21. Yüzyılda Planlama Kurultayları ve Seminerleri –
11 – 14 Kasım 2015
|
|
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI TOPLUM İÇİN BİLGİLENDİRME DİZİSİ-86
Diyabet; kan şekerini düzenleyen pankreastan salınan insülin hormonunun eksikliği,
insülin direnci ya da her ikisinin birlikteliği sonucu kan şekeri düzeyinin yükselmesine bağlı olarak gelişen, birden (akut) veya uzun süreli sorunlara neden olabilen, bütün bedeni etkileyen bir hastalıktır. Hastalığın ortak sonucu olan kan şekeri yüksekliği (hiperglisemi) denetim altına alınmazsa zaman içinde diyabetin uzun süreli etkilerine bağlı olarak göz, böbrek, sinirler ve
kan damarlarında hasara bağlı hastalıklar gelişir. Kan şekeri denetiminin yeterince sağlanması ile bu sonuçların önlenebileceği veya geciktirilebileceği kanıtlanmıştır.
Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından başlatılan
14 Kasım Dünya Diyabet Günü, 1922’de diyabet hastalarının yaşamını kurtaran insülin sağaltımını Charles Best ile birlikte bulan Frederick Banting’in doğum gününde kutlanır.
2015 yılında Dünya Diyabet Gününün ana teması
“Diyabet Salgınını Durdurmak”
üzerine odaklanmıştır.
Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) verilerine göre tüm dünyada 387 milyon diyabet hastası vardır. 2035 yılında bu rakamın 592 milyon olacağı kestirilmektedir. 2014 bitiminde 4,9 milyon kişi diyabet nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Diyabete bağlı ölümlerin %77’si düşük ve orta gelirli ülkelerde gerçekleşmektedir.
Ülkemizde de diyabet sık görülen kronik hastalıklardan biridir. Uluslararası Diyabet Federasyonu’nun 2014 verilerine göre 20-79 yaş arası diyabet sıklığı %14,8 olarak belirtilmiştir. Ülkemizde 7,2 milyon kişi diyabet hastasıdır.
Diyabetin başlıca tip 1 ve tip 2 olmak üzere iki tipi vardır. Bunların dışında gebelik diyabeti (gestasyonel diabetes mellitus, GDM), öbür ender nedenler (kalıtımsal kimi hastalıklar, pankreas hastalıkları, kimi ilaçlar, virüsler, bilinmeyen nedenler) öbür diyabet tiplerini oluşturmaktadır.
Diyabet hastalarının %5-10’unu oluşturan tip 1 diyabet çocuk ve genç erişkinlerde görülürken, tip 2 diyabet sıklıkla 40 yaşından sonra görülür ve diyabet hastalarında %90 sıklıkla
en sık görülen diyabet tipidir.
(http://www.who.int/mediacentre/factsheets/fs312/en/; http://diyabet.gov.tr/content/files/guncel/turkiye_diyabet_programi.pdf;
http://www.who.int/diabetes/en/; http://www.idf.org/wdd-index/; http://www.idf.org/diabetesatlas/update-2014;
http://www.idf.org/sites/default/files/DA-regional-factsheets-2014_FINAL.pdf; http://www.who.int/diabetes/action_online/basics/en/)
Kırk yaş üzerinde olup aşağıdaki risk etmenlerinden bir ya da birkaçı bulunan kişiler
Tip 2 Diyabet açısından risklidir:
– Ailede diyabet öyküsü olması (anne, baba, kardeş)
– Yüksek riskli etnik küme üyesi olma (Siyahlar, İspanyollar, Kızılderililer, Asya-Amerikalılar) – – Prediyabet varlığı (kan şekeri yüksek ancak diyabet tanısı koyacak ölçüde yüksek değil)
– Yüksek tansiyon varlığı (>140/90 mm Hg)
– İyi kolesterol (HDL) düşüklüğü ve trigliserid yüksekliği
– Kalp damar hastalıkları varlığı
– Fazla kilolu ya da şişman olma
– Adet düzensizliğinin görüldüğü ve yumurtalıklarla ilgili bir hastalık olan
Polikistik Over Sendromu (PCOS) varlığı
– Gebelik diyabeti varlığı (ilk kez gebelikte görülen diyabet)
– Dört kilonun üzerinde bebek doğurma öyküsü (gebelik diyabeti ile ilişkili)
– İnsülin direnci ile ilişkili durumlar (karaciğer yağlanması gibi)
– Şizofreni varlığı
– Kimi psikiyatri ilaçlarının kullanımı
– Yetersiz düzeyde bedensel etkinlik yapmak (hareketsiz yaşam)
– Solid organ (özellikle böbrek) aktarımı yapılmış olan kişiler
Hastalarda diyabet kimi ikez hiçbir yakınmaya neden olmazken; aşırı susama, sık idrara çıkma, yorgunluk, tartı yitimi, bulanık görme, yineleyen enfeksiyonlar, yaralarda geç iyileşme gibi belirtiler diyabet hastalığında sıklıkla görülmektedir. Bu belirti ve yakınmaların bulunduğu kişiler bir sağlık kurumuna başvurmalıdırlar! (http://www.mayoclinic.org/diseases)
Not :
Bu belge Dr. Kevser Uz-Çetin, Dr. Ekin Koç, Dr. Dilek Aslan tarafından 8.11.2015 tarihinde hazırlanmıştır. Bu bilgilendirme notunun aşağıda belirtilen şekilde kaynak gösterilmek koluluyla yazılı, elektronik, vb ortamlarda kullanılması önerilmektedir:
Uz-Çetin K, Koç E, Aslan D. 14 Kasım Dünya Diyabet Günü. HÜTF Halk Sağlığı AD
Toplum İçin Bilgilendirme Serisi : http://www.halksagligi.hacettepe.edu.tr/ http://www.idf.org/signs-and-symptoms-diabetes; 07.11.2015
===================================
Dostlar,
Diyabet Dünya ve Türkiye için giderek ağırlığı artan bir Halk Sorunu.
Dünyada 387 milyon diyabet hastası var; 7,3 milyar nüfusun %5,3’üne karşılık.
Tükiye’de ise 2014 sonunda 7,2 milyon kişi diyabet hastasıdır ve 76.7 milyon nüfusta % 9,4’e karşılık düşüyor.
Dünyada %5,3, Türkiye’de %9,4.. 2 katına yakın..
Niçin? Pek çok nedeni var.. Bunlardan biri karbonhidat ağırlıklı beslenmemiz.
Hem gelir dağılımı bozukluğu, hem yoksulluğun çok yaygın oluşu hem de beslenme eğitimimizin yetersiz oluşu başlıca belirleyiciler..
Ayrıca çok hareketli değiliz, egzersiz – spor yapmıyoruz yeterince ve bir başka neden de
akraba evliliği.. % 20’ye yaklaşan bu anormal yüksek oran, kültürel bağlamda kapalı bir toplum olma sınırlarını hala aşamadığımızın göstergelerinden biri.
Ulusal ölçekte harekete geçilmesi gerekiyor.. Hem de hızla..
Sağlık Bakanlığı öncülüğünde Ulusal Diyanet Denetim (Kontrol) Programının
son derece etkin biçimde yürütülmesi gerek.
Fazla tartı – şişmanlığa yüksek kan basıncı, kan lipidlerinin yükselmesi ve
Diyabet kolaylıkla ekleniyor.
Bu 4’lü biraraya gelince tıpta Metabolik Sendrom adı veriliyor ve sağaltımı çok zorlaşıyor, maliyet ve komplikasyonlar olabildiğince artıyor..
Çözüm KORUYUCU HEKİMLİKTE – KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNDE..
Devletin ve yurttaşların sağlık sorunlarını bilinçle ortaklaşa yüklenmesinde.
Duyuruyu hazırlayan sevgili meslektaşlarımıza teşekkür ediyoruz..
Sevgi ve saygı ile.
13 Kasım 2015, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
Dostlar,
Adana İl Halk Sağlık Müdürlüğü’nde görevli genç bir Halk Sağlığı Uzmanı meslektaşımız olan Dr. Nureddin Özdener, değerbilirlik göstererek 4 yıl önce yazdığımız ve bizim de üyesi olduğumuz Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nin (HASUDER) sanal ortamlarında yayımlanan bir yazımızı, yeniden HASUDER üyeleri iletişim ortamında paylaşmış.
Bu yazımız, Türkiye’de çağdaş Halk Sağlığı / Toplum Hekimliği bilim alanının ve Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetleri sunum modelinin kurucusu hocamız Prof. Dr. Nusret H. Fişek‘in 21. ölüm yıldönümü nedeniyle bizden istenmiş ve belirttiğimiz bağlamda yayımlanmıştı. Bu web sitemiz (BİLİMSEL AKILCILIĞIN ANA PUSULA OLDUĞU TIP ve AYDINLANMA SİTESİ) 1 Mayıs 2012’de hizmete girdiğinden, adı geçen makalemize sitemizde yer ver(e)memiştik.
