Etiket arşivi: Dr. Ceyhun BALCI

KARA KUTU ÜZERİNE

KARA KUTU ÜZERİNE

Dr. Ceyhun BALCI

Soner Yalçın’ın son kitabı Kara Kutu şimdiden getirdiği sese bakılınca daha epeyce ses getireceğe benziyor. Kamuoyunda “etki” hekimlerde ise “tepki” yaratması kaçınılmaz bir kitap olduğunun altını çizmekte yarar var.

Bu denli oylumlu bir kitabı iki günde okumuş olmama kendim de şaşırdım. Kitabın sayfalarını çevirdikçe akıp gittiğini fark ettim. Olasılıkla kitabın kapsamıyla tanışık olmamdan kaynaklıydı bu çabukluk ve kolaylık.

Bir kitap ya da görüş özellikle son yılların Türkiye’sinde her geçen gün artan bir “ak-kara ikiliği” üzerinden irdelenir oldu. Bu yüzden de ak ya da kara olarak nitelenmek istemeyen pek çok kişi ve kurumun bir şeyleri tartışmaktan sakınıyor. Bu yanlışa düşmeden eleştirmeye çalışacağım Soner Yalçın’ın “Kara Kutu”sunu. Doğrusunu da eğrisini de görmeye, her ikisinin de hakkını vererek.

Soner Yalçın’ın “endüstriyel tıp” olarak adlandırdığı başlık sorgulanmayı hak eder. Elbette, temel doğruları ve kırmızı çizgileri zorlamadan..

MODERN TIP-GELENEKSEL – İŞLEVSEL TIP İKİLİĞİ

Hemen vurgulamakta yarar görüyorum.

  • Soner Yalçın “Kara Kutu”da Modern Tıp anlayışının yanlışlarından yola çıkarak Modern Tıp’ı bütünüyle zan altında bırakma hatasına düşmüştür. 

    En azından yarattığı izlenim bu doğrultudadır. Modern Tıp, eleştirelim ya da güzelleyelim günümüz insanına bir biçimde dokunmaktadır. Sağkalım oranlarının ve dolayısı ile de ortalama yaşam sürelerinin uzamakta oluşu yalın bir gerçektir. İnsana sunulan bu paha biçilmez kazanımın karşılıksız kalmamasına şaşırılmamalıdır. Hiç kuşkusuz bu vb. artılar modern tıbbı sorgulanmaktan, eleştirilmekten bağışık tutmaya yetmez. İnsanlık bir biçimde akılcı ve bilimsel bir tutum içinde olmayı seçecekse modern tıbbı da sorgulamalıdır, sorgulayacaktır!

ŞARLATANLIK : MODERN YA DA GELENEKSEL TIP ALANINA ÖZGÜ DEĞİLDİR

Yine son zamanlarda tıpta şarlatanlık olgusunun geleneksel/işlevsel tıpla özdeşleştirildiği görülmekte ve bu çabanın pek çoğumuzun algısında karşılık bulduğu görülmektedir. Oysa, modern tıp kisvesi de şarlatanlık ve sağlığı tecimselliğe (AS: ticariliğe) araç eden kötü niyete alet edilebilmektedir. Unutulmamalıdır ki; ilâç başta olmak üzere iyileştirici gereçler ile besin sektörünü kapsayan üretim, yeryüzünde petrol ve silahtan sonra gelen üçüncü kazanç alanıdır. Çok uluslu şirketlerin böylesi verimli ve kazançlı bir alandan ilgilerini esirgememeleri ölçüsünde doğal bir durum olamayacağına göre insan sağlığını tecimselliğe konu edenlerin modern ya da geleneksel tıp ayrımı yapmayacakları akıldan hiç çıkartılmamalıdır.

Yeterince denenmeden kullanıma sunulan ilâçlar nedeniyle yaşamını yitirenlerin yanı sıra geleneksel tıp ürünü sayılabilecek bitkisel kökenli sayısız ürünün de sağlığa zararlı olabildiği hiç olmazsa kişilere parasal zarar verdiği bilinen bir durumdur.

TIPTA ÖZDENETİM VE ÖZELEŞTİRİ EKSİKLİĞİ

Soner Yalçın’ın son kitabı üzerinden tartışmaların şimdiden başladığını gözlemliyorum yakın çevremde. Özeleştiri ve özdenetim alışkanlığının neredeyse söz konusu olmadığı ülkemizde tıp alanının da bu kötü alışkanlıktan pay aldığı görmezden gelinemeyecek denli açıktır. Soner Yalçın kitabının bir yerinde Tabip Odalarını gündelik siyasetle çok fazla ilgili olmakla suçlamış. Ne yazık ki doğrudur bu saptama. Bu kurumların kendi üyelerinin destek ve güvenini bile sağlamaktan uzak oluşlarına eklenen gündelik siyasette ön çıkma heveslerinin ne hekimlere ne de topluma yarar sağlaması olası görünmektedir.

Bir bölüm meslektaş, gereken sorgulamayı yapmıştı birkaç yıl önce. Sürdürülmediği ve etkisi ortadan kalktığı için tıp alanını sorgulamak öncelikle yapması gerekenlerin dışındaki kişilere düştü

Son yıllarda öne çıkartılan Tıbbın alternatifi olmaz!” söylemi hiç kuşkusuz modern tıp anlayışını yüceltmeyi, bir ölçüde hakkını vermeyi amaçlamaktadır. Özellikle, gericiliğin güç kazandığı günümüz Türkiyesi’nde geleneksel kisveli tıp şarlatanlığın tırmanışı göz önüne alındığında bu sözü de yabana atmamak gerekir. Ancak, bu haklı gerekçe, şarlatanlığın modern tıp kılığında yaşamımıza girmeyeceğinin güvencesi olmaktan da uzaktır.

Özdenetim ve özeleştiri kültüründen uzaklaşmanın yalnız gericiliğe değil, ilerici görünen kesimlere de bulaşmış bir hastalık olduğunu üzülerek izlemekteyiz. Tıp dünyasının geleneksel/işlevsel tıp adı altında ortaya konan şarlatanlıklara gösterdiği ilgiyi modern tıp kalkanının ardına saklanmış sözde bilimsel ve epeyce tecimsel yaklaşımlardan da esirgememesi gerekir.

AŞI YAPTIRMADAN ÖNCE DÜŞÜNMELİ Mİ?

Her ne kadar Soner Yalçın’ın aşılar ve modern tıp karşıtlığı izlenimi veren görüşleri sorunluysa da; kitabının pek çok yerinde değindiği kimi zaman cinayete varan sonuçlara yol açan kartel güdümlü modern tıptaki sorunlar da tartışılmayı fazlasıyla hak etmektedir. Hiç kuşkusuz aşıların üretim biçimi ve içerikleri tartışma konusu edilebilir. Ancak, bu vb. hiçbir kusur ya da aksaklık özellikle çocukluk çağı aşılarını yaptırmadan önce düşünme gerekçesi olamaz, olmamalıdır. Şair, yazar ve çocuk hekimi Ceyhun Atuf Kansu’nun “Kızamuk Ağıdı” şiiri bu bağlamdaki ikilemin yaratabileceği acıklı sonuçları algılamayı kolaylaştıracaktır.

Grip aşısı gibi bir dizi aşının yapılıp yapılmaması konusu ise elbette tartışmaya açıktır.

İronik bir durumdu. Bir savcı, çocuklarını aşılatmamak için işi yargıya götürmüştü. Yargı da savcının haklı olduğuna karar verdi. Burada iş yasama ve yürütmeye düşmekteydi. Gereken yapılmadığı için o zamandan bu yana (AS: Kasım 2015!) çocuklarını aşılatmak istemeyen ailelerin sayısı çığ gibi büyüdü. Çocuğunu aşılatmamak sıradan bir karar olamaz. Bir halk sağlığı sorunu doğurur. Aşı karşıtı ve bilim dışı söylem ve eylemlere güç verir. (AS: Sağlık Bakanlığı 2018 verilerine göre aşılama oranlarında önemli düşme yok!?)

SAĞLIKTA NİTELİK Mİ NİCELİK Mİ?

Son olarak, Soner Yalçın’ın bir başka eksiğine değinmekte yarar görüyorum.

Günümüzde modern tıp dünyada olduğu gibi ülkemizde de tüketime ve çokluğa dayanan bir özelliğe sahiptir. Savurganlık ve aşırı harcama bu özelliğin doğal sonucudur. Tıp ortamına dayatılan performansa dayalı hizmet üretimi bir yandan savurganlığı özendirme işlevi görürken öbür yandan da oluşturduğu iş yükü ile hekimi daha az insancıl olmaya zorlamakta ve bu yolla da hekim-hasta ilişkisini aşındırmaktadır. Hastaya ayrılan süre azaldıkça hekimin daha çok teknoloji kullanması, daha çok yardımcı tanı yöntemlerine başvurması kaçınılmazlaşmaktadır.  Tıp öğretiminin “hastalık yok, hasta var” sözlerinde anlam kazanan temel ilkesi de tarihe karışmış olmaktadır. Bu bağlamda Soner Yalçın’ın insanın tek tipleştirilmesi eleştirisi de haklılık kazanmaktadır.

