Etiket arşivi: Onur Öymen

İsmet İnönü’ye yönelik suçlamaların düşündürdükleri

İsmet İnönü’ye yönelik suçlamaların düşündürdükleri

Türkiye’de gündemi değiştirmeye çalışanlar nedense İsmet İnönü’yü suçlayıcı bir konu bulup kamuoyunu onunla meşgul etmeyi adet haline getirdiler. Bu kez de İsmet Paşa’nın elinde yalnızca Amerikan bayrağıyla çekildiği iddia edilen bir fotoğrafını basına servis etme yolunu seçmişler. Böylece İnönü’nün Amerikan yanlısı bir lider olduğu izlenimini yaratmaya çalışmışlar.
Gerçek kısa sürede anlaşıldı. Fotoğraf 26 Ağustos 1962’de, Johnson Başkan Yardımcısıyken Ankara’ya yaptığı bir ziyaret sırasında çekilmiş. İsmet Paşa’nın elinde yalnızca Amerikan Bayrağı değil, Türk bayrağı da olduğu görülüyor. Yani diplomasi geleneklerine aykırı bir durum yok.
O tarihte Johnson henüz Başkanlık görevini üstlenmemiş ve Kıbrıs’ta Rumların saldırıları başlamamış.
Peki sonra ne olmuş. 1963 yılı sonundaki kanlı Noel saldırılarından sonra Başbakan İsmet Paşa Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenliğini sağlamak için askeri hazırlıklara başlamış. O tarihlerde Başkanlık görevini üstlenmiş olan Johnson, Başbakan İsmet Paşa’ya 5 Haziran 1964 tarihinde çok ağır ve tehdit edici nitelikte bir mektup göndermişti. Mektupta özetle, Türkiye tarafından Kıbrıs’a yapılacak askeri bir müdahalenin sonucunda ortaya çıkacak bir Sovyet müdahalesine karşı NATO müttefiklerinin Türkiye’yi savunmak yükümlülüğünde olmayabilecekleri ifade ediliyordu.
NATO Antlaşmasına ve kurallarına açıkça aykırı olan bu mektuba karşı Başbakan İsmet İnönü 13 Haziran 1964 tarihinde sert bir karşılık verdi. İnönü, mektubunda, Kıbrıs’ta Rumların Türklere yaptığı mezalimi anlattıktan ve uluslararası toplumun bu mezalimi önlemedeki yetersizliğini dile getirdikten sonra, “NATO’nun bünyesi, mütecavizin iddialarına kapılacak kadar zayıfsa, hakikaten tedaviye muhtaç demektir… Şayet diğer üyeler, Sovyet müdahalesine maruz kalan NATO üyesinin haklı olup olmadığı, müdahaleyi kendi hareketi ile tahrik edip etmediği gibi hususları münakaşaya kalkışırlarsa… NATO İttifakının temel direkleri sarsılmış ve manası kalmamış olur.” diyordu.
İnönü Time dergisine verdiği mülakatta da şöyle demişti:

  • ‘Kıbrıs’taki bu haksız durum devam eder, müttefikler bizi yalnız bırakır, NATO yanımızda olmaz, anlayışsızlık hüküm sürer, Türk azınlık ezilir; bu böyle devam ederse; günün birinde Batı’nın bu savunma sistemi yıkılır,
  • yeni şartlarla yeni bir sistem ve dünya kurulur, Türkiye de bu yeni dünya içinde yerini bulur.’

    Lozan’da dünyanın en büyük devletlerinin baskılarına kahramanca direnen İsmet İnönü’den beklenen tavır da buydu.
    Şimdi devlet adamlarımızdan ve basından beklenen de İnönü’nün yüksek bir vatanseverlik duygusuyla ülkenin çıkarlarını ve saygınlığını korumak için gerektiğinde dünyanın en büyük devletlerine karşı ne denli güçlü tepki gösterebildiğini övünçle halkımıza anlatmalarıdır.

    Güneş balçıkla sıvanmaz sözü bu gibi durumlar için söylenmiştir.

Saygılar, sevgiler. 10.10.18

Batı’dan Cumhuriyet’e Yönelik Eleştirilerin Düşündürdükleri

Batı’dan Cumhuriyet’e Yönelik Eleştirilerin Düşündürdükleri

Onur Öymen
Cumhuriyet,
29.9.18

Cumhuriyet Vakfının Başkanlığına seçilen Dr. Alev Coşkun, “Cumhuriyeti hedefe koymak rastlantı mı?” başlıklı makalesinde yabancı basında yer alan ölçüsüz tepkileri de yanıtladı.

Coşkun, Cumhuriyetteki yönetim değişikliğinden sonra Alman basınındaki suçlamaları şöyle özetledi: “Türkiye’deki yegâne muhalif gazete Cumhuriyet, Erdoğan destekli karanlık, ekstrem nasyonalist ve ultra Kemalist darbe sonucu tasfiye edilmiş bulunuyor.”

Bedri Baykam da Le Monde gazetesinde yer alan suçlamaları “yüz kızartıcı” ve yanıltıcı, demokratik haklar açısından kabul edilemez buluyor.

Bugün Cumhuriyet gazetesi yöneticilerini suçlayanların ülkelerinde ve Avrupa Parlamentosunda maalesef medyalar konusunda her zaman demokrasiyle bağdaştırılabilecek örnekler görmüyoruz.

Fransa’nın en önemli gazetelerinden biri Türkiye’nin Kıbrıs harekatının ilk günlerinde sergilediği tarafsız tutumu, Türkiye’den beklentileri karşılanmayınca değiştirmiş ve Rum yanlısı bir yayın politikası izlemeye başlamıştı.

