Etiket arşivi: Dr. Ceyhun BALCI

TARIK AKAN’IN ARDINDAN…

TARIK AKAN’IN ARDINDAN…

tarik-akan-1b716

Dr. Ceyhun BALCI

portresi

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Şöhretli birisi öldüğünde pek çok kişinin onu kendisine yakın bir yere yerleştirme telaşına düştüğüne tanık oluyoruz. İki yüzlülük ve düzenbazlık kokan bir yaklaşımdır.

Örneğin Tarık AKAN!
Yaşamının son döneminde ulusalcı, Aatürkçü ve Cumhuriyetçi bir tutum sergilemiştir. Bu tutumu gün gibi ortadadır. Doğum gününde bile Silivri barikatlarını yıkanların en önünde yer almıştır. Bu denli ortadayken tutumu şuraya, buraya çekiştirme çabalarını içtenlikten yoksunlukla ve hatta düzenbazlıkla suçlama hakkına sahip değil miyiz?
*****

Tarık AKAN’ın ardından yazılanlar, çizilenler ve söylenenler bende “de ja vu” etkisi yarattı! Çok değil 10 yıl önceye döndüm. Benzer yaklaşım Attila İLHAN’ın ardından da sergilenmişti.

Atilla İlhan’ın şiirine evet ama ulusalcılığına hayır!” diyerek ardından sessiz kalmama görevini yürütenler bir kez daha iş başındadır! Bu kez Tarık AKAN için!

Emperyalizmin kapıkulluğunu etnikçilik kontenjanından yerine getirmekte olanların Tarık AKAN’ın ulusalcılığına dil uzatmakta sakınca görmediklerine tanık oluyoruz. Bunu yaparken de sundukları tatsız, tuzsuz, kokmuş yemeği Marksist-Engelsist sınıf mücadelesi garnitürü ekleyerek servis ettiklerini hiç de şaşırmayarak izliyoruz.

Salon filmlerinden, Hababam’a oradan da toplumcu sinemaya evrilen Tarık AKAN pek az kişide örneği görülebilecek olumlu bir yaşam sürdü.

Yılmadı, köşesine çekilmedi daha da önemlisi halkına küsmedi!

Zor günlerde mücadele vermek için halkını aşağılayan, onu bidon kafalılıkla, göbeğini kaşımakla suçlama kolaycılığına kaçmadı.

O’nun yerine Silivri barikatını yıkan kitlelerin en önündeki yerini almayı seçti. Edindiği haklı şöhreti kendisine kalkan yaparak miskinleşmek yerine şöhretini mücadelesinin gücüne dönüştürdü.

Son dönemde ulusalcı, Atatürkçü, Cumhuriyetçi çizgiyi ikilemsiz benimsedi. Koşullar öyle olmayı gerektirdiği için yaptı bunu!

Ölenin ardından bir şeyler yazmak zorunlu mudur? Bence kesinlikle değildir. Bunu yapmadığınız için yerilmeniz, suçlanmanız söz konusu bile olmaz. Ama, ölenin ardından öleni kendi meşrebinizde bir yerlere oturtmaya çalışmak, yetinmeyip O’nu kendi meşrebinize uymadığı için ateş altına almak doğru olmadığı gibi namuslu da olmayan bir tutumdur.

Tarık AKAN, yaşamı boyunca çeşitli aşamalardan geçerek belirli bir yere erişti. Eriştiği nokta pek çoğumuzun gönül tahtıdır. Son kertede geldiği yer Atatürkçü, Cumhuriyetçi, ulusalcı duruştur.

Neden böyledir? Günümüz Türkiyesi en çok bu duruşa gereksinim duyduğu için!

Parolası vatan, işareti namus olduğu için!

Anısı önünde saygıyla eğilirken, geride bıraktığı mücadelenin şaşkınlaşan, yolunu yitirme noktasına gelen aydınımıza yol göstermesini diliyorum… (18.09.2016)

===================================

Dostlar,

Bu gün onbinler (80 bin dolayında!) insan saatlerce Tarık Akan‘ı son yolculuğuna uğurlamak için İstanbul sokaklarındaydı.. Muhsin Ertuğrul sahnesinde izdiham vardı.. Yeri geldiğinde Ulusumuzun nasıl vefalı ve değerbilir olduğunu keyifle ve gurula izliyoruz.. Halkımıza değerler katacak erdemli bir Ulusal eğitim sistemine sahip olsaydık acaba nasıl olurdu tablo? Yobaz panik atağa sürüklenirdi herhalde.. Ama çare yok;

  • AYDINLANMA durdurulamaz ve ertelenemez bir evrensel diyalektik gerçekliktir..
    Olsa olsa kimi coğrafyalarda, o arada bu sıralar Türkiye’de AKP – RTE‘nin zavallı ve yenilmeye mahkum geçici engeliyle karşılaşabilir.. Ama “her-kes” iyice anlamalıdır ki;
  • AYDINLANMA aynı zamanda Tanrı buyruğudur! 

    Tarık Akan, son çözümlemede ANADOLU AYDINLANMASINA kendince içtenlikli, değerli katkılar vermiş seçkin bir yurttaşımız, sanatçımızdır; Cumhuriyetin ürünüdür!. Bu eylem ve ürünü O’nu çook saygın kılıyor.

Tarık akanın cenazesi ile ilgili görsel sonucu

Silivri barikatlarının yıkıldığı 13 Aralık 2013 günü biz de oradaydık..

“Atatürk Cumhuriyeti ve Anlamı” konulu konferansımızı sunduğumuz gün, Özel Taş Lisesi‘ nde (İstanbul / Bakırköy ADD Şb. Bşk. Sn. İnci Amca‘nın düzenlemesiyle) 25.10.2005 günü en arkada ayakta bizi izliyordu.. Kendisini selamlamış ve sinema filmleri ile ulusumuza verdiği iletiyi çok değerli bulduğumuzu söylemiştik bir küçük ayraç açarak sunumumuz sırasında.. Gülümseyerek teşekkür etmişti..