Sevgili Nureddin aşağıdaki gibi bir seslenişle yazımızı paylaşmış sağolsun :
*****
Sevgili HASUDER üyeleri,
*****
Dr. Özdener’e özenli – duyarlı kişiliği için teşekkür ederek bu makalemizi paylaşmak istiyoruz.Türk halkı, Nusret Hoca gibi seçkin bir beyine ve yurtsever bir bilim insanına sahip olduğu için ne denli övünse azdır.
Ne acı ki, –bereket Nusret Hoca bugünleri görmedi– Atatürkçüler alçakça, birer birer vurularak Anadolu insanımızın acılı aydınlanma kavgası karartılmak istendi. Son şehidimiz, ADD Genel Başkan Yard. Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı idi. Günümüzde ise bir dizi “tertip dava” ile yurtsever aydınlar, gazeteciler, Ordu’muzun komutanları, sizin öğrencileriniz parlak akademisyen – rektör tıp hocaları… yıllardır tutuklu. Katiller ve maşaları, tertipçiler bilmiyorlar ki, yeryüzünde Aydınlanmayı durduracak bir yol, güç daha keşfedilmemiştir. Olsa olsa bir süre geciktirebilirler. Tarihin şaşmaz akışında herkes yerini alacak, çağdaşlık düşmanları,
insana kıyan caniler lanetleneceklerdir.
Atatürk‘ün
— —-
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI TOPLUM İÇİN BİLGİLENDİRME DİZİSİ-84
Bu döküman Dr. Güven Gökgöz, Dr. Can Keskin ve Dr. Hakan Altıntaş tarafından
03.11.2015 tarihinde hazırlanmıştır. Bu bilgilendirme notunun aşağıda belirtilen şekilde
kaynak gösterilmek şartıyla yazılı, elektronik, vb ortamlarda kullanılması önerilmektedir:
Gökgöz G, Keskin C, Altıntaş H. 3-9 Kasım Doku ve Organ Bağışı Haftası. HÜTF Halk Sağlığı AD Toplum İçin Bilgilendirme Serisi-
[Internet] http://www.halksagligi.hacettepe.edu.tr/ Erişim:3.11.2015.
3-9 KASIM DOKU ve ORGAN BAĞIŞI HAFTASI
Doku; organları meydana getiren, şekil ve yapı bakımından benzer olan ve aynı görevi gören, birbirleriyle sıkı ilgisi olan aynı kökten gelen hücreler topluluğuna verilen addır. Örneğin kalp kapağı, kornea, kemik, kemik iliği, kıkırdak, kas dokusu, bağ dokuları. Organ ise Latince kökenli bir sözcük olup, biyolojide belirli bir görevi yapan ve sınırları belli doku kümesi olarak tanımlanmaktadır. Örneğin böbrek, karaciğer, kalp, akciğer, deri, dalak, mide, göz, rahim, pankreas ve ince bağırsaklar(1).
Organ / doku aktarımı; bedende görevini yapamayan bir organın / dokunun yerine canlı kişiden, beyin ölümü gerçekleşmiş kişiden ya da ölüden alınan sağlam ve aynı görevi yapacak organın / dokunun nakledilmesi işlemidir (2)
İnsan hücre, doku ve organ nakli, seçenek bir sağaltım yolu bulunmadığı durumlarda yaşam kurtarır ve alıcı kişinin bedeninin asıl işlevlerini kazanmasını sağlar(3). Yirminci yy’ın tıp mucizelerinden biri denilebilecek organ nakli, tüm dünyada yüz binlerce hastanın yaşam süresini uzatmıştır. Kişinin yaşamdayken özgür istenci ile tıbben yaşamı sonlandıktan sonra doku ve organlarının hastaların sağaltımı için kullanılmasına izin vermesi ve bunu belgelendirmesi organ-doku bağışı olarak adlandırılmaktadır(4).
Türkiye’de 2007 yılı verisi ile 51 bin organ bağış kartı olan kişi vardır.
Organ bağışı yapılırken doldurulan kartta bağışlanacak organ / dokular işaretlenerek seçilebilir. Bağışta bulunan kişi dilerse hepsini işaretleyerek
sekiz kişiye yeni bir yaşam verebilir(5)
Türkiye’de doku ve organ naklini düzenleyen yasa 1979’da 2238 sayılı “ORGAN ve DOKU ALINMASI, SAKLANMASI ve NAKLİ HAKKINDA KANUN” çıkarılmış olup; organ ve doku nakil hizmetleri halen 1982 yılında yeniden düzenlenmiş olan bu yasaya göre yürütülmektedir(6).
Türkiye’de organ nakillerinin %75-80’i canlı vericiden yapılmakta iken,
bu oran Avrupa’da tersine, % 80’i kadavradan gerçekleşmektedir(7).
Bu durum organ bağışı konusunda Türkiye’de yeterli farkındalığın olmadığını düşündürmektedir.
3-9 Kasım arasında etkinliklerle gündeme taşınan “Doku ve Organ Bağışı Haftası”, toplumun organ bağışına olan dikkatini artırmak ve insanların
organ – doku bağışına daha ilgili olmasını hedeflemektedir.
Kaynaklar :
1 Öztürkler, Cemal, Hukuk Uygulamasında Tıbbi Sorumluluk, Teşhis, Tedavi ve Tıbbi Müdahaleden Doğan Tazminat Davaları, Ankara 2003, s.195.
2 Sönmez Y, Zengin E, Ongel K, Kişioğlu N, Öztürk M. Attitude and behavior related to organ donation and affecting factors: a study of last-term students at a university. Transplant Proc 2010;42:1449-52.
3 Transplantation of human cells, tissues and organs. [Internet] http://www.who.int/transplantation/en/ Erişim: 02.11.2015.
4 Organ ve Doku Nakli Hizmetleri Yönetmeliği, 25748 sayılı resmi gazete, 07.03.2005. [Internet] http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1-560/organ-ve-doku-nakli-hizmetleri-yonetmeligi.html Erişim:02.11.2015.
5 Sağlık Bakanlığı Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında 2238 sayılı kanun, 29.05.1979. [Internet] http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1-445/tarihi29051979–sayisi2238–rg-tarihi03061979–rg-sayis-.html Erişim:02.11.2015.
6 [Internet] https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc062/kanuntbmmc062/kanuntbmmc06202238.pdf Erişim:02.11.2015.
7 Bölükbaş N, Eyüpoğlu A, Kurt P. Organ bağışı hakkında üniversite öğrencilerinin düşünceleri. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Dergisi 2004;21(2):73-77.
=================================
Dostlar,
Konu önemlidir.. Ciddi bir Halk Sağlığı Sorunudur.
Örn. Türkiye’de 22 bin kronik böbrek yetmezlikli – haftada 2-3 kez hemodiyalize mahkum insanımız vardır ve biz ancak yılda 300 kişiye böbrek aktarımı yapabiliyoruz..
22 000 / 300 = 73..
Kronik böbrek yetmezlikli – haftada 2-3 kez hemodiyalize mahkum
bir insanımızın ortalama bekleme süresi oluyor.. Doğallıkla bunca süre yaşayamıyor insanlarımız.. Her gün 3-4 böbrek yetmezlikli insanımızı organ bulunamadığı için yitiriyoruz..
Organ aktarımı (transplantasyonu, nakli) yapılabilkecek öbür organ yetmezliklerini bir yana bırakırsak tablo böyle..
Biz, yakınlarımıza, ölümümüzde ALINABİLECEK TÜM ORGANLARIMIZI BAĞIŞLADIĞIMIZI bildirdik, vasiyet ettik.. Bu siteden de duyurmuş olalım.
Halkımızı bu konuda daha duyalı olmaya çağırıyoruz..
Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
Doç. Dr. İlker Belek
http://www.halkinsagligi.org/nasil-bir-saglik-sistemi-4-finansman-parayi-kimden-alacagiz-ilker-belek/, 05 Kasım 2015
Sağlık hizmetlerinin finansmanı, sağlık hizmetleri organizasyonu konusunun en politik başlığıdır. Bunun nedeni, hizmetin finansmanı için gereken paranın kimden alınacağı konusuyla ilgili olmasıdır. Ve bu, doğrudan siyasi bir konudur.
Sağlık hizmetlerinin finansmanı;
a) Mevcut gelir dağılımı eşitsizliğini giderecek, bunun için de,
b) Kaynağı yüksek gelirlilerden, sınıfsal konuşacak olursak burjuvaziden sağlayacak
şekilde organize edilmelidir.
Bu tercihin yaşama geçirilebilmesi için, arkasında, emekçi sınıfları temsil eden siyasi iradenin olması gerekir. Ancak böyle bir tercih sistemin finansmanını sürdürülebilir kılar ve
gelir dağılımı eşitsizliklerinden kaynaklanan sağlık sorunlarını ve yükünü ortadan kaldırır.
Bakalım.
1-Türkiye’de gelir ve servet dağılımında önemli eşitsizlikler bulunuyor:
Bu konu önemli, çünkü, kamusal gereksinimleri finanse edecek kaynağın kimlerin elinde bulunduğunu gösteriyor.
2002’de en zengin %1’lik kesimin toplam servetten aldığı pay %39.4 idi, 2014’te tam %54.3’e yükseldi. Türkiye dünyada servetin en eşitsiz dağıldığı 6. ülke (Ukrayna, Rusya, Kazakistan, Lübnan, ABD’den sonra). 53 milyon erişkin nüfusun sahip olduğu toplam servet 1 trilyon $,
kişi başına ortalama 20 bin $. Erişkin nüfusun %75.3’ünün toplam serveti 10 bin Doların altında iken, %1.8’ininki 100 bin $ ile 1 milyon $ aralığında, %0.2’sininki (116 bin kişi) 1 milyon doların ve 27 kişininki de 1 milyar doların üzerinde (1, 2).
Gelir dağılımına gelince: 2014 için en zengin %20’lik kesimin gelirden aldığı pay, en yoksul %20’lik kesimin payının 7.4 katı. Bu bakımdan OECD ülkeleri içinde en kötü 3. konumdayız (Şili ve Meksika sonrasında). Ailelerin %62’si ayda 1200 TL’lik bir gelirle geçinmek zorunda olduklarını belirtirken, %1.2’si aylık gelirini 5600TL’nin üzerinde bildiriyor (3,4). Bu konuda yüksek gelirlilerin doğru bildirimde bulunmama olasılığının yüksek olduğunu akılda tutmak gerekiyor.
2013 için, toplam gelirde ücretli-maaşlı-emeklilerin payı %74.0 iken, girişimcilerinki 19.6,
faiz ve rantınki %6.7 (5). Buna karşılık bütün sektörlerde çalışanların yalnızca %4.6’sı kendisini girişimci olarak tanımlıyor. Bu durumda girişimcilerin toplam gelirdeki payı nüfustaki payının tam 4.3 katı. Üstelik girişimciler içinde 250 ve daha çok sayıda işçi çalıştıranlar toplamın yalnızca binde 2’si iken, bu kesim toplam istihdamın %24.2’sini gerçekleştiriyor ve toplam katma değerden de %46.1 pay alıyor (5).
İşte her tür kamusal gereksinim için gereken kaynak bu girişimci denilen burjuvazinin elinde bulunuyor ve bu sınıf kendi içinde önemli bir farklılaşma sergiliyor. Servet ve gelir dağılımı bu denli eşitsiz olduğu için sağlığa kaynak olmadığı yalanı atılıyor, bunun üzerine de halk, katkı payı, özel sağlık vergisi (sağlık sigortası) gibi ek ödemeler yapmak zorunda bırakılıyor.
2-Türkiye’de kamu maliye politikaları, kamusal gereksinimlere kaynak bulmayı olanaksızlaştıracak denli eşitsizlikçi tercihler üzerine oturuyor
Yıllar içinde ücretlilerin toplam vergi yükündeki payının, toplam gelirdeki payına oranı
(buna ücretlilerin vergi baskısı denilir) yükseldi. Yani, ücretliler gelirden aldıkları paya göre daha yüksek bir vergi yükünü sırtlanmak zorunda kaldılar: Vergi baskısı 2002’de 1.5 iken 2013’te 2.3’e yükseldi.
Nitekim ücretlilerin ulusal gelirdeki payı 2002’deki %29 oranından, 2014’te %26 oranına geriledi. Dolaylı vergiler ile ithalattan alınan vergilerin (ki bu ikisi regresif niteliklidir)
toplam vergi gelirlerindeki payı 2002’de %59 iken 2014’te %68’e yükseldi (6).
Kısacası
3-Ülkemizde sağlık hizmetlerinin finansmanı için kaynak vardır
Anlaşıldığı gibi, hükümetlerin sosyal sektörler için kaynak yokluğu yönündeki iddiaları gerçek değildir. Sorun kaynak yokluğu değil, dağılımının eşitsizliğindedir. Çözüm ise bu eşitsizliği gidermek ve kamusal gereksinimlere kaynak yaratmak üzere, girişimci olarak nitelenen sınıfın elindeki kaynakların kamusal alana döndürülmesidir. Bunun için en kesin önlem, ekonominin kamulaştırılması yönünde yapılacak radikal müdahaledir. Kapitalist sistemin içinde kalacak olan müdahale ise vergi reformudur.
2014 yılına ait yaklaşık 800 milyar dolarlık ulusal gelirin, yukarıda da değindiğimiz gibi yaklaşık %20’si (160 milyar dolar) nüfusun yalnızca %4’ünü oluşturan yaklaşık 3 milyon kişi tarafından sahiplenilmiştir: Kişi başına yaklaşık 53 bin Dolar. Yalnızca, bu grubun yıllık gelirini örneğin 20 bin dolar seviyesine indirecek bir kamusal müdahalenin Türkiye ekonomisine kazandıracağı yıllık kaynak tam 70 milyar dolar olacaktır. Yineleyelim, 53 bin dolar bu sınıfın kendi bildirimi.
Öte yandan, 1 milyon doların üzerinde servete sahip olan 116 bin kişinin servetini 1 milyon dolar ve 1 milyar doların üzerinde serveti olan 27 kişinin servetini 1 milyar dolar kabul etsek ve bunların servetlerini ortalama servet düzeyine indirecek bir müdahale yapsak elde edilecek kaynak yaklaşık 150 milyar dolar olacaktır.
2012 yılı (son veriler bu yıla ait) toplam sağlık harcamasının (7) yaklaşık 41 milyar dolar ve kamu gelirlerinin yetersiz olduğu yalanı üzerinden vatandaşın cebinden sağlık için ayrıca alınan paranın da 10 milyar dolar olduğu (7) düşünülürse, böyle bir kamucu müdahalenin sağlayacağı toplumsal yarar kolaylıkla anlaşılabilir.
KAYNAKLAR
1-http://riturkey.org/2015/05/ekonomi-kimin-icin-buyuyor-turkiyede-servet-bolusumu-adaletsizligi-k-murat-guney/
2-http://www.radikal.com.tr/yazarlar/metin-ercan/kuresel-servetin-dagiliminda-son-durum-1453552/#
3-http://davetsizmisafir.org/2013/05/26/ekonomi-kimin-icin-buyuyor-turkiyede-gelir-dagilimi-dengesizligi/
4-TÜİK Haber Bülteni, 18 Eylül 2015, Sayı 18633.
5-http://t24.com.tr/haber/gelirden-kim-daha-cok-pay-aliyor,287543
6-http://sendika7.org/2015/10/akpye-secmen-destegi-ekonomik-nedenler-korkut-boratav/
7- http://www.saglik.gov.tr/TR/dosya/1-97020/h/saglik-istatistik-yilligi-2013.pdf
================================================
Dostlar,
Çok değerli meslektaşımız, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndan sevgili Doç. Dr. İlker Belek‘in yazısı son derece çarpıcı değil mi??
2015 için kimi verileri güncellersek, bu arada 2014 sağlık giderleri raporunu TÜİK geçtiğimiz aylarda yayımladı; YASED ve DELOITTE, 2015 içinde kişi başına sağlık giderinin 913 Dolara erişeceğini kestirmişlerdir. Yaklaşık 78 milyon yılortası nüfus kabulü ile 71,2 milyar $ gibi bir büyüklüğe erişilmektedir. 2,5 milyonu aşkın sığınmacı da temel düzeyde SGK kapsamına alındığına göre, bu rakam 75 milyar $’a erişebilecektir. 2015 sonunda en az % 10 düşerek gerçekleşecek <700 milyar $ ulusal gelirin % 10’unu aşan bir oran! (İngiltere’de %8!)
SGK’nın zoraki GSS primleri = EK SAĞLIK VERGİSİ, SGK bütçesinde iyimser % 80’lere varmakta, SGK her yıl en az 1/5 açık vermektedir. Bu oran 2015 için yaklaşık %10 ve 23 milyar TL olarak öngörülmüştür.. (Nerdeyse eminiz ki, bu oran ve rakam çook aşılacaktır!).
2013’te ise söz konusu rakamlar yaklaşık 71 milyar $ ve %50 olmuştu!
Dolayısıyla, sevgili Belek‘e ekler;
– Kapitalist yapıda kalınacaksa bu harcamalar teknik deyimle (IMF – DB jargonuyla) SÜRDÜRÜLEBİLİR değildir!
– O zaman yapılan sağlık hizmetlerinin kapsamını ve niteliğini daha da kısmak ve
PRİM = EK VERGİ lanetli denkleminin (sömürüsünün!) de ötesine geçerek
katkı paylarını = Deli Dumrul haraçlarını artırmak olmaktadır. Halen yapılan da budur!
– Yerel – uluslararası sermayeye belli rant aktarımı politik olarak yükümlenildiğinden
(taahhüt edildiğinden) sağlık giderleri belli rakamların altına da çekil(e)meyecektir.
– Aklı biz verelim : Sağlık giderlerini kısmanın, vahşi kısır moneter önlemler ve sigorta kapsamını giderek daraltmanın dışında en akılcı yolu, daha iyisi bulunana dek
KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİDİR!
– Küresel Efendiler ve ülkemizdeki uzantıları!
Bu hizmetlere meşrebinize göre belirlediğiniz düzeyde / oranda ağırlık / öncelik vererek, kırılgan / sürüdürülemez aktüaryal dengelerinizi biraz daha insancıl ama daha akılcı olarak sağlayabilirsiniz.. Biraz daha sağlıklı nüfus, başkaca makro girdiler de sağlar can çekişmekte olan neo-liberal ekonomilerinize..
Taa ki insanlık onuru SÖMÜRÜYÜ yok edene dek..
Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
Dostlar,
Türkiye 4. Nüfusbilim Konferansı, 2015
Ana tema :
“Yarım asırlık demografik araştırma deneyimi ile Türkiye’de nüfus politikalarının dünü, bugünü ve yarını”
olarak belirlenmiş olan Türkiye Nüfusbilim Konferansı, 2015, ilki 1968 yılında (Türkiye Nüfusbilim Konferansı), ikincisi 1975 yılında (Türkiye İkinci Nüfusbilim Konferansı) ve üçüncüsü de 1997 yılında (Üçüncü Ulusal Nüfusbilim Konferansı) gerçekleştirilen konferans serisinin dördüncüsü olarak 5-6 Kasım 2015 tarihlerinde Hacettepe Üniversitesi Sıhhiye Yerleşkesi’ndeki Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecektir.
Türkiye’nin en güncel ve can yakıcı sorunlarının başında gereksiz – yersiz – akıl dışı
çok hızlı ve hatta yıkıcı NÜFUS ARTIŞIDIR!
Geçtiğimiz yıl (2014) Türkiye’nin nüfusu 1 030 000 kişi artmıştır ve % 1,34 (binde 13,4) düzeyinde bir nüfus artış hızına karşılıktır. AB ortalamasının 4 katından daha büyüktür.
Ulusal gelirde büyüme geçtiğimiz yıl % 2,9 olmuştur. Bunun yarısı hızlı nüfus artışı ile yutulmuştur. Geriye kalan yaklaşık % 1,5 büyüme hızı ile gelişmiş ülkelerle aradaki farkı kapatmak olanak dışıdır. Hele 2023’te ilk 10 ekonomi içine girmek matematiksel olarak
kesin biçimde olanaksızlaşmıştır. Hatta G20’den düşme riski ciddidir.
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü‘nün kuruluşunu ve ilk Müdürlüğünü
Prof. Dr. Nusret H. FİŞEK yapmıştır. Prof. Fişek, o sırada, İstanbul Tıp Fakültesinden
sınıf arkadaşı Prof. İhsan Doğramacı‘nın rektörü olduğu Hacettepe Üniversitesi’nin
rektör yardımcısısıdır.
Prof. Fişek, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesindeki görevinden ayrılarak yaklaşık 5 yıl
Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı yaptıktan sonra 1965’te 3. yılındaki Hacettepe Tıp Fakültesine atanmış ve Türkiye’de çağdaş anlamda HALK SAĞLIĞI – TOPLUM HEKİMLİĞİ BÖLÜMÜNÜ kurmuştur. Biz de Hacettepe Tıp Fakültesinde Prof. Fişek’in öğrencisi ve
daha sonra TOPLUM HEKİMLİĞİ BÖLÜMÜ’nde asistanı olma onurunu yaşadık.
Bunu sıklıkla yazarak site okurlarımızı bıktırmak istemeyiz ama bizim için coşku vericidir.
Toplum Hekimliği Bölümü’nde tıpta uzmanlık eğitimimiz sürerken, adı geçen Enstitü’de
eş zamanlı olarak master yapma dileğimizi, “temel demografi bilgin yeterli değil..” diyerek
geri çevirmişti. (Merhumu, bu olumsuz yanıtı nedeniyle hala eleştirmek isteriz..) Bu sitede, başta Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan‘ın olmak üzere çok sayıda demografik irdelemeye
yer verilmiştir. Bizim Ankara Üniv. Tıp Fak. Dönem 2’de işlediğimiz
DÜNYADA ve TÜRKİYE’de NÜFUS SORUNLARI ve POLİTİKALARI
konulu dersin yansılarına da sitemizde yer verdik.. Erişkelerden çağrılarak incelenmesi dileğimizdir.
Nufus_sorunlari_ ve_ politikalari
http://ahmetsaltik.net/2014/11/30/hizli-nufus-artisi-sorunu-the-chaos-of-huge-population-growth/
(HIZLI NÜFUS ARTIŞI SORUNU / The CHAOS of HUGE POPULATION GROWTH)
*****
Nusret hoca, Mezuniyet Sonrası Eğitimi Fakültesi’nin dekanlığını da üstlenmişti.
Bu fakültede lisansüstü eğitim veriliyordu (yüksek lisans/ master ve doktora).
Günümüzde Sağlık Bilimleri Enstitüleri bu görevi üstlenmektedir.
Prof. Fişek, eldeki sağık verilerinin çok yeteriz olması karşısında Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü‘nde TÜRKİYE NÜFUS ve SAĞLIK ARAŞTIRMALARINI (TNSA) başlattı. İlk çalışma 1968’de yapıldı ve her 5 yılda bir kararlılıkla, sebatla sürdürüldü.
Sonki 2013’te 10. kez tamamlandı ve yayımlandı (TNSA 2013). 5 yıllık dönemler için
nüfus ve sağlık politikalarının belirlenmesinde çok önemli katkılar sağladı bu veriler.
Nusret hoca, 1965’te, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı iken ülkemizin devrim niteliğinde ilk
Nüfus Planlaması Yasasını (557 sayılı yasa) çıkaran kişidir. Hacettepe Tıp Fak. Toplum Hekimliği Bölümü Başkanı iken de 1983’te yine devrim niteliğinde yeniliklerle bu yasanın 2827 sayılı yasa ile yenilenmesini sağlamıştır. (10 haftaya dek gebeliklerin istemli düşükle sonlandırılması hakkı başta olmak üzere!).
İlginçtir, dün, 3 Kasım 2015 günü Kalpaksız Kuvayı Milliyeci Prof. Nusret Fişek’in ölümünün 101. yılıydı ve biz Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde O’nu ama etkinliklerine katıldık. Duyuruyu kapsamlı olarak web sitemize koymuştuk.
(http://ahmetsaltik.net/2015/11/02/prof-dr-nusret-h-fisek-25-anma-yili/)
5-6 Kasım 2015 günlerinde söz konusu Enstitü, Türkiye 4. Nüfusbilim (Demografi) Konferansı düzenliyor.. Bu geleneği yaratanlar ve sürdürenlere şükran doluyuz.
Konferansa ilgi yeterli olsun ve R.T. Erdoğan’ın – AKP iktidarının akıl dışı nüfus artışı zorlamalarının bilimsel olarak geçersizliği – yerindesizliği – yanlışlığı kanıtlansın dileriz.
Türkiye bu stratejik yanlıştan hızla dönsün, nüfus artışını frenlesin ve içinde bulunduğu DEMOGRAFİK FIRSAT PENCERESİNİ kaçırmadan hakkıyla değerlendirsin.
Yani eldeki nüfusun niceliğine (sayısına) değil niteliğine öncelik versin..
Sağlık ve Eğitim en başta! 21. yy’da Türkiye’yi kalabalık ve niteliksiz bir nüfus değil; sağlıklı ve iyi eğitilmiş bir nüfus taşıyabilir..
Konferansın kapsamlı duyuru ve programına aşağıdaki erişkeden ulaşılabilir :
Nufusbilim_Konferansi4_Kasim2015
Son olarak Anayasanın 41. maddesini aşağıya alıyoruz… İktidarlar, AİLE PLANLAMASI HİZMETİ VERMEK ZORUNDADIR.. bu Anayasa hükmüne göre..
Dünya görüşünüz farklı olsa da.. Anayasal yükümlülük bunu gerektiriyor.
1982 Anayasası :
I. Ailenin korunması
MADDE 41 (Değişik: 3.10.2001-4709/17 md.) : “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin erinç (huzur) ve gönenci (refahı) ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli önlemleri alır, örgütü kurar.”
Peki; >250 AÇS-AP Dispanseri neden büyük ölçüde hizmet dışı??! ASM’ler Aile Planlaması hizmeti için yeterli değil ki! Toplum AP hizmetini nereden alacak? Siyasal iktidar nüfus artışından yana ise bu hizmeti vermeme = Anayasayı çiğneme hakkına sahip mi?
Bedeli gene alt katmanlar ödüyor ne acı ki..
12 yıl önce Trakya Ünversitesi Tıp Fakütesi’nde verdiğimiz Nusret Fişek dersinin yansılarını görmek için lütfen tıklar mısınız??
Nusret_Fisek_03.11.03
Sevgi ve saygı ile.
04 Kasım 2015, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
Türkiye’de Modern Halk Sağlığı’nın kurucusu, bilge hekim,
TTB Genel Başkanı savaşımcı yurtsever, ATATÜRKÇÜ önder,
Bizim de Hacettepe Tıp Fakültesi’nde öğrencisi ve asistanı olma onurunu yaşadığımız Sayın Prof. Dr. Nusret Hasan Fişek’in ölümünün 25. yılında anma etkinlikleri programı aşağıda..
*****
Nusret hocamızdan bize emanet, oğlu Prof. Dr. A. Gürhan Fişek’in çağrısı da var..
FISEK INSTITUTE
Science & Action Foundation for CHILD LABOUR |
FİŞEK ENSTİTÜSÜ
ÇALIŞAN ÇOCUKLAR BİLİM VE EYLEM MERKEZİ VAKFI |
Prof.Dr.Nusret H.Fişek Bilim Sanat OrtamıSelanik Cad Ali Taha Apt. 52 /4 Kızılay 06650 Ankara Tel: 0(312) 4197811 |
www.fisek.org.tr |
Değerli Toplum Dostları,
Prof. Dr. Nusret H. Fişek’in 101.doğum ve 25.ölüm yıl dönümünde,
her yıl olduğu gibi, siz değerli dostlarımızla buluşmak istiyoruz.
Dünyanın dört bir yanından çığlıklar yükseliyor. Dünyanın dört bir yanı
kan içinde. Dünyanın dört bir yanı alev alev. Giden canlar her gün ağızlarda yükselen sayılar oldu. Sanki nasırlaştı yürekler. Ne hak kaldı, ne hukuk. Suskunluk, çaresizlik çığlık çığlığa. Duyabilen kulaklak, hissedebilen yürekler var biliyoruz. Ve biliyoruz ki, siz dostlarımızla birlikte yan yana omuz omuza karanlıklar aydınlığa dönüşene kadar yürüyeceğiz.
Victor Hugo’nun dizeleriyle bir türkü tutturacağız.
“Başla şarkına ey namuslu halk gün ışırken,
Tükür kocamış yüzyılın suratına ..
Söyle özgürlüğün şarkısını bağıra bağıra ..
Siz de kulak verin ey zorbalar
Kükreyen aslan gibi nasıl
Şarkı söyler durur halk.
Zorbalar size söylüyorum
Şunu bilin hiç biriniz yenemeyecek insan oğlunun yüreğini.
Öyle susadılarki sevgiye ve kardeşliğe
Artık hiç durmaz, atlar giderler
Bir sabahtan, bir sabaha,
Bir aydınlıktan, bir aydınlığa.”
3 Kasım 2015 Salı günü saat 17.00’de Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde (Kavaklıdere – Ankara) her yıl olduğu gibi siz dostları bekliyoruz.
Bir kez daha “Biz varız” demek için. Bizler orada olacağız.
Sizleri de aramızda görmek ve daha da çoğalmak istiyoruz.
Sevgi ve dostlukla.
Oya Fişek
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar
Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Yönetim Kurulu a.
Prof. Dr. Nusret H. Fişek 101 Yaşında
Sağlıkçıların Başöğretmeni
Halk Sağlığı Önderi
Kalpaksız Kuvayı Milliyeci
17:00 Göç ve Sağlık
Oturum Başkanı : Prof.Dr.Hakan Altıntaş
(Hacettepe Üniv. Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı)
Suriyeli Mültecilerin Sağlık Sorunları : Prof.Dr.Cem Terzi
(Dokuz Eylül Üniv. Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Günümüzde Göçler ve Kadın Sağlığı : Prof.Dr.Şevkat Bahar
(Hacettepe Üniv. Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı)
18:30 Karma Resim Sergisi Açılışı ve Kokteyl
19:00 Nusret Fişek 101.Yaşında Anma Konuşması ve Ödül Töreni
Çocuğun İnsan Hakları Ödülü : Nesin Vakfı
Nusret Fişek Halk Sağlığı Hizmet Ödülü
Barış Dinletisi : Anadolu’nun Sesleri
Prof.Dr.M.Orhan Ahıskalı
(Ankara Üniv. Devlet Konservatuvarı Müzik Bölümü Kurucu Başkanı)
Düzenleyen Kuruluşlar :
Türk Tabipleri Birliği
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı
Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre için Sağlıkçılar Derneği
Sevda Cenap And Müzik Vakfı
Çankaya Belediyesi
*****
İlgi ve bilginize sunarız..
12 yıl önce Edirne’de Trakya Üniv. Tıp Fak. de verdiğimiz
“PROF. DR. NUSRET FİŞEK ve HALK SAĞLIĞI”
başlıklı dersimizin yansılarını görmek ve Nusret hocanın ülkemize kattığı devrimci eylemi görmek için lütfen aşağıdaki erişkeyi tıklar mısınız??
Sevgi ve saygı ile.
27 Ekim 2015, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
ERDOĞAN EPİLEPSİDEN KAYNAKLI BİRÇOK KİŞİSEL BOZUKLUK YAŞIYOR
‘EPİLEPSİ HASTALARINDA SOSYO-PSİKOLOJİK PROBLEMLER YAŞANIR’
EPİLEPSİ HASTALARIN ÖZELLİKLERİ
‘ERDOĞAN EPİLEPSİYLE BAĞLANTILI OLABİLECEK BİRÇOK HASTALIĞA SAHİP’
‘HASTALIK ERDOĞAN’DA ÇOK KOLAY KENDİSİNİ DIŞA VURUYOR’
‘ERDOĞAN’IN DOKTORU NEDEN ÖLDÜ İYİ ARAŞTIRILMALI’
‘ERDOĞAN EPİLEPSİ OLMASINA GÜVENİYOR’
‘AKSİNİ İDDİA EDEN VARSA ÇIKSIN AÇIKLAMA YAPSIN’
Ekim 29, 2015
İsviçreli Dr. Hakkı Açıkalın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıktan Epilepsi (Sara) hastası olduğunu iddia etti. Erdoğan’ın uzun yıllardan beridir bu hastalığa sahip olduğunu ifade eden Açıkalın,
İsviçreli Psikiyatr, Psiko-geriatri uzmanı Dr. Hakkı Açıkalın Cumhurbaşkanı Erdoğan’da yaşanan davranış bozukluklarının ne anlama geldiğini
ANF’ye değerlendirdi.
Erdoğan’ın sahip olduğu Epilepsi (Sara) hastalığından kaynaklı birçok
kişilik bozukluğu içinde olduğu dile getiren Dr. Açıkalın, Erdoğan’da beliren
birçok özellikte Epilepsinin büyük etkisinin olduğunu söyledi.
“Beyin içinde bulunan sinir hücrelerinin olağan dışı bir elektro-kimyasal boşalma yapması sonucu ortaya çıkan nörolojik bozuklardır” diyerek hastalığı tanımlayan Açıkalın, Epilepsi nöbetlerinin farklı şekillerde ortaya çıktığını söyledi. Açıkalın hastalığa bağlı gelişen nöbet anlarında neler yaşandığını şöyle ifade etti:
“Bazı nöbetlerden önce korku hissi gibi olağan dışı algılamalar ortaya çıkarken, bazı nöbetlerde kişi yere düşebilir. Bazen de
ağzı köpürebilir ve buna bağlı ağır kazalar yaşanabilir.”
Semptomları itibari ile birçok başka hastalığa bağlı olarak Epilepsinin ortaya çıkabildiğini ifade eden Açıkalın, Epilepsinin kendiliğinden ortaya çıkabildiği (idoopatik) gibi genetik olarak da ortaya çıkabildiğini belirtti.
“Epileptik hastalarda psikiyatrik ve sosyo-psikolojik sorunların görülme sıklığı tam olarak bilinmese de bu hastalıktan kaynaklı %20-25 arasında sosyo-psikolojik sorunların yaşandığı tahmin edilmektedir” diyen Açıkalın, hastalığa sahip kişilerde nelerin yaşandığını şu şekilde sıraladı:
“Bu hastalar işsizlik veya işlerinde verimsizlik sorunları da yaşamaktadırlar. Hastaların %10 dolayındaki bir bölümü
psiko-mental defektler ve bozuklukları nedeniyle psikiyatrinin süjeleri olmaktadırlar. Bu hastaların sosyal ilişkilerinde de arkadaş çevreleri, eş ve çocuklar, akrabalar ve iş bağlamında da çok ciddi sıkıntıları vardır. Epilepsi hastalarında hem nevrotik bozukluklara hem entelektüel kifayetsizliklere hem de kişilik bozukluklarına rastlanmaktadır. Epileptik hastaların saldırgan bir karakterleri vardır.”
Hastalığa sahip kişilerin devamlı kullanması gereken Antikonvulsivan ilaçların kullanımı entelektüel uyuşukluğa neden olduğunu söyleyen Açıkalın,
“Bu ilaçların entelektüel yetilerde olumsuz etkileri, özellikle entelektüel yavaşlamaya yol acıktıkları perseverasyonlara
(bir sözcük veya sözcük dizilesinin hastanın iradesi dışında sürekli olarak kullanılması) ve hafıza bozukluklarına sebep oldukları gözlenmiş durumdadır” dedi.
Açıkalın, Epilepsi (Sara) hastalığına içine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da
dâhil ederek sahip kişilerde görülen hastalıktan kaynaklı yaşanan
kişilik bozukluklarını şu şekilde anlattı:
“Epileptiklerdeki kişilik problemleri değişik formlarda ortaya çıkabilir. Bu kişiler itaate yatkındır fakat itaatkârlarının altında müthiş bir persecution (gadre, zulme uğramışlık duygusu) ve kuvvetli paranoid duygular yatar. Bu hastalar bazen tehlikeli agresif davranışlarla seyreden duygu değişiklikleri olabilir. Bu hastalar genellikle egosantrik (ben merkezci), irritabl (aşırı tepki veren, kolayca sinirlenen), exigeant (ısrarla isteyen) ve kestirilmeyen agresif davranışları yaygındır. Ağır, hantal perseverasyonları olan kişiler olup düşünceleri sabit, stereotipik (tekrar edici) ve katıdır.”
Erdoğan’ı doğrudan muayene etme şansı olmadığı için kesin verilere dayanmamakla beraber Erdoğan’ın içinde bulunduğu durumun büyük bir ihtimalle Epilepsi (Sara) hastası olduğunu kanıtlar nitelikte olduğunu söyleyen Açıkalın, “Toplum Erdoğan’ın davranışlarını siyaset gereği yaptığını düşünse de biz hekimler olarak duruma bilimsel yolla bakmak zorundayız. Buradan hareketle açıkça diyebilirim ki Erdoğan içinde bulunduğu durumda Epilepsi hastası olmasının büyük bir etkisi var” şeklinde konuştu.
Doğrudan ve dolaylı yollardan Epilepsiye bağlı olarak Erdoğan’da birçok hastalığın geliştiğini de ifade eden Açıkalın, Erdoğan’da epilepsi ve diğer hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan kişisel ve davranış bozukluklarını ise
şu şekilde sıraladı:
“Erdoğan’ın siyasete başladığı yıllardan beri kirli bir ağıza sahip olması, insanlara hakaret etmesi ve insanlara karşı saldırgan bir dil kullanması, anormal derecede agresif bir kişiliğe sahip olması,
gün içinde ve ya kısa dönemlerde yaşanan kişilik değişikliği veya davranış değişikliği, sık sık tehditkar bir üslup kullanması, kendisinden beklenmeyen bir davranış sergilemesi, bir fikri sık sık tekrar etmesi, olumsuz düşüncelere sahip olması veya paranoyaklık, etrafındaki en yakın insanlardan başlayarak herkese karşı büyük bir güvensizlik içinde olması, yine yalan söyleme ve söyledikleri kısa bir süre sonra inkar etme, kendi söylediği yalan bir süre sonra kendisinin inanması, lükse ve ihtişama düşkünlük vb.”
El kol hareketlerinden tutun da yürüyüşüne kadar bir bütün olarak ele alındığında Erdoğan’ın bu hastalıklara bağlı olarak davranış bozukluğu içinde olduğunu bu konuda uzman olan herkesin iyi bildiğini ve gördüğünü dile getiren Açıkalın, Erdoğan’ın doktorları veya yakınındaki adamlar tarafından bu durum ne kadar gizletilmeye çalışılsa da hastalığın
Erdoğan’da kendisini çok kolayca açığa vurduğunu vurguladı.
Düzenli ilaç kullanılsa bile Epilepsiye bağlı nöbet veya krizlerinde yaşandığını ve bu kriz devrelerinde kısa süreli hafıza kaybının da yaşandığını ifade eden Açıkalın, Erdoğan’ın içinde bulunduğu durumdan kaynaklı bu krizleri geçirdiğinin muhtemel olduğunu belirtti. Açıkalın
“Erdoğan’ın belli aralıklar ile ortadan kaybolması veya birkaç gün dışarı çıkmaması bu nöbetlerin yaşandığını büyük göstergesidir.” dedi.
Erdoğan’ın 2006 yılında makam aracında kilitli kaldığı için fenalaştığı olayı hatırlatan Açıkalın, Erdoğan’ın o gün büyük ihtimalle Epilepsi nöbeti geçirdiğini söyledi. Yine o olayın ardından Erdoğan’a kaldırıldığı Ankara Güven Hastanesinde ilk müdahaleyi yapan hastanenin
2008 yılında yaşamını yitiren Nöroloji Uzmanı Dr. Fethiye Sümer Güllap
olduğunu hatırlattı. 42 yaşında yaşamını yitiren Dr. Güllap’ın gribal enfeksiyon yüzünden öldüğü söylense de bu ölümün neden yaşandığının
iyi araştırılması gerektiğini dile getirdi. Açıkalın, Erdoğan’ı o an muayene etme şansı bulan Güllap’ın o gün Erdoğan’ın aslında neden makam aracında fenalaştığını iyi bildiğini söyledi. Açıkalın “Erdoğan o gün o hastanede muayene edilmesine rağmen bu durum hastanenin resmi kayıtlarına düşürülmüş mü bu da araştırılmalı” dedi.
“Erdoğan aslında bugün birazda epilepsi olmasına güveniyor çünkü yarın ülkede bir şeyler değişirde Erdoğan’a yargılama yolu açılırsa, Erdoğan kendisini Epilepsi hastası olmasına dayandırarak savunacak” diyen Açıkalın, Epilepsi hastalığı kanıtlanmış bir kişinin
yargı önünde cezalandırılmasının zor olduğunu söyledi.
Böyle bir hastalığa sahip bir kişinin asla sağlıklı kararlar alamayacağından kaynaklı ülkenin başında olmasının anlaşılmaz olduğunu söyleyen Açıkalın, Erdoğan’ın hastalığının bilinçli bir biçimde üzerinin kapatıldığını belirtti.
Açıkalın
(BERN – SERKAN DEMİREL-ANF)
http://www.turkishnews.com/
===========================================
Dostlar,
Dehşet verici bir tablo karşısındayız..
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı başta olmak üzere;
Bu tablo örtülemez… 80 milyonluk Türkiye’nin geleceği ateşe atılamaz!
80 milyonluk ülkeyi yönetmeye sağlık bakımından ehliyetli midir, değil midir??
Geçtiğimiz yıllarda Prof. Dr. Yalçın KÜÇÜK, “SARALI CUMHUR” başlığıyla yayımladığı kitapta Erdoğan’ın saralı (epileptik) olduğunu yazmıştı.. Örtüldü üstü.. Neden ve nasıl?
Prof. Küçük, “can güvenliğim tehlikede…başma bir şey gelirse..” diye açıklama yapmak zorunda kaldı kamuoyuna!.. Niçin??
Özellikle Güven Hastanesinde Erdoğan’ı muayene ettikten sonra 2 yıl içinde 42 yaşında gripten öldüğü söylenen (?!) Nöroloji Uzmanı Doktor meslektaşımızın
Dr. Fethiye Sümer Güllap‘ın ölüm nedeni mutlaka açıklığa kavuşturumalıdır.
*****
Dünya Türkleri Birliği’nin web sitesinde yayımlanan bu haber Türkiye’de her şeyin yeninden ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. (BERN – SERKAN DEMİREL-ANF, 31.10.2015)
http://www.turkishnews.com/content/2015/10/30/isvicreli-doktor-acikalin-erdogan-epilepsi-hastasidir/
Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
Dosyanın pdf biçim : Erdogan_epilepsi_hastasidir_Isvicreli_Doktor_Acıkalin
18. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi “Olağan Dışı Durumlar ve Halk Sağlığı” ana temasıyla
05-09 Ekim 2015 tarihleri arasında 486 kişinin katılımıyla Konya’da gerçekleştirilmiştir. Kongre’de 16 panel ve 2 kurs düzenlenmiş; toplam olarak 498 bildiri (60’ı sözel,
69’u tartışmalı poster ve 369’u poster) sunulmuştur.
Kongre’nin temasının “Olağan Dışı Durumlar ve Halk Sağlığı” olarak seçilmesinin
temel nedeni, Türkiye’de, gerek ülkemiz dışındaki savaştan etkilenen çok sayıda insanın ülkemize sığınmış olması, gerekse ülkemizin özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşanan çatışma ortamı nedeniyle ortaya çıkan olağandışı durumlardır. Halk Sağlığı camiası
bu tema ile ülkemizin içinde bulunduğu olağandışı durumlara ilişkin duyarlılık göstermiş ve konuyu bilimsel bir platformda tartışarak; olağandışı durumlardan olumsuz etkilenmenin önlenmesine katkıda bulunmaya çalışmıştır. Olağan dışı durumlardan korunmak ve
olumsuz etkilerini sınırlayabilmek mümkündür.
Afetler yerel olanaklarla üstesinden gelinemeyen, dış yardım gerektiren, günlük insan etkinliklerini aksatan ağır yıkımlar, felaketlerdir. Afetler “doğal” ve “insan kaynaklı” olarak ikiye ayrılırlar. Doğal olanlar içinde iklim değişikliğine bağlı olarak artan sel, fırtına, kuraklık gibi olayların zararları giderek artmaktadır. İnsan kaynaklı olanlar ise hem yurdumuzda hem de dünyada en çok olumsuz etki yapan olaylar haline gelmiştir. Savaş, iç çatışma gibi nedenlerle milyonlarca insan ölmüş, milyonlarcası evsiz kalmış, aç kalmış, horlanmış,
bugünleri ve gelecekleri çalınmıştır.
Olağandışı durumlara sosyal, ekonomik ve siyasal olgular, güç ve iktidar ilişkileri neden olur. Bu nedenle ülkeler, temelde yatan açlık, yoksulluk, eşitsizlik, sömürü, yolsuzluk ve savaşı önlemeden olağandışı durumların yıkıcı etkisinden korunamazlar. Afetlerin dünyada ve ülkemizde azaltılmasının yolu barış ve adaletin, eşitliğin sağlanması,
yoksulluk ve açlıkla mücadele edilmesi, çevreye özen, sorumlu tüketim gibi
temel etmenlerin gerçekleşmesine bağlıdır.
Toplumların olağandışı durumlar öncesindeki yapısı, olağandışı durumların yıkıcılığını belirleyen temel etmenlerden biridir. Afetle beraber toplumda olağandışı durumlardan önce
var olan sorunlar iki-üç kat artar, eşitsizlikler derinleşir. Bu nedenle “re-aktif” (AS: tepkisel) değil olağandışı durumlar öncesinde “pro-aktif” (AS: ön gelen) yaklaşımla, toplumun ve
olası risklerin tanınması, ayrıntılı bilgi sahibi olunması, önleme – zararı azaltma yönündeki eylemlerin önceliklendirilmesi ve ön planlamalar ile olağandışı durumlara hazırlanma
çok değerlidir. Bu konuda Halk Sağlıkçılarına önemli bir işlev düşmektedir. Ancak günümüz Türkiye’sinde ne yazık ki sağlık alanında gereksinim duyulan verilere ulaşmakla ilgili büyük sorun yaşanmaktadır. Gereksinim duyulduğu ölçüde geçerli-güvenilir veriye ulaşılamaması, olağandışı durumlar öncesinde toplumla ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapmanın önündeki
en önemli engeli oluşturmaktadır. Saydamlık ve hesap verme demokrasinin olmazsa olmaz koşulları olmasına karşın, ülkemizde resmi verilerin paylaşılmasına ilişkin olarak saydamlıkla örtüşmeyen bir tutum karşımıza çıkmaktadır. Başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere,
Devletin tüm kurumları resmi verileri toplum ile paylaşmalıdır.
Olağandışı durumlar toplumun tüm kesimlerini etkilemekle birlikte yoksullar, yaşlılar, çocuklar, engelliler gibi risk kümelerini daha çok etkiler. Bu risk kümelerinin sorunlarla başetme becerisinden de yoksun olmaları, olumsuz etkiyi güçlendirmektedir. Bu nedenle,
olağandışı durumlarla mücadele sırasında risk kümeleri öncelenmelidir.
Kongrede, olağandışı durumlardan korunmaya ve yıkıcı etkisini en aza indirmeye odaklanmanın gereği vurgulanmıştır. Bu nedenle olağandışı durumlardan önce planlama ve hazırlıklar,
çok paydaşlı olarak merkezi ve yerel otoriteyle ve Akademia ile birlikte yürütülmelidir.
Olağandışı durumlarda çevreden yardım gelene dek geçen zaman, en çok yitiğin yaşandığı dönemdir. Bu nedenle DSÖ Avrupa Ofisi tarafından önemli bir politika belgesi olarak sunulan “Dirençli Toplum” hedefi kabul edilerek, toplumun kendi sorunları ile
başetme becerisi desteklenmelidir.
Türkiye’de hava kirliliği ve ekolojik yıkımın etkileri gün geçtikçe daha çok gözlenmeye başlanmıştır. Kongre, yeraltından çıkarılarak yakılana dek önemli sorunlara neden olan kömürün, hem çalışanların hem de toplumun sağlığını olumsuz etkilediğini bildirmekte,
başta Hükümet olmak üzere, tüm karar vericileri temiz ve sürdürülebilir enerji kaynaklarının enerji üretimi içindeki payını artırmaya ve kömürden enerji üretiminin giderek azaltılması konusunda eylemliliğe çağırmaktadır. Bu bağlamda, ülkemizde yeni kömürlü termik santrallerin açılmasına karşı yürütülen mücadele kararlılıkla sürdürülmelidir.
Kongre, gelecekte başta iklim değişikliği olmak üzere, insan eliyle yapılan değişiklikler nedeniyle önemli sorunlar yaşanacağını öngörmekte ve küresel iklim değişikliğine karşı
hemen önlem alınması için eyleme geçmenin zorunluğunu dile getirmektedir.
Günümüzde hem dünyada hem de ülkemizde şiddet her boyutu ile yaşanmaktadır.
Bir yandan toplumun hemen her kesiminde şiddet daha gözle görülür olarak ortaya çıkarken, özellikle kadına ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarındaki artış dikkat çekicidir. Şiddete yol açan temel etmenin, güç ve iktidar ilişkileri olduğu bilinmelidir.
Sağlık kuruluşlarında meydana gelen şiddet olaylarındaki artışın temel nedeni sağlık sisteminde “insan”ı öteleyen, sermaye lehine yapılan değişikliklerdir. Bilindiği gibi Sağlıkta Dönüşüm Programı hastaların beklentilerinde bugünkü olanaklarla karşılanması olanaklı olmayan
büyük bir artışa yol açmış ve beklentileri karşılanamayan hasta ve yakınları bunun sorumlusu olarak sağlık çalışanlarını görmeye yöneltilmiştir. Sağlık kuruluşlarındaki şiddeti azaltmanın -önlemenin yolu, sağlık politikalarının kâr odaklı olmak yerine, insan odaklı olarak dönüştürülmesidir. Hükümeti, sağlığı ticarileştiren uygulamalardan vazgeçmeye ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti önlemek için taraflarla birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.
Uluslararası güçlerin isteyerek ve bilinçli oluşturdukları bir savaşın mağduru olan iki milyonu geçen sığınmacılar nedeniyle bir yandan çok önemli sosyal sorunlar yaşanırken; öbür yandan da hem sığınmacıların hem de Türkiye’de yaşayanların sağlığını olumsuz etkileyebilecek
sağlık sorunlarının yaşanması gündemdedir. Özellikle kızamık ve çocuk felci konusunda
riskin ortaya çıkmış olması nedeniyle, bağışıklama başta olmak üzere temel sağlık hizmetlerinin eksiksiz olarak sunulmasının sağlanması ve olası sağlık risklerinin ortaya çıkarılması,
denetim altına alınması ve önlenmesi için alan araştırmalarının – müdahalelerinin yapılması büyük önem taşımaktadır. Bu konuda başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere,
ulusal ve uluslararası yetkilileri göreve çağırıyoruz.
Sonuç olarak :
Ülkemizde ve dünyada doğal ya da insan eliyle ortaya çıkan olağan dışı durumlar giderek artmaktadır. Olağan dışı durumlarda ortaya çıkan mal ve can yitikleri ve sonrasında yaşanan sosyal sorunlar, ülkelerin bu sorunlara önceden hazırlıksız olmasıyla doğrudan ilişkilidir.
Halk Sağlığı bakış açısıyla insan eliyle oluşturulan olağan dışı durumların önlenmesi, oluşabilecek olağan dışı durumlara karşı çok sektörlü bir anlayışla sağlıklı kamu politikalarının geliştirilmesi, toplumun olağan dışı durumlara karşı dirençli duruma getirilmesi,
örgütlenme ve alt yapı çalışmalarına ağırlık verilmesi önerilmektedir.
Türkiye’nin dört bir yanında bulunan Halk Sağlıkçıları bu sürece katkıda bulunmaya hazırdır.
18. UHSK Katılımcıları
Konya, 27 Ekim 2015
===============================
Dostlar,
Bilindiği gibi Dünyada ve Türkiye’de Tıp Uzmanlık Dalları, ulusal ölçekte
UZMANLIK DERNEKLERİ olarak örgütlenmektedir.
Bu dernekler Kıta ve Küre ölçeğinde üst örgütlenmelere de gitmektedir.
HASUDER (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği), Türkiye’de Halk Sağlığı / Toplum Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanlarının Ülkemiz düzeyinde Dernek örgütlenmesidir.
Her yıl Halk Sağlığı Kongreleri düzenlemektedir.
Sonki, 05-09 Ekim 2015 tarihleri arasında Konya’da gerçekleştirildi.
Katılımcı sayısı 500 dolayında.. İlgi giderek büyüyor..
İlki 1979’da Bursa Kirazlıyayla’da idi..
Son Kongremizin SONUÇ BİLDİRGESİ’ni sitemiz okurlarıyla paylaşmak istedik.
Toplantıya ve sonuç bildirgesine emek veren herkese,
başta HASUDER olmak üzere teşekkür ediyoruz.
Bildiri içeriğinin Sağlık Bakanlığı ve ilgili kişi – kurumlarca dikkate alınmasını dileriz.
Sevgi ve saygı ile.
31 Ekim 2015, Ankara
Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
Dünya Sağlık Örgütü Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (UKAA)
(IARC : International Agency for Research on Cancer)
Basın Açıklaması, 26.10.2015
Lyon-Fransa, 26.10.2015 – Dünya Sağlık Örgütü Kanser Ajansı, Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (UKAA, IARC), kırmızı et ve işlenmiş et tüketiminin kanserojen etkisini değerlendirdi.
Kırmızı Et
10 ülkeden 22 uzmanın toplandığı UKAA Programı, tüm bilimsel literatürü derinlemesine değerlendirdikten sonra, kırmızı et tüketiminin insanlarda kansere neden olduğu ile ilgili sınırlı kanıtlara ve karsinojenik etkiyi destekleyen güçlü mekanik kanıtlara dayanarak, kırmızı et tüketimini insanlarda büyük olasılıkla karsinojen olarak (Grup 2A) sınıflandırdı. Bu ilişki gerçekte kolorektal kanserlerde gözlenmesine karşın, pankreas ve prostat kanseri için de
benzer ilişki görüldüğünü duyurdu.
İşlenmiş Et
İşlenmiş etin insanlarda kolorektal kansere neden olduğuna ilişkin yeterli kanıta dayanarak, işlenmiş et insanda karsinojen olarak sınıflandırılmıştır (Grup 1).
Et Tüketimi ve Etkileri
Et tüketimi ülkeler arasında %1-2’den %100’e kadar büyük farklılıklar göstermektedir.
Ülkeye göre değişiklik gösterse de, daha düşük oranlarda işlenmiş et de tüketilmektedir. Uzmanlar günlük 50 gram işlenmiş et tüketiminin kolo-rektal kanser riskini %18 artırdığını belirtmişlerdir. UKAA Monografi Programı Başkanı Dr. Kurt Straif,
“Bir kişinin işlenmiş et tüketimi nedeniyle kolo-rektal kanser geliştirme riski düşük olsa da,
bu risk kişinin et tüketim miktarı ile arttığını ve işlenmiş et tüketen çok sayıda kişi düşünüldüğünde, bunun kanser insidensine küresel etkisinin önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu..” söylemektedir.
UKAA Çalışma Grubu, pek çok ülke ve toplumda çeşitli diyetlerde bir düzineden çok
kanser türü ile kırmızı et ve işlenmiş et tüketiminin ilişkisini araştıran 800’den çok araştırmayı dikkatle inceledi. En etkili kanıt, 20 yıldır süren geniş katılımlı, prospektif kohort çalışmalarından geldi.
Halk Sağlığı
UKAA Direktörü Dr. Christopher Wild,
“Bu bulgular, ileride etin sınırlı tüketimi ile ilgili halk sağlığı önerilerini destekleyecektir.
Aynı zamanda, kırmızı etin iyi bir besleyici değeri var. Bu yüzden, bu araştırmalar, hükümetleri ve uluslararası kuruluşları kırmızı et ve işlenmiş et tüketiminin yarar ve zararları konusunda risk değerlendirmeleri ve olabilecek en iyi diyet önerileri konusunda araştırmalar yapmak için teşvik edecektir.” diye belirtti.
Editöre Not :
Kırmızı et, memeli kas etinin sığır, dana, domuz, kuzu, koyun, keçi ve at gibi tüm tiplerini içermektedir.
İşlenmiş et, yenme ve sunumunu kolaylaştırmak amacıyla yapılan tuzlama, fermentasyon, tütsüleme ve öbür işlemlerden geçirilmiş eti kapsamaktadır. Pek çok işlenmiş et, domuz ve sığır eti içermektedir. Ama işlenmiş etler aynı zamanda öbür kırmızı etleri, beyaz etleri, sakatatı da içermektedir. Sosis, salam, jambon, konserve et, buyyon, et bazlı atıştırmalıklar ve sosları işlenmiş ete örnek verebiliriz.
Sonuç değerlendirmelerinin bir özetine The Lancet Oncology’de ulaşılabilir,
ayrıntılı bir değerlendirme ise IARC Monographs Volume 114’te yayınlanacaktır.
IARC Monographs Soru ve Yanıtları aşağıdaki bağlantıda bulabilirsiniz.
http://www.iarc.fr/en/media-centre/iarcnews/pdf/Monographs-Q&A.pdf
Kırmızı et ve işlenmiş et tüketiminin karsinojenitesi ile ilgili soru ve yanıtları
aşağıdaki bağlantıda bulabilirsiniz.
http://www.iarc.fr/en/media-centre/iarcnews/pdf/Monographs-Q&A_Vol114.pdf
===================================
Dostlar,
IARC (International Agency for Research on Cancer), Dünya Sağlık Örgütü‘nün (DSÖ) Fransa’nın sevimli kenti Lyon’da kurulu yüksek donanımlı bir uluslararası laboratuvarıdır.
Kullanımda olan yaklaşık seksen bin kimyasalın kanser yapıcı (karsinojen) olup olmadıkları konusunda son sözü söyleyecek yetkidedir. Hayvanlarda kanser yapan 113, insanlarda beklenen (probably) karsineojenik 66 ve olası (possibly) kanser yapıcı 285 kimyasal tanımlanmıştır.
İşlenmiş et ürünlerinden elden geldiğince kaçınmak yerinde olur.
Kırımızı etin ise işlenmemiş biçimiyle erişkinde günlük kullanımının 50 gm’ı aşmaması durumunda bir sorun yoktur. Bir porsiyon döner kebap genellikle 100 gm kırmızı et içerir.
Öte yandan insanların yaş, cinsiyet, yapılan iş, spor, gebelik ve emzirme, büyüme dönemi.. gibi özelliklerle bağlantılı olarak her gün kg başına 1-2 gm protein gereksinimi vardır.
Bu gereksinimin bitkisel ve hayvansal kaynaklardan düzenli olarak her gün karşılanması gerekir.
İnsan bedeni için kimi amino asitler zorunlu (esansiyel) olup (organizmada sentez edilememktedir), bu yüzden başlıca kırmızı etten alınması zorunludur.
Ayrıca Türk toplumunda protein tüketimi gelişmiş ülkelerde oduğundan çok eksiktir.
Nitelikli proteinlere ulaşım, yüksek fiyatlı olması yüzünden milyonlarca dar-orta gelirli için
çok sıkıntılıdır. Tarım ve hayvancılık politikalarını köktenci biçimde gözden geçirerek,
ulusal temelli politikalarla halkımızın yeterli ve dengeli beslenmesini sağlamak
stratejik bir zorunluktur.
Türkiye’de Diyabet sıklığının % 8 gibi gelişmiş Batı toplumlarının 2 katı oluşu ve giderek artışı endişe vericidir. Ayrıca, karbonhidrat ağırlıklı beslenme ve artan şişmanlık, önemli birer
Halk Sağlığı sorunudur. TNSA 2013 (Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması) verilerine göre,
0-6 yaş dilimi çocuklarımızda süregen (kronik) beslenme yetersizlğine bağlı (başlıca yetersiz protein alımı!) ileri boy kısalığı (bodurluk – stunted) % 10 dolayındadır. Bir başka anlatımla,
0-6 yaş dilimindeki her 10 çocuğumuzdan 1’i, ağır – süregen protein yetmezliği nedeniyle BODURDUR!
Her gün şu 6 besin ögesinden yeterli ve dengeli bir beslenme sağlanmalıdır :
Protein, karbonhidrat, yağ, vitamin, mineral ve SU!
Bir de hareketli yaşam… Yürüme, yüzme, spor…
Yılda 1 kez “sağlıklı iken” hekim muayenesi…
Sigara vb. sağlık katili – ölürücü maddelerden uzak durmak..
Sevgi ve saygı ile.
31 Ekim 2015, Ankara
Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com