Frankfurter Allgemeine Zeitung’da uzun yıllar köşe yazarlığı yapan Alman gazeteci Udo Ulfkotte 2015 yılında yazdığı “Satın Alınmış Gazeteciler” başlıklı kitabında devlet güçlerinin baskısıyla makaleler yazmak ve tasvip etmediği görüşleri savunmak zorunda bırakıldığını açıkladı. Ulfkotte bu konuda maruz kaldığı baskıları YouTube’da İngilizce olarak yaptığı bir konuşmada anlattı. Ancak yazdığı kitap ve yaptığı konuşma Alman medyalarında neredeyse görmezlikten gelindi.

Türkiye’de bizim bir kilise kapattığımız iddiası üzerine ülkemize davet ettiğimiz 14 Alman gazeteci bu iddianın gerçek dışı olduğunu gözleriyle görmelerine karşın, onların kaleminden Alman basınında gerçek durumu yansıtan bir habere rastlamadık.

Türkiye’ye yönelik bazı haksız suçlamalar Başbakan Kohl’ü bile rahatsız etmişti. Kohl, bir kezinde bu eleştiri sahiplerine “Hepimiz camdan evlerde oturuyoruz. Başkasının evini taşlarken kendi camımızı kırabiliriz,” demişti.

Avrupa Parlamentosu da bu konularda her zaman iyi bir sınav vermemiştir. Türkiye raportörlerinden biri, saygın gazetecilerin tutuklandığı Ergenekon davasında kanıtlanmamış iddiaları desteklemiş ve Ergenekon’un devletin içine sızmış bir çete olduğunu ileri sürerek devletin bu örgüt mensuplarını cezalandırması gerektiğini söylemiştir.

Kuşkusuz insan hakları ve demokrasi gibi kavramlar Türkiye gibi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini imzalayan ülkelerde bir iç sorun sayılamaz. İnsan hakları alanında ülkemize yönelik eleştirilerde hiç haklılık payı olmadığını da söyleyemeyiz. O nedenle yabancıların eleştirilerini dikkatle değerlendirmeliyiz. Ancak bu eleştiriler Cumhuriyet vakfına yapılan saldırılar gibi, çağdaş ve demokratik düşünce sahibi oldukları bilinen kişilere yönelik olarak yapıldığında, onlara karşı sessiz kalamayız. Özellikle Türk gazetecilerini ‘bizden yana olanlar, bize karşı olanlar’ şeklinde tasnif edenleri ve görüş ve eleştirilerini bu anlayışla dile getirenleri dikkatli bir gözle okumalıyız. Cumhuriyet Vakfı olayında olduğu gibi, bu konularda görüş açıklayanlar belli kesimlerin ve kişilerin sözcülüğünü yapmak yerine adil, tarafsız ve ilkeli bir tutum izlemeye özen göstermelidirler.

Kıbrıs’ta Garantörlüğümüzün Müzakere Edilebileceği Yolundaki Haberlere Tepkiler

Kıbrıs’ta Garantörlüğümüzün Müzakere Edilebileceği Yolundaki Haberlere Tepkiler

Onur ÖYMEN

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Basında yer alan bilgilere göre  Yunanistan Dışişleri Bakanı Nicos Kocias yaptığı bir konuşmada “Kıbrıs’ta müzakere masasında artık güvenlik ve garantiler konusu var. Bunu, BM Genel Sekreter’i de İsviçre’deki müzakerelerde kabul etti. Dolayısıyla daha öncekine göre çok daha iyi pozisyondan başlayacağız.” demiş. Geçen yıl İsviçre’nin Crans Montana şehrinde yapılan görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra, BM Genel Sekreteri Guterrez, hazırladığı raporda, garantiler sisteminin sürdürülemez olduğu görüşünü dile getirmişti. Türkiye ise daima garantiler konusunun müzakereye açık olmadığını vurgulamıştı. Buna karşılık KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın müzakerelerin Guterrez prensipleri üzerinden sürdürülebileceği yolunda bir açıklama yapması, Türk tarafının garantiler konusunu görüşmeye hazır olduğu izlenimi yaratmış ve bu Türkiye’de tepkiyle karşılanmıştı. 

Nicos Kocias’ın bu kez yaptığı açıklama sanki iki taraf arasında garantilerin görüşülebileceği konusunda bir ön uzlaşmaya varıldığı izlenimi vermektedir. 

Bu konuda Yeniçağ gazetesine verdiğim demeçte özetle şunları söyledim:

Türkiye’nin Londra ve Zürih antlaşmalarından kaynaklanan güvenlik ve garanti hakları müzakere edilemez.Kıbrıs sorununun özünde bu yatıyor. Türkiye, 1974 yılında  Londra ve Zürih antlaşmalarındaki garanti hakkına dayanarak müdahalede bulunmuştur. Garantilerden vazgeçmek demek Kıbrıs’ı Girit gibi teslim etmek demektir. Toprak, garantiler ve oradaki askerlerimizin varlığı, bizim kırmızı çizgilerimizdir. Aksi takdirde Kıbrıs Türklerinin güvenliğini sağlayamayız. Umut ediyorum ki, Türkiye bunu kabul etmeyecektir. KKTC Başkanlığının böyle eğilimleri olduğu yolunda basında haberler çıkıyor. Ancak Türkiye’nin böyle bir çizgiyi kabul etmesi son derece sakıncalıdır. Garantilerden vazgeçilmesi Kıbrıs’ın tümüyle teslim edilmesi anlamına gelir. Bu Rumların ve Yunanistan’ın istemiydi ve BM Genel Sekterinin raporunda da garantilerin müzakere edilebileceği yönünde görüşler vardı ve biz ona çok tepki göstermiştik. 

