Etiket arşivi: halk hareketi

Merdan Yanardağ : Mısır ve yeni gerici ideolojik hegemonya

Mısır ve yeni gerici ideolojik hegemonya

portresi

Merdan Yanardağ
YURT
Gazetesi, 18.7.13

Mısır’da olan biteni yalnız Türkiye’nin muhafazakârları ve liberalleri “darbe” diye değerlendirmiyor. Entelektüel ve siyasal ortamın liberalizmle lekelendiği bu dönemde, sanki genel bir doğruyu tekrarlar gibi, solun bir kesiminin de içinde bulunduğu önemli bir çevre “demokratik” gerekçelerle aynı tutumu alıyor. Bu çevrelere göre, haftalardır sokaklara çıkan, başta Tahrir olmak üzere meydanları dolduran milyonlarca Mısırlı’nın olan bitene hiç katkısı yok.

Bu anlayışa göre, 25 Ocak 2011’de Hüsnü Mübarek’in devrilmesine katkıda bulunan Ordu nedense o zamanlar “darbeci” değildi! Ama siyasal İslamcı Mursi devrilince aynı Ordu birden bire “darbeci” oluverdi. Ortada tam bir siyasal ikiyüzlülük var.

Tahrir isyanına damgasını vuran kitleler her şeye karşın Mursi yönetimine bir şans vermişti, hem de büyük bir şans! Ancak Mursi bu şansı kendi dar “ideolojik” programını topluma dayatmak ve % 19’luk bir toplumsal destekle dinci dikta rejimi kurmak için harcadı. Bu olgu görülmeden Mısır’da olanları anlamak mümkün değil.

***

Türkiye’de AKP iktidarının liberallerin desteğiyle kurduğu gerici / muhafazakâr
ideolojik hegemonya nedeniyle, Mursi’nin devrilmesini “darbe” diye nitelendirenler, olması gerektiğinden hayli fazla. Ülkede öyle bir hava oluştu ki, dinci rejimlere karşı olan bazı gazeteci, aydın ve politikacılar bile Mursi’nin devrilmesine “darbe” demez ve iktidarın yeniden Müslüman Kardeşler’e devredilmesi görüşünü savunmazsa, kendilerine “darbeci” denilmesinden fena halde korkuyor.

Sanırım bu nedenle olacak AKP, CHP, MHP ve BDP Meclis’te ilk kez ortak bir bildiri yayınladılar. Bu bildiri ile Mısır’da “darbe” yapıldığını belirterek, Mursi’nin devrilmesini kınadılar. Dahası, bu dört parti iktidarın yeniden Mursi’ye iade edilmesini istedi.
Böyle bir bildirinin dünyada başka bir örneği bulunmuyor.

Bir siyasal eylemin nedenlerine, niteliğine, içeriğine, hedeflerine ve sonuçlarına bakmadan sadece biçimsel özelliklerinden dolayı değerlendirilmesi bilim ve akıl dışı
bir tutumdur. Bu düşünce yöntemi bırakın ahlaki, bilimsel ve ilkeli bir yaklaşımı ifade etmeyi, formel (düz) mantığa bile uygun değildir.

Gelin isterseniz çok uç bir örnek üzerinden soruna bakalım:

Hitler ve Naziler seçimle iktidara geldiler ve katıldıkları her seçimde de oylarını yükselttiler. Başka bir anlatımla “milli iradeyi temsil” eden Naziler, çok demokratik yoldan faşist bir diktatörlük kurup, soykırım yaptılar. 2. Dünya Savaşı’nda yaklaşık 60 milyon insanın öldürülmesine neden oldular.

Peki, eğer bir grup asker çıkıp Hitler’i devirseydi, pek demokrat ve çok liberal arkadaşlar bunu “darbe” diye kınayacak ve iktidarın yeniden Nazilere devredilmesini mi savunacaklardı? Üstelik bu arkadaşlar, “Biz Hitler’in görüşlerine hiç katılmıyoruz ama seçimle geldiler” mi diyecekti? Tartışmak bile saçma bir durum.

CHP İzmir Milletvekili Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, önceki gün gazetemizde yayımlanan yazısında yukarıda değindiğim 4 partinin Meclis’te yayımladığı ortak bildiriyi çok doğru bir yerden eleştirerek, şunları söylüyor:

“Mursi sorunu ve bu soruna ilişkin zihinsel harita, ülkemizde hem akademik hem siyasal sol düşüncenin nasıl ‘ideolojik hegemonya’ altında ezildiğini gösteren açık bir örnek olmuştur. (…) ‘Darbeci’ yaftası yapıştırılmasından duyulan korku, muhalefeti AKP’nin zihin haritası içinde eritmektedir.”

Güler’in de işaret ettiği gibi,

  • Türkiye’nin acil ihtiyacı; AKP’nin ideolojik hegemonyasına son vermektir. 