Soner Yalçın’ın “Kara Kutu”suna son bir bölüm eklenmeliydi. Performansa dayalı hizmet üretimine ve sağlık ortamına egemen kılınan yasal düzenlemelere (AS: Bir bütün olarak, kökü dışarıda SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM dayatmasına) değinmek olmazsa olmaz gerekliliktir. Bu olmadan sağlık ortamında yaşanan olumsuzlukların anlaşılması ve çözüm arayışına girişilmesi olanaklı değildir.

Son söz : Kutuplaşmaya ve karşıtlaşmaya koşullanmış toplumumuzun tüm kesimlerinin hiç olmazsa bu kez önyargıdan arınmış bir davranış ve tutum sergilemesi dileğiyle…

Not : Bu yazı Medikritik sanal ortam sağlık haberciliği dergisinde de yayımlandı.

http://www.medikritik.com/kose-yazilari/soner-yalcinin-kara-kutusundan-neler-cikti/

 

 

ORMANLARI KİM YAKIYOR?

ORMANLARI KİM YAKIYOR?

Dr. Ceyhun Balcı
29.08.2019

Kaz Dağları’nda yerin altındaki bir avuç altın için yerin üstündeki paha biçilmez yeşilden vazgeçiliyor. Tepkiler elbette haklı ve yerinde. “Su ve Vicdan Nöbeti” tutanlar da eksik değil. Fazıl Say’ın piyanosuyla verdiği konser ve bestelediği marş belki de en anlamlı ve etkili karşı çıkış oldu.

Öte yanda kesilerek değil ama yakılarak dağlanan ciğerlerimiz.

On dört makam uçağı, 140 bin her türden motorlu taşıtı olan ve itibardan tasarrufu ayıp sayan yöneticilerimizin yönettiği devletimizin THK ve Hava Kuvvetleri’ni akıllarına getirmek şöyle dursun karalama girişimleri de enine boyuna yazıldı, konuşuldu. Biraz onur ve ahlâk sahibi olanın utancından insan içine çıkamayacağı duruma düşenlerin ses vermeyi sürdürmesi akla ve vicdana sığacak gibi değil.

Her şeyin gündemde olduğu bu ortamda bir şeyin görmezden gelinişi, olabildiğince yok sayılışı da bir o kadar ibretlik olmalı!

Türkiye’de ne zaman orman yansa aklıma getirmeden edemem!

Bölücülüğü rehber edinen, kana doymayan terör örgütünün on yıllardır başvurduğu sözde eylemlerden birisidir orman yakmak. Gündemde kalmak, korku ve dehşet salmak fırsatı doğar böylelikle.

Bilmem kimin çocukları namlı birilerinin sanal ortamda yaydıkları bildirgeler ve yangınları üstlenmeleri farklı tepkilere yol açıyor.

Bana sorarsanız eğer!

Bebeğe kurşun sıkan, savunmasız öğretmeni kurşuna dizen vicdansızlığın orman yakması bugüne dek yaptıklarının yanında sıradan bir durumdur. Başka deyişle

  • orman yakmak PKK’den beklenebilecek bir eylemdir.

Öte yandan!

Bu olasılık karşısında verilen tepkiler de irdelenmeyi hak ediyor. Buna tepkisizlikler  demek çok daha doğru olur.

İşin ucunun PKK üzerinden HDP’ye dokunacağı durumlar pek çok aydın yaftalımızın edilgen davranışında aslan payına sahiptir. Kışkırtma olmasın, durun bakalım iyice anlayalım, kavrayalım yaklaşımının öne çıkması bundandır.

Örneğin, İzmir’deki orman yangınında zanlıların ormancı giysili olması kamu görevlilerini hedefe koymaya yeterken, terör örgütünün bu olaylardaki yerinin bırakın tartışmayı, akla bile getirilmeye değer bulunmayışı anlamlı ve önemli olsa gerektir.

Üşenmedim!

Neredeyse her toplumsal olayda aynı safta duran, benzer ses çıkartan dörtlünün internet sitelerini taradım.

TTB (Türk Tabipleri Birliği), DİSK, KESK ve TMMOB.

Buralarda ne ararsanız var! Ama, orman yangınları üzerine tek sözcük yok!

Bilindiği gibi bu dörtlü ayrılıkçı PKK terörüne karşı tepki vermede çekincelidir. Olabildiğince görmezden gelir bu önemli gerçeği. Hatta, ÇATIŞMASIZLIK ve BARIŞ gibi yaldızlı sözcüklerin arkasına gizlenerek terör seviciliği yapmakta da sakınca görmez.

Oysa, orman yangınları üzerine iki satır yazmak, olası sorumlu ve failler hakkında bir çift kınayıcı söz söylemek bu kadar zor mudur? Zor değildir elbette! Ama, bu dörtlüye egemen olan anlayış için bu konu başlığı bile tabuya eşdeğerdir.

Adli yıl açılışına katılım üzerinden parsa toplamaya çalışan İzmir Barosu da ve hatta Türkiye Barolar Birliği de konuya ilgisiz kalmayı tercih etmiş.

Sol mahallenin bu konudaki suskunluğu ve edilgenliği ibretliktir.

Ormanları kimin yaktığı kadar bu konudaki anlamsız sessizlik de önemlidir.

Yaşıyor olsa Cüneyt Cebenoyan ses verirdi kuşkusuz.

Bir de Ahmet Şık’ın vicdanlı tepkisi anılmaya değer bir nazarlık gibi duruyor bu mahallenin üzerinde.

Özetlemek gerekirse; devletin bununla ilgili ayrıntıları ve kasıt varsa ilgili kişi ve bağlantılarını bir an önce ortaya çıkartması, ulusal güvenliğimiz açısından son derece önemlidir.

Yine de, kurumların orman yangınları üzerine ve olası failleriyle ilgili kamu vicdanını rahatlatıcı açıklamada bulunmaları önünde herhangi bir engel olmadığını vurgulamak gerekiyor.

Kaz Dağları’ndaki ağaç ağaç da İzmir’deki, Göcek’teki başka bir şey mi?

Nedir bu iki yüzlülük, çifte standart?

24 NİSAN KORKUSU

24 NİSAN KORKUSU

Dr. Ceyhun BALCI
https://cumhuriyetciyorum.wordpress.com/2019/04/24/24-nisan-korkusu/

Kural değişmedi! Bu yıl da 24 Nisan kaygı kaynağı olmayı sürdürdü. Fransa ne yaptı, ABD ne diyecek ya da bu konuya bugüne değin kayıtsız kalmış olanlar
canımızı sıkacak adımlar atacaklar mı sorusu zihnimizi kemiriyor. Bu yılın yıldızı bu yalanı hortlatmaya çalışan Fransa oldu!

F_SOYKIRM_İNF_1

T.C. Cumhurbaşkanlığı sitesine bu yıl durumu kısa ve öz şekilde anlatan bir görsel konmuş olması olumlu bir gelişme sayılmalı.

Emperyalizmin halklar arasındaki çelişkiler üzerinden yol alma anlayışına odaklanılmadan bu konuyu anlamak son derece zor görünüyor. Türkiye dize getirilme adayı olduğu sürece Ermeni Soykırımı yalanı kapımızdan eksik olmayacaktır. Oysa, Türkiye’nin eli öylesine rahat ve sağlam ki!

İsviçre-Perinçek Davası’nın AİHM tarafından karara bağlanması sonrasında tarihsel gerçeğe hukuksal dayanak eklenmiştir. Bu konuda ağzını açanın gözünün içine sokacağımız kapı gibi bir belge var artık elimizde. Denebilir ki; bu belgenin varlığında savunmaya çekilen taraf olmaktan çıkıp atağa geçmemiz doğru olacaktır. AİHM kararına dayanarak Avrupa başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde tarih çarpıtılarak ders kitaplarına sokulan yalanların temizlenmesi sağlanabilir.

perinçek-isviçre

Öte yandan, SOYKIRIM adı altında tanımlanan insanlık suçu II. Dünya Savaşı sonrasında Nazilerin Yahudilere karşı yaşama geçirdiği uygulamayla ilgilidir. Başka deyişle, SOYKIRIM niteminin bunun dışındaki bir olayı nitelemesi uluslararası bir karara dayanmak zorundadır.

Böyle bir şey elbette söz konusu olmamıştır, olamayacaktır! Akla gelebilecek her ortamda ve hemen her yolu deneyerek ERMENİ SOYKIRIMI yalanını dayatmaya çalışanların yargıya başvurmaktan ısrarla kaçınması dikkate değer bir ayrıntıdır. Bu seçeneğe bugüne dek başvurulmamış olması akla getirilmediği için değil kazanılması olasılığı bulunmadığı içindir.

  1. Dünya Savaşı sırasında emperyal kışkırtma sonucu yüzyıllarca birlikte yaşadıkları bir topluma karşı silahlı kalkışmada bulunan Ermenilerin ülkenin ve vatanın kalımı için göç ettirilmesidir. Bir örnek verelim! 2. Dünya Savaşı sırasında Pearl Harbour baskını sonrasında ABD’de 100 bini aşkın Japon kökenli Amerikan vatandaşının Batı kıyılarından iç kesimlere göç ettirilmiş olduğunu; bununla da yetinilmeyip bu kişilerin toplama kamplarında tutularak özgürlüklerinin bile kısıtlandığını bilen var mıdır ki soran olsun! Yüz bini aşkın Japon kökenlinin Japonya’yla savaşa girişen ABD’nin güvenliğine tehdit olarak görülmesi karşısında Anadolu’nun doğusundaki Ermenilerin göç ettirilmesi arasında dağlar vardır. Uzak olasılık üzerinden 100 bin kişiyi göç ettirenlere ağızlarını açtıkları anda sorulması gereken sorudur bu!