O’nu şükranla anarak, emeği önünde saygı ile eğiliyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
18 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TURKEY HAS RIGHT TO DEFEND ITSELF

 

TURKEY HAS RIGHT
TO DEFEND ITSELF

Değerli okur,

Bu yazı uluslararası okunurluğu ve saygınlığı (!) olan The LANCET adlı tıp dergisi
yayın yönetmenliğine iletilmiştir. Nedeni, aşağıdaki bağlantı okunarak anlaşılabilir.

http://www.dagarcikturkiye.com/lanset-kocbasi-mi-tip-dergisi-mi-yd-1810.html

Dear editor,
I have a few words on “Health-care crisis in Turkey : urgent actions needed”
As I know, Lancet is a prestigious medical journal. But, this time Lancet has been stretched
its limits. Although, the paper seems touching humanitarian topic, article has not been able to discriminate terrorism from human rights problem.
Have you ever heard the name Jean Charles de Menezes who was shot by snipers immediately following London bombings in July 2006? The reason for this shooting could anybody call up British government cease-fire against terrorist groups/attacks? It would be illogical.
Neither British nor Turkish government can not make peace with terror groups unless they
gave up terror.
In souteastern region of Turkey members of terror organisations under the name of PKK or YPG are in action against our constitutional system.
In Great Britain or at an another European country could it be possible to organize armed struggle against state rules? What would be the reaction against such revolt in your country?
In Turkey, PKK terror has been resulted in over 40 thousand death comprising mostly civilians, since 1984.
So, also in Turkey, government couldn’t let such a terrorist action. In other words,
Turkish government and security forces are simply trying to prevent terrorist actions
not only in southeastern region but also in the whole Turkish territory.
As mentioned, in the article, hospital hasn’t been transformed to fortress.
Security forces had no other choice in order to protect Cizre hospital.
In Great Britain or in an another European country it is possible to shoot someone in order to ensure security! Is it forbidden, to preserve integrity of country in Turkey?
Cant’t we have a security problem?
Is such a paradox acceptable?

Ceyhun BALCI, M.D. Orthopaedic Surgeon
General Secretary of İzmir Medical Chamber
İzmir, Turkey

===================================

Dostlar,

Sevgili meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı‘ya, İzmir Tabip Odası‘na bu yerinde girişimleri için teşekkür ediyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
08 Eylül 2016, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İKİ 26 AĞUSTOS

26 ağustos

İKİ 26 AĞUSTOS

portresi

 

Dr. Ceyhun Balcı 
26 Ağustos 2016

(AS : Bizim kısa katkımız yazının altında..)

26 Ağustos günü, 851 yıl arayla Türklerin Anadolu’daki yazgısını belirledi. Sultan Alparslan’ın önderliğindeki Büyük Selçuklu ordusu 26 Ağustos 1071’de Malazgirt önlerinde Bizans ordusunu yendi!
Sonuç : Anadolu kapılarının Türklere ardına kadar açılması oldu!

  • 26 Ağustos 1922’de ise Mustafa Kemal’in komutasındaki Türk ordusu,
    Sevr’le Anadolu’yu işgal eden düşman güçlerini kovduğu Büyük Taarruz’un ilk günü.

Rastlantıya bakın!
1071’de Anadolu’nun kilidini kırarak Türk selinin önündeki kapakları açan Malazgirt Savaşı!
1922’de Anadolu’yu düşmana kilitleyen Büyük Taarruz!
Her ikisinde de sayılamayacak kadar çok dokunaklı yaşanmışlık vardır!
Yarbay Reşat’ın yaşadığı göz yaşartıcı olduğu kadar inancın ve azmin göstergesidir.
Büyük Taarruz’un ikinci gününde 27 Ağustos’ta sorumlu olduğu birliğin Çiğiltepe’yi söz verdiği saatte ele geçirememesi silahını kafasına dayamasına yeter de artar! Sözünü tutamamanın bedelini canıyla ödemekten kaçınmayacak kadar gözü pek ve onurludur.
Kırk beş dakika daha bekleyebilseydi Çiğiltepe’nin muzaffer komutanı olacaktı, yaşamından da olmayacaktı!
Çiğiltepe geride bıraktıklarının soyadı, görevine bağlılığı ve o bağlılığı namus sayan davranışı ise bizlere rehber oldu!
26 Ağustos’ta kanlarıyla, canlarıyla vatan savaşı verenlere selâm olsun…

*****
Darbeye karşı “ordusuzlaşma” seçeneğinin akıl almaz biçimde yaşama geçirildiği günler yaşıyoruz. Birkaç gün önce Suriye’de gereken neydi?
100 yıl önce Malazgirt’te ya da 100 yıl önce Büyük Taarruz’da!
İki 26 Ağustos Ordu’nun önemini çok da güzel anlatıyor…
Tarih en kalın kafalılara bile bir şeyler öğretecek denli zengin bir dağarcık…
====================================

Dostlar,

Bizden de bin selam olsun her iki 26 Ağustos’un komutanlarına ve neferlerine..
Cephe gerisinde tüm varlığıyla savaşa destek veren Ulusumuza..

