Etiket arşivi: Radikal İslam

Afganistan’da acil adımlar atılmalı!

Faruk LOĞOĞLU
EMEKLİ BÜYÜKELÇİ

Cumhuriyet, 19.8.2021

Afganistan’da Kâbil ve ülke yönetimini ele geçirmesi Taliban için işin sonu değil, sadece başlangıcıdır. En katı haliyle bir şeriat devleti kurma hedefinden asla ödün vermeyecek olan Taliban, yönetimini pekiştirdikçe ülkede hukukun, insan ve kadın haklarının kökünü kazımaya devam edecektir. Bununla beraber uluslararası planda meşruiyet kazanmak maksadıyla geçici bir süre için sözde mutedil bir profil çizecek, yatıştırıcı söylemler kullanacaktır. Ancak Taliban’ın sözlerine değil, eylemlerine bakmamız gerekecektir. Afganistan konusu birçok açıdan Türkiye’yi yakından ilgilendiren bir konudur. Dolayısıyla son gelişmeler ışığında çıkarlarımızı korumak ve barışa hizmet maksadıyla Türkiye’nin atması gereken acil adımlar vardır.

TÜRKİYE NE YAPMALI?

Öncelikle, sona erdiği açıklanan NATO operasyonu çerçevesinde ülkede bulunan askerlerimiz ve diğer tüm personelimiz -eğer henüz başlanılmamışsa- en kısa sürede tahliye edilmelidir. Ülkedeki vatandaşlarımızdan Türkiye’ye dönmek isteyenler için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Yeni bir değerlendirmeye kadar ülkedeki başkonsolosluklarımız -eğer henüz kapatılmamışsa- kapatılmalı, çalışanları tahliye edilmelidir. Büyükelçiliğimiz ise kısıtlı personelle görevini sürdürmelidir. Tüm tahliyelerin güvenliği için ABD ve Taliban dahil olmak üzere gerekli tüm temas noktaları kullanılmalıdır

Öte yandan sınırlarımızda Afganistan kaynaklı göç dalgalarını önleyecek çok yönlü fiziki ve teknik önlemler alınmalıdır. Bu bağlamda Afgan özel kuvvetlerinin Türkiye’de eğitilmesi projesinden de vazgeçilmelidir, zira bunlar da neticede sığınmacı olarak Türkiye’de kalacaklardır. Sığınmacılar konusunda İran, ABD ve AB’yle görüşmeler yapılmalı,

  • İran’a
  • Afganların sınırımıza getirilip bırakılmasına son vermelerini beklediğimiz”, ABD ve AB’ye “oluşumundan kendilerinin de sorumluk taşıdıkları sığınmacıları ülkelerine zamanlıca kabul etmelerini istediğimiz” belirtilmelidir.

Bu önlemlerin ötesinde Türkiye barış için de bazı girişimlerde bulunmalıdır. Cumhurbaşkanlığı tarafından bir görev gücü oluşturularak Afganistan’a barış ve istikrar getirmek için izlenebilecek bir yol haritası belirlenmelidir. Görev gücüne, Afganistan’da görev yapmış sivil/asker kişiler, diplomatlar, akademisyenler ve katkı sağlayabilecek diğer kişiler davet edilmelidir. Kendilerine tanınacak, örneğin bir haftalık süre sonunda hükümete bir plan/strateji sunmalıdırlar. Bu planın son noktası Türkiye’de düzenlenecek bir barış konferansı olmalıdır. Görev gücü katılımcılar, konferans tarihi, süresi ve yeri hakkında önerilerde bulunmalıdır.

BM GÜVENLİK KONSEYİ TOPLANMALI

Belirlenecek yol haritası çerçevesinde Afganistan’ın komşuları başta olmak üzere ilgili çevrelerle Türkiye, geniş bir diplomatik temaslar süreci başlatmalı ve zemin hazırlığı yapmalıdır. Bu amaçla ivedilikle uluslararası diplomasi tecrübesi olan bir “Afganistan özel temsilcisi” atanmalıdır.

Ve nihayet, Türkiye uluslararası toplumun Afgan halkına karşı sorumluluğu ve vicdan borcunu harekete geçirecek girişimlerde bulunmalıdır. Önce Sovyet işgali, sonra NATO müdahalesi ülkeye barış getirememiş, aksine ülkedeki etnik ve aşiretler eksenindeki bölünmeleri daha da derinleştirmiş, ülkeyi bir şiddet girdabına mahkûm etmiştir.

Taliban yönetimindeki bir Afganistan’ın radikal İslamın türevlerinin yuvalanacağı ve serpilip dünyaya dehşet saçabileceği zamanlar ne yazık ki artık çok yakındır. Taliban etki alanını şeriat üzerinden her yere yaymaya çalışacaktır.

Taliban’la dostluk ilişkileri kurmanın yarar sağlayacağına -bu aşamada Rusya ve Çin gibi- inananların hesapları tutmayacaktır. Günün sonunda Taliban’ın kılıcı, erişebildiği yerlerdeki ideolojisine ters düşen bütün karşıtlarını kesecektir.

