Etiket arşivi: Yeni Osmanlıcılar

Amasya’daki İsyancı ile İstanbul’daki “Padişahın Kölesi”…

Amasya’daki İsyancı ile
İstanbul’daki “Padişahın Kölesi”…

Lütfü Kırayoğlu – Prof. Dr. Ahmet SALTIK

Lütfü Kırayoğlu
Haziran 2020

Samsun’da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde isyan ateşinin yakılmasının 101. yıl kutlamalarının üzerinden neredeyse bir ay geçti. Vahdetttin, Damat Ferit isimleriyle birlikte, Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya kim gönderdi tartışmaları sürüyor.
Bundan tam 101 yıl önce de bu günlerde, bu topraklarda “iki Kemal” tartışması vardı. Tartışılan Kemal’lerden biri, Ulusal Kurtuluş Savaşımıza önderlik edecek olan Mustafa Kemal Paşa, öbürü ise ihaneti tartışmasız olan Dahiliye Nazırı, gazeteci Ali Kemal idi.
Yeni Osmanlıcıların Padişah Vahdettin tarafından Anadolu’ya “kurtarıcı” olarak gönderildiği iddia edilen Mustafa kemal Paşa, Samsun’a çıkmasının üzerinden 20 gün geçmeden gerçek hedefinin ne olduğunu asla gizlemediği için 8 Haziran 1919’da İstanbul’a geri çağrılır. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’dan Havza, Amasya yönüne hareketinden başlayarak yaptığı yazışmalar İstanbul hükümetini ve en çok da Dahiliye Nazırı Ali Kemal’i tedirgin etmektedir. Ali Kemal’in en büyük endişesi ise İngilizlere mahçup olmaktır.
Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler 21 Haziran’ı 22 Haziran’a bağlayan gece geç saatlere dek toplantı yaparak ünlü Amasya Genelgesi’ni yayınlarlar. Amasya Genelgesi Büyük Kurtarıcının isyanının ilk yazılı belgesi olmasının ötesinde, Türk Ulusuna kurtuluşun nasıl olacağının net bir açıklamasıdır. Genelgenin en önemli bölümü olan ilk üç maddede şu anlatımlar yer almaktadır:

  1. Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.
  2. İstanbul’daki hükümet, üstlendiği sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir.
    Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor.
  3. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.

Bu maddeler açık bir isyan çağrısı niteliğindedir. İstanbul’daki Dahiliye nazırı çok telaşlanır ve 23 Haziran günü yayınladığı genelgede şu ifadeleri kullanır: “Mustafa Kemal Paşa, büyük bir asker olmakla birlikte, güncel siyasayı o derece bilmediği için, olağanüstü yurtseverlik ve çaba gösterdiği halde, yeni görevinde hiç başarılı olamadı. İngiliz Olağanüstü Temsilciliğinin isteği ve üstelemesi üzerine görevinden alındı ve alındıktan sonra, yaptıkları ve yazdıkları ile de bu kusurlarını daha çok açığa vurdu”

Mustafa Kemal Paşa’yı “başarısız” bulduğunu belirten Dahiliye Nazırı Ali Kemal, bu genelgesinden salt üç gün sonra bu kez kendini başarısız bularak Dahiliye Nazırlığı görevinden istifa edecektir. Ali Kemal, İngilizlere karşı verilen Ulusal Mücadeleyi, daha başlamadan “ezme” görevini başaramamıştır. Daha sonra “Artin Kemal” olarak da anılacak olan Ali Kemal, Sadrazamlık makamına ve Padişah Vahdettin’e ayrı ayrı yazdığı istifa yazılarında başarısız olduğunu açıkça dile getirir. Ancak Padişah Vahdettin’e yazdığı istifa yazısında kullandığı dil ibret vericidir. Ali Kemal istifa yazısında Padişah Vahdettin’e şöyle seslenmektedir:

