki, gelişmiş ülkelerde bu hastalık neredeyse unutulmaya yüz tuttu. Bir Halk Sağlıkçı -Halk Sağlığı Uzmanı hekim- olarak Türkiye’de henüz Sağlık Bakanlığı’nın resmi verilerinde görmedim ama kızıl olgularının okullarda görülmesi beni üzdü.

Son 10-20 yıldır Türkiye’de kızıl hastalığını pek görmüyorduk

Okulların kalabalık olması, sağlık ve hijyen eğitimi eksikliği, çocukların yeterli-dengeli beslenemeyişinden dolayı beden dirençlerinin düşmesi, bu hastalığın yeniden ortaya çıkışını tetikleyen etmenlerdir. İktidarın ve toplumun bunlara dikkat etmesi gerekiyor.

Okullarda yardımcı hizmetli sayısı çok eksik hatta yok gibi. Okul tuvaletlerinde yeterince hijyen yok. Sıvı sabun ve kâğıt havlu gibi eksiklikleri biliyoruz. Okullarda musluklar ışığa duyarlı (fotoselli) olmalı.

Okul sınıflarının kalabalık olduğunu, servislerin kalabalık oluşunu biliyoruz. Kış mevsimi yaklaşıyor, kalabalık ortamlarda insanlar aynı havayı uzun süre soluyabiliyorlar, yakın değinimde (temasta) olabiliyor. Bunlar kızıl hastalığının yeniden tetiklenmesine yol açan kolaylaştırıcı, hazırlayıcı etmenler.

Hastalık dilin üzerinde tipik çilek gibi bir görüntü oluşturur

Hastalığa tanı koymak için öncelikle çocuğun diline bakarız. Hastalık dilin üzerinde tipik çilek gibi bir görüntü oluşturur. Buna “çilek dili” deriz. Çocuğun yüzünde, boynunda, kollarının iç yüzünde, koltuk altlarında, bedende, kasıklarda kırmızı parlak döküntüler oluşur.

Hastalık etmeni A grubu streptokok bakterileri solunum yoluyla alındığı gibi dokunmayla, ortak kullanılan gereçlerle de bulaşıyor. Okullarda defter, kitap, kalemaçar, silgi, paylaşılan su matarası, bardak gibi ortak kullanılan gereçlerden bulaşma kolaylıkla gerçekleşir. Öncelikle okullarda çevre ve kişisel hijyen önlemlerinin alınması gerekiyor. Çocuklarda ateş 38 derecenin üzerine çıkarsa, yutma güçlüğü başlarsa, nefes alıp vermede zorluk, hızlı soluma gelişir ve genel durum bozulursa, bu durum kızılın zatürreye dönüştüğünün göstergesidir. 5 yaş altı çocuklarda daha ağır seyreder.

“Çilek dili” 

Hastalığın korkutan yanları

Hastalığın en çok korkutan yanları (komplikasyonları) şunlar:

Birincisi tıpta “kardit” adı verilen kalp kapak enfeksiyonları. Kalp kapak enfeksiyonlarında bozukluk daha sonrasında darlık ve/veya yetmezlik biçiminde gelişebilir. Anjiyografi veya cerrahi girişim ile kapaktaki darlığın açılaması ya da yetmezlik görülen kapakların değişimini gerektirecek ölçüde kalpte ciddi bozukluklara yol açabilir.

İkincisi kızıl hastalığının arkasından böbrek yetmezliğine giden bir tablo ile karşılaşılabilir.

Üçüncüsü hastalık, eklem romatizmalarına yol açabilir. 

Dördüncüsü, sağaltımda (tedavide) geç kalınırsa mikroplar (streptokoklar) kana karışarak tüm bedene yayılabilir (sepsis).

Kızılın sağaltımı (tedavisi)

Boğazdan sürüntü örneği alınır, mikrobiyoloji laboratuvarında saptanan mikroorganizma belirlenerek antibiyogram yapılır ve sıklıkla penisilinler olmak üzere uygun antibiyotikler verilir. 7-10 gün antibiyotik sağaltımı almak gerekir. Belirtiler azalsa bile, antibiyotik sağaltımının ardından, 7-10 gün içinde yeniden boğaz kültürü  ya da hızlı test yapılmalı ve hastalık nedeni (patojen) bakterilerin kalmadığı kanıtlanmalıdır. Bu yol, süregen (kronik) taşıyıcılığı ve bulaştırıcılığı önlemek bakımından da önemlidir. Hastalığı ciddiye almak gerekiyor.

Bir ailede, bir kişide kızıl hastalığı çıkarsa, öbür aile üyeleri de risk altındadır.
Aile içi bulaş sık görülür.

Hastalık tanısı konan çocukların en az on gün okuldan uzaklaştırılması gerekir

Hastalık tanısı konan çocukların en az on gün okuldan uzaklaştırılması gerekir. Halka kızıl hastalığı ile ilgili eğitim verilmesi gerekir. Okullarda öğretmenlere, emekçilere, öğrencilere uygun yöntemlerle korkutmadan, ürküye (paniğe) sokmadan sürekli sağlık eğitimi verilmelidir.

Ülkemizde okul sağlığı birimleri yok ne yazık ki. Bu vesileyle bir kez daha görüyoruz ki; Okul Hekimliği / Sağlığı birimleri kurma gerekliliği var. 2-3 yıldır Kovit-19 nedeniyle sürekli söyledik ve uyardık. Ama kurulmadı. Okullardaki öğrenci yoğunluğu azaltılmalı.

  • Türkiye’de nüfus her yıl bir milyonun üzerinde korkunç ve gereksiz biçimde artıyor.
    İktidar bu artışı kesinlikle akıl dışı biçimde teşvik ediyor. 
  • Ayrıca on milyon dolayında yurttaş olmayan yabancılar ülkemizde ve bu kesimler genellikle daha eşitsiz, kırılgan.

Üniversite öncesi okul çağındaki öğrenci sayısı neredeyse 19 milyon. 1,2 milyon dolayında öğretmen var, okul çalışanları, servis emekçileri var. Çok ciddi bir nüfus bu. 60 milyonu geçiyor ailelerle birlikte. Dolayısıyla, Milli Eğitim Bakanlığı Sağlık Daire Başkanlığı’nın Sağlık Bakanlığı’yla birlikte, eşgüdüm içinde hemen harekete geçmesi uygun olur.

Kızıl olgusu görülen okullarda maske takılması, uygun el yıkama önerilir.

Öğretmenlerin özenli olması ve iyi gözlem yapması gerekiyor. Kuşkulu durumdaki çocuklar gecikmeden aileye, bölgedeki ilgili Toplum Sağlığı Merkezlerine bildirilmelidir. Kızıl bildirimi zorunlu olmamakla birlikte (1593 sayılı yasa ve ilgili Yönetmelik), bilgiler paylaşılmalıdır.

Kızılın toplumsal-ekonomik-kültürel boyutları

Ülkemizde yaşanan korkunç ekonomik bunalım ve yoksullaşTIRma,
  • Türkiye’yi dünyanın “en sefil ülkesi” durumuna düşürdü!
Sefalet Endeksi” kavramı biliniyor artık.
Arjantin, Zimbabve, Venezuela gibi ülkeler sıralamada en üstte (en olumsuz) olurdu.
Şimdi Türkiye en üstte ne yazık ki.
Bu tablo Cumhuriyetimiz yüzüncü yılına girmişken çok acı verici ve ülkemize asla yakışmıyor.
TÜFE + işsizlik oranı = Sefalet Endeksi olarak tanımlı.
TÜİK işsizlik oranını %9,5 olarak veriyor. Ekim 2022 sonu yıllık TÜFE’yi ise %85 olarak açıkladı.
İki verinin de gerçeklerden çok uzak olduğunu biliyoruz.
ENAG verileri ile enflasyon %185’in, işsizlik ise %10’ların çok üstünde.
TÜİK’in 2 resmi oranının toplamı 95 yapıyor.
  • Böylece Türkiye, Dünya Sefalet Endeksi’nde Arjantin’i de geçerek dünyada en “sefil” ülke durumuna düştü/düşürüldü AKP’nin 20 yıllık tek başına iktidarı sonunda.