“ Bu yaklaşım kabul edilirse Kıbrıs’tan asker çekilmesi de gündeme gelebilecektir. O zaman da geriye gerçekten fazla bir şey kalmayacaktır. Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan yüzbinlerce soydaşımıza karşı tarihi bir sorumluluğu vardır. Kıbrıs harekatını yapan Bülent Ecevit‘e, ayrıca Rauf Denktaş‘a karşı da manevi sorumluluğumuz var. En kötü durumlarında bile devletler kimi temel çıkarlarından fedakarlıkta bulunamazlar. Yunanistan Dışişleri Bakanının sözlerini sanki Türkiye garantiler konusunu müzakere etmeyi kabul etmiş gibi değerlendirmek yanlış olur. Bu olacak şey değildir. Türkiye’nin bunu kabul ettiğine ilişkin bir işaret henüz yoktur. Umarım ki hiç olmaz. Türkiye’nin böyle bir vahim hatayı yapabileceğine ben ihtimal vermek istemiyorum.”

=====================================
Dostlar,

Çooooooooook kritik koşullar içindeyiz.

Türkiye çok ağır bir iç – dış borç bunalımı içinde AKP = Erdoğan’ın mutlak sorumluluğu ile.
Değil Demirel’in 1965’lerde itiraf ettiği “70 Cent’e muhtacız”; “1 Cent’e” muhtaç durumda..

Böylesi zamanlar Batı emperyalizminin özellikle kurguladığı ortamlardır ve olağan koşullarda ileri süremedikleri her türlü  ağır – kabul edilemez istemlerini masaya koyarlar. Büyük olasılıkla, AKP = Erdoğan ile perde gerisinde “dış kredi” karşılığında böylesine kabul edilemez pazarlıklar yapılıyordur ki; durup dururken kamuoyuna bu haberler sızdırılarak hem kamuoyunun tepkisi ölçülüyor hem de alıştırılıyor..

Dolayısıyla, 16 yıldır ülkeyi Batı ve dinci rantiye adına yağma ve talan eden iktidar; şimdi bunun çok ağır bedelini, iktidarda kalma adına, hayal bile edilemeyecek ödünleri vererek ödemek / ülkemize ödetmek isteyebilir.. Bu çok tehlikeli bir durumdur.

  • Hem AKP iktidarı = Erdoğan‘ı bu kumardan – ihanetten kesin olarak kaçınmaya çağırır,
    hem de tüm Türkiye’yi bu bağlamda son derece uyanık olmaya davet ederiz..

Sayın Öymen’in uyarısını bütünüyle paylaşıyor, destekliyor ve kendisine teşekkür ediyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 22 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

AMERİKAN AMBARGOSUNUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

AMERİKAN AMBARGOSUNUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Onur Öymen

Amerika’nın Türkiye’ye uygulamayı kararlaştırdığı ambargolarla ilgili olarak medya kuruluşlarının ve Bloomberg Televizyonunun bu sabahki (2 Ağustos) programında sorularına karşılık özetle şunları söyledim:

Amerika’nın Türkiye’ye karşı ambargo uygulama kararı çok yanlıştır. Bu karar yalnız Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilere değil, NATO’nun temelini oluşturan dayanışma ilkesine de büyük zarar verecektir.

Geçmişte de Türkiye’ye Amerikan ambargosunun örneği vardır. 1975 yılında Amerikan Kongresi Türkiye’nin Kıbrıs müdahalesine tepki olarak ve baskı yapmak amacıyla ülkemize silah ambargosu uygulamıştı. O zaman Türkiye Kıbrıs konusundaki haklılığının verdiği güçle baskılara direnmiş ve ülkemizdeki üs ve tesislerden Amerikan askerlerinin yararlanması yasaklamıştı. Üç yıl süren ambargo sırasında Türkiye hiçbir taviz vermemiş, sonunda Amerika geri adım atarak ambargoyu kaldırmak zorunda kalmıştı. Bu defaki ambargolara karşı da haklılığımızı kanıtlayarak etkili bir tepki göstermek gerekmektedir.

Amerika’nın şikayet ettiği konularda çözüm diplomatik müzakere veya uluslararası hukuk yoludur. Türkiye’ye yönelik eleştirilere diplomasi yoluyla cevap vermek, haklılığımızı kanıtlamak gerekmektedir.

Demokrasi, adalet ve insan hakları alanında başka ülkeleri eleştirerek yön vermeye çalışan Amerika aynı alanda başka ülkelerin eleştirilerine kapalıdır. Böyle eleştirilere muhatap olmamak için Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonundan çekilmiştir.

Amerika, gene aynı nedenlerle 123 ülkenin katıldığı Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Roma Sözleşmesini onaylamamıştır. Çeşitli ülkelerle, Amerikan askeri ve sivil yetkililerini bu mahkemeye şikayet etmeyecekleri taahhüdünü almak için görüşmelerde bulunmuştur.

Amerika, Economist Intelligence Unit’in, ülkeleri demokratik standartlarına göre sıralayan listesinde “eksiksiz demokrasiler” arasında yer almamaktadır. Türkiye de maalesef eksiksiz demokrasiler arasında geçmemektedir. Türkiye’nin bu alandaki eksiklerini gidermek bizim iç sorunumuzdur ve başka ülkelerin baskısıyla çözüm aramak doğru değildir.

  • Her halde Amerika’nın ambargosunu haklı bulmak mümkün değildir.

