Etiket arşivi: Atatürk’ün Bütün Eserleri

Sinan MEYDAN : EVRİMDEN CİHADA… ‘Devrim ve karşıdevrim’

EVRİMDEN CİHADA…
‘Devrim ve karşıdevrim’

Fotoğraf

Sinan MEYDAN
SÖZCÜ, 31 Temmuz 2017

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır…)
“Dünyada her şey için; maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlmin ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, sapkınlıktır…” (Atatürk, 27 Eylül 1924, Samsun öğretmenlerine söylemişti)
15 Temmuz darbe girişiminden bir yıl sonra müfredattan “Evrim” çıkarıldı, “Atatürkçülük” azaltıldı; buna karşın “15 Temmuz” ve “cihat” müfredata girdi. Normalde, bu cemaatçi darbeye karşı bilimsel eğitimin güçlendirilmesi gerekirken, tam tersine bilimsel eğitim zayıflatılıyor. Ulusal ve laik eğitimin güvencesi 1924 Tevhidi Tedrisat Kanunu yerle bir ediliyor. Okul öncesinden üniversiteye kadar tüm okullar dinselleştiriliyor: Mahalle aralarında dinsel eğitim veren anaokulları, sıbyan mektepleri açılıyor, hazine arazileri Kuran kurslarına devrediliyor, liseler imam-hatipleştiriliyor, medreseleri yeniden açmak, karma eğitime son vermek için nabız yoklanıyor, müftülere nikâh yetkisi tanınıyor, milli bayramlar yasaklanıyor, Milli Mücadele, Türk Devrimi ve Atatürk unutturulurken, Şeyh Sait’i kahramanlaştıran, 15 Temmuz’u “milat” kabul eden yeni bir tarih yazılıyor: “Dindar” ve “kindar” nesil projesi adım adım hayata geçiriliyor.
Oysaki 96 yıl önce, Temmuz 1921’de, Atatürk ve arkadaşları, bir taraftan işgalcilerle mücadele ederken, diğer taraftan cehaletle mücadeleye hazırlanıyordu.
İLK MAARİF KONGRESİ
15 Temmuz 1921, Ankara’da öğretmenlerin katılımıyla ilk Maarif (Eğitim) Kongresi toplandı. İki gün önce Yunanlılar, Afyon ve Bilecik’i işgal etmişti. Ankara’da Maarif Kongresi’nin toplandığı saatlerde Kütahya önünde şiddetli çarpışmalar oluyordu. O gün Bozüyük ve Tavşanlı Yunanlıların eline geçti. Türk Ordusu, 4. Tümen Komutanı Yarbay Nazım Bey dâhil, birçok şehit verdi.
17 Temmuz, Maarif Kongresi’nin üçüncü günü; Kütahya Yunanlılarca işgal edildi. Şehre Yunan bayrağı çekildi. Bunun üzerine Atatürk trenle Eskişehir’e hareket etti. Karacahisar’daki karargâhta İsmet Paşa’yla buluştu ve toparlanmak için ordunun Sakarya’nın doğusuna çekilmesini istedi.
19 Temmuz, Maarif Kongresi’nin beşinci günü; Türk Orduları Eskişehir’i boşalttı. Yunanlılar Eskişehir ve Seyitgazi’yi işgal etti. Yunan Kralı, Uşak’a geldi.
21 Temmuz, Maarif Kongresi’nin yedinci günü; Eskişehir’i alabilmek için Türk Ordusu karşı taarruza geçti. Ancak taarruz başarısız oldu. 21 Temmuz’da Maarif Kongresi çalışmalarını tamamlayarak dağıldı.
Sakarya Savaşı’nın başlamasına sadece bir ay vardı.
ATATÜRK’ÜN EĞİTİM İLKELERİ
Atatürk, Maarif Kongresi’nin açılış konuşmasında, geçmişteki eğitim ve öğretim yöntemlerinin “milletimizin gerilemesinde” etkili olduğunu, Milli eğitim programının “eski devrin hurafelerinden” ve “Doğu’dan ve Batı’dan gelebilen” bütün yabancı etkilerden uzak, “milli ve tarihsel karakterimize uygun” olması gerektiğini belirtti. Bu kongreden, “yalnız çizilmiş eski yollarda alelade yürüme” konusunda “görüş alışverişi yapmayı değil”, dile getirdiği özelliklere sahip “Yeni bir sanat ve marifet yolu bulup millete göstermek ve o yolda yeni kuşağı yürütmek için rehber olmak gibi kutsal bir hizmet” beklediklerini söyledi. “Büyük tehlikeler önünde uyanan milletlerin ne kadar kararlı olduklarına tarih tanıklık etmektedir. SİLAHIYLA OLDUĞU GİBİ BEYNİYLE DE MÜCADELE ETMEK ZORUNDA OLAN MİLLETİMİZİN birincisinde gösterdiği kudreti ikincisinde de göstereceğine asla kuşkum yoktur…” dedi. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.11, s. 236,237)
Atatürk, “Muhterem hanımlar, efendiler” diye başladığı konuşmasının birkaç yerinde “Muallime ve Muallim Kongresi” ifadesini kullanarak kongreye katılan üç kadın öğretmen; Halide Edip, Müfide Ferit ve Şahur Hanım şahsında tüm kadın öğretmenlere seslenmişti. Kongreye kadın erkek öğretmenlerin birlikte katılması, sadece kadın erkek eşitliğinin değil, karma eğitimin de ilk habercisiydi.
Atatürk’ün savaş sırasında belirlediği eğitim ilkeleri “milli” ve “çağdaş”tı.
KADINLI ERKEKLİ KONGRE
Maarif Kongresi’nin 1921 koşullarında kadın-erkek karışık düzenlenmesi, Meclis’teki muhafazakârların tepkisini çekti. Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey, kongreye kadın öğretmenlerin katılması ve kongreye harcanan para nedeniyle Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey hakkında soru önergesi verdi. Karasi Milletvekili Hasan Basri Bey, “kongrenin milletin gelenek ve duygularına uymayacak bir şekilde karışık düzenlendiğini” belirtti. Kırşehir Milletvekili Yahya Galip Bey, “Fakat kadınlarla birleşme iyi olmamış” dedi. Karahisarısahip Milletvekili Mehmet Şükrü Bey ise bu, “kadınlığı tahkir demektir” diyerek kongreyi eleştirdi. Görüşmelerden sonra Hamdullah Suphi Bey güvenoyu alsa da muhafazakâr milletvekilleri bu işin peşini bırakmadılar.