“Algı her şeydir düsturunun yaydığı zehri atmalıyız. Biz, egemenliklerini algı ve yalan üzerine yükseltenlerin yöntemlerini kullanarak onlarla mücadele edemeyiz.
‘Gerçek her şeydir’ deyip, herkesi gerçeğe davet etmeliyiz.”
(Yurt Gazetesi, 12 Temmuz 2013)

***

Türkiye’nin önde gelen Amerikancı ve liberal kamuoyu yapıcılarından biri olan gazeteci Cengiz Çandar, bir yazısında Müslüman Kardeşler’in Mısır serüveninden hareketle siyasal İslamcıların demokrasi deneyiminin başarısızlıkla sonuçlandığını belirtince, yoğun bir saldırıya uğradı. Çandar’a bile “darbeci” dediler. Çandar makalesinde şunları söylüyordu:

“Soru, 30 Haziran 2011’de ‘sandıktan çıktığı’ halde, Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Mursi’nin nasıl olup da tam bir yıl sonra, kendisinin çekilmesini isteyen tarihin büyük kitle gösterilerinin hedefi haline gelmiş olmasıdır.”

Çandar şöyle devam ediyor:

“30 Haziran 2013 gününde, Kahire, dünya tarihinin en büyük kitle gösterisine sahne oldu. O muazzam kalabalığın, o insan selinin içinde, Hüsnü Mübarek rejimini yıkan Ocak-Şubat 2011’in Tahrir kalabalıkları vardı; yetmemiş gibi ikiye katlanmıştı. Dolayısıyla ‘askeri darbe’ ya da ‘eski rejim yandaşları’ndan, ‘karşı-devrimciler’den
söz etmenin münasebeti yok. ”

“Evet… Seçimle gelen seçimle gitmeli. Bununla birlikte, tarihin büyük altüst oluşları,
çok kez kitabi doğrulara riayet etmiyor. Seçilmesinden bir yıl sonra halk Mursi’ye ve Müslüman Kardeşler iktidarına başkaldırmışsa, bu başlı başına bir tarihi olaydır.
Askeri darbeye şiddetle karşı olmanız, Mısır 2013’ün sunduğu ve etkisini uzun yıllara yayacak olan ‘siyaset dersi’ni ortadan kaldırmıyor: Mısır’da Müslüman Kardeşler tecrübesi başarısızlıkla sonuçlanmıştır!” (Radikal Gazetesi, 4 Temmuz 2013)

Çandar’ın bu yazısı sadece dünyada ve bölgede değil, Türkiye’de de bir dönemin kapandığına işaret ediyordu.

AVRUPA SOLU DA DARBE DEMİYOR

Dünyada, Avrupa solu dahil Mursi’nin devrilmesini “darbe” diye niteleyen ve kategorik olarak karşı çıkanlara pek rastlanmıyor. Mursi’ye ve Müslüman Kardeşler yönetimine “demokratik” gerekçelerle destek verenler ise hayli küçük bir çevre oluşturuyor.

ÖDP’nin eski genel başkanlarından iktisatçı Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, geçen hafta Birgün Gazetesi’nde, Mısır’da gelişen büyük halk hareketi ve Muhammed Mursi’nin devrilmesine ilişkin Avrupa solunun yaklaşımını ortaya koyan çok önemli bir yazı yayımladı.

Kozanoğlu yazısında, Avrupa Sol Partisi’nin (ASP) 6-7 Temmuz tarihlerinde Portekiz’in Porto kentinde yapılan toplantısına katıldığını belirterek, izlenimlerini aktarıyordu. Toplantının Gezi Direnişi dahil “küresel bir ufuk turu şeklinde” geçtiğini belirten Kozanoğlu, iki günlük yoğun çalışmanın ardından Mısır’daki gelişmelere ilişkin
ortak bir bildiri yayımlandığını duyurdu

***

Türkiye’den ÖDP’nin üye olduğu ASP’de Fransız Komünist Partisi, Alman Sol Partisi, Yunanistan Syriza Koalisyonu gibi kitle partileri bulunuyor. Diğer bir ifadeyle ASP, Avrupa’da sosyal demokrasinin solundaki kitle partilerinin bir araya geldiği bir çatı örgütü niteliğinde. Kozanoğlu’nun da belirttiği gibi ASP’nin “Devletten de sermayeden de emperyalizmden de bağımsız olan, sicili temiz partileri” arasında askeri müdahalelere sıcak bakan tek bir örgüt bulmak olanaksız.

İşte bu Avrupa Sol Partisi Mısır’da Mursi yönetiminin devrilmesine ilişkin yayınladığı bildiride şunları söylüyor:

“Devrimin amaçlarına zıt düşen Başkan Mursi’nin tepkici kararlarına karşı, son haftalarda müthiş bir halk hareketi gerçekleşti. Bu güçlü halk hareketi, silahlı kuvvetleri, ilerici güçlerin son haftalarda kampanya yürüttüğü yol haritasını benimsemeye zorladı.
Onlar yeni bir kurucu meclis ve yenilenecek seçimleri talep ediyorlar.

