Kategori arşivi: Hekim Saltık

Prof. Saltık’tan AVM eleştirisi: Vakalar maskelenebilir

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Saltık’tan AVM eleştirisi:
Vakalar maskelenebilir

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Saltık, AVM’lerin açılmasını “hükümetin oynadığı bir kumar” olarak değerlendirdi. 11 Mayıs’ta AVM’lerin açılması ile 2 günde 2.5 milyon kişinin buralara gittiğini anımsatan Saltık, “Koronavirüsü alanların %80’inde bulaştırıcılık ilk 5-6 günde ortaya çıkıyor. Bu nedenle 1. haftada anlamlı artış olabilir. Bu haftaya dikkat etmeliyiz. Hastalık azalma eğilimine girdiği için bu artış maskelenebilir, ‘vaka sayısı iniyor ama yavaş iniyor’ denebilir. Bunun 2. dalga etkisini, en uzun kuluçka süresi olan 14 gün sonra 25 Mayıs haftasında görebiliriz, bu nedenle vatandaşlar önlemleri elden bırakmamalı” dedi.

22 Mayıs 2020, Cumhuriyet

Prof. Saltık, bayram öncesi değerlendirmelerde bulundu. Saltık, alışveriş merkezlerinin (AVM) açılması için elde güvenilir epidemiyolojik veriler olmadığını ve bunun neye göre yapıldığının bilinmediğini anımsatarak

  • Salgın, epidemiyoloji bilimi ilkelerine göre değil ne yazık bir anonim şirket anlayışı ile yönetiliyor
  • ve bedeli üstü örtülen fazladan ölümler oluyor.
  • Masum yurdum insanı kapitalizme kurban veriliyor.
  • Ortada bir güven bunalımı da var. Çünkü salgın yönetimi sırasında hasta ve ölüm sayıları halka gerçekçi şekilde açıklanmadı. Belli ölçülerde makyajlandı. O nedenle ‘salgın denetimimiz altına girdi, normalleşmeye giriyoruz’ gibi söylemler halkta güven sorunu oluşturdu.” dedi.

GEVŞEMELERE DİKKAT

AVM’lerin açık olması ancak parklar, kıyıların yasak olmasına ilişkin Saltık;

  • “O denli çelişkili ve traji-komik durum yaşıyoruz ki… İnsanlar birbirinden 1-1,5 m uzak kalarak karada korunduğu gibi deniz kenarlarında da, parklarda da korunabilir. AVM’ler için risk daha büyük çünkü Türkiye’deki AVM’lerin klima sistemleri büyük ölçüde içerideki havayı alarak döndürüyor. İnsanlar AVM’lerden alabilecekleri pek çok ürünü küçük ölçekli marketlerden de alabilir ama denize girme, güneşlenme ya da yürüme gereksinimleri AVM gereksiniminden önce gelir. Üniversiteleri kapatan, sınavları on line yapan, ancak 2 aydır uygulama yapmayan tıp fakültesi öğrencilerini mezun edelim diye düşünülürken; AVM’lerin açılması kapitalizmin baskısının sonucudur. İktidar halktan yana değil, sermayeden yana” değerlendirmesini yaptı.

‘AVM’LERE GİTMEZSENİZ KIYAMET KOPMAZ’

Koronavirüs bulaşına yakalanan her yüz insandan yalnızca 15’inin sağlık kuruluşlarına başvurma gereksinimi duyduğunu, başvuranların ateş, öksürük, nefes darlığın gibi durumlarda PCR testine alındığını anlatan Saltık, “Bu durumda başvuranların yaklaşık yarısına test yapılıyor. PCR testi ile gerçek hastaların % 60’ında hastalığı yakalıyorsunuz. Yani test (+) olarak tanı koyduğunuz 4 kişiye karşılık, yaklaşık 96 kişi toplumun içinde oluyor. Hastaların %25’i de hiç fark edilmeden hastalığı geçiriyor. Ülkemizde 7,5-8 milyon insana hastalığın bulaşmış olması beklenir. Bu kötü müdür? Bir bakıma iyidir, çünkü toplum bağışıklığının gelişmesini istiyoruz. Salgın denetimi için toplumun en az %60’ının bulaşı alıp bağışık yanıt geliştirmesi gerekli.” dedi.

Salgında İstanbul’un durumunun öbür illerden farklı olduğunu kaydeden Saltık,

  • “Eldeki verilere göre İstanbul halkının aşağı yukarı % 40’ı bulaşı aldı ve bağışıklık gelişti. İstanbul’da salgının yavaşlamasının nedenlerinden biri de bu. Ancak bu görece iyimser tabloyu Türkiye’ye genelleyemeyiz. Türkiye’nin geri kalanında bu denli hızlı bir salgın yaşanmadığı için, bunca yüksek (İstanbul ölçüsünde) toplum bağışıklığı oluşmadı. Alınan önlemlerde gevşersek Türkiye’nin başka yerlerinde olgular artabilir.” diye konuştu. AVM’lere 11 Mayıs günü yaklaşık 2.5 milyon insanın gittiğini anımsatan Saltık, özetle şunları kaydetti:

AVM’lerin açılmasında bir kumar oynandı

Halkın bu gerçekleri görmesi ve kendi başının çaresine ne yazık ki bakması gerekiyor.

AVM alışverişlerini ertelemelerini öneriyorum, AVM’ye gitmezlerse kıyamet kopmaz, giderlerse hem kendileri hem de aile üyeleri için, hele hele evdeki yaşlılar için ciddi risk oluşturabilirler.

65 yaş üstü evde çaresiz, sokağa da çıkamıyorlar, bekliyorlar. Dışarı çıkıp gelen sorumsuz gençler rahatlıkla bu yaş diliminin ölüm nedeni olabilirler.

Bu bayram ne olursunuz, böyle bir ziyaret yapmayalım, uzaktan el sallayalım birbirimize erteleyelim. Bu bayram, bayram ziyareti, bayram alışverişi ve bayram namazına gitmeyin dedik, uyardık, iktidar buna kısmen uydu. 2 ay sonra Kurban Bayramında dilerim hasret giderebiliriz.”
================================
Dostlar,

Cumhuriyet gazetemize ve değerli emekçisi Sn. Sibel Bahçetepe’ye teşekkür ederiz bu söyleşiyi bizimle yaptıkları ve yayınladıkları için..