Kongrede kadın öğretmenler en ön sırada oturmuşlar, erkek öğretmenlerle de aralarında birkaç sıra boş bırakılmıştı. Buna rağmen ertesi gün Meclis’in sarıklı milletvekilleri, Müslüman hanımların erkeklerle aynı salonda toplantı yapmasını “dine aykırı” bulup sorumluları şikâyet etmek için Atatürk’e gittiler. Atatürk, şikâyetlerini dinledikten sonra büyük bir hiddetle, “Kimmiş Muallimler Cemiyeti Reisi? Çağırın onu!” diye seslendi. Cemiyet başkanı Mazhar Müfit Bey içeri girer girmez ona, “Siz öğretmenler toplantısında ne yapmışsızınız? Ne ayıp şey!” diye çıkıştı. Bu sırada sarıklıların keyfi yerindeydi. Atatürk, aynı tonda devam ediyordu: “Olur şey değil, olur şey değil!” Mazhar Müfit, ne diyeceğini şaşırmış halde ayakta bekliyor, kendini savunmaya çalışıyordu. Atatürk, “Bırak, bırak! Ben hepsini biliyorum. Toplantıya öğretmen hanımları da çağırmışsınız, fakat onları niye ayrı sıralarda oturttunuz? Sizin kendinize mi itimadınız yok? Türk hanımlarının faziletine mi? Bir daha öyle ayrılık gayrılık görmeyeyim…” Biraz önce zevkten dört köşe olmuş sarıklılar, şimdi ne yapacaklarını şaşırmış halde, başları önde sessiz sedasız odadan çıktılar. (Zeki Sarıhan, 1921 Maarif Kongresi, Ankara, 2009, s. 129,130)
ÖĞRETMEN ORDUSU
Atatürk‘ün savaşı iki cepheliydi. Bir taraftan topuyla tüfeğiyle vatanı işgal eden emperyalist düşmana, diğer taraftan hurafelerle, boş inançlarla, zihinleri işgal eden kara cehalete karşı mücadele ediyordu. Atatürk, “Biri asker ordusu, diğeri öğretmen (kültür) ordusu” olmak üzere iki ordudan söz ediyordu. O, askeri orduların kazandığı zaferi yeterli görmüyordu, asıl zaferi öğretmen ordularının kazanacağını söylüyordu. 27 Ekim 1922’de Bursa’da öğretmenlere seslenirken şöyle demişti: “Ordularımızın kazandığı zafer sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı. Ordularımızın zaferini siz tamamlayacaksınız, gerçek zaferi siz kazanacak ve devam ettireceksiniz ve mutlaka başarılı olacaksınız.”
İŞE YÖNELİK EĞİTİM
Atatürk, 2 Şubat 1923’te İzmir’de, “Eğitim nasıl olmalıdır?” sorusuna şöyle cevap vermişti: “Ekonominin istediği gibi olmalıdır. (…) Mesela sanatkâr istiyoruz, kunduracı istiyoruz, terzi istiyoruz; her şeyi istiyoruz. (Geçmişte) hayır, bunları öğrenmek lazım değildir, denmiştir. Ve sanatkâr yoktur memleketimizde. O halde okullarımızda öyle şeyler öğretelim ki (öğrenciler) pabuç nedir, nasıl yapılır öğrensin. Elbise nedir, lazım mıdır, nasıl yapılır, öğrensin. Sonra bu kadar sahillerimiz vardır. Vapurlar geliyor gidiyor, ticaret denilen bir şeyler oluyor. Fakat çocuk bunları bilmez, öğrenmemiştir. O halde öyle bir şey öğretelim ki, bu memlekete en çok lazım olan şeyi öğrenmiş olsun. Şunu demek istiyorum ki, hayat için gereken şeyleri, başarıyla ve hızla ve kolaylıkla elde etmek için bilmemiz gereken şeylerin tamamı eğitim programımızı oluştursun ve öyle olacaktır. Yani GENEL CEHALETİ YOK ETMEYE çalışacağız.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 15, s. 93)
Aradan yüz yıla yakın bir zaman geçti. Dünya değişti; bilim ve teknoloji çok gelişti. Ancak gelin görün ki, bugün Türkiye’yi yönetenler, gençlerimizi bu bilimsel ve teknolojik gelişime hazırlamak yerine “cihada” hazırlıyorlar.
ATATÜRK’ÜN EVRİM DERSLERİ
Evrim Teorisi bugün Türkiye’de müfredattan çıkarıldı. Oysaki Atatürk döneminde müfredatta “Evrim” vardı. Atatürk döneminde okullarda okutulan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” ve “Tarih 1” adlı kitaplarda “Evrim Teorisi”ne yer verilmişti.
1931’de hazırlatılıp liselerde okutulan “Tarih I” kitabı doğrudan Buzul devirleri, mağara insanları, mamutlar, ilk duvar resimleri ve insanın ortaya çıkışını anlatan evrim tablosu gibi resimlerle başlıyordu. Kitabın birinci bölümünde, “Dünya ve Hayat Hakkında Yanlış Fikirler” başlığı altında şöyle denilmişti: “Bundan 200 sene öncesine kadar Dünya’nın 5-6 bin sene önce yaratıldığı ve insanın Basra’ya iki günlük yolda, Fırat Nehri üzerinde bulunan ‘cennet’te yaratıldığı sanılmaktaydı. Bu kanaatler hep din kitaplarındaki hikâyelerin olduğu gibi gerçek sanılmasından doğuyordu. Artık hayatın 6 bin senelik değil, milyonlarca senelik olduğu anlaşılmıştır. Bu anlayış yeryüzündeki kaya tabakaları ile onların arasındaki fosillerin 100 seneden beri incelenmesi sayesinde olmuştur.” (Tarih, 1, 5. bas, İstanbul, 2003, s. 3) Aynı kitapta “İnsanın Atası” başlığı altında, “Kısacası insanlar, sularda kaynaşıp çırpınan bir mevcuttan çok yavaş yürüyen BİR EVRİMLE bugünkü şekle geldiler” denilmişti. (Tarih 1, s. 6)