Saygılar, sevgiler. 02.08.2018

 

Kıbrıs Barış Harekatının yıldönümünde düşünceler

Kıbrıs Barış Harekatının yıldönümünde düşünceler

Onur Öymen
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Dün Kıbrıs Barış Harekatının 44. Yıldönümünü yurdumuzda ve Kuzey Kıbrıs’ta coşkuyla kutladık. Bu vesileyle düşüncelerimi soran bazı televizyonlara ve gazetelere özetle şunları söyledim:
Türkiye’nin 1960 tarihli Londra ve Zürih Antlaşmalarından kaynaklanan haklarını kullanarak Kıbrıs’a yaptığı müdahale Kıbrıslı soydaşlarımızın can güvenliğini sağlayarak onları özgürlük içinde yaşama olanağına kavuşturmuştur. Bu müdahale aynı zamanda Kuzey Kıbrıs’ı, özellikle Arap Baharıdenilen eylemlerden sonra ateş topuna dönen Orta Doğu’nun insanların barış ve demokrasi içinde ve insan haklarına saygılı bir ortamda yaşadıkları tek bölgesi haline getirmiştir.
Kıbrıs ihtilafının başından beri hemen hemen daima Rumların yanında yer alan uluslararası toplumun, siyasi şahsiyetlerin ve dünya basınının Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin bu demokratik özelliğini ön plana çıkartan bir ifadesini gördüğümüzü hatırlamıyorum.

Kıbrıs’lı Rumlar, Yunanistan’ın ve büyük devletlerin desteğinden ve Türk tarafı üzerinde uyguladığı baskılardan yararlanarak daima bir salam politikası izlemişler, her görüşme sürecinde elde ettikleri avantajları ceplerine koyarak bir dahaki seferde yeni ödünler istemişlerdir.

Geçen yaz yapılan Crans Montana görüşmelerinde de böyle olmuş, Rumlar, Türkiye’nin garantörlük haklarından vazgeçmesi ve Adadaki bütün askerlerini çekmesi yolundaki istemleri yerine getirilmediği için görüşmelerin sonuçsuz kalmasına yol açmışlardır.

İşin düşündürücü yanı, BM Genel Sekreteri Guterrez’in de, Antlaşmaları göz ardı ederek ve görevinin gerektirdiği tarafsızlığı bir yana bırakarak Türkiye’nin garantörlük hakkının savunulamayacağı yolundaki bir görüşü raporu”na yazmış olmasıdır. Bu son gelişme, 6 yıl İngiltere Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Jack Straw’u bile çileden çıkartmıştır.

Straw, 1 Ekim 2017’de Independent gazetesinde yayınlanan “Ancak Adanın Bölünmesi Türklerle Rumlar Arasındaki İhtilafın Sona Ermesini Sağlayabilir” başlıklı makalesinde özetle şunları ifade etmiştir:

“Avrupa Birliği 1 Mart 2004’de stratejik açıdan şimdiye dek aldığı kararların en kötülerinden birini kabul ederek, Türklerle Rumlar arasında anlaşma olsa da olmasa da 1 Mart 2004’de Kıbrıs’ın AB’ye üye yapılmasını kararlaştırdı.

“Bu yazın başında Kıbrıslı Türklerle Rumlar arasında bir anlaşmaya varılması amacıyla 11 incisi yapılan uluslararası girişim, daha öncekilerde olduğu gibi, Kıbrıslı Rumlar tarafından engellendi. Türklerle Rumlar arasındaki iki bölgeli, iki toplumlu bir hükümetin kurulması sağlanarak Kıbrıs’ın birleştirilebileceğini amaçlayan müzakere maskaralığına artık son vermenin zamanıdır.

  • Çözüm Adanın bölünmesi ve Kuzey’deki Kıbrıs Türk devletinin uluslararası alanda tanınmasıdır. ” (Yazının tümüne internet üzerinden ulaşmak mümkündür.)

Ne yazık ki, ne iktidar ne de muhalefet Türkiye’nin uzun zamandan beri dile gertirdiği görüşlere hak veren Straw’un bu makalesini yeterince değerlendirebildi.

Uluslararası toplum Türklere haksızlık yapmayı sürdürmekte, ekonomik, ticari, ulaşım, hatta spor alanında uygulamaya devam ettiği baskılarla Türk tarafını dize getirip Rumların beklentisi doğrultusunda bir çözüme ulaşmaya çalışmaktadır. Böyle bir ortamda Straw’un makalesi özel bir önem taşımaktadır.

Bu arada Kıbrıs Türk liderliğinin Türkiye’nin garantörlük hakkından vaz geçilebileceği anlamına gelen sözleri tezlerimizi savunmamızı güçleştirmekte ve Rum tarafını umutlandırmaktadır.

Kıbrıslı Türklerin büyük kahramanı ve lideri Denktaş, Osmanlı imparatorluğunun savaş alanında Yunanistan’ı mağlup ettikten sonra Girit’i feda ettiğini hatırlatarak “Kıbrıs Girit olmasın” görüşünü her vesileyle dile getirirdi.

Önümüzdeki dönemde yeniden gündeme getirilmesi beklenen haksız istemlere karşı direnme gücümüzü göstererek milli davamız olan Kıbrıs’a sahip çıkmalıyız.

Kıbrıs Türklerini özgürlüğe, bağımsızlığa ve demokrasiye kavuşturan Başbakan Bülent Ecevit’in ve Kıbrıslı Türklerin lideri Denktaş’ın ve arkadaşlarının eserini yaşatmak öncelikli ödevimiz olmalıdır.