Sevgi ve saygı ile. 23 Mayıs 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

CORONA İLE MÜCADELEDE SON DURUM

CORONA İLE MÜCADELEDE SON DURUM

Ankara Üniv. Tıp Fak.  Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi.
Prof. Dr. AHMET SALTIK
@krtkulturtv Akşam Haberleri’nde değerlendirdi.

Kayıt 14,5 dakika.. Sn. Zafer ARAPKİRLİ‘ye teşekkür ederiz ilgisi için..
Bu arada, bu gün (22.5.20) Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan makalesinin başlığı ENTÜBE ve mutlaka okunması gereken bir ustalık yazısı.. (Bu dosyanın ardından web sitemizde paylaşacağız.)

65+ yaş dilimi için getirilen tek yönlü, 30 gün kalma koşullu seyahat izni, kentlerdeki çok kalabalık bayram alışverişleri, gevşeyen / gevşetilen camide namaz sınırlamaları…

Oysa dünyada salgın hızla sürüyor. Günlük olgu sayısı dün 107 bini aştı. 80-90 bin aralığında giderken.. Komşumuz Rusya olgu sayısı bakımından dünyada 2. sırada ve yangın hızla büyümekte.. Brezilya 3. sırada ve perişan. Çevremizdeki tüm komşularda hastalık var. Türkiye ise 150 bini aşan olgu sayısı ile 8. sırada, oysa nüfusumuz bakımından 17. sıradayız..

  • KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA  bu hastalıktan..

    Bir kez daha not düşelim : Salgın, Epidemiyolojik ilkelerle değil, AKP = Erdoğan’ın TEK ADAM REJİMİ keyfiliği ekseninde saldım çayıra Hak kayıra makamı ile terennüm edilmekte / pardon yönetilmekte!

    Popülist, opportünist siyaset için tipik örnek.. Hala günlük bine yakın yemni hasta, 30’a yakın ölüm var ama biz kabak çiçeği gibi açıldık..

    Üniversitelerimizde eğitim uzaktan / sanal / tıp eğitimi bile uygulamasız / sınavlar (!?) bile uzaktan ve sanal ama kapitalizmin tapınakları AVM’lerimiz açık, kuaför – berberlerimiz açık ve de milyonlarca insan sınırlandırış(a)mayan bir hareketlilik içinde KORONA GÜNLERİNDE..

    Uygarlık tarihine “Aziz Nesin” lik proto tip, gene Türkiye’den ve de herkes bize hayran, salgını dünyada en başarılı biz yönettik söylemleri şimdiden ağızlarda ve propaganda malzemesi olarak PR (Public Relation – Halkla İlişkiler) uzmanlarının masasında..

    İyi bayramlar Türkiye, SAĞLIKLAR sevgili halkımız..

Sevgi ve saygı ile. 22 Mayıs 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Ro Değeri 1 Haftada Nasıl Oldu da 1,56’dan 072’ye Düşürüldü?

Ro Değeri 1 Haftada Nasıl Oldu da 1,56’dan 072’ye Düşürüldü?

TÜRK MUCİZESİ!

Dostlar,

Bu gün, 20 Mayıs 2020, akşam haberlerinde TELE1‘de sayın Evren Özalkuş bizi konuk aldı. Ro değerinin 1 haftada nasıl 1,56’dan 072’ye düşürülebildiğini ve koronavirüs salgınının öbür güncel boyutlarını konuştuk.

Bilgi ve ilginize sunarız.. (https://tele1.com.tr/olgu-sayisindaki-hafif-azalmaya-gore-r0in-0-72ye-dusmesi-matematiksel-olarak-imkansiz-166820/)

https://youtu.be/kL2_TG7K6us

Ne denli çok insan izler ve bilgilenirse salgını o denli çabuk baskılayabileceğiz..

Sevgi ve saygı ile. 20 Mayıs 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

19 MAYIS’TA YENİ NESLİ ANLAMAK

19 MAYIS’TA YENİ NESLİ ANLAMAK

Hipokrat Yeminli Dr. on Twitter: "Ankara Üniversitesi Tıp ...

Prof. Dr. Gülfem Çelik
(Ankara Üniv. Tıp Fak. Dekanı)

TIP ÖĞRENCİLERİMİZ, GENÇLERİMİZ , ÇOCUKLARIMIZ VE KIZIM İÇİN…

Atamız tarafından gençlere ithaf edilmiş bu günde bir anne ve Tıp fakültesi dekanı olarak dilimin döndüğünce gençleri yazmak istiyorum sizlere.

Daha üst kuşakların “kendini öncelikleyen ve sorumluluklarını yeterince üstlenmeyen, vb” gibi şablonlarla tanımladığı kuşak bizim gençlerimiz..

Öyleler mi gerçekten…

8 yıldır sevgili öğrencilerimizle çok basit bir iletişimimiz oldu.

Kapıyı ve sesi açık tutmak” ….

Telefon numaram tüm öğrencilerde var, whats app, e-posta, instgram her yerden bana ulaşabiliyorlar. 24 saat.

8 yıl boyunca tek yaptığım onları dinlemek. Taleplerinden makul olanları yaptık, olmayanları da neden yap(a)madığımızı anlattım, bazen de konuşmaya gelmişlerdi sadece dinledim, beraber ağladık ya da güldük…

Hepsi çok özel anlar benim için…

Bir de çalışmalarımızda “böyle bir durumda benim neye ihtiyacım olurdu” diye düşünerek onlar adına birşeyler yapmaya/planlamaya çalıştım.