51G09LNzHQL

Posted_Japanese_American_Exclusion_Order_0

Gelinen bu noktada Ermeni Soykırımı yalanı konusunda her yılın 24 Nisan gününde kurbanlık koyun gibi kaygıyla bekleyen bizlerin başkalarının yaptığından çok kendi yapmamız gerekenleri anımsama ve yaşama geçirme zamanıdır. Hem tarihsel hem de hukuksal dayanaklarımız bu denli güçlü olduğuna göre bu korku ve kaygı neden diye sormaktan alamıyor insan kendisini!

Birkaç söz de Beşinci Kol’a gelsin! Fırsat buldukça tanımaktan ne çıkar, tanıyalım kurtulalım demekten çekinmez böyleleri Ne olacağını kısaca özetleyelim!

ermenilerden-ozur-dileme-kampanyasinin-arkasindan-hangi-amerikali-cikti-1712081200_m

Ermeni Soykırımı yalanı üzerinden yol almaya çalışanların konuyu mahkemeye götürmekten ısrarla kaçındıklarından söz etmiştik az önce. Kazanamayacağı davaya gitmek yerine kabul ettirme üzerinden kazanım sağlamaktadılar.

Tanınma, Tanıtma, Toprak, Tazminat dörtlüsü bu önemli olayda son derece kilit rol oynamaktadır. Tanıma’yla bitmeyecektir iş! Tanımak kabul etmek olduğuna göre Tazminat hemen onu izleyecektir. Çıkacak Tazminat’ın bugünkü değerlerle ödenmesi söz konusu olamayacağına göre! Hemen ardından Tazminat ödeyemiyorsan Toprak ver denecektir.

6a840ad1633b68b178e5d66b88c61aed

Şimdi anlaşıldı mı bu önemli ayrıntıdan habersiz (ya da haberli ve hıyanet içinde) olan cahil aydınlarımızın başımıza sarmaya çalıştığı dert?

“Aydın” etiketiyle donanmış “öğrenimli cehaletin” en büyük tehlike olduğunu bir kez daha altını çizerek vurgulamak gerekiyor.

ERMENİ SOYKIRIMI YALANI, Türkiye’nin emperyalizmle mücadele sınavındaki önde gelen soru(n)dur.

Bu soru(n) anlaşılırsa çözüme erişmek hiç de zor olmayacaktır.

2-tek-kisilik-ordu-sukru-server-aya-yogun-bakimda

Yakın zamanda yitirdiğimiz TEK KİŞİLİK ORDU Şükrü Server AYA’nın anısına saygıyla…

1 KASIM

Bu yazıyı önyargısından sıyrılabilen herkesin okumasını dilerim. Türkiye Cumhuriyeti gibi aydınlanma mucizesi yaratmış ülkenin karanlığa yolculuk yapmaya kararlı kalabalıklarını buna ikna etmek zor! Öte yandan, kendi devrimini ve devrimcisini ıskalamaktan kendini alamayanlar da okusa iyi olur bu yazıyı.

Mustafa Kemal Atatürk‘ün en önde gelen özelliklerinden birisiydi! Önderlik ettiği toplumu doruklarda birleştirmek. Bunun için de aydınlanmış ve özgür bireylerden oluşmuş bir toplum gerekliydi. Tüm çabası bunun içindi. Günümüzde de bir eşitleme, birleştirme çabası olduğuna kuşku yok! Bir farkla! Günümüzde dibe vurmak, dipte eşitlenmek kalabalıkların ilgi gösterdiği bir hedef oldu çıktı! Umarım okurlar… (Dr. Ceyhun Balcı)
*****
1 KASIM

Dr. Ceyhun BALCI

1 Kasım biz Türklerin tarihindeki önemli dönüm noktalarından birisidir. Harf Devrimi’nin yapıldığı gündür. İçinde bulunduğumuz yıl bu önemli devrimin 90. Yıldönümüdür.

Daha doğru deyişle Türkçe’nin Osmanlıca adıyla anılan ama gerçekte Arapça-Farsça kırması, ne olduğu belirsiz bir dilin boyunduruğundan kurtuluş günüdür.
Bugünden baktığımızda bu devrimin önem ve anlamı yeterince algılanamayabilir.
Cumhuriyet kurulduğunda Anadolu’da 13 milyonu biraz aşkın insan yaşamaktadır. Erkek-kadın sayısı da aşağı yukarı eşittir. Okuryazarlık kadınlar arasında % 5’in altında, erkekler arasında ise % 15’in biraz üzerindedir. Cumhuriyet’i ve devrimleri karalama amaçlı olarak uydurulan, bir gecede geçmişimizle bağımız kopartıldı, dedelerimizin mezar taşlarını okuyabilir olmaktan çıkartıldık söylemlerinin gerçeklikle uzaktan yakından ilintisi olmadığı bu oranlardan da kolaylıkla anlaşılabilir.

Yabancı kaynaklı bir yazıya başlık olmuş bir durum söz konusudur!

  • “Türkiye 1 Kasım 1928’de yaş ve cinsiyet farkı olmaksızın okula başlamıştır!” 

Bağlantıdaki yazı Nat Geo’nun 1 Ocak 1929 tarihli sayısında yayımlanmıştır. İlginç bilgiler edinmek, çarpıcı manzaralar görmek için göz atılmalıdır.

(http://www.turkishculture.org/literature/language/turkey-goes-to-821.htm)

Yaşını başını almışlar için de, yeni başlayanlar için de okulda işler sorun olmaktan çıkmıştır. Türkçe’ye özgü sesleri karşılamakta yetersiz kalan Arap/Fars alfabesiyle zorlaşan işler 29 harfli Latin alfabesiyle kolaylaşıvermiştir. Böylelikle bir millet aydınlanma yolunda en önemli gereklilik olan okuryazarlıkla kolayca tanışabilmiş ve doğallıkla da gerisi çorap söküğü gibi gelmiştir.

Harf Devrimi’ni 1928’de yaşama geçiren eşsiz devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ün bu niyetini 1906’da Bulgar Türkolog Manolof’la paylaştığı bilgisini edindiğimizde yaşamı boyunca attığı başka pek çok adım gibi bunun da tasarlı olduğu anlaşılmış olur.
Atatürk Harf Devrimini yapma düşüncesini yakın çevresiyle paylaştığında, yapmayalım demeyen ama belirli bir geçiş süresi tanınmasının iyi olacağını dillendirenler eksik olmamıştır. Bu yol izlenseydi Harf Devrimi adında bir ölü doğmuş bebeğimiz olurdu.
Bu nedenle gazete ve dergilerde 1 Aralık 1928’den başlayarak, kitaplarda ise 1 Ocak 1929’dan sonra eski harflerin kullanımı yasaklanmıştır. Devrim dediğiniz süreç zamana yayılamaz, yayılmaya kalkışılırsa devrim olmaz.

O tarihte okuryazarlığı söz konusu olmayan Anadolu halkı kendisine harf devrimi yapalım mı diye sorulsa ne yanıt verirdi? En iyi olasılıkla hiçbir fikri olmadığını söylerdi. Azımsanmayacak olasılıkla da HAYIR derdi.

Harf devrimine uzanan yolda bir başka öncü İbrahim Müteferrika olmalıdır. Baskı aygıtının Jan Gutenberg’den 300 yıl sonra yaşamımıza girmesindeki payı tartışılmazdır. Yaşamı incelendiğinde 1729’da bu topraklara yalnızca matbaayı getirmediği; yaşadığı dönemin ölçülerinde tam bir entellektüel ve kültür insanı olduğu anlaşılacaktır. Osmanlı’da 1729’da matbaanın çalışır duruma gelmesinden başlayarak 1928’deki Harf Devrimi’ne dek geçen 200 yılda basılan kitap sayısı 30-40 bin kadardır. 1928’den 2003’e dek geçen 75 yılda ise 400 bindir bu sayı.

       İbrahim Müteferrika (1674-1745)

1 Kasım 1928’de Harf Devrimi’ni tasarlayarak yaşama geçiren Mustafa Kemal Atatürk’ün iyi bir kitap kurdu olmasının yanı sıra kitap yazarı olduğunu da anımsarsak eşsiz devrimciyi ve eserlerini daha iyi algılamış, özümsemiş oluruz.

Harf Devrimi’nin yıldönümünde İbrahim Müteferrika ve Aziz Atatürk’ün yüce anısı önünde saygıyla eğilme görevini yerine getiriyorum!

DOLARI KİM SIÇRATIYOR?

DOLARI KİM SIÇRATIYOR?

Dr. Ceyhun BALCI
9 Ağustos 2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

On altı yıllık iktidarın çok başarılı olduğu bir konu var! Bu başarı karşısında şapka çıkartmamak olanaksız! Bu başarı öyküsünü “İyiyse bizden, kötüyse başkasından!” sözüyle tanımlayabiliriz.