Böyle bir ülkede her türlü olumsuzluk beklenir. Bulaşıcı hastalıklar artmaya başlar, unutulmuş bulaşıcı hastalıklar geri dönebilir.

Yaşam niteliği geriler ve ortalama ömür kısalır, ölümler, engellilikler artar.

Sağlık Bakanlığı’nın kızıl olgularının istatistiklerini saydamlıkla paylaşması gerekir.

Bir yandan sosyal-ekonomik önlemlerle yoksullaştırılan topluma ivedi ve yeterli destek verilmeli, öbür yandan da Epidemiyolojik ilkelerle başta bulaşıcı hastalıklar olmak üzere tüm sağlık sorunlarıyla bütüncül savaşım sürdürülmelidir.

  • Sağlık, doğuştan kazanılan temel insanlık hakkıdır ve devletin en temel kamusal
    görevidir.********

    Velilere gönderilen ileti

“Çocuklara ücretsiz beslenme olanağı ve maske sağlanmalı”

EĞİTİM-SEN
Merkez Kadın Sekreteri Simge Yardım, okullarda görülen salgın nedeniyle
velilere giden ileti ve yaşanan salgınların nedenlerini şöyle değerlendirdi:

Okulların fiziksel koşulları

Okullarda görülen salgın olgularına ilişkin olarak öncelikle okulların fiziksel koşullarını değerlendirmek gerekiyor. Pandemi sürecinde de bugün de bu konuyla ilgili hiçbir önlem alınmadan eğitim-öğretim sürdürülmeye çalışılıyor. Öncelikli olarak okulların fiziksel koşullarının çocukların sağlıklı koşullarda eğitim alabilecekleri biçimde düzenlenmesi gerekir. Verili (mevcut) durumda kalabalık sınıflar, sınıfların havalandırma koşullarının uygun olmaması, temizlik personeli yetersizliği, okullarda temizlik gereçlerinin olmaması gibi pek çok etken hastalık riskini artırmada en temel etmenler. Okul sayısının artırılması, yeterli çalışan görevlendirilmesinin sağlanması gerektiğini ısrarla ifade ediyoruz. Bütçe görüşmelerinin yürütüldüğü süreçteyiz.

Okullara yeterli bütçe ayrılmadığı sürece benzer sorunlar çok daha yoğun bir biçimde yaşanacaktır.

Çocuklara ücretsiz beslenme olanağı ve maske sağlanmalı

EĞİTİM-SEN Merkez
Kadın Sekreteri Simge Yardım

Ülkede yaşanan derin ekonomik bunalım da çocuklarda hastalık riskini artırıyor. Pek çok çocuk yeterli beslenme koşullarından uzak. Yeterli beslenememe çocukların çok daha kolay hastalanmasına neden oluyor.

Çocuklara ücretsiz beslenme olanağı ve ücretsiz maske sağlanmalıdır.

Eğitim hakkının Anayasa’da ve uluslararası sözleşmelerde tanımlanmış olmasına karşın sağlıklı, güvenli, eşit eğitim hakkından söz etmek olanaklı değildir.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın hem eğitimde derinleşen yapısal sorunlar hem de çocukların eğitim hakkı bağlamında eğitim politikalarını oluşturması ve kalıcı çözümler üretmeye ilişkin adımlar atması gerekmektedir.

Guinness’e girmeye aday bir eğitim öyküsü

logo

Guinness’e girmeye aday bir eğitim öyküsü

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, 69 yaşında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden yeni mezun oldu. Saltık, “Belki de yıllar önce tıbbiyeye değil hukuka girseydim, farklı bir kişilik gelişebilirdi ama bir yakınmam yok. Ben tıp mesleğimi çok seviyorum. Bu durumumla Guinness Rekorlar Kitabı’na girer miyim girmez miyim, bilmiyorum…” dedi.

İleyda Özmen

ANKARA- Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, eğitim azmiyle genç kuşaklara örnek oluyor. Yaşamını eğitime adayan Saltık, 69 yaşında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden yeni mezun oldu!

Yaşamı boyunca pek çok başarıya imza atan Saltık, “Belki de yıllar önce tıbbiyeye değil de hukuka girseydim farklı bir kişilik gelişebilirdi ama bir yakınmam yok. Ben tıp mesleğini çok seviyorum. Bu durumumla Guinness Rekorlar Kitabı’na girer miyim girmez miyim bilmiyorum…” dedi.

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Saltık, eğitim süreçlerini, bundan sonra hayata dair hedeflerini GAZETE DURUM’a şu sözlerle anlattı:

1977’den 2016’ya: 1977 İstanbul Tıp Fakültesi mezunuyum. 1978’de Hacettepe Tıp Fakültesi’nde Toplum Hekimliği / Halk Sağlığı dalında uzmanlık eğitimine başladım ve 1981’de İstanbul Tıp Fakültesi’nde uzman doktor oldum. 1990’da Doçent, 1996’da Profesör oldum.

  • Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 2011-16 arasında okudum, bitirdim.

Mülkiye diyoruz biz ona. Çünkü Türkiye’de Siyasal Bilimler Fakültesi 1’den çok var ama “Mülkiye” 1 tane, biricik! O da taa 1859’da kurulan en eskisi ve hepsinin anası.

250 sayfalık kapsamlı tez : 2016-18 arasında Ankara Üniversitesi’nde Sağlık Hukuku alanında tezli yüksek lisans yaptım.

  • Dolayısıyla Sağlık Hukuku alanında uzmanlaşmış oldum.

Tezim, Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bir bireysel başvuruda aşı yaptırmak istemeyen bir aileye Anayasa Mahkemesi’nin “Evet haklısınız” demesi üzerineydi. Bu kararı eleştirdik hukuksal ve tıbbi boyutlarıyla. Bir yandan hekim olma bir yandan hukukçu olma sorumluluğuyla iki alanı kesiştirerek Anayasa Mahkemesi’nin “Aşı yaptırmayabilir zorunlu tutulamaz” yönünde verdiği kararın tıbbi açıdan, hukuksal açıdan, hukuk felsefesi açısından, epistemolojik açıdan son derece yanlış olduğunu, 250 sayfalık kapsamlı tezimizde irdelemiş olduk.

Hukuk Fakültesi mezuniyeti :

  • Eylül 2018’de Ankara Hukuk Fakültesi’ne kaydımı yaptırdım ve yeni bitirdim (25.7.2022).

Şu an süregelen eğitimim Anayasa Hukuku Doktorası :

Ders dönemi tamamlandı önümüzdeki aylarda yeterlilik sınavına gireceğim ve arkasından tez yazarak onu da tamamlayacağım diye umuyorum.

Bu yaştan sonra ek diplomalardan gelir sağlamam söz konusu değil

Bütün bunlardan amacım Francis Bacon‘un da vurguladığı gibi “Bilgi güçtür.”

Büyük Atatürk‘ün de bizi uyardığı gibi, bilgiyi kafamızda salt bir yük olarak tanımayıp, onları insanlığa yararlı ürünlere dönüştürmek. Benim de derdim budur. Daha donanımlı bir insan olarak sağlık sorunlarını hukukuyla, felsefesiyle, siyasetiyle, kamu yönetimiyle bir bütün olarak anlamak ve bunlara daha kapsamlı, yetkin çözümler üretebilmek.

İnsanlığa daha çok hizmeti etmek…

Yoksa bu yaştan sonra, edindiğim diplomalardan bir gelir sağlamam söz konusu değil.

Avukatlık yapmak aklımdan geçmiyor:

Avukatlık yapmak aklımdan geçmiyor.

  • Ancak, sağlık hukuku alanında uzmanlaşmam nedeniyle, yasal bilirkişi belgeme ek olarak, bu konuyla ilgili davalarda uzman görüşü yazabilmekteyim.

Sağlık hukuku alanındaki sorunların çözülmesinde, daha adil kararlar verilmesinde.. böylesine bir katkım olabilir.

Anayasa Hukuku doktorasını tamamladığımda da “sağlık hakkı“nı işlemek istiyorum.

