Etiket arşivi: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN!

Prof. Dr. Özer Ozankaya
ADD Kurucu Üyesi, 4. Genel Bşk.
of.ozankaya@isnet.net.tr 

Türk ulusunu uygar uluslar topluluğunun saygın bir üyesi düzeyine yükselten, Atatürk önderliğindeki Cumhuriyet devrimlerinin başlıcalarından birisi olan eğitim devrimi ve bu bağlamda öğretmen yetiştirme ve öğretmenlik mesleğinin toplumsal konumunu yüceltme yolundaki büyük atılımları oldu. 1946’dan başlayarak bu saygın konumu sürekli olarak zayıflatan başlıca etkenlerden birisi ise sömürgeci devletlerin güdümündeki politika bezirgânları olageldi.

Atatürk ve devrimci aydın arkadaşları, toplumumuzda eğitim ve öğretmenlik mesleğinin değerinin çağımızdaki gerçek anlam ve önemiyle kavranmasına tam içtenlik ve adanmışlıkla, özel bir özen göstererek çalıştılar. Sömürgeci güdümündeki siyaset bezirgânları ise, bu uygarlık atılımına karşıtlıklarını, ancak kendilerine yaraşan ve artan bir kabalık ve hoyratlıkla yapageldiler.

  • Ama karanlık ve çirkinliğin ışığa ve güzelliğe yenilmesi kaçınılmaz bir yasadır.

Atatürk, eğitimin ve öğretmenin uygar insanlıktaki yerini, kafalara ve gönüllere öylesine silinmez güzel nakışlarla işlemiştir ki, şiir gibi, türkü gibi Türklük durdukça yinelenecek ve Türklüğün sonsuza dek yücelecek varlığına katkı yapacaktır:

  • “Öğretmenler! Cumhuriyetin özverili öğretmen ve eğitmenleri! Sizler yetiştireceksiniz!
    Yeni kuşaklar sizin eseriniz olacaktır!”
  • “Yaşamda en doğru kılavuz bilimdir, tekniktir.
    Bilimin ve tekniğin dışında kılavuz aramak, aymazlıktır, bilgisizliktir, sapkınlıktır.
    Bilimin ve tekniğin her dakikadaki aşamalarının evrimini ve ilerlemelerini izlemek şarttır.”
  • “Bütün dönemlerde Türk, kendi ruhunu, benliğini, yaşamını unutmuş,
    nereden geldiği belirsiz birtakım başların bilinçsiz aracı durumuna düşmüştür…
    Bununla birlikte hatırlatmak gerekir ki, o baskı altında bile bizi bugün için yetiştirmeye çalışan gerçek ve özverili öğretmenler, eğiticiler eksik değildi.”

Öğretmenler gününde başta Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk olarak tüm öğretmenlerimizi en derin saygı, sevgi ve gönül-borcu duygularıyla anıyorum.
***
Ek:

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi iken, adını yazmayan bir öğrencimden aşağıdaki kartı almıştım. Beni çok duygulandıran ve meslek yaşamımın en anlamlı ödüllerinden birisi saydığım o kartı yaldızlı bir çerçeve içinde hep çalışma odamın duvarında asılı tutageldim. Kendi babam Hilmi Ozankaya ve kayınbabam Yaşar Babacan’ın öğretmen olmalarının da payı olduğunu düşündüğüm bu kartı, internet arkadaşlarımla da paylaşmak istedim.

“Sayın Hocam,
Ben bir çiçek olsam,
Siz toprak
Kabul eder miydiniz
Verimli olsaydım,
Sizden alsaydım
Gücümü?
Gelişseydim emeğinizle,
Kabul eder miydiniz
Büyüseydim?
Başımı uzatsaydım aydınlığa,
Başarsaydım
Yaşam savaşını.
Eğilip yere
Elinizden öpseydim
Kabul eder miydiniz?
Bir öğrenciniz”

(Bu değerli öğrencimin sağlık, esenlik içinde olarak bu notumu görebilmesini ne çok isterdim!)

Atatürk ve Mülkiye

VECDİ SEVİĞ
GAZETECİ

Cumhuriyet, 06 Kasım 2021

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ya da tarihsel adıyla Mülkiye’nin kuruluşunun üzerinden 162 yıl geçti. Okulun Ankara’da eğitime başlamasının da 85. yılı. Özel trenle İstanbul’dan yola çıkan öğrencileri zamanın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Abdülhalik Renda ve çok sayıda milletvekilinin de aralarında bulunduğu kalabalık bir topluluk, Ankara’da 6 Kasım 1936 günü karşılamıştı.

