Etiket arşivi: Onur Öymen

EGE SORUNLARI

EGE ADALARI

Onur Öymen
E. Büyükelçi

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın Yunanistan’ın antlaşmalara aykırı olarak Ege’deki bazı adaları silahlandırdığı yolundaki ifadeleri ve Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’nin sorunların görüşmeler yoluyla çözümünü istediği yolundaki açıklaması ile ilgili olarak Sputnik Ajansının sorularına karşı özetle şunları söyledim:

Türkiye ve Yunanistan, 1997’de Madrid’de yapılan NATO zirvesinde 6 maddelik bir mutabakata varmıştı:

O dönemde Dışişleri Müsteşarı olarak Madrid’deki NATO zirvesinde hazır bulunmuştum. Madrid Mutabakatında; Barış, güvenlik ve iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesinin devamı hususlarında karşılıklı taahhütte bulunulmuştu.

Mutabakatta tarafların birbirlerinin egemenliğine, uluslararası hukuk ilkelerine ve uluslararası anlaşmalara saygı gösterecekleri vurgulanmakta ve Ege’deki meşru, yaşamsal çıkarlara ve endişelere karşılıklı saygı, yanlış anlamalardan kaynaklanan ihtilaflardan kaçınılması arzusu ve tek taraflı eylemlerden sakınılması yükümlülüğü yer almaktaydı. Anlaşmazlıkların, ortak rızaya dayanarak ve kuvvet kullanımı veya kuvvet tehdidi olmadan barışçı yollardan çözümlenmesi taahhüt edilmişti. Ne yazık ki, Yunanistan bu taahhütlerine uymadı. 

Bence Yunanistan’la görüşmeler konusunda fazla iyimser olmamak gerekiyor.

Zira, Madrid Mutabakatı’nda ‘uluslararası hukuk ilkelerine ve uluslararası anlaşmalara saygı’ maddesi de yer alıyordu.                         

1923 tarihli Lozan ve 1947 tarihli Paris Antlaşmalarında bazı adaların silahsızlandırılması öngörülüyordu. 

Türkiye ile Yunanistan arasında uzun yıllardan beri süren önemli ihtilaflardan biri Yunanistan’ın Lozan ve Paris anlaşmalarının açık hükümlerine karşın bu adaları silahlandırmasıdır. Madrid metnine bakılacak olursa Yunanistan’dan beklenen Lozan ve Paris anlaşmalarına saygı göstermesiydi. Maalesef Yunanistan bu hükümlere saygı göstermedi. Sıkıntı buradan kaynaklanıyor. Yunanistan’la buna benzer pek çok sorunumuz var.

Şimdiye dek sonuç alınmayan bu gibi deneyimlerin ardından bugün de Yunanistan’la olası görüşmeler konusunda ihtiyatlı olmak ve aşırı iyimserlikten kaçınmak uygun olur. Türk-Yunan ilişkilerinde böyle mutabakatlar çok olmuştur ama sonuç verici olmamıştır. Şimdiye dek Yunanistan’ın uluslararası anlaşmalara, özellikle Lozan ve Paris anlaşmalarına uyma niyetini görmedik. Yunanistan makul bir zeminde uzlaşmak yerine, maalesef fiili durum yaratarak sorunları çözmek istiyor. Başından beri biz bu deneyimi edindik…

Bu nedenle Türkiye’nin diyalog kanallarını yeniden canlandırma çağrısının karşılık bulsa bile sonuca ulaşma şansının düşük olduğu görüşündeyim.