Bu itibarla mevcut geçiş döneminin oluşturduğu fırsat penceresinden bilistifade BM Güvenlik Konseyi bir an önce toplanıp oybirliğiyle Afganistan için bir çerçeve kararı almalı ve Taliban’dan uluslararası hukuk, insan hakları ve temel özgürlükler gibi alanlarda uyması beklenecek esaslar belirlenmelidir. Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin toplanması için işte bu nedenlerle şimdi harekete geçmelidir. Afganistan’a sahip çıkacaksak, gün bugündür.

Türkiye’de Devlet Krizi mi Var?

Dostlar,

9 Eylül Üniversitesi tarih hocalarından değerli dostumuz sevgili Prof. Kemal Arı‘nın çok ufuk açıcı ve derinlikli bir tarihsel irdelemesini paylaşalım..

Tam da devrimci – bilimsel tarih irdelemesi yöntemiyle kaleme alınan bir makale..

Zaten Tarihbilim‘den beklenen de bu değil mi??

Dünü güne bağlamak ve geleceği çıkarsamak, öngörmek..

Unutulmasın, Prof. Kemal Arı da Cumhuriyet’in eğitim felsefesinin ve kurumlarının ürünü.. Kendisine teşekkür ediyoruz..

Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti,
O’nun sarsılmaz – sırtı yere getirilemez devrimci,
Kemalist birikimi ve Yüce ATATÜRK!

AYDINLANMA kazanacak..
Tarihsel deteriminizmin kaçınılamayacak yasasıdır..

Sevgi ve saygı ile.
8.1.14, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

================================

Türkiye’de Devlet Krizi mi Var?

portresijpg

Prof. Dr. Kemal Arı

 

Evet, ne yazık ki Türkiye’de ardı ardına yaşanan olaylar nedeniyle, ülkemizin içinde bulunduğu durum, bir hükümet krizini de aşarak, “devlet krizi” boyutunu almıştır.

Daha ötesi de var: Olan bitene ve yazılıp çizilene bakılırsa, özellikle Suriye Politikası’na bağlı olan gelişmelerle bağlantılı olarak, Türkiye’nin büyük devlet krizinden de öte,
ülkeler arası krize aday ülke olma yönünde hızla yol aldığı söylenebilir…
Bu şuna benziyor:

Bir bina var ortada… Temel iğreti… Ve temel iğreti olunca, onun üzerine yapılan yapının bütününde hiçbir yapılıp edilen; gerçek işlevini yerine getiremiyor. Zincirleme biçiminde birbirini izleyen gelişmeler biçiminde, koskoca bir bünyeyi tepeden aşağı kilitleyen bir
ur durumunu alıveriyor…

Bu zamana dek, ülkemizde gündem olan konular neydi bir anımsayalım:

Ulus devletin dönemi artık bitmişti.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kurucu irade, siyasal, toplumsal ve ekonomik konularda yanlış işlere yönelmişti. Türkiye AB yolunda hızla ilerleyecek; alt kimlikler, ulus gerçeği yadsınacağı için parlatılıp ortaya çıkarılacak; böylece sözde bir çoğulculuk kültürüne geçilecekti… Bunu da önce “açılım”, sonra da “çözüm süreci” işleyecek;

  • Türkiye’de Silahlı Kuvvetler, açıkça bir kumpasın tutsağı olarak
    gücünü ve işlevini yitirecek
    ; bir kaos ve güven ortamı yaratılacak;
    buradan da hareketle büyük bir sistem değişikliğine gidilecekti.

Bu sistem değişikliğinde; geçmiş kimlikleri önemli değil, kimi güruhlar, batılı anlamda çoğulcu, ancak başkanlık sistemine uygun bir federal yapının çıkış yolu olabileceğine dek getirmişlerdi işi… Bir dönem yıkılmıştı onlara göre…
Ve artık yeni bir dönemin inşa edilmesi süreci gelmişti.

Oysa oyun kurucuların; yani önce dış, ardından da iç dinamiklerin başka hesapları da vardı. ABD’nin BOP’u malum, bilinmedik bir şey değil… Ancak ABD, bütün olup bitenlere, sayısız masum kanı akıtılması, sayısız Müslüman kadının ırzına geçilmesi; pek çok tarihsel yapıtın akıl almaz biçimde yağmalanmasına karşın; büyük bir yenilgi almıştı Ortadoğu’da… Sözde, ılımlı İslam demokrasiler yaratma düşü,
bir balon gibi sönmüştü. Bunda da birkaç etken vardı:

Birincisi, Ortadoğu’daki halkların uzayan süreç içinde akıl almaz direnişleri;
yükselen Amerikan karşıtlığı; ikincisi de; ABD bölgeye sokuldukça ve
kalıcı kimi adımlar attıkça, artık eski dağınıklığından sıyrılmış olan Rusya’nın,
özellikle Suriye konusunda, bu ileri karakolunu yitirmemek için donanmasını harekete geçirerek kararlılığını ortaya koymasıydı… Bu yeni gelişme, Obama’nın büyük ölçüde canını sıktı:

Suriye’de, kışkırtılan kabileler ve siyasi aktörler birbirlerini doğrarlarken;
Esad Rejimi’ni devirmek için girişilecek bir askeri harekâtta Rusya tavrını çok net biçimde ortaya koymuşken; bölgedeki Amerikan karşıtlığı da dikkate alındığında, bu harekatın
ne yararı olabilirdi ki!