Sağlık hakkını hem hekim hem hukukçu olarak sentezleyerek işlemek.

Sağlık hakkını salt hukukçular tartışacak değiller. Yalnızca onlar tartışırlarsa bir ayağı eksik kalıyor. Çünkü hukuk insanlarının tıp sorunlarıyla, ölümle, hastalıkla ilgili yaşantı deneyimleri olmadığı için, havada kalabiliyor kimi kritik noktalar. Sorunun kökünü, doğasını anlamakta haliyle zorlanabiliyorlar.

Yarım yüzyıldır tıbbiyenin içindeyim :

46. yılındayım meslek yaşamımın. 1971’de Hacettepe’de tıp eğitimine 17 yaşında başladığımdan bu yana 51 yıl oldu. Yarım yüzyıldır tıbbiyenin içindeyim.

Edindiğim birikim ve deneyimleri hukuk bilgisiyle sentezlersem daha gerçekçi, canlı, yaşamı temsil eden, dile getiren, ussal (rasyonel) bir düzleme erişebiliriz diye düşünüyorum.

Dolayısıyla, anayasa hukuku doktora tezimi tamamladığımda, önümüzdeki 1-2 yıl içinde, sağlık hakkı üzerinde yetkin yazılar yazmak istiyorum.

Sağlık hukuku ve Tıp Hukuku dersleri vereceğim : 

Önümüzdeki yıl, bu yıl mezunu olduğum Ankara Hukuk Fakültesi’nde İngilizce Hukuk Bölümü’nde Sağlık Hukuku derslerini vereceğim. Çalışmakta olduğum Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde de Tıp Hukuku derslerini İngilizce vereceğim. Yine Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde hem lisans hem lisansüstü düzeyde Sağlık Hukuku ve Tıp Hukuku derslerini planlamaktayız.

Guinness Rekorlar Kitabı’na girer miyim, bilmiyorum :

Şunu da belirtmekten keyif alırım : Bizim ailemizde Lozan’da İsmet Paşa‘nın danışmanları içinde Hukuk Profesörü Veli Saltık vardı. Ankara Hukuk Fakültesi kurucu kadrosu içinde yer almıştı. Rahmi Saltık, bizim aileden ülkece ünlü ses sanatçısıdır, aynı zamanda avukattır. Başka hukukçu – yargıç – avukatlar da var ailemizde.

Belki de yıllar önce tıbbiyeye değil de hukuka girseydim farklı bir kişilik formasyonu gelişebilirdi ama bir yakınmam yok.

Ben tıp mesleğini çok seviyorum. Özellikle uzmanlık alanım olan “Halk Sağlığı / Toplum Hekimliği” ni.. İnsanları hastalıklardan korumaya çalışmayı çok saygın ve anlamlı buluyorum. Bu bağlamda tıp – sağlık bilimleri eğitimi vererek hekim ve uzman hekim yetiştirmeyi de.

Bu durumumla Guinness Rekorlar Kitabı’na girer miyim girmez miyim, bilmiyorum.

Söyleşi fırsatı için size ve telefonla arayarak beni kutlayan değerli ve kadim dostum Mustafa Balbay‘a, GAZETE DURUM‘a ayrı ayrı teşekkür ederim.

Prof. Dr. Ahmet Saltık Hakkında Detaylı Bilgiler

Ülkemizde Artan KIRIM – KONGO KANAMALI ATEŞİ HASTALIĞI

logo

Ülkemizde Artan KIRIM – KONGO KANAMALI ATEŞİ HASTALIĞI

Prof. Dr. Saltık: “Hastalıkların ardı arkası kesilmeyecek”

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, yaz aylarının gelmesiyle birlikte Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığından ölümlerin artmasına dikkat çekerek, “Çevrenin giderek kirlenmesinden dolayı bu çevresel hastalıklarla karşı karşıyayız. 2 yıl içinde birçok hastalıkla karşılaştık. Yeni hastalıkların da ardı arkası kesilmeyecekdedi.

İLEYDA ÖZMEN AZE HABER AJANSI, 28.07.2022

ANKARA- Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, yaz aylarının gelmesiyle birlikte Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığından ölümlerin artmasına dikkat çekerek, “Çevrenin giderek kirlenmesinden dolayı bu çevresel hastalıklarla karşı karşıyayız. 2 yıl içinde birçok hastalıkla karşılaştık. Yeni hastalıkların da ardı arkası kesilmeyecek” dedi.

KKKA hastalığı nedeniyle bu ay başından bu yana başta Tokat, Bingöl ve Sivas üzere birçok ilde çok sayıda kişi yaşamını yitirdi. Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, bu hastalığın ara konakçısı keneler konusunda GAZETE DURUM‘a çarpıcı açıklamalar yaptı. Saltık’ın iletileri şöyle:

KKKA hastalığının ölüm oranı çok yüksek: KKKA hastalığı COVID-19 gibi değil. Ölüm oranı çok yüksek. Bu oran %30’lara varıyor. Hatta %50’lere çıktığı yazında (literatürde) kayıtlı. Yarı yarıya öldürücülük son derece yüksek. Bu yüzden kişinin korunması çok önemli.

KKKA hastalığında ilk temel bulguyu hastalığın adından anlıyoruz. Bu virüs hastalığında deri altında küçük toplu iğne başı boyutunda ve büyüyebilen yaygın kanamalar oluşuyor. COVID-19 gibi zoonotik bir hastalık, yani hayvanlardan insana geçiyor. 

Çevrenin giderek kirlenmesinden dolayı bu çevresel hastalıklarla karşı karşıyayız. 2 yıl içinde birçok hastalıkla karşılaştık. Yeni hastalıkların da ardı arkası kesilmeyecek.

Maymun çiçeğini de buna eklemek isterim.

  • Yakın zamanda DSÖ maymun çiçeği hastalığı için küresel alarm uyarısı da yaptı.

En genel anlamda insanoğlu çevreyi kirletmeyen, koruyan, bozmayan, dağıtmayan, ona saygılı bir tutum izlemek zorunda. Bu yapılmadığı takdirde bu hastalıkları göreceğiz ve daha ağırlarıyla karşılaşacağız.

KKKA Temmuz ayında tepe yapıyor: KKKA 2002 yılında ortaya çıktı. Genellikle yaz aylarında KKKA hastalığıyla uğraşıyoruz. Bu hastalık daha çok Temmuz ayında tepe yapıyor. Ağustos ayıyla birlikte hava soğudukça azalışa geçiyor.

Ağır bir tablo görüyoruz: Belirtilerinde birden ateşle birlikte şiddetli baş ağrısı görülüyor. Hastalarda aşırı halsizlik ve yorgunluk gözlemliyoruz. Belirtiler eklem, kas, karın ağrıları, bulantı, kusma biçiminde sürüyor. Bu bulgular kenelerce ısırıldıktan 3 ile 9 gün sonra başlıyor. Daha sonra deri altında kanamalar başlıyor. Burunda, ağızda diş eti kanamaları ve akciğer içinde kanamalar başlıyor. Kan tükürme, kanlı kusma ve dışkının kömür gibi simsiyah olması başlıyor. Kadınlarda beklenmedik vajinal kanamalar da belirtiler arasında görülüyor. İç organ kanamaları da başlıyor çünkü bu virüsle birlikte vücudun pıhtılaşma mekanizması bozuluyor. Böylesine ağır bir tablo görüyoruz.

En riskli ilimiz Tokat: HastalıkAfrika’nın ortasından başlayıp kuzeyine dek batısı dışında, orta Ekvator çizgisinin altı ve yukarı doğru kuzey ve Afrika’nın doğusu, Arap yarımadasının ve Türkiye’nin tümü, Irak, Suriye, Kırım yarımadası, Pakistan, Çin’e dek uzanıyor. Türkiye’de en riskli ilimiz Tokat. 2004 tarihli veriler var elimizde. Bugünkü verileri bilmiyoruz ama o zaman en çok hasta Tokat’ta görülmüştü. 249 hastanın 101’i Tokat’taydı. Yozgat, Sivas yoğun görülen iller oluyor.