Sözün özü, Atatürk döneminde liselerde okutulan “Tarih” kitaplarının ilk konusu “Evrim”di. Cumhuriyeti kuranlar, bilimden korkmuyordu. Cumhuriyeti tasfiye etmek isteyenler ise bilimden korkuyorlar.
ATATÜRK’ÜN DİN DERSLERİ
Atatürk’ün müfredatında tarih çok önemliydi. Dünya tarihinin bir parçası olarak dinler tarihi de okutuluyordu; ancak tüm dinler, tarafsız ve bilimsel biçimde anlatılıyordu. Örneğin, liselerde okutulan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” ve “Tarih II” kitaplarında İslam tarihi, bilim ışığında eleştirel bir gözle aktarılıyordu. Örneğin, bugünkü tarih kitaplarında yazdığı gibi Türklerin güle oynaya değil, kanlı bir süreçten sonra Müslüman oldukları belirtiliyordu. (Tarih II, s. 128-146).
Atatürk’ün müfredatında “dincilik”, “mezhepçilik” ve “ırkçılık” yoktu.
Atatürk’ün müfredatında, din dersleri aşamalı olarak azaltılıp 1930’larda kaldırılmıştı, ancak orduda ve köy ilkokullarında din dersleri devam ediyordu. Bu derslerde 1929’dan itibaren A.Hamdi Akseki’ye hazırlatılan “Askeri Din Dersleri” ve Muallim Abdülbaki’ye (Gölpınarlı) hazırlatılan “Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri” adlı kitaplar okutuldu. Bu kitaplarda anlatılan İslam dini, hurafelerden uzak, akılcı ve sadeydi.
1924’te kurulan ve 1932’de öğrenci yetersizliği nedeniyle kapatılan ilk imam-hatiplerde Kuran-ı Kerim ve din dersleri yanında şu dersler okutulmuştu: Coğrafya, Hesap, Hendese, Hayvanat, Nebatat, Ruhiyat, Ahlak ve Malumatı Vataniye, Türkçe, Tabakat, Fizik ve Kimya Malumatı, Hıfzıssıhha, Yazı, Terbiyeyi Bedeniye, Türk Edebiyatı, Hitabet ve İnşad, Arabi, Tarih…
HALKEVLERİ VE KÖY ENSTİTÜLERİ
Atatürk Cumhuriyeti’nin akla, bilime dayalı ve işe yönelik eğitim öğretim kurumları arasında Halkevleri ve Köy Enstitüleri’nin özel bir yeri vardı.
Halkevlerinde şu dokuz kol faaliyetteydi: 1. Dil ve Edebiyat, 2. Güzel Sanatlar, 3. Tiyatro, 4. Spor, 5. Sosyal Yardım, 6. Tarih ve Müze, 7. Halk Dershaneleri ve Kurslar, 8. Kütüphane, 9. Köycülük…
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ndeki 8 kol ise şöyleydi: 1. Güzel Sanatlar. 2. Yapıcılık, 3. Maden İşleri, 4. Hayvan Bakımı, 5. Kümes Hayvancılığı, 6. Tarla ve Bahçe Ziraatı, 7. Zirai İşletme Ekonomisi, 8. Köy ve El Sanatları…
1943 Köy Enstitülerinin müfredatı incelendiğinde, bu okullarda 5 yılda okutulan tüm dersler içinde en çok saat sayısına sahip 5 dersin şöyle sıralandığı görülür: 1. Türkçe: 736 saat, 2. Matematik: 598 saat, 3. Müzik: 460 saat, 4. Yabancı Dil: 414 saat, 5. Tabiat ve Okul Sağlık Bilgisi, Askerlik, Öğretmenlik Bilgisi: Her biri 368’er saat… (Niyazi Altunya, Köy Enstitüsü Sistemine Toplu Bir Bakış, 2005, s. 50)
REÇETE: İLİM VE FEN
Atatürk, toplumsal hastalıkların ancak “ilmi ve fenni tedaviyle” önleneceğini düşünüyordu. 27 Ekim 1922’de Bursa öğretmenlerine söylediklerine bakar mısınız?
GERÇEK KURTULUŞ, toplumdaki marazı (hastalığı) tespit edip tedavi etmekle elde edilir ve marazın tedavisi ancak İLMİ ve FENNİ bir tarzda yapılacak olursa şifa verici olur. Yoksa İLMİN ve FENNİN dışında bir tedavinin hiçbir zaman hiçbir marazı tedavi edemeyeceği malumdur. Tersine maraz kalıcı olur ve tedavi edilemez bir hale gelir.” Konuşmasının devamında, kazandıkları askeri zaferin sırrının da “orduların sevk ve idaresinde İLİM ve FEN İLKELERİNİ rehber kabul etmek” olduğunu belirterek, okullarda da “İLİM ve FENİ rehber kabul edeceklerini” ifade etmişti:
* “Evet, her konuda; milletimizin siyasi, toplumsal hayatında, milletimizin fikri terbiyesinde de rehberimiz İLİM ve FEN olacaktır. Okul sayesinde, okulun vereceği İLİM ve FEN sayesindedir ki Türk Milleti, Türk sanatı, Türk ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir. (…) Bu hayat ancak İLİM ve FEN ile olur. İLİM ve FEN nerede ise oradan bulup alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İLİM ve FEN için kayıt ve şart yoktur…”
(Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 14, s. 42-45)
Tarihin gösterdiği gerçek şu:
* Çocuklarımıza “cihat” öğreterek değil, “bilim” öğreterek, “sanat” öğreterek, “insana saygıyı” öğreterek kurtuluruz.
* Bugün dünyada, mücahitlere sahip ülkeler değil, bilim insanlarına sahip ülkeler söz sahibi…
========================================
Dostlar,

