Kategori arşivi: Hekim Saltık

Önlem alamadılar ama şov yapmasını çok iyi biliyorlar!

Can Ataklı'ya 10 bin 110 lira adli para cezası verildi

Acı haber akşam saatlerinde geldi. Bartın’ın Amasra ilçesindeki kömür madeninde patlama olmuştu. Çok sayıda maden işçisi toprağın altında kalmıştı.

Kurtulan var mıydı, kaç kişi can vermişti, ilk anlarda elbette bilinemiyordu. Ancak saatler ilerledikçe facianın korkunçluğu ortaya çıkmaya başladı. Bu yazıyı gazeteye gönderdiğim sırada ölen madenci sayısı 41 olmuştu. Dilerim sayı daha da yükselmesin.

Maden faciası ile birlikte iktidarda ve saray medyasında bir panik başladı. Facianın üstü örtülmeliydi. Olan olmuştu, gözler başta Türkiye Taşkömürü Kurumu olmak üzere iktidarın bu faciada hiçbir hatasının olmadığı anlatılmalıydı. Facianın olduğu yere hemen başta Enerji ve İçişleri bakanları olmak üzere iktidar yetkilileri koştu. Şunu söylemeyim ki, elbette böyle bir olayda ilgili bakanlar ve diğer yetkililer öncelikle facia yerine koşacaklardır. Bunda gariplik yoktur, olması gereken budur ve bu gerek yerine getirilmiştir. Bu nedenle bakanlara söyleyecek sözüm yoktur. Ancak gereğinin yerine getirilmesi önceliğin faciaya neden olan etmenlerin üzerini kapamaya çalışmak olamaz. Enerji Bakanı hemen açıklama yaptı. Patlamanın nedenini açıkladı. Saray medyası bunu hemen büyük başlıklarla duyurdu.

Bartın’daki patlamada 41 madencinin ölümü tüm ülkeyi derinden sarstı.

Grizu patlaması

Vay canına, faciaya grizu patlaması neden olmuş. İyi de bunu açıklamak için uzman olmaya gerek yok ki, zaten ilk andan itibaren biliniyor bu gerçek. Ama bilinmeyen şu: Grizu patlaması neden oldu? Bir ihmal var mı? İşte saray medyasında ve devletin ilgililerinden bunu öğrenebilirsen öğren, ama öğrenemiyoruz. Oya Enerji bakanı yakın bir tarihte bu madeni ziyaret etmiş ve “alınan önlemlerle burada kaza ihtimali neredeyse sıfıra indi” demişti.

Peki bu ne? Bunu da “Allah’ın takdiri” diye mi geçiştirecekler? Grizu patlamasının nedeni sanki sıradan bir olaymış gibi üzerinde bile durulmadı, ama “Cumhurbaşkanının talimatıyla” bakanların hemen olay yerine koştuğu, “devletin bütün gücüyle” seferber olduğu “AFAD’ın fedakarca çalıştığı” anlatılmaya başlandı. Hepsi doğru olabilir. Olmalıdır da.

Arkadaşlarını kurtarma çalışmasına katılan madenciler…

Ancak bir devlet, medeni bir devlet bu üstün başarı ve fedakarlığı kazadan sonra değil önce gösterebilmelidir.

  • Dünyada artık “grizu patlaması” diye bir şey yok.
  • Türkiye’de ve bir de Çin’de hala bu facialar yaşanırken hiçbir medeni ülkede artık ne grizu patlaması ne de maden kazaları oluyor.

Bu iktidar döneminde dehşet verici maden kazaları yaşadık. 301 insanımızı yitirdiğimiz Soma’nın acısını hala yüreğimizde. Ne yazık ki iktidar denetim ve önlem almakta ne kadar başarısız oluyorsa yaşanan her faciadan bile bir şov yapma fırsatını yaratmada çok başarılı.

SORDUM ÖĞRENDİM

Tarihin en büyük maden kazaları… Tarihlerine bakın lütfen

Amasra’da yüreğimizi dağlayan maden kazasını ve nedenini öğrenince ister istemez dünyada ve Türkiye’de yaşanan büyük maden kazalarına bakmak istedim. Bugüne kadar kayda geçmiş en büyük maden kazası 1942 yılında Çin’de yaşanmış. Bu kazada tam 1549 kişi ölmüş. Şimdi yıllara göre en büyük maden kazalarına bir göz atalım :

■ 12 Aralık 1866’da İngiltere’de, Güney Yorkshire’daki Oaks Kömür Ocağı’nda iki ayrı grizu patlamasında 361 kişi hayatını kaybetti.

■ Fransa’da 10 Mart 1906’da meydana gelen kazada, bin 99 kişi hayatını kaybetmiş.

■ 14 Ekim 1913 tarihinde İngiltere’nin Galler bölgesindeki grizu patlamasında yaşamını kaybedenlerin sayısı 439 olmuş.

■ 5 Aralık 1914’te Japonya’nın Kyuşu adasında Mitsubişi Hojyo Kömür Madeni’ndeki grizu faciasında 687 madenci ölmüş.

■ 9 Mayıs 1960’da Çin’de metan gazı patlamasının yol açtığı kazada, 684 kişi hayatını kaybetmiş.

■ 1963’te Japonya’da yaşanan grizu faciasında 458 madencinin yaşamını yitirirken 833 madenci de yaralanmış.

■ 6 Haziran 1972’de şimdi adı Zimbabve olan Rodezya’da art arda yaşanan grizu patlamaları sonucu 436 işçi can verdi. Madeni su ve çamur basması nedeniyle 438 madencinin cesedi bile bulunamadı.

■ Hindistan’da 28 Mayıs 1965’te yaşanan grizu patlaması ve ardından çıkan yangın sonucunda 375 madenci hayatını kaybetmiş.

■ Yine Hindistan’da, 27 Aralık 1975’de’deki grizu patlamasında 372 madenci öldü.