26_Agustos_1922

ORDUMUZUN SURİYE SEFERİ

ORDUMUZUN SURİYE SEFERİ

turk-ordusu-suriyede-ilerliyor-20160824150432

portresi

 

Dr. Ceyhun BALCI

 

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

TSK Cerablus’a yönelip Suriye’de temizliğe girişme sinyalleri verince çıkan seslere kulak verelim. IŞİD’e vuruldu PYD’den ses geldi. PYD’nin (PKK olarak da okuyabilirsiniz) etnikçi bir terör unsuru olarak sözde egemen olduğu alanlarda TSK ile karşılaşmaktan hoşlanmamasını ve hatta korkmasını anlamak güç değil.
Buna tamam! Ama…
Ülkemizdeki kafası karışıklar ordusunun kaygılarına anlam vermek hiç kolay değil!
“Suriye bataklığında ne işimiz varmış?”
“Suriye bölünürse Türkiye de bölünür!” saptamasının doğruluğunu kavrayamayanlar Suriye’yi Türkiye için bataklık sanabilirler!
Gel de “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur!” diyen Sakallı Celâl’i saygıyla anma!
BOP haritası gereğince bölünmesi tasarlanan ülkelerden biri olan Suriye 5 yılı aşkın süredir burun buruna olduğu küresel haydutluk karşısında dik ve onurlu bir duruş sergiledi. O dik ve onurlu duruş bir bakıma Türkiye’nin bölünmezliği için de güvence oldu!
Ülkemizdeki pek çok insanın (aralarında Cumhuriyetçi ve Atatürkçüler de var) bölgeye ve bölgenin önde gelen unsurlarından olan Araplara bakışı “Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’yı arkadan vurdular!” anlayışı çerçevesindedir. Oysa, genelde bölgenin özelde Suriye’nin tarihi bu sığlığı hoş görmeyecek denli derinliklidir.
Geçmişten bugüne uzanan bu sığlığın günümüzde de olanca belirginliğiyle sürmekte olduğunu üzülerek izliyoruz.
Bu olumsuzluğun başta gelen gerekçelerinden birisi Türkiye’de yerleşikleşme eğilimi gösteren saplantılardır. Bu saplantılardan başta geleni zemin, zaman ve koşul bağlamından koparak hastalığa dönüşen RTE-AKP paranoyasıdır.
Suriye’ye TSK müdahalesi çoktan yapılması gereken bir eylemdi. Gecikmeli de olsa yapılmış olması bir olumluluk olarak görülmeliydi.
Denebilir ki, eylem doğru ama eylemin sahibi yanlış! Katılırım!
Ama, yanlış kimse doğru eylem yapıyor diye elini mi tutalım?
Gündelik siyasetin ve politikanın belirli hedef ve amaçları olduğu kesindir. Ama, vatanın ve milletin birliği, dirliği söz konusu olduğunda diğer konuların ayrıntıdan öteye anlam taşımadığı da gözden kaçırılmaması gereken önemde bir ayrıntıdır.

Son gelen haberlere bakılırsa PYD’nin TSK ile sıcak temas gerekmeden Fırat’ın doğusuna çekileceği anlaşılıyor. Türkiye’nin doğru bir adım atmış olması bile hem Suriye hem de Türkiye’nin bütünlük ve güvenliğine tehdit oluşturan etnikçiliği hizaya sokarsa gerisi gelecektir.
Türkiye-Rusya yakınlaşmasını izleyerek yaşanan bu gelişmenin ülkemizin yüzünü bölgeye dönme sürecinde bir ilk adım olması önde gelen dilektir.

  • Milli görev gereğince Suriye’de olan Mehmetçiklerimiz için atıyor yüreklerimiz!

15 Temmuz darbe girişimiyle örselenen ve saygınlığı aşındırılan Ordumuza özgüven aşılaması olası bu vatan görevinde can kayıpsız, sorunsuz ve engelsiz görevler diliyoruz…

======================================

Dostlar,

Teşekkürler değerli tıbbiyeli meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı‘ya..
Yazısını bize e-ileti ekinde yollarken şu dizeleri koymuş :

  • Küresel düşünüp, ulusal davranmak göz ardı edilmemesi gereken bir yöntem.
    Bir eylemi yapanla değil de sonuçlarıyla değerlendirmek de!
    TSK Suriye’de bir savaşın içindedir. Ama, bugün bu savaşa girmekten kaçınırsanız
    yarın ülke topraklarının yitirilebileceğini de aklınızda tutmalısınız…

*****
AKP – RTE, OHAL Kararnameleri ile TSK’ya indirdikleri çok ağır ve kabul edilemez darbeleri hemen geri çekmelidirler..

Her geçen gün geri dönüşü güçleştiriyor, TSK’ya travmayı kalıcı kılıyor ve ulusal güvenliğimizi açıkça tehdit ediyor..

Ne yazık ki CHP’li 110 vekil ya da bu sayıya bağlı olmadan anamuhalefet partisi TBMM grubu olarak bu OHAL Kararnamelerinin TSK’yı yerle bir eden hükümlerini Anayasa Mahkemesine iptal için taşımadı. Oysa açıkça anayasaya aykırı idiler ve biz nerdeyse 2 hafta bu hukuksal sürecin nasıl yürütülebileceğine ilişkin kapsamlı yazımızı web sitemizin manşetinde tuttuk.. Söz konuzu OHAL Kararnameleri TBMM İçtüzüğü md. 128 gereğince en geç 30 gün içinde TBMM’de görüşülmesi gerekirken Meclis 1 Ekim’e dek tatile sokuldu ve bu yasalaştırma süreci de planlı olarak ertlendi, ötelendi.

Ülke OHAL yönetiminde ve gerçekten ulusal güvenlikle ilgili ciddi sıcak sorunlarla boğuşyor ama TBMM tatilde.. Akıllara seza bir durum… Bu OHAL Kararnameleri ne zaman Anayasal yargıya taşınacak?? İptal kararları gelse bile geriye yürümeyeceği için ne işe yarayacak??

  • Şamar oğlanına çevrilen bu Ordu, bizim Ordumuz TSK, dünden bu yana vargücüyle Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü için sıcak çatışma içinde, can pahasına yaban ellerde.. Üstelik AKP – RTE’nin yıllardır süregelen olağanüstü yanlış uydu – dinci politkaları ile bölünme eşiğine geldiğimiz bir kritik aşamada.. Hayıflanmamak olanaklı mı??

AKP – RTE yersiz inatlaşmayı bırakmalı, Devletimizin yüksek çıkarlarını en öne koşulsuz koyarak siyasal sorumluluk ve olgunluk göstererek, “..hatadan dönmek büyük irfandır..” atasözünü anımsayıp OHAL kararnamelerinde TSK’ye dönük aşırı ve tepkisel düzenlemeleri geri çekmelidirler..