Ben sadece bu kadarcık yaptım. Fazlası yok… Gerisi zaten görevimiz…

Neler gördüm bu 8 yılda.. Sayfalar sürer, sadece birkaç örnek…

Sınava yakın da olsa 23 Nisanda bizler evimizdeyken hastanede yatan çocuklara eğlence etkinliği yapan veya Covid döneminde “kimse bakmazsa aç kalır” diye morfolojideki kediler için mama ücreti teklif eden bir “ŞEFKAT

Kaybettikleri arkadaşları için kitap toplayarak kendi memleketinde kütüphane kurulmasını sağlayan bir “VEFA

Uçak biletine parası yetmeyen arkadaşlarının biletini alıp kendilerinin aldığını arkadaşları öğrenmesin diye bizim vermemizi isteyecek bir “ONUR

Covid dönemi evlerinde okullarının özlemiyle yanıp tutuşan, sürekli bu konuda paylaşım yapan, toplumsal olaylara duyarlı ve cevap veren “DUYGUSALLIK

Ankara Tıp’ı, hocalarını, morfolojiyi tüm kalpleriyle seven, hocaları rica edince ertesi gün sınavı olsa da etkinlik sergileyen ve işe başlayınca hemen burs vermek isteyen bir “AİDİYET

Hafta sonları, hafta içi, gece , gündüz hep ders çalışan, ve derse girmemeyi bile çalışma salonunda ekstradan ders çalışmak için kullanan düzeyde bir “ÇALIŞKANLIK

Her şeye rağmen sosyal aktivitelerini de yerine getirerek mayıs ayını gösteri ve etkinlik bombardımanına sokacak kadar “SOSYALLİK

Birbirleri arasındaki düşünce ve yaşam farklılıkları kabul eden ve birbirlerini rencide etmeden bir arada durmayı başaran ve birlikte hareket eden“ TOPLULUK

AYRICA VE ÖZELLİKLE…
Bu farklı kuşak Covid -19 mücadelesinde en ön safhadaydılar, büyük kuşaklar “beyin” onlar “asker”di, çok iyi askerler olduklarını sadece ülkemize değil tüm dünyaya gösterdiler.

Şahsıma özel olarak….

Öyle çok sevgi ve saygı gördüm ki …

Anneler gününü ve doğum günümü unutmayıp mesaj, çiçek gönderenler öğrenciler, mezunlar, Covid döneminde sırf sorularına cevap verdiğim için teşekkür çiçeği gönderen intörn doktorlar, hasta olduğumu öğrendiğinde arayıp hatırımı soran öğrenciler, mezun olup arada yanıma gelenler, arayanlar, mesaj gönderenler; daha niceleri…

Ve en önemlisi samimiyetle söylüyorum, bir kez bile benim onlara gösterdiğim özeni istismar etmedi gençlerimiz, inanın bir kez bile…

Tüm bu anlar bana kendimi çok özel hissettirdi. Sonra düşündüm bu tavırların ne kadarını daha yetişkin ve bunları yapması beklenen kişilerden görüyorum?

Şimdi düşünüyorum da (ya da fark ediyorum) “nasıl yapıyorsun bu işi” sorusunun cevabının önemli bir kısmını çocuklarımıza inancım oluşturuyor galiba.

Gençlerimiz dijital çağda büyüdü. Yazılımların “görünen” kısmının hep “arka planında olan esas kısmı” var. Onlar sadece farklılar, farklı bir dünyada büyüdüler, farklı olanakları, değerleri olan… Ama iyi şeyler yapmak istiyorlar, çok çalışıyorlar, karmaşık dünyada yollarını çizmek istiyorlar…

  • Biz yetişkinlerin “ön planda gördüğümüze tepki vermek” yerine,
    arka planda bu davranışı çıkaran duruma/duyguya” odaklanmamız gerekiyor.

    Oraya odaklandığımızda ve sevgi ve şefkat gösterdiğimizde çok iyi değerleri barındıran pırıl pırıl gençlerimizi, ülkemizin geleceğini göreceğiz.

Aziz atamızın yaptığı çok sayıda inanılmaz işler var ama bence en önemlisi insanına, gencine, doktoruna, öğretmenine güvenmiş.

Bu güvene karşılık olarak; bu güzel bayram gününde Aziz atamın ve bu ülke için canını verenlerin huzurlarında söylemek istiyorum ki bu ülkenin iyi yetişmiş, işlerini çok iyi yapan, zehir gibi gençleri ile birlikte bizler ülkemizi çok iyi noktalara taşıyacağız… Bunun için çok çalışmaya devam edeceğiz.

Hepinizi saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

19 Mayıs 2020 HALK TV PROGRAMIMIZ : 101. YIL ve KORONA SALGINININ NERESİNDEYİZ?

halktv.com.tr
@halktvcomtr

19 Mayıs 2020 HALK TV PROGRAMIMIZ :

19 MAYIS 1919’un 101. YIL ve KORONA SALGINININ NERESİNDEYİZ?

Prof. Dr. Ahmet Saltık:
* AVM’ler açıldıktan sonra olgu sayıları yeniden yükseldi

youtube.com/watch?v=0zUczL

Image
HALK TV Haber Müdürü sayın Şule AYDIN ile 19 Mayıs 2020 günü, 101. yılı konuştuk..
40 dakikalık programın ilk yarısında büyük devrimci Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919 eyleminin tarihimizdeki yerini, önemini ve güncel bağlamını değerlendirdik.
İkinci 20 dakikada ise KORONAVİRÜS SALGINI‘nın güncel durumunu konuştuk.
Salgının neresindeyiz?
Salgın bilimsel epidemiyolojik ilkelere uygun mu yürütülüyor, ekonomik kaygılar mı öne çıkıyor?
Saray’da PARALEL BİLİM KURULU mu var, Türkiye  anonim şirket gibi yönetilerek masum insanlar kurban mı veriliyor?
Dünyada salgın tüm hızıyla sürerken Türkiye’de nasıl normalleşiyoruz?
Yoksa kabak çiçeği gibi erken mi açıldık?
Ne yapmalıyız??

İzlenmesini, paylaşılmasını, düşünülüp tartışılmasını ve mutlaka ama mutlaka BİLİMSEL AKILCILIKTAN ayrılmadan ülkemizin yönetilmesini dileriz.