“Bu durumda önemli olan halk hareketinin sürmesi ve devrimci ve demokratik süreci güçlendirmesidir. Bu, devrimde yeni bir sayfa açabilir. Biz Mısırlı ilerici insanları ve güçleri cesaretleri ve kararlılıkları için kutluyor ve onlara demokratik süreçlerin devamı yolunda başarılar diliyoruz.” (Birgün Gazetesi, 11 Temmuz 2013)

Kozanoğlu’nun aktardığı, benim ilgili bölümünü yukarıya aldığım bu önemli bildiri,
önyargısız bir yaklaşımla Mısır’da yaşanan süreci değerlendiriyor.

  • Mursi’nin devrilmesindeki ana dinamiğin halkın büyük başkaldırısı
    ve 
    devrimine sahip çıkma bilinci olduğunu

açık bir biçimde ortaya koyuyor. Genellikle kendilerini “özgürlükçü sol” çizgide partiler olarak tanımlayan ASP üyesi örgütlerin bu tutumu dünya solu bakımından çok anlamlı.

Çünkü Mısır’daki büyük halk isyanını gözmezden gelmeyen ASP, “Bu güçlü halk hareketi silahlı kuvvetleri, ilerici güçlerin yol haritasını benimsemeye zorladı” diye
altını çizerek, konuya ilişkin gerici ve liberal yaklaşımlara prim vermiyor. Daha önemlisi milyonlarca Mısırlı’nın eylemini yok sayarak, muhafazakâr-liberal bir ezberle Mursi’nin devrilmesini kestirmeden “darbe” diye mahkûm etme tuzağına da düşmüyor.

MISIRLI DİRENİŞÇİLER NE DİYOR?

Mısır’da Mursi’nin devrilmesiyle sonuçlanan başkaldırı eylemini başlatan Tamarrud (İsyan) hareketinin 28 yaşındaki lideri Mahmut Badr ile Doğu Eroğlu’nun yaptığı söyleşi, bu ülke direnişçilerinin olan bitene nasıl baktığını anlamamız için zengin veriler sunuyor.

  • Tamarrud Hareketi Mursi’nin istifa etmesi için hazırladığı bildiriye
    tam 22 milyon imza topluyor.

Tamarrud’un lideri Mahmut Badr, Eroğlu’nun soruları üzerine, yaşamın içinden gelen gerçek yanıtlar veriyor. Biraz uzun da olsa bu söyleşinin özünü oluşturacak bir bölümü, büyük önemi nedeniyle buraya almakta yarar görüyorum.

Birgün Gazetesi’nde yayımlanan söyleşide Mahmut Badr şunları söylüyor:

Müslüman Kardeşler, İslam’ı kullanarak toplumu ikiye böldüler.
Ne Müslüman Kardeşler’in, ne de Mursi’nin ülkeyi yönetebilme yetisinde olmadığı anlaşıldı. Özellikle Mursi her alanda başarısız oldu. Mursi, FJP dışındaki tüm siyasi partileri etkisizleştirdi; partilerin meşru siyaset yapma yollarını teker teker kapattı. Kendisini, Mısır’da binlerce yıldır beklenen, toplumu ve İslamı dönüştürecek kişi olarak görmeye ve böyle tanıtmaya başladı.”

“Bizi 30 Haziran’a götüren süreçte en çok birleştiren, Mısır halkının demokrasi talebi oldu. Mursi seçimle işbaşına gelmiş olmanın, kendisine her şeyi yapabilecek bir meşruiyet sağladığını düşünüyordu. Ancak bu yanılgısı O’na pahalıya mal oldu; demokratik bir siyasal yaşam umuduyla oy veren kitleler karşılarında gücünü seçim sandığından alan yeni bir tiran bulunca tekrar sokaklara indiler. İmza kampanyasının bu denli desteklenmesinin sebebi buydu.”

“Asker, meşru demokratik aktörleri deviren bir darbe gerçekleştirmedi. Bu anlamda
halk hareketinin meşruiyeti de azalmış olmadı. (…) Seçimle işbaşına gelmiş olmaları durumu değiştirmez. Asker yalnızca halkın isteğini yerine getirmiş oldu.”

“Mursi’nin indirildiği gün bir telefon aldık ve askeri yönetimin toplantısına davet edildik. Toplantıda Abdülfettah El-Sisi, Mursi’nin görevde kalıp kalmamasına ilişkin bir referandum yapılabileceğini teklif etti ama bu öneriyi doğru bulmadığımı kendisine söyledim. Kendisine, ‘Siz Mısır Ordusu’nun komutanı olabilirsiniz ama Mısır halkı
sizin üzerinizdedir ve size kendi yanlarında olmanızı ve taleplerini dikkate alarak
erken başkanlık seçimlerine gidilmesini emrediyorlar’ dedim.”
(Birgün Gazetesi, 11 Temmuz 2013)

Sanırım bu söyleşi, Mısır’ı Türkiye’deki ideolojik hegemonyanın belirlediği koordinatlar üzerinden okumaya çalışan ve bu nedenle AKP İktidarı’nın yedeğine düşen kimi aydınların, solcuların, gazetecilerin ve politikacıların sorunu yeniden düşünmelerine yol açacaktır. Tıpkı, Türkiye’ye en özgürlükçü ve demokratik anayasayı kazandıran
27 Mayıs 1961 hareketi ve Portekiz’de faşist diktatörlüğü yıkan 1974 Karanfil Devrimi gibi, Mısır’da olup bitenin de başka bir gözle irdelenmesi gerekiyor.