“Yüce kapınıza bütün varlığıyla bağlanmış olan bu en sadık kölenizin, sizin kutsal rızanızdan ve yüce kabullerinizden kıl kadar sapmayı ne büyük bir var oluş faciası sayacağı padişah hazretlerine açıklanmasına gerek olmayan gerçeklerdendir. Sadık kölenizin bu bağlılıkla ulaşabildiği güveninizi çekemeyen rakip arkadaşlarımdan bazı kimselerin başarısızlıklar yaratarak beni padişah hazretlerinin ilgisinden yoksun bırakmakla sonuçlanacak bazı olayları hazırlamakta olduklarından; bundan nasıl yararlanacaklarını bekler ve Anadolu’nun bazı yerlerinde ortaya çıkan devrim ateşinin hemen söndürülüp yok edilmesi için alınacak tedbirler ve bu uygulamanın yapılması sırf makamımın görevi iken, bu konuda birçok boş ve öznel kanıtlar öne sürerek Devrimin etki alanının genişlemesine ve bu konuda sonuç olarak başarısızlığa uğratılarak velinimetlerinin uğurlu rızalarını almamdan uzak ve yoksun kalmama vesile olduklarından ve söylediklerimi desteklemeyerek müdahalelere başlamaları sebebiyle tedbir düşünme ve almadaki bağımsızlığımdan yoksun kalmam dolayısıyla doğan manevi yıkım ve zararı anlayarak bugün sadrazamlık makamı kaymakamlığına kesin istifamı verdim.”

İki Kemal’den biri, her türlü makam ve ikbal kapısını tekmeleyerek isyan edip ülkenin geleceği için idamı göze alıp genelgeler yayınlarken, diğeri kendisi için “sadık köleniz” sıfatlarını kullanarak başarısızlığını ilan etmektedir. Başarısızlık, işgalcilerin verdiği Anadolu ayaklanmasını bastıramamaktır.

  • Mustafa Kemal Paşa da Anadolu’ya ülkeyi kurtarsın diye değil, ülkeyi kurtarmak için ayağa kalkan Kuvay-ı Milliyecileri bastırsın diye gönderilmiş ancak Büyük Kurtarıcı Anadolu’ya ayak bastığı andan başlayarak Kuvay-ı Milliye örgütlenmesi yapmıştır.

Dahiliye Nazırlığı görevinden sonra Peyam-ı Sabah gazetesinde yazılarını sürüdüren Ali Kemal, yazılarında Kuvay-ı Milliye hareketine ve Mustafa Kemal Paşa’ya en ağır sözlerle saldırmış ancak yazdıklarının unutulduğunu sanarak 10 Eylül 1922’de yazdığı yazısında “Gayeler birdir ve birdi…” diyebilmiş ne yazık ki bu sözleri O’nu halkın nefretinden koruyamamış, yaşamı İzmit’te hazin biçimde sonlanmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün başarısı ile gurur duymaktan utananlar, şimdi İngiltere Başbakanı görevini yürüten Ali Kemal’in torunu ile gurur duymaktadırlar.
İsyancı Kemal, 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesinde söylediği hedeflere adım adım ulaşarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk olarak Türk ulusunun kalbindeki değişmez yerini almıştır.
Mustafa Kemal Paşa Amasya’da isyanını duyururken “yakın silah arkadaşları” olarak bilinen kimileri de genelgeyi imzalamamak için her türlü yola başvurmuştur. “Artık İstanbul, Anadolu’ya egemen değil, bağlı olmalıdır.” Sözü ile genelgeyi imzalamayanlara verdiği yanıtla Gazi, isyanını bir kez daha vurgulamıştır. Bu kaypak tutumu alanları Atatürk’ün yazdığı Nutuk adlı belgesel yapıtın Amasya Genelgesi bölümünde okumak, bizlerin önündeki mücadelede kaypaklıklara başvuracakları tanımak açısından ibret verici olacaktır.

Ali Kemaller her devirde ortaya çıkmaktadır.

Mustafa Kemaller ise bin yılda bir bile gelmemektedir.

Bu nedenle salt Türk ulusunun değil, bütün ezilen ulusların gönlünde taht kurmuştur.