Başlıkta özellikle tarihlere bakmanızı rica ettim. Görüldüğü gibi dünyada büyü kayıplara yol açan grizu patlamaları en son 1975’te meydana gelmiş. Örneğin İngiltere taaa 1866’dan sonra bir kez de 1917de bir facia yaşamış ardından İngiltere’de ciddi kayıplara yol açan kömür madeni kazası olmamış. Oysa Türkiye’de daha çok yeni yaşadık büyük bir faciayı. 13 Mayıs 2014’te ağır ihmaller sonucu Soma’da yaşanan büyük kazada 301 işçimizi kaybettik.

  • Dünyada büyük kazalar neredeyse 40 yıl önce sona ererken biz ne yazık hala grizu patlamaları nedeniyle nice insanımızı yitiriyoruz.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

İlk iş sosyal medyaya saldırmak

Amasra’daki grizu faciasını olabildiğince perdelemek amacıyla polisin sanal devriyesi de göre aldı. “Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı” yönetimindeki birimler Amasra’daki maden ocağında meydana gelen patlamaya ilişkin sosyal medya platformlarında vatandaşlarımızı kin, nefret ve düşmanlığa alenen tahrik etmek ve provokatif içerikli paylaşımlarda bulunmak iddiasıyla 12 hesap hakkında soruşturma başlatmış. Kimdir bunlar? Ne yazmışlar? Halkı nasıl kin ve nefret ve düşmanlığa tahrik etmişler bilemiyoruz tabii. Muhtemelen hepsi “no name” yani isimsiz-yumurta kafa kişilere aittir. Aklı başında hiç kimse böyle bir olay üzerine halkı tahrik etmeye kalkmaz. Ancak şunu da biliyoruz ki Emniyet artık bu tür olaylarda ihmal olduğunu söyleyenleri bile halkı tahrik etmek, nefret suçu işlemekle suçluyor.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Son 20 yılın kayda geçen büyük maden kazaları

Medeni ülkelerde artık neredeyse hiç maden kazası olmuyor. Olsa bile önceden alınmış ciddi önlemler sayesinde can kaybı hiç yaşanmıyor. Son 20 yılın maden kazalarında Soma birinci sırada. Maden kazaları Türkiye’den sonra en çok Çin’de oluyor. Bu da gerek önlem alınması gerekse işçi haklarına saygı açısından bu iki ülkenin ne kadar geride kaldığını gösteriyor. Şimdi bakalım son 20 yılda hangi ülkelerde can kaybına neden olan maden kazaları meydana gelmiş;

2005 Çin: Sunjiwan maden faciası, 209 ölü
2006 Polonya: Halemba Kömür Madeni faciası, 23 ölü
2006 Çin: Nanshan Kömür Ocağı faciası, 24 ölü
2007 Rusya: Ulyanovskaya maden faciası, 108 ölü
2009 Çin: Heilongjiand maden patlaması, 104 ölü
2012 Çin: Xiaojiawan Kömür Madeni faciası, en az 45 ölü
2017 İran: Zemestan Yurt kömür madeni faciası, 35 ölü
2010 Türkiye: Karadon maden kazası, 30 ölü
2010 Amerika: Upper Big Branch madeni faciası, 29 ölü
2010 Şili: Copiapo maden kazası, 33 işçi 70 gün sonra kurtarıldı
2009 Türkiye: Bursa grizu patlaması, 19 ölü
2014 Türkiye: Soma faciası, 301 ölü
2014 Türkiye: Ermenek maden faciası, 18 ölü

Covid-19 pandemisi, afetler, ekonomi… Türkiye’nin ruh sağlığı alarm veriyor!

10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü“nde Ülkemizden Bir Kesit

Uzmanlar, pandemi öncesi ve sonrasında ruhsal hastalıklarda artış yaşandığına dikkat çekiyor. Kartal Dr. Lütfi Kırdar Şehir Hastanesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve İdari Sorumlusu Doç. Dr. Merih Altıntaş, “Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de toplum ruh sağlığının çok daha önemli ele alınması gereken bir dönemdeyiz. Buna bir alarm da diyebiliriz” dedi.

11 Ekim 2022, Cumhuriyet

Covid-19 pandemisi, afetler, ekonomi... Türkiye'nin ruh sağlığı alarm veriyor!

Uzmanlar, son yıllarda artış gösteren psikolojik sıkıntıların çevresel, ekonomik, sosyal nedenlerin yanı sıra pandemi öncesi ve sonrası arttığına dikkat çekiyor.

Ruh Sağlığı Günü‘nde önemli açıklamalarda bulunan Kartal Dr. Lütfi Kırdar Şehir Hastanesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve İdari Sorumlusu Doç. Dr. Merih Altıntaş, pandemi öncesi ve sonrası ruhsal tedavide artış olduğunun altını çizerek,

  • toplumun ruh sağlığının alarm verdiğini belirtti.

Doç. Dr. Altıntaş, “Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de toplum ruh sağlığının çok daha önemli ele alınması gereken bir dönemdeyiz. Buna bir alarm da diyebiliriz” dedi.

“RUHSAL HASTALIKLARDA ARTIŞ YAŞANIYOR”

Ruhsal hastalıklarda artış yaşandığını söyleyen Doç. Dr. Altıntaş, “Burası şehir hastanesinin yeni kurulan bir kliniği. Yaklaşık 2 yılı aşkın bir süreden beri biz burada kliniğimizde hizmet veriyoruz. 18 yataklı bir kliniğimiz var. Ve bunun yanında günde yüzlerce hastanın geldiği ve hizmet aldığı bir polikliniğimiz var. Burası aynı zamanda bir eğitim hastanesi. Yani asistanlarımız ve diğer öğrencilerimizle beraber tıp fakültesi öğrencileriyle beraber hem eğitim hem de hizmet sunmaya çalışıyoruz.

Şimdi tabii ruh sağlığı gününde (AS: 10 Ekim) biraz da vurgulamamız gereken farklı bir şey de şu ki; özellikle pandemiden sonra bu son 2-3 yıl içinde iklim değişikliklerinin getirdiği bazı afetler, bütün bunlar aslında ruh sağlığının ne kadar çok etkilendiğini ve bütün toplum için ne kadar önemli bir konu olduğunu gözler önüne serdi. Hem ülkemizde hem de aslında dünyada. Çünkü sonuçta pandemi bütün dünyayı etkileyen bir salgın.