Mısır’da kurulu düzenin temel taşlarından biri ve geleneksel iktidar blokunun çok önemli bir bileşeni olan Amerikancı ordunun; kendi imtiyazlarını korumak ve halk hareketinin gerçek bir devrime dönüşmesini önlemek için isyancıların taleplerini benimsemiş olması, asıl durumu değiştirmiyor.

HANİ BU HALK ADAM OLMAZDI!

Dostlar,

Meslektaşımız hatta aynı dalda (Halk Sağlığı) uzman arkadaşımız
Sevgili Doç. Dr. İlker Belek’in bir makalesini paylaşmak istiyoruz.

Dr. Belek, Akdeniz Üniv. Tıp Fakültesi’nde 2. mescite karşı çıkmış, türbanla derse giren öğrenciler için tutanak düzenlemişti. Bu yüzden disiplin cezası almış, görevden uzaklaştırılması için YÖK’e dosya yollanmıştı. Bu sitede kendisine destek vermeye çabaladık..İmza kampanyalarına destek verdik..
(Örn. http://ahmetsaltik.net/yok-baskanligina-cagri/, 3.5.13)

Sevgi ve saygı ile.
26.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Hani bu halk adam olmazdı!

portresi


Doç. Dr. İlker Belek

 

 

Halkın onuru vardır. Belli etmese de yaşadıklarından biriktirir. Bir noktada taşar. Diyalektiğin kuralıdır.
Yaşadıklarımız tam bir halk hareketidir:

Olaylara işçi ve emekçi sınıfların hemen hemen bütün tabakalarının katıldığı görülüyor. Toplumun her kesiminden insanlar sokaklara çıktı. Sermayedarları hükümete tepki göstermek zorunda bırakan da budur. Eğer katılanların orta sınıf karakterinden söz edilecekse, bu hızla konum yitiren bir orta sınıftır. Sokaklardaki öğrenci yığınları ise geleceklerinin işsizler ordusunun safları olduğunun farkındalar.

Olayların içinde yer alan insan sayısı Türkiye tarihinin gördüğü en kitlesel boyuttadır. Kitleler bütün baskılara rağmen vazgeçmemişler, şiddete direnmişler ve siyasi farklılıklarına rağmen belirledikleri ortak hedeflere yönelerek bütün büyük şehirlerin meydanlarını ele geçirmişlerdir. Hedefte AKP vardır.

Eylemlere katılımın bu sınıfsal ve kitlesel niteliği ile eylemlerin radikal tarzı yaşananları halk hareketi olarak nitelemek bakımından yeterlidir.

* * *
Hareketin içeriği kimilerinin iddia ettiği gibi çevresel konularla tanımlı değildir.
Yaşananları orta sınıfların, laik kesimlerin, AKP’nin yaşam tarzlarına yönelttiği saldırıya tepkileri olarak tanımlamak, bundan sonrasına ilişkin sınıf stratejilerinin geliştirilmesini de engelleyecek büyük bir yanılgı olur.

  • Halk, AKP’yi, AKP ne ise onu karşısına almıştır. 

AKP gericilik, piyasacılık ve işbirlikçilikle tanımlıdır
ve ayaklanma tam da bunlara karşı biriken öfkenin, yine bunlara karşı olduğunu belirten bir içerik ve tarzda ortaya konulması şeklinde yaşanmaktadır. Halk diktatörlüğe ve kendisinin onursuzlaştırılmasına karşı ayağa kalkmıştır.;

Bu en başından beri, sanatçı, aydın ve çevrecilerin Gezi Parkı’nda oturmaya başladıkları ilk andan itibaren böyleydi. Gezi Parkı’nın yerine yapılmak istenen Kışla’nın 31 Mart 1909 olaylarıyla tanımlı gerici-siyasi bir niteliği ve AVM’nin de vurgun, yağma, rant ve sömürüyle bağlantılı kapitalist bir karakteri vardı.

Uzun zamandır, AKP’nin özellikle izlediği tekleşme ve Türkiye’yi ele geçirme stratejisinin kendisini kaçınılmaz biçimde hedefe yerleştirdiğini, bunun kendisi açısından büyük riskler yarattığını belirtiyorduk.

* * *
Bu halk hareketini Türkiye tarihinde bir ilk olarak tanımlamak yanılgı olmaz.