Bu kez, papuç pahalıya geliyordu…

  • Üstelik ılımlı demokrasi diye diye, destek vererek,
    toplumsal ayaklanmaları Arap Baharı diye pazarlarken,
    ortaya demokrasi adına çıkan yapılar, bir süre sonra
    denetlenemez bir radikal İslamcılığa doğru kayma eğilimi
    içine girmişlerdi.

Bu evdeki hesabın, çarşıya uymadığını gösteriyordu. Oysa, denetlenebilir diktatörlükler, denetlenmesi güç şeriatçı-radikal rejimlere dönüşen bu yapılara göre
ABD için çok daha iyi sonuçlar yaratabilirdi.

Bu kez, açıkça ilan etmese de; ABD, BOP’un çöktüğünü görüyordu.

Evet, kimi sarsıntılar, kimi hesaplar ve ara ara uç veren kimi sıkıntılar olabilirdi ama, genel olarak coğrafya okunduğunda, ABD artık bölgenin tek hükümranı değildi.
Bırakın Rusya’yı, Rusya’nın desteğini almış bir İran bile ABD’nin prestijini
bir anda yerle bir ederdi.

Politikadır bu… Çıkar neredeyse oraya dümeni kırma becerisinin son derece yaygın olduğu bir uzmanlık alanıdır.

Türkiye açısından bakıldığında ise; durum gerçekten ürkünçtü (vahimdi).
Suriye’de Amerika’dan çok Amerikacılık politikası, bir süre sonra Türkiye adının,
Radikal İslam’la anılmasına neden oldu.

El Kaide;

– Türkiye’nin karşısında bayrakları gönderde sallanan;
Tekbir sesleri getirerek kadınlara önce tecavüz edip,
– Sonra da kameralar önünde kafalarını kesen;
– İnsanları kurşuna dizen vahşi görüntülü kişilerle birlikte yer almıştı.

Bunu batı kamuoyunun elbette benimsemesi beklenemezdi.

  • Türkiye, açıkça bir batağın içinde bulmuştu kendini.

Ancak, dış politikayı bir türlü doğru okuyamayan aktörler, gerçekçi bir çizgi üzerinden gitmektense, duygularıyla hareket ediyorlardı. Bu duygu da kendini,
eski Osmanlı Ruhu’nun yeniden canlandırılması olarak ortaya koymuştu… Nasılsa ulus devlet artık eski işlevini yitirmişti ya bu bilindik kişilere göre;
onun yerini artık Yeni Osmanlıcılığın alacağına şaşılacak derecede kendilerini inandırmışlar; bir de bu yetmiyormuş gibi, bölge ülkelerinin de buna destek vereceklerini sanmışlardı.

Sözde güçlü devlettik; ancak bir yandan güçlü sandığımız devletin,
bu yanlış hesaplar içinde, terörü destekleyen ülkeler kategorisine dek uzanacak
bir dizi sakat yolların içine itildiğini bir türlü görmüyorduk.

İçerde ise artık durum bambaşkaydı. ABD’nin ve giderek AB’nin desteğini yitirmiş olan hükümetten; Pansilvanya’daki muktedir de elini çekmişti. Zaten bu Mavi Marmara olayından beri uç vermiş bir hastalıktı. Önce dersaneler gerekçesiyle bu açıkça ortaya çıktı; ardından yine eski yöntemlere dönülerek, kimi kasetler ortalıkta göründü;
ardından da devletin gizli belgeleri, yolsuzlukların birer kanıtı olan görüntüler
bir anda ortalığı sardı.

İçerde; önce başkanlık, onun yanı sıra federal bir cumhuriyeti hesaplayan kafa;
bu kez bu hastalıklı durumlar nedeniyle, kendisine karşı bir komplo kurulduğunu söyleyen basit bir dil kullandı.

Derken,

  • ayakkabı kutularından ortalığa saçılan ve kaynağının ne olduğu
    bir türlü anlaşılamayan milyonlarca dolarlık paralar,
    para sayma makineleri
    ortalığa dökülüverdi.

Kimi bakanların çocukları ve önemli kişiler tutuklandı. Savcılık soruşturmasında iş,
Sayın Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan’a dek uzandı. Bu kez, yürütmenin yargıya karşı, karşı bir atağı gelişti. Devletin içinde yargı; yolsuzlukları ortaya dökmek için bir adım atmışken; bu kez daha önce bu yapıya hiç sesi çıkmayan iktidar,
devlet içinde paralel bir devlet yapılanmasından söz eder oldu…

Gelinen nokta nedir?

