Etiket arşivi: Ankara Dr. Ahmet Saltık www.ahmetsaltik.net

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun Adli Yıl Açılış Konuşması – 2014


Dostlar
,

TBB (Türkiye Barolar Birliği) Başkanı Sn. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu‘nun bu gün,
01 Eylül 2014 günü Yargıtay’da yaptığı nefis konuşmanın tam metni aşağıda..

Metin tek sözcükle “mükemmel” dir.

Son derece ılımlı, dengeli, kararlı ve cesurdur.

Günceldir, yüreklidir, umut verici ve yol göstericidir.

Dileriz arif olan herkes anlasın ve kendisine yollanan iletiyi alsın; gereğini de yapsın..
Konuşan kişi aynı zamanda yetkin bir ceza hukuku profesörüdür.
Sözlerine dikkatle kulak vermekte büyük yarar vardır.

12. CB / Yarı Başkan seçilen RTE ve ataması Başbakan Davutoğlu
bu törende yoklar..

Tanımlanması olanaksız ölçüde ayıp ve utandırıcı.
Bu ayıp ve utancı herhalde başka kimse üstlenemezdi..

Bir açıdan yokluklarıyla toplantıyı önemsizleştiriyorlar sözde..
Öte yandan da bu toplantılarda artık “olamıyorlar..”

RTE ve gölgesi, bir anlamda rest çekerek, gözdağı vererek TBB Başkanı’nın
(gerçekte Prof. Metin Feyzioğlu’nun) orada konuşmasını engelleyebileceklerini sandılar..

Yargıtay Başkanlar Kurulu resti gördü, “TBB Başkanının konuşması düşünce özgürlüğü açısından gereklidir..” dedi ve ..”savunma ayağı olmadan yargı olamayacağını..” vurguladı.. Oy çokluğuyla da olsa karar bu ve alkışlıyoruz
bu yargıçları. Ülkenin 2 tepe yöneticisi de demokrasiyi içlerine sindirmiş olsalardı salona gelir dinler, tahammül gösterirlerdi.. En kötüsünden, eğer sataşma varsa,
yanıt hakkı kullanırlardı.. (Teamüllerde yeri olmasa da..)
Bu dakikadan sonra, bu 2 tepe yöneticinin “demokrat” olduklarından asla söz edilemez..

RTE bu yüksek yargıçlara (Yargıtay Daire Başkanları Kurulu’na) “bir avuç haşhaşi” diyerek aslında iç dünyasını da, bulunduğu yeri de apaçık belli etti..
Bu tablodan büyük acı ve T.C. adına derin kaygı duyuyoruz.
Bu davranışın ayrıca açık hakaret olduğuna ve cezalandırılması gerektiğine inanıyoruz.
12. CB / Yarıbaşkan RTE, Yargıtay Daire Başkanları Kurulu üyelerinin,

  • iddia sahibi olarak “bir avuç haşhaşi” olduklarını kanıtlamak zorundadır.

Bir Devlet Başkanının, ülkesinin yüksek yargı organının seçilmiş daire başkanı yüksek yargıçlarına genelleme ya da ayrım yaparak (Feyzioğlu’nun konuşması için olumlu
oy verenleri kastederek) “bir avuç haşhaşi” biçiminde son derece ağır bir suçlamada bulunması sanırız dünya insanlık tarihinde ilk kez görülmektedir.
Ülkemiz adına utandırıcıdır ve sanırız unutulmayacaktır, unutulmamalıdır.

  • Yargıtay kurumsal olarak davacı olmalı ve hukuk önünde hesap sorulmalıdır.

Ancak T.C. bunları da aşacak ve AYDINLANMASINI Büyük Atatürk’ün çizdiği yolda sürdürecektir. 90 yıllık Cumhuriyet birikimi buna kesinkes kadirdir.

Küçük bir dip notu                   :

Salonda en yüksek protokol Anamuhalefet Partisi Başkanına aittir. Sn. Feyzioğlu’nun bunu bilmemesi olanaksızdır. Yine de ilk seslenişinde 1. sırada Yargıtay başkanını anması hatalıdır. Sonraki seslenişlerinde Anamuhalefet Partisi Başkanını sıradanlaştırarak ya anmamış ya da Yargıtay Başkanına seslenişini sürdürmüştür.
Bu tavır Sn. Feyzioğlu’na yakışmamış ve görkemli konuşmanın içeriğine de
bu bağlamda ters düşmüştür (haydi gölge düşürmüştür demeyelim..)
Hele 12.CB – Yarıbaşkan RTE ve Başbakan Davutoğlu salonda yokken Anamuhalefet Partisi Başkanının orada varlığı daha da anlamlı ve kendisine açık destek iken..

Sevgi ve saygıyla.
1.9.2014, Denizli

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

===============================================

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun 
adli yıl açılış töreni konuşmasının metni : 1.9.2014

portresi

Sayın Yargıtay Başkanı,

Ana muhalefet partisinin Sayın Genel Başkanı,

Yurttaşlarımıza, “Ankara’da hâkimler var” dedirten yüksek yargı organlarının
sayın başkan ve üyeleri,

Her yurttaşın güvenli limanı olması gereken adliyelerimizin sayın hâkim ve savcıları,
Tarih boyunca özgürlükler mücadelesinin lokomotifi olmuş gurur duyduğum
avukat meslektaşlarım,
Sayın basın mensupları,
Sayın misafirler,
Hanımefendiler, beyefendiler;

Hepinizi, Türkiye Barolar Birliği’nin yönetim, disiplin ve denetim kurulları, 79 baromuz ve 84 bin hak savaşçısı avukat adına saygıyla selamlıyorum.

30 Ağustos Zafer Bayramımızı kutluyor, bağımsızlığımızı, Cumhuriyetimizi ve Cumhuriyetin temsil ettiği çağdaş değerlerimizi borçlu olduğumuz Büyük Atatürk’ü, silah (AS:ve dava) arkadaşlarını, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran tüm devlet adamlarını ve şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.

Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü.

Bölgemiz kan gölüne dönmüş durumda.

Mezhep savaşları almış başını gitmişken, mezhebi, dini ya da ırkı gerekçe gösterilerek insanlar katledilir, ırzına geçilir, köle yapılır, açlığa, susuzluğa, kavurucu sıcağa dünyanın gözü önünde terk edilirken, barıştan söz etmek ne kadar zor.

Yine de umudumuzu yitirmeyecek, barış için mücadeleye devam edeceğiz.
Bu noktada, önce sınırlarımızın hemen ötesine bakıp, başta mezhepçiliği reddeden, özgürlükçü laiklik ve eşit yurttaşlık olmak üzere sahip olduğumuz Cumhuriyet değerlerinin kıymetini bileceğiz.

Ardından çok özlediğimiz toplumsal barışa ulaşmak için konuşacağız, tartışacağız.

Ortak geçmişimizin ve geleceği birlikte yaşama ülkümüzün altını çizecek, ayrışmak yerine birbirimizi nasıl tamamladığımızı ortaya koyacağız. Bütün bunları, yargının güven altına aldığı temel haklarımızı kullanarak yapacağız. Bugün burada, bu çatı altında buluştuğumuz veya buluşamadığımız herkesle, aynı şanlı bayrağın altında, aynı vatan topraklarında birlikte yaşıyoruz. O yüzden, birbirimizi dinleyeceğiz, birbirimizden öğreneceğiz. Önerilerden ve eleştirilerden yararlanıp, ülkemiz adına el ele
daha güzel işler yapacağız.

Değerli Dinleyenler;

Adalet, mülkün yani ülkenin temelidir.

Demek ki yargının kurucu unsuru olan avukatlar, hâkimler ve savcılar bu ülkenin temel taşları arasındadır.

Adalet ülkenin temeli olduğuna göre; yargı camiasını, avukatları, hâkimleri, savcıları düşman ilan etmek, yargıyı itibarsızlaştırmak, devleti temellerinden sarsmaktır.
Bu güzel ülkenin kahraman, fedakâr, asil, namuslu, vicdanlı avukatları, hâkimleri, savcıları; Düşmanımız kin ve keyfiliktir bizim.

Biz ise kin tutmayız, keyfilik yapmayız.

Biz biliriz ki ilim ve sanat, takdir edilmediği yerden göç eder.
Oysa ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.
Sanat olmazsa, hepimiz tek renge, tek sese mahkûm oluruz.
Aydınlık bir gelecek ancak bilimle, fenle ve sanatla mümkündür.
Adalet ise bütün bunların, öyleyse geleceğimizin güvencesidir.
Yargıya, dolayısıyla adalete, dolayısıyla ülkenin temellerine ve geleceğine yönelmiş
açık ve yakın en büyük tehlike “keyfilik”tir.

“Devlet benim” keyfiliğidir.

“Ben ne dersem o olur” keyfiliğidir.

“Sadece benim istediğimi düşünebilirsin, söyleyebilirsin, yazabilirsin” keyfiliğidir.

“Benim istediğim gibi karar vermez, benim işime geldiği gibi düşünmez,
benim dediğimi yapmazsan seni hain ilan ederim, hedef gösteririm” keyfiliğidir.