***
Bir tarihsel olayı paylaşalım : Bilal Şimşir aktarmıştı :
Küba Devlet Başkanı Fidel Kastro aktarır :
– Biz İspanyol işgalinden kurtulmak için Küba halkı olarak bir ulusal kurtuluş savaşı tasarlıyorduk. Mustafa Kemal Paşa’nın NUTUK’unu okuduk (Fransızca’sından) ve esin aldık.Başkent Havana’dan uzaklaştık Mustafa Kemal Paşanın 6 ay çırpınıp olamayacağını anlaması üzerine Samsun’a gitmesi gibi. Küba haritasını  önümüze koyduk ve uygun bir belirleyerek oradan başlattık Ulusal kurtuluş savaşımızı…
****
19 Mayıs 1919’un 101. yılının tüm ulusumuza ve insanlığa kutlu ve mutlu olmasını dileriz.
Bilinçle sahip çıkacak ve ATATÜRK’ümüzün AYDINLANMA DEVRİMİNİ yaşatacak sürdüreceğiz.

Son söz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün               :

“Bir zaman gelir, beni unutmak, unutturmak isteyen gayretler belirir.
Fikirlerimi, öğretimi inkâr edenler, beni çekiştirenler, karalayanlar çıkar.
Hatta bunu yapanlar benim yakın bildiklerim, inandıklarım da olabilir.
Fakat benim ektiğim tohumlar o kadar özlüdür, o kadar kuvvetlidir ki,
fikirlerim, öğretim Çin’den döner, Hint’ten, Mısır’dan döner dolaşır gene gelir; feyizli neticeleri kalpleri doldurur!”  Mustafa Kemal ATATÜRK
Sevgi ve saygı ile. 19 Mayıs 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bilime vurulan pranga

Bilime vurulan pranga

Dr. Ceyhun Balcı
16 Mayıs 2020
(https://veryansintv.com/bilime-vurulan-pranga/ adresinde de yayınlanmıştır.)

Hemen her kurumu kendisine uydurma konusunda bitip tükenmez istekle yanıp tutuşan iktidarın nerede duracağını kestirmek neredeyse olanaksız. Üniversiteler bilim kurumları olarak bu hevesin önde gelen hedeflerinden birisi olmuştu. Sayıları 200’e yaklaşan (AS: aşan!) üniversitelerin ele geçirilmesi süreci büyük ölçüde tamamlandı. Rektörü, dekanı, müdürü, şefi ya da aklınıza gelebilecek her düzeyden yetkilisi olabildiğince kapıkuluna dönüştürüldü. Başka yapılacak şey kalmadı diye mırıldanırken yanıldığımızı anladık!

Son günlerde bu çalışmaların karşılığı olarak Türkiye’deki olgu sayılarının yatay çizgide ilerlemeye başladığını hoşnutlukla izler olduk. Çabaların karşılığını alması hiç kuşkusuz ülkemiz ve milletimiz için sevindirici.

Bilime dönersek!

İktidarın akademiye ilişkin yapacaklarının bitmediğini şaşırarak ve epeyce de üzülerek gördük.

Covid-19 salgınıyla baş etmeye çalışan hekimler ve özellikle de Türk akademisi deneyimlerini bilimsel yayına dönüştürme aşamasında engelleniyor. Hiç kuşkusuz bilimsel bir yayının başlatılması için de bir dizi aşamanın tamamlanması gerekiyor. Etik kurul onayı da bunlardan birisi. Ancak, ne dünyada ne de bu ana dek Türkiye’de Sağlık Bakanlığı onayı diye bir gereklilik yoktu.

Gerekçesi ne olursa olsun yapılanın adını koymak gerekir. Bilime pranga vurmak!

Ege Öğretim Elemanları Derneği (EGÖDER) de bu önemli konuya tepki olarak bir basın açıklaması yapmış. Son derece yerinde ve doğru saptamalar içeren açıklamaya bağlantıdan erişilebilir. (AS: biz de web sitemizde yayınladık..)

http://www.egoder.org.tr/tr/icerik/271/ozgur-bagimsiz-ve-tarafsiz-bilim-konusunda-kamuoyu-aciklamasi

EGÖDER’in açıklamasına eklenmesi gereken bir başka önemli noktayı da göz ardı etmemekte yarar var.

İnsanlığın Covid-19 etkeni korona virüsle tanışması henüz çok yenidir. Birkaç aylık geçmişi olan bu tanışma henüz tamamlanmış da değildir. Virüs başlangıçtan bu yana farklı dönemlerde ve farklı ülkelerde farklı davranışlar sergilemiştir. Sergilemeyi de sürdürmektedir.

Bir hekim olarak fazlasıyla farkında olduğum önemli bir noktaya değinmekte yarar görüyorum. Covid-19 salgını sürecinde bu konuya ilişkin bilimsel yayınların alışılmış bilimsel süreçlerden daha kısa sürede akademik ortamla buluştuğunu gözlemliyoruz.

İlk bakışta akademik eğilimlere aykırı gibi görünse de bunun son derece haklı bir gerekçesi var.

İvedilik!

Hastalık hızla yayılma eğiliminde. Durum böyle olunca çok sayıda insanın hastalığa yakalanması ve dolayısı ile ölümcül tablolarla karşılaşması söz konusu olabiliyor.

Covid-19’un ne aşısı ne de yüzde yüz etkili bir sağaltımı var!

Aşı söz konusu olmamakla birlikte sağaltım olarak verilen ilâçların hiçbiri Covid-19 için özgün değil. Bazıları başka virüsler için kullanılan virüs öldürücü ilâçların yanı sıra sıtma ve romatizma sağaltımında kullanılan bir başka daha ilâcın Covid-19 sağaltımında yoğunlukla kullanıldığı biliniyor. Hatta, bu ilâçlardan birisinden milyon kutu istiflemiş olmak Sağlık Bakanı için övünç gerekçesi olabiliyor.

Böylesine bilinmeyenleri bilinenlerinden fazla olan bir hastalıkla ilgili olarak bir yandan baş etme çabaları sürdürülürken öte yandan da hastalıkla ilgili deneyimlerin akademik ortamla hızla paylaşılması göz ardı edilemeyecek denli önemlidir.

Türkiye’de akademik ortamın bu görevi yerine getirmesinin önüne geçilmesi çabaları bu bakımdan da irdelenmelidir.