“Güçler ayrılığı ilkesi” açıkça ihlal edilmiştir.

Yürütme, hem yasamanın hem de yargının üzerinde çok daha etkin olmak için,
kimi belgeler ortaya döküldükçe, daha cevval bir tavra bürünmüştür.

17 Aralık’ta (2013) yaşayan olayları Gezi Olayları ile ilişkilendirerek
,
bunu Türkiye’nin gelişmesini istemeyen dış güçlerin müdahalesine bağlayabilecek ölçüde düş gücü geniş bir yoruma sığınmıştır.

Siyaset boşluğa düşmüştür.

Toplum, olan bitenlerden şaşkın; ne olduğunu tam anlayamadan, kafa karışıklığı içine sürüklenmiştir. Buna karşın, gelecek seçimlerde, toplumun önüne konulacak
siyasal aktörleri seçme konusunda, özellikle merkez sağdaki boşluk;
siyasal istikrarsızlık için çok önemli sakıncalar yaratacak ölçüde büyüktür.

Pekala bugün herkes biliyor ki; iktidar partisine giden oyların önemli bir bölümü;
sol partilere oy vermek istemeyen; güçlü bir milli kimlik vurgusuyla ortaya çıkan
öteki muhalefet partisine de pek sempatiyle bakmayan; liberal ancak muhafazakar eğilimli, batılı değerleri ve demokrasi değerlerini yadsımayan; Cumhuriyetin kuruluş felsefesine karşı pek de alerjisi bulunmayan kesimden beslenmektedir. Bu kesim;
verili (mevcut) siyasal yelpazede, kendini temsil edecek liberal-muhafazakâr eğilimde, eski Adalet Partisi ya da Anavatan Partisi gibi bir parti bulamadığı için;
içi yatmasa da iktidar partisinin AB söylemi ve Batılı anlamda özgürlükçü demokrasi söyleminin peşinden sürüklenmektedir.

Bu anlamda bakıldığında; Türkiye’de siyasal partilerin, toplumun siyasal eğilimlerine uygun bir yapılanma içinde bulunmadığı zaten anlaşılmaktadır…

Sonuç ne?

Sonuç şudur    :

Dağınık bir siyasal yapı içinde, türlü hukuksuzluklar ve güçler ayrılığındaki
karmaşa içinde yolunu şaşırmış bir Türkiye tablosu, her geçen gün iç ve dış etkenlerin müdahalesiyle, toplumu çok daha büyük şaşkınlıklar içine sürükleyecek yeni gelişmelere tanıklık edebilir.

  • Yaşananlar diyalogsuzluk temelinde yoluna devam eden bir devlet krizidir.

Ancak merhum Tevfik Fikret’in bir sözünü derhal anımsayalım:

Sabah olacaktır;
sabah olur geceler
Kıyamete kadar sürmez bu gök
Karamsar olma…

Karamsar olmaya gerek yoktur.

Bu gelişmeler, Türkiye’nin yüz yıllık tarihsel birikiminin ne denli değerli olduğunu
bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Bu karmaşık dönem; güçler ayrılığı ilkesini
tam olarak içselleştirmiş; cemaat ve dinci yapılanmaları büyük ölçüde
kendi içinden ayıklamış bir devlet yapısına geçişi hızlandırabilir.

Tek bir şeye gerek vardır:

Bugünden yarına hazır olmak…

Süreç, gelecek günlerin, geçmiş günlere göre daha aydınlık olacağının işaretlerini veriyor.

Fethullah Gülen protestosundan kimsenin görmediği ayrıntılar


Dostlar
,

Arkadaşlar büyük iş başardılar.. Kendilerini kutluyoruz.. ODATV’den Barışlar (Terkoğlu ve Pehlivan) da gelişmeleri haberleştirdiler. Türker Ertürk Paşa’nın konuya ilişkin yazısına da sitemizde yer verdik. (http://ahmetsaltik.net/2013/09/05/turker-erturk-ben-de-pensilvanyaya-gittim/, 5.9.13) Dileğimiz,

  • NAMUSLU MÜSLÜMANLARIN, İslam Dininin nasıl “ILIMLI İSLAM” yutturmacası ile emperyalizmin – ABD’nin güdümüne Cemaat eliyle verildiğini bir an önce görmeleridir.