Hayvanlarda düzenli kene muayenesi yapılmalı: Hayvanlarda düzenli kene muayenesi yapılmalı. Gerekli ilaçlamalarla hayvanların kenelerden arındırılması gerekiyor.

Bedeni gözlemek gerekiyor: Kene, deriyi ısırırken salgıladığı kimyasal madde ilk olarak o bölgede duyu yitirilmesine neden olur. Dolayısıyla kene ısırdığında duymazsınız. Acıtmaz, duyumsamazsınız (hissetmesininiz). Bu yüzden açık alanlarda, kırsal kesimlerde bulunduktan sonra kene ısırığı var mı diye tüm bedeni, biri yardımıyla gözlemek gerekiyor.

Paçalarınızı çorabın içine koyun: Kenenin çok olduğu riskli yerlerde uzun kollu giymeli, paçalarınızı çorabınızın içine koymalısınız. Bu alanlarda gerekmiyorsa uzun süre kalmamalısınız.

Keneyi tutup koparmayın: En büyük hata keneyi tutup kopartmak oluyor. Keneyi tutup koparmayın. Bu çok tehlikeli. Ölüm oranını artırır. Üzerine kolonya dökmek, sigara dumanı gezdirmek, sigara ateşi basmak da doğru değil. Çünkü refleksle kene bedenindeki tüm virüsü insan bedenine boşaltmış oluyorsunuz.

TickCheck.com - How to safely remove a tick

Çivi çıkarır gibi çıkarılmalı: Bir cımbızla, kenenin deriye giren ağız bölümünün de olabildiğince altından tutularak, bir çivi çıkarırcasına sağa sola hareket ettirerek çıkartmak gerekiyor. Bu gibi durumlarda en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalı.

Koruyucu giysiler giyilmeli: Hayvancılıkla uğraşanlar, çobanlar, çiftçiler, kesim evlerinde (mezbaha) çalışanların özel koruyucu giysiler giymesi gerekiyor. Riskli bir ortamda bulunulduysa 2 hafta dikkat etmek gerekiyor. Sağaltımda (tedavide) antiviral antibiyotikler (Ribavirin) kullanıyoruz. Özgün bir sağaltım elimizde bulunmuyor. Dolayısıyla kenelerin yaşayabileceği ortamda tüm beden incelenmeli. Bedene yapışmamış keneler çevrede toplanıp öldürülmeli ve gömülmeli.

Biyolojik savaş yararlı olabilir:  Samsun’da yetiştirilen 340 bin sülünün KKKA hastalığına neden olan keneleri yok etmek için Türkiye’nin çeşitli illerinde doğaya bırakılacak olması biyolojik savaş dediğimiz bir yöntem. Keneleri avlayarak yaşayan hayvanlarla böyle bir yol izlenmesi yararlı olur diye umuyoruz. Çünkü yaygın otlak alanlarını, su kıyılarını.. kene taşıyabilir diye ilaçlama olanağımız yok. Bu yöntem riskli ve çevreyi kimyasal açıdan kirletici olur. Belki kenenin çok olduğu sınırlı bölgelerde kimyasal ilaçlama yapılabilir.

Seller ve LEPTOSPİROZİS Hastalığı

logo

Seller ve LEPTOSPİROZİS  Hastalığı


Kas
 ve karın ağrısı, yüksek ateş, ishal…

  • Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, Kurban Bayramı sebebiyle kesilecek hayvanlardan leptospira hastalığı bulaşabileceğini belirterek, vatandaşları dikkatli olmaya davet etti.

ANKARA- Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, son dönemde yağışlarla artan su baskınlarına bağlı olarak gündeme gelen “leptospira” hastalığına işaret ederek, “Hastalık; ateş, kas ağrıları, karın ağrıları, yüksek ateş, ishal, deride sarılık, göz akında  sarılık, karaciğer ve dalakta büyüme, böbrek işlevlerinde bozukluk, gözde kızarıklıkla birlikte kanlanma ve deri altında kanamalı döküntü belirtileri gösteriyor. Tanı koymak kolay olmuyor. O yüzden özellikle hastalığın sık görüldüğü yerlerde ve dönemlerde hekimlerin bu hastalıktan kuşku duyması gerek.” dedi.

Saltık, “leptospira” hastalığı hakkında GAZETE DURUM’un sorularını şöyle yanıtladı:

“Leptospira” bakteriyel bir hastalık: Leptospira hastalığı bir bakteriyel hastalık. Bu bakterilerle insanlara geçiyor. Koyunlar, keçiler, sığırlar, domuzlar, evcil ve vahşi kemiriciler, geyikler, tavşanlar gibi hayvanlarda ve sıklıkla köpeklerde bu hastalığı görüyoruz. Leptospira, hayvanlardan insanlara geçen (zoonotik) bir hastalık, bir zoonoz. Bunun tipik örneklerden birisi kuduz. Dr. Weil, bu hastalığı 1886’da tanımladı. Dolayısıyla O’nun adıyla da biliniyor (Weil hastalığı). Hastalığın farklı adları var. Üreticilerin pirinç tarlalarında çıplak ayakla çalışmaları yüzünden, “pirinç tarlası hastalığı” olarak da tanınıyor. Hastalık, toprakta, çamurda, durgun sularda.. çıplak ayakla dolaşanların ayaklarındaki zedelenmiş deriden bu bakterilerin girmesiyle ortaya çıkabiliyor.

Kurban Bayramı’nda risk arttı : Kurban Bayramı içindeyiz. Belki de 3 milyonu aşkın hayvan kesilecek. Bu nedenle “leptospira” hastalığı riskinin arttığından söz edebiliriz. Son günlerde ülkemizde ve dünyada küresel ısınmaya (iklim felaketine, climate disaster) bağlı olarak ardışık sel afetleri var. Bunlar leptospira hastalığı ataklarını artırıyor, dolayısıyla hasta hayvanlardan, çevreden rahatlıkla insanlara geçebiliyor. Hasta hayvanların idrarları, beden sıvıları, plasentaları, dokuları hastalığı bulaştırıyor.

  • Kesilecek bütün hayvanların veteriner hekim denetiminden geçmesi ve kesimin kesimevi (mezbaha) koşullarında yapılması zorunlu.

Çıplak elle hayvan dokularına dokunmamak gerekiyor. Leptospira etmeni bakterilerin gözlere sıçramaması ve solunum yoluyla alınmaması için yüz siperi takılması, eldiven kullanılması ve çizme giyilmesi gibi kişisel koruyucu önlemler alınmalı. Hayvanların, özellikle köpeklerin yavruyken 2 kez aşılanması gerekiyor.

Yağmur mevsimlerinde hastalık artış gösteriyor : Ellerimizde, bedenimizde özellikle çıplak ayakta yaralanma, kesik varsa, çamur haline gelmiş topraktaki ve kirlenmiş sulardaki, tarla ve bahçelerde, ahırlarda.. bu bakteriler vücuda girebiliyor. Özellikle pirinç tarlalarında ve çiftliklerde çalışanların kişisel koruyucu giymesi gerekiyor. Gözden de bulaşabildiği için yüz siperi, uygun koruyucu gözlük takılması gerek. Kesimevi (Mezbaha) işçilerinin, veteriner hekimlerin, avcıların, balıkçıların, kanalizasyon ve tunel işçilerinin, yeraltı madencilerin, komando askerlerin çok dikkat etmesi gerekiyor.

Mutfaklarda da fareye karşı önlemler alınmalı. Özellikle yağmur mevsimlerinde yaz sonunda, ilkbaharda hastalığın tırmanma gösterdiğini biliyoruz. Dünya genelinde ciddi bir hastalık olarak biliniyor. Türkiye için elimizde net rakamlar yok. Yer yer leptospira olguları bildiriliyor. Hastalığın henüz etkili ve güvenilir yaygın bir aşısı yok.

