Etiket arşivi: Bedri Baykam : Silivri Zindanı

TAHLİYELERİN GERİSİNDEKİ OY VE OYUN


Dostlar,

Cumhuriyetimizin ağabeyi, 1922 doğumlu, 92 yaşındaki bilge siyasetçi ve bilim insanı Dr. Ali Nejat Ölçen’in yazısı her zamanki gibi düşündürücü ve öğretici..

Ne de olsa “asırlık çınar”..

Ama Cumhuriyetin ürünü

veeee

Tek yol göstericisi (rehberi) akıl ve bilim / ya da bilimsel akılcılık!

Teşekkürler Üstad Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN..

Sevgi ve saygı ile.
11 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================================

TAHLİYELERİN GERİSİNDEKİ OY VE OYUN

Portresi_Ali_Nejat_Olcen


Dr. Ali Nejat ÖLÇEN
 

 

 

10 Mart 2014 günü Silivri Zindanı’ndan özgürlüğüne kavuşan yurtsever aydınlarımız için sevinmek ve onların  duygu ve demeçlerini paylaşmak uygar olmanın,
insan olmanın gereğidir.

Fakat siya­sette belli bir süre konum edinmiş kişi olarak, bu tahliyelerin gerisinde yatan oyunu açıklamaya ve kimi köşe yazarlarından ve hatta  siyasal parti sözcülerinden işitmiş olmaya gereksinim duymakta­yım:

1. Başbakan R.T. Erdoğan ile Cumhurbaşkanı seçilen Abdullah Gül,
Cumhuriyetimiz, o Cumhuriye­tin Ulus Devletini ortadan kaldırmayı amaçlayan
tüm faşizan yasaların baş sorumlularıdır.

2. Mustafa Kemal Atatürk Devrimlerine karşıt, ulusalcılığı  yok ederek,
Türk-Kürt Ilımlı İslam Fede­ratif Sistemi’ni yürürlüğe koymanın hukuksal ve siyasal alt yapısını, “paralel devlet” dedikleri ABD güdümündeki Cemaat iktidarıyla birlikte hazırlamanın sorumluluğu bu iki kişinin omuzlarındadır.

3. “Paralel devlet” eğer oluşmuşsa onun yapımcısı AKP iktidarı ve o iktidarın
Hükümet’i ve öbürü de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne sahip çıkması gereken
Çankaya’dır.

Bu iki başlı yönetimin merkezi,
BOP Eşbaşkanlığı ve Cemaat ile kurulan ortaklık
değil midir?

4. 17 Haziran 2013’te başlayan ve her gün gittikçe çirkinleşen kavganın nedeni, yenilgiye uğrattıklarını sandıkları Mustafa Kemal Atatürk’ün Devletini ve o Devletin varlığını ganimet olarak paylaşmaktaki anlaşmazlıklardır.

Kendilerine göre edindikleri mal, mülk ve para varlığı hırsızlık değil,
onlar için hakları olan ganimet’tir.
Devleti paylaşamadıkları için birbirlerine düşman oldular.

5. Mustafa Kemal Atatürk’ün Devletine ve o Devletin Cumhuriyetine sahip çıkan aydın, yurtsever, seçkin kişilerin Silivri’de, Hasdal’da… zindanlara atılmalarını sağlayan faşizmin hukukunu birlikte ya­rattılar.

Şimdi Başbakan R.T. Erdoğan, yerel seçimlere 20 gün kala Silivri zindanındaki tutukluluğu “paralel devlet”in kurduğu kumpasa bağlamakta.

Yerel seçimlere 20 gün kala, buyruğu altındaki yargıçların kararıyla Silivri zindanındaki yurtsever seçkinlerimize özgürlüklerini sağlayan kişi ol­manın oy ve oyunu’nu üstlenmiştir.

Kumpas olmasaydı o seçkinlerimiz zindanlara tıkılır mıydı!

Başbakan R.T. Erdoğan kumpası yıkmış ve seçkinlerimize özgürlükleri sağlamanın yolunu açmış olacak!

Tahliyelerin gerisinde oy oyunu’dur bu.