Arkasında ordu ya da herhangi bir destekçi “yüksek” kurum yoktur. Bu anlamda özellikle Cumhuriyet Mitingleri’nden ayırmak gerekir. İşçi ve emekçi sınıflar tamamen kendilerine güvenerek, gazlandıkça güven tazeleyerek düzenin üzerine yürüdüler.

* * *
Eylemlerin kendiliğinden nitelikli olup olmadığını tartışmanın bir anlamı kalmamıştır.
Eylemleri yönlendirebilecek güçte sosyalist bir öznenin bulunmayışı kendiliğindenliğin göstergesi olarak okunabilir.

Ancak unutmayım ki, Gezi Parkı’nda başlatılan eylemin organizasyonunda yer alanlar belli bir dünya görüşüyle ve siyasi angajmanla hareket ediyorlardı.

Sonrasında kitlelere “yeter artık” dedirterek, evlerini terk etmeye zorlayan da sosyalist öznelerin sokakta her şeyi göze alarak verdikleri kahraman mücadele olmuştur.
Üstelik her halk hareketinin baskın karakteri kendiliğindenliktir. Bu özellik sosyalistlerin içinde yer almayacağı anlamına gelmez.

Bu, bundan sonra yaşayacağımız sınıf-halk hareketlerinde de böyle olacaktır. Tartışılması gereken esas şey sürecin iktidar perspektifiyle nasıl daha ileri noktalara taşınabileceğidir.

* * *
31 Mayıs-1 Haziran halk hareketi biçimsel olarak Arap Baharı olaylarına benzetilebilir. Ancak içerikleri tümüyle farklıdır.

  • Arap Baharı Arap ülkelerinin AKP’sini yaratmıştır. 

Türkiye ise AKP’ye, Amerikancı-işbirlikçi-taşeron İslam’a karşı ayaklanıyor.
Bu ayaklanma siyasal dolayımlarla gerçekleşiyor. Halk AKP’nin yaratmak istediği düzeni reddediyor.
Arap ülkelerinde sokakları ve iktidarı dinci gericilerin ele geçirme ve kitleleri manuple etme olanakları vardı.
Bizde ise bugün sokaklar gericiliğe karşı ayaktadır. Hareketin nitelikleri kaba hatlarıyla laik ve antiemperyalisttir. Bu hareketin ele geçirilmesi değil, ancak yenilgiye uğratılması söz konusu olabilir.
* * *

31 Mayıs-1 Haziran halk hareketi pek çok bakımdan tam bir kırılma noktası olmuştur.
Erdoğan’ın başkanlık planları, yeni Anayasa beklentisi yüksek olasılıkla bitmiştir.
AKP ile Cemaat arasındaki gerilimlere AKP içindeki kimi çatlakların eklendiğini,
İstanbul ve Ankara çatışmaları sırasında Erdoğan ile Kadir Topbaş ve Bülent Arınç’ın açıklamalarının farklılaşmasından anlıyoruz.

AKP karşıtı muhalefet güçlendikçe AKP’nin kitle desteği azalacaktır.

AKP’nin “barış” süreci inandırıcılığını tümüyle yitirmiştir. Bundan sonra BDP mi “barış” ısrarında bulunabilecektir ve artık Kürt “barışı” ne ifade edebilir ? Aslında Erdoğan’ın Obama’dan ayar aldıktan sonra yapması gereken, elindeki tek olanağı, “barış” sürecini kullanması iken, O alkol ve Taksim üzerinden yeni bir saldırı başlatmayı denemiş ve yenilmiştir.

BDP’nin kendi beklentileri uğruna son haftada yaşanan olaylara Parti düzeyinde sessiz kalmış olması büyük talihsizliktir.

Halk ilk kez korkuyu yenmiştir: Gaza yüzünü açan kırmızı elbiseli kadınlar, panzerin önündeki siyah elbiseli kadınlar, basınçlı suyun altında yumak olmuş erkekler,
polise “gel gel” yapan gençler…

* * *
Ancak sokaklar adına pek çok belirsizlik, kırılganlık da varlığını koruyor.
AKP bunlardan yararlanmak isteyecektir. AKP, iktidarını, şiddet ile kitleleri korkutarak, umutsuzluk yayarak yerleştirdi. Şiddet olmazsa AKP’nin kitle desteği de erir. Bu nedenle Taksim düzenlemesiyle ilgili kimi geri adımlar atacak olsa bile şiddet politikasından
geri adım atması mümkün değildir. Bu eylemlerde ön plana çıkmış siyasi yapılara yönelik bir saldırı başlatacak, AKP İslami projesinden vazgeçmeyecektir.

  • Herkese görev düşüyor.

Maddi, siyasi her tür katkının en yüksek noktaya çıkarılması ve o noktadan
asla geri düşülmemesi gereken bir dönemi yaşıyoruz.

Direnişin Sosyolojisi

Dostlar,

YURT Gazetesi‘nin usta yazarı, engin birikimli ve tutarlı yazarı Sn.
Merdan Yanardağ‘ın “Direnişin Sosyolojisi” başlıklı önemli yazısını 5 gün bekleterek veriyoruz. Geçen süre, 5 gün olarak kısa gözükmesin..