Bu arada, Türkiye Bilim Akademisi Üyesi Prof. Dr Önder Ergönül’ün çığlığını duymazdan gelmemek gerek. Prof Dr Ergönül Sağlık Bakanı Dr Fahrettin Koca’ya sesleniyor :

  • “Çalışmaların engellenmesinden Avrupa Klinik Mikrobiyoloji ve Bulaşıcı Hastalıklar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi olarak utanıyorum.”

Son haftalarda Türkiye’nin çok sayıda ülkeye kişisel koruyucu donanım başta olmak üzere Covid-19 salgınıyla baş etmede gerekli çeşitli araç ve gerecin gönderildiğini basından öğreniyoruz. Eleştirilecek yanları olsa da ülkemizin bu zor günlerde dünyayla dayanışma içinde olması kuşkusuz üzüntü gerekçesi de olamaz.

Bilimsel yayınlar aracılığıyla Türk hekimlerinin Covid-19’la baş etmedeki başarılı deneyimlerinin insanlıkla paylaşılması son derece önemli bir başka görevdir.

Yasakçı anlayışın akademik ortamda kök salmaya başlaması hepimizi utandırması ve kaygılandırması gereken bir gelişmedir.

Son olarak bu uygulamanın Anayasa’ya aykırı olmasına değinelim. Anayasa’nın pek çok kez delik deşik edildiği günümüzde bu aykırılığın ne denli önemli olduğunu kestirmek zor olsa da Anayasaya aykırılığın bilim ortamına bu şekilde taşınmış olması da tarihe düşülmesi gereken bir başka nottur.

Bilime prangaya vurulmasına hayır demek güncel görevdir.

AKP’nin ‘normalleşme’ dediği salgını uzatmak: O sırada insanlarımız ölüyor

AKP’nin ‘normalleşme’ dediği salgını uzatmak: O sırada insanlarımız ölüyor!

(Dr. AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

  • ’15 Mayıs Türkiye’de salgının 65. gününe denk geliyor. Çin’de ise günlük vaka sayısının 100’ün altına inişine. Vaka sayısı bakımından Türkiye’nin 65. günü (1.708), Çin’in 49. günüdür (1.749). Daha şimdiden 16 günlük kaybımız var. Bu 16 günde ülkemizde gereksiz yere en az 70.000 kişi hastalandı, en az 970 kişi hayatını kaybetti.’
İLKER BELEK
https://sol.org.tr/haber/akpnin-normallesme-dedigi-salgini-uzatmak-o-sirada-insanlarimiz-oluyor-4535,

Salgının kontrol altına alındığı 23 Nisan’da açıklandı. Vaka sayısı 3.116, ölüm sayısı 115 idi.

“Normalleşme”den 4 Mayıs’ta söz edildi. Vaka sayısı 1.614, ölüm sayısı 64’tü.

“Normalleşme” 11 Mayıs’ta başlatıldı. Vaka sayısı 1.114, ölüm sayısı 55’ti.

15 Mayıs’ta vaka sayısı 1.708, ölüm sayısı da 48 olarak gerçekleşti. Önceki iki günde ise 58 ve 55’ti.

Normalleşme”nin etkileri verilere henüz yansımadı, ama lafı bile sayıların artmasına yetti.

“Sosyal mesafe”, “evde kal” önerileri zaten uygulanamıyordu, “salgın kontrol altında”, “normalleşme” denildikçe, havaların ısınmasının da etkisiyle, iyice gözden düştüler.

Oysa çok ciddi bir sağlık olayıyla karşı karşıyayız, işin şakaya, gevşekliğe gelir yanı yok. Bütün bilim dünyasının ikinci dalga konusunda hemfikir olduğu bir dönemde AVM’ler açılıyor ve üstelik bunun kararını Sağlık Bakanlığı ya da Bilim Kurulu vermiyor.

Aşağıdaki grafiklerde Türkiye ve Çin’in son durumlarını bir kez daha gösteriyoruz. Çin en azından şimdilik salgını sonlandırdı. Verilerin Türkiye açısından yakın ve orta vadede neyi işaret ettiği ise çok açık.

15 Mayıs Türkiye’de salgının 65. gününe denk geliyor. Çin’de ise günlük vaka sayısının 100’ün altına inişine. Vaka sayısı bakımından Türkiye’nin 65. günü (1.708), Çin’in 49. günüdür (1.749).

  • Daha şimdiden 16 günlük kaybımız var.
  • Bu 16 günde ülkemizde gereksiz yere en az 70.000 kişi hastalandı,
  • en az 970 kişi hayatını kaybetti. 

Üstelik Çin’in nüfusu Türkiye’nin 17 katı.

Türkiye’de günlük vaka sayısının değişimi

Türkiye’de aktif vaka sayısının değişimi


Çin’de günlük vaka sayısının değişimi

Çin’de aktif vaka sayısının değişimi

https://www.worldometers.info/coronavirus/country/china/
https://www.worldometers.info/coronavirus/country/turkey/

===============================================
Dostlar,

Değerli meslektaşımız, Halk Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. İlker Belek, bizim TV’lerde çığlık atarak anlatmaya çabaladıklarımzı dile getirmiş adeta..
Üstelik salt açıklanan “resmi” rakamlar üzerinden..

“Normalleşme”de ölçüyü kaçırmak daha büyük ve daha uzun sürebilecek bir 2. dalga riskini göze almak demektir.

  • Bedeli; hep yazıp – söylediğimiz gibi 3 hançerdir..– daha çok hasta ve doğal sonucu olarak
    – daha çok ölümdür!
    – Ayrıca ekonominin alacağı yara daha da büyüyecek ve onarımı hem çok daha güç hem de geç olacaktır.

Dolayısıyla ülkenin bir ANONİM ŞİRKET GİBİ DEĞİL, Devlet aklıyla yönetilmesi kaçınılmazdır. Şirketler iflas edebilirler ama Türkiye Cumhuriyeti‘nin böyle bir seçeneği yoktur!!

“Normalleşme adımlarında” ölçü kaçırılmıştır.. Gözden geçirilmesinde ve frene basılarak çok daha özenli (ihtiyatlı) olunmasında Epidemiyoloji bilimi bakımından zorunluluk vardır.