Saygılar, sevgiler. 21.07.2018
==========================================
Dostlar,

Sayın Öymen’in uzmanlık alanlarından biri Kıbrıs’tır. 1974’teki barış harekatımız sırasında da Lefkoşe Büyükelçiliğimizde görevli idi.

Batı emperyalizminin zamana oynayan salamlama (salam kesme) politikasını iyi değerlendirmek gerekir.

Yıllar geçtikçe tarihsel acı gerçekler, Rumların Türklere soykırım uygulamaları.. uutulmaya yüz tutar.. Yeni kuşaklar o tarihleri yaşamamışlardır, özdeşim (empati) kurmada giderek zorlanırlar. Bir yandan KKTC’yi tanımama, her tür ambargo ile halkı yıldırmak, bir yandan Türkiye’yi pek çok bakımdan kuşatarak sindirmeye çalışmak..

Örn. KKTC Cumhurbaşkanı bay Mustafa Akıncı‘nın akıl almaz ödünler önermesi… Sanki Rum tarafı sözcüsü neredeyse! Doğrusu ürküyor ve anlayamıyoruz. Akıncı nereye kürek çekiyor?!

Çözüm gerçekçi, eski İngiliz dışişleri bakanı Jack Straw’ın da görüp yazdıklarıdır..

  • 2 bölgeli,
  • 2 toplumlu,
  • 2 bağımsız ve egemen – eşit devletli bir model dışında kalıcı çözüm biz de göremiyoruz..

    Bu arada Kıbrıs adası çevresinde, uluslararası deniz hukuku terimiyle “münhasır ekonomik bölgede” (Exclusive Economic Zone) son derece ciddi deniz altı fosil enerji kaynaklarının varlığıdır. Kömür, doğalgaz… Bunlar Türkiye ve haliyle KKTC’nin çehresini – geleceğini dönüştürebilir boyutta, yüz milyar Doları aşan tutarda doğal kaynaklardır. Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığının ne denli yüksek olduğu dikkate alınırsa, sorunun Anadolu’nun güvenliğine ek olarak stratejik derinlik taşıdığı kolayca anlaşılabilir.

Ada’nın İskenderun körfezine uzanan kuzey – batı burnu olan Dip Karpaz bu 2 boyutta ayrıca önem sahibidir. Bu bölüm toprak iadesi kapsamında Rumlara bırakılırsa, hem münhasır ekonomik bölge bakımından olağanüstü zengin yeraltı kaynakları kaptırılmış olur hem de ülkemizin Adana – Mersin – İskenderun – Antalya kıyıları başta olmak üzere savunma zayıflığı doğabilecektir. Lozan görüşmelerinde Türkiye’nin Irak – Suriye sınırı çizilirken, İngiliz Başdelegesi Lord G.N. Curzon’un arkasında çok sayıda petrol mühendisi vardı ve sınır bilindiği gibi çekildi.. Dikenli tellerin hemen güneyinde zengin Irak (Musul – Kerkük) petrolleri, kuzey tarafında ise çorak Türkiye toprakları…

Benzer hatayı Kıbrıs’ta – Dip Karpaz’da asla yinelememeliyiz. Telafisi yok!

Sayın E. Tuğa. Türker Ertürk amiralimizin yukarıdaki uyarısı çok yerindedir.

AKP = Erdoğan‘ın mutlak yetkili duruma geldiği şu aşamada Kıbrıs’ta ulusal çıkarlarımıza aykırı bir yanlış yapmayacağını, kandırılmayacağını ummak istiyor, diliyoruz.

İngilizler Lozan’da Musul sorununu askıya almış, ardından 1925’te Şeyh Sait isyanını örgütleyerek Türkiye’nin Musul petrollerinden pay almasını engellemiştir. Benzer diplomasi oyunlarına Türkiye artık gelmemelidir, gelmeyecektir.

Sevgi ve saygı ile. 22 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Cumhurbaşkanlığı seçimi hakkında Mehmet Ali Çelebi’nin açıklamalarının düşündürdükleri

Cumhurbaşkanlığı seçimi hakkında Mehmet Ali Çelebi’nin açıklamalarının düşündürdükleri

Onur Öymen
Değerli milletvekili Mehmet Ali Çelebi’nin bugün Sözcü gazetesinde yayınlanan demeci 24 Haziran seçimleriyle ilgili olarak yüreklere su serpmemiş, tam tersine kuşkuları ve kaygıları artırmıştır.

Yunan Dışişleri Bakanının seçimlerle ilgili yakışıksız sözleri

Yunan Dışişleri Bakanının seçimlerle ilgili
yakışıksız sözleri

Onur Öymen

Basın haberlerine göre Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias, Kontra televizyonuna verdiği mülakatta (AS: söyleşide) Türkiye’deki muhalefet partilerini eleştirmiş ve “Aslında Türkiye ile sorunumuz bizi rahatsız eden konularda Erdoğan yönetiminden daha iyi olmayan bir muhalefet bulunmasıdır. Bana göre Erdoğan daha tutarlı ve daha karizmatik bir lider” yorumunda bulunmuştur.

Kotzias, Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) Ege denizinde 18 Türk adasının işgal edildiğine ilişkin iddiaları için, “Bu adalarla ilgili konuyu açan aslında muhalefet.” demiştir. 

Yunanistan’ın Türkiye’deki seçimlerle ilgili olarak partiler arasında taraf tutan bir konuma girmesi, uluslararası ilişkilerin temel ögelerinden biri olan karşılıklı saygı (AS: İçişlerine karışmama) ilkesine açıkça aykırıdır.

Kotzias’ın bu ifadeleri aynı zamanda iktidarın 18 Ada konusunda Yunanistan’ın beklentileri doğrultusunda hareket ettiği iddiasını da içermektedir.

Bu sözleri bazı yabancı ülkelerin Türkiye’nin iç politikasını etkilemeye çalıştıkları yolundaki iddialara da haklılık kazandırmaktadır.

Şimdi hem iktidarın hem de bütün muhalefet partilerinin Yunanistan’ın bu tavrına karşı güçlü bir tepki göstermeleri ve 18 Ada ve Ege ile ilgili konularda Türkiye’nin, iktidarıyla ve muhalefetile tam bir birlik içinde olduğunu açıklamaları gerekmektedir. Özellikle Kotzias’ın haksız suçlamalarına muhatap olan CHP’nin 18 Ada ve öbür Ege sorunları hakkında uluslararası hukuktan ve antlaşmalardan kaynaklanan haklarını güçlü biçimde dile getireceğinden ve Yunanistan’a gerekli tepkiyi dile getireceğinden kuşku duymuyoruz. Bu ifadeler karşısında sessiz kalmak Yunanistan Dışişleri Bakanının sözlerini sineye çekmek mümkün değildir.

Saygılar, sevgiler.

Seçim Vaatleri ve Dış Politika

Seçim Vaatleri ve Dış Politika

Onur Öymen

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Ülkemiz son günlerde seçim havasına girdi. Bütün partiler ve adaylar mitinglerde ve TV programlarında çeşitli konularda görüşlerini açıklıyorlar ve gazetecilerin sorularına yanıt veriyorlar. Özellikle, hukuk, ekonomi, eğitim ve sosyal yardımlarla ilgili konuşmalar ve vaatler ön plana çıkıyor.

Değerli arkadaşımız Muharrem İnce ile İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in konuşmaları geniş halk kitleleri tarafından beğeniyle takip ediliyor.

Cumhurbaşkanı seçimiyle aynı zamanda TBMM seçimleri de yapılacağından halkımız bir yandan da partilerin vaatlerini takip ediyor.

AKP, İyi Parti, Vatan Partisi ve Saadet Partisinin Cumhurbaşkanı adayları aynı zamanda parti genel başkanı oldukları için, onların sözleri ve vaatleri partilerini de bağlıyor.

CHP ve HDP’nin adayları partilerinin genel başkanı değil. Bu nedenle, o partilerin Cumhurbaşkanı adaylarının sözleri ile parti genel başkanlarının açıklamalarının uyum içinde olması önem taşıyor. Özellikle, dış politika alanındaki söylemlerin hem yurt içinde hem de yurt dışında ilgiyle izlendiği dikkate alınarak adayların ve partilerin bu alanda yakın bir koordinasyon (eşgüdüm) içinde olmaları gerekiyor.

CHP gibi ana muhalefet partisi sıfatı taşıyan bir partinin Türkiye’nin gündeminde yer alan

– Kıbrıs sorunu ve garantörlük meselesi
,
– Ege’de Yunanistan’ın işgal ettiği 18 ada,
– Ermenistan ile yapılan anlaşmalar,
– Irak’ın kuzeyindeki bağımsızlık hareketleri,
– ABD’nin PYD ile ilişkileri ve
– Türkiye’nin AB üyelik süreci

gibi konulardaki tutumlarının açık bir dille halka anlatılması gerekiyor.

Son zamanlarda, gündeme yeniden gelen Avrupa (Yerel Yönetimler) Özerklik Şartı konusunun da bütün boyutlarıyla halkımıza anlatılması gerek. Bu sözleşmenin bir özelliği şu: 1. bölümün 20 paragrafını ve 2. bölümde yer alan maddelerin altında yer alan paragrafların en az onunun onaylanması zorunlu. Geri kalan paragrafların onaylanıp onaylanmayacağı veya hangi bölgelerde uygulamaya koyulacağı hükümetlerin takdirine bırakılmış.

Avrupa’nın en demokratik ülkeleri arasında sayılan Fransa, Almanya, İngiltere gibi ülkeler de bu seçme haklarını kullanmışlar. Yani, demokratik bir ülke olduğunuzu kanıtlamak için bütün maddelerin bütün paragraflarını onaylamanız gerekmiyor. Türkiye de hangi paragrafları uygulayacağını belirlemiş. Bu listede değişiklik yapmak mümkün. Ancak, bazı paragrafların onaylanması için anayasamızda değişiklik yapılması gerektiği, konunun uzmanları tarafından açıklanmıştı. Bu nedenle, gerek bu konuda yapılacak beyanlarda gerek öbür dış politika konularında vaatlerde bulunurken dikkatli olmak önem taşıyor.

Yakın tarihimizin belki de en önemli seçimi olma özelliğini taşıyan 24 Haziran seçimlerine girerken özellikle muhalefet partilerinin bütün güçlerini ve bilgi birikimlerini seferber ederek çalışmaları bence kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Saygılar, sevgiler, (06.06.2018)
====================================
Dostlar,

Doğrusu AKP = RTE‘nin seçime birkaç gün kala ‘özellikle dış politikada ”taze atraksiyonlar” yaparak algı yönetimi hüneriyle (!) seçimi kazanma girişimi yapabilecekleri kaygısı taşıyoruz.

Örn. KANDİL’e BEYAZ BAYRAK DİKME!

15,5 yıldır yapamadığınızı yaşamsal önemdeki baskın – eşitsiz – tuzak.. çifte seçim arifesinde mi başaracağınız tuttu? diye adama  sorarlar ancak bir bölüm seçmen bu tür kurgulardan çok etkilenebilir.. İktidarın, bu yaşamsal önemdeki seçimi kazanmak içi neleri neleri göze alabileceğini kestirmek güç değil.