GAZİ’NİN SÜRPRİZİ

Bir gün sonraki gazeteler Cumhurbaşkanının incelemelerine ilişkin haberleri birinci sayfalarında veriyorlar, Mülkiye Mektebi ziyareti hakkında şu bilgiyi aktarıyorlardı:

“Gazi, Yıldız’da bulunan Mülkiye Mektebi’ne teşrif buyurdular. Talebe askeri talimde olduğu için mektepte ders yoktu. Cumhurbaşkanı sınıfları gezmeyerek mektep müdürü Hamit Bey’den mektebin talebe mevcudu, eğitimi hakkında izahat aldılar ve 14.30’da otomobillerine binerek mektepten ayrıldılar.”

Haberde küçük bir hata vardı, Cumhurbaşkanı Yüksek Öğretmen Okulu’na bir yıl önce atanmış bulunan Hamit Bey’den değil yerine gelen okul müdürü Babanzade Şükrü (Baban) Bey’den bilgi almıştı.

Şükrü Baban, yıllar sonra okulun 1944 yılı mezunlarından Nuri İnuğur’a, Atatürk’ün ziyaretinin önceden haber verilmediğini, bir memurun “Gazi Paşa geliyor efendim” diye uyardığını, karşısında Gazi’yi görünce şaşırdığını anlatıyor ve şunları söylüyordu:

“Mekteple ilgili sualler sormaya başladılar. Talebe mevcudu, ders durumu, ihtiyaçlar ve masraflar hakkında konuşuyorlardı. Ben, bir an yerime oturup oturmamak için tereddüt ettim; sonra makamıma oturdum. Biz bu konuşmayı yaparken kapı açıldı; kapıda Şükrü Kaya, Ruşen Eşref ve Kılıç Ali Beyler göründüler. Kendileri, benim makamıma oturmuş, Atatürk’le rahat rahat konuştuğumu görünce bir tuhaf oldular ve ayakta beklediler.”

‘ANKARA’DA MUAZZAM BİNA’

Şükrü Baban, Atatürk’ün “Bir talebiniz var mı benden? İstediğiniz bir şey varsa bildirin” sözlerine “Biz dertlerimizi Maarif Vekili ile hallediyoruz” karşılığını vermiş, 4 Aralık’ta okulun yıldönümü olduğunu belirterek törene katılmaları halinde öğrencilerin çok sevineceğini, “hocaların şeref kazanacaklarını” aktarmıştı.

Şükrü Bey, öğrencisine anılarını anlatırken “Bu konuşma yapıldığı zaman ekim ayında idik” diye ekliyor, Gazi’den “Daha vakit var; zamanı gelince bana hatırlatın” karşılığını aldığını bildiriyordu. Baban, 4 Aralık yaklaşınca Dolmabahçe Sarayı’na gittiğini, “Başyavere kendini tanıtarak Atatürk’ün emirlerini” hatırlattığını, aldığı yanıtın olumsuz olduğunu belirtmeyi de unutmuyordu.

Şükrü Baban’ın buradaki tarihleri verirken yanıldığı anlaşılıyor. Müdürlük görevine başladığı tarihten sonra Atatürk iki kez İstanbul’a gelmişti. Her iki gelişi de ekim ayında değildi. Babanzade Şükrü Bey, 4 Aralık 1930 günü müdür olarak katıldığı ilk kuruluş yıldönümü törenindeki konuşmasında, “Gazi hazretlerinin okulu ziyaretleri dolayısıyla şükranlarını” sunduğunu belirttiği, gazete haberlerine de yansımıştı.

Şükrü Baban, Nuri İnuğur’a anılarını aktarırken Atatürk’ün ziyaretinden bağımsız biçimde, “Mülkiye Mektebi’nin Ankara’ya nakline de muhalefet etmiştim” diyor ve ekliyor:

“O zamanki Maliye Vekili Fuat Ağralı, Yıldız’daki mektebe gelmişti. Görüşme sırasında Mülkiye’yi Ankara’ya nakledeceğini, ıslah edip hocaları ve talebeyi refaha kavuşturacağını, konforlu bina sağlayacağını söyledi.”

Maliye Bakanlığı görevine 1934’te gelen Ağralı ile yapılan konuşmanın bir benzeri Atatürk’ün ziyaretinde yapılmış olabilir mi?

Bu soruya doğrudan yanıt vermek olanaksız. Ama Atatürk’ün o gün ziyaret ettiği Harbiye’den ayrılırken “Bu bina, artık bugün bir mektep binası olmaktan çıkmıştır. Hatta Cumhuriyet ordusu için bir kışla dahi olamaz. Bir an evvel Ordunun yarınki zabitlerini bu binadan çıkarmak lazımdır” dediği bir gün sonra gazetelerde yayımlanmıştı. 6 Aralık günü de Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasındaki “Harbiye Mektebi” üst başlığı altında verilen “Ankara’da muazzam bir bina yapılacak” haberi göze çarpıyordu.

‘YÜKSEK DEĞERDE ARKADAŞLAR’

Projesini Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister’in hazırladığı Harp Okulu binasının yapımı 1935’te tamamlandı, öğrenciler 25 Eylül 1936’da Ankara’ya taşındı.