“Benim adamımsan idarenin her düzeyinde işin istediğin gibi yürür,
benden değilsen insanca yaşama hakkın dahi yoktur”
keyfiliğidir.

“Anayasa’yı tanımam, kanunu hiç tanımam” keyfiliğidir.

“Yasama da, yürütme de, yargı da benim olsun, benim değilse hain olsun” keyfiliğidir.

Çağdaş dünyada sınavsız avukatlık neredeyse kalmamışken, hukuk devleti açısından zorunlu olan avukatlık sınavını, Anayasa Mahkemesi’nin abide kararına rağmen
yeniden düzenlememe keyfiliğidir.

Avukatların yargının kurucu unsuru olduğunu bir türlü içe sindirememe keyfiliğidir.

Avukatı dışlamak yoluyla avukatın savunduğu yurttaşı sistem dışına çıkarma keyfiliğidir.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” demek yerine, vatandaşı devlete hizmetkâr yapma keyfiliğidir.

Her yapılan eleştiri ve öneriye “geçmişte de böyle değil miydi” diye cevap verip, vatandaşa daha iyiyi, daha güzeli çok görme keyfiliğidir.

Bu keyfiliklere karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumları dik duracaktır.
Yüksek yargısından ilk derece yargısına kadar, buralarda görev yapan binlerce vicdanlı ve namuslu avukat, hâkim ve savcı dik duracaktır. Binlerce cesur avukat, hâkim ve savcı, hukuk dışı her müdahaleye “hayır” diyecektir. Hayatlarını hukukun üstünlüğüne adamış binlerce avukat, hâkim ve savcı, bu güzel ülkenin her köşesinde, insanlarımıza “eşit yurttaş” olmanın mutluluğunu yaşatacaktır.

Binlerce meslektaşımız; Soma’daki ve yurdun dört bir yanındaki iş cinayetleriyle,

Gezi’de öldürülenler, gözlerini yitirenlerle,
baskıya uğrayan gazetecilerle,
istismar edilen, katledilen çocuk ve kadınlarla,
TEOG Sınavı’nın mağdur ettiği gençlerimizle,
yok edilen çevreyle ilgili davalarda ve yurttaşlarımızın açtığı ya da yargılandığı yüzbinlerce davada dik duracaklar, adalet dağıtacaklar.

Bizler, el ele vereceğiz; hep birlikte, insanlara güven veren, adalet dağıttığına inanılan bir sistemi inşa edeceğiz. Hâkim bağımsızlığını ve tarafsızlığını, savcı teminatını, avukatların mesleklerini Adalet Bakanlığı baskısı olmaksızın icra edebilmelerini sağlayacağız. Yargının kurucu unsurlarının birlikte çalışmalarını sağlayarak,
adil yargılama yapmalarını, böylece gerçeği gerçek olmayandan, suçluyu suçsuzdan, haklıyı haksızdan ayırt etmelerini mümkün kılacağız.

Yargının kendi içindeki keyfiliklerin hesabını, yargı bağımsızlığı ilkeleri çerçevesinde verebilir hale gelmesini temin edecek bir düzeni kuracağız. Kişilere göre şekillenmeyen, çağdaş dünyanın ihtiyaçlarına çözüm üreten bir yargı sisteminin zorunlu olduğunu
tüm topluma ve siyasi partilere anlatacağız. İşte bunu başardığımız gün, yargı mensuplarının ve kamu görevlilerinin cesaretine bel bağlayan bir toplum olmaktan çıkıp, her bireyin sisteme güvendiği, sistem içindeki kişilerin ne yapacağını bildiği ve böylece hukuki güvenliğe sahip olduğu çağdaş, demokratik bir toplum olacağız. İşte o gün, Cumhuriyet’in kuruluş idealini el birliğiyle gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşayacağız.

Sayın Başkan,
Sayın meslektaşlarım, hanımefendiler, beyefendiler;

Bugün, savunma hala baskı altındadır.
Avukatlar, mesleksel faaliyetleri nedeniyle soruşturulmakta ve kovuşturulmaktadır.
Avukatın görevi, insanların haklarını, onların kullanımına sunmaktır. Şu halde avukat, toplum içinde yaşayan insanı birey yapan meslek mensubudur. Avukatın hak ve yetkilerine veya avukatın doğrudan doğruya yaşamına ya da vücut bütünlüğüne yönelen her saldırı, aslında bu ülkede yaşayan herkesin temel haklarına yönelmiştir. Rejimi ne olursa olsun bütün devletlerde uyuşmazlıkları çözmek üzere kurulmuş mahkemeler vardır. Ancak sadece demokratik hukuk devletlerinde etkin ve yargının kurucu unsuru niteliğini taşıyan bağımsız savunmadan söz edilebilir. Etkin ve bağımsız savunmanın olmadığı rejimlerde, hâkimler ve savcılar idarenin memurlarından ibarettirler.

Değerli dinleyenler;

Avukatların meslek alanı sürekli olarak daraltılmakta, münhasıran avukatlar tarafından yerine getirilebilecek faaliyetlerin sayısı giderek azaltılmaktadır.

Etkili sosyal güvencemiz hala yoktur.
Kontrolsüz açılan hukuk fakültelerinden yeterli eğitimi almamış hukuk fakültesi mezunları sınavsız bir şekilde avukatlık stajına başlayıp kolaylıkla avukat olmakta, sonuçta hem hizmetin kalitesi düşmekte hem de avukatlar büyük ekonomik zorluklara sürüklenmektedir. Hukuk fakültelerinin açılması ve müfredatlarının belirlenmesi konusunda buradan Yüksek Öğretim Kurulu’na işbirliği çağrımızı tekrarlıyoruz.

Türkiye Barolar Birliği olarak geçtiğimiz dönemde, bütün baroların ve ilgilenen avukatların katkısını sağlayarak çağdaş bir kanun taslağı ortaya koyduk.
Bu taslak, yapılacak değişikliklerde esas alınmalıdır. TBMM’de katılımcı süreç işletilmeden, “ben yaptım oldu” zihniyeti ile karşımıza getirilecek kanun tasarısı veya gece yarısı teklifleriyle Avukatlık Kanunu’nun değiştirilmesinin, hukuk devletine ve huzurlu bir toplumsal yaşama ağır darbe vuracağını ifade etmek istiyorum.
Avukatlık Kanunu’nun 46/2. maddesinin açık hükmüne rağmen, avukatın Yargıtay’da dosya görmesini vekâletname ibrazına bağlayan Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun
hukuka aykırı idari işleminin geri alınmasını geçen yıl bu kürsüden talep etmiştik. Herhangi bir gelişme olmamasını üzüntüyle karşılıyorum.

Değerli meslektaşlarım;

Keyfilikten kaynaklanan sistemsizlik sorunu, bizim en önemli meslek sorunumuzdur.
İster avukat, ister hâkim, ister savcı olalım bütün meslek sorunlarımızın özünde,
hukukun üstünlüğünü tanımayanların, üstünlerin hukuku peşinde koşanların
sebep olduğu bu keyfilik vardır. Mesleğimizin itibarı, devletin tüm erklerinin
ve kurumlarının hukuka saygılı olmanın gereğine inanmış olmasına bağlıdır.

Alın terimizin değeri, hukuk devleti olmamıza bağlıdır.

Yatırımcının daha çok yatırım yapması, daha çok iş ve istihdam yaratılması,
işsizliğin ortadan kaldırılması, işçi, memur, köylü, kentli, öğrenci, kadın, erkek, genç, yaşlı, emekli herkesin geleceğe güvenle bakması, kendini güvende hissetmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanmasına bağlıdır. Ortadoğu kan gölüne dönmüş,
mezhep savaşları sınırlarımıza dayanmış, her gün insanlık katledilirken,
Türkiye’nin başka devletleri, onların kamuoylarını ve uluslararası örgütleri
harekete geçirerek bu vahşeti durdurması, kendi içimizde insan haklarını gerçekleştirmemize bağlıdır.

Değerli meslektaşlarım;

Devletleri, keyfilik yapan idareciler yok eder.Milletleri, keyfilik yapan idareciler felakete sürükler. Devlet idarecilerini tarihe altın harflerle geçiren; dönemlerinde yapılan yollar, köprüler, binalar değil, keyfilik yapıp yapmadıkları, adaleti hakim kılıp kılmadıklarıdır. Çünkü adaletsizlik nedeniyle insanların çektikleri acılar, yapılan inşaatları gölgede bırakır. Keyfiliğin panzehiri, hukukun üstünlüğünü savunmaktır. Haksızlıklara karşı, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın birlikte tavır almaktır.

Gün, bugündür.
Gün, hukukun üstünlüğü için avukat, hakim ve savcıların kenetlenmesi günüdür.
Gün, Cumhuriyet devriminin ışıklı yolunda demokrasi ve özgürlükler için omuz omuza mücadele etme günüdür.

Bu mücadele elbette kazanılacaktır.
Çünkü özgürlük daima kazanmıştır.

Yeni adli yılın tüm yargı mensuplarına, çalışanlarına ve
adalet bekleyen tüm yurttaşlarımıza hayırlı olmasını diliyorum.
En içten saygılarımla.” (1.9.2014)

Necip HABLEMİTOĞLU’nun KÖSTEBEK Kitabı.. SESLİ Kayıt..