Çeşme suyu ve denizlere dikkat : Bakterinin bulaşma riskine karşı kent şebeke sularının ya da toplu kullanıma açılan içme – kullanma sularının mutlaka uygun bir biçimde klor ve çözeltileriyle veya başkaca kimyasallarla dezenfekte edilmesi gerekli. Bakteri, kirli nehir sularında 5-6 gün, deniz suyunda 18-20 saat yaşayabiliyor. Dolayısıyla sel afetlerinden sonra nehirlerin, akarsuların denize ulaştığı yerlerde eğer bir dalgalanma yoksa, o durgun alanlarda bakterinin yaşamı 1 gün sürebiliyor. Bu bölgelerde denize girilmemeli. Bakteri doğal koşullarda 50-55 derecede yarım saatte ölüyor.

Tanı koymak kolay olmuyor : Hastalık; ateş, kas ağrıları, karın ağrıları, yüksek ateş, ishal, deride sarılık ve derialtı kanamalı döküntü, göz akında sarılık, karaciğer ve dalakta büyüme, böbrek işlevlerinde bozukluk, gözde kızarıklıkla birlikte kanlanma.. belirtileri gösteriyor. Tanı koymak kolay olmuyor. O yüzden özellikle hastalığın sık görüldüğü yerlerde ve dönemlerde hekimlerin bu hastalıktan kuşku duyması gerek. Öbür hastalıklardan ayırt edilmesi için kanamalı deri döküntüleri, sarılık ve ateşin birlikte görülüp görülmediğine bakılmalı. Sağaltımda (Tedavide) geç kalınmamalı, doksisiklin ve penisilinler gibi antibiyotikler kullanılıyor. Eğer erken sağaltım yapılmazsa (tedavi edilmezse), başta böbrek işlevlerinin bozulması, karaciğer yetmezliği, solunum güçlükleri ve menenjit görülebiliyor ve ölüme dek götürebiliyor.

Nüfus artışını mutlaka ve hızla frenlemek ve çevreye saygılı yaşamı öğrenmek zorundayız.

EKONOMİK BUNALIM, YOKSULLAŞtırMA ve TOPLUMSAL BESLENME SORUNLARININ AĞIR BEDELİ

EKONOMİK BUNALIM, YOKSULLAŞtırMA ve
TOPLUMSAL BESLENME SORUNLARININ AĞIR BEDELİ-2:
NE YAPMALI??

İLKNUR YAĞUMLİ
GAZETE DURUM,
21.06.2022
https://www.gazetedurum.com.tr/kadin-cocuk/prof-dr-saltik-yoksullastirma-politikasi-uygulaniyor-4962

İlk bölüm için tıklayınız : http://ahmetsaltik.net/2022/06/12/gazete-durum-ile-soylesi-yoksulluk-beslenme-sorunlari-ve-sonuclari-1/

Geçtiğimiz hafta ülkemizin ve dünyanın temel beslenme sorunlarını işlemeye başlamıştık. Bu yakıcı kitlesel sorun bağlamında sorularımızı yanıtlayan Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık (ayrıca Sağlık hukuku Uzmanı ve Mülkiyeli), Türkiye’de özellikle son 6 aydır büyük bir hızla ağırlaşan yoksullaşTIRmanın kişi ve toplum beslenmesi üzerine son derece çarpıcı olumsuz etkilerini dile getirdi. Daha ana karnında iken bebeklerin aç kaldığını / kalacağını, düşük doğum tartılı bebeklerin artacağını, yaşama böylesine ağır bir eşitsizlikle başlamanın gideriminin (telafisinin) ise neredeyse olanaksız olduğunu vurguladı. Yetersiz – dengesiz beslenmenin, gizli ve açık açlığın giderek ağırlaşan tablosunun bireysel bir sorun olmakla kalmayacağını, Türkiye için stratejik sorunlar doğurabileceğini, ülkemiz için bir sağkalım (beka) sorunu olduğunu da sayısal verilere dayanarak aktardı Prof. Saltık. Bu bölümü, GAZETE DURUM’un web sitesinde şu erişke ile okuyabilirsiniz : https://www.gazetedurum.com.tr/ozel-haber/prof-dr-ahmet-saltik—turkiyede-zek%C3%A2-duzeyi-geriliyor–4163
***

EKONOMİK BUNALIM, YOKSULLAŞtırMA ve
TOPLUMSAL BESLENME SORUNLARININ AĞIR BEDELİ-2

Soru (Gazete Durum, İlknur Yağumli)                      :

  • Türkiye’de ve Dünyada sayısal veriler nasıl bir görünüm sergiliyor??

Yanıt (Prof. Dr. Ahmet SALTIK, MD, MSc, BSc)       :

Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı’nın 9 Haziran 2022 tarihli küresel açlık verilerine göre, Türkiye’nin %18’i yeterli beslenemiyor. BM, Dünya Gıda Programı’nın (WFP) küresel açlık izleme sistemi olan Açlık Haritası’na göre 9 Haziran 2022 verileriyle 92 ülkede 868 milyon kişi yeterli gıdaya ulaşamıyor. Bu rakam, dünyanın toplam nüfusu olan 8 milyarın 1/10’undan daha büyük bir orana karşılık. Bir başka BM uzmanlık kurumu olan Roma merkezli Gıda Tarım Örgütü – FAO (Food and Agriculture Organisation) verileri de bu sayılarla örtüşmekte. Dünya Bankası, UNICEF veri tabanları da bezer görünümde ve küresel besin stokları alarm verici düzeyde.

  • Güncel verilerle Dünyamızda her 9-10 kişiden 1’i yeterli – dengeli beslenemiyor,
    daha açık bir anlatımla açık – gizli açlık yaşıyor!

BM Dünya Gıda Programı (WFP-Wold Food Program) verilerine göre 36 ülkede 333 milyon kişi verili koşullarda (halen) yetersiz beslenirken, 56 ülkede 533 milyon kişinin ise yetersiz beslendiği kestirilmekte. Aynı veritabanları, 5 yaş altı çocukların %1,7’sinin akut yetersiz beslenme, %6’sının ise süregen (kronik) yetersiz beslenme yaşadığını ortaya koyuyor.

Türk Aile Hekimleri Dergisi’nde yayımlanan ve üç hekim tarafından bir aile sağlığı merkezinde yapılan çalışmada her 4 çocuktan 1’inin tartısının çok düşük olduğu saptandı. Kız çocukların %85’i, erkek çocukların % 68’i kansızlıkla (anemi) ile boğuşurken, Avrupa’da bu oran yalnızca % 18.

  • 2020 yılı istatistiklerine göre, dünyada her 5 çocuktan 1’i bodur!
    Korkunç bir eşitsizlik!

Buna karşın, Dünyada her 10 çocuktan 1’i ise aşırı tartılı. Gelişmekte olan ülkelerde, her 10 çocuktan 1’i aşırı zayıflık nedeniyle risk altında. Bir yandan kavrukluk ve bodurluk, bir yandan tersine fazla kiloluluk ve hatta şişmanlık (obesite). Beslenme sorunlarının (yetersiz ve dengesiz beslenme) bedelini neredeyse katlıyor. “Hastalık yükü” (disease burden) giderek ağırlaşıyor. Özellikle gelişmekte olan yüksek doğurganlıklı ve kalabalık nüfuslu ülkeler için sürdürülemez bir, çok yönlü sorun. Toplumsal, ekonomik, ekinsel (kültürel), eğitimsel, tıbbi.. çok boyutlu.

Üstelik, pahalı olan nitelikli protein bakımından yetersiz ama görece ucuz karbonhidrat – yağ ağırlıklı beslenme, zayıf – kavruk görünümü engelleyerek, gerçekte boy bakımdan büyüme – gelişme sorununu maskeleyebilir. Bu yönüyle, çocukların özellikle ilk 5 yaşta bedensel (fiziksel) ve zihinsel (mental) büyüme ve gelişmelerinin düzenli aralıklarla ve özenle izlenmesi gerek. Bu, çok önemli bir koruyucu sağlık hizmeti ve kamusal olarak 1. Basamak sağlık birimlerinde verilmeli.

2019’da yapılan Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması’na göre 15-18 yaş arası çocuklarda; Bodurluk oranı %4,6. Çok zayıf (kavruk) olanların oranı %15,6 ve şişmanlık (obezite) oranı %8,3. Özellikle Covid-19 küresel salgını 2,5 yıla varan kuşatmasıyla fazla tartılılık ve şişmanlık (obesite) sorununu Küre genelinde ve ülkemizde daha da yaygınlaştırdı ve ağırlaştırdı.