Halkın yaşamıyla kumar oynanamaz!

  • Siyasal tercih, kör kâr güdüsüyle davranan irrasyonel sermaye çevrelerinin baskısına boyun eğerek ülke halkını kurban vermek olamaz! Halkın da aklını başına alıp kapitalizmin tapınakları AVM’lere saldırmasının… kendi çıkarına olmadığını görmesi beklenir.

Sevgi ve saygı ile. 17 Mayıs 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

TTB’den COVID-19 Pandemisi 2. Ay Raporu : Süreç şeffaf yönetilmiyor!

TTB’den COVID-19 Pandemisi 2. Ay Raporu:
Süreç şeffaf yönetilmiyor!

Basın toplantısına TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Selma Güngör ve TTB COVID-19 Danışma ve İzleme Kurulu üyeleri Prof. Dr. Kayıhan Pala ile Prof. Dr. Özlem Azap katıldılar.

Prof. Dr. Sinan Adıyaman’ın raporun hazırlık sürecine ilişkin TTB Merkez Konseyi’nin açıklamasını paylaştığı basın toplantısında, Prof. Dr. Kayıhan Pala da raporda yer alan tespitlere ilişkin bir sunum yaptı.

TTB olarak, COVID-19 salgını dönemini sadece bir tartışma ve değerlendirme dönemi olarak görmediklerini, ilk günden bu yana halkın ve sağlık çalışanlarının sağlığının korunmasının yanı sıra salgın döneminde önemi daha belirgin şekilde ortaya çıkan sağlığın sosyal belirleyicilerine vurgu yaptıklarını belirten Adıyaman, COVID-19 ile mücadelenin ancak bilimsel yöntemler ve epidemiyolojik veriler kullanılarak ciddi bir işbirliği ve koordinasyonla yürütülmesinin zorunlu olduğunu hatırlattı.

Adıyaman, “Sağlık Bakanlığı’nın kendi “bilimsel danışma kurulunun” mu, “Bakanlık bürokrasisinin” mi ya da bir başka “yetkili kurulun” mu verdiğinin tam olarak bilemediğimiz ülkemizdeki 83 milyon yurttaşımızla birlikte sahada olan hekim ve sağlık çalışanlarını doğrudan etkileyen ve bazılarının sonuçlarından kaygı duyduğumuz kararlarla salgın yönetimine devam ediliyor” diye konuştu.

Prof. Dr. Kayıhan Pala da raporun içeriğine yönelik sunumunda, ülkeler tarafından kullanılan bazı halk sağlığı yöntemleri, Türkiye’de benimsenen pandemi stratejisi, sağlık çalışanlarının sağlığı, olgu, ölüm bildirimi ve kayıtlar gibi çeşitli başlıklardaki tespitleri aktardı. Türkiye’de COVID-19 pandemisinin yönetiminin şeffaflıktan uzak olduğunu belirten Pala, Sağlık Bakanlığı, klinik ve epidemiyolojik olarak COVID19 tanısı konulan, ancak laboratuvar testi ile kesinleştirilmemiş olası/kuşkulu olgular ve ölümlerin sayısını açıklamadığı için meslek örgütleri ve bağımsız bilim insanları tarafından pandeminin gerçek etkisinin değerlendirilemediğine dikkat çekti.

Sürecin toplum ve meslek örgütlerinin katılımına açık olmamasının büyük bir eksiklik olduğunu belirten Pala, alınan önlemlerin etkili olup olmadığının da Sağlık Bakanlığı tarafından değerlendirilmediğini kaydetti. Pala, Türkiye’de var olan pandemi stratejisinin salgının baskılanması değil, etkisinin azaltılması yönünde olduğunu belirterek, salgının doğru yönetilebilmesi için adımların Epidemiyoloji biliminin gereklerine göre atılması gerektiğini kaydetti.

Normalleştirme” denen sürecin aslında “yeniden açılma” olduğunun altını çizen Prof. Dr. Kayıhan Pala, DSÖ’nün pandeminin kısa sürede sona ermeyeceği, aşı ve ilaç çalışmalarının halen sürdüğü yönündeki açıklamalarını da hatırlatarak, halen çok dikkatli olunması gerektiğini vurguladı. Pala, AVM’lerin açılması için erken olduğunu belirterek, “AVM’ler açılıyor ama parklar kapalı. Bu durum bize kararların sağlıkla ilgili veriler ışığında değil, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda alındığını düşündürüyor” diye konuştu. Pala, konuşmasını salgının başından bu yana emek veren tüm sağlık çalışanlarına teşekkür ederek ve yaşamını bu mücadelede kaybedenleri anarak tamamladı.

TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Selma Güngör’ün TTB’nin önerilerine ilişkin paylaşımının ardından, tüm katılımcılar, gazetecilerin sürece ilişkin sorularını yanıtladılar.

Basın açıklaması için tıklayınız.

Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın sunumu için tıklayınız.

TTB COVID-19 Pandemisi İkinci Ay Raporu için tıklayınız.

Salgının Çıkarımları

Salgının Çıkarımları


PROF. DR. YAKUT IRMAK ÖZDEN
Cumhuriyet, 15 Mayıs 2020

Uzun yıllar başkanlığını yaptığım, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilimdalı‘nda derslerimize hep şu tanımla başlardık:

  • “Sağlık, sadece hastalık ya da sakatlığın yokluğu değil, bedensel, ruhsal, zihinsel ve toplumsal tam bir iyilik halidir.”

Sağlığı, asemptotik olarak, ne kadar yaklaşılsa da gerçek yaşamda tam olarak ulaşılamayacak bir “ideal” durum olarak ifade eden bir tanımdır bu…

Böyle bir ideale, ancak her bireyi, ana rahminden başlayarak yaşamı boyunca sarmalayacak koruyucu sağlık hizmetleriyle yaklaşılabileceği kuşkusuzdur. Dolayısıyla, tüm sağlık hizmetleri içinde, koruyucu tıbbın öncelikliği vardır. Aslolan, insanların sağlığını, olabildiğince bozulmadan koruyabilmek değil midir? Bu bakış açısı bizi, sağlık hizmetlerinin ağırlığının özel sektöre değil, kamuya verilmesi gerektiği sonucuna götürür.