Türkiye’de uzunca süredir yerleşikleşmiş ve hatta efsaneye dönüşmüş bir saptama vardı. Gerçeklik payı da yok değildi. Türkiye’de iktidarları ekonomik krizler değiştirir. En yıkılmaz sandığınız iktidar bile ekonomik krizle kâğıttan kule gibi çöker inanışı her zaman çokça alıcı bulmuştur!

Günümüzün dokuz canlı iktidarı bu inanışı da yerle bir etmede epeyce yol aldı. İktidarın her koşulda destekçisi yüce halkımızın yastık altındaki birkaç doları bozdurma gösterilerine bakılacak olursa iktidarın okkalı bir ekonomik krizle değişmesi olasılığının azalmakta olduğu izlenimi edinilmiş oluyor.

Biraz geriye gidelim!

Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık belgesi sayılan Lozan Antlaşması görüşmelerinin ilk bölümü 1922 yılının sonlarında başladı. Şubat 1923’te ise kesintiye uğradı. Gerekçesi Batılı devletlerin kapitülasyonların kaldırılması konusundaki dirençli ve uyuşmaz tutumuydu. Muzaffer Ankara Hükümeti ,askeri başarının, siyasi bağımsızlığın ekonomik bağımsızlıkla perçinlenmedikçe anlamsız ve süreksiz olacağının fazlasıyla farkında olarak bu önemli konudaki istekleri kabul görmedikçe görüşmelerin devamında yarar görmemişti.

Bugüne gelirsek!

Türkiye Cumhuriyeti ekonomik bağımsızlığının kalıntılarını 2001 ekonomik krizi sonrasında aldığı kararlar ve attığı adımlarla emperyalizme teslim etti. Bin bir emek ve çabayla var edilmiş olan ekonomik birikimler yok pahasına başkalarına “özelleştirme” adı altında devredildi. Bu kararlar devletin bir süreliğine de olsa bol paraya kavuşması sonucunu doğurdu. Bu paraların kalıcı olmayan amaçlarla kullanılması bol oy getirse de ülkemizin toplamda zararına bir sürecin işlemesi kaçınılmaz oldu.

soygun-51

Bugün dur durak bilmeyen, yukarı yönde rekora doymayan dolar ve avroyu yabancıların tetiklediği saptaması doğrudur. Ancak, bu tetiklemenin yastık altı dövizlerin bozdurulmasıyla önleneceği inancı trajikomiktir. Tek olumlu etkisi bu sorunlu günlerde gülümsememize yol açma potansiyeli taşımasıdır.

dolarin_atesi_dusmuyor_euro_tarihi_rekor_kirdi_h4301_dd58e

Yabancı ülkeler neden hep Türkiye ekonomisi üzerine gitmekte ve bu yolla sonuç alabilmektedir? Soru(n) budur!

Bugün okuduğuma göre Türkiye’nin kırsalında yaşayanların oranı % 7’ye düşmüş. Kentlerde gördüğümüz kadarı ile köylerdeki vatandaşlarımız kentlerin varoşlarına istiflenmiştir. Kentle tek ilgileri ayaklarının kent toprağına basıyor oluşudur. Tarımsal ve hayvansal üretim yok düzeyindeyken dışalıma dayalı sanayi üretimi de kur sıçramalarıyla şoka uğramış görünümdedir.

Özetle, Türkiye ekonomisi önceden olduğu gibi son 16 yılda da berbat yönetilmiş, son dönemde kötü yönetime Mirasyedi sorumsuzluğu eklenmiştir.
İnşaat yaparak ve otomobil kullanımını özendirerek ekonomiyi ayakta tutma dönemi geride kalmıştır.

  • Herkes sıkı tutunmalı ve ülke tarihinin en yıkıcı ekonomik krizine hazır olmalı!

Bir çift söz de yastıkaltı dolar bozdurma gösterileriyle iktidara kol kanat geren trollere!

Bu sarsıntı bu kez kimseleri teğet geçmeyecek! Tam göbekten delip geçecek!

Geçmişteki krizlerden farklı olarak bu kez Türkiye’nin emperyalizme sunacak fazla varlığı da kalmamış durumda. Bundan sonraki tehdit ülkenin birliğine, dirliğine ve varlığına yönelik olacaktır.

Sevr özlemiyle yanıp tutuşanların heveslerinin tazelendiğine tanık olursak kimse şaşırmasın!
==============================================
Dostlar,

Yukarıdaki dizelerin yazarı ekonomist değil, bir tıp doktoru.
Değerli meslektaşımız Dr. Balcı bu sitenin sıklıkla konuğu oluyor çok nitelikli yazılarıyla.

Biz bir çengel soruyu kafamızdan atamıyoruz.. Günlerdir web sitemizin manşetinde :
*****

Dolar 5.39, Euro 6.23 ve Sterlin 6.97 TL!
Ya da tersine 1 TL; 18,5 Dolar Cent’e,  16 Euro Cent’e ve 14 penny’ye düş-tü / düşürüldü!
Yükselen Döviz değil; ağır hasta ve ağır borçlu – dışa bağımlı ekonominin parası TL eriyor!
MB rezervleri 96-98 milyar dolar eriyerek kritik 30 milyar doların altına indi – indirildi! 

  • Dalgalı kura karşın, epeydir ertelenen DEVALÜASYON
    FİİLEN ve HIZLICA ya-pıl-dı!

  • Çengel soru :Türkiye’ye yüksek oranlı fiili devalüasyon, bu -ortak- senaryo ile mi dayatılıyor yoksa?? Ya da AKP, zorunlu kaldığı vahşi devalüasyonu bu yapay krizle mi maskeliyor?!

AKP = ERDOĞAN TÜRKİYE’yi MORATORYUMA MI SÜRÜKLÜYOR?

  • Her ne döndürülüyorsa; çalışanların – emeklilerin ücretlerinde hızla iyileştirme yapılmak zorunda.. On milyonlarca masum insanı göz göre göre yoksullaştıramazsınız. Bedeli rantiye sınıfı ödemeli. Çünkü bu çöküşten masum Halk değil onlar sorumlu.

Çare                       Muhalefet partileri her şeyi ertelemeli ve ortak, yapıcı muhalefet yürütmelidir. Halka her şeyi açıklamalı ve çözüm önerileri üretmelidirler.

  • Ne var ki, AKP = Erdoğan‘ın bir yandan iç kamuoyunda mağduru ve dikleneni oynarken, öbür yandan belirttiğimiz ekseni izleyebilmesi için etekleri boş ve eli serbest mi? Hiç sanmıyoruz! Zarrab, Halk Bankası, Deniz Feneri davası, basına açıklanmayan ancak CIA, MOSSAD, BND, MI6, KGB vd. istihbarat örgütlerinin portföylerindeki dosyalar… nedeniyle bagaj dolu.. Bu da ulusal onurun ve çıkarların korunmasında büyük / aşılamaz (?) handikap ne yazık ki..
* ABD, AKP kendisiyle kirli pazarlık yapıyorsa, bunu dünya kamuoyuna açıklamalıdır.

Dışişleri (Çavuşoğlu) , Hazine (damat Albayrak) ve Erdoğan’dan olmadık (!) sükunet görüyoruz. DEVALÜASYON operasyonu tamamlandı gibi herhalde ki; ABD de “yumuşak” adım atıyor. Gün olur bu yaşananların içyüzü ortaya konur. Adına hukukta – siyaset biliminde hatta sokakta ne denir, malum.. Ama biz yazarsak “suç” olur!? Dolayısıyla “DURDURUN BU YANGINI!!” feryadının ne denli anlamsız olduğunu bilmek bizi bir kez daha kahrediyor. Muhalefet, bu can alıcı sorunu değindiğimiz boyutlarıyla halkın gündemine taşımalı, kanıt bulup açıklamalı!

Medya hiç olmazsa bu yangında insaf etmeli ve bir parça olsun gerçekleri yazmalı :

  • Yükselen Döviz değil; ağır hasta ve ağır borçlu – dışa bağımlı ekonominin parası TL eriyor!

Bir de saf yudum insanının kara gün dostu 3-5 kuruş dövizi ile birkaç parça altını bu hovarda kumarda masaya çağrılıyor.. Dişin kovuğunu doldurmaz.. Merkez Bankasının 100 milyar doları avuç içinde kar gibi eridi.. Bu dar gün tasarrufları da çar çur edilir. Olağanüstü kötü yönetilen ekonominin açıkları öylesine büyük ki, dişin kovuğunu doldurmaz..

AKP = Erdoğan, bu garibim yurdum insanlarını yarattıkları felakete omuz vermeye çağırarak vicdanlı bir iş yapmıyor..

  • Fatura, AKP = RTE’nin 16 yıldır toplumun öbür kesimlerinden türlü yollarla alarak besleyip büyüttüğü ve Kanal İstanbul çevresine yerleştirmeye hazırladığı  yaklaşık 1 milyon yandaş * islami rantiyeye ödetilmelidir:

Aşağıdaki 2 yazımızın okunmasını, paylaşılmasını dileriz..

TÜRKİYE’deki YANGINI NASIL SÖNDÜRMELİ?