Söz konusu 5 gün çok yoğun yaşandı ve “hızlı” aktı!

Yanardağ’ın öngörülerini test etmiş olduk..En önemlisi AKP’nin şiddeti artırarak eylemi ezme kararı vereceği, geri çekilmeyeceği.. yönünde idi. Öyle de oldu..

Sayın Yanardağ’ı özene izlemeli..

Bu önemli makale aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
19.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

Direnişin Sosyolojisi

 portresi

Merdan YANARDAĞ
Yurt Gazetesi Yazarı

 

Türkiye günlerdir gerçek, kapsamlı, nitelikli, yaygın ve giderek artan ölçüde siyasallaşan bir halk hareketine sahne oluyor. AKP İktidarına ve bu iktidarın kurmaya çalıştığı
yeni dinci-faşizan dikta rejimine karşı toplumun geniş bir kesimini kapsayarak ilerleyen ve bastırılamayan bir isyanla karşı karşıyayız.

Yakın tarihimizin bu en önemli ve görkemli halk direnişi nedeniyle AKP İktidarı ağır bir yenilgiye uğradı. Böyle bir bozgunu hiç beklemiyor olmaları, yenilginin etkilerini daha da arttırıyor. Öyle ki, rejim değişikliğinin (karşı devrimin) gerekçeleri diye sundukları bütün tarih ve siyaset tezlerinin çöktüğü görülüyor.

Cumhuriyetle kavgalı olduğunu varsaydıkları “millet” ile kendilerini birden bire sokakta çatışıyor halde yakalamak, belli ki derin bir siyasal ve ideolojik bir travma yaratmış durumda. Bilindiği gibi AKP’nin Cumhuriyetin kurumlarını ve kültürel temellerini tasfiye ederken öne sürdüğü en önemli gerekçesi “devletle milleti barıştırıyoruz” tezi oluşturuyordu. Ciddi bir hesap hatası yaptıkları ortaya çıktı ve bu tez çöktü.

FARKLI İKTİDAR DEĞİL, YENİ REJİM

Taksim Gezi Parkı direnişi, bir diktatöre dönüşen Başbakan Tayyip Erdoğan‘ın fiyakasını fena halde bozdu. İktidar ne yapacağını bilmiyor. Ancak bu hükümetten
geri çekilmesini ve uzlaşmacı bir politik tavır takınmasını beklememek gerekiyor.
Çünkü böyle bir geri çekilme, siyasal İslamcı AKP Hükümeti‘nin bütün kazanımlarını yitirmesi ve tarihsel hedeflerinden vazgeçmesi anlamına gelecek.

Karşımızda sıradan bir hükümet ya da daha öncekilere benzeyen bir iktidar yok. Kurumsallaşma süreci tamamlanmasa da, Mustafa Sönmez’in de belirttiği gibi, karşımızda Cumhuriyetin büyük ölçüde tasfiyesi üzerine kurulan yeni bir rejim var. Bu nedenle AKP Hükümeti yenilgiyi kabul etmek istemeyecek ve yeniden
güç kullanarak direnişi ezme yolunu deneyecek. Bu olasılık daha güçlü görünüyor.

BÖLME ÇABASI

Erdoğan Tunus dönüşünde Yeşilköy’de yaptığı konuşmada yine kışkırtıcı ve saldırgan bir dille halkı, direnişçileri ve eylemin önündeki gençleri suçluyor. Onların “çapulcu oldukları yolundaki görüşlerini daha da ileriye taşıyor ve “teröristler” diyor.
Israrla çatışmacı bir kullanıyor.

Yine aynı nedenle hedefi daraltmayı, somut taleplerle sokağa çıkan geniş kitlelerle direnişin dinamosunu oluşturan gençleri ve sol grupları birbirinden ayırmayı deniyor.
Akıllarınca direnişe katılan sıradan yurttaşlarla bu isyanın ön saflarında yer alan,
polise direnen, gece Taksim Meydanı’nı boş bırakmayan grupları birbirinden ayırmaya çalışıyorlar. Onlara, “marjinal gruplar ve illegal örgütlerden kendinizi ayırın” diyorlar. Böylece sol grupları ve gençleri yalnızlaştırarak onları “ezmek” için psikolojik ortamı hazırlamayı planlıyorlar.

Ancak bu taktiğin tutmadığı, direnişe aktif şekilde katılan ya da destek olan halk kitlerinin kendileriyle omuz omuza olan gençlerden, sol siyasal örgütlerden, kararlı direnişçilerden her hangi bir rahatsızlık duymadığı görülüyor.

DİRENİŞ ÖĞRETİYOR VE DEĞİŞTİRİYOR

Türkiye’yi ayağa kaldıran, sıradan insanları iki günde birer direniş militanı haline getiren bu büyük isyan kendi dilini, siyasal programını ve ahlakını yaratıyor.