KAPİTALİZMİN SIVASI DÖKÜLDÜ

Geride bıraktığımız 20. yüzyılda insanlık sağlık alanında dev adımlarla ilerledi. Yüzyılın sonuna doğru, artık, geçmişte çok ağır kayıplar yaratan bulaşıcı hastalıkların denetim altına alınmış olduğuna inanılmış ve dikkat, ön plana geçen süreğen (kronik) hastalıklara yönelmişti. Bu süreç içinde, belli bir insan kuşağının ortalama olarak kaç yaşına kadar yaşayabileceğini ifade eden “yaşam umudu” tarihte ilk kez 35-40 yıl seviyesinden, 80’li yaşlara doğru fırladı. (Nitekim ülkemizde de Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, özellikle Dr. Refik Saydam‘ın önderliğinde yürütülen, koruyucu hekimlik ağırlıklı kamusal sağlık hizmetleri tüm dünyaya örnek oluşturacak başarılarla sonuçlanmıştı.)

20. yüzyılda yaşanan süreci kavramak için Cahit Sıtkı Tarancı‘nın 1946 tarihli ünlü şiirini anımsamamız yeterli olacaktır:

“Yaş otuz beş, yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün”

dizesi, bundan sadece yarım yüzyıl sonra, biraz abartılı da olsa,

“Yaş yetmiş beş, yolun yarısı eder”e dönüştürülebildi.

Gerçekten de, pek çok bilim insanına göre, önümüzdeki yıllarda dünyaya gelecek kuşakların doğuşta yaşam umutları 120’lere doğru tırmanabilecekti. Tek tek bireyler açısından oldukça umut verici sayılabilecek bir beklenti..

Öte yandan, doğuşta yaşam umudunun henüz hiçbir ülkede 80’leri aşamadığı günümüzde bile, şimdiden yaşlı nüfusun ekonomi üzerinde ciddi bir yük oluşturduğuna göre, yaşamın daha da uzamasının yaratacağı demografik yapının ekonomik sonuçları düşündürücüdür. Tüm dünyayı altüst eden virüs pandemisinin ekonomik yapıya en çok yük getiren iki insan grubunu, yani her yaştan süregen hastalarla yaşlıları (ki örneğin Türkiye’de her 100 kişinin kabaca 10’u 65 yaşın üstündeyken, virüsün yol açtığı her 100 ölümün en az 80’i bu yaş grubuna isabet ediyor görünmektedir) hedef aldığı açıktır. Önümüzdeki kış aylarında, bu salgının yeni dalgalar halinde ortaya çıkarak ısrarla yaşlı nüfusu vurması olası mıdır? Her halükârda, insanoğlu kendini 120 yıllık sağlıklı ömürlere hazırlarken, bu öldürücü virüsle karşılaşması bir kara mizah senaryosu gibi…

Birçok düşünüre göre, dünyayı saran bu salgın, insanların doğal koşullarda dışında, hatta uzağında kaldığı, bazı yaban hayvanlarına ait yaşam alanlarına (bu canlıların habitatlarına) girmelerinin -tecavüz etmelerinin de denebilir- karşılığında ödedikleri bir bedeldir. Tüm dünyayı beklenmedik şekilde etkisine alan bu yıkıcı salgının kökenleri ve amaçlarına ilişkin çeşitli kuramlar üretilebilir elbette, ama şu anda öncelikli hedef, varolan salgının denetim altına alınabilmesi ve gelecekte ortaya çıkabilecek yeni tehlikelere karşı hazırlıklı olunabilmesidir.

Okuduğum sağlık ekonomisi çalışmalarının çoğunda, beni hep rahatsız eden şu postula’ya (belit’e) rastlamışımdır: Buna göre, hiçbir ülkede, sağlık hizmetleri bu alandaki gereksinim ve talepleri tam olarak karşılayamaz… Oysa kanımca sağlık hizmeti, belli kişilere özgü bir ayrıcalık değil, her insanın doğuştan sahip olduğu temel bir insan hakkıdır. Dolayısıyla, yaşamın çeşitli alanlarında kullanılan, verimlilik, fizibilite, kâr-zarar hesapları, gibi değerlendirme ölçütlerinin sağlık alanında geçerliliği olmamalıdır. Bu da doğal olarak ancak sağlık hizmetlerinin kamusal ağırlıklı olmasıyla gerçekleştirilebilir.

  • Bu salgın, küreselleşmeyle doruğuna ulaşmış olan kapitalist düzenin sağlık politikalarının (ABD’de bile) böyle bir krizle başetmekteki yetersizliğini ortaya koymuştur.

Görülen şudur ki;

  • Piyasa kurallarına teslim edilen bir sağlık sistemi, en gelişmiş ülkelerde bile insanların gereksinimlerini karşılayamamaktadır.

PANDEMİNİN ANIMSATTIKLARI 

Tüm dünyanın yaşamakta olduğu bu bunalım, insanları sadece sağlık ve ekonomi alanlarında  değil, pandeminin olası siyasal sonuçları üzerinde de düşünmeye zorlamaktadır. Kimi görüşlere göre, dünyanın birçok yerinde, daha pandemi öncesinde bazı şarlatan despotları iktidara taşıyan otoriterlik eğilimleri daha da pekişerek ve yaygınlaşarak demokrasileri derinden sarsacaktır. Bu karamsar öngörülerin gerçekleşmemesini umarız elbette…

Umarım yaşamakta olduğumuz bu felaket, kişisel olanaklarımız ne olursa olsun, hepimizin aynı gezegeni paylaşmakta olduğumuz gerçeğini  içselleştirmemizi sağlar… İçinde küçük bir cennet yarattığımızı sanarak çevremizde ördüğümüz duvarlar meğer ne kolay yıkılıyormuş!.. Ünlü bir düşünür, insanlığın tüm tarih boyunca, başına, halledemediği bir dert açmadığını ileri sürmüştü. Bu görüşün doğru olduğunu ve yaşanmakta olan acıların ilerde insanlığa olumlu katkılarla geri döneceğini umalım.