Türkiye’de Okul Çağı Çocuklarında Büyümenin İzlenmesi Araştırma Raporu’na göre, Doğu Anadolu’da süregen (kronik) açlık çeken çocukların %3,5’i ve Güneydoğu Anadolu’da %5,4’ü “bodur”[1] kaldı.

Soru     : Çocuklarda fiziksel bodurluk, bir süre sonra ruhsal bodurluğu ve örselenmişliği de birlikte getiriyor mu?

Yanıt   : Güncel olarak elimizde yeni veriler yok. En son Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması (TNSA) verileri 2018’de yayınlandı. TNSA 2023 raporunu bekliyoruz. Her 5 yılda bir yapılıyor bu bilimsel araştırma. Yukarıda da değindiğimiz üzere, 2019’da yayımlanan bir Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması var ve onun da verileri neredeyse birkaç yıl geriye gidiyor. Dolayısıyla son durumu, yabanıl (vahşi) kapitalist yoksullaşTIRmanın Türkiye’de yarattığı yıkımı ortaya koyan güncel bilimsel araştırmalara hızla ve ciddi biçimde gereksinimimiz var. Öte yandan, Türkiye’de özgür bilimsel araştırmalara akçalı (finansal) kaynak bulabilmek son derece güç. TÜBİTAK gereken düzeyde özerk ve özgür değil, parasal kaynakları sınırlı. Üniversiteler de bu bağlamda çok yönlü sorunlar yumağında.

Elimizdeki son verilere göre, 5 yaş altındaki çocukların dünya genelinde % 22’si yaşına göre bodur; Küresel toplum için utanç verici bir durum. Her 4-5 çocuktan 1’i, yeterli-dengeli beslenseydi erişebileceği boyun çok gerisinde kalıyor. Oysa, pahalı olmayan bir bedelle önlenebilir bir sorun. Dünya genelinde 663 milyon insan son verilere göre günlük enerji (kalori) gereksinimini karşılayamıyor = aç kalıyor! 5 yaş altı çocukların %22’si bodur! “Bodur kalmak” uzun süreli ciddi ağır beslenme yetersizliğinin sonucu. Kısa süreli beslenme yetersizliği zayıflığa yol açar. Çocuklarda beslenme yetersizliği 1-2 ayı geçerse, boy alımı durur ve çocuk bodur kalabilir. Ayrıca en son, yine BM verilerine göre, dünya genelinde 1,9 milyar insan ciddi düzeyde gıda güvensizliği içinde.

  • Her 4 insandan 1’inin gıda güvencesi yok; yarın ne yiyeceği / bulacağı belirsiz!

Eğer yoksul ailelerin çocukları şöyle veya böyle, bir miktar karbonhidrat sağlayabilirlerse yani ekmek, yağ, un, şeker, kurabiye, pasta –ki o da çok zor ekmek de çok pahalı biliyorsunuz– İnsanlar ucuz ekmek için Halk Ekmek kuyruklarında; aşırı karbonhidratla beslenme nedeni ile bu çocukların bir bölümü zayıf görünmeyebilir kısa hatta bodur kalırlar. Onlarda durum iyice acı, yoksulluğun tavana vurduğu aileler.. İyi kötü biraz karbonhidrat alabiliyorsa kilosu yerinde görünebilir. Bu bizi aldatıp kötü beslenmeyi maskeleyebilir. O bakımdan mutlaka boy değerlendirmesi de yapmak gerekir yaşına ve cinsiyetine göre. Yukarıda da vurguladığım üzere sürekli koruyucu sağlık hizmeti!

Evet, bu çocukların ruhsal enerjileri de yeterli gelişemiyor. Duygusal küntlük (apati), öğrenme güçlükleri, sosyalleşmede zorlanma, bedensel – zihinsel kapasitenin geri kalması, coşku azalması, içe dönüklük, yaratıcı yeteneklerin gelişememesi, ruhsal-bedensel hastalıklara, kazalara yatkınlık, daha kısa ve niteliği düşük bir yaşam, beceri edinmede güçlük.. yoksulluğa mahkum kalma!

Soru   : Yetersiz beslenme 0-5 yaş arası çocuklarda ve okul çağı ile gençlerde hangi sağlık sorunlarına yol açıyor? Çocukların entelektüel gelişimini nasıl etkiliyor?

Yanıt Çocuklarda bulaşıcı hastalıklara (enfeksiyonlara) direnç düşüyor bu nedenle sık sık enfeksiyonlar, ishal, zatürre görüyoruz. Yetersiz-dengesiz beslenen çocuklar çok daha ağır geçiriyor bu hastalıkları. Daha yüksek oranda ölümlere yol açıyor. Ayrıca engelli kalmalara da yol açıyor. Diyelim ki aşısı yoksa, menenjit geçirdiyse hem fiziksel hem mental olarak ciddi engelli kalabiliyor. Bulaşıcı hastalıklarla savaşta, yeterli-dengeli beslenme çok temel bir girdi bildiğiniz gibi.

Bağışıklık sistemini güçlendiren, sistemin hastalıklara karşı savaşırken ürettiği antikorlar proteinlerdir. Eğer yeterli-dengeli beslenme ile nitelikli proteinleri yeterince alamıyor iseniz, bağışık sisteminiz sizi bulaşıcı hastalıklardan ve kanserden korumada çok zayıf ve yetersiz kalır. Dolayısıyla her türlü hastalığa açık ve yatkın olursunuz. Yaşam kaliteniz düşer, yaşam süreniz kısalır. Zihinsel (mental) yaratıcılığınız düşer, bunu vurgulamak isterim özellikle. Bir Goethe çıkartamazsınız, bir Einstein çıkartamazsınız ve ayrıca bu tablo, toplum içindeki sınıfsal yapı desenini de uçurumlaştırır ve sınıflar arası geçişi olanaksızlaştırır. Kastik (katı sınıfsal) bir
sosyolojik yapıya dönüştürür toplumsal dokuyu.

  • Yoksul yoksul kalmaya,
  • reaya yani köylü köylü kalmaya,
  • reaya oğlu reaya, yoksulun oğlu-kızı yoksul olmaya devam eder…

söyleşimizin ilk bölümünde de altını çizdiğim üzere. Toplumsal eşitsizlikleri azaltamayız, daha da derinleşir.

Soru  : 5 yaş altı çocukların yeterli gıdaya erişebilmesi ve beslenme eşitsizliklerinin giderilmesi için ne yapılmalı? Okul beslenme programları çözüm olur mu?

Yanıt   : Sağlık Bakanlığı’nın 5 yaş altı çocuklara özel bir önem ve özen göstermesi gerekiyor. Genel ve yerel yönetimlerin aşısız çocuk bırakmaması, okul öncesi okul  çocuklara beslenme desteği verilmesi, okul öncesi eğitime çocuklarını göndermeyen ailelere, gebe kadınlara, beş yaş altı çocukları olan ailelere, mutlaka yerel ve genel yönetimlerin gıda desteği sağlaması gerekiyor. Nitelikli protein içeren süt ve ürünleri, meyve, hayvansal-bitkisel proteinler, vitamin-mineraller başta olmak üzere. Bu bağlamda Anayasa md. 45’i özellikle anımsamakta ve anımsatmakta yarar var:

  1. Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması
  • Madde 45 – Devlet, tarım arazileri ile çayır ve mer’aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır. Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır.

Soru  : Çocukların yeterli-dengeli beslenememesi sizce iktidarın politik bir tercihi mi?

Yanıt Çocuklar toplumların geleceğidir. Onlara ancak yeterli-dengeli beslenme ve sağlık hizmeti ile başlayarak, eğitim hakkını da ekleyerek destekleyici, sevgiye dayalı, şefkate dayalı yol göstermeye dayalı, doğumdan getirdikleri özgücün (potansiyelin) en üst sınırına ulaşmalarını sağlayıcı bir toplumsal dayanışmacı sistem kurarsak beklediklerimizi onlardan alabiliriz. Onlara bunları vermediğimizde;

  • Yoksul, işsiz, kavruk, zayıf, beden direnci düşük, yaratıcı olmayan hatta çağını
    ve sorunlarını kavramaktan uzak,
  • Kalabalık, niteliksiz bir sürü”ye dönüşebilir toplum! Rahatlıkla yönlendirilebilir.
  • Birtakım siyasetçiler bunu çok isteyebilirler.