Gezi Parkı’nın ortasında isteyen namazını da kılıyor, birasını da içiyor.

Basit bir sürtüşme bile yaşanmıyor. Tek bir kadın tacize uğramıyor.

Güçlü bir dayanışma ruhu, birlikte hareket etmeyi başarmanın getirdiği nitelikli bir özgüven, çok belirgin bir bilinç sıçraması ve yeni bir ahlak, direniş ortamına
egemen oluyor.

Günlerdir Yurt Gazetesi‘nde ortaya koyduğumuz gibi, Başbakan bir bastırma operasyonunun gerekçesini oluşturmak için yalana ve demagojiye başvuruyor.

  • Camilere saldırıldığı ve bayrak yakıldığı gibi bin yıllık gerici yalanlara başvuruyor.
  • Biz yalana dayalı bu kışkırtmayı Maraş, Çorum, Sivas katliamlarından tanıyoruz.

Erdoğan yine pahalıya ödeyeceği bir hesap hatası yapıyor.
Bu hatanın ne olduğunu göreceğiz.

MHP VE BDP YOK!

Direnişe Türkiye genelinde yaklaşık 10 milyonu aşkın insanın katıldığı tahmin ediliyor.
Bu çok önemli bir kitlesellik. Eylem bir siyasal önderlik olmadan ve büyük ölçüde kendiliğinden gelişiyor. Bir toplumsal patlama yaşanıyor.

İktidarın toplumsal tabanı daralıyor. Muhalefetin çok geniş bir bölümü, kendi yaşam alanlarını ve tarzlarını tehdit altında gören toplum kesimleri, ulusalcı, laik, solcu, sosyalist, yurtsever, cumhuriyetçi, Kemalist kesimler sokağa çıkıyor.

Hem kendileri dönüşüyor hem toplumu dönüştürüyorlar.

Tutucu ve dinci kesimlerle milliyetçiler bu eylemlerde siyasal ve örgütsel bakımdan
yer almıyorlar. BDP başından beri temkinli davranıyor ve uzak duruyor. BDP’nin katılımı merkezi düzeyde değil, İstanbul ve Ankara gibi kentlerde yerel düzeyde gerçekleşiyor. Buna karşılık başta Diyarbakır olmak üzere Güneydoğu illerinde tek bir dayanışma eylemi yapılmaması dikkat çekiyor.

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş‘ın direniş eyleminin büyük bir yükseliş içinde olduğu günlerde “Biz ulusalcıların, faşistlerin yer aldığı eylemlerde yer almayız. Tabanımız ne yapacağını bilir.” yolundaki açıklaması da daha sonra düzeltilmeye çalışılsa bile belleklerdeki yerini koruyor.

MHP ise direniş eyleminde bulunmadığı gibi, esas olarak katılımcıları suçluyor.

Direnişin sol ve cumhuriyetçi karakterinden ürküyor. AKP Hükümeti’ni eleştirse bile temkinli bir dil kullanıyor. Eğer mahalle arkadaşlarıyla gelen bazı bireysel katılımcılar yoksa, MHP’den bu direnişte örgütlü olarak kimse bulunmuyor. Üstelik MHP Gezi Parkı direnişini tümüyle karşısına alarak eyleme katılanları ihraç edeceğini açıklıyor.

Dolayısıyla bu eyleme “faşistlerin ve darbecilerin katıldığı” yolundaki iddialar
hiçbir anlam taşımıyor. Zaten bu iddiaları tekrarlayana da son günlerde
pek rastlanmıyor.

YENİ KUŞAK

Bu direnişin kendi dili, üslubu, kültürü, mücadele anlayışı ve kültürüyle yeni bir kuşak yarattığı görülüyor. Çok büyük bir gençlik gücünün / kesiminin siyasallaşarak
tarih sahnesine sahnesine çıktığı görülüyor. Bazı istisnaları dışında tutarsak eğer, 1980’den sonra ilk kez böyle bir toplumsal ve tarihsel durum yaşanıyor.

  • Gençler geleceklerini karartan iktidara baş kaldırıyor.
Halkın çok büyük bir bölümü 11 yıldır kendilerine hakaret edilmesine, aşağılanmalarına, yaşam tarzlarına müdahale edilmesine, değerlerine saldırılmasına, görüşlerinin dikkate alınmamasına, yağma düzenine, gelir adaletsizliğinin büyümesine isyan ettiler.

Taksim Dayanışması: ‘Mücadeleye Devam!’


Taksim Dayanışması: ‘Mücadeleye Devam!’

Taksim Dayanışması’ndan yapılan açıklama şöyle:

“Taksim Dayanışması tarafından sabah saatlerine kadar süren toplantı ve forumlar sonucunda oluşan açıklamadır.