Ruhsal hastalıklarda oldukça fazla artma oldu

Daha önceden bir psikiyatrik öyküsü olmayan kişilerde yine hastalıklar ortaya çıktığı gibi psikiyatrik hastalığı olan kişilerde de alevlenmeleri bu dönemlerde çok sık gözledik. Bu anlamda poliklinik başvurularımız, acil başvurularımız çok arttı. Bu anlamda yine yatak ihtiyacında çok artma oldu. Tabii zaman içinde pandeminin süresi de uzadıkça kişilerin bu yükü taşımada zorlandıklarını gözledik” dedi.

BU BİR ALARM…”

Doç. Dr. Merih Altıntaş, “Evet, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de toplum ruh sağlığının çok daha önemli ele alınması gereken bir dönemdeyiz. Buna bir alarm da diyebiliriz. Bunun bir öncelik haline getirilmesi gerekli. Özellikle pandemi döneminde pandeminin biraz daha hafiflediğini düşündüğümüz şu son dönemlerde de başvurularda herhangi bir değişiklik olmadı. Hatta günden güne daha fazla arttığını söyleyebiliriz. Çünkü kişilerin işte pandemiyle ilgili ekonomik sorunlar, gelecek kaygısı ve benzer bazı durumlardan dolayı yükü taşımakta zorlandıklarını hissediyoruz. O yüzden başvurularımız çok fazlasıyla arttı.

Biz bazı hastalarımızdan gerçekten yetkin olmayan yerlerden ve kişilerden tedavi adı altında bazı müdahalelere maruz kaldığını açıkçası duyuyoruz. Bu bir suistimal tabii ki. Ruh sağlığı hizmetini ancak bu konuda eğitim almış kişiler verebilirler. Bir hekim, bir psikiyatrist ve yine bu alanda çalışan uzman psikologlar da terapi hizmetinde çalışmaktalar.

Bilimsel çalışmayan, bu konuda yetkin olmayan, uzman olmayan hiç kimseden ruhsal, ruh sağlığı alanında yardım beklemelerinin uygun olmadığını düşünüyoruz. Çünkü bu kendilerine fayda sağlayamadığı gibi aslında zarar da verebilir. Bu konuda çok dikkatli olmalılar. Bir hekime gelmek bu konuda her zaman çok daha doğru bir karar olacaktır.“ diye konuştu.

Eczacıların çığlığı

GÜNCEL30.09.2022, BİRGÜN

Türkiye’de sağlık alanındaki sorunlar büyürken hak kayıplarına uğramayan meslek grubu kalmadı. Geçtiğimiz pazar Dünya Eczacılar Günü idi, ancak eczacılar kutlayacak bir şey bulamadılar. Türk Eczacıları Birliği yaşanan zorlu sürece dikkat çekerek eczacıları, eczane çalışanlarını, eczacılık fakültesi öğrencilerini ve tüm ailelerini 16 Ekim’de Ankara’da yapılacak Büyük Eczacı Mitingi’ne davet etti.

Eczacılar yıllardır yaşadıkları sorunları anlatıyorlar. Bırakın çözüm bulmayı işlerin kötüye gitmesiyle canları daha çok yanıyor. Mevcut iktidarın ortaya koyduğu piyasacı sağlık politikaları ilaçta da etkisini gösterdi.

  • Sağlık hizmetlerinin çok “tüketilmesi” ve hasta olmak üzerine kurulu sistem, ilacı da bir tüketim nesnesine dönüştürdü.

Kişi başı yıllık ilaç tüketimi 2002 yılında 10 kutu iken bugün 30 kutuya çıktı. Sistemin yurttaşlar ya da eczacılara değil çok uluslu ilaç şirketlerine yaradığı anlaşılıyor.

SAĞLIK, İLAÇ, ECZACILAR

Eczaneler halkın sağlığı açısından çok önemli görevleri yerine getiriyorlar. Yalnızca ilaç ve aşı sağlanması olarak düşünmeyin. Yurttaşların hemen yakınlarında, mahallerinde en kolay ulaşabildiği sağlık danışmanı konumundalar. Bunun ne denli önemli olduğunu pandemi döneminde açıklıkla gördük. Canı pahasına kesintisiz sağlık hizmeti veren eczanelerde 77 eczacı ve 24 eczane teknisyeni Covid-19’a yakalandı ve yaşamını yitirdi.

Serbest eczaneler gittikçe düşen kârlılık oranlarından ve artan maliyetlerden bunalmış durumda. Kârlılık oranlarında ilaç fiyatlarına göre azalan tarife uygulanıyor. Ancak şaka gibi, bu tarifeyi belirleyen fiyat aralıkları 2004 yılından bu yana güncellenmemiş durumda. 2009 yılında ve geçtiğimiz temmuz ayında kâr paylarında yüzde bir ile üç arasında iyileştirmeler yapılsa da, eczacıların uğradıkları kayıpları karşılamıyor.

Kabaca açıklamam gerekirse; ilaç fiyatları arttıkça daha çok ilaç, kâr oranlarının düştüğü 100-200 TL ve 200 TL’den yüksek kategorisine giriyor. Oysa TÜFE’ye göre bu aralıklar güncellenseydi 2021 yılı için 100 TL olan sınır 375,36 TL, 200 TL olan sınır 750,71 TL olacaktı. Bu yıl enflasyona göre bu rakamları %80 daha artırmamız gerekiyor.

  • Kısacası eczacıyı enflasyon ve dövizdeki artışlar karşısında ezdiren bir model ile karşı karşıyayız.

Hesaplamalara göre eczanelerin brüt kâr oranları 2002 yılında % 17,2’den 2019 yılında %13,8’e gerilemiş durumda. Aynı dönemde karşılanan reçete sayısı ise 113 milyondan 401 milyona çıktı. Yani iş yoğunluğu ve eczane giderleri katlandı.