KURTULUŞ YILDÖNÜMÜNDE İŞGAL ÖZLEMİ

KURTULUŞ YILDÖNÜMÜNDE İŞGAL ÖZLEMİ

Av. Hüseyin Özbek
(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Okura Kısa Not:

Lozan Antlaşması sonrasında, 6 Ekim 1923’de senelerdir düşman işgali altında inleyen İstanbul’a Türk Ordusu girer. Çizmeleriyle İstanbul’u 5 yıldır kirleten işgalciler Türk sancağını selamlayarak başları eğik İstanbul’u terk ederler

6 Ekim 2009’da İstanbul’daki kimi camilerin minarelerine kurtuluş sevincini ifade eden mahyalar asılmıştı. Kimi genç sefiller ve yandaş medya ortalığı birbirine katınca akşam beklenmeden mahyalar apar topar sökülmüştü! Bu yazı o günlerde kaleme alınmıştır. Güncelliğini yitirmediğini düşünüyorum.

Şehit ve gazilerimize saygı ve rahmetle…
*****

13 Kasım 1918’den 6 Ekim 1923’e işgal çizmeleri İstanbul kaldırımlarıyla birlikte Dersaadet ahalisinin şerefini, ırzını, onurunu da çiğneyip duracaktır. Seferden dönen Orduyu Hümayun’un tuğlarından, zafer sancağından gayrisini tanımamış İstanbullular esaretin simgesi yabancı bayrakları görmemek için işgal süresince gözlerini yerden kaldıramayacaklardır.

13 Kasım 1918, Sarı Paşa’nın da Filistin Cephesinden İstanbul’a dönüş günüdür. Boğaza demirlemiş 55 parçalık Müttefik donanmasının namlularının çevrildiği selatin camilerin minareleri suskun, yenilginin, esaretin utancı altında ezilen Türkler sessiz, şaşkındır. Gizlemeye gerek duymadıkları bir coşkuyla evlerini, işyerlerini düşman bayraklarıyla donatıp, işgali alkışlayan Osmanlının Hıristiyan uyrukları, kendileriyle yıllarca ekmeğini bölüşmüş Türk komşularını aşağılamakta, alaya almaktadır.

Sarı Paşa Dersaadet’e ayak bastığı gün, düşman zırhlıları arasından Boğazı geçerken davetsiz konukları geldikleri yere göndermek için imparatorluğun uzak coğrafyalarında kalan Mehmetler üzerine and içer.

İşgal namlularının altında Saltanat ve Hilafet makamına kurulmuş Vahdettin“Umutlarımı Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım” dese de İngiliz diplomatlarına ve komutanlarına Londra’dan verilen talimat bambaşkadır: “Türklere yüz verilmeyecek ve ağır şekilde cezalandırılacakları kuşkuya yer bırakılmayacak şekilde kendilerine anlatılacaktır.”

Anadolu’da başlayan milli direnişle çıldıran müttefikler 13 Kasım çıkartmasının yeterince caydırıcı olmadığını düşünmektedirler. 16 Mart 1920’de İstanbul’un resmen işgali başlar. Fındıklı’daki Millet Meclisi ( Meclis-i Mebusan ) başta olmak üzere İstanbul’un askeri ve sivil tüm stratejik noktalarına vahşice el konur. Sabahleyin Şehzadebaşı’ndaki 10. Tümen Karargâhı’nı basan İngilizler uykudaki Mehmetlerin üzerine ateş açar. 5 er şehit olur, 9’u yaralanır. Vatanseverler derdest edilip Bekirağa Bölüğü’ne tıkılırken görevde 1. haftayı henüz dolduran Salih Paşa Hükümeti halka; “Tam bir sükûnetle iş ve gücüyle meşgul olmasını” tavsiye etmektedir! Rumca yayınlanan Neogolos Gazetesi işgalin ertesi günü olan 17 Mart’ta; “Irkımız için yeni ufuklar, mukaddes dakikalar” başlığıyla çıkar!

İstanbul sokaklarından, hele Pera’dan Tatavla’dan üniforma ile geçme gafletinde bulunan Türk polislerinin, subaylarının apoletleri sökülmekte, şapkaları kapılmakta, ay yıldızları üzerinde tepinilmekte, işgalci bayraklarına, askerlerine selama zorlanmaktadır.