Bu coğrafyada, BOP gayya kuyusunda, GÜÇLÜ ORDU olmadan bırakın GÜÇLÜ TÜRKİYE’yi, bağımsız – bölünmemiş bir Türkiye bile ham hayal ötesidir..

AKP – RTE,  bu bağlamda bir kez daha “kandırıldık..” diyebilme olanağı bile bulamayabilirler!

Sevgi ve saygı ile.
25 Ağustos 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

BAŞBAĞLARSIZ MADIMAK

BAŞBAĞLARSIZ MADIMAK

657643

1993’ten bu yana 2 Temmuz insan yakılan gün olarak tarihteki yerini almıştır.
Utanç ve rahatsızlık verici olsa da gerçek budur.
Burada bir başka olumsuzluğa ve eksikliğe değinmekte yarar var!

portresi

 
Ceyhun Balcı
02.07.2016

2 Temmuz 1993’te, bu tarihten 3 gün sonra bu kez Erzincan’a bağlı Başbağlar köyünde silah başı yapan terör 33 vatandaşımızı (AS : askerimizi) aramızdan alır.
Madımak’ta insan yakılmasından geri kalmayacak bir vahşettir.
Hem sayıca hem de kurbanların yaşları bakımından. Meraklısı kısa bir araştırmayla
el kadar bebelerin bu saldırıda katledildiği bilgisine erişmekle kalmaz.
Yüreği el verirse görsellerine de ulaşır.
Madımak konusunda az ya da çok bilinç oluş(turul)muştur. Buna karşılık Başbağlar’ı
bilen sayısı pek azdır.
Başbağlar Erzincan’a bağlı olmakla birlikte 200 kilometre uzaktadır il merkezine.
Ölçü olsun diye örneklemek gerekirse; İzmir’den 200 kilometre öteye gittiğinizde
Uşak’a varırsınız. Gözden ırak olan gönülden de mi uzaktır bilinmez!
Ama, ayrılıkçı ve dinci terör sarmalındaki bugünkü Türkiye’de
Başbağlar katliamına dikkat çekmek bir görevdir.
Kimi zaman, kimi kaynaklardan okuyabilir ya da işitebilirsiniz!
Başbağlar’ın Madımak’a tepki olduğunu dillendiren kendini bilmezler eksik değildir!
Teröre terörle karşı çıkan; Cumhuriyet’e karşı kalkışma sayılması gereken Madımak’ın karşısına ayrılıkçı terörü koymak insaftan, vicdandan ve hatta akıldan yoksun insanların
işi sayılmalıdır. Çok da ciddiye alınarak yanıtlanması bile hak ettiğinin ötesinde
ilgi gösterilmesi anlamına geleceği için çokça söze gerek yoktur bu konuda.
Genel olarak sol kesimin ve elbette Cumhuriyetçilerin sahiplenmekte ikileme düşmediği Madımak Katliamı’nın yıldönümünde; kimilerinin sahiplenmekte istekli olmadığı Başbağlar’ı anımsatmayı önemsedim.
Terör gibi insanları din, dil, kimlik ayrımı gözetmeksizin hedef alan önemli bir
insanlık sorununda çifte standart son bulmalıdır.
Madımak kötüdür ama Başbağlar görmezden gelinse de olur anlayışından
kurtulma göreviyle karşı karşıyayız.
Bundan 23 yıl önce birkaç gün arayla yaşanmış iki katliamın kurbanlarını
saygıyla anarken; terör kimden ve ne amaçla kaynaklanırsa kaynaklansın lanetlenmelidir diyorum.
Başbağlar’da toprağa düşen el kadar bebeden, Madımak’ta aramızdan alınan
ulu çınar Asım Bezirci’ye tüm kurbanların yüce ruhları şad olsun!
Terör ayrımsız lanetlenmedikçe ve gereken yapılmadıkça çözüm uzaktadır…

=================================

Dostlar,

Çok değerli meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı‘dan ardışık 2 alıntı yaptık..

Hem konuların güncelliği hem de Dr. Balcı’nın insancıl hekim kimliğinin ve
köklü bir toplumcu bilincin damıtık ürünleri olan 2 önemli yazıydı size sunduklarımız..

İşte Türkiye’nin birikimi.. Dün (02.07) sitemizde yayımladığımız Osmangazi köprüsü soygunun tüm çıplaklığıyla sergileyen de akıl ve vicdan sahibi bir Türk yurttaşımız
değil mi ??

Sevgi ve saygı ile.
03 Temmuz 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TERÖRDEN NASIL KURTULURUZ?

 

TERÖRDEN NASIL KURTULURUZ?

ab-abd

portresi

 

 

Dr. Ceyhun Balcı
29.06.2016

 

Geçtiğimiz yılın 1 Haziran (2015) seçimlerinden sonra başlayan kanlı süreçte 10. kez
kitlesel terör yaşamış olduk dün akşamki (28.06.2016) Atatürk Havalimanı saldırısıyla.

“Az önce Türkiye’de bir terör saldırısı gerçekleşti. Dünya bu işlerin nereye gitmekte olduğunun farkına varacak mı? Çok üzücü. Bu korkunç terörü ABD’nin dışında tutmak için
elimizden
ne geliyorsa yapmalıyız.”

Yukarıdaki insanlıkdışı sözleri kim söylemiş olabilir?
Donald Trump!

ABD başkanlık seçimlerine Cumhuriyetçi Parti adayı olarak katılacak olan cüzdanının şişkinliğiyle orantısız incelikte vicdanı ve olmayan insanlığı ile tanınır!
Ne bir taziye ne de bir rahatsızlık söz konusudur dehşet verici sözlere yansıyan!
Pek çok kişiyi kızdıran, çılgına çeviren sözlerin sahibi Donald Trump’a kızamıyorum.
Hatta, sağduyu ile düşündüğümde açık sözlülüğü için teşekkür edesim bile geliyor.
Başkanlık seçimindeki karşıtı Hillary Clinton’un şu sözleri ilk bakışta çok daha insancıl ve dokunaklı gelebilir pek çoğumuza!