Değerli Tarihçi Sayın Sinan Meydan, SÖZCÜ gazetesinde her pazartesi 2. sayfada, tam sayfa güncel çalışmalarını yayınlıyor.

Görüyor musunuz “FETÖCÜ SÖZCÜ” yü (!!!) ?
Atatürk ve Devrimlerine nasıl sahip çıkıyor içtenlikle ve başından beri..
SÖZCÜ‘ye de Sayın Meydan’a da bu çalışma için çok teşekkür borçluyuz..
Dikkatle okuyunuz ve paylaşınız dileriz..
AKP = RTE’nin gerçekte “ne” olduğu ve “neye hizmet ettiği bir kez daha tüm çıplaklığıyla görülüyor.. Halkımız elbette bu gerçekleri gecikerek de olsa öğrenecek ve tarihin yasaları hükmünü yürütecek..
Son sözü hep ama hep direnenleri AYDINLANMA ve İNSANLIK ONURU adına söyleyecek..

Diren Türkiye,
Diren insanlık onuru,
Diren AYDINLANMA aşkı…
Sevgi ve saygı ile. 01 Ağustos 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Hayasız – soysuz ve alçak!..

Hayasız – soysuz ve alçak!..

Ümit ZİLELİ
KORKUSUZ, 9 Mayıs 2017

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Büyük Devrimciye olan kin ve nefret dedelerinden yadigardır!..
O dedeleri ki, vicdanları en ufak şekilde sızlamadan, dinlerini, namuslarını, şereflerini satıp, İngiliz’in, Yunan’ın safında yer almış vatansız yobazlardı… İslam-Teali Cemiyeti‘ni kuran, Yunan ordusunu padişahın ordusu, İslam’ı kurtaracak ordu olarak selamlayan bu herif-i naşerifler hiç utanıp sıkılmadan Yunan Başbakan’ı Dimitrios Gunaris’e kendilerine yardım edilmesi yani altın verilmesi durumunda Bursa’da Yunan desteğinde bir devlet kurup, Kuvayı Millicilere karşı savaşma teklifinde dahi bulunmuşlardı…
-Tarihin görüp görebileceği en soysuz yobazlardı!..
İslam Teali Cemiyeti’nin kurucusu, Atatürk ve arkadaşları hakkında idam fermanında şeyhülislam olarak imzası bulunan, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra önce Yunanistan’a kaçıp çıkardığı gazetede Türklere kin kusan, “Türk olmaktan tiksinirim” diyen, sonra Mısır’da ölen hain Mustafa Sabri‘ydi… Yardımcısı ise kıyafet devrimi sırasında milleti Cumhuriyet’e karşı kışkırtmaya çalıştığı için idam edilen İskilipli Atıf isimli gerici yobazdı…
Yurtseverlerin kaybetmesi, Yunan ordusunun kazanması için ellerinden gelen her şeyi eksiksiz yaptılar; “Din elden gidiyor”, “Kuvayı Milliciler hayduttur, Bolşeviktir” yalanlarıyla Kurtuluş Savaşı’nı baltalamak için türlü hainlik ürettiler…
-Ancak başaramadılar!..
Aydın din adamları dahil, milletin her kesimiyle kucaklaşan Mustafa Kemal ve arkadaşları, bu soysuz ve hain güruhu tıpkı düşman ordusu gibi ezdi geçti!.. Kimi kaçtı, kimi aman diledi, kimi ise yeni hayınlıklar tasarlamak için yeraltına sığındı…
-Gerici hainlerin defteri uzunca bir süre için dürülmüştü!..
 

GÜNÜMÜZÜN MUSTAFA SABRİLERİ!..

Atatürk’ün ölümüyle yer altından çıkmaya başladılar…
Çok partili sisteme geçişle birlikte özellikle Aydınlanma Devrimi‘nin yeterince ulaşamadığı yerlerde örgütlendiler. Özellikle 1950’den itibaren (AS: başlayarak) güçlenmeye başladılar. Yaklaşık 20 yıl sağ partilerin kucağında palazlandıktan sonra bir bölümü kendi partisini kurdu.
30 yıllık bir süreç, biri post-modern diğer ikisi klasik darbe, istikrarsız bir süreç sonunda kendisine “Muhafazakar Demokrat” sıfatını yakıştıran ancak “İslamcı” çizgiye olan muhabbetini her fırsatta ortaya koyan bir parti iktidara geldi. Son 15 yıldır işte bu düşüncenin yönetiminde yaşıyor Türkiye…
Yıllar içinde “Yeni Türkiye” “Yeni Osmanlı” masallarından cesaret alan Mustafa Sabri ardılları tarihi ters yüz etmek, Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyeti karalamak için en soysuz, en alçak yalanlarla sahne aldılar… Bunlardan birini tanıyorsunuz; kerameti kendinden menkul bir
“derin tarihçi!” Adı Mustafa Armağan… Geçmişine baktığınızda gerçekten derin bir Fetullah hayranlığı, çöp kadar değeri olmayan bir yığın dedikodu, iflah olmaz bir Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı görürsünüz…
Ahmet Hakan dün köşesinde bu herife “Yavşak” diyerek bence paye vermiş; benim tercihim “Çukur” sözcüğüdür… İşte bu çukur zat önce “Derin Tarih” isimli dergi formundaki paçavrasında “tarihe düşen bomba” üst başlığı ile şu kapağa imza attı:

  • Latife Hanım’ın 91 yıldır gizlenen mektubu: “Kemal Paşa çakma Napolyon’dur.” 

HAYASIZ RUHLAR!..

Şimdii, Atatürk ile kısa bir süre evli kalan, ayrıldıktan sonra 1975’te vefat ettiği ana kadar ilişkisi ile ilgili tek kötü söz etmeyen Latife Hanım’ın böyle bir mektubu var mıdır, dilimize girişi epey yeni olan “Çakma” gibi bir argo sözcüğü kullanır mı gibi soruları bir yana bırakarak şöyle bir bakalım:
-Büyük devrimcinin yaşamını didik didik ettiler, olmadık iftiralara yeltendiler olmadı…
-Paşa’yı Vahdettin Anadolu’ya memleketi kurtarsın diye gönderdi. Bin altın da yanına verdi dediler, Kurtuluş Savaşı’nın hangi koşullarda yapıldığını bilen millet kahkahayla güldü…