Saygılar, sevgiler. 01.02.2020

İstanbul Seçimleriyle İlgili Düşünceler

İstanbul Seçimleriyle İlgili Düşünceler

Onur Öymen
31 Mart 2019’da yapılan yerel seçimlerin üzerinden yaklaşık iki ay geçmesine karşın seçim süreciyle ve özellikle YSK’nın İstanbul seçimlerinin yenilenmesine ilişkin kararı ile ilgili tartışmalar bitmedi.
Saygın hukuk uzmanlarının büyük bir bölümü yapılan kimi işlemlerin, özellikle YSK’nın kararının ‘tam kanunsuzluk’ niteliği taşıdığı için yok hükmünde olduğu görüşünde ısrar ediyorlar.
Aynı zarftan çıkan dört oy pusulasından üçünün geçerli, birinin geçersiz olduğu yolunda YSK’nın aldığı kararın hukukun temel ilklerine, yasalara hatta sağduyuya aykırı olduğunu dile getirenler çoğunlukta. Dünyada da bu durumun bir benzerini hatırlayan yok.
Yasaların açık hükmüne rağmen, oylamanın yedi üyeden oluşan asıl üyeler yerine, dört yedek üyenin de katılımıyla yani 11 üyenin oyuyla gerçekleştirilmesinin ‘tam kanunsuzluk’ oluşturduğu görüşüyle değerli hukukçular Atilla Kart ile Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun yaptığı girişimler konuyu bir kere daha gündeme getirdi.
AKP’nin kurucularından, Başbakan eski Yardımcısı, tanınmış hukukçu Ertuğrul Yalçınbayır’ın tartışmaların başından beri, bu oylamanın ‘tam kanunsuzluk’ oluşturduğu için yok hükmünde sayılması ve buna karşı Danıştay’da dava açılması gerektiği yolundaki görüşünde ısrar etmesi dikkat çekici.
Bütün bu gerçekler ortadayken yeni bir seçim sürecine girildiği için artık sorunun hukuksal boyutu üzerinde ısrar edilmemesi gerektiğini düşünenlerin bulunduğu görülüyor. Bu görüşü savunanlar esasen YSK’nın kararlarının kesin olduğunu, bu nedenle iç ve dış yargı yoluna gidilmesinin sonuç vermeyeceğini ileri sürüyorlar. Bence, “nasıl olsa beklediğimiz kararı alamayız, o nedenle hukuk yollarına başvurmaktan vazgeçelim” görüşü hukukun üstünlüğünün sağlanması için mücadele etmekten vazgeçmek ve hukuka uygun olmadığını bile bile bir kararı içimize sindirmek anlamına gelir.
Yaşanan bütün olumsuzluklara ve hukuken savunulması olanaklı olmayan engellemelere karşın, Ekrem İmamoğlu’nun 31 Mart’ta olduğu gibi 23 Haziran’da da başarılı bir sonuç alacağı inancı toplumun geniş kesimlerince paylaşılıyor.
Ancak hukukun üstünlüğünün, demokrasinin ve insan haklarının korunması en az seçimin kazanılması ölçüsünde önemlidir. Bu konu, ayrıca, hukukun en eski ve en geçerli kurallarından biri olan “kanunsuz suç olmaz, kanunsuz ceza olmaz” ilkesinin açık bir ihlalini oluşturmaktadır.
Çünkü, hiçbir belgede 31 Mart seçimlerini Ekrem İmamoğlu’nun değil de, rakibinin kazandığını gösteren bir kanıt yoktur. Dolayısıyla, gerek Ekrem İmamoğlu, gerek O’nu destekleyen siyasal partiler, gerekse İmamoğlu’na oy veren seçmenler hukukun temel ilkelerine aykırı biçimde cezalandırılmış olmaktadırlar. Aynı zamanda, bu durum İmamoğlu açısından tam bir hak ihlali oluşturmaktadır.
Şu veya bu gerekçeyle, herhangi bir yargı kurumunun bu gerçeği göz ardı etmesi yalnız hukuka değil, akla ve sağduyuya da aykırı olacaktır.
2017 yılından beri, Türkiye’nin hukuk ve demokrasi alanlarındaki eksiklikleri gerekçesiyle yeniden Avrupa Konseyi’nin denetimine alınmış olması da göz ardı edemeyeceğimiz ölçüde ciddi bir konudur ve Türkiye’nin üyelik sürecinin sürdürülmesinin önündeki en büyük engellerden biridir.
O bakımdan, YSK’nın aldığı kararla ilgili tartışmaların ve bu konuda atılacak adımların büyük önemi vardır.
Bence, bu aşamada yapılabilecek hatalardan en büyüğü hiçbir şey yapmamaktır.
Saygılar, sevgiler. 29.05.2019

ONUR ÖYMEN’in “İstanbul seçimlerinin iptali” HAKKINDA HALK TV’ye DEMECİNİN ÖZETİ

ONUR ÖYMEN’in “İstanbul seçimlerinin iptali” HAKKINDA HALK TV’ye DEMECİNİN ÖZETİ

Onur Öymen

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Bu gün (14 Mayıs 2019) İstanbul seçimlerinin iptaliyle ilgili olarak Halk TV’ye verdiğim demecin özeti aşağıdadır:

Yüksek Seçim Kurulu’nun 31 Mart 2019’da İstanbul’da yapılan yerel seçimlerin yenilenmesi kararı birçok açıdan Türkiye’de hukuk devleti ve demokrasinin geleceği açısından bir nirengi noktası, bir kırılma noktası olmaya adaydır.

Seçmenlerin hiçbir kusuru olmadığı halde milli iradenin gerçekleşmesine olanak verilmemiştir.

Bunun temelinde yatan nedenlerden biri, YSK’nın oy verme usulünde yasayla yapılan düzenlemeden uzaklaşılarak farklı bir yöntem benimsenmesidir. 298 sayılı yasanın 113. maddesi, itirazlarla ilgili oylamanın YSK üyelerinin tam sayısıyla yapılması kuralını koymuştur. Oysa YSK, bir süreden beri yaptığı gibi bu kuraldan uzaklaşarak yedek üyelere de oy verdirmiş, böylece yalnızca 7 asıl üye tarafından verilmesi gereken AKP itirazıyla ilgili karar 4 yedek üyenin de katılmasıyla 11 üye tarafından verilmiştir. Prof. Süheyl Batum, Prof. Oya Araslı, Prof. Levent Gönenç, AKP’nin kurucularından eski Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır, Danıştay eski Başkanı Nuri Alan, Anayasa Mahkemesi eski Raportörü Osman Can gibi saygın hukukçular bu konudaki görüşlerini ve kaygılarını dile getirmişlerdir. Sayın Gönenç’in Doçentlik tezi bu konudadır. Aynı görüşü savunan başka bilimsel makaleler de vardır. Birçok hukukçu seçimi iptal kararının tam kanunsuzluk durumu yarattığını ve yok hükmünde olduğunu belirtmektedirler.