Taksim gezi parkı
nda ağaç katliamını durdurmak için
başlayan direnişimiz, Gezi Parkı sınırlarını aşarak İstanbul halkının ve ardından Türkiye’nin dört bir yanından yurttaşların onbir yıllık AKP İktidarına karşı birikmiş olan öfkesi ile buluştu. Yüz binlerce insan sokaklarda direnişlerinin 18’inci gününü tamamladılar.

Bu memleket topraklarının tanık olduğu en büyük hak arama mücadelelerinden biri olarak tarih sahnesinde yer alan bu direniş daha ilk günden başlayarak yoğun polis şiddetinin hedefi oldu. Yaşam hakkı dahil tüm insan haklarının ayaklar altına alındığı bir süreç içindeyiz. Ancak bu zulüm; kalabalıkları dağıtacağı yerde büyüttü, birbirlerini mücadele içinde tanıyan insanların dayanışmasını güçlendirdi, bütün canlıları boğan
gaz bombalarının altında her türlü şiddete karşı sokakları doldurdu, direnişi birleştirdi ve bir halk hareketine dönüştürdü.

Direnişin başlangıcından beri ortaya konulan son derece açık ve haklı istemleri hükümet öncelikle görmezden gelme tavrı aldı. Ardından direnişi bölme, provoke etme ve meşruiyetini zedeleme çabaları içinde oldu. Yerel ve uluslar arası kamuoyu önünde iktidar meşruiyetini yitirerek amacına ulaşamadı. Haklı direnişimizin baskısıyla istemlerini muhatap alma ve tartışma noktasına geldi. Ancak bu daha başlangıç ve mücadele sürüyor.

Bu direniş sırasında polis şiddetinin bir sonucu olarak 18 gün içinde 4 yurttaşımız;

  • Ethem Sarısülük – Mehmet Ayvalıtaş – Abdullah Cömert – Mustafa Sarı yaşamını yitirdi.
  • Pek çok yurttaşımız görme, işitme ve uzuv yitimine neden olacak biçimde yaralandı. 

Öldürülen arkadaşlarımızın acısını yüreklerimizde duyumsuyor ve en temel demokratik haklarını kullanırken öldürüldüklerini anımsatıyoruz.

  • Henüz bu ölümlerin sorumluları hakkında ciddi bir işlem başlatılmamış olduğunu
    bir kez daha ifade ediyoruz. Bu şiddetin sorumlularının yargı önünde
    hesap vermesinin izlemcisi olacağız.

Ayrıca polisin keyfi gözaltı politikası nedeniyle birçok kişi halen gözaltında tutulmaktadır. Taksim Gezi Parkı direnişçileri ve Taksim Dayanışması olarak
ülkenin dört bir yanında direnişe katıldığı için gözaltına alınan ve tutuklanan yurttaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz.

Bu süre içinde üzerimizde yürütülen şiddet politikalarına karşın farklı eğilimlerin zenginliği ile bir araya gelebildiğimizi, tartışabildiğimizi, ortaklıklar yaratabildiğimizi ve birlikte mücadele edebildiğimizi gördük. Zayıflık olarak kabul edilen çoğulcu demokrasi, çoğunlukçuluğun karşısında bir direniş odağı oluşturmamızı sağladı.

İktidarın üzerinden yükseldiği rant ve ekolojik tahribat politikaları karşısında
yüz binlerce insan gezi parkında ağaçları savunarak kendi yaşamlarını ve özgürlüklerini savundular. Gezi direnişi bir özgürlük alanı olarak polis şiddetine karşı barışçıl tutumunu korumayı bildi.

Taksim Gezi Parkı direnişçileri ve Taksim Dayanışması olarak bu süreç boyunca öğrendiğimiz en önemli şey mücadelenin zaman ve mekânla sınırlandırılamayacağı
ve bundan sonra da yaşamın, kentin ve ülkenin her metre karesinde ve her anında süreceğidir.

Direnişimizin 18.gününde 15 Haziran cumartesi günü içindeki tüm canlılar ile birlikte parkımız ve kentimiz, ağaçlarımız, yaşam alanlarımız, özel yaşamımız, özgürlüklerimiz ve geleceğimiz için Taksim Dayanışması olarak nöbete devam ediyoruz. İstemlerimizin izlemcisi olmayı sürdüeeceğiz. Bu direniş, Taksim Dayanışmasının kolektif iradesinin yansıması ve bütünlüklü bir mücadelenin ortak bayrağı olacaktır. Bugünden itibaren tüm yurda ve hatta dünyaya yayılan mücadelemizden gelen dinamizmle ve gücümüzle ülkemizde yaşanan her türlü haksızlığa ve mağduriyete karşı direnişi devam ettireceğiz. Şu anda 18 gün öncesine oranla çok daha güçlü, örgütlü ve umutluyuz.

BU DAHA BAŞLANGIÇ, MÜCADELEYE DEVAM!

http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/taksim-dayanismasi-mucadeleye-devam-haberi-74749http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/taksim-dayanismasi-mucadeleye-devam-haberi-74749

Not : Bu gün 20. gün ve 193 kişi gözaltında.. (A. Saltık, 17.6.13)