Yazımı bitirirken, Dünya Sağlık Örgütü‘nün, 2020’nin çağdaş hemşireliğin kurucusu Florence Nightingale‘in doğumunun 200’üncü yılı olması dolayısıyla bu yılki Dünya Sağlık Günü‘nü yardımcı sağlık personeline adadığını, ayrıca tüm dünyanın Mayısın ikinci haftasını da hemşirelik haftası olarak kutladığını hatırlatmak isterim. Gerek hekimlerimizin, gerekse hemşirelerimizin bu salgınla, bazen canları pahasına, büyük özverilerle nasıl savaştıklarını hepimiz biliyoruz. Tüm sağlık emekçilerimizin geride bıraktığımız 1 Mayıs bayramlarını kutluyor, hepsine sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR GELECEĞE IŞIKTIR; KISITLANAMAZ

BASIN AÇIKLAMASI

BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR GELECEĞE IŞIKTIR; KISITLANAMAZ.

Dünya üzerinde 10 Mayıs itibariyle 3 milyondan fazla kişinin hastalanmasına ve 250 binden fazla kişinin ölmesine neden olan COVID-19 salgını büyük bir sağlık sorunu olmasının yanı sıra ciddi sosyal ve ekonomik sonuçlara yol açmaktadır. Salgınla baş edebilmek ve olumsuz sonuçlarını engelleyebilmek için tüm dünyadan pek çok kurum ve kuruluşta binlerce bilim insanı ve akademisyen seferber olmuş durumdadır. SARS-CoV-2 virüsünün önlenmesi, tanısı ve tedavisi için çok sayıda bilimsel çalışmalar yapılmakta, çalışmalarda bulunan sonuçlar hızla bilim ortamı ile paylaşılmaktadır. Böylece zamana karşı yarışılarak olabildiğince çok insanın hayatının kurtulması ve salgının toplum üzerindeki olumsuz sonuçlarının engellenmesine çalışılmaktadır. Hastalığın çaresinin bulunması ve salgının durdurulması, bu bilimsel çalışmalarda elde edilecek bilgilere bağlıdır.

Bilimsel çalışmalar yapılırken uyulması gereken bilimsel ve etik kurallar evrensel olarak belirlenmiştir. Ülkemizde de bilim insanlarından oluşan ve bağımsız çalışan Etik Kurullar, insan üzerinde veya laboratuvar ortamında yapılacak çalışmaları bu evrensel kurallar ve yasal mevzuat çerçevesinde değerlendirmekte ve denetlemektedir. Herhangi bir bilimsel çalışma gerekli etik kurul onayından geçmeden yapılamamaktadır. Ne var ki, yeni bir düzenleme ile ülkemizde Covid-19 salgınına ilişkin bilimsel araştırma yapacakların hali hazırda üniversitelerinden aldıkları Etik Kurul izinleri olsa dahi veya yeni planladıkları çalışmalar için Etik Kurullara başvurmadan önce Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü COVID-19 Bilimsel Araştırma Değerlendirme Kurulu’na başvurmaları zorunlu tutulmuştur.

Uluslararası düzenlemeler, Anayasa ve Hekimlik Meslek Etiği Kurallarına göre, hekimlerin, çalıştıkları yerlere bakılmaksızın, kişilerin kimlik bilgilerinin gizli kalmasına özen göstererek, COVİD-19 ile ilgili sağlık hizmeti sırasında elde edilen kişisel verilerden yararlanarak, bilimsel araştırma yapma hakkı bulunmaktadır. Sağlık Bakanlığı, hukuki düzenlemelerle güvence altına alınan bilimsel araştırma yapılmasıyla ile ilgili haklara rağmen, ilk kez çok farklı bir tutum ile toplum sağlığını ilgilendiren böylesi bir sorun ile ilişkili bilimsel araştırmaları kendi iznine tabi tutmaktadır. Ek olarak,

  • çok merkezli bilimsel çalışmalar yapmak isteyen araştırıcılara Bakanlıkça belirlenen ve tek yürütücünün  görevlendirildiği  bir çalışmaya veri verme yolu ile katılabilecekleri, aksi takdirde çalışma yapamayacakları açıklanmıştır. 

Sağlık Bakanlığı bilimsel araştırmaları teşvik edeceği, araştırıcılara olanaklar tanıyacağı yerde bilimsel ve akademik teamüllere aykırı bir şekilde kısıtlama getirmektedir.

Bilimsel çalışmaların sonuçları çok önemlidir; on binlerce insanın hayatının yanı sıra toplumların sosyal ve ekonomik geleceği bu çalışmalardan elde edilecek bilgilere bağlıdır. Bu nedenle Bakanlığın bu kısıtlayıcı uygulaması, salgının durdurulmasını güçleştireceği için kamu yararına da aykırı olup bilimsel bilgi üretme özgürlüğü ve yükümlülüğü adına son derece üzüntü vericidir. 

Sağlık Bakanlığı’ndan yıllardır etik kurullar tarafından başarılı bir şekilde yönetilen bilimsel araştırma süreçlerine müdahale etmemesini, zorlaştırıcı, engelleyici koşulları bir an önce kaldırmasını talep ediyoruz.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu (UDEK)
Akademik Geriatri Derneği
Halk Sağlığı Uzmanları Derneği
Patoloji Dernekleri Federasyonu
Türk Dahili ve Cerrahi Bilimler Yoğun Bakım Derneği
Türk Gastroenteroloji Derneği
Türk İmmünoloji Derneği
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği
Türk Klinik Mikrobiyoloji Ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği
Türkiye Milli Pediatri Derneği
Türk Oftalmoloji Derneği
Türk Radyoloji Derneği
Türk Toraks Derneği
Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği
Türkiye Romatoloji Derneği
Türkiye Romatizma Araştırma ve Savaş Derneği
Türkiye Psikiyatri Derneği
Türkiye Acil Tıp Derneği
İşyeri Hekimleri Derneği
Türkiye Biyoetik Derneği
Türk Ortopedi ve Travmatoloji Birliği Derneği
Türk Nöroşirürji Derneği
Türk El ve Üst Ekstremiye Cerrahisi Derneği
Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneği
Türk Yoğun Bakım Derneği
Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi