Etiket arşivi: ahmet saltık

39 km Yüksekten Atlama Rekoru !

Dostlar,

Önceki gün ABD’de gerçekleştirilen 39 km yüksekten atlama deneyi oldukça önemli..

Tıp açısından değerli bilgiler sağlayacak bilim dünyasına.

Felix Baumgartner 43 yaşında bir eski pilot.

“Korkusuz Felix” olarak nitelendiriliyor yabancı yayınlarda.

Baumgartner çok ciddi riskler aldı..

Örn. özel giysisinde minik bir iğne deliği çapında zedelenme anında ölüm demekti.

Serbest düşme sırasında ses hızını 1,24 kat aştığında (1,24 mak) bilinç yitimi yaşayabilirdi. Dolayısıyla zamanı gelince paraşütünü açamayabilirdi.
Yeryüzüne yaklaştığında serbest düşme hızı 50 m/sn’ye dek inmişti ancak paraşütü açılmadan yere çarpması durumunda bedeni darmadağın olabilirdi.

Deney boyunca oksijen tüpünde bir sorun doğması da Felix’in boğularak ölmesi demekti..

……

Neyse.. tehlikeli ve kritik deney büyük başarıyla sonlandı.

İnsan bedeninin basınç ve hız karşısında direnç davranışı test edildi.

Ancak, uzayda ışık hızı ile yolculuk için daha çok fırın ekmek yememiz gerek.

Felix ses hızının (340 m/sn) 1,24 katına ulaştı ama ışık hızı (300 bin km/sn) havada ses hızının neredeyse milyon katı..

İnsan, Büyük ATATÜRK‘ün bilim hakkındaki değerlendirmelerini ve eylemlerini anımsamadan geçemiyor :

– İnsanlıkta dine ilişkin duygular, bilimin ve tekniğin ışıklarıyla dupduru olup yücelmelidir.
“Manevi Mirasım Akıl ve Bilimdir!”

    ” Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır… zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur…

    Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.”

(1933, Cumhuriyet Bayramı Açılış Konuşmasından)

******

24 mil yüksekten atlama deneyini fotoğraflarıyla, 8 sayfa olarak, formatını korumak üzere pdf olarak sunuyoruz (metin İngilizce..)

Görnek için lütfen tıklar mısınız ??

39_km’den_atlama_Faster_than_the_speed_of_sound

Sevgi ve saygı ile.
16.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Dünya Gıda Günü, 16 Ekim.. : AÇLIK NEDENLERİ..


Dostlar,

BM (Birleşmiş Milletler) FAO (Gıda ve Tarım Örgütü – Food and Agriculture Organisation) her yıl 16 Ekim’i “Dünya Gıda – Beslenme Günü” olarak işliyor.
Bu gerekçeyle size kimi fotoğraflar, çizimler sunmak, birkaç soru sormak istedik.

3 kritik soru :

    1. Neden her 7 insandan 1’i aç?

    2. Neden her 5 ölümden 1’inin nedeni açlık?

    3. Neden açlık azalmayıp artıyor??

Küresel kapitalizm bu şeytan üçgeninin neresinde ?

Sevgi ve saygı ile.

16.10.12

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

====================================================================

Dünya Beslenme-Gıda Günü..
FAO : 16 Ekim 2012

Dünya Açlık Haritası, FAO (BM Gıda ve Tarım Örgütü)

Açlığın ana nedenleri..
(Başbakan neden nüfus artışını teşvik ediyor??)

Halk Sağlığının 4 Temel Belirteci
(Türk halkı sağlıklı sayılabilir mi bu bağlamda??)

Irak’ın işgali için 4 x 4’lük nedenler..
(Emperyalizm Irak pastasını yiyor.. Türkiye’ye ne düştü bölünme riski dışında?)

KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizm dünyada açlığı artırıyor..

Neden dünyadaki her 7 insandan 1’i aç??

Kurban bayramı geliyor.. Aşağıdaki verilere göre gene de 3 milyon dolayında kurban kesecek miyiz? Eldekileri de tüketirsek nereye varırız?

Ya da gırtlağımıza dek borçlu iken ithal hayvandan kurban olur mu?

Kurban yalnızca hayvan kesmek anlamında mıdır, yoksa Tanrı’yı hoşnut edecek özverili bir davranışta bulunmak mıdır??

Ne yapmalı ??

Sevgi ve saygı ile.

16.10.12

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

ATATÜRK’e Göre Yasa Koymak…


Dostlar,

Mustafa Kemal Paşa salt bir asker ve pragmatik bir uygulama adamı değil.

Yer yer derinlemesine bir düşünür de..

Yaşamın hemen her alanına ilişkin son derece yerinde değerlendirmeleri var..

Yasama işlemi ve bu önemli sürecin yüklenicilerie ilişkin, bu kişilerin sahip olması gereken niteliklere ilişkin irdelemesi bir hukuk felsefesi kitabında rahatlıkla yer alabilecek klasik bilgi niteliğinde.

Aslında bu sözleri yazıp altına da örn. bir yabancının adını koysak, hemen peşin kabulle onaylamaya ne denli yatkınızdır değil mi?

Atatürk söylediğinde neden birileri dudak büker, anlamak zordu.

Koşullanmalar ve her türlü bağnazlık (fanatizm) özgür aklın bağlarıdır.

Şimdi, koşullanmadan bakalım Mustafa Kemal Paşa bu bağlamda ne söylemiş ??

ATATÜRK’e Göre Yasa Koymak…

Günümüz Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın

    “Bundan böyle hastalar müşteri olarak kabul edilecek ..”

veciz sözünün (!) (26.07.03, Milliyet) Cumhuriyetimizin kurucusu Yüce ATATÜRK ile ne denli ters düştüğünü not etmek gerekir.