 
Necip HABLEMİTOĞLU’nun KÖSTEBEK Kitabı.. SESLİ Kayıt..


Dostlar
,

Emek verenler çooook sağolsunlar..
Bu müthiş kitap hala günümüze ışık tutuyor..
O yüzden Dr. N. Hablemitoğlu alçakça katledildi ve koskoca T.C.,
yurttaşına dönük bu iğrenç cinayeti önleyemediği gibi,
yurttaşının can güvenliğini sağlayamadı..

Dahası, bu uluslararası istihbarat örgütlerinin operasyonu ile
Devlet olarak da yüzleşemedi…

Yazıklar olsun..

KÖSTEBEK kitabını rahmetli, yaşamda iken bastıracak yayınevi bulamadı!
Öldürülmesinden yıllar sonra yiğit eşi Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu bastırabildi..

Kitabı sesli kaydından dinlemek için lütfen erişkeyi (linki) tıklayınız..

Dr. NECİP HABLEMİTOĞLU’nu 
saygı ve rahmetle anıyoruz..

Necip_Hablemitoglu_KOSTEBEK_Sesli_Kitap_eriskesi

LINK : http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=17410.msg34910#msg34910

Dünya Barış Günü’nde Dr. Hablemitoğlu dahil BARIŞ için can verenlere selam olsun!

Sevgi ve saygıyla.
1.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

Ataol Behramoğlu : BİR YAZININ ANALİZİ VE AŞIRI FAŞİST TINILAR


BİR YAZININ ANALİZİ VE AŞIRI FAŞİST TINILAR
7AĞU

indir

Ataol Behramoğlu
23 Ağustos 2014,Cumhuriyet

Yazılarımızda söylediklerimizin yanı sıra açıkça söyleyemeyip ya da söylemek istemeyip üstü örtülü ve kimi kez belki farkında olmaksızın söylediğimiz şeyler de vardır. Bunlar söyleyiş biçimimiz, vurgularımız, tonlamalarımız, seçtiğimiz sözcüklerde kendini ele verir. Bu yazıda ben, bir önyargım olmaksızın, yalnızca söz konusu yazının bende uyandırdığı izlenimlerle, “Tırmık” köşesinde yıllar sonra yeniden yazmaya başlayan Aydın Engin’in 17 Ağustos tarihinde yayınlanan “Yılmaz Özdil’i Savunmak” başlıklı yazısını böyle bir açıdan irdelemek istiyorum…

Başlıktan başlayalım… Fiilin mastar olarak kullanıldığı cümleler, bunu izleyecek cümlelere açık kapı bırakır… Okura yazarın ne söyleyeceğini merak ettirir. Nitekim
söz konusu yazının başlığı ilk cümle olarak bir kez daha kullanıldığında bir ünlem işareti ve birkaç noktayla sonuçlanıyor… Böylece yazarın savunmaktan söz edeceği şey konusunda bir iç tartışmadan, soru işaretlerinden geçtiğini duyumsuyorsunuz…


Bir sonraki cümleyle sürdürelim:


“Bu, meslek ahlakımızın da düşünce özgürlüğünün de ertelenemez bir gereğidir…”

Ertelenemez gerek” ne demek? Bu sözcük, içeriğinde tam tersini, ertelenebilir olma olasılığını da barındırır… Böylece de sanki üstünkörü, içtenlikle duyumsanmaksızın,
bir klişe gibi kullanıldığını düşündürüyor… Zaten ardından gelen paragrafın
son satırında, bu gerekliliğin “mesleğimizin olmazsa olmaz ilkelerine sahip çıkmak” olduğu söylenmekle, yazar bir bakıma kendini tashih etmekte, amacı biraz daha kesinlik vurgusu kazanmaktadır…

***

Şimdi, yeri geldikçe söyleyiş biçimine yeniden değinmek üzere, içerik konusuna geçelim… Aydın Engin, Yılmaz Özdil’den hemen her konuda zıt bir konumda bulunduğunu söylüyor… Bu elbette O’nun hakkıdır. Fakat bu “her konu” acaba nelerdir… AKP diktasına karşı çıkan yazarların en ön sırasında yer alan
bir yazara “hemen her konuda zıt konumda” yer alarak acaba nasıl Cumhuriyet yazarı olunuyor?

Arkadan gelen bir paragrafı hem içerik hem biçem bakımından irdelemeye çalışarak yazımızı sürdürelim:

“AKP elebaşılarının medyayı iyiden iyiye dikensiz gül bahçesine çevirmek için
kolları sıvayıp pervasızca harekete geçtiği, Başbakan’ın miting meydanlarında
medya gruplarına tehditler savurduğu, çok bilir ve anlarmış gibi medyanın nasıl olması üstüne inciler yumurtladığı şu günlerde…..”


Allah Allah!.. Bütün bunlar şu günlerde mi oluyor?..

Siyahla belirginleştirdiğim, baştan aşağı klişe, zorlama sözler, şablon deyimler…
Ve paragraf sonundaki şu cümle parçasına bakalım:

“Başbakan’ın … çok bilir ve anlarmış gibi medyanın nasıl olması üstüne
inciler yumurtladığı…”

Yani, “bilse ve anlasa”, karışmaya hakkı olacak….
İnciler yumurtluyormuş….
Aydın Engin kusura bakmasın, O’na yazarlık öğretmek elbette haddim değil…
Ve bu irdelemeleri en iyi anlayacak kişilerin başında da kendisinin geleceğinden
kuşku duymam…… Fakat bunlar zorlama, hafifletici, hafife alıcı laflardır. Diktatör inci yumurtlamaz. Böyle ifadeler, tehdidin, baskının, faşizmin vahametini azaltır, küçük gösterir… Yazar arkadaşımız AKP diktasından söz ederken, anlatımındaki, seçtiği sözcüklerdeki, deyimlerdeki, vurgulardaki hoşgörüyü, “müsamaha”yı, işine son verilen meslektaşından esirgiyor… O’na göre Yılmaz Özdil, “ırkçılık sınırında, aşırı faşizan tınılar taşıyan çok yazı yazmış” biridir… Ağır suçlamadan, Yılmaz Özdil’e kapılarını açan “Sözcü” gazetesi de payına düşeni alıyor… “Yakışır”mış…. Yani, “ırkçılık sınırında, aşırı faşizan yazılar yazan” yazara gel bizde yaz demek, “Sözcü”ye yakışıyormuş… Eleştiri başka, hakaret sınırında yazmak başkadır…

AKP diktasına en ağır, en tutarlı, en cesur eleştirileri yapan seçkin yazarların yer aldığı ve yüz binlerce okuru arasında hiç kuşkusuz çok sayıda Cumhuriyet okurunun da bulunduğu bir gazeteyi tek bir sözcükle harcamak, Cumhuriyet yazarına da,
gazetenin kendisine de yakışmıyor…


Devamını gerekirse başka yazılara bırakıyor, gerek görüyorsa “Tırmık” yazarının yanıtını saygıyla bekliyorum.


Bu köşede iki haftada bir yazdığım için bazen olayları sıcağı sıcağına tartışma olanağı bulamıyorum, çoğu zaman da bir başka yazar benden önce davranıyor. Aydın Engin’in 17 Ağustos tarihli Cumhuriyet’te “Yılmaz Özdil’i Savunmak” başlıklı yazısını değerlendirecektim, ancak aynı gazeteden sevgili Ataol Behramoğlu 23 Ağustos tarihli yazısında Aydın Engin’in yazdıklarını o kadar güzel eleştirmiş ki, bana söyleyecek söz kalmadı. Yıllardan beri ben de Cumhuriyet’i okul olarak kabul edenlerdenim, zaman zaman yazarları arasında görünmekten ayrı bir onur duymuşumdur. Pazar ekinde “Utandırma Servisi” adını verdiğim küçük köşem hâlâ devam ediyor. Her şeyden önce Cumhuriyet yazarlarının ayrı bir olgunluğu vardır, bu olgunlukları her türlü bağnazlığın ve çıkar kavgalarının dışında olmalarından, bir konuyu tartışırken kuşkuyu ve hoşgörüyü elden bırakmamalarından kaynaklanır. Ayrıca Türkçelerine, dili kullanmadaki ustalıklarına da diyecek yoktur. Aydın Engin’in o yazısını bir tümceyle eleştirmek gerekirse, “Cumhuriyet olgunluğunu ve inceliğini” bulamadığımı söyleyebilirim. En çok takıldığım sözü de, Yılmaz Özdil’in yazılarında “aşırı faşizan tınılar” bulduğunu söylediği tümcesi. Bu “tınılar” yüzünden Özdil’i sevmediğini de saklamıyor.

==========================================

Dostlar,

Üstad Ataol Behramoğlu’nun Cumhuriyet’e geri dönen Aydın Engin’in,
Hürriyet’ten Başbakan RTE’nin isteğiyle bilmem kaçıncı kurban olarak uzaklaştırılan YILMAZ ÖZDİL hakkında yazdığı makaleyi eleştiren yazısı
4/4’lük bir yazı..

Tam da Ataol Behramoğlu’na yakışır ağırbaşlı, sorumlu ve her bakımdan ustaca..

Aydın Engin’in ve Cumhuriyet’in kendine gelmesi gerek..
Bu sitede daha önce konuya ilişkin olarak meslektaşımız Prof. Süleyman Çelik’in yazısını da paylaşmıştık. Ona da bakılmasını dileriz :

  • Cumhuriyet Gazetesi nereye ??
    http://ahmetsaltik.net/2014/08/11/cumhuriyet-gazetesi-nereye/ 

Sevgi ve saygı ile.
27.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

ADD Dergisi’ne Sürdürüm (Abone) Çağrısı ve Düşündürdükleri..


ADD Dergisi’ne Sürdürüm (Abone) Çağrısı ve Düşündürdükleri..


Dostlar,

ADD’nin Haziran 2014 seçimli genel kurulunda GYK (Genel Yönetim Kurulu) üyesi seçilen çok değerli Aydınlanma insanı Prof. Dr. Naki Selmanpakoğlu‘ndan aşağıdaki ileti ulaştı.

Biz de paylaşmayı görev biliyoruz. Her ne denli GYK’nun başındaki hanımefendi ile ciddi – önemli düşünsel anlaşmazlıklarımız varsa da (bu gerekçelerle Bilim – Danışma Kurulu Yazmanlığından çekildiysek de); Naki bey uzun yılların dostu bir tıp Profesörü (Genel Cerrahi + Estetik – Plastik Cerrahi) meslektaşımız. GATA’dan emekli Tabip Albay.. Ve tüm yaşamı boyunca Atatürkçü – ilerici kimliği ile doğrultu tutarlığını sürdürmüş, örgüt bilinci ve sorumluluğu taşıyan bir büyüğümüz. Önemli sağlık sorunları da olmasına karşın ADD’de böylesine ağır ve etkin bir görevi üstlendi ve başarıyla sürdürüyor. 2 sayı dergi çıkardı bile. Geçmişin çizgisini daha ileri taşıyacak doğrultuda.

“Naki ağabey” nitelikli emeğini bu dergiye esirgemeden akıtıyor.

İletisinde ise kendisinden çarpıcı bir ironi ile “İşsiz güçsüz Naki” diye söz ediyor!

Sağolsunlar, çağrısı üzerine, geçtiğimiz ay Ankara Melbo’da bizimle de uzun uzun
“ADD Dergisi”ni konuştular. Geçmişte ADD yönetiminde iken kapsamlı deneyimlerimizi, hizmetlerimizi ve önerilerimizi paylaştık. Yayına hazırlanan 3. sayıda (belki de basıldı – basılacak) bizden de bir yazı istedi ve takdim ettik..

Lütfen ADD Dergisine sürdürümcü (abone) olalım..
Sürdürümcü bulalım..12 sayı için yılda 25 TL nedir ki??
Üstelik ekler de olacak. Cumhuriyet Gazetesi günlük 1,5 TL, AYDINLIK 1 TL.
1-2 gazete bedeline aylık dergi.
Düşünsel tartışmalara da katılalım, ADD Dergisine yazalım…

Karşıdevrimciler kendilerini “Yeni” (!?) olmakla tanımlıyor,
doğallıkla biz ATATÜRK DEVRİMCİLERİNE “eski” (!?) nitemi iliştiriyorlar.
Bu davranış son derece düzeysiz bir retoriktir (takiyye – söz cambazlığı).

  • Türkiye’de, Mustafa Kemal Paşa’nın Batı’dan yüzlerce yıl sonra gerçekleştirdiği Anadolu Rönesansı’na Karşıdevrimcilik,
    apaçık gericiliktir.

Ünlü İngiliz tarihçi Arnold Toynbee‘nin yazdıkları tüm Dünyaya öğretidir :

  • “Batı dünyasındaki Rönesans, Reformasyon, bilim ve düşünce devrimi, Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi’ni, ATATÜRK, bir insan ömrüne sığdırmıştır.”

Dolayısıyla, misyoner bir İngiliz tarihçinin bile nesnelliğinden fersah fersah uzak Türkiye karşıdevrimcilerinin 2 seçeneği var : Ya kavrayamama sorunu ya da yadsımacılık..

28 Ağostos 2014’te RTE 12. CB / Yarı başkan olarak görevi üstlenince,
bu gericilerin gazetelerinde yazdıklarına göre, “YENİ TÜRKİYE” (!?) başlayacaktır.. “Eski Türkiye” ye (!?) ilişkin ne varsa “Çankaya Köşkü’nde” bırakılacak ve “Yeni Türkiye” (!?) 12. CB / Yarı Başkan RTE ile AOÇ’de (Atatürk Orman Çiftliği) Mahkeme kararları çiğnenerek yasalara – anayasaya aykırı biçimde korkunç harcamalarla, olağanüstü lüks ve debdebeli – korku ürünü olarak olağan dışı güvenlikli AK-SARAY’dan yönetilerek yoluna devam edecektir.

Göreceğiz..
3/4’ü bile bulmayan bir katılımla, 15,5 milyon yurttaşın bilinçli olarak sandığa gitmediği bir seçimde RTE, toplam oyların %38’i gibi bir oranla Çankaya’ya / AK SARAY’a çıkıyor. Ateşten gömlektir.. Hele kendisinden sonra AKP’de engellenemeyecek tufan, artık ötelenemeyecek ağır ekonomik bunalım, kendi yarattıkları Davutoğlu made” boğucu dış politika sorunları ve 10 ay sonraki genel seçimlerde AKP’nin dağılışı..
Daha önce bölünmezse ve baskın genel seçim yapılmazsa..

RTE için sonun başlangıcı hızlanmıştır yeni bir kulvarda..
Orada sönümlendirilecektir..

*****

ADD Dergisi’ne SÜRDÜRÜM – ABONE çağrısı aşağıda..

Lütfen gerekli duyarlığı gösterelim dostlar..

Teşekkürler Naki ağabey..

Sevgi ve saygıyla.
24.8.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=================================================

24 Ağustos 2014
Konu :  DERGİYE ABONELİK
Kimden : nakiselmanpakoglu@gmail.com

Yazıp yazmamakta biraz -epey değil- düşündüm.
“Ulan bu arkadaşlar madem beni seviyor o halde bana destek verirler..”
dedim. Destek de emek ürünü 12 dergi için 25 TL.. yılda hem de.

Ek dergi yanı sıra, asıl “Düşün” dergimizi yeni bir formatla çıkartıyoruz.
Söylenmez ama siz yabancı değilsiniz, GYK yayın kurulu başkanı da işsiz güçsüz Naki!
Bu arada dekont ve ekteki bilgileri bana veya GMK Bulvarındaki Genel Merkeze
elden de bırakabilirsiniz.
Benim diyeceğimi Nasuh Mahruki söylemiş:“Vatan sözle değil eylemle sevilir!”
Bu arada formu çoğaltıp 3-5 arkadaşınıza da önerirseniz sevinirim.
Ayrıca dergiye eleştiri ve yazı da bekliyorum.
Sabah sabah biraz hüzünlü olduğum için sizlerle,
gülen yüzleriniz aklıma gelerek moral buldum.
Varın siz çok yaşayın güzel insanlar.
******
Portresi
Güzelin güzeli insan Naki ağabey;
Siz de çok ve sağlıklı – onurlu – üretken yaşayın diliyoruz!
Ahmet Saltık
24.8.14, Tekirdağ

Türler ERTÜRK : ATATÜRK AYDINLANMA DEVRİMLERİ ve MESAFE…


ATATÜRK AYDINLANMA DEVRİMLERİ ve MESAFE…


Türler ERTÜRK :
MESAFE…

MESAFE

 

Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde yapılmış olan AYDINLANMA DEVRİMLERİ bir çağdaşlaşma tasarımıdır (projesidir).

Bu konuda katettiğimiz mesafe kadar çağdaş olmayan dünyadan ileride,
kat edemediğimiz mesafe kadar çağdaş dünyadan gerideyiz..

*****

Teşekkürler değerli Ertürk…

Sevgi ve saygıyla.
25.8.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

 

Dr. Rana Güven’den ileti


Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı

İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdür Yardımcısı Dr. Rana Güven‘den ileti…

Dostlar,

Çok değerli meslektaşımız, İşçi Sağlığı alanında PhD (doktora) derecesi sahibi
Dr. Rana Güven‘den aşağıdaki “üzücü ileti“yi aldık..

Paylaşalım istedik..

***********

2001 yılı Ocak ayından bu yana büyük bir onur ve sevda ile sürdürdüğüm İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdür Yardımcılığı görevimden 22 Ağustos 2014 tarihi itibariyle “başka bir göreve atanmak” üzere alınmış bulunmaktayım.

Genel Müdürlüğümüzün yeniden kuruluşu, ülkemiz  İSG mevzuat ve politikasının şekillendirilmesi ve toplumsal İSG kültürü oluşturulması için geçen yaklaşık
14 yılda; uluslararası ve ulusal düzeyde  işçi, memur ve işveren örgütleri,
meslek örgütleri,  üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları ile birlikte çalışma
ve üretme imkanı buldum.

Mensubu olmaktan gurur duyduğum Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
çatısı altında verilecek yeni görevimde çalışma hayatıma bir süre daha
devam etme kararlılığındayım.

Yöneticilik görevim sırasında kişisel ve kurumsal destek ve işbirliğiniz için değerli yöneticiler ve akademisyenlere, İSG profesyoneli meslektaşlarıma, İSG sevdalısı dostlarıma teşekkür etmek ve durum hakkında sizleri bilgilendirmek isterim.

Sevgi, saygı ve sağlıcakla…
23.8.14

Dr. Rana Güven

****************

Biz de Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) iletişim ortamına şu kısa iletiyi yazdık :

*****

Değerli meslektaşımız Dr. Rana Güven’e çok değerli katkıları için kişisel şükranlarımı sunarım.

Dilerim Bakanlık kendisini daha yetkili (ham hayalime bakar mısınız!?) bir konumda değerlendirir ve / veya sevgili Rana her şeye karşın dirençle daha yıllarca savaşımını sürdürür..

********

Devr-i AKP‘de işler böyle…
İğneden ipliğe parti – yandaş -ve de düne dek Cemaat- kadroları olacak her yerde
ve her noktada..

Bu tutum ülkeyi bölünmeye – felakete sürükler…

Bir kez daha AKP iktidarına ve bay RTE’ye anımsatmak isteriz..

HASUDER iletişim ortamında Bakanlığın bu tutumunu kınayan çoook sayıda ileti var..

Sevgi, saygı ve kaygıyla.
25.8.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

SICAK HAVANIN ZARARLI ETKİLERİNDEN KORUNMAK İÇİN TEMEL ÖNERİLER


Dostlar
,

Sıcak havalar sürüyor..
Bilindiği gibi bir “KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLĞİ” (Global Climate Change) dönemindeyiz ve bu sürecin temel türevlerinden biri olarak KÜRESEL ISINMA
(Global Warming)
süreci yaşıyoruz.

Yüzeysel sularda ciddi bir azalma var. Yağış alımı da kar – yağmur olarak oldukça azalmış durumda.. Son 1 ayda ülkemizin pek çok yerinde gördüğümüz tablo;

– akarsuların debisinin çooook azaldığı,
– birçok dere yatağının tümden kuruduğu ve buraların otopark yapıldığı,
– kuyularla giderek daha derinden çekilebilen yeraltı sularına yönelindiği,
– barajlarda elektrik enerjisi üretiminin düşürüldüğü,
– tarımda vahşi sulama döneminin bittiği, çok su isteyen şeker pancarı
  vb. ürün ekiminin azaltıldığı, 2.ürün ekiminin sınırlandırıldığı….
– Birçok bahçe, ağaç ve meyve ürününün susuzluktan telef olduğu..

Öte yandan Dünyanın kliması denebilecek Kutuplardaki buzullar hızla eriyerek kütle yitirmekte, deniz su düzeyi yükselmekte..

Özetle Dünya, bunca çooook ve gereksiz nüfuun kendisine bunca hoyrat yülenmesine – abanmasına dayanamayarak alarm vermekte..

Bizler de “AŞIRI SICAKLARDAN NASIL KORUNALIM?” bağlamında acı sonuçlarla kısır biçimde ilgilenmek durumunda kalıyoruz.. Aşağıda, HÜTF (Hacettepe Üniv. Tıp Fak.) Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndan değerli meslektaşlarımızın hazırladığı kısa ve yararlı bir bilgilendirme notu var..

23 Ağustos’tayız ve “aşırı sıcaklar” (!?) sürüyor..
Bu bilgilere giderek daha çok gereksinim duyacağız.
Ayrıca KÜRSEL ISINMA hızı, insanoğlunun ve öbür ekolojik varlıkların
uyum sağlayamayacağı bir tempoda sürüyor..

O hayran olunası – şaşılası EVRİM de imdadımıza yetişemeyecek!

Köklü önlemleri bu sitede çooook yazdık.
En başta hızlı – gereksiz- yersiz – anormal – akıl dışı nüfus artışının hızla frenlenmesi ve HER AİLEYE 1 ÇOCUK!

Sonra da yaşamın her alanında en üst düzeyde tasarruflu bir yaşam biçimi..

– Açık renk güneş siperli şapka takmayı, açık renk ve bol giysiler giymeyi,
Hafif tuzlu ayran içmeyi (mutlak tuz yasağı yok ise) ve
IR – UV filtreli güneş gözlüğü kullanılmasını da biz ekleyelim..

Sevgi ve saygıyla.
23.8.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===========================================

SICAK HAVANIN ZARARLI ETKİLERİNDEN KORUNMAK İÇİN TEMEL ÖNERİLER

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI TOPLUM İÇİN BİLGİLENDİRME DİZİSİ-1 / 10.7.2014

Bu doküman Dr. Müsenna Arslanyılmaz, Dr. Can Keskin, Dr. Tahir Metin Pişkin,
Dr. Songül Vaizoğlu ve Dr. Dilek Aslan’ın katkılarıyla hazırlanmıştır.

1. Aşırı sıcak havalarda vücutta neler olur?

İnsanların vücut sıcaklığını düzenleyen sistemlerini aşırı zorlamaları sonucunda
sıcağa bağlı hastalıklar görülebilmektedir. Normal koşullarda insan vücudu, terleme ile sıcaklığını denetim altında tutabilmektedir. Ancak, bu dengenin korunabilmesi için yalnızca terleme mekanizması yeterli olmayabilir. Dış ortamdaki sıcaklık artışlarının uyum sağlanamayacak ölçüde yüksek olması durumunda ya da organizma uyum sağlamakta zorlanıyorsa, hastalıklar ortaya çıkabilir, varolan hastalıklar ağırlaşabilir. Dikkat edilmediğinde vücut sıcaklığı çok yükselebilir ve beyin ve öbür yaşamsal organlara zarar verebilir. Nem oranı yüksek olduğunda terin buharlaşması engellenir.

2. Sıcak havalardan en çok kimler etkilenir?

Aşağıdaki gruplar sıcak havalardan en çok etkilenen kişi ya da gruplardır.

 Aşırı sıcak havadan en çok etkilenen kişiler küçük çocuklar (0-4 yaş), yaşlılar, özürlüler, bakıma gereksinimi olanlar ve gebeler.

 Aşırı kilolu bireyler, açık alanda çalışanlar, kalp ve damar hastalıkları, beyin ve damar hastalıkları, psikolojik hastalıklar, solunum sistemi hastalıkları, böbrek hastalığı, şeker hastalığı olanlar

 Özellikle tansiyon düşürücü, idrar söktürücü, depresyon ve uyku ilaçlarını sürekli olarak kullananlar

 Alkol ve madde bağımlıları,

3. Sıcakların zararlı etkilerinde korunmak için neler yapalım?

 Vücut aşırı sıcaklarda susuz kalabilmektedir, bu nedenle su içmek için susamayı beklememek gerekir. 2-2,5 lt / gün (10-12 su bardağı).

 Sıvı alımı doktor tarafından kısıtlanmışsa sıvı alımının düzenlenmesi için sürekli izleyen doktora başvurulmalıdır.

 Sıvı alımında su içmek esastır. Ancak, tuz kısıtlanmasını gerektiren bir sağlık sorunu yoksa su dışındaki sıvı alımında kahve, çay ve gazlı içecekler yerine süt, ayran ve meyve suyu gibi içecekler tercih edilmelidir.

  Vücut ter yoluyla sürekli sıvı yitirir. Bu nedenle normalden daha çok su içmek önerilir.

 Çalışırken ya da dışarıda bedensel etkinlik yaparken her saat başı 2 – 4 su bardağı su içilmesi önerilir. Günlük alınması gereken sıvı (tuz içeren sıvılar da dahil) miktarı özellikle açık havada görev yapanlarda 5-8 litreye dek çıkabilir.

 Alkol veya yüksek miktarda şeker içeren sıvılardan kaçınmak gerekir.

 Yağlı besinler ve kafeinli içecekler tüketilmemelidir.

 Özellikle sağlık sorunu olanlar, çok sıcak saatlerde dışarıya çıkmamalıdır.  Toplantı, açık hava etkinlikleri gibi faaliyetlerin günün sıcak olmayan saatlerinde yapılması önerilmektedir.

Vücut sıcaklığının denetimi amacıyla sık sık duş alınmalıdır. (AS: aman su tasarrufuna azami dikkat!) Duş yapılamıyorsa ayaklar, eller, yüz ve ense soğuk suyla ıslatılmalı ya da silinmelidir.

****
Kaynaklar :

1 Güler Ç. Çevre Sağlığı Cilt 1 içinde Güler Ç. Sıcaklık, Bölüm 56, s 819-836,
Yazıt Yayıncılık 2012.
2 Levy BS, Wegman DH, Baron SL, Sokas RK. Occup And Environ Health. 6th Ed. içinde Extremes of Temperature, Oxford, 2011, pp 240-57. 3 http://www.cdc.gov/extremeheat/index.html. Erişim:9.7.2014. 10.7.2014

 

Rıfat Serdaroğlu : SENİN KAFANIN İÇİ UCUBE!


SENİN KAFANIN İÇİ UCUBE!

portresi_gulen

Rıfat Serdaroğlu
18.8.14 

Eyy 10 Ağustos’ta Erdoğan’a oy veren, sözüm ona “ÜLKÜCÜLER!”

Eyy 10 Ağustos’ta Erdoğan’a dolaylı oy veren sözüm ona “ULUSALCILAR!”

Eyy 10 Ağustos’ta Erdoğan’a oy veren “BÜYÜK SERMAYE SAHİPLERİ!”

Eyy 10 Ağustos’ta Erdoğan’a oy veren, Orta Anadolu’nun-Karadeniz’in-
Doğu Anadolu’nun sözüm ona “MUHAFAZAKÂR- MİLLİYETÇİ” insanları!

Eyy “Ne güzel konuşuyor-çok da yakışıklı-kampanyanın yıldızı” diyerek
PKK temsilcisi ve Öcalan’ın postası Selahattin Demirtaş’a oy veren zavallı oğlaklar!

Eyy 10 Ağustos’ta aday beğenmeme mazeretinin arkasına saklanıp Anayasal görevini yerine getirmeyen ve sandığa gitmeyen, 14-15 milyon dolayındaki sözüm ona
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları!

Sizler eserinizle öğünebilirsiniz.
Hepiniz bu hareketinizle Tayyip Erdoğan’ı CUMHURBAŞKANI seçtiniz.
Sizlere mübarek olsun!

Şimdi sizlere bir görev düşüyor :

İstisnasız hepiniz, elinize birer tane PKK bayrağı ve Öcalan posteri alıp, Cumhurbaşkanı Erdoğan – Başbakan Erdoğan – Genelkurmay Başkanı Özel ve
tüm T.C. bürokratlarının izni ve oluruyla, Diyarbakır-Lice’de dikilen PKK’lı teröristlerin liderlerinden Mahsum Korkmaz’ın heykeline yüz sürmeye gidin…

Yolda karşınıza çıkacak, “bu vatan için canını veren evlatlarınızın yattığı”
ŞEHİTLİKLERİ de ezin, darmadağın edin yolunuza öyle devam edin!

Bu hareketinizle zaten o mübarek şehitlerin ruhlarını acıttınız.
Hiç olmazsa kabirlerinde bile rahat bırakmadığınız, o şehitleri daha çok aldatmayın!

Sizler rahat edin diye seve-seve ölüme koşan bu gençler sizlere ne kötülük yaptılar ki, onları bir de sizler öldürdünüz!?

Size son bir şey daha söyleyip, o heykelin GERÇEK HEYKELTIRAŞI Erdoğan’a dönelim;

Her Millet müstahak (AS: yaraşır) olduğu kişilerce yönetilir. Böcek olmayı baştan kabullenenlerin, ezildiklerinde yakınma hakları yoktur…”

Eyy Heykeltıraş Erdoğan;

Hatırlar mısın?
Dünyaca ünlü heykeltıraşımız Mehmet Aksoy, Kars Belediyesinin aldığı bir kararla, Kars’a “İnsanlık Anıtı” adı verilen bir heykel dikmişti.

Sen de aynen, Taliban’ın Afganistan’da BUDA heykellerini yıktığı gibi,
“UCUBE” deyip o heykeli yıktırmıştın. Hatırladın değil mi?

Şimdi, sende Türk Milletine karşı bir parça saygı kaldıysa, PKK ve Öcalan’dan korkmuyorsan, Lice’deki bu GERÇEK UCUBEYİ” yıktırırsın…

Yalnızca bu kadarla da bitmez!

Bu ihanet simgesi UCUBE, oraya bir gecede dikilmedi.
Böyle bir hazırlığın yapıldığını aylardır ben biliyorum da, senin gözden Hakan Fidan – Özel Paşan – Valin – Emniyet Müdürün Kaymakamın bilmiyorlar mıydı?

Hepsini derhal görevlerinden alıp, anında mesleklerinden atmalısın.

Senin yolsuzluk-hırsızlık soruşturmalarını “Savcılık emriyle” yapan Polisleri mesleklerinden atmayı biliyor ve beceriyorsun da, Türk Vatanının bağrına saplanmış
bu ihanet anıtını diktirenlere hadlerini bildirmeyi mi beceremiyorsun?

O zaman Cumhurbaşkanı koltuğunda nasıl oturacaksın?

Türk Milletinin birliğini nasıl sağlayacaksın?

Türkiye’de devlet egemenliğini nasıl gerçekleştireceksin?

Eyy Türk Milleti;

Türkiye Cumhuriyetinin bağrına, “İHANET ANITI” dikiliyor, sen ne yapıyorsun?
Bu ihanet seni rahatsız etmiyor mu?

Eyy AKP Milletvekilleri, sizler hangi milletin vekillerisiniz?

Eyy Siyasal Parti Genel Başkanları, sizler ne düşünüyorsunuz?
İki tane demeç  vererek bu işi de geçiştirecek misiniz?

Eyy anlı-şanlı köşe yazarları, havuz medyasının kalemini satan sözüm ona yazarları, vicdanınızı da mı sattınız, vatan sevgisinin kırıntısı da mı kalmadı?

Bu ihanete izin verenler, göz yumanlar, “Ne Mutlu Türküm Diyene!” yazısını kaldırtıp, “İHANET ANITINI” diktirenler, dağa-taşa bebek katili Öcalan’ın adını yazdıranlar, sizlerin hepinizin kafalarınızın içi UCUBE’ ye dönmüş.

Yazıklar olsun…

Not      : Her biri anne-baba-anneanne-babaanne-akademisyen-yazar-öğretmen olan arkadaşlarım “Işıltılı Replikler” isimli bir amatör tiyatro topluluğu kurdular.

“İmkânı olan ile İhtiyacı olanı” birleştirecek bu iyilik köprüsü, 20 Ağustos 2014 akşamı saat 21 de, Alaçatı-Açık Hava Tiyatrosunda “Artiz Mektebi” adlı oyunu,
geliri Ege Çağdaş Eğitim Vakfına devredilmek üzere, sahneye koyacaklar.
Hepinizi bekliyoruz.

-Elin itleri, Türkiye’nin göbeğine “İhanet Anıtı” dikiyorlar,
Alaçatı’nın CHP’li Belediyesi, bu Sosyal Yardım Projesinin afişlerini asmıyor!

Sayın Kılıçdaroğlu, siz bu işe ne dersiniz?”

Eyy 10 Ağustos’ta Erdoğan’a oy veren, sözüm ona “ÜLKÜCÜLER!”

Eyy 10 Ağustos’ta Erdoğan’a dolaylı oy veren sözüm ona “ULUSALCILAR!”

Eyy 10 Ağustos’ta Erdoğan’a oy veren “BÜYÜK SERMAYE SAHİPLERİ!”

Eyy 10 Ağustos’ta Erdoğan’a oy veren, Orta Anadolu’nun-Karadeniz’in-Doğu Anadolu’nun sözüm ona “MUHAFAZAKÂR- MİLLİYETÇİ” insanları!

Eyy “Ne güzel konuşuyor-çok da yakışıklı-kampanyanın yıldızı” diyerek
PKK Temsilcisi ve Öcalan’ın postası Selahattin Demirtaş’a oy veren
zavallı oğlaklar!

Eyy 10 Ağustos’ta aday beğenmeme mazeretinin arkasına saklanıp
Anayasal görevini yerine getirmeyen ve sandığa gitmeyen, 14-15 milyon dolayındaki sözüm ona Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları!

Sizler eserinizle öğünebilirsiniz.
Hepiniz bu hareketinizle Tayyip Erdoğan’ı CUMHURBAŞKANI seçtiniz.
Sizlere mübarek olsun!

Şimdi sizlere bir görev düşüyor;

İstisnasız hepiniz, elinize birer tane PKK bayrağı ve Öcalan posteri alıp, Cumhurbaşkanı Erdoğan- Başbakan Erdoğan-Genelkurmay Başkanı Özel ve tüm T.
C Bürokratlarının izni ve oluruyla, Diyarbakır-Lice’de dikilen PKK’lı teröristlerin liderlerinden Mahsum Korkmaz’ın heykeline yüz sürmeye gidin…

Yolda karşınıza çıkacak, “bu vatan için canını veren evlatlarınızın yattığı” ŞEHİTLİKLERİ de ezin, darmadağın edin yolunuza öyle devam edin!

Bu hareketinizle zaten o mübarek şehitlerin ruhlarını acıttınız.
Hiç olmazsa kabirlerinde bile rahat bırakmadığınız, o şehitleri daha fazla aldatmayın!

Sizler rahat edin diye seve-seve ölüme koşan bu gençler sizlere ne kötülük yaptılar ki, onları bir de sizler öldürdünüz!

Size son bir şey daha söyleyip, o heykelin GERÇEK HEYKELTIRAŞI Erdoğan’a dönelim;

Her Millet müstahak olduğu kişilerce yönetilir.
Böcek olmayı baştan kabullenenlerin, ezildiklerinde yakınmaya
hakları yoktur…”

Eyy Heykeltıraş Erdoğan;

Hatırlar mısın?
Dünyaca ünlü heykeltıraşımız Mehmet Aksoy, Kars Belediyesinin aldığı bir kararla, Kars’a “İnsanlık Anıtı” adı verilen bir heykel dikmişti.

Sende aynen, Taliban’ın Afganistan’da BUDA heykellerini yıktığı gibi, “UCUBE” deyip o heykeli yıktırmıştın.
Hatırladın değil mi?

Şimdi, sende Türk Milletine karşı bir parça saygı kaldıysa, PKK ve Öcalan’dan korkmuyorsan, Lice’de ki bu GERÇEK UCUBEYİ” yıktırırsın…

Sadece bu kadarla da bitmez!

Bu ihanet sembolü UCUBE, oraya bir gecede dikilmedi.
Böyle bir hazırlığın yapıldığını aylardır ben biliyorum da, senin gözden Hakan Fidan- Özel Paşan- Vali’n-Emniyet Müdürün-Kaymakam’ın bilmiyorlar mıydı?

Hepsini derhal görevlerinden alıp, anında mesleklerinden atmalısın.

Senin yolsuzluk-hırsızlık soruşturmalarını “Savcılık emriyle” yapan Polisleri mesleklerinden atmayı biliyor ve beceriyorsun da, Türk Vatanının bağrına saplanmış bu ihanet anıtını diktirenlere hadlerini bildirmeyi mi beceremiyorsun?

O zaman Cumhurbaşkanlığı koltuğunda nasıl oturacaksın?

Türk Milletinin birliğini nasıl sağlayacaksın?

Türkiye’de devlet hâkimiyetini nasıl gerçekleştireceksin?

Eyy Türk Milleti;

Türkiye Cumhuriyetinin bağrına, “İHANET ANITI” dikiliyor, sen ne yapıyorsun?
Bu ihanet seni rahatsız etmiyor mu?

Eyy AKP Milletvekilleri, sizler hangi milletin vekillerisiniz?

Eyy Siyasi Parti Genel Başkanları sizler ne düşünüyorsunuz?
İki tane beyanat vererek bu işi de geçiştirecek misiniz?

Eyy anlı-şanlı köşe yazarları, havuz medyasının kalemini satan sözüm ona yazarları, vicdanınızı da mı sattınız, vatan sevgisinin kırıntısı da mı kalmadı?

Bu ihanete izin verenler, göz yumanlar, “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazısını kaldırtıp, “İHANET ANITINI” diktirenler, dağa-taşa bebek katili Öcalan’ın adını yazdıranlar, sizlerin hepinizin kafalarınızın içi UCUBE’ ye dönmüş.

Yazıklar olsun…

Not    : Her biri anne-baba-anneanne-babaanne-akademisyen-yazar-öğretmen olan arkadaşlarım “Işıltılı Replikler” adlı bir amatör tiyatro topluluğu kurdular.

“Olanağı olan ile gereksinimi olanı” birleştirecek bu iyilik köprüsü, 20 Ağustos 2014 akşamı saat 21:00’de Alaçatı-Açık Hava Tiyatrosunda “Artiz Mektebi” adlı oyunu, geliri Ege Çağdaş Eğitim Vakfına devredilmek üzere, sahneye koyacaklar.
Hepinizi bekliyoruz.

-Elin itleri, Türkiye’nin göbeğine “İhanet Anıtı” dikiyorlar, Alaçatı’nın CHP’li Belediyesi, bu Sosyal Yardım Projesinin afişlerini asmıyor!

Sayın Kılıçdaroğlu, siz bu işe ne dersiniz?”

=========================================

Dostlar,

Sn. Rifat Serdaroğlu’nun gırtlağına dek geldiği anlaşılıyor..
Bize göre biraz sert ve ağır olmuş ama içeriğine özde katılmamak olası mı?

Tunceli’de seçim öncesi halka beyaz eşya dağıtan Vali (Devletin ? Hükümetin=??) Kırklareri’de de benzersiz icraatini sergiliyor.. Kentin ana caddesine Atatürk fotoğrafları asılmasına izin vermiyor’? Belediye başkanı ve kentin milletvekilleri halkla birlikte sokakta oturma eylemi yapıyorlar..

Bu ne cüret ve bu ne utanmazlıktır??

Lice’de ise elinde suç aleti, nice canlara – Mehmetlere kıydığı kaleşnikofu ile bir
PKK önderinin yontusu dikiliyor.. Ve bunlar hükümetin, RTE’nin bilgisi dışında  haaa??

Tam da O’nun (RTE’nin) bilgisi içinde ve desteği ile, koruması ile oluyor bunlar..

Daha CB seçilmesinin ilk günlerinde.. Kürt oylarına teşekkür olmalı..??!
Hele bir de Atatürk’ün koltuğuna otursun, “yarı başkan” olsun;
asıl o zaman göreceğiz Cumhuriyet Türkiye’sine yıkıcı darbeleri..

Şakası bir yana, gidiş hiç ama hiç iyi değil ve bu vahim suç tablosuna ses çıkarmayan başta AKP yetkilileri ve yargının tepesindeki makam ve kişiler,
çok ağır bir tarihsel ve hukuksal sorumluluk altına giriyorlar..

Sayısız kez bu bağlamda AKP’ye uyarılar yazdık bu siteden.
Ancak hiç etkili olMAdığını görüyoruz.
AKP köprüleri atmış kafasındaki hedefe kilitlenmiş gibi..
Bu gidişin sonu hayır değil.
Bu güne dek, 90 yıldır Cumhuriyet’le uğraşan herkes blmedelini ödedi.
Bundan böyle de ödeyecektir, hukuksal hesabını verecektir.
T.C. Büyük Atatürk‘ün buyurduğu ve hedefe bir ok gibi dönüşümsüz attığı üzere sonsuza dek “payidar kalacaktır” (yaşayacaktır)..

Duyduk – duymadık denilmeye…

Sn. Serdaroğlu’nun bu yazısını servis edenlerden Sn. T.C. Oraj Poyraz ise
bir “boykotçu” olduğunu itiraf ederek kapsamlı bir açıklama koymuş iletisine..

Bu içeriği okumak için lütfen tıklar mısınız??

SENIN_KAFANIN_ICI_UCUBE_CB_SECİMİ_BOYKOTCULARINA_ORAJ_POYRAZ’IN_YANITIYLA

Sevgi ve saygıyla.
18.8.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

 

 

 

Güngör Uras : 75 tane ‘helal’ otelimiz var


75 tane ‘helal’ otelimiz var

Güngör Uras
Olayların İçinden / Milliyet – 30 Temmuz 2014
guras@milliyet.com.tr 

Kendilerini İslami otel, tesettür oteli, muhafazakâr tatil, helal turizm adları ile tanıtan tesislerin sayısı 2002’de 5 idi. Şimdilerde 75’e çıktı.

Toplam yatak kapasitesi 40 bine yaklaşan bu tesislerin özel tanıtım ve rezervasyon kanalları var.

‘İslami oteller’ yanında ‘Helal turizm” adıyla hizmet veren tesislerin artması üzerine Türk Standartları Enstitüsü (TSE) ‘helal otel’ koşullarını belirledi.

Helal otel sertifikası almak isteyen otellerin sundukları yemeklerden,
çeşitli etkinlikler ile ilgili birim ve alanlarına dek değişik kurallar getirildi
.

TSE özel standart belirledi

TSE’nin getirdiği standartlar arasında otelin tek havuzu varsa bunun kadın – erkek dönüşümlü kullanılması, masajın hemcins tarafından yapılması koşulu var.

Mescitten tuvalete dek çeşitli birimlerin ayrıntıları TSE standardında yer alıyor.

Standartlardan kimileri şöyle:

–  Umumi erkek ve kadın tuvaletlerinde hem alafranga, hem alaturka tuvalet bulunmalı.

–  Pisuvarlarda mahremiyet için önlem alınmalı.

–  Oteldeki tüm tuvaletlerde suyla taharet olanağı sağlayacak donanım bulunmalı.

–  Kuaför, SPA, masaj hizmeti hemcinsler tarafından sunulmalı,
İslami değerlere uygun olmalı.

–  Ödemeli TV yayınlarında İslam’a aykırı yayın olmamalı,
internette aile filtresi uygulanmalı.

–  Otel çalışanlarına helal uygulamalarla ilgili bilgilendirme yapılmalı,
kıyafet, hâl ve hareketler İslam ahlakına aykırı olmamalı.

–  Açık veya kapalı yüzme havuzlarının tek olması durumunda,
erkek – kadın dönüşümlü olarak kullanabilmeye dönük önlemler alınmalı.

–  Mescitlerin, etraftan gelebilecek gürültü ve müzik sesini geçirmeyecek biçimde
izole
(AS: yalıtımlı) olması sağlanmalı.

–  Cuma namazı otel mescidinde kılınmıyorsa, yakındaki camilere ulaşım için
yeterli servis olanağı sağlanmalı.

Yıldız yerine hilalleri var

Fehmi Köfteoğlu yönetimindeki Ekin Grubu Araştırma Biriminin yaptığı araştırmaya göre ‘İslami’, ‘Tesettür’, ‘Muhafazakâr’, ‘Alternatif’ adıyla hizmet veren ve önceleri yalnızca Antalya, Alanya, Aydın, Çeşme bölgelerinde etkinlik gösteren kuruluşlar artık, İstanbul, Balıkesir, Yalova, Düzce, Sakarya, Kocaeli gibi illerde de hizmet veriyor.

Çeşme’de 7, Bodrum’da 4 ‘Helal otel’ var.

Yalova ve Alanya ise 9’ar tesisle ilk sırada geliyor.

Bu otellerin tür ve sınıflara göre dağılımında 4 veya 5 yıldızlı olanlar çoğunlukta,
3 yıldızlı tesis sayısı ise az.

Ancak, son dönemde bu otellerde Bakanlığın resmi sınıflandırması dışında
yıldızın yerini hilal almaya başladı.

Bu otellerin pazarlaması sırasında otel kaç yıldızlıysa yanına o kadar sayıda
hilal konularak sınıfı belirleniyor.

Bu oteller Bakanlığın verdiği işletme belgesi yanında ‘Helal turizm’ sertifikası da alıyor.

Müşteriler çoğunlukla yerli

Otellerin müşterilerinin büyük çoğunluğu Türkler.

Son dönemde Almanya, Belçika, Danimarka, Fransa ve öbür Avrupa ülkelerinden de
bu otellere müşteri gelmeye başladı.

Ama Arap ve öbür Müslüman ülkelerden bu otellere gelenler çok az.

‘İslami’, ‘Tesettür’, ‘Muhafazakâr’, ‘Alternatif’ oteller benzer standarttaki
klasik otellerden daha pahalı fiyat politikası uyguluyor.

===================================================

Dostlar,

Aklını fikrini “din ve onun ticareti” ile bozmuş olanlara ve de yardakçılarına
bir “helal osun” da bizden (!)…

Tanrı bu insanlara hidayet versin de;
İslamı ticarete alet emekten
ve şekilcilikten kurtulup

dini özüyle anlasınlar diliyoruz..

İlahiyatçı Prof. Yaşar Nuri Öztürk‘ün konuya ilişkin bir makalesini paylaşmadan edemiyoruz.. Lütfen tıklar mısınız??

Kuran’a_gore_helal_gida
(Veya : http://www.yurtgazetesi.com.tr/kurana-gore-helal-gida-makale,1687.html, 14.8.14)

Sevgi ve ,saygıyla.
15.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

Temmuz ayında 123 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi !


Dostlar,

Türkiye’de adına iş kazaları denmesi sürdürülen (?!) “İŞÇİ CİNAYETLERİ” nedeniyle ölümler hız kesmeden sürüyor..

Haziran’da 141 olan kurban sayısı Temmuz 2014’te 123 olarak kayıtlara girdi.
Bunlar kayıtlara girenler..
Kayıt dışı çalıştırılan emekçinin “iş kazasından” söz edilebilir mi?

Dün, Zonguldak’ta kaçak kömür madeninde göçük yaşandı ve 9 emekçi enkaz altında kaldı. Saatlerce saklanan göçük, enkazda kalan işçi yakınlarından birinin olayı öğrenmesi ve polisi araması ile gündeme girebildi.

Çalışma Bakanlığı açıklama yaparak, aylar önce bu ocağın mühürlendiğini bildirdi.
Ama bu ocak çalışmayı sürdürüyordu. Sorularımız yalın ve özlü :

1. Çalışma Bakanlığı kaçak ocakları mühürler bırakır mı? Sonra izlemez mi?

2. Uçan kuştan haberli olan güvenlik güçlerimiz, T.C. sınırları içinde Zonguldak taşkömürü havzası adlı avuç içi kadar ve bildik – sabıkalı coğrafyada kaçak çalışan ocaktan habersiz nasıl olabilir? Göz yumuldu ise kimler ve ne karşılığında??

3. Zonguldak Çalışma İl Müdürlüğü, Emniyet Müdürlüğü ve Valiliği yıllık çalışma planlarında ve yıl sonu etkinlik raporlarında kaçak madenler ve öbür iş yerlerinin denetimi ve engellenmesi kapsamında hangi içerikler yer almaktadır?
Ya da bu bağlamda hiç içerik yok mudur = sorun görmezden mi gelinmektedir?

4. İşveren TV’lerde, göçen kömür ocağında bir sorun olmadığını, işçilerin sigortalı olduklarını ve primlerinin yatırıldığını söyledi. Çalışma izni olmayan, mühürlenmiş,
kaçak bir iş yerinde çalışanlar nasıl kayıt içi, sigortalı olur ve primleri yatırılabilir?
Apaçık yalan söyleyen ve yasaları, insan yaşamını hiçe sayan bu işveren hakkında
ne gibi yasal işlem yapılacaktır? Bu işveren bu bağlamda sabıkalı mıdır?

5. Devlet gerçekten işçi cinayetlerini önlemeye kararlı mıdır;
yoksa sermayenin baskı ve güdümünden sıyrılamamakta ve
“ne şiş yansın ne de kebap” politikası mı gütmektedir??

Devlet kimin devletidir; sermayenin mi, halkın mı??

  • Veee, Türkiye yıllardır ölümlü iş kazalarında (=işçi cinayetleri!) Avrupa 1. liğini, Dünya 3. lüğünü bırak(a)mamaktadır. Bu utanç ve acı kimindir, kimlerindir??

Türkiye işvereni, Adam Smith’ten kalma 3 yüzyıllık “maksimum kâr” ilkelliğinden
ne zaman ve nasıl kurtulacaktır??

Yaşamın pek çok alanında “optimizasyon” süreçleri geçerli iken;
kapitalist = semayedar ” maksimum kâr” dan “optimum kâr” a ne zaman ve
nasıl geçmeyi planlamaktadır?

Yabanıl (vahşi) kapitalizm inat ve ısrarla bu ilkelliğini ve insanlıkdışılığını
sürdürecek midir; bir parça olsun evrimleşerek insancıllaşma çabası gösterecek midir?
Sermaye, ilkelliğinde – çağdışılığında inat ve ısrar edecekse yaşamda barış
nasıl sağlanacaktır?

İş ve ekmek yoksa barış nicedir?

Küresel sermayeye tarihsel çağrımız ve uyarımızdır                             :

“Kâr maksimizasyonu” John Locke’tan, Adam Smith’ten kalma nostaljik bir galattır.
Artık “Sürdürülebilir” değildir; İngilizce de söyleyelim iyice anlaşılsın;
“un-sustainable” dır..

Reformcu (!) Sermaye bir reform da bu bağlamda yapsın ve üretim süreçlerinin çıktılarını emekçi ile paylaşımda vahşi ve ilkel “maksimum kâr” dan vazgeçerek; emekçilere de insanca yaşayabilecekleri bir ücret ve iş sağlığı – güvenliği ortamı sağlamayı esas bilsin..

Gene çoook çok kâr eder ama hiç olmazsa düzen bir süre daha “sürdürülebilir” kalır..

Ne buyurursunuz sermaye baronları?

Sevgi ve saygı ile.
13 Ağustos 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================================

Temmuz ayında 123 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi !

Temmuz ayında Türkiye’de yaşanan işçi cinayetleri sonucu 123 işçi yaşamını yitirdi. En çok ölüm tarım ve orman iş kolunda yaşandı.
Sol – 11 Ağustos 2014

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin yayınladığı rapora göre,
Türkiye’de Temmuz ayında en az 123 işçi, iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi.

Meclisin yayınladığı verilere göre, Temmuz ayında iş cinayetleri en çok tarım, inşaat, metal, belediye / genel işler ve gıda iş kollarında yaşandı.

Raporda yaşanan ölümlerin iş kollarına göre sayıları şöyle sıralandı:

– Tarım, orman iş kolunda 42 işçi;
– İnşaat, yol iş kolunda 24 işçi;
– Metal iş kolunda 9 işçi;
– Gıda, şeker iş kolunda 7 işçi;
– Belediye, genel işler iş kolunda 7 işçi;
– Madencilik iş kolunda 6 işçi;
– Ticaret, büro, eğitim, sinema iş kolunda 6 işçi;
– Taşımacılık iş kolunda 5 işçi;
– Enerji iş kolunda 4 işçi;
– Çimento, toprak, cam iş kolunda 3 işçi;
– Konaklama, eğlence iş kolunda 3 işçi;
– Ağaç, kağıt iş kolunda 2 işçi;
– Sağlık, sosyal hizmetler iş kolunda 2 işçi;
– Petro-Kimya, lastik iş kolunda 1 işçi;
– Gemi, tersane, liman iş kolunda 1 işçi
– Savunma, güvenlik iş kolunda 1 işçi

Raporda işçilerin ölüm nedenleri ise şöyle sıralandı:

– Trafik, servis kazası nedeniyle 33 işçi;
– Ezilme, göçük nedeniyle 26 işçi;
– Diğer nedenlerden dolayı (kalp krizi, intihar, yıldırım düşmesi, saldırı vb.) 19 işçi;
– Düşme nedeniyle 13 işçi;
– Elektrik çarpması nedeniyle 11 işçi;
– Patlama, yanma nedeniyle 10 işçi;
– Zehirlenme, boğulma nedeniyle 7 işçi
– Nesne düşmesi, çarpması nedeniyle 4 işçi

Gazete Vatan Emek
Twitter@GazeteVatanEmek
Facebook: https://www.facebook.com/Gazetevatanemek
AYDINLIK BİR GELECEK, çocuklarımıza bırakacağımız en değerli miras…
http://www.gazetevatanemek.com