YSK’nın 1950 yılındaki kuruluşundan başlayarak, o zaman geçerli olan 5545 sayısı yasaya dayalı olarak salt asli üyeler oy kullanmıştır. Sayın Prof. Gönenç’in TEPAV’da yayınlanan makalesinde de belirtildiği gibi, o tarihlerde 1 Başkan 10 asli üye ve 6 yedek üye bulunmakta ve kararlar 11 asli üyenin salt çoğunluğuyla alınmaktaydı. O yasada üye tam sayısı olarak 11 üyenin belirtilmesi yedekler dışında asıl üyelerin sayısını göstermektedir. Şimdi yürürlükte olan 298 sayılı yasanın 113. maddesinde tam sayıdan söz edilirken 5545 sayılı yasadaki usule atıfta bulunulmakta, yani YSK’nın yalnızca asli üyelerinin oy kullanması öngörülmektedir. Ancak asıl üyelerden birinin özürü olması durumunda onun yerine toplantıya bir yedek üyenin katılması ve onun yerine oy kullanması gerekmektedir. Eğer üye tam sayısından kastedilen asli üyelerle yedek üyelerin birlikte oy vermeleri olsaydı, bir üyenin özürü durumunda oy vermek olanaklı  olamazdı.

Esasen Anayasa Mahkemesinin benzeri konuda yedek üyelerin de oy vermesini öngören bir mahkeme kararına karşı, 30 Temmuz 2007 tarihinde verdiği 2007/84E.2007/74K sayılı kararda da asıl üyelerle yedek üyelerin farklı işlevleri olduğu belirtilmekte ve yedek üyelerin oy vermesi istemi reddedilmektedir.

Sayın Prof. Gönenç’in makalesinde belirtildiği gibi, YSK’nın bir genelgeyle yedek üyelere asli üyelerle birlikte oy verme hakkı tanıması anayasanın ve yasaların açık hükmünü çiğneme (ihlal) anlamına gelecek ve bu şekilde verilen oylar tam kanunsuzluk sonucunu doğuracaktır. Zira bir genelgeyle Anayasa veya yasanın hükmünü değiştirmek olanaklı değildir.

Sayın Yalçınbayır’ın bir TV programında belirttiği gibi,

  • YSK’nın kararlarının kesin olması seçimlerle ilgili kararlar açısından geçerlidir,
    ama aldığı idari kararların denetim dışı sayılması sonucunu doğurmaz.

Bu nedenle YSK’nın asli üyelerle birlikte yedek üyelere de oy hakkı tanıması yolundaki idari kararına karşı Danıştay’da dava açmak olanaklıdır.

Öte yandan, hukukun temel kurallarından biri Roma hukukundan beri geçerli olan “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesidir. AKP’nin itirazının konusu olan sandık kurullarının oluşumuyla ilgili konuda sayın İmamoğlu’nun hiçbir kusuru veya sorumluluğu yoktur. Bu nedenle O’nun kazandığı seçimi kendi kusuru olmayan bir nedenle iptal etmek, yani kazandığı bir hakkı elinden almak açık bir hak ihlalidir. Bu nedenle, O’nun Anayasa Mahkemesine başvurarak bu hak ihlalinin düzeltilmesini istemeye hakkı olduğu kanısındayım. Yasalarımıza göre, böyle durumlarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru yolu da açıktır.

Bence bütün bu nedenlerle YSK’nın seçimlerin yenilenmesi kararı yanlıştı, bu yanlışın düzeltilmesi ve İmamoğlu’nun mazbatasının iadesi gerekir.

Aynı zarf içinde bulunun ve aynı sandık kurulu tarafından denetlenen 4 oy pusulasından üçünün geçerli, yalnızca Belediye Başkanlığı için verilen oyun geçersiz olduğunu ilan etmenin de yalnız hukukla değil, mantıkla da bağdaşır bir yanı yoktur.

  • 3’ü tam 1’i şaibeli kararı konusunda zaten yorum dahi yapmaya gerek yoktur.

Nihayet, YSK’nın kararının gerekçesi ve muhalefet şerhleri açıklanmalıdır. Özellikle, karara karşı çıkanların niçin karşı oy kullandıklarını açıklamaları merakla beklenmektedir.

  • Çağdaşlığı ve demokrasiyi yaşatmak, başta siyasal partiler olmak üzere, herkesin görevi ve boynunun borcudur. Tarih ileride hem sorumluluk taşıyanlar hem de haklarını yeterince savunamayanlar hakkında hükmünü verecektir.

Atatürk’ün çağdaş bir hukuk düzeni kurmak ve çağdaş hukukçular yetiştirme yolundaki düşüncelerini merak edenler onun 1925 yılında Ankara Hukuk Fakültesinin açılışında yaptığı konuşmayı okumalıdırlar.

Cumhuriyetimizin fabrika ayarlarına dönmek için adil ve yansız bir hukuk düzenine kavuşmak öncelikli hedefimiz olmalıdır.

Saygılar, sevgiler, 14.5.19

========================================
Dostlar,

Sayın Öymen’in irdelemesini hemen hemen bütünüyle paylaşıyoruz.
Özellikle YSK kararlarının kesin olması ve Anayasa md. 79, ilk fıkra son tümcede yer alan

  • Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.

kuralının doğru yorumu, YSK’nın “seçim işleri ile ilgili kararları ile sınırlı olması” dır. Anayasanın 125. maddesi, daha ill tümcesinde,

  • İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.

kuralını içermektedir. YSK’nın 7 asıl üye yerine 4 yedekle birlikte toplanması ya bir idari karar uyarınca yürütülen “idari işlem” dir ya da böylesine bir yazılı karar yok ise eylemli (fiili) bir davranış, hukuksal deyimi ile “idari eylem” dir. Her 2 durumda da Anayasa md. 125 bağlamında idari yargı denetimine bağlıdır ve yetkili organ da 2575 sayılı yasa uyarınca Danıştay’dır.

Bu yolun hızla denenmesi ve “yürütmeyi durdurma” istemli dava açılması çok yerinde olacaktır. Olası red kararında ise, bu kararın kesinleşmesini izleyerek Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu (Anyasa md. 148) yolu açıktır. Ne var ki bu işlemler zaman alıcıdır ve 23 Haziran öncesi sonuç almak neredeyse olanaksız gibidir. Seçim sonrasında olumlu sonuç alınırsa, AKP iktidarı bu kez “eylemli olanaksızlık” (fiili imkânsızlık) gerekçesine sarılabilecektir.

Gene de ülke içinde hukuksal olanakların kullanılması, tüketilmesi ve böylelikle AİHM yolunun açılması uygun olacaktır.

Sevgi ve saygı ile. 14.5.19

Ahmet SALTIK BSc, MSc
Anayasa Hukuku PhD Öğrencisi
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net

 

23 Nisan’da Egemenlik, Bağımsızlık, Hukuk ve Demokrasi Düşünceleri

23 Nisan’da Egemenlik, Bağımsızlık, Hukuk ve Demokrasi Düşünceleri

Onur Öymen

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 99. yıldönümünü kutladığımız bu günlerde Atatürk’ün egemenlik ve bağımsızlıkla ilgili sözlerini, milli irade, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığına ilişkin düşüncelerini anımsamakta yarar var.  

Atatürk şöyle diyordu:

  • “Toplumda en yüksek özgürlüğün, en yüksek eşitlik ve adaletin sürekli biçimde sağlanması ve korunması ancak ve ancak tam ve gerçek manasıyla ulusal egemenliğin kurulmuş olmasına bağlıdır.” 

Şu sözler de Atatürk’e aittir:

  • “… Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu milletin başında hiçbir güç yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.” 

Atatürk milli iradeye dayalı parlamenter demokrasiyi kuvvetle savunuyordu. Ülkemizde Amerikan tipi bir rejimin benimsenmesine karşıydı.  

Şu sözler Atatürk’e aittir:

  • “…Hep biliyoruz ki, memleketin başına gelen felaketlerin çoğu kişisel idareden gelmiştir. Bu kadar geri kalmamızın başlıca nedenlerinden biri budur. Biz öteden beri böyle bir idareyi bertaraf etmek için mücadele ettik. Amerikan sistemini memleketimizde tatbik etmeyi hiç hatırıma getirmedim, sistemsiz ve kanunsuz tarzda Reisicumhurluk ile Başvekaleti birleştirmeyi düşünmedim.” 

Atatürk milli iradeye dayalı demokrasiyi ancak çağdaş bir hukuk sistemi içinde gerçekleştirebileceğimizi düşünüyordu. 1925 yılında Ankara Hukuk Fakültesinin açılışında yaptığı konuşma bu konudaki düşüncelerini açık bir dille yansıtıyor.   

Atatürk o konuşmasında şöyle diyor:

  • “…Türklerin 1453 zaferini, yani İstanbul’un fethini gözlerinizin önünde canlandırınız. Bütün bir dünyaya karşı İstanbul’u sonsuzluğa değin Türk topluluğuna kazandıran güç ve kudret, aşağı yukarı aynı yıllarda bulunmuş olan matbaanın Türkiye’ye kabulü için hukukçuların uğursuz direncini kırmayı başaramamıştır. Bunun için üç yüz yıl beklemek gerekmiştir…Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluş anlarında onun bugünkü nitelik ve durumunu hukuk esaslarına ve bilim esaslarına aykırı sayanların başında ünlü hukuk bilginleri geliyordu. Mecliste egemenliğin kayıtsız şartsız ulusta olduğunu belirten kanunu önerdiğim zaman bunun Osmanlı Anayasasına aykırı olduğunu iddia ederek karşı çıkanların başında yine eski hünerleri ile ulusu aldatan tanınmış hukuk bilginleri bulunuyordu….”
  • “Yüksek Uzmanlardan kurulu Baro Kurulu, açıkça Halifeci olduğunu duyuran birisini seçip kendisine başkan yapmıştı.”
  • “Büsbütün yeni kanunlar yaparak eski hukuk esaslarını temelinden ortadan kaldırmak girişimindeyiz…Sizler Cumhuriyet döneminin gerçek hukuk bilginleri, olacaksınız.”  

 Hukuk, yargı, adalet, seçim hukuku gibi konularda önemli gelişmelerin ve tartışmaların yaşandığı bu günlerde bütün siyasetçilerimizin, hukukçularımızın, gazetecilerimizin ve aydınlarımızın  Atatürk’ün Ankara Hukuk Fakültesi’nin açışında yaptığı konuşmanın tümünü okumalarının çok yararlı olacağı düşüncesindeyim. 

Son gelişmeler, başta hukuk olmak üzere, Cumhuriyetimizin kuruluşundaki fabrika ayarlarına dönmemizin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha göstermektedir.  

Saygılar, sevgiler, 25.4.19

Seçim Tartışmalarında Dile Getirilen Önemli Bilgiler

Seçim Tartışmalarında Dile Getirilen Önemli Bilgiler

Onur Öymen
İstanbul Seçimleriyle ilgili tartışmalar çerçevesinde bugün Fox TV’de İsmail Küçükkaya’nın programında yasalara ve YSK’nın önceki kararlarına atıfta bulunarak görüşlerini açıklayan Anayasa Hukukçusu Doç. Dr. Burak Çelik özetle şunları anlattı:

“Maltepe’de oyların tümünün sayılmasına YSK karar verdi. YSK, İlçe Seçim Kuruluna bir karar göndererek seçimin bir an önce bitirilmesini istedi. Siyasi partileri de bu sürece davet etti. YSK, partilerin oyların sayımı sırasında orada bulunabileceğini ve hatta bulunmalarının uygun olduğunu belirtti. Bulunmazlarsa veya ayrılırlarsa bu sayımı durdurmaz dedi. İlçe seçim kurulu da buna dayanarak masa sayısını artırdı. Maltepe’de iki seçim kurulu var. Bu masa sayısının artırılması kararını iki seçim kurulu birleşerek aldı. Bunun üzerine yapılan yeni bir itiraz nedeniyle YSK, “İlgili kararınız doğru ancak her iki kurul ayrı ayrı karar almalıdır.” dedi. 

Türkiye’deki sisteme göre il ve ilçe seçim kurullarında siyasal partiler de bulunur. İlçe seçim kurulları, yargıç üyelerin muhalefetine karşın, sayılmış olan oyların kabul edilmemesine ve yeniden sayılmasına karar verdi.” 

Küçükkaya: “Maltepe’deki seçimler İmamoğlu’nun seçimini etkiler mi?” 

Burak Çelik: “Bu özetlediğim tablo, bu tartışmayı hiçbir şekilde etkilemez. O tartışma YSK’nın kararıyla sonlanmıştır. YSK, benim kararıma uyun demiştir. Ayrıca, en son olarak YSK, sayılmış oylar geçerlidir de dedi. Maltepe’ye ilişkin bir de seçmen taşıma iddiası var. İkincisi de sandık kurulunun usulüne uygun oluşturulmadığı iddiası.

Şimdi şunu anımsatmak istiyorum: Bütün bu süreç takvime bağlanmış ve yargı gözetiminde yürütülen bir süreçtir. Dolayısıyla sandık kurullarının oluşumu da takvime bağlanmıştır. 13 Aralık 2018’de bunun usulleri belirtilmiştir. 

22 Şubat’ta İlçe seçim kurulu başkanı olan yargıç, mülki idare amirlerinin kendisine gönderdiği listeden kura yöntemiyle sandık kurulu üyelerini belirledi. Buna karşı yapılacak itirazın süresi 2 Mart Cumartesi son buldu ve itirazlar kesin olarak sonuçlandırıldı. Dolayısıyla sandık kurullarının usulüne uygun oluşturulmadığı yönündeki iddia da, artık süreç tamamlandığı için Büyükşehir seçimlerini hiçbir şekilde etkilemez.” 

“Önemli bir husus daha var: 298 sayılı seçim kanununun ilgili maddesinde seçim iptallerinin hangi durumlarda yapılabileceği belirtiliyor.”

 Küçükkaya:”14 bin ile 13 bin arası bir farkla Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı gözüküyor ve burada bu gerçeği değiştirecek bir durum olmadığı anlaşılıyor.” 

Burak Çelik: “Öyle gözüküyor.”  

“Büyükçekmece’deki temel iddia farklı. Büyükçekmece’de bir memurun, İstanbul’un başka ilçelerindeki seçmenleri Büyükçekmece’ye taşıyıp orada nüfusa kaydettirdiği iddiası var. Bununla ilgili olarak seçim öncesinde Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmuş ve memur tutuklanmış. Bu iddialara dayanarak da AKP Büyükçekmece’deki seçimlerin iptal edilmesi istemiyle İl Seçim Kuruluna başvurmuş. İl Seçim Kurulu da şöyle bir gerekçeyle bu iddiayı reddetmiş:

1. Bu iddialara karşı henüz açılmış bir kamu davası yok.
2. Yargı kararıyla kesin mahkûm olmadıkça herkes masumdur.” 

“Bu kararın üzerine AKP, Büyükçekmece seçimlerinin iptali için başvurdu. Aynı zamanda, yalnızca Büyükçekmece’deki seçimlerin değil, Büyükçekmece’deki seçimlerin İstanbul Büyükşehir seçimlerini de etkilediği gerekçesiyle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin de iptalini isteyeceğini söyledi.” 

“Ama, burada birkaç şeyin söylenmesi gerekiyor: YSK’nın 2014 tarihli Iğdır kararı. 2004 seçimleri ile ilgili bir karar aslında bu. Buradaki duruma çok benziyor. Buna benzer başka kararlar da var, 1992, 1994 hatta 2014 seçimleri sonrası verilmiş kararlar. Ama, bu olay daha çok benziyor. O olayda da Iğdır dışından yani çevre ilçelerden ve köylerden seçmen taşındığı iddiası var. Bu iddia yargıya taşınmış, karar 10 yıl gibi uzun bir sürede kesinleşmiş ve bu kişiler mahkûm olmuştu.  

Fakat, 2014’te bu başvuru YSK’nın önüne geldi ve YSK şöyle bir karar aldı: Bu süreç takvime bağlanmış bir süreç. Burada itirazlar için belirli süreler öngörülmüş durumda. Bu süreler geçirilmiş. Ayrıca burada itirazlar üzerine verilen yargı kararları var. Yargı kararları da artık kesinleşmiş. Kesinleşmiş yargı kararları kesindir, herhangi biçimde değiştirilemez.” 

“Büyükçekmece olayına da örnek oluşturacak biçimde bu gibi birçok karar var ve her kezinde “kesin yargı kararı, kesin yargı kararıdır, başvuruyu takvime göre yapmadınız” diyor YSK.” 

“YSK eğer bu içtihada bağlı kalırsa, Büyükçekmece’yi de reddedeceğini düşünüyorum.” 