AKP bunu böyle yapıyor. Bilerek ve isteyerek. Çok çocuk yapın, Tanrı rızkını verir diyor. Ama böyle bir şey yok, Allah’ın karıştığı yok, yoksulluğun-açlığın ülkede, dünyada nerelere vardığını görüyoruz.. Üstelik sorun çoğunluk ve ağırlıkla Müslüman ülkelerde ne yazık ki..

Bir yandan savaş koşulları, bölgesel Ukrayna- Rusya savaşı, bir yandan küresel iklim felaketi (climate disaster!).. Küresel iklim felaketinin getirdiği kuraklık, açlık, tarımsal üretim yetersizliği, bir yandan da korkunç nüfus artışı (her yıl 80 milyon!) dünyada çok ciddi sorunlara gebe. İvedi olarak yapılması gerekenlerin başında, anormal nüfus artışını sınırlamak geliyor. Artık dünya daha çok nüfusu kaldıramıyor.

  • Mutlaka, dünyadaki kapitalist sömürü sisteminin neoliberal vahşetin sonlandırılıp daha dayanışmacı, daha insancıl, daha paylaşımcı, doğaya saygılı bir toplum düzeni = sürdürülebilir yaşam.. kurulması gerekiyor;
  • Sürdürülebilir kalkınma” bitti, duvara dayandı, sürdürülemez oldu.
  • Devletlerin mutlaka sosyal – dayanışmacı politikalar izlemesi gerekiyor.

Hiç unutulmasın, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin 25. maddesinde 4 temel insan hakkından biri beslenmedir. Bütün insanların dengeli-yeterli beslenme temel hakkı vardır. Bu hakkın gerçekleştirilmesi uygar insanlığın görevidir ve bu olanaklıdır. Bu da adına Küreselleşme denen –gerçekte emperyalizmin ta kendisidir– vahşi sömürü düzeninin ülkemizde ve dünyada sonlandırılması için bilinçli ve kararlı bir küresel dayanışmayı gerektirmekte.

  • “İktisadi temelde PİYASACILIK ve siyasal düzlemde KÜRESELCİLİK, azgelişmiş ülkelerin iktisadi-siyasi istilası ve işgalidir.
  • Buna karşılık memleketlerin yapabilecekleri şey açıktır:
  • İktisadi temelde PLANLAMACILIK ve siyasal düzlemde BAĞIMSIZLIK.
  • Bu, tekellerin ileri sürdükleri üzere ‘dünyadan kopma‘ ve ‘içe kapanma‘ değildir. Bu, emperyalizme karşı çıkma, sömürgeleşme sürecinden kopma.. demektir. (Küreselleşme, 2 Yüze Bir Maske, Kaldone G. NWEIHED, Çev. B.T. Gürel, Memleket Yay. 2006).

[1] Bodurluk (stunted), 5 yaş altı çocuklarda yaşa ve cinsiyete göre beklenen boyun çok altında (2 standart sapmadan daha fazla) kalma olarak tanımlanmakta.
*****
İlk bölüm için tıklayınız :
http://ahmetsaltik.net/2022/06/12/gazete-durum-ile-soylesi-yoksulluk-beslenme-sorunlari-ve-sonuclari-1/

 

GAZETE DURUM ile söyleşi : Yoksulluk, Beslenme Sorunları ve Sonuçları-1

GAZETE DURUM ile söyleşi..

Yoksulluk, Beslenme Sorunları ve Sonuçları-1

İlknur Yağumli

https://www.gazetedurum.com.tr/ozel-haber/prof-dr-ahmet-saltik—turkiyede-zek%C3%A2-duzeyi-geriliyor–4163

ANKARA- Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Saltık (ayrıca Sağlık Hukuku Uzmanı ve Siyaset Bilimci), çok ağır ekonomik bunalım yüzünden derinleşen yoksulluğun, ailelerden çocuklarına bir ‘miras’ olarak kalacağını söyledi.

Dr. Saltık, annelerin ve gebelik döneminde yetersiz-dengesiz beslenen kadınların ve bebeklerinin ciddi sağlık sorunları yaşadığına dikkat çekerek,

  • “Gebelik döneminde anne yeterli – dengeli beslenmezse bebek aç kalır!
  • Bebek, anne karnında aç kalır!
  • Yani yaşama öyle handikaplı başlar ki, daha annesinin karnında iken aç kalan bir bebek!!” ifadelerini kullandı.

Toplumun zeka düzeyinin gerilediğine de değinen Saltık, bu durumun ülkenin geleceğini tehdit ettiğini vurgulayarak,

Zeka yetersizliğinin yaygın olduğu bir toplum, 21. yüzyılda nasıl ayakta kalacak? Bu çocuklar ortaya bir bilimsel yapıt, bir sanat ürünü, yaratıcı bir roman, bir senaryo, bir estetik ürün, bir mimarlık ürün… koyamazlar.” dedi.

Türkiye’de yaşanan ağır ekonomik bunalım bir yanda gündelik yaşamı zorlaştırırken öbür yanda giderek daha geniş bir kesimi içine almayı sürdürüyor. Birleşmiş Milletler (BM) Gıda Programı (WFP) verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 15 milyon kişi, yeterli gıdaya erişemiyor. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Sosyal İşler, Sağlık ve Sürdürülebilir Kalkınma Komitesi’nden Pierre-Alain Fridez’in 2022 Mart’ında hazırladığı rapora göre Türkiye, çocuk yoksulluğu konusunda endişe verici ülkeler arasında. OECD’nin son verilerine göre ise çocuk yoksulluğu konusunda üye ülkelerin ortalaması %12,8 olarak açıklanırken, Türkiye’de bu oran %20’nin üzerinde bulunuyor. Tüm bu veriler toplum sağlığının tehlikede olup olmadığı sorusunu akıllara getiriyor. Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, derin yoksulluğun aile, kadın, çocuk ve bebekler üzerindeki etkilerini GAZETE DURUM‘a değerlendirdi. Dr. Saltık, sözlerini, aşağıdaki sorumuz üzerine şöyle sürdürdü:

Soru : Türkiye’de yoksulluk miras haline mi geliyor? Bu yoksulluk mirası halk sağlığını kısa ve uzun erimde (vadede) nasıl etkileyecek?

“Anne babaların çocuklarına bırakacakları bir mal varlığı, bir maddi servet emekçi kesimler için büyük oranda artık yok. Aileler çocuklarına yoksulluğu miras bırakacaklar. Yanı sıra sağlıksız bir gelecek de bırakmış olacaklar. Anne karnından başlayarak yetersiz – dengesiz beslenmiş olacaklar büyük oranda. Türk-İş’in hesaplarına göre 4 kişilik bir aile için yoksulluk sınırı ayda 19 bin TL’sını aştı! Oysa Türkiye’de asgari ücret 4250 TL. Dolayısıyla yoksulluk sınırının dörtte birinin de altında bir asgari ücret! Bu insanların günlük olarak yeterli – dengeli beslenmesini geçelim, karınlarını doyurmaları bile neredeyse olanaksız oluyor.

Yoksulluğun kısa ve uzun dönemde halk sağlığını nasıl etkileyeceğine anne karnından başlayarak bakalım. Gebe bir kadın, gebe kalmayı tasarlayan bir kadın ve eşi, önceden birtakım sağlık incelemeleri yaptırmak durumunda. Örneğin diyabeti (şeker hastalığı) var mı, kalp hastalığı var mı,  hipertansiyonu var mı, birtakım bulaşıcı hastalıkları var mı, aşıları tamam mı, beslenme durumu nasıl?? Örneğin folik asit… Folik asit ucuz ve çok değerli bir besin ögesidir. Eğer gebelik döneminde bu vitamin eksik kalırsa, gebelikten önce tamamlanmaz ise, son derece ciddi doğumsal anomalilere yol açar folik asit eksikliği; nöral tüp defektleri.. Omurga kanalının tam kapanmaması yüzünden omuriliğin açıkta kaldığı ciddi bir durum.