IMF-DB güdümünde ulusalcı olmayan sağlık politikalarını ulusa dayatmak için TBMM’de yürütülen yasama işlemi ne denli soylu, etik acaba ??

Büyük Atatürk‘ün Cumhuriyetimiz daha 2 yaşını doldurmadan, 1925’te Ankara’da bir “Hukuk Mektebi” (günümüz Hukuk Fakültesi) açısşı da düşünceden eyleme somut adım değil mi?

Üstelik Mustafa Kemal Paşa, bu Mektebin açılışında yaptığı konuşmada, o ana dek hiçbir etkinlikte o denli heyecen ve mutluluk duymadığını vurgulamıştı :

    * “Cumhuriyetin yaptırımı olacak bu büyük kurumun açılışında duyduğum mutluluğu hiçbir girişimde duymadım ve bunu açığa vurmakla ve belirtmekle hoşnutum.”

Son olarak, Büyük Fransız Devriminin düşünsel emekçilerinden Diderot‘dan 2 alıntı yapmak istiyoruz.. Dikkat buyurulsun, tarih 1774’tür.. Fransız Devrimi’nden 15 yıl, günümüzden ise tam 238 yıl öncedir!

Eski Cumhurbaşkanlarından Turgut Özal’ın,

    “Anayasayı 1 kez delmekle birşey olmaz.”

sözü dehşet vericidir!

Benzer biçimde Başbakan R.T. Erdoğan’ın “TÜBİTAK Başkanını ‘1 kezlik’ kendisinin atamak isteyişi” de aynı biçimde çok ağır hukuk çiğnemidir (ihlal).

Diderot’nun 238 yıl önce bile günümüz tepe yöneticilerinden öte bir hukuk anlayışına, saygısına sahip olduğu görülüyor..

Şanlı 1789 Fransız Devrimi’ni bu 1. sınıf kadro hazırlamadı mı?

Sonuç :

Hukuk sistemi yaz boz tahtası olmadığı gibi, birilerinin oyuncağı ve kişisel hesaplarının basit aracı hiç değildir!

Anayasa’nın 67. maddesinde yapılmak istenen değişiklikle yerel seçimleri yalnızca 5 ay öne çekebilme amaçlı “istisna” hükmü koyma girişimi hukuk düzenine karşı büyük bir saygı kusurudur. Hukukun kalıcı, istikrar sağlayıcı normatif dokusuna güveni sarsacak son derece ciddiyetsiz bir girişimdir.

    Anayasa md. 67/son : (Ek: 3/10/2001-4709/24 md.) Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz.

Denis Diderot’nun 238 yıl önce yazıp DÜŞÜNCELER adlı yapıtında yazdıklarının bile çok çok gerisindedir.

En açık terimiyle çağdışıdır..

Hadi AKP’yi anladık, tek adamın güdümünde sosyal psikolojik bağlamda “sürü psikolojisi” egemendir..

Ya MHP??

Geleneksel işlevi mi acaba??

Yazınımızdaki (Edebiyatımızdaki) ünlü deyimi ile “mutada inkiyad” ile mi gene ??

Yazık, çok yazık ülkeye..

Son sözü Atatürk’ün yakın dostu, ünlü ÇANKAYA kitabı yazarı Falih Rıfkı Atay’a bırakalım.. Tam da durumumuzu betimliyor..

Sevgi ve saygı ile.
15.10.12

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Prof. Dr. Hilmioğlu’nun oğlu yaşamını yitirdi..

Dostlar,

Çok değerli meslektaşım ve dostum Sayın Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu‘nun oğlu Emir’in trafik kazasında yaşamdan ayrılması bana tarifsiz bir acı verdi..

16.10.12 günü cenaze törenine (Ankara’da Kocatepe camisinde) katılacak ve kardeşim Fatih’i özlemle kucaklayacağım, ölçüsüz acısını paylaşmaya çabalayacağım…

Yurtseverlerin, yiğit Atatürkçü, 3,5 yıldır Silivri tutsağı Sayın Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun bu acı gününde mutlaka yanında olması gerek..

16 Nisan 2012, Salı, öğlen namazı zamanı, Ankara Kocatepe camisi avlusu..

Genel geçer sözler söylemek istemiyorum ama başkasına da dilim dönmüyor..
Sözün tükendiği yerdeyiz..

Bu arada :

Fatih hocanın karaciğer bozukluğu oldukça ileri aşamada.

Cezaevi koşulları hastalığının iyileşmesine engel olduğu gibi, geçelim yaşam kalitesini,
hızlı ilerleyerek yaşamının kısalmasına neden olmakta.

Bu bakımdan, Fatih hocanın tutukluluğunun devamı kararı, O’nu hızla ölüme taşımaktadır;
açıkçası dolaylı ya da doğrudan zamana yayılmış ölüm kararı infazıdır.

Pozitif hukukumuzda tutuksuz yargılamaya elveren yeterince düzenleme (norm) vardır.
Fatih hoca bırakın kaçmayı, zorla kaçırmak isteseniz kaçacak insan değildir.

Kanıtları etkileme -karartmaya gelince :

1. 3,5 yıl önce yeterli kanıt olmadan mı tutuklandı Fatih hoca ??
2. 3.5 yıldır kanıt toplama işlemi daha tamamlanamadı mı?
3. Fatih hoca denetimli serbestlik altında, diyelim her gün semt karakoluna imza vermeye giderek, iletişim kanalları izlenerek vs. kendi aleyhinde nasıl ve hangi kanıtları etkileyip değiştirebilir ki?

Dolayısıyla, burada tutukluluğun devamı kararında nesnellik ve adalet, yasanın muradına uygunluk söz konusu değildir.

Ceza Muhakemeleri Yasası md. 16/2 :

    Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı CMK (Ceza Muhakemeleeri Kanunu) yasası md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle uygulanacak süreç şöyledir: “… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa, cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”

Sevgi ve saygı ile.
15.10.12

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=========================================================================

Prof. Dr. Hilmioğlu’nun oğlu yaşamını yitirdi..

Silivri Cezaevi’ne bir evlat acısı daha düştü.

3,5 yıldır Silivri’de tutsak olan eski İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu‘nun oğlu Emir Hilmioğlu geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitirdi.

Silivri Cezaevi’ne bir acı haber daha ulaştı.

Ergenekon davasında 3,5 yıldır tutuklu yargılanan Eski Malatya İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu da evlat acısıyla Silivri Cezaevi’nde tanıştı.

Emir Hilmioğlu dün gece geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitirdi.

Arkadaşlarıyla Ankara’ya giden Hilmioğlu, Çubuk İlçesi’nde aynı yönde seyreden halk otobüsü ile çarpıştı.

Emir Hilmoğlu kaza yerinde yaşamını yitirdi. Otomobilde bulunan Pınar Ertaç ve Burhan Bahadır da yaralandı.

Yaralılar ambulansla Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı.

Karaciğer kanseri olan ve Ergenekon Davası’nda 3.5 yıldır tutuklu bulunan Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’na acı haberi kardeşi ve avukatı olan Hayati Hilmioğlu verdi.

Hilmioğlu, yarın sabah kara yoluyla Ankara’ya gidecek. Emir Hilmioğlu,
16 Ekim Salı günü Ankara Kocatepe Camisinde kılınacak öğle namazının ardından defnedilecek.

Yaklaşık bir ay önce de Ergenekon tutuklularından Emekli Yarbay Mustafa Dönmez,
oğlunun ölüm haberini duruşma salonunda öğrenmişti.

ulusalkanal.com.tr, 14.10.12

Mustafa Kemal Atatürk.. A Brief Presentation in English..

Dostlar,

Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük kurtarıcımız Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK hakında kısa bir İngilizce tanıtım yazısını sitemize koymamızı hoş göreceğinizi hatta yararlı bulacağınızı umarız..

Herkes okusun ve o büyük insanı ve eylemini yakından tanısın..
Daha çok insan okusun.. Öğretisi KEMALİZM tüm insanlığa ışık olsun..

Sevgi ve saygı ile.
14.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================================

Mustafa Kemal Atatürk
Dates: 1881-1938

A seasoned veteran of the Balkan Wars, Kemal fought a tenacious defensive campaign at Gallipoli in 1915 which forced the Allied invasion force to withdraw. He would later become the ‘Father of modern Turkey’


Mustafa Kemal Atatürk, c1923

    “I don’t order you to fight, I order you to die. In the time it takes us to die, other troops and commanders can come and take our places.”

Mustafa Kemal at Gallipoli, April 1915

Mustafa Kemal was born in Salonika in 1881 and began his military career as an Ottoman Army cadet, studying at the Harbiye military college in Istanbul from 1899 until 1905. His initial service was with a cavalry regiment in Syria. During this period he joined the reformist Motherland and Liberty secret society in opposition to Sultan Abd al Hamid II. Although he believed in the separation of the military from politics, Kemal was a member of the Committee of Union and Progress and played a role in the ‘Young Turk’ Revolution that ended the sultan’s absolutist rule and restored parliament.

Kemal served with distinction in Tripolitania (Libya) during the Italo-Turkish War (1911-12), repelling the Italians at Tobruk and successfully defending Derna despite being wounded in an air raid. During the Balkan Wars (1912-13), he took part in the Turkish amphibious landing in Thrace and the capture of Erdine from the Bulgarians. In 1913 he was made Ottoman military attaché to all Balkan states and promoted to colonel.

Despite opposing Ottoman involvement in the First World War, once it had started he threw himself wholeheartedly into the conflict. During the Dardanelles campaign Kemal commanded the 19th Division before being made chief of staff of the 5th Army. He displayed great leadership and tactical acumen, reacting immediately to the Allied landing at Anzac Cove in April 1915. He launched successful counter-attacks against the Australians and New Zealanders as they attempted to take the high ground surrounding the landing areas. By nightfall on 25 April they had suffered over 2,000 casualties and remained stuck on the beaches.

In the weeks that followed he led his men at many of the campaign’s fiercest engagements, including the Battle of Sari Bair (6-21 August), the Battle of Chunuk Bair at Anzac (7-19 August) and the offensive from Sulva at Scimtar Hill (21 August). Following these battles he was granted the title of ‘Pasha’. Personally brave, Kemal expected the same from his men, declaring: ‘I don’t order you to fight, I order you to die. In the time it takes us to die, other troops and commanders can come and take our places.’

Following these triumphs, Kemal was sent to command XVI Corps on the eastern Anatolian front. In August 1916 he launched a successful counter-offensive against the Russians, capturing Bitlis and Mus. When the Russian Army of the Caucasus collapsed during the Revolution of 1917, Kemal was transferred to Palestine. He was given command of the 7th Army, but following the loss of Baghdad, he became increasingly fearful that the war was lost.