Anayasa Hukukçusu Doç. Dr. Burak Çelik, özetle şunları vurguladı:

“1. YSK’nın Büyükçekmece itirazını reddetmesini bekliyorum.
2. Eğer bu iddialara itibar ederse ve eski içtihadından ayrılırsa bile, nüfus nakli varsayılsa dahi, hangi ilçeden oy verirse versin seçmenin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçimlerinde vereceği oy değişmez ve Büyükşehir sonuçlarını etkilemesini beklemiyorum.” 

Saygılar, sevgiler. (16.4.19)

İstanbul Seçimleriyle İlgili Düşünceler

İstanbul Seçimleriyle İlgili Düşünceler

İstanbul seçimleriyle ilgili tartışmalar seçmen kaydırma iddialarına odaklandı. CHP yetkilileri seçmen kaydırma iddiaları konusundaki gelişmeleri anlattılar, seçmen sayılarıyla ilgili olarak kamuoyuna bilgi verdiler ve bir usulsüzlük olmadığını söylediler.
Meselenin başka bir boyutu da şu:
2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Büyükçekmece’de oyların dağılımı şöyleydi:
Recep Tayyip Erdoğan 67879 (%45,47)
Muharrem İnce 65365 (%43.78)
Merak Akşener 8364 (%5.60)
İnce + Akşener Toplamı 73729
2019 Belediye Seçiminin sonuçlarına göre İYİ partinin desteklediği CHP ile rakibi AKP’nin aldıkları oylar şöyle:
CHP 72.853
AKP 68.671
Büyükçekmece’de CHP’li ilçe başkanının aldığı oy Cumhurbaşkanlığı seçiminde İnce ve Akşener’in aldığı oy toplamından 876 oy daha azdır. Buna karşılık AKP’nin aldığı oy sayısında küçük de olsa bir artış var.
Peki kaydırıldığı söylenen 10 binden fazla kişinin oyu nereye gitti?
Saygılar, sevgiler, 09.04.2019

Trump’ın Golan Tepeleriyle ilgili Açıklamasının Düşündürdükleri

Trump’ın Golan Tepeleriyle ilgili Açıklamasının Düşündürdükleri

Onur Öymen

Başkan Trump 1967 Arap-İsrail savaşı sırasında İsrail tarafından işgal edilen Suriye’ye ait Golan Tepelerinin İsrail’e ait olduğu iddiasını içeren bir kararname imzalayarak Birleşmiş Milletlerin 17 Aralık 1981’de oybirliğiyle kabul ettiği 497 sayılı karara açıkça meydan okumuştur. Trump’ın bu kararı AB, Rusya, Türkiye ve BM Genel Sekreterinin sözcüsü tarafından tepkiyle karşılanmıştır. 

İsrail Parlamentosu 1981’de Golan Tepelerinin İsrail’e ait olduğu yolunda bir karar almış, ancak bu karar BM Güvenlik Konseyi’nin 17 Aralık 1981 tarihinde oybirliğiyle aldığı söz konusu 497 sayılı kararıyla reddedilmişti. Bütün ABD yönetimleri o tarihten beri bu karara destek olmuşlardı. 

Trump’ın bu yaklaşımı BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesini ve Orta Doğu’daki bütün ülkelerin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesini isteyen 242 ve onu destekleyen 338 sayılı kararlarına da aykırı bulunmaktadır. 

ABD’nin bu tutumu bölgedeki en önemli stratejik müttefiki olarak gördüğü anlaşılan İsrail’e destek vermek için uluslararası hukuku göz ardı edebileceğinin bir işareti olarak görülmelidir. ABD, kısa bir süre önce, gene BM kararlarına aykırı olarak Kudüs’ü resmen İsrail’in başkenti olarak kabul ettiğini açıklamıştı. 

Stratejik açından büyük önem taşıyan ve zengin su (AS: ve petrol) kaynaklarına sahip olan Golan tepelerinin iadesi, Suriye tarafından, öteden beri barışı sağlamaya yönelik bir anlaşmanın ön koşulu olarak görülmüştür. 

Trump’ın aldığı bu karar, ileride Suriye’nin kuzeyinde, PYD’nin deneetlediği bölgede Suriye’nin egemenliği dışında bırakılacak otonom (AS: özerk) bir bölgenin yaratılması hedefinin ilk işareti olarak da görülebilir. 

Bu gibi gelişmelerin etkisiz kılınabilmesi için Türkiye’nin Arap ülkeleriyle, Batı Avrupa ülkeleriyle ve öbür ilgili ülkelerle yakın temas ve işbirliği içinde olması ve konunun esas muhatabı olan Suriye ile diplomatik ilişkiler kurması şimdi her zamandan daha büyük bir önem kazanmıştır.  

Saygılar, sevgiler, 26.03.2019

 

Adana Mutabakatı

Sputnik ajansının Adana mutabakatıyla ilgili sorularına karşılık verdiğim mülakatın özeti

Onur Öymen

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Sputnik ajansının Adana mutabakatıyla ilgili sorularına karşılık verdiğim mülakatın özetini aşağıda sunuyorum:

Adana Mutabakatı’nın özü şudur : Türkiye ve Suriye arasında terörle mücadele konusunda kapsamlı bir işbirliği gereklidir. Adana Mutabakatı’nın ve sonrasında imzalanan anlaşmanın bir anlam ifade edebilmesi için Türkiye ve Suriye arasında bir işbirliği mekanizmasının çalıştırılması gerekiyor.