İşgal altında yaşamanın, öz vatanında köleleşmenin utancı, acısı içine işlemiş İstanbullular, Yunan Ordusunu 9 Eylül 1922’de Akdeniz’e döken Mehmetleri kucaklamak, al sancağa yüz sürmek için 6 Ekim 1923’ü bekleyeceklerdir.

Lozan Barış Antlaşmasıyla bağımsızlığı onaylanmış Türkiye’nin Gazi Ordusu, 6 Ekim 1923’de Şükrü Naili Paşa’nın komutasında beş yıldır işgal altında yaşayan kente girer. Mütareke Hükümetlerinin işbirlikçi Sadrazamı Damat Ferit Paşa da kaçıp sığındığı Fransa’nın Nice kentinde Türk Ordusu İstanbul sokaklarında resm-i geçit yaparken, aynı gün hücceten ölüverir!

Pera’nın Cadde-i Kebir’inin İstiklal Caddesi, Tatavla’nın Kurtuluş, Şişli Caddesinin Halaskargazi oluşu aynı zamanda tutsaklıktan özgürlüğe ulaşmanın da kısa öyküsüdür.

Gazi Ordunun Gazi Mehmetlerine Şükrü Naili’nin komutasında Dersaadet’e ayak bastıklarında, gün gelip adlarının mahyalardan silinip, minarelerden apar topar indirileceğini söyleselerdi inanırlar mıydı dersiniz?

İstanbul’a girişlerinde dökülen gözyaşlarını, al bayrağa sürülen yüzleri, kendilerine dokunmak, terlerini koklamak için birbirini çiğneyenleri görünce, haklarını kat kat helal edip huzur içinde dünyadan ayrılan Mehmetler şimdikilerle helalleşir mi acep!

İşgal utancından özgürlüğün erdemine ulaşmanın 96. yıldönümünde yattıkları yerden doğruluverseler, sivil sıfatını kullanan her yaştan fonlu sefillere ilk sözleri ne olurdu Gazi Mehmetlerin?

Mahyalardan;

  • Ne Mutlu Türküm Diyene
  • Ordumuza Şükran Borçluyuz,
  • Kurtuluşun Kutlu Olsun,
  • Önce Vatan,
  • Milli Birlik Esastır,

yazılarını indirten Damat Ferit mirasçılarına şöyle bir bakıp yeniden uzandıklarında neler hisseder, neler düşünür dersiniz Mehmetler?

Çölün amansız sıcağına, Sarıkamış’ın imansız soğuğuna, düşmanın yağlı kurşununa, şarapneline bana mısın demeyen Mehmetleri biliniz ki, aldıkları bu son yara hepten öldürür.

Bu yaraya dayanamaz Mehmetler!
==================================

Dostlar,

Dostumuz sayın Av. Hüseyin Özbek’e bu irdelemesi için teşekkür ederiz..
Tarihi çarpıtmak isteyenlere tokat gibi bir yazı..

29 Mayıs 1453’ü  abartılı biçimde kutlayan Osmanlı hayranı Yeni Osmanlıcılar ve AKP şürekası, Fatih’in aldığı İstanbul’u son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in İngilizlere teslim ettiğini untmuş görünüyor, unutturmaya çabalıyorlar..

İstanbul’u yeniden işgalden kurtararak anavatan Türkiye’ye katan Mustafa Kemal Paşa’yı görmezden geliyorlar..

Bu mudur tarih bilinci, vefa, hak bilirlik??
Yalan söylemek, hak yemek, halkı aldatmak.. dine – imana – kitaba sığar mı eyyyyy dini dar siyasal İslamcılar!?

Sevgi ve saygı ile. 08 Ekim 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

SEVR Antlaşması’nın 94. Yıldönümü…

SEVR Antlaşması’nın 98. Yıldönümü....

Dostlar,

Geçtiğimiz yıl bu gün, son Osmanlı Padişahı Vahdettin‘in onadığı lanetli Sevr Antlaşması’nın 93. yılında sizlerle paylaştığımız dosyayı güncelleyerek sunuyoruz.

Türkiye yangın yeri,, Ekonomi çöktü.. Tek sorumlu AKP = Erdoğan..

