Kategori arşivi: Hekim Saltık

31 Adet KHK’nin Çözümlemeli Özeti ile GSS Sistemi Konusunda Bilgi Notu

31 Adet KHK’nin Çözümlemeli Özeti ile
GSS Sistemi Konusunda Bilgi Notu

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

       1-Olağanüstü hal kapsamında bazı tedbirlerin alınması, bazı kamu/özel kurum ve kuruluşlara dair düzenleme yapılması, bazı karda değişiklik yapılması vb. amaçlar için Anayasanın 121 inci maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 4 üncü maddesine göre, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca 22.7.2016-8.01.2018 tarihleri arasında kararlaştırılmış olan 667- 697 sayılı (toplam 31 adet) KHK yayınlanmıştır.

(Ayda ortalama 2 adet KHK yayınlandığı görülmektedir.)

Olağanüstü hal ilan ediliş leri ve süresi ile de sınırlı olmayan çok sayıda/köklü değişikliklerin yapıldığı, bu bağlamda KHK aracılığıyla Devletin yeniden yapılandırılmak istendiği anlaşılmaktadır.

Nitekim KHK’ler ile özgün/yeni düzenlemelerin yanı sıra kişisel/toplumsal yaşamın tüm evrelerini kapsayan ve sayıları 370’i bulan çeşitli yasalarda (bazıları mükerrer olmak üzere) ek/değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Mevzuat alanında toplam 1202 maddeye ulaşan düzenlemeler yapılmıştır.

Sözü edilen KHK’lerle getirilmiş ve AYM’nin yetkisizlik kararlarından sonra daha da yaşamsal önem kazanmış olan bu düzenlemeler; KHK’lerde izlenmiş sistematiğe uygun olarak birleştirilmiş, yer yer güncelleştirildikten sonra bölümler halinde analitik olarak özetlenmiş ve erişim kolaylığı için fihriste bağlanmıştır. Konunun daha iyi anlaşılması bakımından uygulama örnekleri verilmiş/kısa açıklamalarda bulunulmuştur.

Kamuoyunun sağlıklı bilgi sahibi olması, getirilmiş düzenlemeler hatırlatılması ve sonuçlarının gösterilmesi amacıyla hazırlanmış derleme nitelikli bu yazım; 

2-Ülke nüfusunun tümünü kapsaması gereken, 2012 yılından başlayarak zorunlu duruma gelen ve sağlık giderlerinin tek elden yapılmasını öngören genel sağlık sigortası (GSS) sisteminde ulaşılmış son aşama; milletvekilleri ile yüksek yargı organları başkan ve üyeleri için KHK ile getirilmiş istisnalar, GSS uygulamalarında resmi ve özel sağlık kurum/kuruluşları açısından saptanmış aksaklıklar, GSS konusunda alınması gerekli görülen kimi önlemlerin yer aldığı;

Emekli/deneyimli denetim elemanı gözü ile olabildiğince nesnel ölçütlerle kamuoyunu ve yetkilileri aydınlatmak amacıyla tarafımdan hazırlanmış, (GSS sistemi konusunda bilgi notu niteliğindeki) güncel bir raporun genişletilmiş özeti ekte bilgilerinize sunulmuştur.

Mahmut ESEN
E. Mülkiye Başmüfettişi,
19.01.2018 mahmutesen@gmail.com 
==================================

GSS KAPSAMINDA TEDAVİ YARDIMINA YÖNELİK UYGULAMALARI, MİLLETVEKİLLERİNE ve YÜKSEK YARGI MENSUPLARINA GETİRİLMİŞ İSTİSNALAR (Özet)

Mahmut ESEN         

I- GENEL SAĞLIK SİGORTASI

1-Kişilerin sağlıklarının korunması, sağlık riskleri ile karşılaşmaları halinde de oluşan harcamaların finansmanı için genel sağlık sigortası (GSS) getirilmiştir. Sigortalılara sağlık yardımlarının SGK aracılığıyla tek elden yapılması, toplumun tüm  bireylerinin GSS olması kabul edilmiştir. Bu bağlamda SSK, Bağ-Kur ve T.C. Emekli Sandığı kuruluş yasaları yürürlükten kaldırılmış, bunlar tarafından verilmekte olan hizmetler yeni kurulan SGK Başkanlığı bünyesinde birleştirilmiştir. 2012’den başlayarak GSS zorunlu hale gelmiştir.

Yeterli gelire sahip olmayan vatandaşlarımızın primleri Devlet tarafından karşılanmaktadır. 2016 yılı sonunda 78 milyon vatandaşımız  (%97,7 ) GSS’lı olmuştur.

2017 yılında  askerlik görevini yapmakta olan 350 bin er/erbaş ile yedek subay öğrencileri de GSS kapsamına alınmıştır. Halen kapsam dışında kalmış olanların da (banka yardımlaşma sandıkları personeli,  cezaevlerindeki hükümlü/tutuklular vb.) sisteme dahil edilmelerine yönelik çalışmalar sürmektedir.

2016’da Devlet tarafından yapılmış tedavi giderleri toplamı 74 millyar TL dir.

GSS Sigortalılarına Sağlanan Sağlık Yardımları

2-Ülke nüfusunun tamamına yakını kapsayan GSS kapsamındaki sigortalılara sağlık yardımları SGK tarafından  sağlık kurum/kuruluşlarından hizmet alımı yapılarak karşılanmaktadır. Yapılacak sağlık yardımlarının usul ve esasları, sigortalılardan alınacak katılım payları, özel sağlık kuruluşlarına ödenecek ek ücretler, sağlık hizmetlerinin bedellerinin tespit edilmesi vb. konular;  5510 sayılı yasa, konuya ilişkin yönetmelik ile  SGK tarafından çıkarılmış Sağlık Uygulama Talimatında  (SUT)  ayrıntılı olarak belirtilmiştir.

 3-SUT  ile belirlenmiş olan sağlık hizmeti bedellerinin büyük bölümü 2013 yılından beri güncellenmemiştir.

Bu yüzden kamu hastanelerinde verilmekte olan sağlık hizmetleri aksamakta, hizmetler güçlükle yerine getirilebilmektedir.

Özel hastanelere giden vatandaşlarımız da -güncellenmeyen hizmet bedelleri nedeniyle- her geçen gün daha fazla ek ücret ödemek zorunda kalmaktadır. Çünkü özel hastaneler 5510 sayılı yasa; imzaladıkları sözleşme hükümlerine karşın SUT tarifesinin % 200’ünün üzerinde ücret almakta, bu yolla hizmet bedellerini piyasa koşullarına uyarlamaktadır. Muayene katkı  payını artıran  ve özel hastanelere ödediği muayene ücretinin önemli bölümünü de vatandaştan geri alan SGK’nın; bu uygulamadan fazla rahatsız olmadığı, bu yüzden vatandaşların özel hastanelere ilişkin  yakınmalarının sürüncemede bırakıldığı görülmektedir.

(Örneğin, SUT tarifesine göre KBB muayene bedeli olarak özel hastanelere  (KDV dahil) 25,92 TL ödeyen SGK, ödediği bu rakamın 20 TL’sını, muayene katkı payı ve reçete bedeli adı altında vatandaştan tahsil etmektedir.) 

II-GSS DIŞINA ÇIKARILMIŞ MİLLETVEKİLLERİ  – YÜKSEK YARGI ORGANLARI  BAŞKAN VE ÜYELERİNİN DURUMU

4-Mevzuatta yer alan GSS’na aykırılık oluşturan tüm hükümler yürürlükten kaldırıldığı halde, milletvekilleri ile bakmakla yükümlü oldukları kişilerin tedavi giderlerinin TBMM bütçesinden yapılacağına ilişkin yasa kuralı (3671 s.k./4. md.)   günümüze dek özenle korunmuştur. Özel yasada sağlık hizmetlerinden yararlanma usul ve esaslarına ilişkin hüküm bulunmamaktadır. Bu yüzden belirtilen hususlar, herhangi bir sınırlama olmaksızın, TBMM Başkanlık Divanınca çıkarılan yönetmelikle düzenlenmiştir.

Yönetmelik ile hak sahibi olanlara, SGK aracılığıyla genel sağlık sigortalılarına verilenlerle kıyaslanamayacak oranda (onların hayal bile edemeyeceği), özel sağlık sigortası poliçelerinde dahi öngörülmeyen hükümler içeren tedavi yardımlarının sağlanmış olduğu anlaşılmaktadır.

5-Milletvekillerine  tanınmış bu tür  ayrıcalıklarından bazıları aşağıya çıkarılmıştır.

  • Özel muayenehanede / evde yapılan muayene ve tedavi ücretleri de TBMM tarafından karşılanabilmektedir.
  • GSS sigortalılardan farklı olarak; hak sahibince muayene katkı payı, ilaç reçeteleri için
    reçete bedeli, eşdeğer ilaç  farkı vb. için ödeme yapılmamaktadır.
  • Resmi sağlık kurum ve kuruluşlarından sağlanmış tedavi giderleri, Kurum tarafından
    düzenlenmiş (Öğretim üyesi muayene ücret farkı dahil) fatura esas alınarak ödenmektedir.
  • Özel sağlık kurumlarındaki tedavi giderlerinde hak sahipleri tarafından ek ücret ödenmemektedir.
  • Özel sağlık kurumlarına ödenecek sağlık hizmeti giderlerinde Türk Tabipler Birliği vb. kurum/kuruluşların yıllık tarifeleri temel alınarak Başkanlık Divanınca belirlenen tutarlar üzerinden ödenmektedir.
  • Hak sahiplerine yurt dışında tedavi edilmeleri  konusunda (GSS’lılarına göre) geniş olanaklar sağlanmıştır.

6- GSS mevzuatına aykırı olan bu özel düzenlemenin Anayasa’nın 12. maddesinde yer alan Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” kuralına da aykırı olacağı hususunun göz ardı edilmemesi gerekmektedir.

Çünkü milletvekillerine görevlerini daha iyi yapabilmeleri, halkı temsilde zorluk çekmemeleri bağlamında kimi ayrıcalıklar /kolaylıklar sağlanması olağan karşılanabilir. Ancak söz konusu bu düzenlemelerin, üstlenilen görevin  süresi ile sınırlı kalmadığı,  tanınan olanaklardan ömür boyu yararlanacakları şeklinde kurallar içerdiği görülmektedir. Oysa AYM’nin bazı iptal kararlarında Parlamento üyeliği ve sıfatı son bulmuş kişilerin artık yurttaşlardan farklı bir statü içinde bulunmaları için sebep kalmadığı hususu açık/seçik belirtilmiştir.

 7- Buna karşın anılan özel yasanın uygulama alanı genişletilmiş; önce AYM, daha sonra da 696 sayılı KHK ile Danıştay ve Yargıtay başkan ve üyeleri ile bakmakla yükümlü oldukları kimselerin sağlık giderlerinin de, TBMM üyelerinin tabi oldukları esaslar çerçevesinde, mahkemelerin bütçelerinden ödenmesine ilişkin düzenlemeler getirilmiştir. Bu yolla Cumhurbaşkanı T. Erdoğan’ın (17.01.2017 tarihli konuşmasında) “Dünyada belki de tek örnek olduğunu, ABD’nin bu modelin dar bir örneğini uygulamaya kalktığı halde başaramadığını, beş yıldır tıkır/tıkır işlediğini, incelemek için dünyanın her yerinden heyetler geldiğini”  övgüyle bahsettiği  ve   350  bin er/erbaşın sisteme dahil edildiği bir dönemde, yüksek yargı mensupları GSS kapsamı dışına çıkarılmıştır.

    Bu bakımdan, yüksek yargı organı mensupları, sağlık giderlerinin ödenmesi gibi yaşamsal önem taşıyan bir konuda TBMM Başkanlık Divanına bağlanmıştır. Çünkü bilindiği üzere yönetmelik çıkarmak veya Başkanlık divanının TBMM yönetimine ait karar alma faaliyetleri, TBMM’nin yasal olmayan idari nitelikli kararlarındandır. Dolaysıyla yüksek yargı organlarına sağlanacak sağlık yardımları, yasama organının (Başkanlık Divanının) idari kararlarına göre yapılacaktır. (Örneğin yüksek yargı organı mensubunun kullanacağı gözlük bedeline bile TBMM Başkanlık Divanı karar verecektir.)

 Bu yüzden konu salt sağlık giderlerinin ödenmesi sorunu olmaktan çıkmakta, yargı organlarının bağımsızlığı ve tarafsızlığını da doğrudan ilgilendirmektedir.

 Öte yandan yüksek yargı mensuplarının, GSS kapsamı dışına çıkarılmış olmaları nedeniyle, yaşamın olağan akışı içinde, GSS sigortalılarının sorunlarından uzaklaşacakları; bu yolla SGK’nın hatalı eylem ve işlemlerinin yargı yoluyla düzeltilmesi, içtihat oluşturulmasına yönelik yargısal faaliyetlerin daha uzun  bir zaman alacağı açıktır.
========================================
Dostlar,

GSS ÜZERİNDEN AKP’nin
AYRIMCI – BASKICI DÜZENİ

Sayın Mahmut Esen’e şükranlarımızı sunuyoruz bu çabası için. Sayın Esen, 18 ay önce OHAL ilan edildiğinde (20 Temmuz 2015) başlayan Türkiye’nin iğneden ipliğe OHAL KHK’ları ile TEK ADAM tarafından yönetilmeye başlanması sürecini yakından izlemekte ve çok deneyimli – birikimli bir Mülkiye Başmüfettişi olarak çok yerinde saptamalar yapmakta, uyarılar sunmaktadır.

Gerçekten de bu tehlikeli sürecin daha başında 2 OHAL KHK’sı Anamuhalefet Partisi CHP tarafından AYM’ye Anayasaya aykırılık savıyla götürülmüş ancak AYM kendisini bu KHK’ları denetlemede yetkisiz sayarak görevsizlik kararı ile iptal istemini reddetmiştir. Oysa söz konusu 2 OHAL KHK’sı ve sonradan 1,5 yıl içinde gelen 29 KHK, gerçekte OHAL ilanını gerektiren nedenlerle sınırlı olmadıkları gibi, yasalarda değişiklikler yapmış ayrıca OHAŞ süresi ile sınırlı kalmayacak “kalıcı” düzenlemeler de içermekteydi. Bu gerekçelerle de OHAL KHK’sı olma niteliğini yitirerek olağan KHK durumuna geçmişti. Bu yönüyle de, TBMM’den bir yetki yasasına dayanması gerektiğinden ve böyle bir yasa da olmadığından, gerçekte OHAL KHK’ları Yasama yetkisinin Yürütme tarafından yetki gasbıyla salt Anayasaya aykırı olmakla kalmayıp bütünüyle hukuk dışındadır ve hatta YOK HÜKMÜNDEDİRLER!

Ancak AYM’nin yarattığı hukuk ve giderek rejim bunalımı derinleşerek ve uzayarak sür(dürül)mektedir. Geri alınması ya da OHAL bittiğinde durdurulması olanağı olmayan çok sayıda ve kapsamda mevzuat değişiklikleri ve düzenlemeleri bu KHK’ler ile yürürlüğe konmuştur. Bu metinlerin Resmi Gazetede yayımlanmalarının ardından derhal (aynı gün!) TBMM’ye sunulması (Anayasa md. 121/son) ve burada TBMM İçtüzüğü uyarınca (md. 128/1) ivedilikle ve en geç 30 gün içinde görüşülüp karara bağlanması gerekmektedir. Ancak öğrendiğimize göre burada sümen altında bekletilmektedir, TBMM Başkanı İ. Kahraman ağır sorumluluk altındadır. 2 OHAL KHK’sı TBMM’de onanmıştır. Anayasaya açıkça meydan okunmakta, ayak altına alınmaktadır. TBMM de kendisini yok hükmüne indirgemektedir AYM gibi.. Yargı da HSK üzerinden teslim alınmıştır. Bürokraside tüm su başları zaten tutulmuştur. Medyanın % 95’e yakını denetim altındadır..

Bu karmaşa ortamında TEK ADAMIN AĞZINDAN ÇIKAN DA ÇIKMAYAN DA KANUN HÜKMÜNDEDİR!

Dolayısıyla ülkemizde demokrasinin kırıntısının kaldığını söylemek olanak dışıdır!
Böylesi yönetimler siyaset biliminde despotizm, baskıcı – otoriterlik, totaliterlik, diktatörlük, faşizm, yerine göre dinci faşizm.. gibi adlar almaktadır. Türkiye’de hangisi – hangileri geçerlidir?

Daha da çarpıcı olan, bu sürüklenişten sorumlu olan kişiye hangi sıfat takılacaktır?
AKP Genel Başkanı ve 12. CB Erdoğan bu tabloda 1 numaralı aktör ve sorumludur. Yukarıdaki rejime ilişin sıfatlardan hangisi Erdoğan için uygun düşmektedir? Yazılıp – söylendiğinde hemen Cumhurbaşkanına hakaret davası kapıdadır. Çok sayıda avukat, özel görevli, kendine iş çıkartmak isteyen savcı.. böylesi bir çaba içindedir ne yazık ki.. Mahkemeler bağımsız olmadığından yansız da olamamakta, bu davalar sıklıkla hapis cezası – maddi giderim (tazminat) ile bitirilmektedir. Eleştiri yolu da “hakaret davası” silahıyla tıkanmıştır.

Erdoğan bir parti başkanı olarak partisinin ilçe düzeyinde kadın – gençlik kolları toplantılarına da devlet olanağı – koruması ile katılmakta, muhalefete – herkese ağzına geleni söylemekte ancak sıra yanıta ve karşı eleştiriye gelince Cumhurbaşkanlığı zırhına bürünmektedir. Bu durum Hukukta silahların denkliği ilkesine aykırı düştüğü gibi, hakkaniyete –  adalete -siyaset etiğine de asla uygun değildir. Bu davranışları ile karşıtlarını adeta tahrik etmekte ve kendi nitelemesiyle de ”suça – hakarete” itmektedir. Sonra da gelsin Cumhurbaşkanına hakaret davaları ve gelsin TCK md. 299 :

  • Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Suçun alenen işlenmesi hâlinde, verilecek ceza altıda biri oranında artırılır. Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır. (İzin verilmeyen var mı?)
  • Çıkış nasıl bulunacaktır meşruluk içinde??
  • Tüm meşru çıkış yolları kapatılırsa nereye varacağız?
  • Halkın, evrensel olarak kabul gören MEŞRU DİRENİŞ HAKKI’na mı sıra gelecektir;
    meşruluk dışına çıkan iktidara karşı?
  • Bu da ülkede iç kargaşa, çatışma, belki iç savaş ve kan dökülmesi demek değil midir??
  • AKP iktidarının bu gelişmeleri, olası sonuçlarını öngör(e)medikleri düşünülebilir mi?

    Bu sorunun yanıtı “hayır” ise ne olacak / ne yapılacaktır??

    Yönetimin yolsuzluklarını yazmak, araştırmak iyice olanaksız kılınmıştır.

    Örn. gazeteci Ahmet ŞIK, yazdıklarından dolayı 386 gündür hapistedir ve savunması mahkeme başkanını rahatsız etmiş “siyasi” olarak niteleyerek mahkeme salonundan dışarı çıkarılmıştır!
    Bu ne şiddet, bu ne celaldir Ya Rab! ?
    Ne demektir “siyasi savunma”!? Suçlama siyasi ise savunma bunun dışında kalabilir mi?
    Hem siyasal suçlama olur mu? Suçlamanın a’dan z’ye hukuk içinde olmazı zorunlu değil midir?
    *****
    GSS rejimi bağlamında yüksek yargıya tanınan ayrıcalıklar ve mevzuat düzenlemesinin TBMM Başkanlık Divanı üzerinden pamuk ipliğine bağlanması ne anlama gelmektedir? Görevi biten TBMM üyeleri ile bakmakla yükümlü oldukları kişilere tanınan sınırsız ayrıcalıkların sürmesi nasıl hukuk içinde olabilir?? Ve korkunç olanı, bu düzenlemenin bir OHAL KHK’sı içine konan torba – çorba maddelerle yapılması ve hukuka uygunluk denetiminin kapatılmasıdır.

Türkiye bu faşist iklimden bir biçimde ve hızla çıkmak zorundadır.. Her geçen günün bedeli çok ama çok ağır olarak yaşanmakta, bunalımdan çıkışı daha da zorlaştırmaktadır. Bir yandan da iktidar kamuoyunda algı yönetimi için iç – dış ne denli sorun varsa istismar ediyorsa, gündemle oynuyorsa, ölçüsüz hamaset yapıyorsa hatta ülke güvenliğini – barışını tehlikeye sokuyorsa??!!

Sevgi ve saygı ile. 20 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

2017’de İş Cinayetleri ve İşçi Hakları

10 Soruda 2017’de İş Cinayetleri ve İşçi Hakları – Aslı Odman ile Söyleşi

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
20 Temmuz 2016’da ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) eşliğinde 2017’de de biterken her alanda olduğu gibi işçi haklarında da kazanımlar yeniden kayıplara dönüştü. Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ve torba yasalar altında İş Kanunu işlevsizleştirilirken memurun güvencesi olarak bilinen 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu sil baştan yazıldı. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) verilerine göre, 28 Aralık 2017’ye dek 2000 işçi çalışırken hayatını kaybettiGeçtiğimiz yıl bu sayı senenin sonunda 1970 olarak açıklanmıştı. OHAL ile geçen bir senenin iş cinayetlerindeki artışa etkisi %10 oldu.
 
İSİG Meclisi’nden Aslı Odman 2017’de iş cinayetlerini Bianet’e anlatırken bu veriler için “Türkiye’nin utanç rekoru” ifadelerini kullandı ve ekledi: “Bu buzdağının bizim görebildiğimiz yüzü.”
 
* Fotoğraf: Zelal Yardımcı – Bianet
 
2017’de işçilerin (o)haline ilişkin Odman’ın değerlendirmeleri:
 
2016’da neydi, 2017’de ne oldu?

İSİG Meclisi‘nin aylık raporları, senelik hesaplarımız, adalet arayan işçi ailelerinin çıkardığı almanak da dahil olmak üzere hepsi buzdağının görünen yüzünü kayıt altına alabiliyor. 2016’da 1970 işçi ölmüştü. Bugün (28 Aralık) itibariyle 2000 işçi hayatını kaybetti. 
“Dünya Sağlık Örgütü’nün oranlarını kabul edersek, bunun altı katı işçi meslek hastalıklarından öldü. İşyeri intiharları Türkiye’de tescil edilmiyor. Meslek hastalıkları gibi intiharların da ardında yaşananlar kanıtlanamadığı için işyeri intiharları iş cinayeti olarak görülemiyor. OHAL sonrası somut bir şekilde kişinin elinden işinin alınması sonucu gerçekleşen intiharları sayabiliyoruz ama onun dışında kalanlar belgelenemiyor.
 
OHAL ve iş cinayetleri: “Hakları kullanmak imkansız hale geldi”

“OHAL işçinin hakkını savunmasını gittikçe imkansız hale getiren hukuki ve sosyal bir sistem yarattı. Nasıl politik düzlemde otoriterleşme artıyorsa işyeri zemininde de buradan alınan hakla otoriterleşme artıyor. Bu da işçilerin bedeninde ve psikolojisinde çok daha büyük baskılara neden oluyor. “Bu sene iş cinayetlerinin artmasının en büyük nedeni de işçilerin canlarını korumak için ufak bir söz söylemesi ya da İş Kanunundan gelen tehlikeli işi reddetme hakkını (AS: 6331 s. İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası d. 13) kullanmasının artık imkansız hale gelmiş olması. Zaten Türkiye’nin verili şartlarında çok zordu. Bunun üzerine meşrulaştırılmış otoriter rejim gelince ve devlet bir bütün olarak şirket gibi davranınca insanlar ‘verimlisin ya da yoksun’ seçeneğiyle karşı karşıya bırakılıyor.
 
“İş cinayetlerindeki %10 artışın en çok örgütlü, daha güvenceli çalışan, erkek sanayi işçilerinde olduğunu görüyoruz. Ama bu diğerleri ölmüyor demek değil aksine bizim ulaşabildiğimiz ve güvenceli çalışan kısımda bile bu denli artış varsa diğer kısımlarda çok daha fazla kişi hayatını kaybediyor anlamına geliyor.  OHAL sadece sokakta yürümemeyi getirmiyor aynı zamanda iş yerinde ‘ben bu tehlikeli işte çalışmayacağım‘ diyen işçinin de sesini kesiyor.
 
KHK’lar ve işçi hakları: “İş kanunundan doğan haklar kullanılamıyor”
“KHK ile İş Kanunu askıya alındı ve arabuluculuk sistemi getirildi. Bu da işçilerin İş Kanunundan doğan haklarını kullanamıyor olmaları demek.
* Her yerde KHK kisvesi altında işçiyi ölüme götüren,
işverenin gücünü arttıran eylemler yapılıyor.
 
“Sosyal haklar ve çevre dikkate alınmadan hem daha fazla işletme kuruluyor hem de var olan işletmelerde işçiler çok daha rahat çalıştırılabiliyor. Her ne kadar iş cinayetlerinde buz dağının ucunu belgeleyebilsek bile bizim ulaşabildiğimiz rakamlar bile artıyor.
 
Kazanılmış hakların kaybedilişi: “Kamu güvenliği için grev yasak”

Türkiye’de grev yapma hakkına sahip olan toplu iş sözleşmeli işçi sayısı yüzde dört bile değilken bu hak da işçilerin elinden alındı. Grev işyerindeki tartışmanın işçi lehine çözülebilmesi için bir haktı. Fakat grev yapmak artık imkansız; kamu güvenliğini tehdit ettiği gerekçesiyle yasaklanıyor. “KHK sistemi bütün güvenceli memuriyet sistemini ve 657’yi bir rüya gibi değiştirdi. Bütün işçilerin kazanılmış haklarını bir anda elinden alabilecek sistem kurdu.
 
696 sayılı KHK ve taşerona kadro: “Taşeronlukla iş cinayetinin ilişkisini anlayamayan mesele”
“Türkiye’de taşeron işi çok kısıtlı bir kesime tanınmış ve teknik uzmanlık gerektiren bir haktı. Ama devlet bile kendi kanununun üzerini çiğneyip kamuda da illegal bir şekilde taşeron çalıştırabiliyordu. Şimdi kamuda çalışan yaklaşık iki milyon işçiden sadece 400 bini onlar da özel bir sınava tabi tutularak yani ideolojik kontrolle kadroya alınacak. Zaten işçinin mahkemeye başvurduğu zaman hukuk işlediği takdirde alabileceği kadro hakkını ideolojik uygunluk arayarak verecekler“Taşeronlukla iş cinayetinin ilişkisini, iş güvenliğinin bütününü algılayamayan, taşeronluk sistemiyle hiçbir ilişkisi olmayan bir mesele.
 
İşyeri intiharları ve OHAL: “İş cinayetleri artık bütün toplumun meselesi”
“Kişilerin var olan hakları, haklarla beraber işi, işle beraber iş üzerinden kurulmuş kimliği kişinin elinden alınıyor. O yüzden işyeri intiharları bizim ulaştığımızdan çok daha büyük. Çünkü burada çalışmaya bağlı toplumsal travma yaşanıyor.
 
“Öte yandan memur kesim, belli bir toplumsallığı temsil eden bir kitle olduğu için cumhuriyet ideallerinin ellerinden alınması sadece bireysel acıya neden olmuyor. Aynı zamanda cumhuriyetin çalışmayla kurduğu ilişki de yeniden tanımlanıyor. Artık iş cinayetlerinin başkasının derdi olmadığını en güvenceli kesimler de görüyor. Orta sınıf burjuva kesimle Şırnak’ta kuyuya inen madencilerin çalışma koşulları birbirine eşitleniyor. Bütün toplumun meselesi olarak algılanıyor artık.
 
Meslek hastalıkları: “Türkiye’nin politikasızlık politikası alanı”
“Türkiye’de bu alanda politikasızlık politikası var. Hiçbir şeyin kaydı tutulmuyor. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine baktığımızda Türkiye’de geçen yıl meslek hastalıklarından bir kişi bile ölmemiş. 
 
“Yeni çıkan mega projelerin var ve sonuçları da mega oluyor. Örneğin biz 3. Havalimanındaki ölümlere kesinlikle erişemiyoruz. Kamusal planlama yok. Şirketler üzerinden kişisel lobiler yapılıyor. Hepsine onay verince o bölgenin ne insani ne çevresel olarak ne de atıklar üzerinden çekemeyeceği bir ağırlıkta sanayi oraya yığılıyor.
 
“Esenyurt’ta aynı anda 10 inşaata çalışma izni veriliyorsa sokaktan geçecek hafriyat kamyonlarının yoğunluğu bellidir. Binlerce insanın geçtiği caddeye bir anda o kadar kamyon sokulursa senede 40 kişi ölür, bu bir kuraldır. Hem kamyon şoförlerinin ve çarptığı insanların ölümüyle iş cinayeti yaratıyor hem kent hem de inşaat suçu. Mega projelerle böyle üçlü bir form oluşturuldu.
 
“Artık Türkiye’de çevreyle ilgilenmek iş cinayeti çalışmak; mülteci çalışmak mülteci işçi ve yine çevre çalışmak demek. Bizim bütün iş cinayeti raporlarımız, ayrımın giderek anlamsızlaştığını gösteriyor.
 
Mülteci ve çocuk işçiler: “En kontrolsüz işçi enjeksiyonu”
“Mülteci işçilerle ilgili 2016’da ilk defa ayrı bir rapor yapmıştık. Çocuk işçi ölümlerinin en fazla olduğu alan da mülteci işçiler katmanında yer aldı. Suriyeli çocuk işçilerin oranı Türkiyeli çocuk işçilerin sayı ve iş yükü bakımından oran olarak çok daha fazla. En kontrolsüz işçi enjeksiyonu o kesimde yaşanıyor.
 
“Mülteci işçilere çok kısıtlı bir şekilde çalışma izni çıkarıldı ama o çalışma izninden faydalanan yaklaşık 101 kişi. Fakat esasında fiilen çalışanlar çocuk işçiler, tekstil atölyeleri, mevsimlik işçilik ve madenler gibi en görünmez alanlarda oluyor. Üstelik kurumsal bir ırkçılık baskısı altında bunları yaşıyorlar. Suriyeli 13 yaşında bir işçi öldüğü zaman biz onun çalıştığını anlayabiliyoruz.
 
Kadın işçiler: “Sosyal devletin görevini de kadınlar üstleniyor”
“Bu yıl 25 Aralık itibariyle 115 kadın işçi hayatını kaybetti. Türkiye’de kadınların ekonomik istihdama katılımı zaten çok düşük, yüzde otuzu geçemiyor. Her 10 çalışandan üçü kadınsa bu defa içlerinde sigortalı olan biri geçemiyor. Kadınlarda enformellik oranı %60 erkeklerde %40 olarak seyrediyor.
 
“Kadın devletin sağlamadığı işçi sağlığı iş güvenliği tedbirlerini tek başına sağlıyor. İşçinin psikolojik ve fizyolojik yeniden üretimi noktasında bütün işler ve ev yükü kadının omuzunda. Halbuki bu sosyal devletin görevi. Ayrıca kadınlar temizliğe gidiyor, ev içinde el işi gibi enformel işler de yapılıyor. Fakat ev içi üretim gibi bunlar da kayıt dışı kalıyor.
 
Yargıda iş cinayetleri: “Ceza hukuku şirket hukukuna yaklaştırılıyor”
“İş cinayetlerini ceza mahkemesine taşıyan örgütlü tek ekip, Adalet Arayan İşçi Aileleri. Davutpaşa patlamasından beri tekil ve toplu ölümlerin olduğu setten madene kadar 14 vakada aileler birbirlerini buldu ve bu arayışı başlattı. 2008’den beri öncü bir kazanım sağlanamadı ama öncü bir birlik oluşması bu davaların yalnızca tazminatla kapatılır halden çıkarılıp ‘iş cinayetleri esas kamu sorunudur o yüzden ceza hukukunun alanıdır’ tescili için çok faydalı bir adımdı.
 
“Ceza mahkemelerinde davaların çoğunluğunun konusu cumhurbaşkanına hakaret ya da örgüt propagandası. Ceza hukuku seçimlik bir şey değildir. Belli suçları oraya koyarsın ki toplumsallığı sağlamaya devam edebilesin. Şu anda özünden koparılıyor. ‘Kamuya karşı işlenen ceza’ tanımlaması sarsılıyor ve ceza hukuku şirket hukukuna yaklaştırılıyor.
 
İş cinayetleri de esas kamu güvenliği sorunudur ve yeri ceza kanunudur. Günde 30 insanın ölmesine kimse doğal, normal, olağan diyemez. Biz zaten daha önce OHAL yaşıyorduk. Savaş olsa bu ülkede her gün 30 insan ölmez. Ama biz olağan işyeri barışı içinde 30 kişiyi işyeri intiharlarında, meslek hastalıklarında, iş cinayetlerinde kaybediyoruz.” 
 
Aslı Odman hakkında
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde öğretim görevlisi. Uzun yıllar yurtdışında yaşadıktan sonra 2002 yılında Türkiye’ye döndü. Mekânsal Tarih, Kent Tarihi, Tarihsel Coğrafya, İstanbul Tarihi ve Sosyolojisi akademisyenin başlıca araştırma alanlarını oluşturuyor. Ayrıca iş cinayetleri konusunda da çalışmaları var ve İSİG Meclisi’nde yer alıyor. Odman “Gezi’yi Soldan Kavramak 18 Brumaire’den Taksim Direnişi’ne” kitabının yazarları arasında. (02.01.2018   Tansu Pişkin / Bianet)
==============================================
Dostlar,

Gerçek anlamda ülkemizin acı sorunlarından biridir İŞÇİ SAĞLIĞI – GÜVENLİĞİ..
Gerçekte “çalışan”  öznesinin kullanılarak sorun ve sorumluluk alanının daha da genişletilmesi gerek. Ulusal ve uluslararası hukuk mevzuatında önemli bir boşluk olduğunu söylemek zor. Tersine, alana ilişki mevzuat (yazılı hukuk kuralları) “oldukça” yeterli sayılabilir. Özellikle AB’ye katılım sürecinde Türkiye bu mevzuatını iyice pekiştirdi.. Örn. Avrupa Sosyal Şartı daha 3. maddesinde tüm çalışanların sağlıklı ve güvenli çalışma hakkını tanıyor ve vurguluyor.

Sorunun odağında gerçekte sermayenin içtenlikli olmayışı yatıyor. Bu bağlamda siyasal iktidarlar da zorlanarak sınırlandırılıyor. Örn. 6331 sayılı İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu 30 Haziran 2012’de yürürlüğe kondu genel olarak Kimi hükümleri ise zamanla yürürlüğe girecekti. Bunların başında kamuya ait sanayiden sayılmayan işler de dahil tüm toplu çalışma alanlarında, çalışanların yasal statüsü ayrımı yapılmadan Çalışan Sağlığı ve Güvenliği Birimlerinin kurulması 3. kez ertelenerek 30 Haziran 2020’ye bırakıldı. Bu yasa adeta çalışma yaşamında sıkıyönetim kuralları getiriyor kağıt üstünde ancak yaşamın gerçekliği karşısında gene işletilemiyor. 6331 s. İSG Yasasının kabulünden yaklaşık 1 yıl sonra 13/14 Mayıs 2013 gecesi Soma faciası yaşandı ve resmen açıklandığına göre 301 emekçiyi kurban verdik. Onu izleyen pek çok toplu iş cinayeti (kazası!?) olaylandı.

Bir kez Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı etkin denetim yap(a)mıyor. 1,5 milyon dolayında kayıtlı işyerini sayısı 1000’i (bin) bulmayan denetçi ile etkin olarak denetlemek olanak dışıdır. Sermaye, neredeyse 500 (beş yüz!) yıllık alışkanlığını (hatta bağımlılığını!) bırakamıyor :
Maksimum kâr!
Siyaset kurumunu da büyük ölçüde sermaye finanse ettiğinden, ikisi arasında sıkı bir organik dayanışma – işbirliği (ittifak) kaçınılmaz olarak doğuyor. Emekçi yalnızlaştırılıyor. En başta örgütlenme hakkının içi boşaltılmış durumda. Özelleştirme ile emek sendikacılığı avuç içinde kar gibi eritiliyor. Oysa;
* Sendika yoksa işçi sağlığı – iş güvenliği de yoktur!
Kayıt dışı bir başka sorun..
Yüksek işsizlik resmen %12’lerde, gerçekte 2 katı!
Düşük ücretler – yoksullaştırma, iş güvencesizliği, esnek istihdam..

Nereye dokunulsa kanıyor. Buna bir de halkımızın yazgıcılığı eklenince..
Hele hele en tepedeki siyasetçilerin bile böylesi ürkünç (vahim) tablo karşısında “.. bu işin fıtratında ölüm var..” gibisinden akıl – bilim ve vicdan dışı söylemleri belki de en temel sorumlu!

Türkiye, taaa 1932’de üye olduğu ILO’nun (Uluslararası Çalışma Örgütü) İş Sağlığı – Güvenliği bağlamında yayınladığı 200 (iki yüz!) dolayındaki Sözleşmenin (Convention) ancak 1/4’ünü kağıt üstünde benimsemiş durumda.. Niçin?? Sorunun ciddi küresel boyutları da var..

Türkiye çalışma yaşamının aktörlerini (işçi ve işveren sendikaları), ILO ve Dünya Sağlık Örgütü uzmanlarını, akademiyi, meslek odalarını… bir Ulusal Çalışma Güvenliği Kurultayı‘nda toplamalı ve Ulusal Ölçekte bir bilimsel – emekten yana pozitif ayrımcılık koyan bir İşçi Sağlığı – İş Güvenliği Politikası üretmeli, katılımcı olarak kararlılıkla uygulamalıdır.

Özerk bir “Türkiye Ulusal İş Sağlığı Güvenliği Kurumu” oluşturmak (örn. ABD, NIOH modeli benzeri) büyük önem taşımakta. Küreselleşme = Yeni emperyalizm küresel ölçekte dayanışma ile geriletilmeli ve yabanıl (vahşi) kapitalizm ehlileştirilerek – terbiye edilerek “maksimum kârdan makul kâra” çekilmelidir.
– Yerel – küresel sermaye tarafından gaspedilen Devlet, yeniden özgürleştirilerek sosyalleştiril-meli, emekçiler de politik iktidarda adil siyasal katılma sağlayabilmelidir.
Sorun, tüm yakıcılığıyla toplumsal gündemde hak ettiği yerde tutulmalıdır.
……
Yazı zaten epey uzun.. biz de fazla uzatmayalım. Sitemizde soruna ilişkin epey yazı var..

Sevgi ve saygı ile. 10 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

TIP EĞİTİMİ ÜZERİNE DTB TUTUM BELGESİ


TIP EĞİTİMİ ÜZERİNE DTB TUTUM BELGESİ

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Ekim 2006’da Pilansberg, Güney Afrika’da yapılan WMA 57. Genel Kurulunda kabul edilmiş, Ekim 2017’de Chicago, ABD’de yapılan WMA 68. Genel Kurulunda gözden geçirilmiştir.

1. Tıp eğitimi
, temel tıp eğitimi, lisansüstü tıp eğitimi ve sürekli mesleki gelişimden oluşur.  Tıp eğitimi, temel tıp eğitimiyle (tıp fakültesi) başlayan ve hekimin aktif mesleki yaşamdan çekilmesine kadar devam eden dinamik bir süreçtir. Amacı hekimleri, sağlığı geliştirmek, hastalıkları önleyip tedavi etmek ve semptomları hafifletmek üzere en son bilimsel bilgileri uygulayacak şekilde hazırlamaktır. Tıp eğitiminde yüksek bir standardın tutturulması tüm hekimlerin kendilerine, mesleklerine ve hastalıklarına yönelik sorumluluğudur.

2. Tıp eğitimi, hekimlerin mesleki ve etik açılardan en üst düzeyde uygulamalara yönelmelerini sağlayacak yeterlikleri, becerileri ve yetenekleri edinmelerini hedefleyen bir eğitimdir. Tüm hekimler, bir bütün olarak mesleğin kendisi, eğitim kurumları ve hükümetler, tıp eğitiminin süreklilik taşıyan bir süreç içinde yüksek bir nitelik standardına sahip olması için ortak bir sorumluluk taşırlar.

I. TEMEL TIP EĞİTİMİ

3. Temel tıp eğitiminin amacı, tıp öğrencilerinin kariyer seçenekleri yelpazesinde tercihte bulunmalarını sağlayacak bilgiyi, becerileri ve mesleksel davranışları kazanmasıdır. Buna, bunlarla sınırlı kalmamak üzere;

– hasta bakımı,
halk sağlığı,
– klinik ya da temel araştırmalar,
– önderlik ve
– yönetim ya da
– tıp eğitimi

gibi öğeler de dahildir. Bu kariyer seçeneklerinin her biri, ilk mesleki derecenin ötesinde ek eğitimi gerektirir.

3. Bir tıp fakültesinde öğrencilerin edinmesi gereken bilgi, beceri ve mesleksel davranışlar, öğretim kadrosunun ve eşyetkilendirme kurullarının mesleksel yargısını esas almalı, bölgenin ve /ya da ülkenin sağlık alanındaki gereksinimlerine duyarlı olmalıdır. Bu yöndeki kararlar, öğrenci seçimi, müfredat tasarımı ve içeriği, öğrenci değerlendirme sistemi ve fakültenin amacına ulaşıp ulaşmadığı gibi konulara bilgi girdisi sağlayacaktır. Söz konusu kararlar ayrıca ilgili standartlara, adalet ve erişilebilirliğe, tıp alanındaki işgücü çeşitliliğine ve kapsama gereksinimlerine bağlı olmalıdır.

II. ÖĞRENCİ SEÇİMİ

4. Tıp fakültesine giriş öncesinde öğrenciler genel kapsamlı bir eğitim almış olmalıdır;  ideali, bu eğitimin sanat, beşeri ve sosyal bilimler, biyoloji ve fen bilimleri gibi alanlarda belirli bir temel sağlamasıdır. Öğrenciler tıp eğitimine entelektüel yetenekleri, tıbbi bilimlere yönelik motivasyon, öncesine ait ilgili deneyimler, karakter ve dürüstlük gibi özelliklere bakılarak kabul edilmelidir. Öğrenci seçme süreci ayrımcı olmamalı, tıp alanındaki işgücünün giderek artan çeşitliliğinin taşıdığı önemi yansıtmalıdır. Bir tıp fakültesi ayrıca öğrenci kabul koşullarını hazırlarken kendi misyonunu da dikkate almalıdır.

5. Belirli bir ülkede ya da bölgede yerel ve bölgesel gereksinimlerin karşılanmasına yetecek  tıp öğrencisi bulunmalıdır. Ulusal Hekim Birlikleri (UHB) ve ülke hükümetleri nitelikli bireylerin tıp fakültelerine girip okullarını bitirmelerini önleyen ekonomik engellerin etkisizleştirilmesinde işbirliği yapmalıdır.

6. Müfredat ve Değerlendirme

9.1 Bir tıp fakültesinde eğitim programı bölgenin ve/ya da ülkenin sağlık  hizmeti gereksinimlerine göre geliştirilen eğitim programı hedeflerini temel almalıdır. Bu program hedefleri müfredatın içeriğinin belirlenmesinde, öğrenci değerlendirme sisteminin geliştirilmesinde ve ilgili düzenlemelere ve eğitim standartlarına göre fakültenin eğitim alanındaki hedeflerine ulaşıp ulaşmadığının değerlendirilmesinde kullanılmalıdır.

9.2 Tıp eğitiminde müfredat, öğrenciyi tıp bilgisinin genel anlamdaki zeminiyle donatmalıdır. Biyolojik ve davranışsal bilimler, ayrıca sağlığın sosyoekonomik yönleri, sağlığın sosyal belirleyicileri, nüfus ve halk sağlığı bu kapsamda yer alır.

Temel tıp bilimiyle birlikte bu disiplinler klinik tıbbın kavranmasında ve uygulanmasında merkezi 
önem taşır. DTB tıp etiği ve insan haklarıyla ilgili içeriğe tıp eğitimi müfredatında mutlaka yer verilmesini önermektedir.

Öğrenciye ayrıca tıbbi araştırmada ilkeler ve yöntemler de tanıtılmalı, araştırma sonuçlarının klinik uygulamada nasıl kullanıldığı gösterilmelidir. Öğrenciler, kendi istekleriyle ya da  tıp fakültesince öngörüldüğü gibi araştırmalara katılma fırsatlarına sahip olmalıdır. Öğrencileri klinik eğitimle hazırlama açısından, kendi kendine yönlendirilen öğrenme, eleştirel düşünme ve tıbbi sorun çözümüyle ilgili bilişsel beceriler müfredatın başlarında yer almalıdır.

9.3 Her hekim, bağımsız pratiğe başlamadan önce formel anlamda ve denetimli klinik eğitim programını tamamlamalıdır. Temel tıp eğitimi kapsamında olmak üzere klinik deneyimler, örneğin üniversite hastaneleri, topluma hizmet veren öbür  hastaneler, klinikler ve başkaca sağlık kuruluşları gibi yataklı ve ayakta sağaltım (tedavi) veren çeşitli ortamlarda Birinci Basamaktan Üçüncü Basamağa dek uzanmalıdır. Temel tıp eğitiminin klinik bileşeni, tanımlanmış hedeflerden hareketle çıraklık modelinde bir eğitime başvurmalı, hastalık tanısında ve tedavisine doğrudan deneyime yer vermeli, gerekli bilgi ve becerileri ne ölçüde sergileyebildiğine bağlı olarak öğrencinin sorumluluğunda kademeli bir artışı öngörmelidir. Hastalara ortaklaşa hizmet sunan ve çeşitli meslek dallarını kapsayan ekiplerde kazanılacak deneyimler ve eğitim, tıp öğrencilerinin pratiğe hazırlanması açısından önemlidir.

9.4 Tıp fakültesi öğretim kadrosunun, mezun olup meslekte ilk derecesini alan öğrencilerin klinik tıbba ilişkin temel anlayışı, klinik sorunları değerlendirip uygun girişimlerde bulunma açısından gerekli becerileri kazanmış olmalarını, etik kurallarına bağlı bir hekime uygun tutum ve özellikleri sergilemelerini sağlama sorumluluğu vardır. Bir tıp fakültesindeki değerlendirme sistemi, mezunların tamamının bu beklentileri karşılayabildiklerini ortaya koyan uygun ve geçerli yöntemleri içermelidir. Tıp fakültelerinin okulun içinden ya da dış kaynaklardan olmak üzere, öğrenci değerlendirmesi konusunda uzmanlığı olan kişilere bu açıdan başvurması yararlı olacaktır.

8. Öğrenciye Destek

8.1 Öğrencilere kendilerinden tıp fakültesince istenenleri karşılamalarında yardımcı olmak amacıyla, kişisel sorunlarını çözücü danışmanlık hizmetleri ve programları dahil akademik ve sosyal destek sağlanmalıdır. Akademik destek, ders çalışma ve zaman yönetme becerileri gibi alanlarda yol göstericiliği ve danışmanlığı kapsar. Sosyal destek, öğrencilerin fiziksel ve ruhsal sağlıklarına katkıda bulunacak etkinliklere, bu arada genel sağlık ve ruh sağlığı hizmetlerine erişim sağlanmasıdır. Ayrıca uzmanlık alanı seçiminde ve kariyer planlamasında öğrencilere yardımedecek yol göstericiler ve danışmanlar da olmalıdır.

9. Öğretim Kadrosu ve Kurumsal Kaynaklar

9.1 Temel tıp eğitimi, yalnızca örgün eğitim ve deneyimle edinilebilecek uygun niteliklere  sahip öğretim elemanları dahil olmak üzere yetkin bir öğretim kadrosu tarafından verilmelidir. Öğretim kadrosu, sayı olarak, tıp fakültesinin eğitsel, araştırmayla ilgili ve diğer amaçlarını karşılayabilecek yeterliği taşımalıdır. Öğretim kadrosuna eleman alımında ayrımcılık yapılmamalıdır. Öğretim elemanları örneğin kadrolu statü gibi tıp fakültesiyle formel ilişki içinde yer almalı, fakültenin yönetimine ve bölüm yapılanmalarına katılmalı ve bu alanlardaki kurallara bağlı olmalıdır.

9.2 Tıp fakültesi öğretim kadrosu müfredatın ve öğrenci değerlendirme sisteminin hazırlanmasından sorumludur. Bu durumda, eğitim programının hedeflerinin, müfredatın içeriğinin ve formatının belirlenmesi ve bunlara ilişkin değerlendirmeler de öğretim kadrosunun sorumluluk alanındadır. Öğretim kadrosu müfredatı sık aralıklarla gözden geçirmeli, öğrencilerin başarı durumuyla ilgili istatistiklerden yararlanmalı, öğrencilerden, mezunlardan ve tıp alanında çalışanlardan girdi almalıdır. Öğretim kadrosu ayrıca öğrencilerin ve meslektaşların sağlayacağı geri bildirimlerden de yararlanarak eğitim programının her bir bileşenini ve bir bütün olarak programı düzenli aralıklarla değerlendirmeye tabi tutmalıdır. Tıp fakülteleri, tıp eğitimi programı ve müfredat tasarım becerileri alanındaki sorumluluklarını yerine getirebilmesi açısından öğretim kadrosunun öğretim, değerlendirme ve müfredat hazırlama becerilerini edinip bu becerileri sürekli kılmasını sağlayacak fırsatlar oluşturmalıdır.

9.3 Tıp fakülteleri, tıp bilgisinin bütününü ve sağlık hizmetinin niteliğini iyileştirecek etkin bir kurumsal araştırma programı dahil olmak üzere öğrenmeyi ve araştırmayı özendiren akademik ortamlar sunmalıdır. Tıp fakülteleri, öğretim kadrosunun araştırma becerileri edinmesine, bağımsız ya da ortaklaşa araştırmalara katılmasına destek vermelidir.

9.4 Tıp fakülteleri, yeterli sayıda iyi yetişmiş öğretim kadrosuna ek olarak, öğrenim sürecindeki herkesin gereksinimini karşılayacak nicelikte kütüphane ve enformasyon teknolojisi kaynakları, derslik, araştırma laboratuvarı, klinik tesis ve çalışma alanı sağlamalıdır. Akademik kayıtların tutulması ve kayıt işlevleri gibi alanlara yönelik idari destek yapısı bulunmalıdır.

10. Tıp Eğitiminin Finansmanı

10.1 Ulusal hükümetler ve tıp fakülteleri, temel tıp eğitimini destekleyecek finansal
mekanizmaların geliştirilmesinde birlikte çalışmalıdır. Bu destek gerek tek tek öğrenciler gerekse tıp fakültelerinin kendisi açısından gereklidir. Tıp fakülteleri, ulusal ya da bölgesel ölçekteki sağlık hizmeti ihtiyacını karşılayacak sayıda tıp öğrencisi yetiştirebilecek finansal kaynaklara sahip olmalıdır.

III. MEZUNİYET SONRASI TIP EĞİTİMİ

11. Temel tıp eğitimi veren bir kurumdan mezun olan kişi kendisine bağımsız tıp pratiğine başlaması için resmi izin verilmeden önce klinik temelli ileri eğitim programına katılmalı ve gerekliyse pratik çalışma için lisans almalıdır. Tıp eğitimi sürecindeki ikinci kademe olan mezuniyet sonrası tıp eğitimi, hekimleri bir tıp disiplininde ya da uzmanlık alanında pratik için hazırlar ve bu uzmanlık alanında gereken belirli yeterliliklere odaklanır.

12. Uzmanlık programları olarak da tanımlanan mezuniyet sonrası tıp eğitimi programları ilgili kişinin uzmanlık alanına özgü bilgi ve becerileri kazanmasını destekleyici eğitimsel deneyimleri içerir. Mezuniyet sonrası programlar, uzmanlık alanına bağlı olmak üzere, halk sağlığı hizmeti veren klinikler, hastaneler ya da öbür sağlık kuruluşları dahil bir dizi yataklı ve ayakta klinik ortamdan yararlanır. Uzmanlık eğitimi, yapılandırılmış bir didaktik müfredatı, uygun ve destekleyici nitelikte denetim altında yürütülmek üzere hastaların tanısı ve tedavisini de içeren klinik çalışmalarla kaynaştırmalıdır. Uzmanlık eğitimi programı, bu eğitimi alan her kişinin, uzmanlık alanını tanımlayan çeşitli koşullara ilişkin deneyim kazanması için yeterli sayıda hastaya bakma fırsatlarına sahip olmasını sağlamalıdır. Eğitimin niteliğiyle hastaya sunulan hizmetin niteliği karşılıklı bağımlılık içerdiğinden ve bu ikisinin birbirini güçlendirmesini sağlayacak bir yol izlenmesi gerektiğinden, bu klinik deneyimler hizmet niteliğinin yüksek olduğu ortamlarda gerçekleşmelidir.

13. Uzmanlık eğitimi alanlardan eğitimleri pahasına klinik hizmet gereksinimini karşılamalarının istenmemesi için gerekli denge kurulmalıdır. Bu eğitim programı eğitimi alan kişinin öğretim ve önderlik becerilerini, sürekli gelişmeye ve ilerlemeyle katkıda bulunma kapasitesini geliştirmelidir. Program ayrıca bilimsel ve eleştirel düşünceyi, klinik sorun çözme ve yaşam boyu öğrenme becerilerini geliştirmeyi hedefleyen akademik etkinlikler için fırsatlar sunmalıdır. Temel tıp eğitimi sırasında sunulmuş olması gereken bu fırsatlar uzmanlık eğitimi sırasında daha da pekiştirilerek kişiyi söz konusu becerileri pratikte kullanmaya hazırlamalı ve özendirmelidir. Ek olarak, klinik çalışma, eğitim ve kişisel yaşam arasında uygun bir denge tutturulmasına özen gösterilmelidir.

14. Uzmanlık eğitimi sırasında eğitimi alan kişi klinik deneyim, bilgi ve beceri alanlarındaki kişisel gelişimine bağlı olmak üzere hizmet sunumunda giderek daha fazla sorumluluk üstlenir. Uzmanlık eğitimindeki kişiye daha fazla sorumluluk üstlenme olanağı tanınması bu kişinin bilgi ve becerilerinin zaman içindeki gelişimini izleyecek bir değerlendirme sistemini gerektirir. Bu arada, uzmanlık eğitimi alan kişinin bağımsız tıp pratiğine hazır olduğuna ilişkin sonal (nihai) belirlemenin yapılmasını sağlayacak bir sürecin de devrede olması gerekir.

15. Mezuniyet sonrası tıp eğitimi, akredite edilmiş ya da nitelik açısından denetime bağlı tutulan
kurumlarda gerçekleşmelidir.

IV. SÜREKLİ MESLEKSEL GELİŞİM

16. Sürekli mesleksel gelişim* (SMG) bir hekimin hastalara, kamuya ya da mesleğe yönelik gündelik hizmet sunumunda başvurduğu bilgileri, becerileri ve mesleksel başarımı (performansı)
sürdüren, geliştiren ya da artıran etkinlikler olarak tanımlanır. SMG kapsamında örneğin ulusal ya da bölgesel hekim örgütlerine katılma, hastanelerdeki kurul çalışmaları ya da grup pratikleri, seçilen uzmanlık alanında ya da daha genel olarak tıp mesleğinde eğitim verme, rehberlik yapma ve eğitime katılma yer alabilir.

17. SMG’nin bileşenlerinden biri sürekli tıp eğitimidir (STE). Hekim, STE kapsamında tıpla ilgili eğitim etkinliklerinde yer alır. Hekimlerin, tıp eğitimlerini kariyerleri boyunca geliştirmeleri gerekir; bilimsel keşifler ve yeni tedavi biçimlerinin devreye girmesi karşısında yeni bilgi ve beceriler edinilmesi de buna dahildir. Eğitim alanındaki bu tür deneyimler, hekimin klinik tıptaki ve sağlık hizmeti sunum ortamlarındaki gelişmelere ayak uydurması ve yüksek nitelikte hizmet sunumunun gerektirdiği bilgi ve becerileri sürdürmesi açısından vazgeçilmezdir. Birçok ülkedeki ilgili düzenlemeler STE’yi uzmanlık temelinde tanımlamakta ve tıp alanında çalışma izni açısından zorunlu görebilmektedir.

18. Sürekli mesleksel gelişimde amaç, hekimin genel anlamda yetkinliğini sağlayıp sürdürmek ve daha da güçlendirmektir. Tıp fakülteleri, hastaneler ve meslek örgütleri, STE (sürekli tıp eğitimi)  dahil olmak üzere sürekli mesleksel gelişim fırsatlarını sağlamada ve bu fırsatları tüm hekimlere sunmada ortak sorumluluğa sahiptir.

19. Sağlık hizmeti sunacak, hastalıkları önleyecek ve sağlıkla ilgili konularda hastalara, kamuoyuna ve politika yapıcılara önerilerde bulunacak hekimlere yönelik istem, temel ve mezuniyet sonrası eğitimde ve sürekli mesleksel gelişimde en yüksek standartları gerektirir. Bu çerçevedeki öneriler şunlardır:

19.1 DTB’nin UTB’leri, hükümetleri ve ilgili diğer tarafları, ülkelerde nüfusun sağlık gereksinimlerini dikkate alan ve destekleyen yüksek nitelikte tıp eğitimi planlamasında yer almaya özendirmesi.

19.2 DTB’nin UTB’leri, tıp fakültelerinde görev yapan kadroların öğretici ve araştırmacı olarak becerilerini güçlendirecek gelişimin sağlanması için tıp fakülteleriyle birlikte çalışmaya özendirmesi.

19.3 DTB’nin UTB’leri ve hükümetleri tıp eğitiminin ve mezuniyet sonrası programların finansmanıyla ilgili diyalog için özendirmesi, böylece ulusal sağlık gereksinimlerinin karşılanması açısından yeterli sayıda iyi eğitimli hekimin varlığının sağlanması.

19.4 UTB’ler ve ülke hükümetlerinin, nitelikli bireylerin tıp fakültelerine girmelerini ve okulu bitirmelerini engelleyen ekonomik engelleri azaltmak için ortak çalışma içinde yer almaları.

19.5 DTB’nin, UTB’leri tek tek ya da birlikte hekimlerin sürekli mesleksel gelişimi ve sürekli tıp eğitimi için fırsatlar yaratmaya özendirmesi.
* Terminolojiye ilişkin not: “Sürekli Mesleki Gelişim” (SMG) terimi farklı biçimlerde kullanılmaktadır. Bu gelişimi tanımlamanın bir yolu, bir hekimin mesleksel gelişimine katkıda bulunan tüm etkinlikleri bu kapsamda değerlendirmektir. Örneğin tıp alanında örgütlülük, hastanelerdeki kurul çalışmalarına ya da grup uygulamalarına katılma, eğitim verme, mentörlük yapma ve okuma gibi. SGM’nin bileşenlerinden biri de Sürekli Tıp Eğitimi olabilir, ki bu pek çok resmi düzenleme çerçevesinde özel olarak tanımlanmaktadır ve lisans için zorunlu sayıldığı durumlar da olabilmektedir.
(http://www.ttb.org.tr/userfiles/files/DTB-Tip-Egitimi.pdf, 09.01.2017)
======================================
Dostlar,

”TIP EĞİTİMİ ÜZERİNE DTB TUTUM BELGESİ” ni sevinçle  karşılıyor ve onaylayarak paylaşıyoruz.. Aşağıdaki belirleme (tespit) ve önermeleri bir kez daha e özellikle öne çıkarmak istiyoruz. Çalıştığımız tıp fakültelerinde bu bağlamda elimizden geleni yapmaya çalıştık, çalışıyoruz. Örn. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesinde Dönem I’de Biyoistatistik derslerini Dünya Sağlık Örgütü’nün 60 saatlik standart programını izlerken sınavlarda hiçbir formül ezberletmemiş, açık kaynakla ve birbirine danışarak sınavlar yapmıştık… İzleyen yarıyılda da hemen hemen her öğrenciye bir alan (saha) çalışmasında başından sonuna tüm aşamalarında gönüllü olarak yer alma olanağı sunmuştuk yıllarca..

  • DTB tıp etiği ve insan haklarıyla ilgili içeriğe tıp eğitimi müfredatında mutlaka yer verilmesini önermektedir.
  • Tıp eğitiminde müfredat, öğrenciyi tıp bilgisinin genel anlamdaki zeminiyle donatmalıdır. Biyolojik ve davranışsal bilimler, ayrıca sağlığın sosyoekonomik yönleri, sağlığın sosyal belirleyicileri, nüfus ve halk sağlığı bu kapsamda yer alır.
  • Bir tıp fakültesinde eğitim programı bölgenin ve/ya da ülkenin sağlık  hizmeti gereksinimlerine göre geliştirilen eğitim programı hedeflerini temel almalıdır.
  • Program ayrıca bilimsel ve eleştirel düşünceyi, klinik sorun çözme ve yaşam boyu öğrenme becerilerini geliştirmeyi hedefleyen akademik etkinlikler için fırsatlar sunmalıdır.

Ne var ki ülkemizde 2017-18 ders yılında 13 bini aşkın tıp öğrencisi kabul edildi.
Bu açıktan siyaset kurumunun baskısının ürünü ve son derece tehlikeli.

  • Vurgulayalım : Sayıca çok ama gerek – yeter nitelikte olmayan hekim sahipliği,
    sayıca daha az hekimi olmaktan çooook daha tehlikeli ve telafisi de yok gibi!

Sevgi ve saygı ile. 09 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Aşı Yaşamdır; Toplum Sağlığı Riske Atılamaz!

Aşı Yaşamdır;
Toplum Sağlığı Riske Atılamaz!

http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=20db69ac-efce-11e7-ab2b-2dd192695673&utm_ source=dlvr.it&utm_medium=twitter 02.01.2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Aşılar, insanları çok sayıda bulaşıcı hastalığa karşı koruyan tıbbi ürünlerdir. Tarih boyunca ve halen salgınlara ve ölümlere neden olan hastalıkların önlenerek, sağlığın korunması ve sağlıklı olma halinin sürmesinin insan açısından değerini tartışmaya bile gerek yoktur. Beklenen yaşam süresinin seksenli yaşlara uzamasını sağlayan en önemli sağlık hizmeti ise tüm topluma ulaştırılmaya çalışılan aşılama hizmetleridir.

Koruyucu sağlık hizmetleri içinde insanlık tarihinin en büyük kazanımlarından birisi olan “aşı” konusunda yürütülen tartışmaları kaygı ile izlemekteyiz. Kaygı verici diğer bir nokta, kamu sağlık otoritesi olarak Sağlık Bakanlığı’nın aşılarla ilgili kesin bir politika belirlememesi, tartışmaları sonlandıracak yasal bir düzenleme yapmaktan kaçınmasıdır. Bu tablonun üzerinde popülist bir şekilde, meslek ilkelerini hiçe sayan, toplum sağlığına karşı sorumsuzca açıklamalar yapılması, aşılar konusundaki haksız ve yersiz bir tartışmaya yol açmaktadır.

Aşılar ile ilgili yürütülen tartışmalar, bilimsel bir zemine sahip olmadığı gibi, insan sağlığı açısından bütüncül yaklaşımı da göz ardı etmektedir. Geçtiğimiz dönem aşılardaki cıva, alüminyum gibi koruyucu maddeler ile otizm arasındaki ilişki çokça dile getirilmesine karşın, bilimsel olarak böyle bir ilişkinin olmadığı artık çok açık ve nettir. Aşılar ve otizm arasında ilişki olduğunu iddia eden ve tüm bu tartışmalarda kaynak olarak gösterilen 12 vakada yapılan bir çalışma, yayımlandığı dergi tarafından “etik dışı uygulamalar ve sonuçların çarptırılması” nedeniyle yayından kaldırılmıştır[1].

  • Aşının insanlığa sağladığı yararından çok bilimsel olmayan söylemlerle zararlarını ön plana çıkarmaya çalışanlara, günümüzde artan çevre kirliliğinin insan sağlığı için daha büyük bir tehdit oluşturduğunu hatırlatmakta fayda görüyoruz.

Yanıbaşımızda her dakika milyonlarca metreküp cıva, kurşun, alüminyum ve diğer pek çok kimyasal maddeyi yayan sanayi bacalarını, market raflarında gıda olarak tükettiğimiz ürünleri saran renkli, gösterişli paketlerin içerdiği alüminyum miktarlarını, bugün hemen her sokakta kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılan ve/veya yapılan inşaatlardan havaya karışan tozları görmezden gelerek, halkın sağlığı için en önemli araçlarımızdan biri olan aşıların içindeki alüminyuma işaret etmek, bu ülkenin insanlarına ve gelecek nesillere yapılan bir haksızlıktır. Hekimler hastalarını bilgilendirirken, verdikleri bilginin bilimsel dayanaklarından emin olmalıdır. Eksik ya da hatalı bir bilgilenmenin yaratacağı sonuçların sorumluluğu da kendilerine aittir. Toplumun aşı ile ilgili sorularına akılcı yanıtlar üretmek, bu yanıtları en güncel bilimsel birikime dayandırmak ve bu şekilde varolan bilgi kirliliğini ortadan kaldırmak hekimlerin toplumsal sorumluluğudur.

Bilimsel araştırmalar gösteriyor ki bir ülkede bağışıklama hizmetleri iyi yürütülmezse o ülkede erken ölümler artar, ortalama yaşam süresi kısalır. Bebekliğinde kızamıktan, doğumda ya da fabrikada çalışırken tetanosdan, yaşlılığında gripten ve buna bağlı zatürreden ölen insan sayısı artar. Aşılama hizmetlerinin toplum sağlığı açısından değerini çok iyi bilen Birinci Basamak sağlık çalışanları, aşıya karşı oluşan bu direnç karşısında hekimlik uygulamaları açısından zorluklar yaşamaktadır.

Ülkemizde yakın geçmişte Sağlık Bakanlığı tüm bebek, çocuk, kadın ve yaşlıların aşılanması için ülkenin her yanına sağlık ocakları kurmuş; hekim, ebe ve hemşireler en ücra dağ köylerindeki bebeklere bile ulaşabilmek için özveriyle çalışmış; inanılmaz bir maddi kaynak dünyadaki en kapsamlı aşı takviminin uygulanmasına aktarılmıştır. Böyle bir çabanın göz ardı edilmesi ve çağdaş tıbbi uygulamaların gerisine düşerek toplum sağlığını riske atan gelişmelere izin verilmesi kabul edilemez.

TTB olarak aşı konusunda, Sağlık Bakanlığı’nı en kısa zamanda sorumluluklarını yerine getirmeye ve medya kuruluşlarını da bilimsel tıbbi bilgileri temel alan bir tutum içinde olmaya davet ediyoruz.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
TTB Halk Sağlığı Kolu

[1] Lancet. 1998 Feb 28;351(9103):637-41.
==========================================
Dostlar,

Açıklamaya bütünüyle katılıyoruz..

Aşı gibi yaşamsal önem taşıyan bir konuda bilimsel temelleri olmayan savlarla çocukların ve toplumun yaşamı ve sağlık güvencesi tehlikeye atılmaktadır. Bu ciddi sorunu çözmek için çok sektörlü işbirliği gerekmekle birlikte, sorunun en büyük payı elbette sağlık çalışanlarına düşmektedir. Bu nedenle sağlık çalışanların aşı danışmanlığı eğitimi alması gerekmektedir. Bunun yanında hükümetler tarafından gerekli yasal düzenlemeler hızla yapılmalı ve medya tarafından satış, reklam vb. dürtülerle toplum sağlığı tehlikeye atılmayıp gerekli sağduyu gösterilmelidir.

Kimi ülkelerden yasa örnekleri vermek gerekirse; İtalya ve Almanya’da aşılarını çocuklarına zamanında uygulatmayan anababalara 7500 €’ya varan para cezaları Meclisten geçmiş durumdadır. Fransa ve Romanya’da çocuklar aşıları tamamlanmadan okullara kabul edilmemektedir. Eyaletler arası farklılıklar olmakla birlikte ABD’de de bu uygulama vardır.         Avustralya’da aşısız öğrencileri kabul eden okullara 4400 $’a varan para cezası uygulanmaktadır.

Türkiye’de aşı redleri ciddi artış içindedir. 2016 içinde bu rakam on iki binlere dayanmıştır. Önceki yıllarda birkaç yüzü bulmayan ender sayılabilecek redler, tehlikeli biçimde yayılma eğilimi göstermektedir. AYM’nin zorunlu aşıyı yasal düzenleme olmaması nedeniyle hak çiğnemi (ihlali) sayan  kararının üstünden yaklaşık 2 yıl geçmiş ancak siyasal iktidar,
Yüksek Mahkemenin gerekçesini dikkate alarak tek maddelik bir yasal düzenlemeyi TBMM’ye getirmemiştir. Yapılacak iş, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Yasası’nda 57. maddeye tek bir tümce eklemektir :

  • “Türkiye’de, Sağlık Bakanlığı Aşı Danışma Kurulunca uygun görülecek aşılar,
    takvimine uygun olarak zorunlu uygulanır.”

AKP iktidarı 2 yılda onlarca yasa – KHK – OHAL KHK’sı çıkarmıştır.. Bu metinler yüzlerce –  binlerce madde içermektedir.

Tek 1 maddelik, kısa bir tümceden oluşan yasa maddesi eklemesi neden yapılmamaktadır??!!
Duyumlarımıza göre Sağlık Bakanlığı bu değişikliği hazırlamıştır ancak Devletin tepesindeki bir kişi bu yasal düzenlemeyi engellemektedir..

Doğru mudur?
Doğru ise gerekçesi nedir, ne adınadır bu dayatma?
Hangi politik, hukuksal, bilimsel gerekçelere dayanmaktadır ?
Demokratik bir rejimde tek bir insanın böylesine milyonların sağlığı – geleceği ile oynama hakkı hayal edilebilir mi??

Bu akıl dışı çılgınlığa derhal son verilmelidir!

Sevgi ve saygı ile. 05 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Çağatay Güler dostumuzun emeklilik töreni..

Prof. Dr. Çağatay Güler
dostumuzun emeklilik töreni..

Bu gün Hacettepe’de, birlikte Halk Sağlığı ihtisası yaptığımız dostumuz Prof. Çağatay Güler’in emeklilik töreni vardı. 11 Kasım 1978’de Toplum Hekimliği dalında uzmanlık eğitimine başlamıştık. O, 1975’te tıbbiyeden mezun olmuş, Fizyoloji ihtisası yapmış ve 2. uzmanlık alanı olarak Toplum hekimliğini seçmişti. Biz ise 1977’de İstanbul Tıp Fakültesinden mezun olmuş, Anadolu’da 1 yıl çalıştıktan sonra Toplum Hekimliği dalında uzmanlaşmaya karar vermiştik. 40 yıla varan dostluğumuz, dava arkadaşlığımız, Halk Sağlığı savaşımımız oldu. O, Ordu’da, Bulancak’ta, biz Elazığ’da, Edirne’de… sonra birlikte Ankara’da halkımızın sağlığı için ömrümüzü verdik. Yaklaşık 3 yıl sonra, 2020 sonlarında biz de emekli olacağız…

Çağatay Güler dostumuz sıra dışı bir hekim, son derece üretken bir aydın, tutarlı ve kararlı – sebatlı bir halk sağlığı savaşçısı, içli bir şair, bir baba, yetkin bir Çevre Sağlığı uzmanı, usta bir mizahçı ve her biri yerine  -zamanına cuk oturan bir fıkra küpü.. Sayısı yüze yaklaşan / aşan kitabı – kitapçığı (bkz. aşağıdaki foto), yüzlerce bilimsel makalesi – bildirisi ve radyo – TV konuşması yapmış bir arı.. Hiç kuşku yok, salondaki konuşmamızda da vurguladığımız üzere, Çağatay hoca ATATÜRK Cumhuriyeti’nin bir ürünü. Bunun altını çizmek gerek, Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmenin evladı, eseri!

Saat 13:30’da başlayan törene Hacettepe Üniv. rektörü, sınıf arkadaşımız Prof. Haluk Özen, Hacettepe Tıp Fak. dekanı da katıldı. Ankara dışından gelen dostları da Kırmızı salondaydı. Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD adına törene biz katıldık. Gerçekte tüm Bölüm gidecektik, ancak sabah saatlerinde çalışma arkadaşımız Prof. Dr. Nazlı Atak hocamızı yitirmiştik. Hepimiz derin acı içinde idik. Bizim sabah 4 saat Dönem 5’e dersimiz vardı. 2. saatin bitiminde arada iken acı haber bize de ulaştırıldı. Acımızı kısaca öğrencilerimiz-le paylaştık ve bastırmaya çabalayarak 2 saat daha dersimizi sürdürdük. Nazlı hoca 1 yıl kadar önce hemoroid ameliyatı olmuş, cerrahi olarak çıkarılan dokular patolojide incelenirken ne yazık ki, çok sürpriz biçimde malign melanom odaklarına rastlanmıştı. Nazlı hoca, henüz deneme aşamasında olan bir ilacı kullanmak zorunda idi. SGK bedelini ödemiyordu ve 3 haftada bir yirmi bin TL cebinden ödeyerek bu ilacı alıyordu. İyi kötü birikimini bu ilaca harcadı. İlaç etkili olsa ve yaşasa idi SGK ödeme listesine alacaktı! Bakar mısınız içi boşaltılmış sosyal devlete?? Nazlı hoca, mirasçılarına maddi bir varlık bırakamadığı gibi belki de borçlandı.. Bu vahşi tablo acımızı daha da büyütüyor… Küreselleşme = yeni emperyalizmin vahşi, utandırıcı yansıması!

8 Ocak 2018 Pazartesi sabah saat 10:00’da Ankara Tıp Fakültesi Sıhhiye yerleşkesinde uğurlama toplantısı yapılacak ve ardından Karşıyaka gömütlüğünde toprağa verilecek. Biz 08:30 – 12:20 arasında D 6 öğrencilerim,izle derste olacağız.. Görev sorumluluğumuz yakamızı bırakmıyor.

Merhumun doçentlik sınavında jüri üyesi idik yaklaşık 16-17 yıl kadar önce. Daha dün gibi geliyor bize. Nazlı hoca çalışkan ve işinde çok verici, üretken, nitelikli bir öğretim üyesi, alanına çok bağlı bir Halk Sağlığı emekçisi idi. Kendisini hizmetleri için şükranla anıyoruz, çok özleyeceğiz O’nu..
****
Bu gün öğleden sonra katıldığımız Prof. Güler’in emeklilik töreninde de konuşmamız sırasında kısaca katılımcılara bilgi sunduk,yalnız bizim orada oluşumuzun gerekçesini açıkladık. Sevgili Çağatay’ın değerli – saygın emeklerine kısaca değindikten sonra 2 anımızı aktardık ve iyi dileklerle kısa konuşmamızı bitirdik.

Bizim Halk Sağlığı Uzmanlık Derneği – HASUDER ortamında ve daha pek çok yerde Çağatay hocanın emekli oluşu ile ilgili yoğun bir iletişim trafiği yaşanıyor. Örn. Mersin’dan yollanan iletiyi örnek olarak paylaşım :
*****

Sevgili Halk Sağlığı grubu,

Saygıdeğer Çağatay Hocamı ilk kez daha öğrenciyken bir şiirinden tanıdım. İnsanın yüreğine meslek sorumluluğunu kalemle işleyen “gerekeni yaptınız mı?” şiiriyle.

“bir çocuk ölünce boğmacadan ya da kızamıktan
gökte bulut olunca, yağmur olup düşünce yere
can vermek için çiçeklere
sorar, vurur da camlara takır takır
gerekeni yaptınız mı, yaptınız mı gerekeni?”

Yıllar geçti Halk Sağlıkçı oldum. Aynı dili konuşmaya başladık. Bizde sormaya başladık “Gerekeni yaptınız mı?” Çok yakın çalışamadık. Ama hep yakın hissettik. Bir radyo programında, bir televizyon programında, bir öykü kitabında ya da ders kitaplarında hep yanımızdaydı. Bize ödev verdi “bütün işler son 10 günde yapılır” dedi. Ödev verdi ve son 10 gününüz dedi.

Biz de onun gibi olmaya gayret ettik. Sudoku soruları, devasa bir fıkra derlemesi, halk sağlığı kitapları ve bilmediğimiz birçok uğraş. Onun gibi olabilmek mümkün mü? Hele o güzelim öykü kitapları… Şiir gibi öyküler…

İNCECİK ÖYKÜLER

ÇAĞATAY GÜLER’in öykü kitapları üzerine…

Bir öğretmenevi bahçesinde oturuyorum…
Aylardan ağustos, hüznün başlangıcına az var
İncecik bir öykü kitabından şiirler okuyorum…
Ve bir insan…
Okudukça iki yana savrulan,
Gerçekleşeyazmış düşler, düşeyazmış gerçekler içinde
Düşle gerçeğin kavuştuğu o sihirli An’ı yakalamaya çalışan
Bir insan GÜLER içinde…
Der ki;
Zaman geçmek bilmiyor ama tükeniyor biliyorum”
Tükenen ne?… 
Bizde merhem sürülmez zamanın kanattıklarına
Kanar, tükeninceye kadar kanar…”
Tükenen elbette…

Aylardan ağustos, hüznün başlangıcına az var…
İncecik bir öykü kitabından şiirler okuyorum…

“Çiçeklendiğimde bakabilirmişim gibi gelir aynalara
Kim yaşlı görür ki kendini
Çiçeğe bezendiğinde çıkarsın bahçeye
Bir iki çiçek koklarsın
Görmezsin
Kırılır kolum kanadım
Bazen araladığında perdelerini
Dalar gidersin uzaklara
Bulutlar mıdır senin gözden
Uçup giden kuşlar mıdır düşlerindeki”

İncecik bir öykü kitabından
Temize çekilmiş yaşanmışlıkları okuyorum

Okudukça dönüp geçmişimi dokuyorum…

Resul BUĞDAYCI – Çanakkale, Ağustos 2012

Sevgili Çağatay Hocam, daha çok öykü kitabı daha çok şiirler yazmanız dileğiyle ellerinizden öpüyorum. Sağlıklı ve huzurlu bir dönem diliyorum. Biz gelemiyoruz ama kalbimiz her gün gelip gidiyor. Saygılarımla…. 

Mersin Üniv. Tıp Fakültesi Halk Sağlığı  adına
Resul BUĞDAYCI, Tayyar Şaşmaz, Seva Öner, A. Öner Kurt, Gülçin Yapıcı
======================
Sevgili Resul, Tayyar, Seva ve Öner’e bu sıcak iletileri için teşekkür ediyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 05 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Türk Tabipleri Birliği Başkanı Dr. Raşit Tükel’in Yeni Yıl Mesajı

Türk Tabipleri Birliği Başkanı
Prof. Dr. Raşit Tükel’in Yeni Yıl Mesajı

Raşit Tükel ile ilgili görsel sonucu Birlikte güçlüyüz, başaracağız!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

2018 yılına, olağanüstü hal (OHAL) koşullarında, temel hak ve özgürlüklerimizin daraltıldığı bir ortamda giriyoruz. OHAL gerekçe gösterilerek, yargısal bir denetime tabi tutulmaksızın yapılan pek çok işlemin etkisiyle, toplumsal yaşamda ve sağlık alanında çok sayıda hukuka aykırı durumla karşılaşıyoruz. Demokratik ilkelere ve  hukuka bağlı bir ülkede yaşamak hepimizin hakkıdır.

OHAL kaldırılmalı, KHK’lar iptal edilmelidir. Herhangi bir somut suçlama dahi yöneltilmeksizin hukuksuz olarak kanun hükmünde kararnamelerle ihraç edilen kamu çalışanları görevlerine iade edilmelidirler.

İçinde bulunduğumuz koşullarda, 14 yıldır uygulanmakta olan sağlıkta dönüşüm programının oluşturduğu sorunların, şehir hastaneleriyle birlikte derinleştiğine; emekçilere düşük ücretin, ağır çalışma koşullarının daha çok dayatıldığına, sözleşmeli, esnek ve güvencesiz çalışmanın daha kolaylıkla yaşama geçirildiğine, halkın sağlık hakkının daha çok engellendiğine tanık oluyoruz.

Son yıllarda ülkemizde sağlık çalışanlarına yönelik şiddet, sağlık alanındaki en önemli sorunlardan biri haline geldi. Uygulanan sağlık politikaları sağlıkta şiddeti körüklüyor.

Uzun saatler, yoğun ve yorucu koşullarda çalışma, mesleğimizi uygularken yaşadığımız
aşırı yüklenme ile yıpranıyoruz.

  • Bizi tüketenin, sağlık alanını ticarileştiren, sağlık çalışanlarını performansa dayalı,
    gece gündüz demeden, iş güvencesi olmaksızın çalıştırıp her türlü şiddete maruz bırakan politikalar olduğunu;
  • Çözüme giden yolun ise, başarısızlığı açık olarak görülmüş olan
    sağlıkta dönüşüm programının terk edilmesinden geçtiğini biliyoruz.

Toplumun ihtiyacı olan
– nitelikli,
– ücretsiz,
– ulaşılabilir bir sağlık hizmetinin
– tüm yurttaşlara eşit olarak sunulduğu

bir sağlık sistemi için mücadeleyi yeni yılda daha güçlü olarak sürdürme sözü veriyoruz.

Geleneksel olduğu ve hastalıklara iyi geldiği söylemleriyle meşrulaştırılan ve kısa süreli kurslarla herkes tarafından uygulanır ve ulaşılır hale getirilerek yaygınlaştırılan geleneksel, alternatif ve tamamlayıcı sağlık uygulamaları, büyüyen ve kâr getiren bir pazar olarak sağlık sisteminin bir parçası haline getirildi.

Böyle bir ortamda modern tıp uygulamalarına erişemeyenlere “umut tacirliği” yapılarak alternatif (AS: seçenek) yaratılmak istenmektedir. Oysa çok iyi biliyoruz ki,

  • Tıbbın alternatifi olmaz! (AS: Modern tıbbın seçeneği gene modern – bilimsel Tıp’tır!)

Türk Tabipleri Birliği olarak, etkililiği ve güvenliği belirlenmemiş, yarar – zarar değerlendirmesi yapılmamış, bilimselliği kanıtlanmamış, toplum sağlığını riske atan
tüm bilim dışı uygulanmaların karşısında olmayı; nitelikli, bilimsel, çağdaş tıp yöntemlerine dayalı hizmet sunumunu ödünsüz olarak savunmayı sürdüreceğiz.

Tıp eğitiminde ve hekimlik uygulamalarında cinsiyetçi yaklaşımın yaygınlaşmaya başladığı, hastanelerde psikolog yerine manevi rehberlik uygulaması adı altında imamların çalıştırıldığı, modern tıbbın konularının dini kavram ve uygulamalarla sorgulandığı, helal kan ve helal ilacın, organ ve doku naklinin dine uygunluğunun tartışıldığı, aşı karşıtı söylemlerin arttığı, konferans salonlarının, sosyal alanların haremlik-selamlık olarak ayrılabildiği bir dönemde laikliği savunmayı temel bir görev olarak görüyoruz.

  • Laiklik ilkesinin bedensel, ruhsal ve sosyal sağlık için yaşamsal olduğunun bilincindeyiz.

Ülkemizde hekimlik mesleğini uygularken karşılaştığımız sorunlar her geçen gün artıyor.
Ama, yılmıyoruz! Tüm hekimleri iş güvencesi, insanca çalışma koşulları, sağlık hakkı,
iyi hekimlik ve nitelikli sağlık hizmeti için mücadeleye davet ediyoruz.

Birlikte güçlüyüz, başaracağız!

Hekimlik değerlerini ve halkın sağlık hakkını savunurken, barışın egemen olduğu, özgür, adil
ve demokratik bir ülkede yaşama isteğimiz de güçleniyor. Şimdi tüm bu kötülüklerden;
bizi yoksullaştıran, haklarımızı gasp eden, toplumsal sağlığımızı bozan anlayıştan kurtulmak için adım atma zamanıdır!

Meslektaşlarımızın, sağlık çalışanlarının ve tüm vatandaşlarımızın yeni yılını kutluyor;
barış, dostluk ve dayanışma içinde bir yıl diliyorum.

Prof. Dr. Raşit Tükel
TTB Merkez Konseyi Başkanı
=============================================
Dostlar,

Değerli meslektaşımız ve bizim de üyesi olduğumuz TTB’nin (Türk Tabipleri Birliği)
Genel Başkanı Sayın Prof. Dr. Raşit Tükel’in 2017/18 yeni yıl iletisi son derece başarılı..

Bu açıklama ve çağrıyı biz de paylaşıyoruz..

2018’in 2017 gibi toplumu örseleyici (travmatize edici) geçmemesi için temel sorumluluk siyasal iktidarındır. AKP ve Erdoğan, yanlışlarında asla ısrar etmemeli, tersine ders çıkarmalıdırlar.

  • Toplumun “yedekleri” (sabrı!) büyük ölçüde eksilmiş hatta tüketilmiştir; bu olgu kritiktir.

Bu gerçeği görmeksizin – görmezden gelerek Ulusun daha da zorlanması çok sakıncalı olabilir. Kitlelerin tepkilerinin nerede – ne zaman – nasıl.. patlayacağını öngörmek kolay değildir.
Hele dizginlemek çok daha güç, giderek olanaksız olabilir ve iktidar hızla alaşağı olabilir.

Bu bakımlardan, 2018’de ilk olarak OHAL kaldırılmalı ve
KESİN OLARAK HUKUK DEVLETİNE – HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE dönülmelidir.

Laiklik asla hırpalanmamalıdır. Yaşamı ve kamu düzenini dinselleştirme durdurulmalıdır.

Yolsuzluklara son vermeli, gelir dağılımı iyileştirilerek yoksulluk azaltılmalıdır.

Ekonomide üretim ve kamu öncülüğünde karma ekonomi politikaları izlenmelidir.

YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ şaşmaz ilke olmalıdır.

  • ATATÜRK ve ilkeleri ülkenin kurtarıcısı olacaktır; asla akıldan çıkarılmamalıdır.

Liste uzatılabilir.. Sağlık için öneriler yukarıda, yinelemeyelim ama dış dayatma olan SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM – ÖZELLEŞTİRME yıkım getirmiştir,
Şehir hastanelerinden başlayarak geri dönülmelidir.

……………….

Sevgi ve saygı ile. 29 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Türk Tabipleri Birliği Üyesi
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

23. TIPTA UZMANLIK KURULTAYI SONRASI..

23. TIPTA UZMANLIK KURULTAYI SONRASI..

Dostlar,

09 12.17 günü AÜTF (Ankara Üniv. Tıp Fak.) salonlarında düzenlenen bu kurultaya Uzmanlık Derneğimiz HASUDER (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği) adına görevli olarak katıldık. Toplantının duyurusunu sitemizde toplantı öncesinde paylaşmıştık (http://ahmetsaltik.net/2017/12/08/xxiii-tipta-uzmanlik-egitimi-kurultayi/).
Ülkemizin değişik yörelerinden gelen 140 katılımcı gün boyu sorunları tartıştı ve çözümler ürettiler. Sunuş konuşmalarının ardından TTB (Türk Tabipleri Birliği) Merkez Konseyi Başkanı Sn. Prof. Dr. Raşit Tükel  kapsamlı bir sunum yaptı Türkiye Tıp Ortamına ilişkin. Başlık şöyle idi :

Oldukça kapsamlı olan (87 yansı, 3.4 MB) bu sunuyu izlemek için üzerinde tıklayınız.

Ardından program gereği çalışma kümeleri ayrılarak raporlarını hazırladılar ve öğleden sonra bu raporlar teker teker sunuldu, tartışıldı, sonuç bildirgesi metni oluşturuldu. O arada Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fakültesinden İdare Hukuku Uzmanı Sn. Prof. Dr. Onur Karahanoğulları’nın Sağlık Bilimleri Üniversitesi konulu değerlendirmesini dinledik. Onur hoca Mülkiye yıllarımızdan dostumuzdur, her zamanki gibi yüksek hukuk muhakemesi gücü ve derin hukuk bilgisi ile bu “ucube” sorunu irdeledi. Yöntem olarak ise katılımcılardan soru aldı ve o o sorular üzerinden yürüttü sunumunu.

Türk Radyoloji Derneğinden Radyolog Dr. Muzaffer Başak İstanbul’dan gelmişti ve çarpıcı bilgiler paylaştı. Örn. MR çekiminin OECD ortalamasının bin hasta başına 55 iken Türkiye’de  147 olduğunu vurguladı.

Şehir Hastanelerinin Sağlık Çalışanlarına Etkisi” başlıklı sunuyu HÜTF Halk Sağlığı AbD’ndan sevgili Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz’dan dinledik.

Sonuç bildirisinin ilgili web sitesinde henüz yayınlanmadığını görüyoruz.
Bu bildiriyi sitemizde paylaşacak ve değerlendireceğiz.
Çalışma alt kümelerinde ve genel toplantıda sunduğumuz katkıları da paylaşacağız.
Bize görev vererek onurlandıran Uzmanlık Derneğimiz HASUDER’e raporumuzu sunacağız.

Sevgi ve saygı ile. 14 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

 

9. Tıpta Uygulama Hataları (MALPRAKTİS) Kurultayı

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden
9. Tıpta Uygulama Hataları (MALPRAKTİS) Kurultayı

Bu toplantıları 9. kez sebatla gerçekleştiren başta sevgili dostumuz Ankara Üniv. Tıp Fak. Adli Tıp Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Yaşar Bilge ve aynı fakültemizden genel cerrahi uzmanı dostumuz Prof. Dr. Ethem Geçim hocamıza ve emek verenlere teşekkür ederiz.
(Bu kurultaylardan 2’sinde biz de konuşmacı olmuştuk…)

Tıpta uygulama hataları (Malpraktis!), yaşamın en nazik alanlarından biri.
Hem başta hekimler olmak üzere sağlık çalışanları hem de sağlık hizmeti kullanıcıları taraf.
Yargıya yansımış çok sayıda dava var.. Hatta AİHM önünde Türkiye’den 60 dolayında sağlık davası görülüyor.. Türkiye’nin ceza aldığı davalar da oluyor AİHM’de.

Sağlık çalışanlarına yasa ile tıbbi malpraktis sigortası zorunlu. Yüzbinlerce sağlık çalışanının sigorta primleri üzerinden muazzam bir risk pazarı var. Üstelik genel olarak Türkiye sigortacılık sektörünün 3/4’ü yabancı sermaye elinde!

Bir yandan sağlık hizmeti – malları (başta ilaç!) tüketimi sağlık çalışanlarına performans ücreti aracılığıyla kışkırtılırken bir yandan kurulu kapasite sınırlılığı, hak sahibi iken  “müşterileştirilen” ama olup bitenin ayrımına varamayan yurttaşları çileden çıkarıyor ve çekip döner bıçağını – palasını – piştovunu; vuruyor hekimi, hemşireyi, ebeyi.. Küresel – yerli sermaye ortakları ve maşaları siyasal iktidarlar ise el oğuşturarak seyrediyor.

Bir yandan da hekim ve öbür sağlık çalışanlarının sayıları hesapsız – kitapsız artırılıyor. Hekim sayısı 150 bine dayandı. Bu yıl 14 bine yakın yeni tıp öğrencisi kaydedildi 90 tıp fakültesine! Tıp fakültesi sayımız İngiltere’yi 2’ye katlıyor. Doğallıkla “nitelikli hekim” yetiştirme giderek olanaksızlaşıyor..

Emperyalizm bozarken de kazanıyor, sözde onarırken de! Her durumda win, win, win! İnsanları birbirine kırdırırken.. Sağlık sektöründe hastalarla – sağlıkçıları düşmanlaştırarak ve de sürece bu kez kuklası hükümetlere yasa ile zorunlu malpraktis sigortası kurdurarak. Sorun yakıcıdır ve kitlelerin gerçekleri öğrenmesi için örgütlü önderlikle aşılabilir..

Sevgi ve saygı ile. 13 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

XXIII. TIPTA UZMANLIK EĞİTİMİ KURULTAYI

XXIII. TIPTA UZMANLIK EĞİTİMİ KURULTAYI

Dostlar,

Toplantıya, HASUDER (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği) adına yarın, 09 Aralık 2017 günü tam gün katılacağız.. Toplantıya başarılar diliyoruz…

Sevgi ve saygı ile. 08 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

El çek yaramdan kapitalizm

El çek yaramdan kapitalizm

mühdansağlamçevirerek bu sorulara yanıt vermeye çalışacağız.

İLAÇ ENDÜSTRİSİNİN SÜVARİLERİ

İlaç endüstrisi; araştırma, deney ve patent, pazarlama, satış süreçlerini içeren, yaklaşık 900 milyar dolarlık bir piyasa. Her sektörde olduğu gibi sağlık sektöründe de gelişmişler, az gelişmişler ve bağış yapmak zorunda hissedilen ülkeler var. Endüstri, araştırma ve geliştirme aşamasında yüksek teknoloji, kaliteli girdi, alanında iyi uzmanlar istiyor. Bu ise kalifiye işgücüne ve yüksek teknolojiye sahip ülkelerin üretimde baskın olması demek. İşte bu noktada firmalar ülkeler üzerinden sıralanıyor. Piyasa gücü ve değeri üzerinden Forbes 2016 En Büyük İlaç Firmaları Listesinin ilk beşi şöyle:

  1. Pfizer,
  2. Johnson & Johnson,
  3. Roche,
  4. Novartis,
  5. Merck.

    Bunu Bayer ve Allergan izliyor. Listede ilk 25’te yer alan firmalar menşei (AS: kaynağı) bakımından sekiz ülkeye dağılıyor. ABD, 15 şirketle ilk sırada. Onu ikişer şirketle İngiltere, Almanya ve İsviçre takip ediyor. Fransa, Japonya, İsrail ve Danimarka birer şirketle listede “ben de varım” diyor. Bu firmalar piyasanın % 30’una yakınını elinde tutuyor. ABD, 350 milyar dolarlık bir pazar olduğu için en büyük rekabet de burada yaşanıyor. Bunun dışında bine yakın ulusal ve uluslararası firma var. Ancak gelir ve pazar gücü açısından ilk beşin çok uzağındalar.

DERDİM ÇOKTUR HANGİSİNE YANAYIM?

Kapitalizmi bulunduğunuz konuma göre farklı şekillerde tarif edebilirsiniz. Bununla beraber en derli toplu ve anlaşılır tanım, Karl Marx’ın Kapital’inde ifadesini bulmaktadır:

  • Kapitalizm : Üretim araçlarına sahip olmak ve artı değere el koymaya dayanan kâr odaklı üretim.

Aynı eserde şu tahlil de var: Sermayedar üretmekle, kâr için üretmekle yükümlüdür. Sermaye birikimi temel önceliğidir, öyle keyfince kazandığını harcayamaz. Yani kapitalist mantıkla örülü bir sistemde faaliyet yürüten sermayedarın önceliği kârdır. Üstelik bunun hangi sektör olduğu, ne kadar ahlaklı olduğu tali (AS: ikinci) sorulardır. Dolayısıyla ilaç sektörüne buradan bakmak en derli toplu çerçeveyi sunuyor. İlaç sektöründe değinilen firmalarda billurlaşan ve üretim dinamiklerine şekil veren sistem iki boyutla açıklanabilir.

İlk olarak; AIDS’e, kansere, koleraya, zatürreye, dizanteriye çare arayışı kimsenin gül hatırı, insanlığın geleceği için değil, kâr için gerçekleştirilir. Tam da bu nedenle söz konusu arayış ucuz araştırma ve iş gücüne ihtiyaç duyar. Dolayısıyla “küresel çapta kaldırın sınırları, taşıyın laboratuvarları” denebilir. Nitekim son dönemde Çin’de kanser araştırmalarının revaçta olmasında bu yönelim etkili. Kalifiye ve ucuz çalışanlar için hükümet göçmen karşıtı politikasını hal yoluna koymakta zorlanabilir. Dahası ucuza üretimin yanında şayet söz konusu patent sistemiyle formüle sahipseniz, ürettiğiniz ilacı ederinin üzerinde fahiş fiyatlara satabilirsiniz. Dikkat edilmesi gereken burada “olmasa da olur” diyebileceğiniz bir lüksünüzden bahsetmediğimiz. Deva arayışınız sizi bu ilacı aramaya mahkum kılar, mecbursunuzdur. Burada mecburiyetten nasıl kazanç sağlandığı açık. Oysa sistem bize bunu bir tür seçme şansımızın olduğu bir alan gibi sunar. Öyle ya kimse sizi zorlamıyordur, almayabilirsiniz. Alım gücünüzün buna yetmemesi de kimseyi ilgilendirmez, çünkü toplumsal ve bireysel yoksulluğunuz kâr aracı olmadığı sürece kulak verilmeye değer değildir.

Değinilen durumu bir örnekle açıklamak yerinde olacak. Geçtiğimiz yıl Sınır Tanımayan Doktorlar (Medecins Sans Frontiers-MSF), kendilerine 1 milyon dolar değerinde zatürre aşısı bağışlamak isteyen çok büyük bir firmanın bu girişimini geri çevirdi. MSF’den gelen açıklama bu kararın nedenini ortaya koyduğu gibi firmaların insafına ilişkin de bir ifşaydı. Bağış üç gerekçeyle reddedilmişti. Birincisi söz konusu firmadan bağış değil, ulaşılabilir fiyatlardan aşı talebi için. Aşının bir dozluk fiyatı 3.5 dolar, hastalığın tamamını kontrol etmek için gerekli olan doz içinse 19 dolar gerekiyordu. MSF, az gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olanların pek çocuğunun bireysel ve devlet olarak bu gideri karşılayamayacağını, yardım kuruluşlarının da bütçeleri yetmediği için indirim istediklerinin altını çizdi. Yaklaşık dört yıldır da söz konusu firmayla müzakerede bulunduklarını ve sadaka değil “erişilebilir fiyatlar” istediklerini yeniledi. İkincisi, firmanın bağışla vergiden kurtulma çabası ve bağışların koşullarına dikkat çekiyordu. Şöyle ki; şayet söz konusu ilaç devi 1 milyon dolarlık aşı satmış olsaydı bunun bir bölümünü vergi olarak ödemek durumunda kalacaktı. Ancak firma böylece bağış yaparak vergiden kurtulmuş oluyordu. Ayrıca bir anda gelen aşı bir anda gidebilirdi. Vurgulanan can yakıcı son noktaysa bağışın “hangi ülkelerde, hangi olgularda, kaç yaşındaki çocuklara uygulanacağına dek” pek çok ayrıntının firma tarafından belirlenmesiydi. Yani firma insan seçiyordu. (AS: ilaç devi deney yaptırıyor bir tür!) Söz konusu olan ilaç devi aşıda indirime gitmedi. Bu esnada çaresi olan bir hastalıktan binlerce çocuk yaşamını yitirdi/yitiriyor.

İkinci öge kapitalizm ve mülkiyet ilişkisinin bir yansıması olan patent sistemi. Mülk ve üretim araçlarının sahipliği kapitalizmin temel dinamikleri arasında sayılıyor. İlaç sektöründeyse bunun dolayımı patent sistemiyle sağlanıyor. Şöyle ki; bir ilaç firması herhangi bir hastalığın tedavisinde kullanılmak üzere bir ilaç geliştirdiğinde, bunu hangi firmanın, hangi laboratuvarın geliştireceğini tayin etmek için patent kurumuna başvurup patent alıyor. Yani formülün beş ile yedi yıl (AS: 20 yıl + 5 yıl dolayında veri koruma imtiyazı ile çeyrek yüzyıl!) arasındaki mülkiyeti. Böylece söz konusu firma ilacın üretimi, dağıtımı ve piyasanın denetimini bir süreliğine ele geçiriyor. Genellikle küçük yeniliklerle de patentin süresini uzatabiliyor. MSF örneğinde de bu boyut bulunuyor. Örgüt, patent sistemi nedeniyle zatürre aşısını başka bir firmadan alamıyor, üretemiyor.

Patent pek çok ülkeden alınabilir. Ancak en sert önlemleri alan ve sözü geçen hangi ülkeyse şirketler onun kurumlarını tercih ediyor. Halihazırda patentlerin neredeyse % 70’i ABD’den alınıyor. Ayrıca Amerika Gıda ve İlaç Dairesi (Food and Drug Administration-FDA) dünya genelinde kalite standartları enstitüsü muamelesi görüyor. FDA patent vermiyor, söz konusu ilacın denetimini yapıyor. Pek çok ülke de dağıtım şirketi FDA onaylı olmayan ilaçları güvenilir bulmuyor. Bu noktada ABD iki kurumuyla sektörde büyük bir iktidara ve yönetim kapasitesine sahip. Küresel piyasa da buna göre konumlanıyor, bir yer dışında: Küba.

KANSERE UMUT, SEKTÖRE KABUS: KÜBA

Küba, 1959’da Fidel Castro öncülüğünde Fulgencio Batista rejimini devirdi. Ardından sosyalist ilkeler üzerinden yoluna devam etti. Sosyalizmin en görünür olduğu alanların başında da sağlık sektörü geliyor. Tümden devlet sorumluluğundaki sağlığa, bir sektör olarak değil, halkın mutlu ve uzun yaşaması için bir araç olarak bakılıyor. Kâr beklentisiyle üretim yapılmıyor. Bunun en bilinen örneği, kanser aşısında yaşandı. Akciğer kanserinde tümörün büyümesinin durması ve küçülmesini sağlayan aşının formülü tüm dünyaya ücretsiz ya da bir dolar gibi bir ücrete satılırsa işbirliğine açık olacaklarını söylediler. FDA, Obama döneminde Havana-Washington Hattı’ndaki yumuşama paralelinde Kübalı yetkililerle görüştü. Ancak Küba’ya daha çok yaptırım diyen Trump yönetimiyle ilişkilerde yeniden soğuk rüzgarlar egemen. Küba’nın halktan yana insani önerisi de havada kaldı, ambargo altındaki ülke aşıyı tek başına dünyaya iletmekte zorlanıyor. Yani tıbbın çaresi, bu kez de küresel politik hesaplara ve Trump yönetimin pek istikrarlı “herkese veryansın” politikasına takıldı. Elbette bu süreçte küresel ilaç piyasasının süvarileri, Trump’ın sırtını sıvazlayıp bu hamlenin önlenmesi için çok çabaladı.

Küba’daki alternatif sağlık sistemini bir yana bırakırsak, ilaç sektörü genel olarak olarak kapitalist motivasyonla karakterize oluyor (AS: niteleniyor). Elbette sektörün süvarileri şifa bulmanızı ister, yeterli bakiyeniz (AS: birikiminiz) varsa tabii. Sosyal devletin artık mumla arandığı bir çağda, Havana’dan yükselen başka bir sistemin olanaklarına kulak vermek gerekiyor. Özetle ya başınızın çaresine bakacaksınız ya da varolan sistemin.  (https://www.gazeteduvar.com.tr ‘den alınmıştır)