“Türkiye ile Suriye arasında mutlaka terörle mücadele konusunda bir işbirliği yapmasının çalıştırılması lazım. Çünkü bir ülkenin topraklarından teröristlerin bertaraf edilmesi öncelikle o ülkenin hükümetinin görevidir. Suriye’de terör faaliyeti varsa IŞİD, PYD, PKK, Nusra, kim olursa olsun, bunlarla mücadele etmek birincil olarak Suriye’nin görevidir. Suriye gerekirse başka ülkelerden de bunun için destek isteyebilir.

BM Yasasının 2. maddesinin en önemli hükmü;

devletlerin egemenliğinin,
bağımsızlığının ve
toprak bütünlüğünün korunması ve buna saygı gösterilmesidir.

‘Efendim, Suriye’de yanlış işler yapılmıştır, o zaman topraklarının bir kısmına el koyarız’ demek BM yasasına uygun bir yaklaşım değildir.

Şu anda Suriye topraklarının %33’ü PYD ve onun yönetimindeki gruplar tarafından işgal edilmiş vaziyettedir. Suriye’nin başka bazı bölümleri başkalarının denetimi altında, İdlib gibi. Bu uluslararası hukuka açıkça aykırıdır. Bunu hiç kimse savunamaz. Bu bakımdan öncelikle üzerinde durulması gereken bu ilkelerdir.

Bu çerçevede yapılmış olan mutabakatın ve antlaşmanın yürürlüğe konulması gerekiyor.. Bu antlaşmanın yürütülmesi için de Türkiye ile Suriye arasındaki mekanizmalarının faaliyete geçirilmesi bence en uygun yoldur.

Bir, doğrudan doğruya temas etme yolu var. Bu, bugünkü ortamda sağlanamıyorsa, bir ülkenin aracılığıyla bu temasları sağlama yöntemi var. Üçüncü bir ülkede temas imkanı var, Bir uluslararası kuruluşta, diyelim ki BM’deki Türk – Suriye temsilcileri arasında görüşme yöntemi var. Uluslararası alanda evvelce buna benzer yöntemlerin hepsi uygulanmıştır.

Terörle mücadele Türkiye’nin lehine olduğuna göre ve terörle mücadelede Suriye’ye çok önemli bir görev düştüğüne göre, böyle bir temas mekanizması terörle mücadelede daha etkili sonuç verir, ayrıca siyasi çözüm bulunmasına da katkıda bulunur.

Öte yandan terörle mücadelenin hep askeri boyutu düşünülüyor, diplomatik boyutu hemen hemen hiç düşünülmüyor . Oysa Adana Mutabakatı gösterdi ki; Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması, kampların kapatılması, hiçbir askeri güç kullanmadan dahi diplomasiyi etkili bir şekilde kullanarak sonuç alınabilir.

Saygılar, sevgiler.
=========================================
Dostlar,

Erdoğan bilmem kaçıncı kez Moskova’ya gitti önceki günlerde. Belki de Katar’ın “hibesi” (!?) yarım milyar Dolarlık uçağına binmek için gerekçe olmuştur. Kabindeki yandaş gazeteciler de dönüşlerinde kamuoyunu “biçimlendirmek” üzere görevlerini yapacak ya da borç ödeyecektir..

Artık Rusya – Putin de bıkmış olmalı benzer önerileri Erdoğan’ın önüne habire koymaktan ve ikircikli politika (double – track policy) gütmekten vazgeç(e)meyen bu iktidardan. Bir yandan 10-15 bin km uzaktaki bir küresel şeytanın Rusya karşıtı NATO’da sözde “stratejik müttefiki” olacaksınız, bu haydut devletin başı, önceki hafta “Türkiye’nin ekonomisini mahvederiz..” diye dünya diplomasi tarihinde görülmemiş nitelikte bir çıkışla küstah bir tehdit savuracak ve yutkunup yalnızca “üzüldük” diye geveleyecek ve utandırıcı bir siliklikle “stratejik müttefikler birbirine böyle yapmaz..” diye ağlaşacaksınız; bir yandan da yüzyılların sınır komşusu devasa ve kadim Rusya ile aşık atacaksınız..

Yemezler efendiler yemezler…

Sonra da dönüp gelecek ve “Adana mutabakatı” ndan söz edeceksiniz mal bulmuş mağribi gibi.. Sizin “monşerler” dediğiniz dünyanın önde gelen Dışişleri kadrolarından birini dağıtır ve hacı – hoca – takunyalı – çember sakallı – türbanlı – imam.. ehliyetsiz ama sadık (?) yandaş … takımını doldurursanız; 20 yılı geçmeyen yakın tarihte parlak bir diplomasi zaferiniz olan Adana Mutabakatını bile size Rus Dışişleri anımsatır!

Ne acınacak durumdur değil mi??

Ama daha da acınası olan, bu hazin tablo bile içeride AKP tabanına politik pazarlama aracı olabiliyor.. Kapalı salonlarda, ezici bölümü erkek, ezici bölümü türbanlı kadınlar hezeyanla alkışlıyor, alkışlatılıyor!

İnsanımızın düzeyi, eğitimi, politik bilinci böylesine vahim derecede geriletilmiştir.

Asıl endişe edilecek olgu budur ve böylesine afsunlanmış kitlelere tapılan karizmatik önderlerin neredeyse yaptıramayacakları şey yoktur.. Bu sosyo-politik tablonun adı nedir, nasıl kavramlaştırılır?