Daha annesinin karnında iken karnını doyuramayan bir bebek…

Gebelik döneminde anne yeterli – dengeli beslenmezse bebek aç kalır.
Yineleyelim; bebek, anne karnında aç kalır!

Yani yaşama öyle handikaplı başlar ki, daha annesinin karnında iken aç kalan bir bebek düşünün! Yetersiz-dengesiz beslenme, ne denli sakıncalı gördüğünüz gibi. Dolayısıyla bebek, 2500 gramın altında düşük doğum tartısı ile doğabilir. Bu, eğer gebelik zamanında sonlandıysa, gebenin o dönemlerde yeterli-dengeli beslenemediğini gösterir, açlığı gösterir! Gebelik döneminde annenin ve de bebeğin açlığını… Bu bebeklerin ölüm oranları çok yüksektir. Hastalıklara dirençleri çok düşüktür, özellikle bulaşıcı hastalıklara, zatürreye, ishallere yakalanma riskleri çok büyüktür ve yakalandıklarında da ölüm oranları oldukça yüksektir. Dolayısıyla büyük bir risk ve eşitsizlik söz konusudur. Büyük bir dezavantajla büyük bir eşitsizlikle dünyaya gelmiş olur bu bebekler. Yaşamda kalma şansları çok düşüktür, yaşarlarsa sağlık sorunları yakalarını bırakmaz, daha kısa ve düşük nitelikli yaşarlar, çok kırılgandırlar…

Türkiye’de zeka ortalaması geriliyor!

Merkez sinir sisteminin, beyin ve zeka gelişiminin % 95’i yaşamın ilk 2-5 yılında gerçekleşir. Özellikle ilk 2 yıl yeterli-dengeli beslenmeyen, aileden ve anneden yeterli sevgi ve ilgi görmeyen bebeklerin zihinsel gelişimlerinin çok yetersiz kalabildiğini, zeka geriliğine bile uğrayabildiklerini söyleyebilirim. Son araştırmalara göre Türkiye’de zeka ortalaması geçtiğimiz yıllarda 90 IQ iken son verilerle 87 IQ.

  • Zeka düzeyimiz toplum olarak düşüyor.
  • 87 IQ zeka ile 21. yüzyılda bir toplumun ayakta kalması olanaklı değil.

Zeka yetersizliğinin yaygın olduğu toplum nasıl ayakta kalacak?

Bu bebekler yeterli-dengeli beslenseler, iyi eğitim alsalar, psikolojik destek alabilseler, zihinsel potansiyellerinin en üst sınırlarına erişebilecek 100-120… daha yüksek zeka düzeyine ulaşabilecekler. Bir ülkenin çocuklarının beklenen zeka düzeyine erişememesi zeka fukarası, “geri zekalı” demeye dilim varmıyor, zeka yetersizliği yaşamaları bu tabloda kaçınılmazdır.

  • Bu durum o ülkenin geleceğini tehdit eden bir sağkalım (beka) sorunudur.

Zeka yetersizliğinin yaygın olduğu bir toplumda, siz nasıl 21. yüzyılda ayakta kalacaksınız? Türkiye’yi nasıl bağımsız tutacaksınız, kalkınacaksınız, gelişeceksiniz?

Türkiye’de 5 yaş altında çocuklarda “bodurluk” %6-6,5 dolayında!

Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması – 2018 (TNSA) verileri böyle. 5 yaş altındaki her 15-16 çocuğumuzdan 1’inin boyu, yaşına ve cinsiyetine göre, beklenenin “çok” (2 standart sapmadan daha çok) altında. Bu durumda kısa dönemde çocuk hastalıkları ve ölümleri artar, uzun dönemde beklenen ortalama yaşam süresi düşer. Yetersiz – dengesiz beslenme nedeniyle bu çocuklarımız “bodur” kalırlar,  boyları çok kısa kalır. Elimizdeki verilerle en son 2018 TNSA raporuna göre, Türkiye’de %6-6,5 dolayında “bodur” çocuk var 5 yaşın altında. Yüz kızartıcı bir tablo bu! Bodur, yaşına ve cinsiyetine göre erişmesi beklenen boyun çok altında kalandır. 2018  TNSA verilerinde Türkiye’de her yüz çocuktan 6’sının (5 yaşın altında), beklenen boyun altında bodur kalması yüz kızartıcı bir durumdur ve bu oran ayrıca Türkiye içinde bölgesel eşitsizlikler gösteriyor.

Yoksulluğa mahkum, sınıf atlama şansı olmayan çocuklar…

Doğu ve Güneydoğu’ya, Şırnak’a, Batman’a.. gittiğimizde bodurluk oranı %9-10’u buluyor 5 yaş altı çocuklarda. Şırnak’ta, Batman’da.. her 9-10 çocuktan 1’ bodur! Yaşına göre ileri derecede boy kısalığı içinde. Bu oran Batı’da, diyelim ki Ege’de %1’lere düşüyor. Bölgeler arası derin  eşitsizliğimiz de var.

Bu çocuklar zayıf, kavruk, zihinsel (mental) bakımdan yeterince gelişmemiş, dolayısıyla eğitim olanaklarından da yeterince yararlanamayan, tutukluk içinde kalabilecek ve yoksulluğa mahkum, sınıf atlama şansı olmayan bir yaşamda çakılı kalırlar. Uzun erimde (vadede) de aslında beden dirençleri düşük olur, ortalama yaşam süreleri kısalır, yaratıcılıkları sınırlanır.

Bu çocuklar erişkin olduklarında ortaya bir bilimsel yapıt, bir sanat ürünü, yaratıcı bir roman, bir senaryo, bir estetik ürün, bir mimarlık ürünü koyamazlar. Zeka gelişimleri yeterli olamayacağı için iyi eğitim de alamazlar…

  • Yoksulun kızı / oğlu yoksul kalır.
  • Köylü, köyü kalır : Reaya oğlu reaya!

Ülkemizde YoksullaşTIRma politikası uygulanıyor!

Ne yazık ki halkımızın çok büyük bir kesimi, son birkaç aydır özellikle Aralık 2021’den bu yana bir yoksullaşTIRma süreci yaşıyor. Özellikle vurguluyorum, “yoksullaşma değil yoksullaşTIRma!”…

Siyaset biliminde şöyle bir kuram vardır:

Yoksullaştırılan, çaresizleştirilen, ezikleştirilen, seçeneksiz bırakılan insanlar, kendilerine bu eziyeti, bu zulmü yapanların eteklerine yapışırlar. Stockholm sendromu diye bir sendrom. Kendine işkence ve eziyet yapanlara aşık bile olabiliyor, hatta tapabiliyor bu sendromu yaşayanlar!

Dolayısıyla Türkiye’de hala bunca korkunç yoksullaştırıcı zulüm politikalarına karşın, iktidar oylarının dörtte bir dolayından aşağıya inmeyişini bu kurama dayalı açıklayabiliriz.

  • AKP=RTE iktidarının Türk halkını bilerek yoksullaşTIRması, çaresizleştirmesi,
    kendisine bağımlı kılmaya, tabi kılmaya, oy deposuna dönüştürmeye dönük bir politika.
  • Öğrenilmiş çaresizlikle yığınları felç etme politikası güdüyor AKP = RTE baskıcı rejimi!

Bu durum sürdürülemez ve hızla sonlandırılması gerekir, çünkü yıkım çok ağır ve giderimi çok çok güç..
==============================
Not : Bu yazımız, yukarıdaki internet erişminde GAZETE DURUM web sitesinde, ufak tefek kimi değişikliklerle yayınlanmıştır (11.06.2022). Muhabir Sn. İlknur Yağumli’ye teşekkür ederiz. 2. Bölümü izlemek için lütfen tıklayınız :
http://ahmetsaltik.net/2022/06/12/gazete-durum-ile-soylesi-yoksulluk-beslenme-sorunlari-ve-sonuclari-1/