Bu gün Sevr’e kimse değin(e)medi dolayısıyla..
Oysa bu gün yaşadığımız 1920’nin Sevr’inin güncel uzantısı gibi değil mi??
Tam bağımsızlığınızı yitirirseniz olacağı budur..

10 Ağustos 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK

=======================
Türkiye’nin 12. CB / Yarıbaşkanı seçimi ne yazık ki ülkemizin gündemini kilitledi.

Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’nu resmen bitiren ve anayurt Anadolu’nun bile işgalini öngören bu lanetli Antlaşma’nın unutulmaması ve genç kuşaklara tarih bilinci verecek biçimde sürekli işlenmesi gerek..

SEVR paçavrasını yırtan ulus kahramanlarına, başta önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, 94 yıl sonra bitmeyen bir şükran ve minnetle..

Yeni Osmanlıcıların da aklını başına alması dileğiyle..
Böylesi bir yok edici Antlaşmaya Vahdettin’in onay verdiğini unutmadan..

Bir de, 2. Padişah Orhangazi’dan başlayarak tüm Osmanlı Padişahların eşlerinin, dolayısıyla 3. padişah sonrası padişah analarının Türk olmadığını unutmadan..

Basit ama, anlayana anlamlı bir hesap yapalım :

36. ve son Padişah Vahdettin’in Oğuzların Kayı boyundan genetik kalıtım oranı
(1/2)^34 = 11 milyarda 6’ya düşmektedir. Hala biyolojik – etnik olarak Asya Türkmen genetiğinden söz edilebilir mi? O halde bu “Atalarımız Osmanlılar” ne demektir??

Sevgi ve saygıyla.
11.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

==============================================


SEVR ANTLAŞMASI’nın 93. YILDÖNÜMÜ..

Bu gün, 10 Ağustos 1920’de hain Osmanlı Padişahı 6. Mehmet Vahdettin ve
Sadrazamı Damat Ferit’in Sevr Anlaşması’nı Fransa’da bağıtlayışlarının
93. yıldönümü..

1. Dünya Paylaşım Savaşı sonunda 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkesi ile fiilen çökertilen Osmanlı Devleti, Sevr Antlaşması ile tümüyle parçalanıyor ve hukuksal olarak da ortadan kaldırılıyordu. Türklere, İstanbul dolayı ile Anadolu’nun ortasında Akdeniz ve Ege’ye kapalı küçük bir toprak parçası (280 bin km2, şimdiki topraklarımızın 1/3’ü kadar) bırakılıyordu. Aşağıdaki haritaya bakınız lütfen..

Bu sınırlı toprakların bile Yengin (galip) İtilaf Devletleri gerek görürse (!) işgali
Sevr Antlaşması’na göre olanaklıydı (md. 206).

Bu boğulmaya isyan, zincirleri kırma bağlamında Mustafa Kemal Paşa tarafından
30 Ağustos 1922’de “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” buyruğu ile veriyordu. Ege ve Akdeniz’i bir bütün görerek denizlere açılmak, özgürleşmek, Sevr’i yırtmak için..

İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan, Ermeni birlikleri öz yurdu bile tümüyle işgal ediyordu. Boğazlar uluslararası güce bırakılıyordu. Ordu’nun tank, ağır top, uçak ve gemilerine el konuyor; asker sayısı elli bin ile sınırlanıyordu. Azınlık hakları Türklerin haklarını aşıyordu.

Tam bir aşağılanma, onursuzluk ve tutsaklık hatta Türkleri tarihten yok ediş belgesi idi Sevr!

  • Bir Ulusa topyekun suikast (soykırım!) girişimi!

Atatürk Sevr Antlaşmasıyla ilgili olarak şunları söylemişti SÖYLEV‘inde :

  • “Siyasi, adli, iktisadi ve mali bağımsızlığımızı imhaya ve sonuç olarak
    yaşama hakkımızı inkar ve ortadan kaldırmaya yönelik olan
    Sevr Antlaşması bizce mevcut değildir.”