Kitlesel hipnotizma mıdır?
Sürü psikolojisi midir?
Sosyo-manyak absürdite midir?
Kitlesel dissosiyatif sendrom (sosyal şizofreni) mudur?
……
Nedir nedir ve sonucu nereye varır??
Yakın tarih yıkıcı örnekleriyle dolu..

Sevgi ve saygı ile. 28 Ocak 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Yeniçağ gazetesinin sorularına verdiğim yanıtlar

Yeniçağ gazetesinin sorularına verdiğim yanıtlar

İran’a yönelik Amerikan ambargosuyla ilgili olarak Yeniçağ gazetesinin sorularına verdiğim yanıtlar aşağıda özetlenmiştir:

Türkiye’nin güvenlik, siyasal, ekonomik çıkarlarını engelleyen ambargoların hangileri olduğunun belirlenmesi gerekiyor. Bunların kaldırılması için neler yapılabilir, bunları düşünmemiz gerek. Yoksa, ABD’nin İran’a koyduğu ambargodan Türkiye bir süreliğine muaf (bağışık) kaldı diye sevinmek bence çok yerinde değil. Bir bütün olarak bakalım. Şu anda Türkiye’yi etkileyen ambargolar nelerdir? Soydaşlarımızın oluşturduğu KKTC’yi etkileyen ambargolar hangileridir, nasıl kaldırılır bunlara kafa yormamız lazım.

İran’a yönelik ambargo Orta Doğu’daki dengeleri ister istemez etkileyecektir. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken kimi konular var. Öbür ülkelerin tepkileri ne olacak? İran’ın bu ambargoları telafi etme olanakları ne olacak? Avrupalılar da bu ambargolara karşı olduklarına göre İran’ın bu sıkıntısını hafifletecek önlemler alabilirler mi? Şunu da unutmamalıyız ki, BM’de alınan bir ambargo kararı olmadıkça ülkelerin tek tek aldıkları ambargo kararlarının etkisi sınırlı oluyor. Ambargoyu koyan devlete de olumsuz etkisi oluyor. Türkiye’nin de buradan ders çıkartması gerekiyor.

ABD’nin ve Avrupalıların özellikle KKTC’ye uyguladıkları ambargolar çok önemli.

Spor ambargosu bile uyguluyorlar. Ekonomik, ticari, ulaşım buna benzer ambargolar var. Bunları gündeme getirmek gerekiyor. Bunlara yeterince tepki göstermedik.

Kıbrıs’la bağlantılı olarak AB’nin Türkiye ile müzakere başlıklarından sekizine ambargo koydu. Fransa 5 maddeye ambargo koymuştu, sonra geri çekti, Kıbrıs Rum Kesimi 6 müzakere başlığına ambargo koydu. O bakımdan ambargoya karşı çıkarken tepkimizi İran ambargosuyla sınırı tutmak doğru değil. Bunların hepsini bizim masaya yatırmamız gerek.”

Saygılar, sevgiler, 13.11.18

Kaşıkçı’nın öldürülmesiyle ilgili olarak BBC’ye verdiğim görüş

Kaşıkçı’nın öldürülmesiyle ilgili olarak BBC’ye verdiğim görüş

Onur Öymen
Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı‘nın öldürülmesi konusunda Suudi Arabistan tarafından yapılan açıklamayla ilgili olarak BBC’nin sorularına verdiğim yanıtlar özetle aşağıdadır:

-Bu açıklama çok geç ve eksik olmuştur. Yalnızca buna bakarak hüküm vermek erken olur. Türk makamlarının yürüttüğü soruşturmanın sonuçlarını beklemek gerekiyor.
-Bu aşamada ortada yanıttan çok soru var.
-Suddi Arabistan’ın dünkü açıklaması Başkonsoloslarının olayın hemen ertesinde yaptığı açıklamalarla çelişiyor.
-O zaman Kaşıkçı’nın Başkonsolosluğu terkettiği söylenmiş, hatta bu tezlerinin kanıtlanması için Reuters muhabiri Başkonsolosluğa davet edilmişti.
-Dün yapılan açıklamadan bu olayda Başkonsolosluğun hiçbir siyasal makamdan talimat almadan hareket ettiği gibi bir sonuç çıkıyor ki, bunu doğal karşılamak zordur.
-Şimdi Kaşıkçı’nın öldürüldüğünü kabul ediyorlar. Peki cesedi nerede? Öldürüldüğünü kabul ettiklerine göre cesedin nerede olduğunu biliyor olmalılar.
-Konsolosluk ilişkileriyle ilgili 1963 tarihli Viyana Sözleşmesinin en önemli maddelerinden biri Konsolosların bulundukları ülkenin yasalarına uymak zorunda olmalarıyla ilgilidir.
-Başkonsolosluk cinayeti yadsımakta ve Türk makamlarından izinsiz olarak cenazeyi bilinmeyen bir yere götürmekle Türk yasalarını çiğnemiş oluyor.
– Kuşkusuz bu olayın kimi sonuçları olacaktır. Ticari çıkarlar düşünülerek insani değerlerin feda edilebileceğine ihtimal vermek istemiyorum.
-Ana muhalefet partisi bu olayın Parlamento tarafından da araştırılmasını önerdi. Bu öneri kabul edilirse, sorunun adli yönünün yanı sıra siyasal yönünün de araştırılması olanaklı olacaktır.
-Şimdiye dek benzeri görülmeyen bu gibi olayların gelecekte yaşanmaması için gerekli önlemler alınmalıdır.

Saygılar, sevgiler. 20.10.2018