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 6.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================

Fethullah Gülen protestosundan kimsenin görmediği ayrıntılar

OdaTv, Pensilvanya´dan Amerika’da yaşayan Türkler Fethullah Gülen‘i 2. kez yaşadığı kasabada protesto etti. Amerika’nın çeşitli eyaletlerinden gelen yüzlerce Türk ve Amerikalı Fethullah Gülen’nin yaşadığı çiftliğin yakınında gösteri düzenledi. Gösteri de Amerikalı ünlü yazar Dr. Paul Williams, Araştırmacı Shraron Higgins, Aktivist Mary Adı, TADF eski Başkanı Kaya Boztepe ve Eski Deniz Harp Okulu komutanı Türker Ertürk de birer konuşma yaptı. CIA DESTEKLİYOR Eylem organizatörlerinden Armağan Yılmaz’ın açılış konuşmasıyla başlayan gösteride sözü ilk Dr. Paul Williams aldı. Fethullah Gülen ve radikal islam karşıtı kitapları ve yazılarıyla tanınan Williams konuşmasına “merhaba Türkler” diyerek başladı ve konuşması boyunca sık sık Atatürk vurgusu yaptı.

  • Fethullah Gülen cemaatinin ABD’deki karanlık yapılanmasına
    ve işlediği suçlara
    değinen Williams,

Cemaatin Türkiye’yi getirdiği durumu da özetledi. Tayyip Erdoğan ve hükümetini de
sık sık eleştiren Williams Türkiye’nin laik demokratik bir hukuk devleti olduğunu ve kurucusunun da ilelebet yaşayacak olan Mustafa Kemal Atatürk olduğunu söyledi. Konuşması gösteriye katılanlar tarafından sık sık alkışlar ve sloganlarla kesilen Williams, Fethullah Gülen Cemaati konusunda çalışmalarına devam edeceğini ve bu konuyu özellikle Amerikalılar’a gerçek yüzüyle anlatmak için elinden gelen çabayı sarf edeceğini söyledi. Williams konuşmasında cemaatin CIA, Clintonlar ve Obama tarafından desteklendiğini ve

  • Cemaatin Afganistan’da CIA ile uyuşturucu ticaretini yönettiğini ve bugünkü Cemat gelirlerinin büyük bölümünün bu uyuşturucu parası olduğunu da sözlerine ekledi.

Williams, Gülen’in yaşadığı kasabaya sık sık geldiğini ve her geldiğinde çiftliğin üzerinde askeri helikopterlerin alçak uçuş yaptığını ve sık sık inip kalktığını da söyledi. Williams’ın bu iddiası Gülen’in evinin yakınındaki eylemin yapıldığı çiftliğin sahibi tarafından da onaylandı. Çiftlik sahibi de sürekli hale gelen helikopter uçuşlarından sıkıldıklarını ve artık buna bir son verilmesi gerektiğini belirtti. MAAŞINA EL KOYDULAR Williams’ın ardından kürsüye yine Fethullah Gülen karşıtı çalışmalarıyla tanınan Amerikalı aktivist Mary Addi geldi. Addi Gülen cemaati ve charter okullarında yaşanan yolsuzluklar ve işlenen suçlarla ilgili açıklamalarda bulundu. Addi eşinin de bir cemaat okulunda öğretmenlik yaptığını ve maaşına Cemaat tarafından el konulduğunu söyledi. Daha sonraki dönemde itiraz etmeleri üzerine eşinin hapse giden bir süreç yaşadığını da anlattı. Charter okullarındaki ayrımcılıktan, maaşlara zorla el koymaya kadar varan birçok suçu sıralayan Addi bu konuda ABD’de vatansever Türklere destek sözü verdi. YILLIK KAZANÇ 400 MİLYON DOLAR! Addi’nin ardından kürsüye çıkan araştırmacı Sharon Higgins ise Fethullah Gülen Gülen cemaati hakkında oldukça ilginç bilgiler paylaştı. Şu an halihazırda Amerika’da faaliyet gösteren 135 Gülen okulu olduğunu söyleyen Higgins bu okullarda şu an 50 binin üzerinde öğrencinin paralı olarak eğitim gördüğünü söyledi. Higgins, Gülen cemaatinin bu okullardan yıllık kazancının 400 milyon doları bulduğunu söylerken, kazanca yönelik vergi karşılığının ise olmadığını söyledi. TÜRKİYE’NİN MENFAATİ İÇİNDE YOKLAR Amerikalı konukların konuşmalarıını ardından kürsüye Türk Amerikan dernekleri federasyonu eski başkanı Kaya Boztepe çıktı. Boztepe hem İngilizce hem de Türkçe yaptığı konuşmasında Amerika’da yaşayan tüm Türkleri Fethullah Gülen cemaatine karşı birleşmeye çağırdı. Cemaatin, içinde Türkiye’nin menfaati olan hiçbir organizasyon ve konunun içinde yer almadığını söyleyen Boztepe’nin konuşması protestocular tarafından sık sık alkış aldı. Boztepe kendisinin tek bir ünvanı olduğunu ve onun da Kemalist olduğunu belirtti. DENİZ KUVVETLERİNDE CEMAAT TASFİYESİ Boztepe’nin konuşmasının ardından eylemcilerin yoğun alkışları ve tezahüratları eşlinde kürsüye Eski Deniz Harp okulu komutanı Türker Ertürk geldi. Ertürk’ün konuşması sık sık alkış ve sloganlarla kesildi. Ertürk konuşmasında cemaatin Deniz Kuvvetlerinde başlattığı operasyonlara değindi. Türkiye’nin AKP ve Cemaat tarafından ihanete uğradığını söyleyen Ertürk Cemaat-AKP kavgasında vatanseverlerin taraf olmadığını da sözlerine ekledi. “Biz buraya el-etek öpmeye değil gerçekleri açıklamaya ve Fethullah Gülen cemaatini gerçek yüzüyle herkese anlatmaya geldik.” diyen Ertürk, Cemaatin Türkiye’yi sürüklediği karanlık geleceği de anlattı. Türkiye’de verilen savaşın Atatürk’le ve Cumhuriyet’le olduğunu vurgulayan Ertürk, İslam coğrafyasından da örnekler verdi. Suriye konusuna da değinen Ertürk, Suriye’de muhalif diye anılan çetelerin ellerinde silahla dünyanın dört bir yanından gelerek insanları katlettiğini ve bunların Suriye’ye demokrasi değil bölünme getireceğini söyledi. Ertürk islam coğrafyasında bir sıralama yapsak içlerinde en demokratik olan ülkenin Suriye olduğunu söylerken, Türkiye’yi yönetenlerin ülkeyi Dünya’nın en geri, en anti-demokratik ülkeleri olan Suudi Arabistan ya da Mısır haline dönüştürmeye çalıştığını da belirtti. Ertürk konuşmasında Atatürk‘ün Türk kadınına kazandırdığı haklara da değinerek protestocular arasında yer alan kadınları Atatürk’e erkeklerden daha fazla sahip çıkmaya çağırdı. Ertürk’ün konuşmasının ardından eylem Gezi şehitlerinin anılması, İstiklal marşı ve saygı duruşu ile son buldu.