“Tüm Amerikalılar ulus halinde ayakta ve bu nefret ve şiddet kampanyasına karşı
Türk halkının yanındadır.”

Oysa, çok daha tehlikeli ve içtenlikten yoksundur bu sözler.
Taziye sunar gibi yaparken bildiğini okuyan insanın ikiyüzlülüğü sinmiştir sözcüklere.

Bush ya da Reagan dönemindeki haydutluk,
Clinton ya da Obama döneminde değişikliğe uğradı mı?

Hemen her dönemde adlar ve kişiler değişse de, politikalar değişir görünse de

şiddeti kullanarak dünyayı şekillendirme amacı hep aynı
kaldı.

Şiddeti ABD topraklarından uzak tutmanın yanı sıra, şiddeti olabildiğince artırma hedefinden
de hiç şaşılmadı!

Trump’ın açıkça söylediği Clinton’un söylemese de bilinçaltına sinmiş olan
şiddeti ABD’den uzak tutma söylemlerine bir karşılık vermek gerekiyor!

* Dünyanın mazlum milletleri daha çok kan dökülmesini önlemek, acıdan ve
dehşetten kurtulmak istiyorlarsa eğer AB(D)’yi ülkelerinden uzak tutmalıdırlar!

Kuşkusuz coğrafik olarak uzaktadır AB(D) dünyanın pek çok mazlum milletinden!
O uzaklığa inat o denli iç içe geçmiştir ki AB(D) ve mazlûm milletler; acıya doymuş olması gerekenlerin artık bağımsızlığı ve kendi bölgelerini anımsamaları kaçınılmaz zorunluluktur.

Son çeyrek yüzyılda AB(D) kaynaklı şiddetten fazlasıyla çeken Türkiye, ivedilikle, kuruluş
ve varoluş ayarlarına dönmek; o ayarları bir daha bozdurmamak göreviyle karşı karşıyadır.

Tersi durumda, Trump gibi sözünü sakınmazların; Clinton gibi ikiyüzlülerin sınır tanımazlıkları sürüp gidecektir. Terör bugün IŞİD yarın PKK, YPG, PYD kaynaklı olabilir.
Bunun zerre kadar anlamı yoktur. Pek çok benzerleri gibi yanı başımızdaki bu örgütler
AB(D) tarafından oluşturulmuş, korunmuş, kollanmış ve kullanılmışlardır.
Anlaşıldığı kadarı ile son kullanma tarihleri dolmamıştır.

Güneşin doğudan yükseldiğini anımsama, yüzümüzü kendi bölgemize dönme zamanıdır!
Bir daha başımız sağ olsun dememek için…

=====================

Dostlar,

Çoook teşekkürler değerli meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı‘ya bu nefis yazısı için..

Konferanslarımızda kullanmak üzere aşağıdaki power point yansısını oluşturduk..

Terorden_nasil_kurtuluruz_Ceyhun_BALCI

Sevgi ve saygı ile.
30 Haziran 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İNAN DENİZ; ASLAN GİBİYİZ!

İNAN DENİZ; ASLAN GİBİYİZ! (*)

portresi

 

 

Dr. Ceyhun BALCI
07.05.2016

 

Ölmüşleri anmak da hak edilmeli! Kendi üzerine sol yaftasını yapıştıran hemen herkes Deniz, Yusuf, Hüseyin dedi başka şey demedi geçtiğimiz günlerde!

Anılmayı sonuna dek hak eden üçlüdür onlar! Ananlar ya da andığını sananlara bakalım!
Kimler yok ki aralarında!
Solculuk adına her şeyi söyleyip “Kahrolsun Emperyalizm!” diyemeyenleri mi ararsın?
Yoksa, “Tam Bağımsız Türkiye!” demeye dili dönmeyenleri mi?

Herkesten daha solcu “kimlik siyasetçileri” geri kalır mı? Her zaman olduğu gibi en öndeler.
Bu gidişle Denizler, Yusuflar, Hüseyinler dayanamayıp yattıkları yerden kalkıp gelecekler!

Elbette, iki elleri onları kötüye kullanan, onları anmaya hakkı olmayan ve zerrece anlamamış cılız kalabalıkların yakasında olacak!

Ve diyecekler ki; “Biz 6. Filoyu boşuna mı denize döktük?”
“Samsun’dan Ankara’ya elimizde Türk bayrağı dilimizde Atatürk’le yok yere mi
taban şişirdik?”

Son sözlerimiz Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i dillerine dolayıp cehaletin kör kuyusuna düşmüşlere olsun! Önce “antiemperyalist”olacaksınız; yetinmeyip “Tam bağımsız Türkiye” diye haykıracaksınız!

Antiemperyalizmin ve Tam Bağımsız Türkiye’nin bu topraklarda kitabını yazmış olan
Mustafa Kemal Atatürk’e dört elle sarılacaksınız!

Bunu yapmadığınızda adınız düzenbaza çıkarsa ortalığı biri birine katmayacaksınız!

(*) Yazının başlığı TGB’li gençlerden ödünç alınmıştır…

TGB-480x640.jpg

**…

Meslektaşımız Dr. Ceyhun BALCI‘ya bu yazısı için teşekkür ederiz…

Eminiz site okurlarımız yazının başlığındaki ince espriyi yakalamışlardır..

DENİZ Gezmiş
Yusuf ASLAN
Hüseyin İNAN

Sevgi ve saygı ile.
07 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ÜMİT KOCASAKAL İYİMSERLİĞİ !

 

ÜMİT KOCASAKAL İYİMSERLİĞİ !