-Mustafa Kemal’in yaptığı emperyalizme karşı savaş değil, yalnızca bir Türk-Yunan savaşıdır iddiasını öne sürdüler, Yurdun dört yanının işgal altında olduğunu, İngilizlerin yediği haltları bilen millet suratlarına tükürdü, sadece rezil olmakla kaldılar…
Öne sürdükleri hiçbir iddia doğru çıkmadı, yalnızca küçüldüler, soysuzlaştılar… Öyle ki, akılları fikirleri ancak apış arasına çalışan bu alçaklar sonunda Atatürk‘ün manevi kızı Afet İnan‘a çamur atacak denli zıvanadan çıktılar; Afet Hanım’ın Gazi’nin manevi kızı değil, sevgilisi olduğunu öne sürdüler!..
TVNet ekranında geçen şu zavallı konuşmaya bakın; program sunucularından, Akit yazarı Yavuz Bahadıroğlu Afet Hanım ile ilgili soruyor: “Güzel miydi?” Diğer sunucu Mustafa Armağan yanıtlıyor: “Gençliğinde güzeldi ancak sonradan şişmanlıyor!” Şu pespayeliğe, şu şeref yoksunluğuna bakar mısınız?
Ellerinde belge var mı? Yok! Yalnızca tahminler, rivayetler üzerinden bu ülkenin kurucusuna olabilecek en haysiyetsiz en alçakça şekilde iftira furyası var!.. Bırakın dini, imanı…
-İnsan olan böylesine hayasız, böylesine soysuz olabilir mi?..
Yanıt tabii ki sorunun içinde!.
===================================
Dostlar,

KORKUSUZ Gazetesi yazarı Sn. Ümit Zileli‘ye bu yazısı için teşekkür borçluyuz.
Müslüman, Hıristiyan, Musevi….. her kim olursa olsun, İNSAN OLMA’nın belki de ilk koşulu DÜRÜST olmak değil midir? Bu takıntılı zavallı ATATÜRK düşmanları attıkları iğrenç iftiralar için hangi geçerli kanıtı ileri sürebilirler?? Kaynak Yayınlarınca çıkarılan değer biçilmez ATATÜRK’ün BÜTÜN ESERLERİ adlı 30 ciltlik muazzam belgesel ansiklopediye biraz göz atsalar, belki de vicdanları uyanacak, bakıp görmeyen gözleri açılacak.. Belki VEFA‘yı anımsayacaklar.. Zavallılar..
Ancak sorun MİLLİ EĞİTİM’de değil mi?
Ülkemizin yakın tarihini nesnel olarak öğretmiyor, öğretemiyoruz.
AKP de son 15 yıldır bu yaşamsal işlevi engelleyip tersini yapıyor.
Türkiye ektiğini biçiyor ve hızla yozlaşarak köklerine yabancılaşıyor.
Bu akıl dışı gidişe son verme zamanı geldi, geçiyor..
“HAYIR” bileşenleri ilk yerel – genel seçimde bu lanetli gidişi “DUR” demeli..

  • AKP – RTE bu olayı açıkça kınayıp, “bedelini ödeyecekler” diyebilir mi?
    Demezse – diyemezse nedendir acep??
  • Bu yazımızı Cumhuriyetin savcıları suç duyurusu olarak kabul etsinler istiyoruz.

    Erdoğan’ı birazcık eleştirenler gece yarısı evlerine baskın yapılıp kelepçelenerek götürülüyor ve günlerce kollukta tutulup sulh ceza yargıçlarınca (Mahkemelerince değil!?) tutuklanarak yargılanıyor, hapis ve para cezası, güvenlik tedbirleri yaptırımı görüyor. AİHM‘nin istikrar kazanmış içtihatları dikkate alınmadan, gerçekte “zımnen ilga” TCK md. 299 uygulanarak.. Bu gerçek dışı küstah ve sefil saldırı, 5816 sayılı ATATÜRK ALEYHİNE İŞLENEN SUÇLAR YASASI (RG: 7872, 31.07.1951) kapsamında ne yaptırım görmeli, anımsatalım :

Md. 1 : Atatürk‘ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır….
Md. 2 : Birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumi veya umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasiyle işlenirse hükmolunacak ceza yarı nispetinde artırılır…. (Yasa toplam 5 madde..)

Yüce ATATÜRK ve AYDINLANMA devrimi bu topraklarda sonsuza dek yaşayacak.
Tüm yarasaları da aydınlatıp ısıtarak, insanlaştırarak; mazlumlara örnek ve umut olarak!

Sevgi ve saygı ile. 10 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not : Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, “Atatürk’ün hatırasına hakaret etme” suçundan Süleyman Yeşilyurt ve Hasan Akar hakkında iki ayrı soruşturma başlattı. Yeşilyurt ve Akar hakkında gözaltı kararı verildi. TVNET’te yayımlanan “Derin Tarih” adlı programda Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili sözleri nedeniyle Süleyman Yeşilyurt’a Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca “Atatürk’ün hatırasına hakaret etme” suçundan soruşturma başlatıldı. Öte yandan savcılıkça Hasan Akar’ın Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım hakkında sosyal medyada paylaşılan bir videoda söylediği sözler nedeniyle yine aynı suç kapsamında ayrı bir soruşturma daha açıldı. Savcılıkça Yeşilyurt ve Akar’ın gözaltına alınmaları için Emniyet’e talimat da verildi. (Cumhuriyet, 10.5.17)

Yandaş kanalda skandal sözler: Atatürk’ün manevi kızını sevgilisi yaptılar

Kaynak Yayınevi : Türk Devrimi’nin Yayınevi.

KAYNAK YAYINLARI…

AİHM Büyük Dairesi, Perinçek-İsviçre davasında kararını verdi!

Karar, Yazarımız Doğu Perinçek lehine sonuçlandı…

Doğu Perinçek, İsviçre’de 2005 yılında verdiği konferanslarda,

“Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır”

demesi üzerine bu ülke yargısınca ‘ırkçı ayrımcılık’ gerekçesiyle cezaya çarptırılmıştı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2. Dairesi ise 17 Aralık 2013 tarihli kararında, ‘ifade özgürlüğü’ vurgusu yaparak İsviçre’yi haksız bulmuştu.

Ancak İsviçre bu karara itiraz ederek, davayı Büyük Daire’ye taşıdı.

ERMENİ MESELESİ İLE İLGİLİ KİTAPLARIMIZI İNCELEMEK İÇİN TIKLAYIN

GÜNCEL KAMPANYALARIMIZ

 

Mehdi Mesih plus Deccal Dindarmış 48,00 TL yerine 29,99 TL


KİTAP SETLERİ

Dostlar,

Kaynak Yayınevi gerçekten de Türk Devrimi’nin Yayınevi..