EYLEMDEN NOTLAR

Eyleme Amerika’nın dört bir yanından gelen yüzlerce Türk katıldı. Eylem alanını protestoculara tahsis eden Amerikalı çiftçinin sık sık Cemaat tarafından tehdit ve rüşvet teklif edildiği iddia edildi. Eylemcilerin iddiasına göre eylemden bir gün önce akşam saatlerinde çiftliğe giden Cemaat yöneticileri çiftlik sahibine “onların verdiği paranın iki mislini biz verelim iptal edin..” şeklinde teklifte bulunmuş ancak çiftlik sahibi Cemaat yöneticilerini kovmuş. Eylemde Türklerin yanı sıra çok sayıda Amerikalı da vardı. Hem kasabadan hem de çevre şehirlerden gelen Amerikalılar konuşmaları büyük bir dikkatle dinledi.

CEMAATTEN EYLEM KONTROLÜ

Cemaat üyeleri de eylemdeydi. Cemaat eylemde konuşulanları ve yaşananları tespit etmek için 6 kişilik bir ekip görevlendirdi ve eyleme gönderdi. Ancak protestocular tarafından kolayca fark edilen cemaat üyeleri sık sık tepkilerin odağına oturdu. Hatta fotoğraf çekmeye çalışan iki cemaat üyesine eylemciler pankart ve Atatürk posteri vererek fotoğraflarını çektiler. Anadolu Ajansı da tepkinin odağındaydı. Cemaate yakınlığıyla bilinen Anadolu Ajansı’nın Amerika Temsilcisi de eylemdeydi ancak protestocular tarafından yoğun tepkilerle karşılaştı. AA temsilcisine sık sık “tetikçi olma gazeteci ol”, “hainlik etme vatansever ol” gibi sloganlarla tepkilerini gösterdiler.

KASABADA YAŞAYANLAR İLGİ GÖSTERDİ

Kasaba sakindi. Bir önceki eylemin bir gün öncesinde cemaat tarafından yoğun bir kara propaganda çalışması yapılan kasaba bu kez endişeli görünmüyordu. Kasaba sakinleri eylemcileri sevgiyle karşıladı. Hemen hepsi evlerinden çıkıp konvoy halinde geçen eylemcilere el salladı. Hatta Fethullah Gülen’in hemen yanındaki çiftliğin sahibi bundan sonra eylemcilere kapısının açık olduğunu ve bir sonraki eylemi kendi yerinde düzenlemelerini istedi. Bir önceki eylemde cemaat tarafından dağıtılan “girilmez” şeritlerini bahçelerine çeken kasaba sakinleri bu kez aynı şeyi yapmadı. Sadece 4 ev yine girilmez şeritleri çekti ancak kasabanın tamamının bu kez buna uymadığı görüldü. İlk eylemde tüm park yerlerini kapatan kasaba sakinleri bu kez aynı uygulamayı yapmamıştı.