28f9e0b0-350e-4fc2-87fb-33be4c7bf964

İstanbul Barosu Başkanı Ümit KOCASAKAL’ı izleyip de iyimser olmamak ne mümkün! Bulunduğu ortama olağanüstü olumlu enerji yayan, kabına sığmayan ve neredeyse yorulmayan bir kişilikten söz ediyoruz.
Bugünlerde ardışık terör saldırılarıyla baskı altında pek çoğumuz! Şu ya da bu şekilde etkilenmeyenimiz yok gibi! Korkmuyoruz deyişimiz bile bir korkunun eseri.
Bombalı saldırı araçlarının plakaları belleğimize işlenmiş gibi! Saldırılması olası yerler de öyle! Bu durum bile terörün amacına ulaştığının belirtisidir!
Ümit Kocasakal dün akşamki konuşmasında terör eylemlerine birkaç tümceyle değindi. Ankara’da ve başka yerlerde patlayan bombalar Türkiye’nin terör örgütüyle masaya oturtulması girişiminden başka bir şey değildir dedi ve bu konuda başkaca bir şey söyleme gereği duymadı!
İki saate yakın süren konferans bittiğinde salonda bulunanların biraz daha sürseydi diye mırıldandıklarını duyar gibi oldum!
Yaptığı millet ve halk tanımı bugüne dek işitilmiş değildi. Millet iradesi adı altında pazarlananın ne milletle ne de halkla ilintisi yoktur diyerek aydınlattı izleyenleri.
Millet, bu coğrafyada geçmişte yaşamışların yanı sıra, şu anda yaşamakta olanları ve gelecekte yaşayacakları kapsayacaktır saptaması önemliydi. Halk ise şu anda yaşayanların oluşturduğu topluluktur Ümit Kocasakal’a göre. Seçimlerde oy verenler ise millet iradesi olmak şöyle dursun halk iradesi bile sayılmaz. Seçime katılıp da farklı partilere oy verenler yok mu?
Seçime katılmayanlar göz ardı edilebilir mi? Ya seçimde oy verip de oyları baraja takılanlar!
Özetle, seçimlere katılanların oluşturduğu sonuç “millet iradesi” ile karıştırılmamalıdır!
Üstelik, bu seçimde A partisine oy verenlerin izleyen seçimde yine aynı tercih içinde olacağının güvencesi var mıdır?
Kocasakal, Yeni Anayasa söylemlerinin ardında yatan düzenbazlıkları hukukçu olmayanların da anlayabileceği şekilde ustalıkla anlattı. Yeni Anayasa yapmak bir yana hiçbir meclis çoğunluğunun anayasamızın değiştirilmesi söz konusu bile olamayacak maddeleri üzerinde
bir çalışma yapma yetkisinin olmadığını; şu anda bu çalışmalara şu ya da bu şekilde katılanların suç işlemekte olduğunu üzerine basa basa vurguladı!
Yazılacak pek çok şey olmakla birlikte, konuşmadaki bir başka önemli bölüm Türkiye’de yaşanan olumsuz sürecin sorumlusuna ilişkindi. Özellikle, Atatürkçü, Cumhuriyetçi kesimdeki ağırlıklı kanı halkın sorumlu olduğu yolundadır. Oysa, halkın tek suçu cahil ve
geri bırakılmış olmasıdır. Bu durum da kesinlikle onun sorumluluğu değildir! Halkı, siyasi tercihlerinden dolayı aşağılamak, “bu halkla bu kadar olur” gibi söylemlere sığınmak
halkı çözümün değil sorunun bir parçasına dönüştürecektir. Bizim amacımız halkı başkalarının kucağına itmek değil kazanmak olmalıdır.
Tam da burada, Kocasakal kendisine özgü “genetiği değiştirilmiş aydın” ve “genetiği değiştirilmiş sosyalist” terimleriyle gerçek suçlunun halk olmadığını, aydın ve sosyalist geçinenler olduğunu söylemekten de geri durmadı!

Sayısız başlık altında başka pek çok şey yazılabilir(di) Ümit Kocasakal’ın konuşması için!
Bir yazının sınırlarını aşacağı kesindir konuşmasının tümünün kâğıda dökülmesi.
Kocasakal iyimserliğinin içini doldurarak, yapılacaklar bitmedi diyerek ve özellikle de; Türkiye’de bir iktidar sorununun yanı sıra görmezden gelinmemesi gereken bir
muhalefet sorunu olduğuna vurgu yaparak önemli bir iş yaptı.
Türkiye’nin içinde bulunduğu olumsuz koşullarda Ümit Kocasakal görüşleri,
düşünceleri ve çözüm önerileri önemsenmesi gereken gerçekten milli bir aydındır!

“Türkiye kuruluş ayarlarına dönmelidir!” sözleriyle sonuçlandırdı konuşmasını Kocasakal! Sözü dolandırmadan bu kuruluş ayarlarının Kemalizm olduğunun altını çizerek
çözümü de sunmuş oldu!

Aralarında benim de bulunduğum izleyicilere “iyi ki buradaydım” dedirten bir etkinlikti!

Dr. Ceyhun BALCI
17.03.2016, İzmir

===================================

Dostlar,

Hem İzmir Tabip Odası yönetimindeki meslektaşlarımıza, kadim dostumuz genel sekreter
Uzm. Dr. Mete Güzeland‘a hem de toplantıyı izleyip üşenmeden not alan ve özetleyen yine aynı Oda’nın önceki yöneticilerinden sevgili meslektaşımız Uzm. Dr. Ceyhun Balcı‘ya
teşekkür ediyoruz…

Elbette, İstanbul Barosu’nun çok değerli başkanı, Ceza Hukuku uzmanı
Sayın Doç. Dr. Ümit Kocasakal‘a da şükranlarımızı sunuyoruz..

Uyarıları ciddiye alınız, “yeni anayasa” saçmalığını kesiniz, kendinizi sanık sandalyesinde bulmak istemiyorsanız.. TCK md. 309 çok açık ve zaman aşımı süresi çoook uzun..

Sevgi ve saygı ile.
17 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TERÖRLE İÇLİ DIŞLI OLMAK!