Destek olalım, Kaynak yayınlarını okuyalım, okutalım..
Kişi ve kurumlara armağan edelim…

Hele hele ATATÜRK’ün BÜTÜN ESERLERİ

30 cilt, muazzam bir belge – bilgi hazinesi..

Sevgi ve saygı ile.
15.10.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

KAYNAK YAYINLARINA DESTEK OLALALIM…

Dostlar,

KAYNAK YAYINLARI‘ndan ulaşan e-iletiyi paylaşmak istiyoruz..

Türk Devrimi’nin yayınevi KAYNAK YAYINLARI‘na sahip çıkmak ödevimizidir..

Değişik vesilerle dostlara, kurumlara, okullara, çocuklarımıza… uygun paketleri armağan edebiliriz..

ATATÜRK’ün BÜTÜN ESERLERİ başlıklı 30 ciltlik dev yapıt tam bir harikadır ve
KAYNAK YAYINLARI’nın haklı olarak övünme hakkı vardır..

Sevgi ve saygı ile.
09.10.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

================================

YENİ KİTAPLARIMIZ…

Ayağa Kalk CHP!
18,00 TL 13,50 TL
Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Benim iki büyük eserim vardır. Bunlardan birincisi Cumhuriyet, ikincisi de Cumhuriyet Halk Partisi’dir” diye tanımladığı iki ulu çınar da 92. yaşını…
Özal’ın Dış Politikası
12,00 TL 9,00 TL
Dış politika uzmanı emekli diplomat Hüner Tuncer, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra sivil iktidarın teslim edildiği Turgut Özal’ın dış politikasını ele alıyor.Özal’ın 1983-1989…
1920 Teşkilatlanma
25,00 TL 18,75 TL
Elinizdeki eser, Mondros’tan İstanbul’a ile başlayıp Samsun’dan Erzurum’a ile devam eden”İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e” serisinin üçüncü kitabı.Orhan Çekiç bu seride Kurtuluş…
Mehdi Mesih
24,00 TL 18,00 TL
Deccal Dindarmış kitabında Deccal’in kimliğini ve zamane dincilerini yazan Nazif Ay,  bu kez kötülüğe karşı iyiliğin temsilcileri olan Mehdi ile Mesih’i deşifre ediyor. Nostradamus’un…
Viking Destanı
25,00 TL 18,75 TL
Egill’in Sagası, İskandinav ortaçağ edebiyatının eşsiz örneklerinden biridir. Norveç kralının ayakları altında kalmaktansa sürgün olmayı tercih eden gururlu, baş eğmez…
Resim Sanatı Tarihinde Devrimler ve Karşıdevrimler
30,00 TL 22,50 TL
Atilla Cemal Eşen, bu kitabında resim sanatını ilkel komünal toplumlardaki mağara resimlerinden günümüze kadarki süreçte ekonomi ve politikayla etkileşimi temelinde ele alıyor….
Batılı Gizli Servislerden IŞİD’e Giden Yol
24,00 TL 18,00 TL
Terörizm pahalı bir iştir. Bugün yeryüzünün farklı coğrafyalarına dağılmış terör örgütleri “ideolojilerinin” propagandasını daha etkin yapabilmek adına insanlık düşmanı…
Unutulan Beyin
34,00 TL 25,50 TL
Doktor Turan İtil, ilklere imza atan ve birçok ilacı keşfeden dünyaca ünlü Türk bilim insanıdır. Bu kitapta beyin hakkında hiç bilmediğiniz ve okuyunca şaşıracağınız hayati…
Hakerenler
19,00 TL 14,25 TL
“‘İmam Cafer Buyruğu’ ya da kısaca ‘Buyruk’ diye bilinen yapıt, Aleviler arasında en çok okunan kitapların başında gelir; yaşam ve inanç yolunu aydınlatan kutsal kitap olarak…

YENİ ÇOCUK KİTAPLARIMIZ

Köroğlu ve Kel Hamza
12,00 TL 9,00 TL
“Neden üzgünsünüz böyle?Neden sevindirmezsiniz beni bir tebessümle, bir tatlı sözle?Dünyanın serveti elin kiri gibidir, Buna kederlenmek olur mu? Sevindirin beni bir tebessümle.”29…
Toplu Masallar II
12,00 TL 9,00 TL
29 yıllık hayatına öğretmenliğin yanı sıra, yazarlığı, çevirmenliği, derlemeciliği, gazeteciliği sığdıran, durup dinlenmeden üreten Behrengi’nin derlediği Toplu Masalların 2….
Ulduz ve Konuşan Bebek
12,00 TL 9,00 TL
Merhaba Çocuklar Ben Ulduz’un Konuşan Bebek’iyim. Ulduz ve Kargalar kitabını okuyan çocuklar beni çok iyi tanıyorlar. Bir gece Ulduz beni karşısına aldı ve bana içini dökmeye…
GÜNCEL KAMPANYALARIMIZ

 

Mehdi Mesih plus Deccal Dindarmış 48,00 TL yerine 29,99 TL


KİTAP SETLERİ

 

Atatürk’ün kayıp vasiyeti “ATATÜRK’ÜN BÜTÜN ESERLERİ”nde


Atatürk’ün kayıp vasiyetinin, “ATATÜRK’ÜN BÜTÜN ESERLERİ”nde yer aldığı ortaya çıktı!

Atatürk’ün kayıp vasiyetinin, “ATATÜRK’ÜN BÜTÜN ESERLERİ”nde yer aldığı
ortaya çıktı.

1996 yılından bu yana bir araya getirilen Atatürk’ün bütün yazıları, talimatları ve konuşmaları, 30 ciltte toplanarak satışa çıkarılmıştı.

Atatürk’ün “Çiftliklerin Hazineye Devri Hakkında Başvekâlet’e” yazdığı vasiyetinin 29. ciltte bulunduğu öğrenildi.

Kitapta yer alan

Vasiyetine göre Atatürk;

Ankara’daki Orman Çiftliği ile Yalova, Silifke, Dörtyol, Tarsus’daki tüm çiftlikleri tarım eğitimi amaçlarıyla faaliyet göstermek koşuluyla
Hazineye bağışladı.