  • Pek çok eczane kapanma tehlikesi ile karşı karşıya.

Kamuda çalışan yaklaşık dört bin eczacı ise yıllardır yok sayılıyor. Son yayınlanan ek ödeme yönetmeliğinde büsbütün mağdur edildiler. Hakkaniyete uymayan ve çalışma barışını bozan bu durumu günlerdir Sağlık Bakanlığı’na anlatmaya çalışıyorlar ama muhatap bulamıyorlar.

Artan ilaç yoklukları ciddi bir sorun ve eczacıları da hastaları da büyük sıkıntıya sokuyor. Fiyat farkı çıkarmayan ilaç neredeyse kalmamış durumda ve farklar her geçen gün katlanıyor, hastalar cebinden karşılıyor. Bu durum eczanelerde tahsil edilen katılım payları ve reçete bedelleriyle birleşince hastalarla eczacıları sık sık karşı karşıya getiriyor.

Denetimsiz açılan eczacılık fakülteleri bir yandan eczacılık eğitiminin niteliğini düşürürken, bir yandan da genç eczacılar için işsizlik sorununu ortaya çıkarıyor, mesleğe zarar veriyor.

HEKİMLERİN KAYGILARI

Tam da bu tartışmaların içinde, Dünya Tabipler Birliği tarafından yayınlanan bir tutum belgesinde, çok uluslu şirketlerin artan gücünün ve kârı önceleyen politikaların ilaçların niteliğini ve güvenliğini olumsuz etkilediği belirtildi. İlaç üretim, dağıtım ve depolama süreçlerinde kimi zaman asgari güvenlik standartlarının karşılanmadığı vurgulanan belgede, bunların düzeltilmesi için ülke yönetimlerine ve tabip birliklerine önerilerde bulunuldu.

Eczacıların ve hekimlerin uyarıları ortada….

Sağlıklı olmak, ilaca, aşıya güvenle ulaşmak istiyorsak eczacıların çığlığına kulak vermeli ve haklarının arkasında durmalıyız.

ANAYASA HUKUKU DERGİSİNDE 2 ÖNEMLİ YAZI

Dostlar,

Anayasa Hukukçusu Sn. Prof. Dr. İbrahim Ö.KABOĞLU, halen başkanı olduğu (bizim de üye kabul edildiğimiz) ANAYASA-DER (ANAYASA HUKUKU ARAŞTIRMALARI DERNEĞİ) tarafından yayınlanan Anayasa Hukuku Dergisi‘nin son sayısında kapsamlı bir irdeleme ile Anayasa Mahkemesi‘nin 60. yılını ve 2017 Anayasa değişikliklerini yazdı.

SUNUŞ/FOREWORD/AVANT-PROPOS : ANAYASA VE ANAYASA MAHKEMESİ

JOURNAL OF CONSTITUTIONAL LAW / REVUE DE DROIT CONSTITUTIONNEL
Cilt: 11/Sayı: 21 Volume: 11/Issue: 21 Yıl/Year: 2022
Bu Dergi Uluslararası hakemli bir yayın olup, TR Dizin Hukuk Veri Tabanında Dizinlenmektedir (ULAKBİM).

Bu kapsamlı ve önemli değerlendirmeyi Türkçe, İngilizce ve Fransızca olarak paylaşmak istiyoruz. Prof. Kaboğlu’nu hem bu önemli yazısı nedeniyle kutlar, hem de web sitemizde yayınlanmasına izin verdiği için çok teşekkür ederiz.

Lütfen tıklayınız :

Anayasa Hukuku Dergisi 21. sayı, Prof. İ. Kaboğlu’nun TR, İng. Fr. sunuş yazısı

Bu sayıda biz de bir makakle yazdık :

  • Kovit-19 Küresel Salgınında (Pandemisinde) Türkiye’de Anayasanın Etkililiği
  • Efficiency of the Constitution in Turkiye During Covid-19 Global Epidemics (Pandemics) pp 337-349

Bu makalemizi web sitemizde daha önce yayınlamıştık, lütfen tıklayınız :

http://ahmetsaltik.net/2022/09/07/65356/  

Sevgi ve saygı ile. 27 Eylül 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
(Anayasa Hukuku PhD – Doktora Öğrencisi)
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

 

Köprüden önceki son çıkış 

PROF. DR. ÇAĞATAY GÜLER
HALK SAĞLIĞI UZMANI

19 Eylül 2022, Cumhuriyet,

Akademik özgürlük olan ülkelerde üniversite öğretim üyelerinin araştırma, soruşturma, sorgulama özgürlükleri akademi olmanın temeli, bu işlerin de akademinin dolayısıyla akademisyenlerin başlıca görevi olduğu kabul edilir. Öğretim üyeleri her türlü medyada, ister sosyal, yazılı ve görsel medya isterse bilimsel dergilerde kurumsal kısıtlamalardan ve cezalandırılmaktan korkmaksızın konuşup yazabilmeli, düşüncelerini açıklayabilmelidir.

ŞÜPHE KÜLTÜRÜ

Oysa kanıtlanmış bilimsel gerçekler laiklik karşıtı, politik ve sosyal çıkar gruplarınca tehdit sayılarak bilim insanlarının kolu kanadı kırılmaya çalışılmaktadır.

  • Bilim insanları bilimsel gerçekleri söylediği için soruşturma açılıp iddianame düzenlenmektedir.   (AS: Biz de dahil..)

Bilim insanlarının düşüncelerini ve gerçekleri herhangi bir baskı, işten atılma ya da tutuklanmaları söz konusu olmaksızın öğretme ve anlatma özgürlüğüne akademik özgürlük denir. Bu düşünceler politik grupların, politik güç ve yetki sahiplerinin görüşlerine bütünüyle ters olabilir.

  • Akademinin özünde muhalefet vardır, bu muhalefet uygarlığın itici gücüdür.
  • Şemsiye yapmak yağmura, uçak yapmak yerçekimine muhalefettir.
  • Bu hak ortadan kaldırılırsa üniversiteler akademik eyyamcıların çöplüğü haline gelir.