KONVOY KAPISINA DAYANDI

Çiftlikteki eylemin hemen ardında yüzlerce araçlık konvoyla harekete geçen protestocular Türk bayrakları ve Atatürk posterleri ile donanmış araçlarıyla Gülen’in kapısının önünde eylemi sürdürdüler. Kapının önüne her gelen araçtan atılan sloganlar ve verilen tepkiler cemaat üyelerinin içeri kaçmasına sebep oldu. Kasaba da trafiği bir süre kitleyen eylemciler konvoyla yapılan 5 turun ardından evlerine döndü.

ABD MEDYASI İLGİ GÖSTERDİ

Eyleme ABD medyasından da katılımlar vardı. Hem yerel hem de ulusal birçok medya kuruluşu eylemi takip etti. ABD medyasının eylemcilerle röportaj yapması dikkat çekti.

İLGİNÇ PANKARTLAR

Protestocular eylem için oldukça ilginç pankartlar hazırlamışlardı. Pankartlara Gezi direnişi ve Fethullah Gülen-AKP-Obama ilişkisi damga vurdu. Ayrıca protestocular bastırdıkları yüzlerce Atatürk maskesini yüzlerine taktılar. Gezi direnişinde yaşamını yitiren direnişçiler de unutulmadı. Direnişte yaşamını yitiren 5 kişinin fotoğrafları da poster haline getirilerek protestocular tarafından hem ABD basınına hem de Amerikalı konuklara gösterildi.

“BİR GECE ANSIZIN GELEBİLİRİZ”

Protestocular hem eylem başlangıcında hem de eylem bitiminde bu eylemlerin genişleyerek süreceğini ve Cemaati ABD gündemine oturtana ve gerçek yüzünü anlatana dek pes etmeyeceklerini söylediler. Cemaate de mesaj gönderen protestocular “bir gece ansızın gelebiliriz” sloganlarıyla bu işin burada bitmediğini belirttiler. Eylem organizatörlerinden Armağan Yılmaz, Fethullah Gülen karşıtı eylemlerin Amerika’da genişletilerek büyüyeceğini ve sürdürüleceğini söyledi. Yılmaz, ilk eylemden sonra büyük yol katedildiğini ve ikinci eylemle birlikte artık cemaatin kendisini gizleyemediğini ve afişe olduğunu belirtti. Yılmaz, Cemaat ABD’de tüm gücünü kaybedip çöp kutusuna atılana dek bu mücadelenin süreceğini ve Amerika halkını cemaat konusunda ellerinden gelen tüm imkânlarla bilgilendireceklerini de belirtti. Nihai amaçlarının Türkiye’deki ihanet şebekesinin yıkılması olduğunu belirten Yılmaz, AKP-Cemaat kavgasında taraf değil cenazeyi kaldıranlar olacaklarını
ve ihanet odaklarının geldikleri gibi gideceklerini söyledi. Cemaate yakın Golden Generation Worship and Retreat Center Başkanı Bekir Aksoy imzasıyla kasabada yaşayanlara dağıtılan sakinleştirici bildiriler dikkat çekti. (3.9.13)

Pandora ve AKP’nin kaderi

Pandora ve AKP’nin kaderi

cetin-dogan

Em. Org. Çetin Doğan
AYDINLIK, 29.12.12

Yunan mitolojisine göre Pandora, sadece erkeklerden oluşan “beşinci soyun insanlarını” cezalandırmak için yaratılan ilk kadındır. Erkek soyu adını kötüye çıkarmak için bıkmadan, usanmadan dedikodu yapsa da, Pandora aslında insanoğluna zarar vermek isteyecek en son kişidir. Pandora ve dünyaya getirdiği dişi soyların tek düşüncesi, günü ve geleceği güven ve mutluluk içinde yaşamak ve yaşatmaktır. Söylencesinin bir yönüyle, tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarında geçen Havva Anamız ile benzeştiği söylenebilir.

İnanışa göre, Zeus’un açmaması konusunda sıkı sıkı tembih ettiği gizemli “Kutuyu” Pandora’nın meraktan açmasıyla olan olur. İnsanoğlunun hayatını cehenneme çeviren kötülükler etrafa yayılmaya başlar. Pandora işin farkına varıp kutuyu kapadığında iş işten geçmiş, kutuda umuttan başka bir şey kalmamıştır. Görünen o ki bu yayılmadan en çok, üç evrensel dinin hem doğum ve hem de çatışma alanı olan Ortadoğu etkilenmiştir. Günümüzde Ortadoğu’da tanrı ile iletişim içinde olduğuna inanan, misyon sahibi olduğunu söyleyen, zıvanadan çıkmışların sayısı hayli kabarıktır. Bölgede bu tür fırka (parti) ve efradın (bireylerin) zuhuru ile insanoğluna her türlü kötülüğün yapılması, mitolojiye az-biraz gerçeklik sanısı katmaktadır.