İşte kitapta yer alan o bölümler…

Konu ile alakalı haber;

http://www.odatv.com/n.php?n=ataturkun-kaybolan-vasiyeti-bulundu-1203151200

ATATÜRK’ÜN BÜTÜN ESERLERİ‘ni incelemek ve sipariş vermek için; http://www.kaynakyayinlari.com/ataturkun-butun-eserleri-tum-set-30-cilt-p362296.html

=============================

Dostlar,

Teşekkürler KAYNAK YAYINLARINA
ve özellikle 30 ciltlik görkemli yapıta..

“ATATÜRK’ÜN BÜTÜN ESERLERİ”

Bu muazzam emek ürünü hazineye biz de kitaplığımızda sahip bulunuyoruz..

Sitemizde Yüce ATATÜRK‘ün vasiyetiyle Devlete / Ulusuna bağışladığı mallarının listesini vermiştik.. Aşağıdaki erişkeden (linkten) bu yazımız çağrılmalı ve okunmalıdır.

http://ahmetsaltik.net/2013/04/01/ataturkun-mal-varligi-ve-utanmaz-saldirilar/

Sevgi ve saygı ile.
13.03.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Atatürk’ün En Sevinçli Olduğu An

Dostlar,

Birikimli yazar – aydın Sayın Zeki Sarıhan yine tarihin derinliklerindeki kaynaklardan önemli bir belgeyi paylaşıyor..

Mustafa Kemal Paşa‘nın yaşamda iken tüm malvarlığını Ulusuna bağışlaması..

Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu‘na birer dernek olarak
(Devlet dairesi olarak değil!) çalışmalarını sürdürmelerine elverecek parasal kaynağı vasiyetiyle bırakıyor. Mal varlığı O’nu rahatsız ediyor :

  • “Omuzlarımda Uludağ var!” diyor.

Malvarlıklarını üzerinden düşürdükten sonra de :

  • “İnsanın serveti kendi manevi şahsiyetinde olmalıdır.”

sözlerini dillendiriyor..

Günümüzdeki kokuşmayı, onlarca kez ve milyonlarca dolarlık rüşvet aldıkları savlanan Devletin kimi tepe yöneticilerini ve onları koruyup kollayanları gördükçe, Atatürk’ün büyüklüğünü bir kez daha anlıyoruz..

  • Mala mülke tenezzül etmeyen, nefsini tümüyle terbiye etmiş,
    kendi gerçeğini bulmuş, kamil, GERÇEK İNSAN ATATÜRK!

Sevgi ve saygı ile.
18 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

======================================


Atatürk’ün En Sevinçli Olduğu An

Zeki_Sarihan_portresi

Zeki SARIHAN

Millî Kurtuluş Savaşı’nın başkomutanı, Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanı Atatürk,
en sevinçli anını ne zaman yaşamıştır? Kuşkusuz herkes gibi onun da çok üzüldüğü, sevindiği anlar vardır. Onun sevinçli olduğu anlarla ilgili bir liste yapılmış değildir. Tahmin edilebilir ki askeri okullara yazıldığı, onlardan diploma aldığı zaman çok sevinmiş olmalıdır. Her subay gibi rütbelerini aldığı zamanlar, Ordu Müfettişi olarak atandığında, Erzurum ve Sivas Kongrelerine başkan seçildiğinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olduğunda da sevinmiş olmalıdır. Hele, düşmanın Sakarya boylarında durdurulması ve onu şan ve şöhretinin doruğuna taşıyan Dumlupınar Meydan Savaşı kazanıldığında sevincine payan olmamalıdır.

Mustafa Kemal Paşa’nın yaşamı, başka sevinçlerine vesile olacak olaylarla da doludur. Cumhurbaşkanı seçilmek az mutluluk mudur? Ardından, hayal ettiği yeni bir düzen için onun emriyle gerçekleşen reformlar için de sevinmiş olması çok doğaldır. Onu sevindirme ihtimali bulunan daha pek çok olay sıralanabilir. Fakat acaba Atatürk’ün yaşamında en sevinçli anı hangisidir? Bunu aşağıda kendisinden öğreneceğiz?

“Bunu vakit geçirmeden yapmalısın”
Tarih 1937 Mayıs ayıdır. Kafasında çok önem verdiği bir karar vardır.
Atatürk’ün Umumi Kâtibi Hasan Rıza Soyak bir görev için Avrupa gezisine çıkacaktır.

Atatürk O’na:

“Çocuk! Çabuk git, gel de artık şu çiftliklerin hazineye devri işini halledelim.
Biliyorsun ben 1927 senesinde Büyük Nutkumu verdiğim celselerden birinde
BMM’ne, bunların Parti’ye ait olduğunu söylemiştim. Bu itibarla devir esnasında hükümetten Parti için bir miktar para alırsak iyi olacaktır. Bakalım; İsmet Paşa’nın dönüşünde meseleyi O’nunla görüşeceğim, en uygun şekli o zamana dek kararlaştırırız.” demiştir.

Soyak, Paris’ten Almanya’ya geçmeye hazırlanırken Ankara’dan nöbetçi yaver telefon eder. Atatürk, Soyak’tan Almanya gezisini yarıda bırakarak derhal yurda dönmesini emretmektedir. O da hemen o akşam yola çıkar. İstanbul’a vardığında Atatürk de buraya gelmiştir. Birkaç saat sonra gemi ile Trabzon’a yola çıkacaktır. Soyak’a İnönü ile görüştükten sonra çiftlikleri bütün tesis ve varlıklarıyla hazineye hibe etmeye kesin olarak karar verdiğini söyler ve Soyak’a şu talimatı verir:

“Sen bu akşam Ankara’ya git. Mevcudu tespit edip bir listesini yap. Ayrıca Başvekilliğe tarafımdan bir mektup hazırla.” Mektubun esaslarını da yazdırır. “Mektup müsvettesini İsmet Paşa’ya göster. Fikrini ve mutabakatını al, sonra bana telgrafla bildir. Bunu vakit geçirmeden yapmalısın. Çünkü Meclis kapanmak üzeredir. Ben istiyorum ki,
tatilden önce durumu Meclis’e arz edilmiş olsun, bunu temin etmelisin!..”

Soyak, denileni yapar. Atatürk adına bir mektup yazar ve bir liste hazırlar.
Müsvette Başbakan tarafından da uygun bulunur. Mektubu ve listeyi telgrafla
Trabzon’da bulunan Atatürk’e arz eder. Atatürk, verdiği yanıtta, uygun bulduğunu, hemen Başbakan’a vermesi gerektiğini, dönüşünde imza etmek üzere
şimdilik telgrafının imza yerine eklenmesini emreder. Telgraf, liste ile birlikte Başbakan’a verilir. Durumun 12 Haziran 1937 günü Meclis’e sunulması kararlaştırılır.

  • “Omuzlarımda Uludağ var!”

Şimdi Trabzon’a dönelim. Atatürk, 11 Haziran 1937 günü bu malları devlete bağışladığı ile ilgili yazısını yazdırmaya başlar.

  • “Malum olduğu üzere ziraat ve zirai iktisat sahasında fenni ve ameli tecrübeler yapmak maksadıyla muhtelif zamanlarda memleketin muhtelif mıntıkalarında birçok çiftlikler tesis etmiş idim.” 

diyerek bunları Hazine’ye hediye ettiğini yazar. Bağışladığı çiftliklerin dönümünü, bunlardaki bina, tesisat, fabrika ve imalathaneleri, canlı demirbaşları liste halinde belirtir. Listede gösterilen çiftliklerin toplamı 154.729 dönümdür. Orman Çiftliği’nden başka içlerinde Yalova’da iki, Silifke’de iki, Dörtyol’da iki, Tarsus’ta bir çitlik de vardır.
Yazdırdıkça “Daha ne vardı?” diye çevresine sorar. Kimse ağzını açmaz.
Trabzon Valisi Yahya Sezai Uzay, Atatürk’ün bu bağıştan vazgeçmesini ister.
Bunu söylemelerini Şükrü Kaya ve Tahsin Uzer’den rica eder. Fakat onlar ses çıkarmazlar. Vali nihayet dayanamaz:

“Atatürk’üm ne olur yazdırmayın bu telgrafı. Siz milleti yok olmaktan kurtardınız.
Türk vatanını, Türk tarihini ihya ettiniz, yeniden var ettiniz. Milletin size hediye ettiği
kaç parça şeydir? Bunlar sizde milletin naçiz yadigârı olarak kalsın.” diye yalvarır.

Atatürk, yazdırmayı bırakarak şöyle konuşur:

  • “Vali, çok sıkılıyorum. (İki elini omuzlarının üstüne koyarak) Omuzlarımda Uludağ var sanıyorum. Ben mektepten çıktığım zaman kılıcımdan başka bir şeyim yoktu. Şimdi millet bana çok veriyor, kâfi bana..” der.

Yazdırmaya devam eder. Yazı biter, Atatürk bunların telgrafhaneye götürülüp Ankara’ya çektirilmesini emreder. Telgrafın makbuzunu alınca ayağa kalkıp şöyle konuşur:

“Oh oh, ne kadar hafifledim ve ferahladım!”

Atatürk İnönü’ye çektiği telgraf okunurken heyecan içindedir. Gözleri nemlenmiştir. “Yıllar evvel düşündüğüm bir işi Trabzon’da tamamlamak mukaddermiş.” der.

Atatürk, Başbakanlığa yazdığı yazıyı halka okutmuş ve şöyle demiştir:

  • “Hayatımın hatırlayabildiğim en sevinçli dakikalarını yaşıyorum.
    Mal ve mülk bana ağırlık veriyor. Bunları milletime vermekle ferahlık duyuyorum. İnsanın serveti kendi manevi şahsiyetinde olmalıdır.
    Ben büyük millete daha neler vermek istiyorum.”

Atatürk’ün “Daha neler vermek istiyorum” diye ima ettiği şey İş Bankası’ndaki serveti olmalıdır. Nitekim bunu da öldüğü yıl olan 1938’de Dolmabahçeye’ye çağırdığı notere vasiyetname olarak yazdırmış, bankadaki hisselerinden doğan nemayı kendi yakınları ve İsmet Paşa’nın çocuklarının öğrenimi için ayırdıklarının dışında kalan esas bölümünü Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’na bırakmıştır.
Cumhuriyet Halk Partisi’ne bırakılan bir pay yoktur. Parti yalnızca bu hesabı yönetmekle görevlidir.

Atatürk bu servetten niçin sıkılmıştır?

Atatürk’ün İş Bankası ve Çiftliklerinin kaynağı, bilindiği gibi Hindistan Müslümanlarının Kurtuluş Savaşı’na yardım için gönderdikleri yardımın
bir bölümüdür. Savaş sırasında Atatürk’ün banka hesabında tutulan para,
Savaş’tan sonra özel bir banka olan İş Bankası’nın kuruluşunda ve çiftliklerin alınışında kullanılmıştır. Açıkça yazılıp söylenemese de bunun çeşitli dedikodulara konu olması kaçınılmazdır. Nitekim bunun ağırlığını üzerinde hisseden Mustafa Kemal Paşa, Bankanın kuruluşundan ve Çiftliğin alınışından iki yıl geçmeden 1927’de bu paranın Halk Fırkası’na ait olduğunu söylemiştir.

Atatürk’ün çiftlikleri devlete iade kararını yıllar önce düşündüğü, yukarıya alınan kendi sözlerinden anlaşılmaktadır. Bu durum, 1937 Mayıs’ına dek on yıl daha sürmüş,
bu tarihte Atatürk çiftliklerini devlete bağışlamaya kesin olarak karar vermiştir.
Açıkça anlaşıldığı gibi Atatürk, böyle bir servet sahibi olmaktan rahatsızlık duymuş, bunu devlete devretmekle de üzerinden büyük bir yük kalktığını hissetmiştir.
Bu vesile ile O’nun şu sözü her dönemde ibret alınmaya değer:

  • “İnsanın serveti kendi manevi şahsiyetinde olmalıdır.”

Kaynak: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivlerindeki belgelere, 1937 tarihli kimi gazetelere, Hasan Rıza Soyak’ın Atatürk’ten Hatıralar C. II (İstanbul, 1973), Trabzon Valisi Yahya Sezai Uzay’ın yayımlanmamış anılarına ve başka kimi kaynaklara dayanarak Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 29, İstanbul, 2011, Kaynak Yayınları, s. 257-263.