He also expressed anger at a government that was unable to supply his men with adequate weapons and supplies, and resented the transfer of supreme command from Turkish generals to the German Erich von Falkenhayn and Otto Liman von Sanders. After resigning his command in protest he accompanied the Crown Prince to Germany, visiting the Western Front and concluding that the Central Powers were defeated. Restored to his command by the new sultan, Mehed VI, he ended the war in Aleppo after his army was forced to retreat following the Battle of Megiddo.
With the Ottoman capital occupied by the Allies, most of the Balkans gone and Turkey bereft of its Arab provinces, Kemal felt a personal duty to fight for the integrity of the remaining Turkish heartland of Anatolia. Posted in 1919 as inspector general of the army in northern Anatolia, he quickly started to act independently, resigning from the Ottoman Army and helping to arouse nationalist feeling in the aftermath of the Greek landing at Smyrna. The First Great National Assembly at Ankara, now a rival power bloc to the Ottoman government in Istanbul, gathered in spring 1920 with Kemal as speaker. It later elected him president.

In 1921 the Greeks advanced from Smyrna, but were held before Ankara at the Battle of Sakarya in August-September. Following this success, Kemal was made commander-in-chief with the rank of marshal. He went on the offensive the following year, capturing Smyrna in September and forcing the Greeks to evacuate Anatolia.

A skilled statesmen as well as a great soldier, at the subsequent Treaty of Lausanne (1923) Kemal was given a Turkey in Anatolia free of foreign troops and full control of the straits. Anger at the weakness and defeatism of the sultan in Istanbul led him to work for the abolition of the sultanate in 1922, the proclamation of a republic in 1923, and the abolition of the caliphate in 1924. As ‘Atatürk’ (Father of the Turkish Nation), Kemal steered Turkey through a period of turmoil, but it emerged as a modern secular state, with a neutral foreign policy, planned economy, westernised education system and a strong army.
Hard in battle, Kemal was nevertheless gracious to his enemies, later writing of the Allied soldiers killed at Gallipoli: ‘Those heroes that shed their blood and lost their lives… You are now lying in the soil of a friendly country. Therefore rest in peace. There is no difference between the Johnnies and the Mehmets to us where they lie side by side now here in this country of ours… you, the mothers, who sent their sons from faraway countries wipe away your tears; your sons are now lying in our bosom and are in peace. After having lost their lives on this land. They have become our sons as well.’

The state funeral of Mustafa Kemal Atatürk, November 1938

http://www.nam.ac.uk/exhibitions/online-exhibitions/enemy-commanders-britains-greatest-foes/mustafa-kemal-ataturk, 14.10.12

Bedri Baykam : Silivri Zindanı, İnsanlık Adına Tarihe Gömülecek!

Dostlar,

Çok değerli meslektaşım ve dostum Sayın Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu‘nun oğlu Emir’in trafik kazasında yaşamdan ayrılması bana tarifsiz bir acı verdi..

16.10.12 günü cenaze törenine (Ankara’da olacak sanıyorum) katılacak ve kardeşim Fatih’i özlemle kucaklayacağım..

Değerli ressam, yazar Bedri Baykam‘ın 18 Eylül 2012 tarihli Cumhuriyet’te çıkan (Yakamoz köşesi) yazısını koymak istedim bu duygulanımla.

Sevgi ve saygı ile.
14.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Silivri Zindanı, İnsanlık Adına Tarihe Gömülecek!

Bedri Baykam

Hafta sonum, Silivri zindanına atılmış aydınların durumuna tepki vermekle geçti. Cuma günü, CHP vekilleri ve aydınlarla beraber Çağlayan’a gittik ve tutsak gazetecilerin fotoğrafları önünde Ayşenur Arslan’ın yaptığı konuşmadan sonra kalemlerimizi bıraktık. Bunun ardından Odatv davasını izledik.

Soner Yalçın 14 kilo vermiş, ama kararlı ve umut doluydu.

Hasretle sarıldık. Ertesi gün, CKM’de “Tuncay Özkan’ın 5. Tutsaklık Yılı” ile ilgili düzenlenen toplantıda konuşmalar yaptık, ardından Özkan’ın kitaplarını imzaladık. Günün hediyesi, bir gün önce davalarını izlediğimiz Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun serbest kalarak etkinliğe katılmalarıydı. Onlarla kucaklaşırken pek yakında bir gün “özgür”(?) dünyada, abileriyle de bunu yaşayabilecek miyiz sorusu geldi aklıma…

Doğu Perinçek: 5 yıl,
Tuncay Özkan: 5 yıl,
Ergün Poyraz: 5 yıl,
Mustafa Balbay: 4 yıl,
Mehmet Haberal: 4 yıl,
Fatih Hilmioğlu: 4 yıl,
Hikmet Çiçek: 4 yıl,
Soner Yalçın: 20 ay,
Yalçın Küçük: 20 ay,

Silivri’den cenaze olarak veya “ağır hasta” haliyle çıkan tutuklu sayısı ayrı bir acı konusu. Empati kurun; sizi 5 gün odaya hapsedip sevdiklerinizden ayırsam ne derdiniz?

Silivri’de yazarlar, gazeteciler, akademisyenler, televizyon sahipleri dışında, onca asker, subay ve yüksek rütbeli general, hatta Genelkurmay Başkanı var.

Açık konuşmak gerekirse, onlara karşı daha da büyük bir haksızlık yapılıyor. Gazetecilere, yazarlara, kolayca sahip çıkılırken TSK ile ilgili davalarda, tutarsızlık ve mantıksızlık ne kadar ortalıkta gezerse gezsin, sanki “askere sahip çıkmak riskli alan” olarak değerlendiriliyor ve insanlar bu konuya bulaşıcı hastalık varmış gibi mesafeli durmayı tercih ediyorlar. Bu sendrom “yalnız Nedim Şener ile Ahmet Şık’a sahip çıkalım” şeklinde ortada dolanmış yüzer-gezer medyacı tavrından çok da farklı değil! Bunun dışında konuşmamda yaptığım diğer bir hatırlatma şuydu:

“Normal” bir hukuk devletinde, şayet “sanıklar” hakkında ortaya atılan delillerin uydurma olduğu ortaya çıkarsa, mahkeme iki şey yapar:

Önce sanıkları serbest bırakır ve aklar, ardından “bu komployu tezgâhlayan çete hangisi” sorusunu gündemine alır, üstüne gider! Ülkemizde böyle bir gözleminiz olursa, lütfen bana da bildirin!

Ülkede medyanın yandaşlarını, hükümeti dinleseniz, ülkede “dindarlara” karşı büyük baskı var.

    Gerçeklere bakarsak, Atatürkçü kesim son çeyrek asırda öldürüldü, hapislere atıldı, çalıştığı kuruluşlardan kovuldu, saldırılara uğradı, demokratik haklarını hiçbir şekilde kullanamasın diye kıskaca alındı!

Yani bedel ödeyen bir kesim var iken ortada, sürekli gözyaşları eşliğinde durumunu şikâyet edense bambaşka birileri!

Merdan Yanardağ, yine Goebbels’in ünlü taktiğini hatırlattı:

“Bir yalan ne kadar büyük olursa, o kadar çok inanan olur.”

Odatv davasında, Yalçın Küçük o kendine has teatral sunumuyla yine 2-3 saat boyunca konuştu:

“Burası suçsuzlar mahkemesi. Bize suçumuzu bulun. Cezamızı verin. Burada dezenformasyon var. Artık ortada ‘suç lokantaları-suç otelleri’ var. Engizisyonda da suç yoktu. Sizleri tenzih ediyorum: Kimin ne zaman tutuklanacağına veya serbest bırakılacağına, bir merkezi planlama ile karar veriliyor. Siz kendiniz karar verdiğinizi düşünüyorsunuz. Bizi affedin. Hukuk mantıktır, vicdandır. Benim Öcalan’ı yönettiğim söyleniyor. Bunu ciddiye alamazsınız. Bizler burada ‘Ancien Regime’, yani Atatürk döneminin eski Cumhuriyeti’nin rejimini savunmaktan yargılanıyoruz. Bu nedenle suç gerekli değil. Çünkü artık onlar benden sonra ‘Yeni Türkiye’ dediler. Biz Kemalist Cumhuriyetin sahipleriyiz, onu kimseye vermeyeceğiz.

TÜBİTAK artık bir yobaz yatağıdır. Raporunda teknik olarak her şey görülmüş ama dil, bürokratik olarak yazılmış. İhbarlar yapılıyor. Ardından ‘bu adama suç bulun’ diye emir geliyor. O da bulunuyor: ‘İzinsiz toplantı yapmak’ (!). Sayenizde Ertuğrul Özkök bile ‘seviyorum o çılgını’ diyor hakkımda! Artık erkeklerin bile ilanı aşk ettiği adam olmuşum!”

Sonunda “tadımlık” bir Özkök esprisi verdiğim Yalçın Küçük savunması, aslında Cem Yılmaz’a taş çıkaracak müthiş incelikli, nüktedan öğelerle dolup taşıyor. Eminim ileride, onları yalnız mizah adına analiz eden kitaplar bile çıkacak. Oradan okursunuz, ama tabii Küçük’e has ses vurgularını da ihmal etmemeli! Mesela “L’Etat, c’est moi” (Devlet benim) diye haykırdığında! Tabii o acı gülümsemeli günlere varabilmemiz için, önce her açıdan her gün yeni insani dramlar yaşadığımız bu çirkin tabloyu geride bırakmamız gerek.

Srelçuk Erez : Savcılara tabanca

Prof. Dr. Selçuk EREZ

Prof. Dr. SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com

14.10, 12, Cumhuriyet Pazar eki

Savcılara tabanca

Bir savcımızın kısa bir süre önce öldürülmesi, savcılara koruma ve silah istenmiş olduğu halde bunların sağlanamadığını ortaya koydu. Adalet Bakanı’na soruldu. Bakan, “Savcıya, hâkime silah yok tartışması doğru değil. Hâkim ve savcılarımıza uygun fiyatla silah temin edilecek. Satış, fiyatının üçte biri olacak.” dedi.

Savcılara ucuza silah vererek onların emniyetinin sağlanacağı varsayımı çok doğrudur! Düşünülmesi gereken, onları arkadan vuracak, bir arabanın, ağacın vb. ardında mevzilenip kurşunlayacaklara ne yapılması gerektiği gibi önemsiz ayrıntılardır. Bütçeye yük olmadan alınacak bu tür ucuz maliyetli önlemlerle başka sıkıntılarımıza da çare bulunulabilir:

Dolmuşa, taksiye binemeyenlere ucuz kaykay: kargo bizden, 39 TL.

Kasaba gidemeyenlere: Dişinizi az sıkın; Kurban Bayramı’na ne kaldı ki? Bayramın ardından nasıl olsa kış gelecek, kar yağacak. O zaman bir tabağa kar doldurun, üstüne az pekmez katın: Parmaklarınızı da yersiniz. Sadece Bitlis’te filan değil, Karadeniz kıyılarında da rağbettedir: “Ben Samsun’a gidemiyom kar olmayınca / Samsun bana haram olsun yâr olmayınca” türküsü, bu gerçeği dile getirir.

Bodrum’a gidemeyenlere: Bol havuç yerseniz içindeki beta-karoten, sizi güneşte uzun süre kalmış gibi tunçlaştırır. Herkes sizi Bodrum’a gitti sanır. Havuç pahalıysa, sararmış sonbahar yapraklarında da bol karoten olduğunu unutmayın.

“Sebze pahalı” diyenlere ağaç yaprağından sarma: Az pirinci suda kaynatın. Ihlamur ya da dut (devetabanı bile olurmuş) yapraklarını kaynar suda haşlayın ve içine eser miktarda pirinç doldurup sarın. Bir çay kaşığı yağ katıp tencerede kaynatın. Bol tuzlarsanız daha kolay yersiniz.

Bu ülkede Kalaşnikoflar neden bu kadar pahalı?” diyen Suriyeli sığınmacılara: Duyduğumuza göre Çin malı olanlar Irak’ta çok daha ucuzlarmış. İlk ayı ödemesiz 12 ay taksitle veriyorlarmış.

Eczaneye gidemeyenlere: Hangi Evliya’nın, hangi hastalığa iyi geldiğini araştırmaktayız. Liste, pek yakında başbakana sunulacak, son sözü o söyleyecektir.

Korunamayan ve ayrıldığı eşinin saldırısına uğrayan kadınlara: En ucuz tekvando dersleri İpsala’da verilmektedir.

Parfüm alamayanlara hacı yağı tarifi: Hindistan’a gidenlere paçuli tohumu ısmarlayın. Güneşli odanızda yetişecek bitkinin yapraklarını, dibi musluklu iri bir cam kavanoza doldurun. Üstüne bir eritici döküp yağını alın. Bunu başka bir kapta ısıtıp eriticiyi buharlaştırın. Geride kalan yağ, yedi sülalenizi yıllarca misk gibi kokutacaktır. (Temsilcilik verilir )

2023’e varıncaya kadar göreceksiniz biz akla durgunluk veren daha ne çok şey düşüneceğiz! l

=======================================

Dostlar,

Selçuk hocamız deyim yerinde (özellikle genç insanlar “tabiri caizse” deyince cinlerim tepeme çıkıyor..) ise yine “döktürmüş”..

İnce kara mizah..

Derin derin düşündüren ve dersler veren..

Uyaran..

Bu siyasal kadro ile Türkiye, 2023’e dek gericiliğin batağına tanınamayacak denli batabilir..

Halkımızın uyanması ve ülkeye bir an önce sahip çıkması
giderek daha yakıcı bir gereklilik durumuna geliyor..

Ulusumuza güveniyoruz.. Tarihsel sağduyusunu gecikmeden sergileyecektir..

Ama ÖRGÜTLEYİCİ ÖNDERLİK zorunlu..

Sorun da burada..

Sevgi ve saygı ile.
14.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Gelir dağılımı ve Gini katsayısı..

Dostlar,

Yoğun rutinlerimiz nedeniyle son 2 gün sitemize yeterli yazı sunamadık.
Hoşgörünüzü dileriz..

Kaldığımız yerden devam edelim..

Prof. Dr. Ali Ercan hocamız, Milliyet yazarı Sn. Prof. Güngör Uras‘a yazdığı mektubu bizlerle paylaştı.

Gelir dağılımındaki adalet ülkemizde can yakmayı, kitleleri yoksul tutmayı, yoksullaştırmayı dürdürüyor..

30 yıl kadar önce Başbakan S. Demirel’den, gelir dağılımı eşitsizlğinin eleştirilmesi üzerine şu sözleri duyardık hep :

– Durun bakalım, ortada doğru dürüst pasta yok ki, paylaşımını adşlleştirelim. Hele bir pasta büyüsün bakalım..

Aradan 3-4 onyıl geçti..Ülkemizin ulusal gelir dağılımı giderek bozuluyor.
Demirel kitleleri bilerek oyaladı, sorunun çözümünü erteledi. Sermaye belli ellerde birikti. Ancak ülkemiz gene de temel kalkınma sorunlarını çözemedi. Kapitalist kalkınma modeli Türkiye’yi esenliğe ulaştırmadı.

Zaten doğası buna elvermez ki.. Dönemsel bunalımlarla hastalıklı yapı sürüyor. Kimi kez kaçınılmaz bunalımların içinden çıkılamıyor ve savaşa başvuruluyor.

AKP iktidar olduğunda Gini katsayısı 0,38 dolayında idi.. Bugün, TÜİK’in makyajlamaları ve yandaş politik düzeltmelerine karşın 0.40’aşkın.
10 yıldır iktidardaki partinin adına dikkat : Adalet ve Kalkınma Partisi.
Bu kadrolar Erbakan’ın çocukları ve kendilerince ciddi biçimde Müslümanlar.
Politik tercihlerine yol veren inanç dünyaları..
Ne var ki, AB-ABD güdümünde politikaların varacağı başkaca yer hayal edilebilir mi?

Türkiye, Büyük Atatürk döneminde olduğu gibi “TAM BAĞIMSIZ” politikalar izlemek zorunda. Günmüzde Atatürk’ün ekonomi politikasını Güney Amerika ülkeleri, Çin, Hindistan.. gibi ülkeler büyük benzerlikle izliyorlar. Başarıları da ortada.

Tam bağımsızlık, ancak mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olunca, o devletin bütün hayat ışıklarında bağımsızlık felç olur. (Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK)

TÜİK‘in en son verileriyle gelir dağılımı aşağıdaki gibi :

Biz buna “LANETLİ ÇEMBER” diyoruz.. Atılacakher adımın bu olağanüstü adaletsiz gelir paylaşımını düzeltici olması stratejik bir ön koşul saılmalı..

Sözünü ettiğim 2 yazı aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
14.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================================

Sayın Güngör Uras,

Bundan bir süre önce “Gini Katsayısı” üzerine Milliyet’te yayımladığınız aşağıdaki yazınızda, müsaade ederseniz, küçük bir düzeltme yapmak isterim. Yazınızda “A alanı, alanın Lorenz Çizgisi altında kalan alana (B alanına) bölünüyor. Ortaya çıkan katsayıya Gini Katsayısı deniliyor.” diyorsunuz; Oysa Gini Katsayısı A/B değil, A/(A+B) dir..

Bu vesile ile Gini katsayısının pratik hesaplanmasını bilmek isteyenlere sizin aracılığınızla çok basit bir hesaplama yöntemi önermek isterim.. “Trapez toplama” dediğimiz bu yöntem, karmaşık fit ve integral hesaplarıyla bulunan sonuçtan % 1-2 hata payıyla farklıdır. (küçüktür)

A+B=1/2 olduğundan Gini katsayısının g=1-2B olduğu kolayca görülür..
a1 a2 a3 a4 ve a5 en aşağıdan en yukarıya doğru gelir gruplarının toplam gelirdeki paylarını göstermek üzere, B yerine Lorenz eğrisi altında kalan alanın trapez toplamı yazıldığında aşağıdaki basit eşitliği elde ederiz :

g = 1 – 0,2 ( 9a1 + 7a2 +5a3 + 3a4 + a5 )

Buna göre 2009 yılı Gini Katsayısı

g = 1-0,2 (9 x 0,056 + 7 x 0,103 + 5 x 0,151 + 3 x 0,215 + 0,476) ≈ 0,380 bulunur; maksimum %2 hata payını da eklesek, en fazla 0,387 olur.. (%9’luk bir farkı kabul etmek mümkün değil) dolayısıyla 2009 yılı için Gini katsayısını 0,415 almak doğru değil ! Aynı şekilde 2010 yılı için hesapladığımızda Gini katsayısını 0,370 buluruz, (maksimum 0,377) 0,402 değil..

Başarılarınızın devamı dilerim. Saygılarımla.

Prof. Dr. rer.nat. D. Ali Ercan
10.10.12

Not : Gelir dilimlerinin ulusal gelirdeki paylarının da doğru hesaplandığından emin değilim. Ben en üst gelir diliminin ulusal gelirden %50 üzerinde pay aldığını tahmin ediyorum; Türkiye’de gelir dilimlerinin payları kabaca şöyle olsa gerek;

a1 % 3,2
a2 % 6,5
a3 %12,9
a4 %25,8
a5 %51,6 (en üst gelir grubu en alt gelir grubunun 16 katını alıyor)
%100

Buna göre g faktörü hesaplanacak olsa

g = 1 – 0,2 (9 x 0,032 + 7 x 0,065 + 5 x 0,129 + 3 x 0,258 + 0,516)
g = 0,46 bulunur ki, çok daha makul geliyor.. Gini katsayısı 0,45 olan Çin’den daha adil bir gelir dağılımımız olduğunu sanmıyorum. æ

***

Olayların içinden (Milliyet)

Güngör Uras

Türkiye’nin Gini katsayısı 2010 yılı hane halkı kullanılabilir gelir dağılımına göre 0.402 olarak açıklandı. Gini katsayısı, Lorenz eğrisine dayalı olarak hesaplanır. Ülkelerin Gini katsayısı birbirininki ile karşılaştırılarak gelir dağılımının nasıl olduğu konusunda bilgi edinilir. Sayın okuyucularıma basitleştirerek Lorenz Eğrisi ile Gini Katsayısı’nı anlatacağım.
Böylece neyin ne olduğunu daha iyi izleyebilirler.

TÜİK (Devlet) her yıl milli gelirin hane halkı arasında (en fakirinden en zenginine) nasıl dağıldığını gösteren bilgileri yayınlıyor. 2010 yılı hane halkı gelir dağılımı tablosuna göre nüfusun ilk yüzde 20’lik dilimi (14 milyon kişi) milli gelirin yüzde 5.8 ini paylaşırken, yüzde 20’lik en zengin dilim (14 milyon kişi) milli gelirin % 46.4’üne sahip oluyor.

İşte bu gelir dağılım tablosundaki oranlara dayalı olarak Lorenz Eğrisi çiziliyor. Bir kareyi çaprazlama bir köşeden öbür köşeye bağlayan çizgiye tam gelir eşitliği çizgisi deniliyor. Eğer her %20’lik nüfus dilimi milli gelirin yüzde 20’sini almış olsa gelir dağılımı çizgisi, tam eşitlik çizgisi ile birleşecek. Halbuki birikimli olarak nüfus dilimlerinin milli gelirden aldıkları pay farklı. İşte onun için tam eşitlik çizgisi altında bir çizgi oluşuyor. Buna da Lorenz Eğrisi deniliyor. Lorenz Eğrisi tam eşitlikten ne kadar uzaklaşır ise (A alanı ne kadar büyür ise) gelir dağılımı o kadar bozuk demektir.

Tam eşitlik olsa, Lorenz Eğrisi ile tam eşitlik eğrisi birbiri üzerine binecek. 1/1 Eşitlik ortaya çıkacak. Lorenz Eğrisi tam eşitlik çizgisinden uzaklaşıyor da ne kadar uzaklaşıyor? İşte bu da Gini Katsayısı ile ölçülüyor. Eşitsizlik alanı olan A alanı, alanın Lorenz Çizgisi altında kalan alana (B alanına) bölünüyor. Ortaya çıkan katsayıya Gini Katsayısı deniliyor.
Madem ki tam eşitlik 1:1=1 idi. O halde Gini Katsayısı 1’e ne kadar yakın ise gelir dağılımı o kadar iyidir, 1’den ne kadar uzak ise o kadar kötüdür.
Bizim Gini Katsayımız 2002’de 0.44 idi. 2003’te 0.42 oldu. 2004’te 0.40 oldu. 2005’te 0.38 oldu. 2007’de 0.43 oldu. 2008’de 0.405 oldu. 2009’da 0.415 idi. 2010’da 0.402’ye geriledi.

Gini Katsayısı’nın küçülmesi, gelirde eşitsizliğin düzeldiğini gösteriyor. Gini Katsayısı ne kadar küçük ise ülkede gelir dağılımı o kadar iyi demektir.

Gini Katsayısı’nda dünya ortalaması 0.399, OECD ülkeleri ortalaması 0.310, AB ülkeleri ortalaması 0.304’tür.

Gelir dağılımı en iyi olan Kuzey Avrupa ülkelerinden İsveç’te katsayı 0.25, buna karşı İsviçre’de 0.34, Fransa’da 0.33, Almanya’da 0.28, İngiltere’de 0.34, ABD’de 0.41’dir. Görülüyor ki, kişi başı gelir rakamının yüksekliği ile gelir dağılımının bozukluğu farklı konular. ABD’de kişi başı gelir yüksek ama gelir dağılımı Türkiye’dekinden daha bozuk.

Ulusal Eğitim Derneği’nden Cumartesi Konferansları..

Dostlar,

Sevgili arkadaşımız CHP Hatay Milletvekili Dr. Mehmet Ali Edipoğlu,
bizim de üyesi olduğumuz ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ’nin konuğu bu Cumartesi..
Dr. Edipoğlu, çok yakından bildiği bir önemli bir güncel sorunu sunacak.

İzlemenizi öneririm..

Duyuru posterini görmek için lütfen tıklar mısınız??

Suriye’nin_son_durumu_konf._M.Ali_Edipoglu

Sevgi ve saygı ile.

12.10.12

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Dünya Ruh Sağlığı Günü 10 Ekim : Depresyon salgın gibi..

Dostlar,

Depresyon bir insanlık hakkıdır..”

Çook yıllar önce Hacettepe’de yetkin Psikiyatri hocamız Prof. Dr. Orhan Öztürk‘ten duymuştum bu sözü..

Ne yazık ki Dünya Sağlık Örgütü rakamları çok iç karartıcı.

Ağır yaşam koşullarında yakın çevresinden ve toplumdan, devletten gereksindiği enaz (agari) dayanışma ve desteği bulamayan insanların bir tepkisidir depresyon..

Dolayısıyla çare de bu tümcemizle ifade edilmnektedir.

Vahşi kapitalist değil ama insanı ortaya koyan, insan odaklı dayanışmacı hümaniter düzenler en etkili kitlesel koruyucudurlar..

KüreselleşTİRmeci = Yeni emperyalistler ise acımasız sömürülerini postmodern yöntemlerle sürdürüyorlar..

Eşitsizlikler ve yoksulluk hem dikey hem de yatay düzlemde büyüyor.

Bu kısır döngüden çıkmadıkça depresyona ve öbür sosyal patolojilere köktenci çözüm düş!

Sitemizde yer alan, Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesinde Dönem 4 öğrencilerine verdiğimiz

TOLUMSAL RUH SAĞLIĞI derslerinin yansıları çok ilginizi çekebilir, öneririz..

Sevgi ve saygı ile.
11.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================

Uzmanlar ‘Türkiye’nin %8-10’u hasta’ diyor;
Depresyon 2030’da en yaygın yakınma olacak!

Depresyon salgın gibi

Her geçen gün boyutları daha da büyüyen ekonomik krizler, yoksulluk, işsizlik, savaş, şiddet, artan kayıplar yaşamı anlamsızlaştırıyor, mutsuz kılıyor, depresyonu artırıyor. Yapılan araştırmalara göre Türkiye’de yüzde 8-10 arasında depresyon hastası bulunuyor. Psikiyatrlar, depresyonun küresel bir sorun haline geldiğini, 2030 yılında en yaygın görülen birinci hastalık olacağını vurguluyorlar ve “Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre hastaların % 50’si tedaviye ulaşamıyor. Depresyon, tedavi ile düzelen bir hastalıktır. Hastaların tedavi olamamaları, sağlık hizmetine ulaşmamaları ya da yanlış adrese yönelmelerinden kaynaklanıyor” diyorlar.

Depresyon, kadınlarda en fazla 35-45, erkeklerde ise 35-50 yaşları arasında ortaya çıkıyor, hastalığın başlangıç yaşının ise ortalama 30 olduğu belirtiliyor.

Bu yıl Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu’nun 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü’nün ana teması olarak “küresel bir kriz olarak depresyonu” belirlenirken, konu ile ilgili açıklamalarda bulunan psikiyatr Doç. Dr. Burhanettin Kaya, “Depresyonu nasıl önleyeceğiz” sorusuna bunun yalnızca psikiyatrik değil ekonomik ve politik bir tartışmaya da ihtiyacının olduğunu söyledi. Üretim araçlarını ve sermayeyi elinde tutan yönetenler ile temsilcilerinin mutluluğunun, milyarların mutsuzluğuna yol açtığını vurgulayan Kaya “Sistem, mutluluk değil keder üretiyor. Ruh Sağlığı Federasyonu, 2012 Dünya Ruh Sağlığı Günü’nde hem hükümetlerin hem de tüm toplumun giderek yaygınlığı artan, bireyler dışında ailelerini ve çocuklarını etkileyen depresyonla kapsamlı bir mücadele yapılması gerektiğini ifade ediyor. Depresyon hastalık düzeyinde bulunduğunda antidepresanlar çok başarılı sonuç vermektedirler.

Fakat halk arasında ilaçların bağımlılık yaptığına dair yanlış bilgiler var. Depresyon mutlaka psikiyatri hekimleri tarafından etkili biçimde tedavi edilmelidir. Ülkemizde uzman sayısı yetersiz. AKP hükümetinin sağlıkta dönüşüm politikası nitelikli ruh sağlığı hizmeti verilmesini de etkilemektedir” diye konuştu.
(Cumhuriyet 09.10.2012)