İşleri her yıl neyi belgelediği, ne işe yarayacağı belli olmayan diplomalar dağıtmak olur.

Halk sağlığı öncülerinden, patolojinin babası Rudolf Virchow,

  • “İnanç konusunda bilimsel bir tartışma olamaz çünkü bilim ve inanç birbirini dışlar” der.

Kuramsal fizikçi Richard P. Feynman ise bu durumu

  • “Din bir inanç kültürüdür; bilim bir şüphe kültürüdür” diye açıklar.

Tevfik Fikret söylenenleri, “Şüphe bir nura doğru koşmaktır” diyerek tamamlar.

CUMHURİYET AYDINLIĞI

Ya diğer olaylar? Saldırıya uğrayan sağlık görevlileri, görevini devletin memuru olarak yapmak istediği için görevden alınan ve sürülenler, kapısına “dana dili bırakılan” ya da öğrencileriyle bağı koparılan bilim insanları, güdümlü internet saldırganlarının yalan ve iftira sağnağı altındaki korunmasız dürüst insanlar, dinin çıkar aracı olarak kullanılmasına karşı çıkan ilahiyatçılar, kalemini satmayan gazeteciler, ekran göz bağcılığı ve despot şakşakçılığına soyunmadığı için itilip kakılan medya mensupları? “Daha baştan kararlaştırılmış cezasına” sözcük oyunlarıyla “suç” kılıfı uydurulmuş suçsuz insanlar? Gözaltına alınıp arka kapıdan salınan saldırganlar?

Bu bir tür salgın, bir veba salgını gibi. Veba, çok eski çağlardan beri ölümcül bir bulaşıcı hastalığın adı olarak kullanılmıştır. Günümüzde mecaz anlamda, yoğun, istenmeyen, haksız ve lanetli kötücül durumları tanımlamaya da yaramıştır. Veba konulu eserler, büyük savaşları konu edinen eserler gibi, edebiyat tarihinin kilometre taşlarındandır. Başta Boccaccio, Daniel Defoe, Albert Camus ve Gabriel Garcia Marquez olmak üzere birçok yazar veba salgını dönemlerinden yola çıkarak büyük eserler yarattılar. Camus vebayı faşizmin bir alegorisi olarak tasarladı, “bir yere sızarak kimse fark etmeden orayı ele geçirip insan davranışında sinsi ve kurnazca değişikliklere yol açan bir şeyin” eğretilemesi.

Demek ki yaklaşan seçimler köprüden önceki son çıkış:

  • Ya Cumhuriyetin aydınlığı ya da karanlığı “vebanın”.

Paralar şehir hastanelerine

authorBAYAZIT İLHAN

YAŞAM16.09.2022, BİRGÜN

Geçtiğimiz pazar günü BirGün Gazetesi’nde İsmail Arı önemli bir habere imza atarak müteahhitlerin ekonomideki kötü gidiş nedeniyle bazı kamu ihalelerine katılmadıklarını rakamlarıyla ortaya koydu. Buna göre son üç ayda, katılım olmaması nedeniyle iptal edilenler en çok Sağlık Bakanlığı projeleri. Hastane yapımı, tadilatı ve inşaat tamamlamayla ilgili 102 ihale katılım olmadığı için iptal edildi. Ayrıca çok sayıda aile sağlığı merkezi, diyaliz merkezi yapımı, ek hizmet binası yapımı ve 112 merkezi gibi inşaat ihalelerine de şirketler katılmadı. Bakanlığın 24 ihalesi de bütçe yetersizliği nedeniyle iptal edildi.

Bu ihaleler yeniden açıldığında daha yüksek maliyetlerle karşılaşılacak, halkın cebinden daha çok para çıkacak. Peki sağlıkla ilgili pek çok proje aksarken ödemesi sekmeyen hangileri dersiniz? Tabii ki hizmet alma ve kira ödeme garantili şehir hastaneleri.

ÖDEMELER KATLANIYOR

Bir başka önemli gelişmeyi de hemen ertesi gün SÖZCÜ Gazetesi’nde Çiğdem Toker’den öğrendik. Orta Vadeli Program’dan görebildiğimiz kadarıyla şehir hastaneleri ödemeleri önümüzdeki yıl ikiye katlanacak. “İki haberin birbiriyle ne ilişkisi var?” derseniz, şu gerçeği görmek gerekir: Sağlık gibi yaşamsal bir konuda kamu kaynaklarından aslan payı, yüzde 70,4’ünü dört şirketin kontrol ettiği şehir hastaneleri piyasasına teslim ediliyor. Açık bir siyasal tercihten söz ediyoruz. Mevcut devlet hastanelerinin kapatılmasıyla da kamu sağlık hizmetlerinin tasfiyesinde yeni bir aşamaya geçildi. Bazı hizmetlerin yabancılara devri ve imtiyazları da içeren oldukça etkili bir özelleştirme politikasını “cebimizden beş kuruş çıkmayacak” diyerek halka nasıl yutturduklarını görüyor musunuz?

Bu yıla kadar Sağlık Bakanlığı’nın mali tablolarında kamu özel işbirliği ile yapılan şehir hastanelerinin hizmet ve kira ödemeleri toplam halinde her ay veriliyordu. Artık açık yazılmıyor. Sözleşmeler gizli tutuluyor, hastaneler için döviz ve enflasyon üzerinden 25 yıl garantili kira ödemeleri var. Kiralar “gayrimenkul sermaye üretim giderleri”, hizmet ödemeleri ise “hizmet alımları” içinden takip edilmeye çalışılıyor. Sağlık Bakanlığı’nın sermaye giderleri içinde büyük oranda şehir hastaneleri harcamaları var. Tutarının bu yıl için planlanan 27 milyar 840 milyon TL’den önümüzdeki yıl 60 milyar 405 milyon TL’ye çıkması bekleniyor. Öte yandan bir yıl önce 2023 için yapılan tahmin 31,3 milyar TL idi. Bir yılda tahminler neredeyse iki katına çıkacak kadar sapma gösteriyor. Sapmanın içinde kim bilir neler var!