1935 yılı baharında Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen, bir başka Avusturyalı mimar Ernest A. Egli’ye Cebeci’de “Mülkiye için bir bina projesini süratle uygulamaya koyması görevini” verdi. Aynı tarihlerde binanın yapımı ve okulun Ankara’ya taşınması için yasal düzenleme tamamlandı.

Atatürk, okulun İstanbul günlerinin son yılına girilirken yayımladığı mesajda, Mülkiyelileri

  • Türk ulusunun tam anlamı ile millet olmasına çalışan, modern bir Türk devleti kurmak için” özveriden kaçmayan “yüksek değerde arkadaşlarım” olarak niteliyordu.

Okulun taşınmasına bir hafta kala Milli Eğitim Bakanı’nın Mülkiye’den sınıf arkadaşı Mehmet Emin Erişirgil, müdürlük görevini Şükrü Bey’den devraldı. Birçok öğretim elemanı Ankara’ya gelmeyi kabul etmemiş, başkentte yeni bir kadro oluşturulmuştu.

Kurulduğu 1859’dan 1936’ya kadar İstanbul’da 11 farklı binada öğrenci yetiştiren Mülkiye, 85 yıldır Ankara’nın Cebeci semtinde Atatürk döneminde yapılan binasında eğitimini sürdürüyor.
=======================

Dostlar,

Değerli gazeteci Vecdi Seviğ’e bu önemli yazısı için bir “Mülkiyeli” olarak teşekkür ederiz.

Dr. Ahmet Saltık
Mülkiye 2016 Mezunu
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü

21nci Yüzyılda Türkiye’nin Denizcileşmesi Durum Saptaması ve Denizcileşme Modeli


Dostlar,

17 Nisan 2015 günü Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve
Mülkiyeliler Birliğince birlikte düzenlenen

“21. Yüzyıl İçin Planlama Seminerleri – 2015 Bahar -II”

toplantısına katıldık. Geçtiğimiz hafta da bu bağlamda ilk Planlama Seminerine katılmıştık.

21. Yüzyıl İçin Planlama Seminerleri 2015 Bahar I :
Kamu Yönetimi, Kamu Maliyesi, Kamu Personel Rejimi

“Sağlık Hizmetlerinde Gelinen Çıkmaz; Nasıl Planlamalı?”
başlıklı bir sunu yapmıştık. (yakl. 12 dk.)

Yine aynı yerde, şimdi olduğu gibi, Sayın Prof. Bilsay Kuruç öncülüğünde yapılan
Planlama Seminerinde

“Sağlık, Sosyal Güvenlik, İstihdam ve Eğitim Bağlamında Bunaltan
Dış Güdümlü Planlama”
 başlıklı sözel sunumumuz olmuştu (30 dk.)

Bu gün dinleyici idik.. Konu teknik idi ve bizim uzmanlık alanımız dışındaydı :

“21. Yüzyılda Denizcilik Gücü ve Türkiye”
ana başlıktı. Bu başlık altında ilk oturumda söz alan E. Amiral Cem Gürdeniz‘in,

portresi_Deniz_Kuvvetleri_neden _hedefte

– “Jeopolitik, Savunma ve Güvenlik Perspektifinde Türk Deniz Gücü ve 21nci Yüzyıl” başlıklı bir sunumunu sitemizde yaımlamıştık. 69 yansıdan oluşan coşkulu sunum çok öğretici ve düşündürücü idi. Türkiye Denizcilik alanında apaçık ileri derecede engellenmişti. Türkiye “Denizcileşmeli” idi.
Amiral Gürdeniz, tüm yansılarını mavi deniz arka fonu üzerinde oluşturmuştu..
Bu başarılı sunumun erişkesi (linki) aşağıdaki gibi :

Jeopolitik_Savunma_ve_Guvenlik_Perspektifinde_Turk_Deniz_Gucu_ve_21._Yuzyil_Cem_Gurdeniz

*******

Seminerin öğleden sonraki oturumunda Amiral Gürdeniz bir sunum daha yaptı :

“21. Yüzyülda Türkiye’nin Denizcileşmesi : Durum Saptaması ve Denizcileşme Modeli”

Amiral Gürdeniz, özellikle şu temaya vurgu yapıyor :

  • TÜRKİYE’nin DENİZCİLEŞMESİNİN ve MAVİ UYGARLIK ALANINA GEÇMESİNİN  ENGELLENMESİ..

    Bu önemli sunuma (93 yansı) aşağıdaki erişkeden ulaşılabilir :

    21._Yuzyılda_Turkiye’nin_Denizcilesmesi

Amiral Gürdeniz’in bir de aşağıda kapağı sunulan kitabı var söz konusu sorunu derinlemesine işleyen : Mavi Uygarlık : Türkiye Denizcileşmelidir..

İlk kitap ise HEDEFTEKİ DONANMA başlığını taşıyordu..