TÜRKİYE DAĞILMA TEHDİDİ ALTINDAYKEN
CHP’nin TARİHSEL VEBALİ

Sevgi ve saygı ile. 09 Ağustos  2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

PETROL(L)E TUTSAK BİR COĞRAFYA

PETROL(L)E TUTSAK BİR COĞRAFYA

Konuk yazar : Dr. Ceyhun BALCI

(AS : Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Emperyalizmin azgın ve haydut gücü ABD’nin son Kudüs kararı bir kez daha kan, gözyaşı ve dehşet getirdi. Bu sınır tanımaz yaklaşıma verilen karşılıklar yeterli mi? Tarihte kısa bir yolculukla anlatmaya çalışalım! Hasta adam Osmanlı’nın yıkımına karar verildiği günlerde paylaşılmıştır yaklaşık 400 yıllık Osmanlı yurdu Orta Doğu. Batılıların Büyük Savaş olarak adlandırdığı I. Dünya Savaşı’nın bitmesi bile beklenmemiştir bu paylaşım için. 1912 yılında İngiliz Kraliyet Donanması gemilerinin kömür yerine petrolle çalıştırılma kararının dünyanın ve elbette petrol yataklarıyla ünlü Orta Doğu’nun yazgısını çizmiş olduğu kesindir.

0001749554001-1

İngiliz diplomat Sör Mark Sykes ve Fransız eşdeğeri Fransuva Georges-Picot takvimler 1916’yı gösterirken önlerine açtıkları Orta Doğu haritası üzerinde tamamlamışlardır bu paylaşımı. Paylaşımın yapıldığı gün gizli olan bu antlaşma savaşın bitiminde görüşe sunulur ve gereği hızla yerine getirilir. SYCES-PICOTHaritalar dilleri olmasa da anlamak isteyenlere çok şey anlatır. Orta Doğu haritası bu bakımdan pek çok eşdeğerine göre olağanüstü yeteneklidir. Cetvelle masa üstünde çizilmiş doğallıkla uzaktan yakından ilintisiz ülke sınırları bu harita masa başında çizilmiştir diye haykırmaktadır anlayana.

319_sinirlari-cetvelle-cizilmis-kitada-donusum-super-guc-yan-super-guc-mucadelesi

1917 yılına gelindiğinde ise bu haritayı tamamlayacak bir başka adım atılır. Zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’un adını taşıyan deklarasyonla (bildirge) cetvelle çizilmiş sınırların arasına bir Yahudi devletinin kondurulacağı duyurulmuştur. Kimselere düşüncesi sorulmamış durum dünya kamuoyunun bilgisine sunulmuştur. O güne değin otuz yıldır dünya gündemine giren Yahudi Göçü, Siyonizm, Vaad Edilmiş Topraklar gibi kavramlar böylelikle ete, kemiğe daha doğrusu toprağa ve sınıra kavuşturulmuştur.

balfour

Bunca başarılı manevranın ardından iş 1948’de İsrail’in kurulması ve BM üyesi olmasına kalmıştır. İçinde bulunduğumuz yıl 70. Yaşını kutlayacak olan İsrail o gün bugündür bölgenin sorun kaynağıdır. Emperyalizmin ileri karakolu ve jandarması rolünü hakkını vererek oynamaktadır. Gözünü kırpmadan silaha sarılmakta, savunmasız insanlara ateş yağdırmakta ve kan dökebilmektedir bu yapay ülke.

Geçmişi 150 yıla varlığı ise 70 yıla dayanan İsrail karşısında bölgede yer alan irili ufaklı Arap ve İslâm ülkeleri deyim yerindeyse seyirci olmaktan öte bir varlık gösterememektedir. Elçilik kapatmak, diplomatik ilişki kesmek, sefir kovmak ve bayrak yakmanın ötesinde atılabilen en küçük adım yok!

Bölge ve ülkeleri bundan 100 yıl önce sınırlarını cetvelle çizdirmiş olmanın bedelini ödüyorlar da denebilir bugünkü manzaraya bakarak. Bölge paylaşılırken özenle parçalara ayrılmış, olabilecek her türlü ayrıştırıcı unsur haritaya aktarılırken petrol zengini ama eylem yoksulu bölge o günden bu yana emperyalizme tutsaktır.

Bugün Filistin’de sergilenen vahşete bakarak bu durumun kalıcı ve geri dönüşü olmayan bir olgu olduğu sanılabilir. Bu kesinlikle bir yanılsamadır. Orta Doğu haritası değiştirilemese de cetvelle çizilmiş haritaların içini dolduranların tutum değiştirmesi ve 100 yıl önceki oyunu bozması hiç de olanaksız değildir. Biraz daha yakın tarihe göz atarsak bu umudumuzu besleyecek olaylarla karşılaşabiliriz.

İsrail kurulur kurulmaz bölgeyi baskı altına alan ve dahası tehdit eden bir düzenek olduğunu gösterir. 1967 Arap-İsrail Savaşı ilk adımdır. Tüm hava gücünü tek uçak uçuramadan yitiren Mısır Arap dünyasının ağabeyi olarak unutulmaz bir yenilgi yaşar. Mısır Sina Yarımadası’nı, Suriye Golan Tepeleri’ni ve Ürdün de Batı Şeria’yı yitirerek öder bu gafletin bedelini.

Pertrol+Ambargosu+Süreci+ve+Nedenleri

Altı yıl sonraki Arap-İsrail Savaşı ise Yom Kippur Savaşı olarak anılacaktır. Araplar kara yazgılarını yenmek üzereyken İsrail’in sırtını dayadığı emperyalizm savaşı durdurarak yenilgiyi önleme ve ileri karakolunu koruma başarısı gösterir.

Arapların bu gelişmelerden aldığı az ve öz ders İsrail’i silahla ve savaşla yenemeyecekleridir. Tam da o anda üzerinde oturdukları zenginliği hatırlayıp, petrol vanalarını kapattıkları anda emperyalizmin yumuşak karnını keşfetmiş olurlar. Petrol fiyatlarının tavan yapması gelişmekte olan ülkeleri vursa da emperyalizme diz çöktürme noktasına getirmesi bakımından önemli dersler içermektedir.

Vietnam’la sersemleyen ABD’nin sıkıntısı petrol kriziyle iyice katlanmıştır. Cetvelle çizilmiş haritanın içeriğine müdahale etme zamanı çoktan gelmiştir. Arap dünyasına ilk kama Mısır-İsrail Antlaşması ile sokulmuş, ardından Suudi Arabistan ve körfez ülkeleri üzerinden yürütülen manevralarla petrol krizinin yinelenmemesi güvence altına alınırken; ucuz petrol çağı açılmıştır.

Enerji alanındaki sayısız güncel seçeneğe karşın petrol Batı emperyalizminin yumuşak karnı olmayı sürdürmektedir. Yeryüzündeki hemen tüm hesaplar petrol yataklarının güvenliğinin sağlanması üzerinedir. 2003’te Bağdat’a giren ABD askerlerinin akla gelebilecek hemen her şeyin yağmalanması karşısındaki duyarsızlığının tek ayrıcalığını Petrol Bakanlığı verilerinin korunması olduğu unutulmasın!

Bölgesel olarak Arap ve İslâm dünyası ama toplamda insanlık daha fazla trajedi yaşamayı gerçekten istemiyorsa 45 yıl önceyi anımsayarak petrol karasını insanlığın yüz karası olmaktan çıkartma göreviyle karşı karşıya olduğunu fark etmelidir.

Petrol 45 yıl önce olduğu gibi bugün de emperyalizme diz çöktürecek bir önemli silahtır. Emperyalizmi petrolsüz bırakmak onu soluksuz bırakmaya eşdeğer bir değerli eylem olarak başvurulmayı bekliyor. Petrol vanası kapatıldığında ne top, ne tüfek ne de akıllı füzelerin hükmü olmadığı anlaşılacaktır.

Bölgenin tutsaklığına petrol vanası son verebilir!…
==========================================
Dostlar,

Değerli meslektaşımız Sayın Dr. Ceyhun Balcı‘nın bu önemli derlemesi, yakın tarihe ışık tutarken günümüze de bağlamakta ve güncel Ortadoğu karanlığının anlaşılmasına katkı vermektedir.

Türkiye’nin, bu çooook çetrefil ve belalı – kanlı coğrafyasında son derece ustalıkla yönetilmesi gerekmektedir. Ne yazık ki, 2002’den bu yana izlenen taşeron politikalar ülkemizi büyük ölçüde zora sokmuştur.. AKP’nin dış politikasının sürüdürülebilir yanı yoktur.

24 Haziran 2018 yaşamsal seçimlerinde bu ehil olmayan kadrolardan Türkiye mutlaka kurtulmak zorundadır..

Sevgi ve saygı ile. 21 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

94. Yılında Lozan Antlaşması ve Türkiye’nin Geleceği / The Lausanne Treaty at the 94rd year and future of Turkey

94. Yılında Lozan Antlaşması ve Türkiye’nin Geleceği

The Lausanne Treaty at the 94th year and future of Turkey

Dostlar,

Ülkemizin Uluslararası Hukuk katında tapusu ve bir anlamda ulusal tabumuz olan Lozan Barış Anlaşması, 94 yıl önce bu gün, 24 Temmuz 1923’te, 8 ay süren çok zorlu görüşmeler sonunda İsviçre’de bağıtlanmıştı. 