AKP’nin misyonu

Mitolojiye inanmasak da, AKP’nin 10 yılda yaptıkları ile ülkemizin, insanlarımızın sorunlarını çözmek için değil adeta onları cezalandırmak için iktidara geldiğini, getirildiğini düşündürüyor. Buna “Pandora Sendromu” da diyebiliriz. Bir hastalık tablosu olarak algılanması giderek yaygınlaşan bu olgunun, AKP’nin sonunu getireceğinden emin olabilirsiniz. AKP’nin iktidara taşınmasında önayak olan, destek veren dış güçlerin de geçen zaman içinde onun köktendinci “Radikal İslam’ın” panzehiri olamayacağını yeterince anladıklarını sanırım. Ortadoğu’ya örnek olacak “Ilımlı İslami Demokrasi” hayalinin demokrasi ile ilgisiz bir dikta yönetim şekline dönüştüğünün, cümle âlem farkındadır. Derin devlet yapısını temizleyeceğiz, vesayet rejimini yıkacağız diyerek yola çıkanlar, kendi derin devletlerini ve vesayet rejimlerini kurmuşlardır.

Ülkemizde “ileri” ve “iffetli” demokrasi ve hakça bir düzen kurma vaadi ile iktidara gelen AKP, yarım yamalak işleyen demokrasimize tasallutta bulunmuş, toplumsal ve ekonomik düzendeki çarpıklık ve çatlaklıkları derinleştirmiş, ülkemizde ve bölgemizde mezhep çatışmalarını körükleyici adımlar atmaktan kaçınmamıştır. Gaddar, çağdışı bir yönetimin iktidarda olmasının ceremesini sadece ülkesi değil, başta komşuları olmak üzere dünyanın da çektiğini kimse unutmamalıdır.

Düzmece değil, gerçek bahara doğru

Yurdumuzda ve dünyamızda yaşanan zincirleme siyasi, ekonomik ve askeri sarsıntılar erkek soyundan önce Afrodit’in güzelliği, Atena’nın zekası, Apollon’un bilgeliği ile donatılan günümüz Pandoralarını uyandırmıştır. Onlardaki gelecek kaygısının yarattığı doğurganlık ve sevginin gücü, umudu gizemli kutudan çıkartıp paylaşarak çoğaltmış, yeşertmiştir. Bugün varsak, yaşıyorsak, dayanıyorsak bunun nedeni kadınlarımız, kızlarımız eliyle umudun ak güvercinler misali, gözle görülür şekilde etrafa saçılmaya başlamıştır. Yurdumuzdaki gençler, genç kalmayı becerenler onların çağrısına elvermekte, katılmakta elbette daha fazla gecikemezdi. Her gün yaşananlar, her türlü baskıya, şiddete rağmen mayanın tuttuğunu, ilkbaharla birlikte özgürlüklerin boynuna geçirilen, vurulan zincirin, tasmanın kırılarak, bu defa düzmece değil, “Gerçek Türk Baharı”nın doğacağının habercisidir.

AKP’yi çöpe atma zamanıdır

Kısacası, görmek isteyenler için AKP’nin üzerindeki yaldız dökülmüş, neyin kurucusu, kimlerin kurtarıcısı olduğu gün yüzüne çıkmıştır. Aydınlık güçlerin yeri göğü sarsarak yürüyüşleri zincirleme reaksiyona dönüşmüştür. Geçtiğimiz 29 Ekim ve 10 Kasım’da bütün yurtta, 13 Aralık’ta Silivri’de, 18-25 Aralık’ta başta ODTÜ olmak üzere önde gelen üniversitelerimizde, 23 Aralık’ta Menemen’de, ülkemizin yüz akı aydınlarımız ve sanatçılarımızın “Reddediyoruz/ Ferman Padişahın Ülke Bizimdir” çağrısını yaptıkları Bostancı’da ve de bugün (27 Aralık) yine “Cumhuriyetin değil AKP’nin yıkılacağı” mesajını Silivri “Zulümhane” kapısında yinelediler.

Ulusumuzun Cumhuriyet’e, Atatürk’e ve onun devrimlerine bağlılığını, karşı devrimcilere geçit vermeme yolundaki kararlılığını ortaya koyan görkemli gösteriler, uyanışın ve de “gerçekten iyi şeyler olacağının” işaretidir. Usta yazarımız Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı’nda koro halinde söylettiği “İnsanoğlu tuhaftır, kendi yapar, kendi tapar” dizeleri çok gerçekçidir. Velâkin, insanoğlunun hakkını yememek için buna bir mısra eklenmesi uygun olur inancındayım. Bu dizeyi ülkemizde oynanan büyük oyunun yeni yıldaki son perdesinde, halkın söyleyeceği nakarat olması dileği ile ekleyelim; vakti geldi mi, çöpe atar… Gerçekten de gelecek seçimlerde ortaya çıkacak şansın, şimdiden kolları sıvayarak iyi kullanılması halinde, AKP’nin kaderinin çöpe atılmak, deliğe süpürülmek olacağından kuşku duymuyorum.

Yeni yılda bütün dostlara sağlık ve esenlik dileklerimle.