TERÖRLE İÇLİ DIŞLI OLMAK!

portresi

Dr. Ceyhun BALCI

Türkiye yakın tarihinin en karanlık ve ürkütücü günlerinden birisini yaşadı!
Seçimler yaklaşırken siyasetin kanla, canla biçimlendirilmesi girişimidir belki bu
kanlı saldırılar!
Ama, kim yaptı; ne çıkar sağlayacak gibi boş soru/yanıtlara odaklanmak kadar,
neden yaptı sorusunu da sormak gerekir.
Bir şey kesin!
Bu kanlı saldırının bir yitireni varsa o da Türkiye’dir!
Onlarca insanının yanı sıra, saygınlığını yitirmiştir!
Terörle içli dışlı olan herkesin başına gelebilecek türden bir olay yaşadık bu gün!

Ders alınabilirse kötülükten iyilik çıkmış olur!

ankara-patlama-haritasi,Vl9Tb69V0UC11ANyS8MZug

Bugünkü (AS: 10 Ekim 2015, Ankara) kanlı saldırı sonrasında yakın geçmişte yolculuğa çıkalım! İki binli yıllara girmeye hazırlanırken bölücübaşı Suriye’den çıkmaya zorlanmış ve
bu gelişmeyi izleyen birkaç ay içinde ele geçirilmişti. Başkalarından esirgediği ve
kendisinin zerrece hak etmediği adaletle yargılanarak yaşamboyu hapisle cezalandırılmıştı.

Yargılayan da sorgulayan da yaşıyor! Rastlantıya bakın ki; her ikisi de VP’de siyaset yapıyor.

Bugünün İmralı kıymetlisi o günlerde süt dökmüş kedi gibiydi.
Yanlış yaptığından ve her fırsatta aşağıladığı TC ile işbirliği yapmaktan söz ediyordu!

APO’yu Yargılayan Mehmet Turgut Okyay, bu yargılamadan kısa süre sonra Adıyaman’ın
Tut ilçesine bağlı köyüne yürüyerek gidebilecek denli güvenli ve terörden arındırılmış bir Türkiye manzarası vardı karşımızda!

Emperyalist proje partisi AKP’nin Türkiye’nin yönetimini ele geçirmesi; bununla kalmayıp biri birini izleyen seçimlerde egemenliğini pekiştirmesi “devletle işbirliğine hazır bir katille devletin işbirliğini” doğurdu!

Avustralya’dan, Hint Okyanusu’ndan ifadeye çağırılan subaylar koşarak ülkelerine dönerken; kevgire dönmüş ülke sınırlarından koşar adım içeri giren başkaları da vardı! Habur’da kurulan çadır mahkemelerinde ışık hızıyla aklanan eli kanlı katiller davul, zurna eşliğinde
utku kazanmış savaşçılar olarak ilçe ilçe dolaştırılmaktaydılar.

Devletle işbirliği zorunluluğunun ortadan kalktığını gören İmralı kıymetlisi, işi ilerletmeyip de ne yapacaktı? Bir adım sonrasında kitlesel asker tutuklamalarında, mahpus olacakların listesini hazırlama fırsatı bile buldu (APO). Yargılayanı değil ama sorgulayanı ve onun nezdinde terörle mücadeleye yıllarını vermişleri başarıyla saf dışı bıraktırabildi.

Şam’da namaz hevesiyle yanıp tutuşan kudretli AKP iktidarı bir gecede düşman olduğu Esad’ı yıkmak uğruna karşısına çıkan herkesle ve özellikle de dinci/bölücü eşkıyayla dostluğu ilerletti. Silah götüren cankurtaranlar yaralı getirirken; sınırdan içeriye iç savaştan kaçan umarsızların yanı sıra sayısı belirsiz terörist elini, kolunu sallayarak girdi.

Tam da bu ortamda açılım saçmalığı gereğince polis karakola, asker kışlaya hapsedildi.
Bu engin hoşgörü ve serbestlik ortamında belediyelerin iş makineleri bile teröristlerin başyardımcısı oldu çıktı. Dedektörlere yakalanmayan bomba düzenekleri, çoluk çocuklarının gözü önünde öldürülen subaylar, polisler! Uykularında katledilen güvenlik güçleri!

Cin şişeden çıkmıştı bir kez!

Yaklaşık iki buçuk aydır harekete geçen asker, polis yaşamsal bir mücadeleye girişti
teröre karşı! İlginçtir! Bu mücadele bile aklı başında pek çok kişinin de aralarında bulunduğu kimilerince “saray savaşı” olarak yaftalandı.

İki buçuk ayda kahpece öldürülen 150 dolayında asker, polis!
Onlara eklenen bir o kadar suçsuz yurttaş!

Son birkaç ayda akan kanda geometrik artış olsa da; son 6-7 yıldır terörle içli dışlı olmuş
bir Türkiye! Meslek örgütleri, sendikalar, siyasetçiler, demokratik kitle örgütleri ve hatta
dinsel topluluklar terörü övmekte, teröre güç vermekte sakınca görmediler.
Bu akıl almaz aymazlığın tek gerekçesi vardı oysa! BARIŞ!

Böylesi kutsal ve koruyucu bir gerekçe olunca birkaç mangal yürekli dışında
sesini çıkartanın olmamasına da şaşmamak gerekirdi!
Terörle böylesine sarmalanmış bir ülkede önce Suruç bugün de Ankara saldırıları yaşandı!
Elbette acımız büyük! Yastayız!
Ama, hiç olmazsa bu kez sorgulamayı akıl edebilecek miyiz?

Bugüne dek ne, nerede, nasıl, ne zaman ve kim sorularını sormakta kusur etmedik!
Bir önemli eksik vardı her seferinde atlanan!

“Neden?” sorusu her nedense sorulmadı! Unutkanlık mı bilinçli bir göz ardı ediş mi?
Bilinçli olduğuna kuşku yok! Bu soru sorulduğunda içine düştüğümüz gaflet, dalalet ve
hatta hıyanet tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacaktı çünkü!