Dün (06.06.2018) basında izledik.. İYİ Parti Gn. Bşk. Yrd. strateji uzmanı Prof. Dr. Ümit Özdağ bu vb. kimi senaryolara başvurulabileceği uyarısında bulundu.

  • Kandil çok büyük bir bölge.. kıyısında – kenarında durup bir fotoğraf çektirerek algı yönetimi.. olasılığından söz etti.

Dileyelim, 59,4 milyon dolayında 18+ yaş seçmeni gerçek dışı girişimlerle yönlendirme – tuzaklama gibi siyasal etik dışı çabalar görmeyelim. Hele bunlardan ülkemiz çıkarları zarar görecekse, kesinkes başvurulmamalıdır. Seçim sonucu AKP=RTE açısından da ölüm – kalım sorunu değildir. Bu konuyu daha önce de birkaç kez yazdık..

AKP=RTE muhalefete düşerse, demokrasilerde çok olağan olarak bu rolü – işlevi de üstlenirler ve daha da olgunlaşırlar. Kaldı ki, ekonomi ve dış politika başta olmak üzere ülkemiz sorunlar yumağı ile boğuntu düzeyinde kuşatılmıştır. AKP = RTE ürünü olan bu ”hazin” açmazı muhalefetin çözmeye çalışması hızla yıpranma anlamına gelebilir ve erken genel seçimle AKP = RTE yeniden iktidara gelebilir.. Dinlenmiş olur, sağduyu ile hatalarını görmüş olur, muhalefeti öğrenme olgunluğu edinir bu arada.. Ülkemiz için de AKP = RTE için de ”hayırlı” olur..

Kendinizi iktidarda kalmaya mahkum – zorunlu kılan işlem – eylemleriniz mi oldu ki?” sorusunun yanıtını vermek zorunda kalabilirsiniz.. Olgunluk ve serinkanlılık içinde sürdürülmelidir seçim kampanyaları. Türkiye bu demokratik erişkinliğe hala erişmedi mi yoksa?

Em. Alb. Ümit Yalım‘ın ısrarla yazıp – sorguladığı üzere Ege’deki 17 ada ve 1 kayalık neden fiilen hatta resmen Yunanistan’a verilmiştir? Vatan toprağının 1 çakıl taşını bile bırakmaya hükümetler asla yetkili değildir. Meclisler de! Hele halktan gizlenen andlaşmalarla asla! Vatan topraklarının sınırları kan ve canla çizilmiştir.

Siyaset artık kapalı kapılar ardında komplo kuramları ve entrikalarla yürütülmemelidir. 21. yy’ın şafağında temsili demokrasi, bilişim devrimi olanaklarıyla hızla doğrudan demokrasiye evrilmelidir. Önemli konularda sık sık halkın doğrudan oyuna başvurulmalı ve örneğin cep telefonları ile yürütülebilmelidir bu karar süreçleri..

AKP = RTE‘yi bir kez daha uyarmak istiyoruz.. Seçimi kazanma adına ülkemizin çıkarlarını zora sokacak, halkı algı yönetimi ile gerçeklerden koparacak her türlü girişimden lütfen uzak durunuz.. Seçimi yitirmeniz kıyamet demek değildir. Müslümanlığı kimseye bırakmıyorsunuz; biraz da tevekkül lütfen.. Üstelik hesabını veremeyeceğiniz suçlar da işlemediyseniz bu anormal korku – panik niyedir?

15,5 yıl boyunca, Machiavelli’ye taş çıkartacak uygulamalarını gördük iktidar partisinin. Oysa geldiğimiz yer çıkmazdır. Siyaset, Makyavelist oyunlardan giderek kurtarılmalı ve daha saydam, daha etik, öngörülebilir süreç ve normlara dayandırılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 07 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Kıbrıs’ta Kaygı Verici Gelişmeler

Kıbrıs’ta Kaygı Verici Gelişmeler

Onur Öymen

Türkiye’de kamuoyu yaklaşan seçimlerle meşgulken milli davamız olan Kıbrıs’taki bazı gelişmeler dikkatlerden kaçıyor. 

KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı birkaç gün önce yaptığı açıklamada “Guterres çerçevesini” benimseyebileceği yolunda beyanlarda bulundu.

Bilindiği gibi, 28 Haziran-7 Temmuz 2017 tarihleri arasında İsviçre’nin Crans-Montana kasabasında yapılan görüşmeler, Rum tarafının “sıfır garanti, sıfır asker” görüşünde ısrar etmesi üzerine başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Türkiye’nin 1960 tarihli Londra ve Zürih Antlaşmalarından kaynaklanan garantörlük hakkı şimdiye kadar işbaşına gelen bütün hükümetler tarafından titizlikle ve kararlılıkla savunulmuştur. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da bu tutumumuzu orada teyit etmiş ve hatta Rumların bu ısrarı karşısında müzakerelerin bu çerçevede sürdürülemeyeceğini ifade etmiştir.

Ancak, BM Genel Sekreteri Guterres 28 Eylül 2017’de Güvenlik Konseyine sunduğu raporun 24. paragrafında mevcut garantiler sisteminin tek taraflı müdahaleye imkan vermesinin benimsenemeyeceğini ileri sürmüştür.

Sayın Akıncı’nın şimdi “Guterres çerçevesinin” kabul edilebileceği yolundaki sözleri Türk tarafının garantiler konusunda da Rumların beklediği tavizi veremeye hazırlandığı şeklinde anlaşılmaya müsaittir.

Aynı şekilde, Kıbrıs Türklerinin güvenliği açısından hayati önem taşıyan Türk askerlerinin Ada’da bulunmasında da yeterince ısrar edilmeyeceği izlenimi alınmaktadır.

Daha önceki toplantılarda da Cumhurbaşkanı Akıncı’nın, Türk tarafının verebileceği toprak tavizlerini içeren bir haritayı BM’ye sunması ile birlikte düşünüldüğünde bu son açıklama Türk tarafının şimdiye kadar Türk hükümetince hiçbir şekilde kabul edilmeyen temel unsurlarda geri adım atmaya hazırlandığı izlenimi vermektedir.

İktidarın, muhalefetin, basının ve ilgili bütün kuruluşlarımızın bu milli davada kararlı bir tutum sergileyerek bu gibi hayati konularda taviz verilmesinden kaçınılmasını sağlamaları büyük önem taşımaktadır.

  • Sayın Denktaş’ın Kıbrıs’ın Girit gibi elden çıkarılabileceği konusundaki kaygılarını hatırlamanın tam zamanıdır.

Saygılar, sevgiler, 03 Mayıs 2018

Türkiye-AB İlişkilerindeki Son Gerginlik

Türkiye-AB İlişkilerindeki Son Gerginlik

Onur Öymen

Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki söz düellosu devam ediyor. Yunanistan Başbakanı Çipras’ın ‘Türkiye Avrupa Birliğinden uzaklaşıyor‘ yolundaki açıklamasından sonda AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker dün Yunan Parlamentosunda yaptığı konuşmada “Türkiye Doğu Akdeniz ve Ege’de yasadışı şeyler yapmaya devam ediyor. Varna’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a, Türkiye’nin Kıbrıs (Rum kesimi) dahil tüm AB üyeleriyle ilişkilerini normalleştirmesi gerektiğini söyledik.” demiş. Juncker ayrıca “Ömrüm boyunca Yunanistan’ın sadık bir dostu olarak kaldım. Zor anlarında hep destek oldum. Yunan halkını çok seviyorum. Yunanistan demokrasinin beşiği, Yunan parlamentosu da demokrasinin mabedidir” ifadelerini kullanmış. Cumhurbaşkanı Pavlopulos’la yaptığı konuşmada Yunanistan’ı ikinci vatanı saydığını söylemiş.

Bu denli art niyetli ve tarafsızlıktan uzak bir siyasetçinin AB Komisyonun başkanı olması AB adına talihsizliktir. Bu sözler de gösteriyor ki, Türkiye AB’den uzaklaşmakta değil, uzaklaştırılmaktadır.

  • Ege konusunda Yunanistan’ın tezlerini desteklemek uluslararası hukuku hiçe saymaktır.

Çünkü Yunanistan, hiçbir antlaşmayla kendisine verilmemiş olan 18 adaya fiili durum yaratarak el koymuş, antlaşmalara aykırı olarak Doğu Ege’deki birçok adayı silahlandırmış, gene uluslararası hukuka aykırı olarak 6 millik karasuları üzerinde 10 millik hava sahasına sahip olduğunu iddia etmiştir. AB, Yunanistan’ın bu gibi tezlerine arka çıkarak yalnız hukuka değil, akla ve sağduyuya da aykırı bir tavır sergilemiştir. Juncker’in Atina’daki sözleri “Bir AB üyesinin üye olmayan bir ülkeyle ihtilafında AB’nin daima üye ülkeyi desteklemesi gerektiği” yolundaki yazılı olmayan kuralı da doğrulamış olmaktadır.

AB’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimini üye yapması da açık bir hukuksuzluk örneğidir. Çünkü Kıbrıs devletini kuran 1960 tarihli Londra ve Zürih Antlaşmaları Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları herhangi bir uluslararası kuruluşa katılamayacağını açıkla belirtmektedir. Prof. Mendelson, Heize ve Golsong gibi ünlü hukukçuların bu doğrultuda mütalaaları vardır. AB buna karşın o zamanki Yunanistan başbakanının, ‘Kıbrıslı Rumlar üye yapılmazsa bütün Orta Doğu Avrupa ülkelerinin AB üyeliğini veto edeceği’ yolundaki şantajına boyun eğerek Kıbrıslı Rumları AB’ye üye yapmıştır. O zamanki Genişlemeden sorumlu AB Komiseri Verheugen bu kararın büyük bir hata olduğunu söylemişti. Şimdi, Juncker, Türkiye’nin bu hukuksuzluğu sineye çekerek Rum yönetimini Kıbrıs’ın meşru devleti olarak kabul etmesini isteme cüretini gösteriyor.

Güney Kıbrıs ayrıca Türkiye’nin AB ile üyelik müzakerelerindeki 6 başlığı veto etmiş bulunuyor. Akdeniz’de uluslararası hukuku çiğneyerek doğal gaz araştırmalarında bulunuyor ve Türkiye’ye ait deniz sahalarına da tecavüz etmeye çalışıyor.

Bütün bu gerçekler ortadayken öteden beri yaptıkları gibi Türkiye’yi suçlamaya kalkışmak üyelik sürecimizin önüne yapay engeller koymaya çalışmaktan başka biçimde yorumlanamaz.

Bence bu haksız ve suçlayıcı söylemlere karşı siyasal düzeyde güçlü bir tepki göstermek ve Türkiye’nin baskılarla yola getirilebilecek ve taviz vermeye zorlanabilecek bir ülke olmadığını ortaya koymak gerekmektedir. (27.4.2018)

Saygılar, sevgiler,