6. Özetle                    :

R.T. Erdoğan, Çankaya ile birlikte Hukukun temelini oy’dular.

Şimdi tahliyeler aracılığıyla temelini oydukları hukuk nedeniyle yitirdikleri oy’ları
31 Mart’ta (2014) geri kazanmak için böylesi hu­kuk oyunu’nu sergilemekteler.

Keşke tutuklu seçkinlerimiz, bu tahliyeyi geri çevirebilselerdi.

Asıl özgürlüklerini,
AKP iktidarını oylarıyla yıkacak olan ulusumuz kazandırmalıydı 31 Mart günü.

Son söz                      :

Ali Nejat, bu yazdıklarının yanlış ve kedisinin yanılmış olmasını içtenlikle dilemektedir.

Böyle biline.

Saygılarımla. 11.3.14

Dr. Ali Nejat ÖLÇEN

Not : Bu yazı hakkında Sn. ÇETİNER ÇALIŞ’a yanıt altta, “yorumlar” kapsamındadır.
Bakılmasını özellikle öneririz.. (Dr. A. Saltık)

Bedri Baykam : Silivri Zindanı, İnsanlık Adına Tarihe Gömülecek!

Dostlar,

Çok değerli meslektaşım ve dostum Sayın Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu‘nun oğlu Emir’in trafik kazasında yaşamdan ayrılması bana tarifsiz bir acı verdi..

16.10.12 günü cenaze törenine (Ankara’da olacak sanıyorum) katılacak ve kardeşim Fatih’i özlemle kucaklayacağım..

Değerli ressam, yazar Bedri Baykam‘ın 18 Eylül 2012 tarihli Cumhuriyet’te çıkan (Yakamoz köşesi) yazısını koymak istedim bu duygulanımla.

Sevgi ve saygı ile.
14.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Silivri Zindanı, İnsanlık Adına Tarihe Gömülecek!

Bedri Baykam

Hafta sonum, Silivri zindanına atılmış aydınların durumuna tepki vermekle geçti. Cuma günü, CHP vekilleri ve aydınlarla beraber Çağlayan’a gittik ve tutsak gazetecilerin fotoğrafları önünde Ayşenur Arslan’ın yaptığı konuşmadan sonra kalemlerimizi bıraktık. Bunun ardından Odatv davasını izledik.

Soner Yalçın 14 kilo vermiş, ama kararlı ve umut doluydu.

Hasretle sarıldık. Ertesi gün, CKM’de “Tuncay Özkan’ın 5. Tutsaklık Yılı” ile ilgili düzenlenen toplantıda konuşmalar yaptık, ardından Özkan’ın kitaplarını imzaladık. Günün hediyesi, bir gün önce davalarını izlediğimiz Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun serbest kalarak etkinliğe katılmalarıydı. Onlarla kucaklaşırken pek yakında bir gün “özgür”(?) dünyada, abileriyle de bunu yaşayabilecek miyiz sorusu geldi aklıma…

Doğu Perinçek: 5 yıl,
Tuncay Özkan: 5 yıl,
Ergün Poyraz: 5 yıl,
Mustafa Balbay: 4 yıl,
Mehmet Haberal: 4 yıl,
Fatih Hilmioğlu: 4 yıl,
Hikmet Çiçek: 4 yıl,
Soner Yalçın: 20 ay,
Yalçın Küçük: 20 ay,

Silivri’den cenaze olarak veya “ağır hasta” haliyle çıkan tutuklu sayısı ayrı bir acı konusu. Empati kurun; sizi 5 gün odaya hapsedip sevdiklerinizden ayırsam ne derdiniz?

Silivri’de yazarlar, gazeteciler, akademisyenler, televizyon sahipleri dışında, onca asker, subay ve yüksek rütbeli general, hatta Genelkurmay Başkanı var.

Açık konuşmak gerekirse, onlara karşı daha da büyük bir haksızlık yapılıyor. Gazetecilere, yazarlara, kolayca sahip çıkılırken TSK ile ilgili davalarda, tutarsızlık ve mantıksızlık ne kadar ortalıkta gezerse gezsin, sanki “askere sahip çıkmak riskli alan” olarak değerlendiriliyor ve insanlar bu konuya bulaşıcı hastalık varmış gibi mesafeli durmayı tercih ediyorlar. Bu sendrom “yalnız Nedim Şener ile Ahmet Şık’a sahip çıkalım” şeklinde ortada dolanmış yüzer-gezer medyacı tavrından çok da farklı değil! Bunun dışında konuşmamda yaptığım diğer bir hatırlatma şuydu:

“Normal” bir hukuk devletinde, şayet “sanıklar” hakkında ortaya atılan delillerin uydurma olduğu ortaya çıkarsa, mahkeme iki şey yapar:

Önce sanıkları serbest bırakır ve aklar, ardından “bu komployu tezgâhlayan çete hangisi” sorusunu gündemine alır, üstüne gider! Ülkemizde böyle bir gözleminiz olursa, lütfen bana da bildirin!

Ülkede medyanın yandaşlarını, hükümeti dinleseniz, ülkede “dindarlara” karşı büyük baskı var.

    Gerçeklere bakarsak, Atatürkçü kesim son çeyrek asırda öldürüldü, hapislere atıldı, çalıştığı kuruluşlardan kovuldu, saldırılara uğradı, demokratik haklarını hiçbir şekilde kullanamasın diye kıskaca alındı!

Yani bedel ödeyen bir kesim var iken ortada, sürekli gözyaşları eşliğinde durumunu şikâyet edense bambaşka birileri!

Merdan Yanardağ, yine Goebbels’in ünlü taktiğini hatırlattı:

“Bir yalan ne kadar büyük olursa, o kadar çok inanan olur.”

Odatv davasında, Yalçın Küçük o kendine has teatral sunumuyla yine 2-3 saat boyunca konuştu:

“Burası suçsuzlar mahkemesi. Bize suçumuzu bulun. Cezamızı verin. Burada dezenformasyon var. Artık ortada ‘suç lokantaları-suç otelleri’ var. Engizisyonda da suç yoktu. Sizleri tenzih ediyorum: Kimin ne zaman tutuklanacağına veya serbest bırakılacağına, bir merkezi planlama ile karar veriliyor. Siz kendiniz karar verdiğinizi düşünüyorsunuz. Bizi affedin. Hukuk mantıktır, vicdandır. Benim Öcalan’ı yönettiğim söyleniyor. Bunu ciddiye alamazsınız. Bizler burada ‘Ancien Regime’, yani Atatürk döneminin eski Cumhuriyeti’nin rejimini savunmaktan yargılanıyoruz. Bu nedenle suç gerekli değil. Çünkü artık onlar benden sonra ‘Yeni Türkiye’ dediler. Biz Kemalist Cumhuriyetin sahipleriyiz, onu kimseye vermeyeceğiz.

TÜBİTAK artık bir yobaz yatağıdır. Raporunda teknik olarak her şey görülmüş ama dil, bürokratik olarak yazılmış. İhbarlar yapılıyor. Ardından ‘bu adama suç bulun’ diye emir geliyor. O da bulunuyor: ‘İzinsiz toplantı yapmak’ (!). Sayenizde Ertuğrul Özkök bile ‘seviyorum o çılgını’ diyor hakkımda! Artık erkeklerin bile ilanı aşk ettiği adam olmuşum!”

Sonunda “tadımlık” bir Özkök esprisi verdiğim Yalçın Küçük savunması, aslında Cem Yılmaz’a taş çıkaracak müthiş incelikli, nüktedan öğelerle dolup taşıyor. Eminim ileride, onları yalnız mizah adına analiz eden kitaplar bile çıkacak. Oradan okursunuz, ama tabii Küçük’e has ses vurgularını da ihmal etmemeli! Mesela “L’Etat, c’est moi” (Devlet benim) diye haykırdığında! Tabii o acı gülümsemeli günlere varabilmemiz için, önce her açıdan her gün yeni insani dramlar yaşadığımız bu çirkin tabloyu geride bırakmamız gerek.