Türkiye’nin terör sorunu emperyalist bir kurgudur! Terörün nedeni de bu kurgudur!

Bilinç körlüğümüz tedavi edilip, “nasıl” sorusunu sormadıkça; Ankara son olmayacaktır!
Bir sonrakine dek öfkemiz dinecek, acılarımız hafifleyecek ama bir sonrakinde
hepsi yeniden kabaracaktır!

=============================

Dostlar,

Meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı‘ya teşekkür edeiz..
Bu yazı önemli bir irdelemedir.

– Türkiye’nin terör sorunu emperyalist bir kurgudur!
Amacı Türkiye’yi ülkesi ve ulusu ile bölmektir, buna kanla razı etmektir.

20 Temmuz Suruç katliamıyla 34 yurttaşını kanlı bölücü teröre kurban veren Türkiye‘de,
24 Temmuz 2015’te başlayan PKK ve uzantılaruna dönük askeri süpürme operasyonu yerindedir, haklıdır, meşrudur ve ne yazı ki çoooook geciktirilmiştir AKP – RTE tarafından..

“AÇILIM – ÇÖZÜM SÜRECİ” saçmalığının birkaç yıl süren ayracı (parantezi) Türkiye’ye çoook cana mal olnuştur. Hem bu irrasyonel (akıl dışı) politikanın AKP -RTE tarafından sürdürülebilirliği kalmamıştır hem de 7 Haziran 2015 genel seçiminde % 13 oyla 80 vekil çıkararak AKP’yi tek başına 4. kez iktidar yapmayan HDP – PKK‘nin artık
terbiye edilmesinin = TBMM dışında bırakılmasının zamanı gelmiştir!..

Sonrası malum…
“Tek adam” Rus Ruleti oynamaktadır..
7 Haziran 2015 seçimlerinin sonucunu beğenmemiş, Cumhur’u kan ve gözyaşıyla terbiye ederek partisi AKP’ye 400 vekil verilmesi koşulunu dayatmıştır.. Dünyada örneği görülmemiştir!

Kan deryasının biricik sorumlusu Bay RTE ve alet ettiği AKP’dir.
Bu oyunu görmeyerek bu ikiliye 19 milyon oy veren yurttaşlar suça ortaktır!
Bu çıplak notu tarihe düşmek gerekmektedir.
1 Kasım 2015’te Türk halkı gereğini yapacaktır umuyor ve diliyoruz…
Ya da sonuçlarına katlanacak, koyu bir dinci – faşist karanlığa gömülecektir.

Sevgi ve saygı ile.
12 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

SEÇİME DOĞRU DİP DALGASI!


SEÇİME DOĞRU DİP DALGASI!

portresi

 

 

 

 

Dr. Ceyhun BALCI 
22.05.2015

11058310_877631342295745_7196068251030890894_n

Bursa’da başlayan, Kocaeli’ye uzanan, kabına sığmayıp Ankara’ya yayılan metal emekçisinin yaptığı iş midir?

Tam bir oyunbozanlıktır yaptıkları! Al gülüm, ver gülüm seçimine çomak sokmanın
sırası mıydı? Doğuda derebeyliğe ses çıkarılmazken, ülkenin her yerinde emeğin adı bile anılmıyorken “darbeci” metal emekçileri sözde seçim yarışına girenlerin maskesini
düşürmüş oldu!

Şaka bir yana tam da sırasıydı! Her birini alınlarından öpmek gerek başkaldıran emekçilerin! Zorla da olsa açıklanmış seçim bildirgelerinin bir yerlerine emeği ekleme gereği doğacaktır!

Asıl ders sendikalara verilmiş oldu!

Hem niceliksel hem de niteliksel bir düşüş yaşayan Türk sendikacılığı son yıllarda
Taksim’de 1 Mayıs ile yandaşlık arasında sıkışıp kalmaktaydı!
Ne yandaşlığın ne de Taksim’de 1 Mayıs’ın emek dünyasının sorunlarını çözmesi
söz konusu olamamaktaydı!

Son dip dalgası sendikacıları sevindirecek yerde telaşlandırmışa benziyor!
Dip dalgasına önderlik etmek şöyle dursun bir an önce bastırma isteği saklanamıyor
sarı sendikacılarca!

Yozlaşmamış kişi ve kurumun parmakla gösterildiği Türkiye’de,
sendikacı ihanetine de şaşırmamak gerekiyor!

Etnikçilik ve dinciliği seçimin önde gelen ögelerine dönüştüren siyasetçilere de paha biçilmez ders var bu dip dalgasında! Önce sendikalarına, sonra da patronlarına başkaldıran emekçiler arasında farklı dinlerden, farklı mezheplerden, farklı etnisitelerden insanlar yok mu?
Öyleyse nasıl olup da bir araya gelebiliyorlar?

Tek nedeni ortak payda! Hangi dinden olursan ol, hangi dili konuşursan konuş! Ekmek kavgası ortaktır! Bir toplumu bir araya getirecek biricik olgu vatan ve emektir! Vatan yoksa emeğin anlamı var mı? Emek bir yana bırakılıp din ve dil derdine düşülür mü?

Ülkenin pusulayı şaşırmış sendikacıları akil olmayı, yandaşlığı ve elbette sendika ağalığını
bir yana bırakmazlarsa dip dalgasının önünde duramayacaklar!
Kötü alışkanlıklarından vazgeçmedikleri sürece sendikacılıkları sözde kalacak!

Biraz olsun akılları varsa ders çıkartmaları, çıkarttıkları dersin gereğini yerine getirmeleri gerekiyor!

Son dip dalgasının varacağı noktayı kestirmek güç olsa da vatan ve emek hareketine ket vuran sarı sendikacılığı yerle bir etse bile fazlasıyla başarılı olmuş sayılır!

Sarı sendikacılık da bir başka yazıyı hak ediyor…