Sevgi ve saygı ile.
17 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Jeopolitik, Savunma ve Güvenlik Perspektifinde Türk Deniz Gücü ve 21nci Yüzyıl

Dostlar,

17 Nisan 2015 günü Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve
Mülkiyeliler Birliğince birlikte düzenlenen

“21. Yüzyıl İçin Planlama Seminerleri – 2015 Bahar -II”

toplantısına katıldık. Geçtiğimiz hafta da bu bağlamda ilk Planlama Seminerine katılmıştık.

21. Yüzyıl İçin Planlama Seminerleri 2015 Bahar I :
Kamu Yönetimi, Kamu Maliyesi, Kamu Personel Rejimi

“Sağlık Hizmetlerinde Gelinen Çıkmaz; Nasıl Planlamalı?”
başlıklı bir sunu yapmıştık. (yakl. 12 dk.)

Yine aynı yerde, şimdi olduğu gibi, Sayın Prof. Bilsay Kuruç öncülüğünde yapılan
Planlama Seminerinde

“Sağlık, Sosyal Güvenlik, İstihdam ve Eğitim Bağlamında Bunaltan
Dış Güdümlü Planlama”
 başlıklı sözel sunumumuz olmuştu (30 dk.)

Bu gün dinleyici idik.. Konu teknik idi ve bizim uzmanlık alanımız dışındaydı :

“21. Yüzyılda Denizcilik Gücü ve Türkiye”
ana başlıktı. Bu başlık altında ilk oturumda söz alan E. Amiral Cem Gürdeniz,

portresi_Deniz_Kuvvetleri_neden _hedefte

– “Jeopolitik, Savunma ve Güvenlik Perspektifinde Türk Deniz Gücü ve 21nci Yüzyıl” başlıklı bir sunum yaptı. 69 yansıdan oluşan coşkulu sunum
çok öğretici ve düşündürücü idi. Türkiye Denizcilik alanında apaçık ileri derecede engellenmişti.
Türkiye “Denizcileşmeli” idi. Amiral Gürdeniz,
tüm yansılarını mavi deniz arka fonu üzerinde oluşturmuştu..

Bu başarılı sunumu, –kendilerinin izni ile- siz site okurlarımız ile paylaşmak istiyoruz..

Jeopolitik_Savunma_ve_Guvenlik_Perspektifinde_Turk_Deniz_Gucu_ve_21._Yuzyil_Cem_Gurdeniz

Amiral Gürdeniz, özellikle şu temaya vurgu yapıyor :

Sevgi ve saygı ile.
17 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

YERELSEÇİMLERE YENİ BİR GÖLGE: KIRMIZI PLAKA


Dostla
r,

Sayın Prof. Dr. Birgül Aynan Güler, bilindiği gibi Kamu Yönetimi alanında uzmandır
ve siyasete girmeden önce Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde
Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümünde dersler vermekteydi.

Aşağıdaki yazısı tam da ders niteliğinde..

Herkesin dikkatle okuması ve gereğini yerine getirmesi, hukuk devleti adına dileğimizdir.

Sevgi ve saygı ile.
4.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===========================================

YERELSEÇİMLERE YENİ BİR GÖLGE: KIRMIZI PLAKA

BASIN AÇIKLAMASI, 4 Aralık 2013
YEREL SEÇİMLERE DAHA FAZLA GÖLGE DÜŞÜRÜLMEMELİDİR
 
portresi_genc
Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili

Yüksek Seçim Kurulu (YSK), kamuda görev yapanlardan 30 Mart 2014 genel yerel seçimlerinde aday olmak isteyenlerin 1 Aralık 2013 günü saat 17.00’ye kadar görevlerinden istifa etmeleri gerektiğini açıkladı.

 

Gazetelerde, AKP bakanlarından belediye başkanlığına aday olacakların
1 Kasım 2013’e dek istifa edecekleri yazıldı; Bakanlardan böyle bir adım atan olmadı. Başbakan Yardımcısı Bozdağ,“Sayın bakanların görevlerinden istifa etmeleri yasal olarak zorunlu değil. Ancak seçim kampanyasının yürütülmesi bakımından, başka çalışmalar bakımından farklı değerlendirmeler olur mu? Bunu da zaman içinde göreceğiz” dedi. Kasım ayı sonunda AKP’nin Genel Başkan Yardımcılarından Şentopbelediye başkanlığına aday olacak bakanların istifası gerekir görüşünü
‘cehalet örneği’ olarak nitelendirdi. 
Bu keskin görüşü, YSK Başkanı’nın ‘bakanların istifasına gerek olmadığı yönünde ilke kararı aldık’ açıklaması üzerine dile getirdi. Nihayet Hükümet Sözcüsü Arınç“başbakanımız aday olacak bakanların istifasını uygun görüyor” dedi.