NE KADAR ÖDENİYOR?

Ödemeler çok yüklü. Temmuz sonu itibarıyla bu yıl gayrimenkul sermaye üretim gideri olarak 17 milyar 520 milyon TL, hizmet alımı için de 14 milyar 749 milyon TL ödeme yapılmış. Büyük oranda şehir hastaneleri için yapılan ödemeler bunlar, ama tam rakamları bilemiyoruz. Şu ana kadar açılan 13 hastane için yapılan ödemeleri hesaplamaya çalışıyoruz. Yapımı devam eden beş hastane daha var, onlar da eklenince, yüksek enflasyon ve döviz fiyatları ile birlikte ödemelerin daha da artacağı çok açık.

Hangi hastaneye, hangi kalemde ne ödemesi yapıldığının kamuoyuna açıklanmadığı bir süreçten, toplam ödemelerin de açıklanmadığı bir noktaya geldik. Halkın parasının nereye, ne kadar harcandığını takip dahi edemiyoruz. Yapılan yüksek ödemelerin her yıl daha fazla Sağlık Bakanlığı bütçesini işgal ettiğini, başta koruyucu hekimlik hizmetleri olmak üzere pek çok yaşamsal hizmetten kaynak çalan bir hale dönüştüğünü görüyoruz. Öyle ya, ihaleler ödenek yetersizliğinden ya da katılım olmadığı için iptal edildiğine göre, şehir hastaneleri dışındaki yatırımlarda ciddi sorunlar yaşandığı ortada. Yapımı devam eden şehir hastanelerinin açılışlarının beş yıldır sürekli ertelendiğini hatırlarsanız orada da işlerin sıkıntılı olduğu görülüyor. Neresinden baksak çatırdayan bir sağlık sisteminin içine düşürüldük.

  • Torunlarımızı bile borçlandırarak yapılan şehir hastaneleri modelinden, daha fazla zarar görmeden, kamunun yararına olacak bir formülle çıkılması gerekiyor.

Tıp fakültesi kontenjanları boş kaldı

Prof. Dr. Ülkü SARITAŞ

17 Eylül 2022, Cumhuriyet

 

Bu yıl Türkiye’de 36 vakıf (üç KKTC, bir Azerbaycan), 86 devlet üniversitesinde olmak üzere 122 tıp fakültesinde toplam 671 kontenjan boş kaldı. Bu sayı 2019’da devlet üniversitelerinde bir, vakıf üniversitelerinde 100’dü, üç yılda boş kontenjan sayısındaki artış altı kattan fazlaydı.

Türkiye tıp fakültesi sayısı bakımından dünyada beşinci sırada. 330 milyon nüfusu olan ABD’de 154 tıp fakültesi varken 85 milyon nüfuslu Türkiye’de bu sayı 122. Üniversite sayısı da benzer durumda. 2002 yılında Türkiye’de 93 olan üniversite sayısı füze hızı ile 20 yılda 208’e, üniversiteli öğrenci sayısı 1 milyon 890 binden 8 milyonun üzerine çıkmıştır. Sayılarda ABD’yi bile geçmişken tıp fakültelerinde kontenjanlar neden bu yıl boş kaldı? Bunu açıklayabilmek için tıp fakültelerinin eğitim durumunu gözden geçirmek gerekir. İyi bir tıp eğitimi için üç temel unsur (öge) vardır:

1- Teorik ve pratik eğitime uygun altyapı, yeterli ve donanımlı derslik, laboratuvar ve hastane.

2- Yeterli sayıda, deneyimli, donanımlı ve çağı takip eden öğretim üyesi

3- Bilimin hemen tüm kollarını içeren zor tıp eğitimini alacak kapasitede öğrenci.

KALİTE DÜŞÜK

Son 15 yılda tüm Cumhuriyet tarihinin iki katından fazla tıp fakültesi açılmıştır. Birçoğunun ayrı bir eğitim ve araştırma hastanesi yoktur. Yani tıp eğitiminin olmazsa olmazlarından olan altyapı yetersizdir. Çoğu tıp fakültesinde akademik geçmişi ve yeterli uzmanlık deneyimi olmayan öğretim üyeleri ders vermektedir.

Bu yıl YKS’de tıp fakülteleri için başarı sıralaması 50 bin olarak belirlenmiştir. Devlet üniversiteleri içinde Sağlık Bilimleri Üniversitesi 408 taban puan ve 36 bin 629 başarı sıralaması ile sonuncu iken, bu sayılar vakıf üniversitelerinde daha da düşüktür. Taban puan ve başarı sıralamasındaki rekor düşüşe rağmen (karşın) 2022 yılında 671 tıp fakültesi kontenjanı boş kalıyor.

  • Gençler doktor olmak istemiyor.

Son 20 yılda Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar, devlet otoritesi tarafından hekim toplum nezdinde değersiz kılınmış, ekonomik ve çalışma koşulları açısından iyileştirici herhangi bir adım atılmamıştır. Yönetimin doktoru itibarsızlaştırması, hasta ve yakınlarının sağlık çalışanlarına giderek artan oranda şiddet uygulamasına yol açmıştır.

  • Hekimlerin çalışma koşulları çok ağırdır. Ücretler asgari geçim düzeyinin biraz üzerindedir.

Özellikle asistanlık döneminde mesai kavramı yoktur.

  • Bu koşullarda ne hekimlerin yurt dışına gidişi engellenebilir ne de boş kontenjanlar doldurulabilir.

BEYİN GÖÇÜ

Sonuç olarak; Türkiye’deki tıp fakültelerinin altyapı ve öğretim üyesi açısından yeterliliği  gözden geçirilmeli, yeni tıp fakültesi açmak yerine mevcutlar, altyapı ve yeterli akademik kadro ile güçlendirilmelidir. Buradan mezun olacak doktorlar için de güvenli ve huzurlu bir çalışma ortamı ve insanca yaşam koşullarının sağlanacağı yasal düzenlemeler ivedilikle yapılarak tıp fakültelerinin boş kalması ve beyin göçü önlenmelidir.