Her yıl bugünlerde Lozan Anlaşması ve kazanımlarına saldırının amacı nedir?

Bir “basit” harita, tarihsel gerçeği tüm açıklığıyla ortaya koymuyor mu?

sevr haritası ile ilgili görsel sonucu

Büyük ATATÜRK‘ün ve O’nun en çok güvendiği dava ve silah arkadaşı Dışişleri Bakanı Lozan’da Baştemsilcimiz İsmet Paşa‘nın görkemli utkusu (zaferi) yukarıdaki haritada görülüyor. Son Osmanlı Padişahı 6. Mehmet Vahdettin’in onayladığı Sevr Anlaşması yürürlükte kalsaydı, günümüz Türkiye haritasının (Misak-ı Milli sınırları) kırmızı boyalı 1/3’ü bize kalacaktı. Sevr Anlaşmasında bu bölgeden de gerekli görülenlerin İtikaf Devletlerince işgal edilebilmesi hakkı saklı tutulmuştu.

Lozan Barışı o koşullarda yapılabilecek olanın en gerçekçi, olabilecek en dengeli (optimum) formülüdür. Bugünden geriye anakronik salvolar akıl ve tarihsel diyalektik dışı olup gerçekte Cumhuriyet, Atatürk ve İnönü düşmanlığının maskesinden başka hiçbir şey değildir! 

Erdoğan Lozan Andlaşmasına Neden Saldırıyor!?” başlıklı 1 Ekim 2016 tarihli yazımıza bakılmasını dileriz..

Biz, Lozan Anlaşması konusuyla özel olarak ilgileniyoruz.. Görüşmeler sırasında ailemizin büyüklerinden Prof. Dr. Veli SALTIK, İsmet Paşa’nın Türk kurulundaki hukuk danışmanı idi. Konuya ilişkin çok sayıda konferans verdik, makale yazdık, TV programına katıldık.

Örneğin “86. Yılında Lozan Anlaşması ve Türkiye’nin Geleceği Kanal B, Ankara, 17.07.09”
(Kanal B / Gürbüz Evren – Bekleme Odası arşivinden 8 yıl önceki kayda erişemedik..)

Çalışmalarımızın bir bölümünü geçtiğimiz yıllarda da bu sitede paylaşmıştık..
Bunları aşağıda bulabilirsiniz.

  • Özelllikle AB ile yürütülen Müzakere Çerçeve Belgesi’nin
    6. ve 11. maddesi 
    çoooook dikkat istiyor!

  • Yineleyelim; yukarıdaki haritada bize İtilaf Devletlerinin işgal hakkıyla bırakılan kırmızı, 1/3 Türkiye (286 bin km2) dışında kalan tüm toprakları
    son Osmanlı Padişahı 6. M. Vahdettin Sevr Anlaşmasıyla vermişti!

  • Lozan Anlaşmasıyla yitirilmedi bu topraklar! Tersine, bugünkü sınırlarımız, 780+ bin km2 toprak, Lozan Anlaşmasıyla vatan / yurt olarak geri kazanıldı! Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ve yurtsever öncüler ve Ulusumuz ile, Saltanatın ihanetine karşın Kurtuluş Savaşı ile, şehit-gazilerle kazanıldı!  

Sevgi ve saygı ile. 24 Temmuz 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

**********************

93. Yılında Lozan Antlaşması  ve Türkiye’nin Geleceği
(The Lausanne Treaty at the 93rd year and future of Turkey)

Geçtiğimiz yıl sunduğumuz dosyayı, belgesel boyutu nedeniyle yeniden paylaşmak istiyoruz..

Ne yazık ki, geçtiğimiz yıl bu gün yazdıklarımız ağırlaşarak sorun olma niteliğini sürdürüyor.

Lütfen bakar mısınız aşağıdaki notlarımıza ve çok kritik uyarı ve saptamalarımıza :

89._Yilinda_Lozan_ve_Turkiye’nin_Gelecegi_24.07.09

Yukarıda erişkesini verdiğimiz power point sunumu çok kapsamlı olarak Lozan Antlaşmasını işlemekte.. Çağrılıp (indirilip) incelenmesi ve paylaşılması dileğimizidir.

Aşağıda da var ama bir kez daha, tarihe not düşmek ve ilgili herkesin bilgisine – ilgisine sunmak üzere şu kritik paragrafı öne çıkaralım :

==========================

“….. Özelllikle AB ile yürütülen Müzakere Çerçeve Belgesi‘nin 6. ve 11. maddesi
çoooook  dikkat istiyor :

  • Avrupa Birliği, Lozan Antlaşması ile Türkiye’nin öteki ikili anlaşmalarının
    AB mevzuatına uymamaları durumunda geçersiz sayılacağını ileri sürüyor!
  • İleri sürmeyi bırakın, bile bile, seçe seçe Lozan’ı çökertebilir. Çökertiyor.
    Bir başka yönden ele alırsak, Avrupa Birliği sanki Sevr’in kimi maddelerini gündeme getirme çabasında.

“… BOP kapsamında Irak’ın kuzeyinde de facto yaratılan siyasal oluşum, (Barzanistan!) gelecekte Türkiye’ye yönelik sınır istemleri bildirebilir. Bu durumda AB MÇB (Müzakere Çerçeve Belgesi) 6. paragrafa göre “anlaşmazlık” Uluslararası Adalet Divanı‘na taşınacak
ve ABD ve AB’nin tutumu belirleyici olacaktır.

Gelişmeler ülke bütünlüğümüzü tehdit eden nitelik kazansa bile, MÇB’nin değinilen
bu 11. maddesine göre Türkiye, “güç kullanma” hakkını işletemeyecektir.

  • TSK, “güç kullanMAma” olarak düzenlenen 2 sözcükle devre dışı bırakılmıştır….”

================================================

Son 1 yılda AKP iktidarında Bay RTE sorumluluğunda yaşanan acı gelişmeler ne yazık ki
geçen yıl ve önceki yıllarda yaptığımız saptama ve uyarıları doğruluyor.
Bu tablo bize “haklı çıkma” keyfi yaşatmıyor elbette..
Kaygı ve endişemiz büyüyor..

Türkiye AKP İKTİDARINDAN BİR AN ÖNCE KURTULMADIKÇA
BU LANETLİ SÜRÜKLENİŞİ DURDURAMAYACAKTIR…

Koalisyon görüşmelerinde bu kritik gerçekliğin çooooook iyi değerlendirilmesi ve

mutlaka AKP’siz bir hükümet kurulmalı ve AKP iktidarının muazzam hukuksuzluk – yolsuzluklarının hesabı
mut – la – ka sorulmalıdır.

Türkiye’nin başka türlü esenliğe erişmesi olanaksızdır.

Ülkemizin uluslararası hukuk katında (nezdinde) tapusu Lozan Antlaşması‘nı Türkiye’ye kazandıran başta Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve
Lozan Başdelegesi Dışişleri Bakanı İsmet İNÖNÜ olmak üzere tüm emeği geçenleri
sonsuz bir şükran, minnet ve saygı ile anıyoruz…

Sevgi ve saygı ile.
24 Temmuz 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

=========================================

91. Yılında Lozan Antlaşması  ve Türkiye’nin Geleceği
(The Lausanne Treaty at the 91st year and future of Turkey)

Dostlar,

Önceki yıl klavyeye aldığımız (öyle ya kalem değil klavye kullandık!)

“89. Yılında Lozan Antlaşması ve Türkiye’nin Geleceği” başlıklı
14 sayfalık kapsamlı raporumuzu, belgesel niteliği gereği bu yıl da
dikkatinize getirmek istedik.

Ancak sunuş (takdim) notlarımıza ekleyeceklerimiz var :

Geçen yıldan bu yana “Kuşatma” sürüyor, çember daralıyor..

Ülkemizin güneydoğusundan bir vatan parçası “Türkiye Kürdistanı” diye fiilen ayrılmaya çalışılıyor. İktidar da BOP kapsamında böylesi bir işlevle adeta yüklü!?

Kahredici bir durum..
Bereket artık “Halk Direnişi” sahnededir, belirleyici olacaktır!

  • Haziran Ayaklanması, Gezi Ruhu ve inisiyatifi, CB için Çatı aday..

RTE’nin AKP’si – AKP’nin RTE’si ne denli ayrıştırmaya gitse de, Aleviler geçtiğimiz günlerde RTE’nin iftar davetini “Haram sofraya oturmayız” gibi çok sıkı bir gerekçe ile reddettiler..

BOP kapsamında Irak’ın Kuzeyi tamam gibi.. Barzanistan!

Suriye’nin kuzeyinde PYD (Suriye PKK’sı) sözde egemenlik kurma çabasında..

Sıra Türkiye ve İran’dan parçalar kopararak Büyük Kürdistan’ı = Gerçekte Büyük İsrail’i
1200 km’lik bir şerit olarak Hazar’dan – Akdeniz’e kurmak..
Elbette kukla devlet olarak geçici; gelecekte Büyük İsrail için yutmak üzere..
İsrail şemsiyesi altında 2. bir İsrail olarak haritalandırmak, kimliklendirmek.
Daha şimdiden İsrail, bölgedeki Kürtlerin bir bölümüne “Judaik Kürtler” (!?) olarak sahiplendi, etiketledi. Meğer bölge Kürtlerinin bir bölümü geçmişte Yahudi – Musevi imişler; hem dinden (Musevilik) olmuş hem de etnik kökeninden koparak assimile olmuş zavallılar… (!)

Rusya ve Çin’in, Hindistan’ın, Japonya’nın ve de AB’nin bölgedeki enerji kaynaklarına
el oymak… Tevrat’ta sözü edilen “Arz-ı mev’ud” sınılarına ilerlemek..
Fırat – Dicle’den Nil’e dek.. BOP = Büyük İsrail Projesi!

Özelllikle AB ile yürütülen Müzakere Çerçeve Belgesi‘nin 6. ve 11. maddesi
çoooook  dikkat istiyor :

  • Avrupa Birliği, Lozan Antlaşması ile Türkiye’nin öteki ikili anlaşmalarının
    AB mevzuatına uymamaları durumunda geçersiz sayılacağını ileri sürüyor!
  • İleri sürmeyi bırakın, bile bile, seçe seçe Lozan’ı çökertebilir. Çökertiyor.
    Bir başka yönden ele alırsak, Avrupa Birliği sanki Sevr’in kimi maddelerini gündeme getirme çabasında.

“… BOP kapsamında Irak’ın kuzeyinde de facto yaratılan siyasal oluşum, (Barzanistan!) gelecekte Türkiye’ye yönelik sınır istemleri bildirebilir. Bu durumda
AB MÇB (Müzakere Çerçeve Belgesi) 6. paragrafa göre “anlaşmazlık”
Uluslararası Adalet Divanı‘na taşınacak ve ABD ve AB’nin tutumu belirleyici olacaktır.

Gelişmeler ülke bütünlüğümüzü tehdit eden nitelik kazansa bile, MÇB’nin değinilen
bu 11. maddesine göre Türkiye, “güç kullanma” hakkını işletemeyecektir.

  • TSK, “güç kullanMAma” olarak düzenlenen 2 sözcükle
    devre dışı bırakılmıştır.

Ülke bütünlüğünü korumak için tersi yapılırsa, bu kez AB, MÇB’nin çiğnendiğini
ileri sürerek Türkiye ile görüşmeleri askıya alabileceği gibi,
yaptırım da uygulayabilecektir.”

“Bu paragrafın derin tuzakları, akla bir başka sorun daha getirmektedir :

BM’nin İkiz Sözleşmeleri TBMM’de onandığına göre, 6. paragraftaki düzenlemeler,
bu Sözleşmelerin olanak sağlayabileceği siyasal – ekonomik – kültürel haklar,
örn. kendi geleceğini kendi belirleme hakkı (self-determination)..

“Türkiye sınırlarını yeniden çizme”ye dayalı güvence olarak kullanılabilir!”

  • “MÇB’nin 11. paragrafı ise, AB mevzuatına uymadığı gerekçesiyle
    Türkiye’nin daha önce taraf olduğu ikili antlaşmalarla uluslararası antlaşmaların sona erdirileceğini kurala bağlıyor.”
“Bu paragrafa göre Türkiye’nin 3. ülkelerle hangi ikili veya çok yanlı uluslararası antlaşmalarının geçersiz kılınacağı açıkça belirtilmiyor fakat; KKTC’nin kuruluşu,
1959-1960 Londra ve Zürih Antlaşmaları, bu maddeye dayanılarak Türkiye açısından geçersiz sayılabilir!“Açılım”ın Lozan’a, Montrö’ye ve Kıbrıs’taki güvenceci (garantör) konumumuza (statümüze) uzanmayacağını hiç kimse ve hiçbir belge güvenceleyemez.”

“Türkiye, ne yazkı ki, sözde “AB serüveni” yolunda, gerçekte küresel güçlerin projeleri rotasında son derece tehlikeli adımlar atmayı sürdürmektedir.”

AKP bunlar için iktidar yapılmıştır!

Dışarıdan bakınca “Türkiye’de işler hiç de fena sayılmayabilir..”
(RTE’nin kişisel handikapları bir yana konursa.)

AKP’nin RTE’si – RTE’nin AKP’si eliyle Batı emperyalizmi –dünkü Düvel-i Muazzama– epey yol almış, Türkiye’de “müstahkem mevkiler” dövüle dövüle
“epey” yol alınmıştır.

Türkiye Irak’la 3 sınıra sahip artık : Resmi Merkezi Irak Devleti, Bölgesel Barzanistan
Kürt Yönetimi ve IŞİD Terör Devleti Bölgesi..

Suriye sınırı da artık 2 parçalıdır : Resmi merkezi Suriye Devleti ve PYD (Suriye PKK’sı) bölgesi..

– Türkiye giderek kuşatılıyor; dış politikada inisiyatifini yitiriyor.. (Davutoğlu fiyaskosu!)
– Ekonomisinin çok kırılgan oluşu elini kolunu bağlıyor..
(Muazzam Cari açık + Dış ticaret açığı ve 718 milyar Dolar toplam borç..)
– Kuzey’de Kırım ve Ukrayna’da çok önemli gelişmeler oluyor ama hiçbir etkinliğimiz yok.
– Irak’ta Musul Konsolosluğumuz basılıyor, Konsolos dahil 49 kişi 1 ayı aşkın zamandır
rehin ve AKP’nin RTE’si – RTE’nin AKP’si tam bir acz içinde..
– AKP’nin RTE’si korkunç ihtirasıyla boğuluyor.. Örtük dinci gündeminin baskısında ve
yolsuzluklar kıskacında.. Dahası, uzun yılların yıpranmışlığı, eskimişliği çok bunaltıcı..

Ve Lozan Antlaşması, ülkenin uluslararası hukuk katında tapusu, kuruluş senedi..
geçen yıla (90. yıla) göre daha bir sarılı, daha bir yaralı ve daha çok tehdit altında..

Bu durum artık pek çok bakımdan “sür-dü-rü-le-mez!”

Durum “olağan ve normal dışı”dır; olağan ve normal önlemler çözülemeyceği matematiksel kesinliktedir.

“Bütün Türkiye’yi 91. yılda bir kez daha uyarmak isteriz..

90. yılda,  geçen yıl yazdıklarımıza bunları eklemek ve uyarımızı yinelemek istiyoruz.

Bu kritik uyarılarımızı, 17 Temmuz 2009’da, 5 yıl önce, Başkent TV (Kanal B) programcısı Sayın Gürbüz Evren’in, Gazi Üniversitesi’nden tarihçi Prof. Dr. Semih Yalçın ile bizi birlikte ağırladığı Lozan Programı’nda da altını çize çize belirtmiştik.
Sn. Evren de bizi, bu kritik saptamalarımız, kapsamlı Lozan raporumuz (14 sayfa) nedeniyle programına özellikle konuk etmişti..

  • Yineliyoruz; sanal AB üyeliği hedefi adına (üstelik sözde!) Türkiye,
  • tapusu – tabusu Lozan Antlaşması’ı inanılmaz bir diplomatik desise ile
    ve birden bire hukuksal zeminde (de jure) dönüşümsüz olarak yitirebilir!..

İzmir’den meslektaşımız çok değerli Dr. Ceyhun Balcı‘nın iletisindeki sözleri ile bağlayalım :

“24 Temmuz yakın tarihimizin önemli başarı öykülerinden birisinin yazıldığı gündür.
Lozan Barış Antlaşması, aradan geçen 91 yıla karşın dimdik ayaktadır.
Adına yaraşır bir barış antlaşması olmuştur. 
Kimi zaman bilgisizlik, çoğu zaman da kötü niyet Lozan’a saldırı gerekçesidir.Lozan’a bin selam ..”

Not      : 2012 ve 2013’te 23 ve 24 Temmuz günlerinde Lozan Barış Antlaşması hakkında çok değerli dosyalar olduğunu anımsatmak isteriz.
Bunlara da bakılmasında büyük yarar görüyoruz..

http://ahmetsaltik.net/2013/07/24” biçiminde tarih belirterek arama motoruna
yazılır ve çağrılırsa o tarihteki dosyalarımıza erişilebilecektir.

Ya da sitemizin ana sayfasında en altta sağda görülen takvimde istenen tarihe gidip tıklayarak o günün dosyaları çağrılabilir..

Sevgi ve saygı ile.
24.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

89._Yilinda_Lozan_ve_Turkiye’nin_Gelecegi_24.07.09

ATATÜRK VE ÇEVRE

ATATÜRK VE ÇEVRE


Dr. Ceyhun BALCI
https://cumhuriyetciyorum.wordpress.com/2017/06/04/ataturk-ve-cevre/, 04 Haziran 2017 

 

IMG_4308

Bu yazıya da esin kaynağı olan kitapta çok daha fazlasını okuyacak ve yazar İlknur Güntürkün Kalıpçı’nın deyişiyle “SEN BİZİ SAKIN AFFETME ATAM!” demek geçse de içinizden siz siz olun çok çalışıp, O’na yaraşır olmaya bakın derim sizler.

Bu Dünya Çevre Günü’nde “Atatürk ve Çevre” diyelim. Pek çok alanda 100 yıl önceki söylem ve eylemleri ve elbette öngörüleriyle bizleri şaşırtmayı sürdüren Atatürk’ü rehber ediniriz.

Çevre duyarlılığı Atatürk’ün her nedense çok da öne çıkartılmayan yönlerinden birisidir.

Hem çevre günü olması hem de zeytin gibi bir sıradışı varlığı gözden çıkartılmasının denendiği bugünlerde Atatürk ve Çevre’ye değinmek güncel gereklilik.

Yaşamı savaş alanlarında acılarla, sıkıntılarla geçen Atatürk’ün ağladığı anlar yazılara konu edilecek denli az.

Gözyaşı döktüğü az sayıdaki olgudan birisi Çanakkale’dedir. Bir diğeri ise doğayla ilgilidir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara başkentliğe hazırlanırken Çankaya yolundaki bir iğde ağacının kesilmiş olmasına ağlamış Atatürk. Yol yapımına engel görülen bölgenin tek ağacının yaşamına son verilmesi Atatürk gibi anıt adamı ağlatmış. İğde demişken iğde cenneti olabilecek Türkiye’nin iğde dışalımı yapmakta oluşunu içimiz sızlayarak anımsatalım.

Çevre konusunda da duyarlı ve rehber olası bir önderimiz olduğu için gurur duyalım!

Özellikle çevre duyarlılığı Türkiye’nin kökü dışarıda etkinlik alanlarından birisidir. Kökü burada olmayan, ayağı bu topraklara basmayan hiçbir hareketin, etkinliğin başarı şansı bulunmadığını unutmamak gerekir. Bu gerekçeyle çevrecilik diyenlerin bu yalın gerçeği göz önünde tutmaları dileğiyle.
=================================
Değerli meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı’ya bu sıra dışı yazısı için pek çok teşekkürlerimizi gönderiyoruz İzmir’e..

Sevgi ve saygı ile. 06 Haziran 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

ATATÜRKÇÜLÜK AĞLAMA DUVARI DEĞİLDİR!

ATATÜRKÇÜLÜK
AĞLAMA DUVARI DEĞİLDİR!

portresi

Dr. Ceyhun BALCI

Bir 10 Kasım’da daha kimselerin zorlaması olmadan duygulanacağız! Adı yalnızca coğrafyamıza değil insanlık tarihine de altın harflerle yazılmış o güzel ve büyük insanı saygıyla, özlemle anacağız!

Pek çok yerde, pek çok kişi Atatürkçülük tanımı yapacak! Kemalizm mi Atataürkçülük mü tartışmalarına tanıklık edeceğiz. Hiç birisinin zararı yok. Konuşmak, tartışmak bir noktada buluşmaya çalışmak iyidir deyip geçelim!

Geçtiğimiz günlerden birinde saygın bir internet gazetesinde yazan bir emekli amiral ve Atatürkçülüğü de tartışılmaz bir dostun yazısına rastladım. Türkiye’nin içine sürüklendiği durumdan kurtulma olasılığı yoktur demeye getiren sözlerini her zamanki etkileyici biçemiyle bezeyerek yazıya dökmüştü. Denizci olduğuna göre matematiği de güçlüdür diyerek anlamaya çalıştım yazıya döktüklerini!

Hemen geçmişe götürdü belleğim beni!

“Geldikleri gibi giderler!” 13 Kasım, 1918, İstanbul, Mustafa Kemal. (Boğaza demirleyerek toplarını kente çevirmiş düşman donanması karşısında)

214377082_640

Bugünün Türkiye’sinde kolay olan umutsuzluk, yılgınlık anaforuna kapılmak. Öldük, bittik, yıkıldık deme kolaycılığına sapmak! İşin ilginç yanı bu kolaycılığın alıcısı sanılandan da fazla. Kapış kapış gidiyor dense yeridir.

Buna hakkımız yok!

Atatürk’ü seviyorsak, Kemalist olduğumuzu ileri sürüyorsak öncelikle o düşüncenin sahibini iyi tanımak, algılamak ve özümsemek göreviyle karşı karşıyayız!

Mondros Silah Bırakışması’ndan çok değil 15 gün sonra hemen herkesin yılgınlık içinde kıvrandığı günlerde “Geldikleri gibi giderler!” diyebilmekti Mustafa Kemal’i farklı kılan!

sevr-antlasma-haritasi-1600x876

Atatürkçülük bu harita karşısında bile “ağlaşmak” yerine “uğraşmak”tır!

Özetle Atatürkçülük ya da Kemalizm “ağlaşma” değil “uğraşma” alanıdır. Bunun temel ve öncelikli koşulu da Atatürkçülük adına umutsuzluk safında yer almamaktır.

Açık çağrımdır!

  • Eğer Atatürkçüysek, Kemalistsek Atatürk gibi düşünmek,
    Atatürk gibi davranmak göreviyle karşı karşıyayız demektir.

İçine yuvarlandığımız durumdan kurtuluş olasılığımız kalmamıştır diyorsak, yazmayı, çizmeyi bırakmamız daha doğru olacaktır. Hiç olmazsa bu yüce düşünce ve eylem anlayışına zarar vermemek için…

Mustafa Kemal ATATÜRK düşünceleri ve yaratılarıyla yaşıyor!

Bedensel yokluğunun 78. Yıldönümünde yüce anısı önünde saygıyla eğiliyorum!
Ona yaraşır bir duruş içinde olmayı yaşamımın vazgeçilmez önceliği olarak görüyorum.

 

CUMHURİYET 93 YAŞINDA!

CUMHURİYET 93 YAŞINDA!

portresi


Dr. Ceyhun BALCI

Her geçen yıl daha fazla anlıyoruz değerini Cumhuriyet’in ve onun kurucusu ATATÜRK’ün…

img_6246

Kurucu ilkelerden uzaklaştıkça karmaşaya savrulan, yolunu şaşıran, ne yapacağını bilemez duruma düşen bir ülke ve o ülkenin halkı Cumhuriyet’in kurucusunu daha iyi anlamak ve bundan da önce tanımak göreviyle karşı karşıyadır.

Baş edilmesi olanaksız bir anti-emperyalist olduğunu hiç aklımızdan çıkartmamalıyız Atatürk’ün!

Bu yanıyla sert ve köşeli yapısının tersine ülkesini yakan, yıkan bir ülkenin bayrağını yere serdirmeme erdemini gösterebilmesi; tutsak aldığı düşman ordusunun komutanını teselliye varan sıcaklık akla ilk gelen örnekler.

Şu soylu sözlere şapka çıkartmamak olası mı?

soylu sözler

Yıl 1923!

Bir yandan Cumhuriyet kurulurken öbür yandan Cumhuriyet’i yaşatamanın ve onu yükseltmenin sigortaları oluşturulmakta!

Avrupa’ya öğrenci gönderilecektir. Cumhuriyet insan kaynaklarını kendisi yetiştirene dek başkaca yol yoktur. Yüz elli başvurudan 11 kişi seçilmiştir.

O 11 kişiden birisi Almanya yolcusudur! Sirkeci Garı’nda Almanya’ya gideceği tren kalkmadan önce düşüncelere dalmıştır bu Türk Promete

Yaban ellerinde ne yapacaktır, nasıl yapacaktır? Gitmekle kalmak arası bir yerlerdedir! Derin düşüncelere dalmışken adının anıldığını işitir!

Posta görevlisidir “Mahmut Sadiii, Mahmut Sadiii..” diye seslenen! Telgrafın var diyerek uzatır elindeki iletiyi.

Heyecanla bir solukta okuduğu telgrafın göndericisi Mustafa Kemal’dir!

Onca işin arasında güle güle demektedir Mahmut Sadi’ye!

“Sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum! Ateş topu olarak dönmelisiniz!”

Duygulanır Mahmut Sadi! Birkaç dakika önce aklından geçenlerden dolayı utanç da duyar!

Kıvılcım olarak gidip ateş topu olarak dönenlerden birisidir Mahmut Sadi IRMAK! Tıp doktoru olmuş, yetmemiş profesör olmuş, o da yetmemiş ülkesinde Başbakanlık koltuğuna oturmuş!

Savaş alanlarında karşıtlarını titreten Mustafa Kemal, barış zamanlarının da bilgesidir! Bu kısa telgraftan anlaşılan budur!

Şimdilerde aklına kapağı yurt dışına atmaktan başka şey getiremeyen bir kuşağın bu telgraftan ne anlayacağını kestirmek hiç de kolay değil!

Cumhuriyet’in 93. yılında el kadar bebelerimiz bile insan kılıklı alçakların cinsel nesnesine dönüştürüldü! Pırıl pırıl genç kızlarımız güpegündüz, onlarca kişinin önünde insan görünümlü yaratıkların tekmeli tokatlı saldırılarına uğramakta!

Aklın ve uygarlığın ülkesi olsun diye kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu utanç verici koşullardan bir an önce kurtarılmalı!

Umarsızlıktan halkı suçlayanlara, umutsuzluk bataklığında çırpınırken ne yapacağını bilemeyenlere!

Bugünün Türk halkı 1919’dakinden, 1923’tekinden daha niteliksiz ve yeteneksiz değil!

Yeter ki, aklını kullanan, vatanını milletini seven önderler ortaya çıksın! Milletin önüne düşsün!

Başta kurucu Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Cumhuriyet’i var edenlerin yüce anısına saygıyla…