Gazi Mustafa Kemal Paşa ile İnönü, başta dava ve silah arkadaşları ulusumuza öncülük ederek, tarihte benzeri olmayan bir Kurtuluş Savaşı verdiler ve bu uğursuz ihanet belgesini, şanlı İstiklal Savaşımız ile yırtıp attılar. Bize, Lozan Antlaşması ile Ulusal And (Misak-ı Milli) sınırları içindeki bugünkü güzelim yurdumuzu, özgürlüğümüzü ve onurumuzu sağladılar (24 Temmuz 1923).

Bizler; yüce önder ATATÜRK’ün bize armağanı ve kutsal emaneti olan
bağımsız, özgür, demokrat, halkçı, laik ve insan haklarına saygılı, çağdaş
Türkiye Cumhuriyeti’mizi sonsuza dek yaşatacağız.

Tüm Türkiye toplumunu (Atatürk’ün deyimi ile “ahalisini”) bilinç ve kararlılıkla,
varlığımızın özü ve güvencesi olan bu temel değerlere sahip çıkmaya çağırıyoruz.

Özellikle BOP vb. AB-ABD süreçleriyle sinsice tuzaklanan kimi uluslararası girişimlere karşı son derece uyanık olmak zorundayız. Sözde “Yeni Anayasa”,
dünkü İtilaf Devletleri’nin, günümüzün ise sözde stratejik / trajik müttefiklerinin diplomatik “Yeni Sevr” dayatmasıdır. AB yasama organı AP’nin (Avrupa Parlamentosu), açıkça Sevr’in uygulanmasını isteyen utanmaz istekleri olmuştur
ne yazık ki! Hem de kezlerce..

Ama köprülerin altından çok sular akmıştır.

  • Artık Türkiye halkı uluslaşarak TÜRK MİLLETİ olmuştur

ve bu tür bildik oyunlara gelmeyecek denli deneyimlenmiş, bilinçlenmiştir.

Tarihin “aptallar için tekerrürüne” asla izin vermeyecektir.

Atatürk’ün SÖYLEV’inde vurguladığı üzere;

  • Türk Ulusu’nu tarih sahnesinden silme amaçlı olup, yüzyıllardan beri hazırlanagelen bir “suikast planı” (apaçık SOYKIRIM!) olan meş’um (lanetli) Sevr paçavrasını 

yırtarak bizlere Lozan Antlaşması ile günümüz Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası hukukta adeta tapusunu sunan Anadolu İhtilalcilerini ve Anadolu Aydınlanmacılarını, Türk Devrimi’nin harcını kanları ve canları ile karan tüm şehit ve gazilerimizi
(artık hiçbiri yok galiba!?) sonsuz bir minnetle anıyor; kutsal emanetlerini sonsuza dek tam bağımsız ve dünya uluslar ailesinin eşit haklara sahip onurlu bir üyesi olarak yaşatacağımıza söz veriyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Elazığ, 10.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Bu Sevr haritası ile Lozan’da sağlanan ve Atatürk’ün büyük çabalarıyla 1939’da Hatay’ın anavatana katılımıyla; ayrıca yine Atatürk’ün başarısı 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile tamamlanan günümüz T.C. sınırları (Musul – Kerkük dışında ne yazık ki) Misak-ı Milli karşılaştırıldığında, her şey çok daha net anlaşılacaktır..

Not     : Fransız işgal bölgesi neredeye Karadeniz’e ulaşacak! Niye acaba?
Divriği demir madenlerini de ele geçirmek için!

SYKES-PICOT’DAN RALPH PETERS’A

PICOT’DAN RALPH PETERS’A

Krd2Nz 

Türker Ertürk
E. Amiral, Araştırmacı – Yazar
İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’daki topraklarının paylaşılmasını öngören gizli anlaşma olan Sykes-Picot‘nun yüzüncü yıldönümündeyiz (16 Mayıs 2016). Zaten, anlaşmanın yapıldığı tarihlerde I. Dünya Savaşı sürüyordu. Bu savaşın diğer bir adı da bildiğiniz gibi; I. Paylaşım Savaşıydı.
Almanya Endüstri Devrimini yapmıştı, sanayisi güçlenmiş ve zenginleşmişti. Ama yeterince sömürgesi yoktu. Çünkü birliğini geç (1871) kurmuştu. Dünyanın sömürgeleştirilmesi konusunda ise; başta İngiltere ve Fransa olmak üzere, epey mesafe alınmıştı. Almanya, bu nedenle bugünün Büyük Ortadoğu Projesi gibi bir proje geliştirdi. Bu proje, Viyana’dan Hindistan’a kadardı. Osmanlı bir şekilde sömürge yapılacak, İngilizlerin elindeki Mısır ve Hindistan ele geçirilecekti. Bağdat Demiryolu ve Osmanlı’ya yardım, bu nedenle yapıldı.
İslam Aleminin Korucusuyum
İşte bu proje nedeniyle; Alman İmparatoru II. Wilhelm, tahta çıktıktan bir yıl sonra (1889) İstanbul’a geldi ve II. Abdülhamit’i ziyaret etti. Wilhelm 1898’de İstanbul’a yine geldi, arkasından Kudüs’e gitti;“İslam Alemi’nin ve Halife’nin koruyucusuyum” mesajını vermeye çalıştı.
I. Paylaşım Savaşında (1914-1918); bir tarafta İngiltere, Fransa ve Rusya, diğer tarafta Almanya vardı. Osmanlı, Almanya’nın yanında savaşa katıldı. Çünkü Almanya; Viyana’dan Hindistan’a kadar geliştirdiği proje için, Osmanlı’ya ve Padişah dahil yöneticilerine çok yatırım yapmıştı. Ayrıca İngiltere ve Fransa, aralarına Osmanlı’yı almak istemiyorlardı. Çünkü, onu paylaşmak istiyorlardı.
Sykes-Picot; Osmanlı’yı paylaşmak için yapılan gizli anlaşmalardan sadece biri ve en popüler olanıydı. Savaş öncesinde ve sırasında, daha başka gizli anlaşmalar da yapıldı. Savaş sırasında Ruslar, 1917 Ekim Devrimi’nin ardından savaştan çekildiler ve gizli anlaşmaları açıkladılar. Dünya ve biz, Sykes-Picot’yu ilk kez bu vesile ile duyduk.
Köprülerin Altından Çok Sular Geçti
Savaştan sonra savaşın galipleri, Osmanlı Coğrafyasını bölüştüler. Yalnız; bugünkü Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk önderliğinde yapılan Kurtuluş Savaşı sayesinde, bu bölüşümün dışında kaldı.
Yüz yıl önce Ortadoğu sınırları, o günün galipleri ve emperyal güçleri tarafından çizildi. Ama köprülerin altından çok sular geçti. Artık tek kutuplu dünya düzeni var. ABD; İngiltere ve Fransa tarafından çizilen haritayı beğenmiyor. Yeni bir harita çizmek, yeni bir statüko belirlemek istiyor. Büyük Ortadoğu Projesi, bunun adı. Bölgemizde ve ülkemizde yaşadığımız istikrarsızlık, terörizm ve vekâlet savaşları, yeni sınırlar çizmek istiyor olmanın getirdiği sancılardır.
Geçtiğimiz günlerde, New York Times’ın internet sayfasında Nick Danforth’un; “Farklı Sınırlar Ortadoğu’yu Kurtarabilir miydi?” başlıklı makalesi yayımlandı. Makalede açık olarak, yeni bir harita ihtiyacı ifade ediliyor. ABD’nin, Ortadoğu’da yeni bir siyasal harita çizme isteği yeni bir şey değil ki! 10 sene önce de Amerikalı Yarbay Ralph Peters’ın Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde (Armed Forces Journal) yayınladığı, bölgemizi ve ülkemizi Büyük Orta Doğu Projesi’ne yönelik olarak balkanizasyona tabi tutan, bölen ve parçalayan harita, bu iradenin sonucuydu.
Dün İngiltere ve Fransa, Bugün Amerika
Dün Sykes ve Picot’ya harita yaptıran güç, İngiltere ve Fransa’ydı. Bugün Peters’a harita yaptıran ve Nick Danforth’a bu ihtiyacı yazdıran güç, ABD’dir. Bugün ülkemizde ve bölgemizde yaşadıklarımız; Peters’ın haritasını üç aşağı beş yukarı gerçekleştirebilmek için yapılan operasyonların sonucudur.
Ne yazık ki; bugün yaşadıklarımızın ne olup ne olmadığının ayırdında olmayanlar, zır cahil olanlar, gaflet (AS: aymazlık), delalet (AS: “dalalet” olacak, sapkınlık) ve hıyanet içinde olanlar var! Ülkemizin iktidarını elinde bulunduranlar; “Bugün Ortadoğu’da olanlar; Sykes-Picot düzeninin yıkılışı, Osmanlı ruhunun yükselişi ve İslam Ümmetinin 21. Yüzyıl’daki dirilişidir.” diyor. Bu sözler; kelimenin tam anlamıyla su katılmamış cehaletin, akıldan yoksun olmanın ve tarihsel derinliğe sahip olmamanın somut bir ifadesidir.
Türkiye Dönüm Noktasında
Kesinlikle bilinmelidir ki; Ortadoğu’da yeni bir siyasal harita çizilmesinde ve yeni bir statüko belirlenmesinde, Türkiye’ye ve İslam’a avantaj sağlayabilecek bir getiri söz konusu değildir. Bu değişikliğin sonucunda, hem İslam hem de Türkiye kaybeder.
Tarihte; her bir zaman dilimi, bir dönüm noktasıdır. Geçmiş belirlendiği için, tarih de tek bir yol olarak gelir. Gelecek ise, sonsuz sayıda seçenek sunar toplumlara. Bu yolların bazıları iyi, bazıları kötüdür ve felaketler içerir.
İşte Türkiye, tam olarak böyle bir dönüm noktasında. Sorun ise; farkındalığı olan siyasetçiler tarafından yönetilip, yönetilmediğimizdir.

Saygılar sunarım. (17.5.16)

=========================================================

Dostlar,

Sayın E. Amiral Türker ERTÜRK‘ün gözlemi ve uyarısı son derece yerinde.
Yeni Osmanlıcıların düştükleri tarihsel – bilimsel yanlışlar öylesine çok ki..
Salt 1 tanesini, daha önce de bu sitede yazdık ama biz gene anımsatalım :

Bilindiği gibi Kurucu Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi, 2. Padişah (Bey) olarak 3 Bizanslı kadın (Asporçe, Theodora ve Horafira) ile evlenmişti. Örn. Horafira, sözde Müslüman omuş ve Nilüfer Hatun adını almıştı. Böylelikle 3. padişah 1. Murat, % 50 Osmanlı (Oğuzların Kayı Boyu) genetiği taşımaktadır. Ardından gelen 33 Padişahın hiçbiri Türk esş almamışlardır. Tümünün de eşi yabancı kadınlardır. Dolayısıyla Kayı Boyu genleri, 36. Osmanlı Padişahı Vahdettine’e dek 34 kez yarılanarak aktarılmıştır. Genetik açıdan

= 5,82076609134674072265625e-11 oranında genetik olarak Osmanlı olmak demektir.
Yani yüz milyarda 5,8.. Kabaca 17 milyarda 1!

Buyurun, Yeni Osmanlıcılar.. size “saf kan” Osmanlı saltanatı! Ve peşinden sürüklenin..
Osmanlı’nın kalmayan ruhunun ihya olacağı boş hayallerini kurun..

Sevgili halkımız; bilim ve akıl dışı boş söylemlerle seni meşgul eden siyasetçileri artık tanı
ve dışla.. Sen bu masalları yutmazsan, masalcı siyasetçiler bunları artık sana anlatamayacak..
Kabahatin büyüğü senin aziz kardeşim; Nazım’ın içi yanarak yazdığı gibi..

Her şey bir yana, işin özü : Türkiye Dönüm Noktasında..

AKP iktidarının durdurulması gerek.. hem de hızla..

BOP_haritasi

RTE, onlarca kez (34 ya da 36 kez!) BOP Eşbaşkanı olduğunu itiraf etti. Yani yukarıdaki haritanın gerçekleştirilmesi için ABD Başkanı ile birlikte “Eşbaşkan” olduğunu. Eeee!?!

Sevgi ve saygı ile.
22 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com