Sağlıkta15 kalemde soygun

Kamu hastanesi ve SGK anlaşmalı özel hastanelere giden yurttaştan “ilaç, reçete, muayene katılım payı, eşdeğer ilaç farkı” gibi 15 kalemde kesinti yapılıyor. Yurttaşlar “Hani sağlık hizmetine ulaşım ücretsizdi? Parası olmayan sağlık hizmetine artık ulaşamıyor” diyerek sağlık sisteminin iflas ettiğini söylüyor.

GÜNCEL10.09.2022, BİRGÜN

15 kalemde soygunFotoğraf: İHA

Sibel BAHÇETEPE

AKP hükümetinin her fırsatta dile getirdiği “hastane kuyruklarını bitirdik” söylemlerinin yerini telefon başında randevu alma kuyruğu alırken; parası olanın özele gittiği sistem de her geçen gün daha belirgin hale geldi. Kamu hastanesi ve SGK anlaşmalı özel hastanelere giden hastalardan “ilaç, reçete, muayene katılım payı, eşdeğer ilaç farkı” adı altında çok sayıda ödeme alınıyor. Kamudan ve SGK anlaşması olan özel hastanelerden sağlık hizmeti alan yurttaşlar, özellikle de emekliler çoğu kez bu kesintilerin de farkına varmıyor. İstanbul Tabip Odası önceki dönem yönetim kurulu üyesi Dr. Güray Kılıç ve İzmir’den Dr. Ergün Demir,

  • “SGK’nin vatandaşlardan sağlık hizmetlerine erişirken aldığı muayene, tetkik, tıbbi malzeme, reçete adı altında tedavi katılım payına son vermelidir, sağlık sistemi çökmüştür dediler.

BORÇ İLE SAĞLIK HİZMETİ

Hükümetin 20 yıldan bu yana sağlık alanında yaptığı her düzenleme yurttaşları, hekimler başta olmak üzere tüm sağlık çalışanlarını daha da çıkmaza soktu. Sağlıkta Dönüşüm Politikası’nın ilk adımı olarak SSK ve devlet hastanelerini Sağlık Bakanlığı çatısı altında birleştiren hükümet, o yıldan sonra hızla özel hastanelerin sayısını arttırdı. SGK anlaşmalı özel hastaneler ise A, B, C, D, E diye sınıflandırıldı ve alacakları fark ücretleri ise bu sınıfa göre belirlendi. Gelinen son durumda kamudan sağlık hizmetine ulaşım da oldukça zorlaştı. Kamu hastanelerinden muayene ve ameliyat randevusu alamayıp özel hastanelere gitmek zorunda kalan yurttaşlar, ek ücret için elindeki avucundakini satmak zorunda kalıyor veya bankadan kredi çekiyor.

Sağlıktaki son tabloyu Dr. Kılıç ve Dr. Demir, BirGün’e değerlendirdi. Dr. Kılıç, sağlığa erişimin giderek zorlaştığını belirterek “Merkezi Hekim Randevu Sistemi’nden (MHRS) randevu bulamayan yurttaş, bilgisayar ya da cep telefonu başında randevu almaya çalışıyor. Dijital kuyruklar (AS: kuyruklar hastanelerde değil ama evlerde!) giderek uzuyor. Bulunamayan randevular, aylar sonrasına verilen muayene randevusu ve ameliyat tarihleri yurttaşları canından bezdirdi, bunlar artık çok yoğun yaşanıyor” dedi. Koronavirüs pandemisi döneminde sorunların daha da katmerleştiğini anlatan Kılıç, hastanelerdeki sıkışıklığın daha da arttığını söyledi.

MEDİKAL YOKSULLUK

Sağlıkta Dönüşüm Programı ile birlikte sağlığın piyasalaştırıldığını vurgulayan Kılıç “Gelinen noktada kamu sağlık hizmetlerine erişimde çok ciddi problem var. Böyle olunca kanser, kardiyovasküler… gibi kronik hastalıkları olan hastalar kamudan randevu alamadı. Parası olanlar özele giderken; olmayanlar da evini, arabasını satarak ya da ciddi borçlanarak özel sağlık kurumlarından hizmet almaya çalışıyor. Medikal yoksulluk olarak tanımlanan tablo şu anda yoğun biçimde yaşanıyor.” diye konuştu.

Kılıç, özel hastanelerin acil servisler (yeşil alan dışında), yanık ünitesi (AS: birimi), yenidoğan yoğun bakım ve yoğun bakım, kanser, doğumsal anomaliler, organ nakli gibi bölümlerinde yasalar gereği ücret (AS: 5510 s. yasa md.69 gereği ek ücret alamazlar..) alamayacağını da vurguladı.

  • Ülkede 10-12 milyon kişinin prim borcu nedeniyle sağlık hizmeti alamadığını..

kaydeden Kılıç, özetle şunları söyledi:

Sağlığın ticarileşmesi, daha çok hasta bakımına yönlendirme, performans sistemi, beş dakikada bir hasta bakmak zorunluluğu hekimleri fizikisel olarak tüketti. Hekimleri maalesef yurt dışına gidiyor, kamuda çalışan ve emeklilik vakti gelenlerin bir bölümü ayrılıyor, bir bölümü de özele geçiyor.”