Bugün itibariyle iktidar partisi, halihazırda bakan olarak görev yapan bazı kişilerin belediye başkanlıklarına aday gösterileceğini duyurmuş bulunuyor. Ancak adı geçen kişiler, görevlerinden istifa etmediler. YSK ise, YSK Başkanı’nın ‘oybirliğiyle ilke kararı aldık’ dediği kararı resmi olarak yayımlamadı.

Bağımsızlığı nedeniyle seçimlerin temel güvencesi olarak görülen YSK’nın,
Hükümet yetkililerinin gelgitlerinden etkilendiği görülmekte,
 böyle önemli bir konu
tek kişinin kararına bırakılmış bulunmaktadır.

YSK, 514 sayılı kararında, “.. demokratik toplum düzeni gereklerine uygun bir seçimin yapılabilmesi, adayların eşit bir biçimde yarışmalarına olanak sağlayan bir ortamın oluşturulması koşuluna bağlıdır…..” demektedir. Aday olmak isteyen köy korucularıyla geçici köy korucularının ve bağımsız tarımsal üretici birliklerindeki yönetim ve denetim kurulu üyelerinin bile istifasını gerekli gören YSK’nın, devlet tüzelkişiliğinin yürütme organı olan bakanlar için böyle bir gereklilik görmemesi, açıklanmaya muhtaç bir durumdur.

Bakan’ların, bakanlık görevi sürerken belediye başkanlığına aday olmaları,
aşağıdaki nedenlerle kabul edilemez. 

1. Bakan, devlet tüzelkişiliğinin temsilcisidir. Belediye başkanı ise yerel (belediye) tüzelkişiliğin temsilcisidir. Devlet tüzelkişiliği, yerel tüzelkişiler üzerinde vesayet denetimi yetkisine sahiptir. Vesayet denetimi yetkisi taşıyan bir makamın, bu denetime konu olan idarenin icra organının yerine geçmek için yarışa girmesi, hem hukuka hem bilime aykırıdır. Bu özellik, bakan makamında olanların milletvekili adaylığında görevlerinden istifa etmeleri gerekmezken, belediye başkanlığı adaylıkları söz konusu olunca
neden istifa etmek zorunda olduklarını açıklar.

2. ‘Milletvekillerinin istifası gerekmediğine ve bakan da milletvekili olduğuna göre istifaları gerekmez’ savı talihsizdir. Birincisi, milletvekili meclis üyesidir;
icra görevi yapmaz. Oysa bakan icracıdır; bu iki sıfat birbirine özdeş tutulamaz. Nitekim YSK kararlarında da meclis tipi organlarda görev yapanların değil, yürütme organlarında görev yapanların istifasının gerekli görüldüğü yönünde çok sayıda örnek vardır.

3. Bakan, Hükümet üyesi olarak siyasal görevlidir.
Aynı zamanda bakanlığın Ankara merkeziyle tüm ülkeye iller ve ilçeler temelinde yayılmış olan taşra örgütünün başı olarak en üst idari amiridir. Yetkilerini, atanmış kamu görevlisinden fazla olarak, bakanlığa özgü ayrı bir tüzelkişilikle değil devlet tüzelkişiliği korumasıyla kullanır. Bu yetkiler, ülkenin 81 ilinde kullanılan merkezi bütçe, personel ve yaptırım gücü toplamıdır. Böyle bir gücü bir ilde belediye başkanlığı için kullanması durumunda, ‘eşit yarış ortamı’nın hiçbir biçimde sağlanamayacağı yeterince açıktır.

4. Genel seçimlerde Adalet, İçişleri, Ulaştırma bakanları
kişisel nedenlerle değil, yetkilerinin özellikleri nedeniyle görevden alınır. Yerlerine ‘tarafsız/partisiz geçici bakan’ görevlendirmesi yapılır. Şimdi ise, devlet gücü kullanan Bakan’ların, bu üç bakanlık dahil ve doğrudan kişi olarak kendilerinin seçim yarışında yer almaları
söz konusudur. Bu durumda, ya genel seçimlerdeki uygulama ya da şimdiki durum yanlıştır.

5. DSP’li bakan Sayın Zekeriya TEMİZEL, 18 Nisan 1999 seçimlerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olarak girmek için, yürütmekte olduğu bakanlık görevinden istifayla ayrılmıştır. Eğer bir devlet ciddiyetimiz varsa, bu ilk uygulamanın dikkate alınması gerekir.


Genel idare aktörleri
nin, bu yetkiler ellerindeyken yerel idare seçim yarışında
yer almaları, demokratik siyaset – yönetim gerçeğinin doğasına aykırıdır.
Böyle bir uygulama ne siyaset – yönetim kuramları, ne hukuk öğretisi,
ne de parlamenter – yerel demokratik sistem uygulamalarının gereklerine uygundur.Demokratik siyasal sistemin kuralsızlık ve keyfiyetle çökertilmesini önlemek, yetkili kişi ve kurumların tarihsel önem taşıyan görev ve sorumluluğudur.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur. (4.12.13)

http://baguler.blogspot.com/2013/12/yerel-secimlere-yeni-bir-golge-kirmizi.html

SBF Dekanı Prof. Yalçın Karatepe : Mücadele toplumla iktidar arasında

Dostlar,

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (nam-ı diğer Mekteb-i Mülkiye!) dekanı Sayın Prof. Dr. Yalçın Karatepe ile Cumhuriyet Pazar ekinde bir söyleşi yer aldı.
Sayın Karatepe çok net ve yerinde saptamalarda ve zarif uyarılarda bulunuyor.
İlgililerinin okuması ve dikkate alması gerek.

Bu tür kurumlar, gelişmiş ülkelerde devlet yönetiminin göz bebeğidir. Çünkü oralarda “derin devlet” dedikleri aslında bir “devlet aklı” dır. Rasyonel kamu yönetiminin gereği olarak, devletin açık desteğiyle “mükemmeliyet merkezi” durumuna getirilen bu bilim yuvaları, Devletin -devlet aklının- hep ama hep, sıklıkla danıştığı yerlerdir.

Mülkiye Mektebi Osmanlı döneminde 1859’da kurulmuştur. 154 yaşında köklü bir kurumdur.

Siyasal Bilgiler Fakültesi, diğer bir deyişle MÜLKİYE  Türkiye’de, Siyaset Bilimi, Maliye, İktisat, Kamu Yönetimi, İşletme, Çalışma Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler alanlarında yüksek öğrenim sağlayan en köklü kurumdur. www.politics.ankara.edu.tr resmi web sitesinde şu tanıtım dizeleri yer almakta :

  • “Fakültemizin kuruluşu ve gelişmesi yüz yıldan uzun süredir devam etmekte olan ülkemizin modernleşme ve batılılaşma hareketiyle yakından ilgilidir.Toplumsal reformların başlamasıyla birlikte , yönetim anlayışının, yapılmakta olan reformlara uyum sağlaması, siyasi ve idari kurumların etkinliğini arttırma ihtiyacları, çağdaş standartlarda idarecilerin yetiştirilmesini gerekli kılmıştır.
  • Fakültemiz bu ihtiyacı karşılamak üzere, 1859 yılında İstanbul’da bir meslek okulu olarak kurulmuş ve kuruluşundan itibaren bir dizi değişikliğe uğramıştır. Kuruluşunda Mekteb-i Mülkiye-i Şahane adıyla İç İşleri Bakanlığına bağlı bir kurumken, 1918 yılında adı Mekteb-i Mülkiye olarak değiştirilmiş ve
    Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, 1936-1937 öğretim yılında, Atatürk’ün isteğiyle Ankara’ya taşınarak adı Siyasal Bilgiler Okulu olmuş ve öğretim süresi dört yıla çıkmıştır. 23 Mart 1950’de 562 sayılı yasa ile Ankara Üniversitesi çatısına girerek adı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi olmuştur.”

Bu seçkin (güzide) kurum, köklü bir geçmişe ve geleneğe sahiptir. 100’ü aşkın akademik insangücü (öğretim üyesi) olarak ise 6 bölümü ile neredeyse bir Politik Bilimler Üniversitesi kapasitesine sahiptir.

Üniversite sınavlarında son yıllarda ilk 9 bin içinden öğrenci almaktadır.
1,7 milyon başvuru hesaba katılırsa, ilk yüzde yarımlık dilime girmek gerekmektedir.

Son 10,5 yıllık AKP kabusu sayılmazsa, Mülkiye hemen hemen her iktidar döneminde Kabineye üye vermiştir.

Bu kurumların saygınlığını zedeleme girişimler ancak o eylem sahiplerini küçültür ve ülkeye zarar verir. “Devlet aklı” ile davranarak adında “Mülkiye” (Devlet – Ülke) olan bu kurumdan yararlanmak gerekir.

Sayın Karatepe’ye net saptamaları için teşekkrür borçluyuz.

Bir de eleştirimiz olabilir mi?

“Siyasal Bilgiller Fakültesi” adı bizce hatalıdır.

“Bilgi” nin değil “Bilim” in fakültesi olur.

Salt “Bilgi” okutulacaksa orası meslek okulu olur, bir bilim yuvası olmaz.

Yurtdışındaki örnekleri de “Political Sciences”, “Politik – Siyasal Bilimler” dir.

Bu hususun, Sn. Prof. Karatepe dostumuzun dekanlığı döneminde bir çözüme kavuşturulmasının yerinde olacağını düşünüyoruz.

Söyleşi aşağıda…

Sevgi ve saygı ile.
20.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=============================================

Cumhuriyet Pazar Dergi 16.06.2013
Mücadele toplumla iktidar arasında!Türkiye’deki yükseköğretim kurumları içerisinde, muhalefetin odağı olan fakültelerden Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr.Yalçın Karatepe,
Gezi Parkı eylemleriyle ilgili olarak;

  • “Meydanlara dökülüp özgürlük talebinde bulunanların bir ideolojisi var.
    Daha demokratik, daha özgür, kimsenin kimseye müdahil olmadığı bir
    Türkiye ideolojisi..” değerlendirmesini yaptı.

Karatepe, olaylarda hedefe polisi oturtmanın doğru olmadığını belirterek
“Mücadele toplumla
iktidar arasında. Hedefte iktidar var.” dedi. Üniversite gençliğini bekleyen bir sorun olarak yerleşkelere polisin yerleştirilmesi planı ile ilgili olarak da Karatepe, “Rektörlüklerin ilk duyumda polise başvurması, iktidarın, polisi üniversitelere sokmak planını doğurdu. Çünkü üniversiteler belalı yerler olarak gösterildi.” dedi ve ekledi:

“Çok açık ve net söylüyorum, kaos çıkar.”

Üniversiteler içindeki iktidara, öğrencileri ve öğretim elemanları ile birlikte muhalefeti ile bilinen Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Dekanı Prof. Dr. Yalçın Karatepe ile iki haftadır sokaklarda olan üniversite öğrencilerini, gençlik muhalefetini, hükümetin gençler üzerinden toplumu şekillendirmeye çalışmasını, alkol yasaklarını ve “üniversitelere polisin girmesi”ne ilişkin tartışmaları konuştuk. Karatepe’nin sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

– Farklı görüşlerdeki gençlerin bir araya gelmesini ve sokağa çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? “Sokaktakilerin ideolojisi yok” tezine katılıyor musunuz?

– Aslında meydanlara dökülüp özgürlük talebinde bulunanların da bir ideolojisi var.
Daha demokratik, daha özgür, kimsenin kimseye müdahil olmadığı bir Türkiye ideolojisi. Özgürlükten yana olma ideolojisi. Şimdiye kadar görmediğimiz derecede bir “tek karar vericili bir sistemin” yaşanıyor olması Türkiye’de büyük kitleleri inanılmaz derecede rahatsız ediyordu. Yaşam tarzından tutun da eğitim standartlarına varıncaya kadar
her konuda bir kişi karar verdi. İstanbul’da bir yere yapılacak bina konusunda Başbakan görüş beyan eder mi? Bu sadece görüş beyan etme değil, müdahil olma anlamı da barındırıyor. İnsanlar da buna doğal olarak tepkilerini gösteriyor. Ümit ederim ki,
daha demokratik bir ülke olma yolunda önemli bir katkı sağlar. İnsanlar sokakta inanılmaz zor koşullarda taleplerini dile getirmeye çalışıyorlar.
Umarım çekilen bu eziyetin Türkiye’ye bir katkısı olur.

– Bu polisin gençlerle çatışması mı, toplumsal bir çatışma mı?

– Gösteriler Türkiye’ye yayılmış olmasına rağmen, çok şanslıyız ki, toplumsal bir çatışma ortamı söz konusu değil. Çatışma şu anda iktidar ile göstericiler arasında. İktidarın
ön plana sürdüğü grup maalesef güvenlik güçleri. Çatışma güvenlik güçleri ile göstericiler arasında değil. Bu mücadele toplum ile iktidar arasında. Ben polisleri mücadelenin bir tarafı gibi görmenin doğru olmadığını düşüyorum. Verilen görevi
yerine getirmeye çalışan insanlar. Ben inanıyorum ki, büyük çoğunluğu, evlerine gittiklerinde yaptıklarının içine sinmediğini düşünüyorlar, üzüntü duyuyorlardır.
Oradaki insanlardan çok farklı kaygıları yoktur. Büyük çoğunluğunun hayatlarına müdahale edilmesi, geçim sıkıntısı, eğitim gibi kaygıları vardır. Hedefe polisi oturtmamak lazım, burada hedefte iktidar var.
.
– Tüm politakaların gençlik üzerinden yürütülmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Toplumun tamamı şekillendirilmeye çalışılıyor.
Sesini çıkaranın sesi bastırılmak isteniyor.
Bu anlamda tüm muhalefet odakları dağıtıldı.
İktidarın karşısında bir tek üniversiteler kaldı.
Kendine özgü yapısı ile, soran sorgulayan tavrı ile üniversiteler bunu yapmak zorunda. Gençlik her şeyi eleştirir. Her şeye karşı çıkar. Kafasına yatmayan her şeyi herkesle tartışır. Zaman zaman sert tartışmalar da yaşanabilir. Burada yalnızca şiddet kullanılıp kullanılmadığına dikkat etmek gerekir. Bu tabii ki ince bir çizgidir. Ama “eleştirme!” demek, “sorma!” demek, “tartışma!” demek onları daha fazla alevlendirir.
Bu onların yapısında vardır. Üniversitelerdeki öğretim elemanları da aynı şekilde.

– Üniversitelerdeki çatışmaları nasıl engellemek gerekir?
Yönetimler olaylara karşı nasıl tavır alıyor?

– Şiddete, görüşünü karşındakine şiddetle kabul ettirmeye engel olmak gerekir.
Ama üniversiteler ilk defa gerilmedi. Türkiye’de geçmiş yıllarda çok daha büyük olaylar yaşandı. Ben o zaman da Mülkiye’deydim. Değil üniversitelerde özel güvenlik görevlisi polis bile olmazdı. Yalnzıca bir olay olduğunda, yönetim polisi çağırırdı. Onun dışında polis zaten sokaktaydı. Ama üniversiteye polisin girmesi, polisin üniversitede sabit kalması gibi bir durum kesinlikle sözkonusu değildi. Ki bu, çok daha büyük çatışmaların, büyük olayların yaşandığı bir ortamda geçerliydi.

Rektörlüklerin bir olay olduğunda üniversitenin kapısına ya da yerleşkenin içine
polisi çağırma yetkisi var. Ama benim değerlendirmem, rektörlükler bu haklarını kullanmakta çoğu zaman aceleci davrandı. En ufak bir duyum aldıklarında, hemen polise başvurdular. Hiç bekleme, görme ondan sonra değerlendirme ihtiyacı duymadılar.
Polis ne zaman kampus içine girse olaylar büyüdü. Bu bir sarmal.
Üniversiteye polis çağrılırsa olaylar büyür, sürekli bir olay ihtimali doğar,
sonra yine polis çağrılır. Rektörlüklerin ilk duyumda polise başvurması, iktidarın polisi üniversitelere sokmak planını doğurdu. Çünkü üniversiteler belalı yerler olarak gösterildi. Halkın üniversiteleri sürekli olay çıkan bir yer olarak görmesine yol açıldı. Olması gerektiği kadar, yani şiddete varmayan, eleştiriye tartışmaya izin verilmedi. Öğrencidir bu. Pankart açar, slogan atar, her türlü tartışmayı yapar. Hemen polisi çağırmamak gerekirdi.

  • Hükümetin polisi üniversiteye getirme konusundaki planı gerçekleşirse,
    çok açık ve net söylüyorum, kaos çıkar.

Öğrencilerin polise yönelik bir tepkisi zaten var. Üniversitenin içinde, üniversitenin yönetim organlarına bağlı olmayan, üniversitenin yönetim organlarından talimat almayan bir yapının olması üniversite özerkliği açısından da sorun çıkarır. Zaten ne kadar özerk?

  • Polisin gelmesi ve tümüyle kampus dışından talimat alması, tekrar söylüyorum kaos çıkarır. Özellikle, daha tartışma aşamasında olmasına karşın,
    kampusa bir karakolun kurulması, zaten tepkili öğrencinin her dakika polisle
    veya karakolla karşı karşıya kalması durumunda öğrenci çok büyük tepki gösterir. Öğretim elemanları olarak biz de tepki gösteririz.

– Üniversite yönetimi olarak engel olmak mümkün değil mi?

– İktidar, 10 yıldır yapmak istediği hiçbir şeyi tartışmıyor. Olması gerekenleri, buna kafa yoranlara sormuyor. Yalnızca yasal gücüyle şekil veriyor. Bu durumda öğretim elemanı olarak yapılması gerekenleri elbette ki yapacağız. Çalıştaylar yaparız, bildiriler yazarız ama dikkate alınıp alınmayacağı konusu kuşkulu.

– Yani örneğin, İçişleri Bakanlığı, sizden karakol için yer tahsisi başvurusunda bulunacak.

– Karakol konusu tartışmalı, doğrudan karakol olacağını sanmıyorum. Ama polislerin konuşlanacağı bir yer bile olsa, bu çok büyük tepki yaratır.

– Gençler fazla bölünmedi mi? Kollektifler var, partilere bağlı olanlar var,
çok sayıda örgütlenme var, tek bir sesin çıkması açısından?

– Çok bölünmüş olabilirler. Ama zaten olması gereken bu değil mi?
Öğrenciler istediğini düşünür, en uç fikirlere de varabilir, öğrenci sayısı kadar düşünce biçimi farklı görüş olabilir. Ama zaten mesele, Türkiye’de hiçbir yerde farklı görüşlere
yol açılmaması. Farklı düşünenin, farklı konuşanın, farklı inançları olanın normal görülmemesi. Hiç kimseye hoşgörü yok.

file:/Users/apple/Desktop/dergi/in/16PD03/%2016%20HAZIRAN%202013:YALCIN:DYALCIN3.jpg
SİNAN TARTANOĞLU

Üniversite ve muhalefetinin odak noktalarından Mekteb-i Mülkiye’nin dekanı Prof. Dr. Yalçın Karatepe, olaylarda hedefe polisi oturtmanın doğru olmadığını belirterek,

“Mücadele toplumla iktidar arasında. Hedefte iktidar var.” dedi.