Dr. Güray KılıçDr. Güray Kılıç

Dr. Demir ise, tüm parti milletvekillerinin hastalarına muayene ve randevu alamadıkları konusunda hemfikir olduğunu belirterek, “Meclis Komisyon görüşmelerinde tüm milletvekilleri, randevu sisteminin memurları haline getirildiklerini de ifade etmişlerdir” dedi. Demir, sağlık hizmetlerine ulaşabilmek için Genel Sağlık Sigortası (GSS) priminin (AS: pirim = ek vergi!) yeterli gelmediğini belirterek;

Vatandaş herhangi bir sağlık kuruluşuna adım attığı andan başlayarak muayene, ilaç, reçete, tıbbi malzeme adı altında ek olarak cepten SGK’ye katılım payı ödüyor. Özel sağlık kuruluşlarına ve hastanelerine gittiğinde ek ücret, ayrıca reçete alırken şirketlere de ilaç fark ücreti ödemektedir” dedi. Demir, şu örnekleri verdi:

“Aile hekimleri dışında ayakta tedavide hekim ve diş hekimi muayenesi 2. Basamak resmi sağlık hizmeti sunucularında 6 TL, Sağlık Bakanlığı eğitim ve araştırma hastanelerinde 7 TL, üniversite hastanelerine bağlı 3. Basamak sağlık hizmeti sunucularında 8TL, özel sağlık hizmeti sunucularında 15 TL katılım payı alınır. Ayrıca her bir reçete için 3 kutuya dek sağlanan ilaçlar için 3 TL, 3 kutuya ek her bir kutu ilaç için 1 TL, olmak üzere katılım payı alınır.

Ayrıca muayene katılım payını ödeyemeyenler eczanelerden ilaçlarını alamıyor.

Son yıllarda ilaçta katılım payından çok ilaç fark ücretleri artmaya özellikle emeklileri ve asgari ücretle çalışanları çok fazla etkilemeye başladı. Yaptığımız çalışmada emeklilerin rahatsızlandıklarında veya gerek duyduklarında en çok kullandıkları kimi ilaçlardan kalp ve tansiyon ilaçlarından her bir kutu için 13-61 TL arası, ağrı kesici ilaçlardan her kutu için 8-19TL arası, psikiyatri ilaçlarından her kutu için 23-73 TL arası fark ücretini vatandaşlar ceplerinden ödemektedir. Kimi ilaçlarda ise bunun çok çok ötesinde 500-600TL fark çıkan özel ilaçlar da olabiliyor.”

Dr. Ergün DemirDr. Ergün Demir
***

MUAYENE ÜCRETLERİ EL YAKIYOR

İstanbul’daki SGK anlaşması olan kimi özel hastaneleri arayarak muayene ücretlerini sorduğumuzda yüksek ücretleri dikkat çekti. Örneğin, çocuk hastalıkları uzman ve profesör muayenesi 600-900TL arasında değişirken; onkoloji 550-900TL, dahiliye 250-300TL, kalp ise 600-900TL arasında değiştiği görüldü. Dr. Demir, alınan bu ücretlerin pek çoğunun yasal oranın çok üzerinde olduğunu belirterek, “Özel hastaneler, SUT (AS: Sağlık Uygulama Tebliği) bedellerinin %200’ün ötesinde ücret isteyemez, ancak maalesef yapılıyor..” diye konuştu.

KOVİT-19 KÜRESEL SALGININDA ANAYASANIN ETKİLİLİĞİ

Dostlar,

Aşağıda kapağı sunulan “Anayasa Hukuku Dergisi” nin 21. sayısında bir makalemiz yayınlandı.

Makalemizi pdf olarak okumak, indirmek, paylaşmak için lütfen tıklayınız..

Sevgi ve saygı ile. 07 Eylül 2022, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
Anayasa Hukuku Derneği Üyesi (Anayasa Hukuku Doktora öğrencisi)
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

 

Uzayan Kovit : En köktenci çözüm, “küresel tam kapanma ve yaygın aşı”

Dostlar,

Bu gün, 06 Eylül 2022, Almanya / Köln’den yayın yapan Cosmo ile Kovit-19’u konuştuk. Bize şu sorular soruldu :

  1. Almanya’da hala kimi önlemler alınıyor, hatta bunlar sonbaharda sertleştirilecek, Türkiye’de ise sanki salgın yok gibi? Nedir son durum dünyada? Hangi ülkeler yoğun tehlike altında?
  2. Aşı sağlanması (tedariki) konusunda hala adaletsizlik sürüyor mu?
  3. Aşı olan pek çok kişi Kovit’e yakalandığı için, bir daha aşı olmak istemeyenlere daha sık rastlıyoruz. Aşıya devam mı?
  4. Almanya’da biz önlemlerin yanı sıra “Long Covid” yani “uzayan Kovit” yakınmalarını konuşuyoruz. Nedir “Long Covid” önce bunu açalım isterseniz?
  5. Kovit’in uzun erimli (vadeli) yan etkisinden söz etmek için nasıl bir zaman dilimini ölçü almalıyız? Bir ya da iki ay mı, yarım yıl mı?
  6. “Uzayan Kovit” uzun erimde (vadede) insanların yaşamını nasıl etkiliyor?
    (İşini yitirme, yalnızlaşma, yalıtılma / izole olma vs.)
  7. Peki, “uzayan Kovit” tümüyle geçer mi? Bu bir erken emeklilik nedeni olabilir mi sizce?

“En radikal çözüm, küresel tam kapanma ve yaygın aşı”

24:56 Min. Verfügbar bis 06.09.2023

Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, dünya genelinde şu ana dek yaklaşık olarak her 4 kişiden 1’i koronaya yakalandı (kayıtlara alınamayanlar da dahil). Bu rakam giderek artıyor, çünkü pandemi henüz sona ermiş değil. Vatandaşları bulaştan (enfeksiyondan) korumak için Korona’nın yeni varyantlarına karşı yeni aşılar üretiliyor.

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Saltık,

  • En kökten çözümün 4 hafta boyunca küresel bir tam kapanma ve yoğun aşılama olduğunu söylüyor,
  • Ancak neo-liberal kapitalist ekonomik sistemin buna izin vermediğini anımsatıyor.

25 dk. süren programı izlemek için lütfen tıklayınız :

https://www1.wdr.de/radio/cosmo/videos/video-en-radikal-coezuem-kueresel-tam-kapanma-ve-as-100.html

İzlenmesi, paylaşılması, gereklerinin yapılması ve yararlı olması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile. 06 Eylül 2022, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak . Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik