Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

İnsanın tuhaf halleri..

Dostlar,

İnsanın ve yaşamın tuhaf halleri oluyor..

Biri de aşağıda..

Fotoyu yollayan dostumuza teşekkür ederiz..

Akla gelen birkaç soru var :

Görsel algılarımız ne ölçüde güvenilir ??

Kutsadığımız aklımız 5 duyusu ile sınırlı ve de

1. ZAMAN
2. MEKAN..

hapishanesinde..

    Aklımız hem en güçlü aracımıza hem de epey zavallı.

Bunları bilmek ve aşma çabası göstermek elimizi daha da güçlendirmez mi??

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 8.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

10 Yılda Neler Örüldü ??

Dostlar..

10 Yılda Neler Örüldü ??Ben bu görkemli emanete, kutsal kalıta ne katabilirim?

Azıcık vefası olanın “huşu” içine, bitmez bir vefa ve şükran duygusu içinde yerlere dek eğilerek karşılayacağı bir destandır erken Cumhuriyet” yılları..

Ya da Cumhuriyetin altın on yılı..

Ya da 1923 – 33..

İnsan olanın,

Ben bu görkemli emanete, kutsal kalıta ne katabilirim??” diye sorması gerek..

Ulusal eğitim siteminin de böyle insanlar yetiştirmesi gerek..

Ülke o zaman ayakta kalır ve serpilir..

Büyük Atatürk’ün 10. Yıl Söylevi‘nde dile getirdiği gibi..

“…….

Yurttaşlarım!

Az zamanda çok ve büyük işler yaptık.
Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk Kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti‘dir.

Bundaki başarıyı, Türk Ulusunun ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimle yürümesine borçluyuz.

Fakat yaptıklarımızı hiçbir zaman yeterli görmeyiz.
Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak zorunluluğunda ve azmindeyiz.
Yurdumuzu dünyanın en bayındır ve uygar ülkeleri düzeyine çıkaracağız.
Ulusumuzu en geniş refah araç ve kaynaklarına sahip kılacağız.
Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız.

Bunun için, bize zaman ölçüsü geçmis yüzyılların gevşetici görüşüne göre değil,
çağımızın hız ve hareket kavramına göre düşünülmelidir. Geçen zamana oranla, daha cok çalışacağız.
Bunda da başarılı olacağımıza kuşkum yoktur…”

    …………….

    Gazi’nin, ULUSAL EGEMENLİK ilkesi gereği “Ulusuna hesap veren” şu sözleri özellikle paylaşılmalı :
    (Yine Büyük Atatürk’ün 10. Yıl Söylevi’nden..)

      “…. Büyük Türk Ulusu! Onbeş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde başarı vaadeden çok sözlerimi işittin. Mutluyum ki, bu sözlerimin, hiçbirinde, ulusumun, hakkımdaki güvenini sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.

      Bugün, aynı inanç ve kesinlikle söylüyorum ki, ulusal ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk Ulusunun büyük ulus olduğunu bütün uygar dünya, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır…”

    Çok değerli bir derlemeyi, uzun ve özgün formunu bozmamak için pdf olarak aşağıda sunuyoruz..

    Fotoğraflarıyla görmek ve palaşmak için lütfen tıklar mısınız ??

    10_yilda_neler_oruldu

    Sevgi ve saygı ile.
    Ankara, 8.10.12

    Dr. Ahmet Saltık
    www.ahmetsaltik.net

SEN DE KURTUL MİLLET DE KURTULSUN!

SEN DE KURTUL MİLLET DE KURTULSUN!

E. Albay Cemil DENK
07 Ekim 2012

Emin Çölaşan, YARGIYla ilgili, SÖZCÜ’de: yazdı

“… Balyoz ve Ergenekon gibi davalarda Türk Ordusunun neredeyse tüm
komuta kademesi tutuklandı “… Bir mahkemenin böyle kararlar vermesi
inanılır bir şey değildir:
*Tanıklar Dinlenmeyecek,
* Bilirkişi Raporları Dikkate Alınmayacak,
* Üzerinde Oynanmış, Düzmece, İmzasız Belgeler Delil Olarak Kabul
Edilecek, olacak iş değildir!.”
***

Uğur Dündar, TERÖR’le ilgili, SÖZCÜ Gazetesi’nde yazdı:
“PKK bölücü terörünü iktidarınız döneminde sonlandırmak bir yana,
uyguladığınız politikalarla azdırırsanız”
***

Mehmet TÜRKER, DIŞ SİYASETle ilgili, SÖZCÜ’de Gazetesi:
“… Suriye’nin iç meselesini kendi iç meselemiz gibi üstlenir ve
binlerce Suriyeli sığınmacıyı, ayranı yok içmeye tahterevanla
gider…. misali ülkemize kabul edip en iyi koşullarda misafir etmeye
kalkarsanız,
Sonra da onlarla savaşmaya kalkarsanız size bunun hesabını Türk milleti sorar!”

Emin Çölaşan, DIŞ SİYASETle ilgili, SÖZCÜ Gazetesi’nde yazdı
özetleyerek sunuyorum:

“… AKP’yi kuran dört kişiden biri ve Erdoğan’ın “Başbakan Yardımcısı”
Abdüllatif Şener, televizyon canlı yayınında öyle şeyler söyledi ki bu
sözleri değil yiyen, okuyanın bile sinir sistemi altüst olur!.. Neler
söylenmiş beraberce bakalım;

* “Başbakan kime destek veriyor? Muhalifler deniliyor. [ Suriye’den bahsediyor]
Ne oldukları belirsiz çoğu hapishane kaçkını, katil, haydut tipli bir
ton farklı- farklı gruplar var. Bunların temsilcileriyle Başbakan’ın
karşı karşıya gelip konuşuyor olması bile Utanılacak Bir Durumdur

***

Güner YİĞİTBAŞI, ZAMLARla ilgili, İnternet’te yazdı;
(Sayın Başbakan Erdoğan’a söylüyor)

“…Bu Zamların nedeni, ülkeyi kötü yönetmenizdir…
… Ülkeyi kötü yönetip, bedelini halkımıza ödetmekten vaz geçip,
halktan özür dileyerek İSTİFA edip çekilmeyi düşününüz!”.
***

Emin Çölaşan SÖZCÜ Gazetesi’nde yazdı, özetleyerek sunuyorum:

“… ZAMLARA tepki verilmiyor. Vatandaşın sesi çıkmıyor. Bu kadar
duyarsız ülkede zam doğal. Başbakan bunu biliyor. Bu gidişle devam da
eder.
Din üzerinden siyaset bu ülkede tutuyor.
… Siyasetçi-işadamı işbirliği ile devlet kesesinden gayrimeşru yağma
yapılarak zenginleştiler… … Sadece siyasetçiler ve işadamları değil,
İslamcı aydınlar bile!..”
***

Sayın Başbakan Erdoğan, bunları yap
SEN DE KURTUL MİLLET DE KURTULSUN!

Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Beyefendi,

Atatürk‘ün, “zaruri olmadıkça, savaş bir cinayettir” sözünü aklından
çıkartmayarak,
Önce Git KOMŞU Ülkelerle bir şekilde ANLAŞ
ANLAŞTIKTAN sonra, çıkıp şöyle bir Açıklama Yap;

“Ey Dünya Kamuoyu!… Biz bundan sonra;

1. “ABD’in de, AB’nin de hükümeti değil!
Kendi milletlerimizin hükümetleriyiz, Kimsenin ianesine [sadakasına] ve de icazetine ihtiyacımız yoktur!
(Çünkü bu Millet, bu vatanı, Kuruluş Savaşı’nda “bir çift Çorap ve bir çift Çarıkla” kazanmıştır.
Gerekirse Aç kalır, Açık kalır Bağımsızlığını yine kazanır.)

2. Biz, ABD’nin BOP (Ortadoğu’daki ülkelerin sınırlarını değiştirme) planını TANIMIYORUZ!

3. Ülkelerimizin refahı için, Suriye, Irak, İran ve Azerbaycan’la İTTİFAK yaptık

* ENERJİ, * EKONOMİK ve * GÜVENLİK konularımızı birlikte planlayıp, birlikte yürüteceğiz!” (Örneğin 1998’de İran ile Güvenlik Anlaşmaları imzalanarak, PKK’ye karşı Ortak Mücadele edilmişti…)

Ülkelerimizin dirlik, düzenliği ve milletinin refahı için aşağıdaki önlemler alınmalıdır:

1- Silivri-Hasdal zindanlarının kapıları derhal açılmalı suçsuz insanlar SERBEST bırakılmalı, en azından, TUTUKSUZ YARGILANMALIDIR,

2. TSK eski moraline ve savaşma gücüne yeniden kavuşturulmalıdır.

3. TERÖRİSTLER dışında, “SINIRLI AF” ilan edilmeli, ülkemize huzur geri getirilmelidir.

4- Hatay’daki terör kampları derhal kapatılmalıdır.

5- İran, Irak ve Suriye’yle İşbirliği yapılarak, TERÖR Bitirilmelidir.

6. Her konuda, özgür ve bağımsız güçlü bir İSTİHBARAT’ımız olmalıdır.

7. DİNSEL ve IRKSAL ayırım yapmaktan vazgeçilmelidir.

8 İç güvenliği sağlamak için, Bütün ülkede, gerekli olan her yerde, TERÖR BİTİRİLİNCEYE kadar, SIKIYÖNETİM ilan edilmelidir…

Türkiye, AKP hükümetinden kurtulmadıkça daha çok sıkıntılar çekecek!

Bunca yanlışları yapan bu Hükümeti;
Saf, temiz kalpli halkımız, bu defa görmezden gelmeyecek!

Ama;

Ben inanıyorum ki; bu HALK, bu UYUYAN DEV önümüzdeki seçimlerde UYANACAK ve kendisine bu acıları çektirenleri görecek, tanıyacak ve

Yunus Emre‘nin dediği gibi,

“İkilik yok, Birlik var,
yalnız bunda Dirlik var.”

diyerek, kendilerine gereken dersi SANDIKTA verecektir.

Saygılarımla. 7.10.12

Tınaz Titiz : Kolektif akıl!

Tınaz Titiz

Kolektif akıl!

“Nasıl olur da bu kadar makûl bir fikir benimsenmez!” Bu ifadeyle dile getirilen sorunu çoğu kişinin yaşadığını sanıyorum; sanmak bir yana bir çoğundan bizzat dinledim.

Üzerinde düşünüp nedenlerini anladığı, o nedenleri giderebilecek çözümleri ürettiğini düşünen bir kimse, vardığı bu sonuçları başkalarıyla paylaşıp gerçekleştirmeye ya da en azından düşüncelerinin onay görmesini sağlamaya çalışır. Ama çoğu zaman bu istekleri gerçekleşmez.

Bu durumu bir hayal kırıklığına çevirmeden önce kişinin muhtemelen kimi çözümlemeler yaparak bu başarısızlığının nedenlerini anlamaya çalıştığı tahmin edilebilir. En güçlü olasılık, bulgularını iyi anlatamamış olduğu sanısıdır. Bu durumda daha açık ifadelerle bulgularını çevresine anlatmaya çalışır.

Birkaç deneyden sonra.. İletişim stili, kullanılan metaforlar, sözcükler vbg parametrelerle oynadıktan ve yine de bulgularının içtenlikli kabul görmediğini deneyimledikten sonraki durak, bulguların paylaşıldığı kişilerin “olması gereken” kişiler olmadığı yargısıdır.

Örneğin, terör konusundaki çözümlemelerini paylaştığı kişilerin bir bölümünün, yaşamın sürükleyiciliğine (http://tinaztitiz.com/wp-content/uploads/2012/05/surukleyici.jpg) kapılmış ve Guliver gibi küçük –ama çok- sayıda iple hareketleri (http://tinaztitiz.com/dosyalar/Cesitli_konular/guliverin_ipleri.pdf) kısıtlanmış kişiler olduğunu düşünebilir.

Yeni durak.. Çok sayıda kişiyle iletişim içine girerek istatistiki olarak, düşüncelerini paylaşıp gerçekleştirilmesini sağlayabileceği yeter sayıda kişiye rastlayabileceğini düşünüp başarılı olamayan kişinin bu aşamadaki yargısı muhtemelen –ve gayet yerinde olarak- kendi düşüncelerinden kuşkulanmaya başlamasıdır. Bu kadar insan eğri, sadece kendisinin doğru düşünmesi mümkün ama küçük bir olasılıktır.

Bu yolla düşüncelerinin bir bölümünden –hatta tamamından- vazgeçip, daha tutarlı fikirler üretebilir ya da ilk fikirlerine yeni kanıtlar aramaya başlar. Her iki halde de, önceki duruma göre daha “satılabilir” düşünceler olmasına rağmen yine de o düşünceler çevresinde anlamlı işbirlikleri mümkün olmayabilir.

Bu aşamanın en dikkate değer yanı, çok sayıda kişiyle iletişim sırasındaki verim kaybıdır. İletişilen her bir kişiye gösterilen saygı, katma değeri küçük konular çevresindeki tartışmalardan kaçabilmeyi güçleştirir ve işbirliğine yararı olmayan ayrıntılar çevresindeki sonu gelmeyen tartışmalarda boğulup gidilebilir.

Son durak: Crème de la crème! Bir önceki aşamanın birçok sakıncasını bir vuruşta yok edebilecek çözüm budur. Bu tür kişiler için zaman değerlidir ve verim kaybı olasılığı düşüktür. Ayrıca, geliştirilmiş olan çözümleme ve çözümlere katkı yapma olasılıkları –birikimleri nedeniyle- yüksektir; işte tam 12 burası olmalıdır.

O da ne? En çok dikkate alınması gerekirken üzerinden uzun atlanıp geçilen nokta, bu tür kişilerin –ünvanları, egoları, enerjileri, evvelce savundukları fikirlere yapışmışlıkları (http://tinaztitiz.com/wp-content/uploads/2012/05/etkilesim8.pdf), birikimleri gibi nedenlerle- kendileri dışından gelebilecek fikirler çevresindeki işbirliklerine pek de açık olmayabilecekleri olgusudur.

Ama bütün bunlar sorunu tam açıklayamıyor.. Yukarda sıralanan nedenler, fikirler çevresindeki işbirliklerinin niçin “her zaman” sağlanamadığını tam açıklayamıyor. “Her zaman” vurgusunun nedeni, bazı hallerde binlerce insanın bir işaretle ve muhtemelen ne olduğuna pek de aldırmadan (http://tinaztitiz.com/5609/o-filme-tepkiler-hakkinda/) belirli bir hedef doğrultusunda hareket edebildiklerine işaret içindir.

Başka neden(ler) de olmalı.. İnsan organizması, kendini çevreleyen fizik ortamlardan etkilenerek –en az zarar görmek için- o çevrelere uyum gösterir. Sıcak ortamlarda terleyip buharlaştırarak, soğuk ortamlarda terleme-buharlaşmayı azaltarak vücut sıcaklığını sabit tutan; az oksijenli ortamlarda solunum sayısını artıran, bazı hallerde bayılıp kontrolu bütünüyle kişinin elinden alan bedenin bu davranışları birer uyum göstergesi değil midir?

Acaba, benzer şekilde zihinsel yapılar da onları çevreleyen çeşitli enformasyon [1] ortamları arasındaki farklılıklardan kaynaklanabilecek olası olumsuz etkilenmeleri en aza indirmek için kimi önlemler alıyor olabilir mi? Örneğin, bir enformasyon kaynağı (medya) ile bir diğer enformasyon kaynağından (okul) gelebilecek yönlendirmeler farklı olabilir.

Okul, başarının yolunun çalışmak, dürüst olmak ve insanlara güvenmek olduğu yönlendirmesini yaparken, çok daha güçlü bir diğer bilgi kaynağı olan medya, başarı yolunun kurnazlık, acımazlık, kimseye güvenmeme ve hak-hukuk gözetmeme gibi yönlendirme yapıyorsa, bu iki farklı yönlendirme aynı anda zihnin ayrı bölmelerinde tutulmaz, aksine bileşik bir hale gelerek biri sözel (sanal), diğeri reel (gerçel) iki ayrı kimlik oluşmasına yol açar.

Pratikte çok sık rastlanan, ağzından bal, elinden kir damlayan insan tipi böyle ortaya çıkıyor olabilir. Acaba, sık sık karşılaştığımız, “söylediklerinize tamamen katılıyorum; keşki bizi yönetenlere de bunları söyleseniz” türü onay gibi reddiye ifadeleri, bu bileşik kimliğin bir ifadesi olabilir mi? Bir yandan tam bir onay, diğer yandan işbirliğine tam bir kapalılık.

Kolektif akıl.. Burada basitleştirilerek ikiye indirilen enformasyon / bilgi kaynaklarının gerçekte çok daha fazla sayıda olduğunu tahmin etmek güç değildir. Bunların bir bölümünün kasıtlı olarak (dezenformasyon amaçlı) yayın yaptığı düşünüldüğünde, -teknik deyimle- “gürültü” ortamının ne denli etkili olabileceği anlaşılabilir.

Bu güçlü “gürültü” ortamının bir bileşen, kalıtsal miras, aile ortamı, eğtim ortamı, kariyer, ego gibi ortamların da diğer bileşenler olmak üzere toplumun bir “kolektif akıl” oluşturduğu varsayılabilir. Tüm olayları çözümleyen, yargılar üreten ve bunlardan oluşan birer bireysel (özgün) kimlikler üreten bir süreç.

Bu tür kimliklerin, kendi dışlarından gelen tüm çözümleme ve çözümleri –ne kadar doğru olduklarından bağımsız olarak- bu kolektif aklın başat etkisinde değerlendirmesi ve işbirliğine yanaşmaması normaldir.

[1] Veri (data), enformasyon (information) ve bilgi (knowledge) tanımları olarak şunlar kabul edilmiştir: Veri, sınıflandırılmamış ham bilgi (örn. bir topluluktakilerin boy, yaş ve cinsiyetleri); enformasyon, sınıflandırılmış veriler (örn. yaş ve cinsiyete göre gruplanmış boylar); bilgi, bir sonuç üretmeye yönelik enformasyon (örn. ileri yaşlardaki kadın ve/ya erkeklerin, daha önceki nesillere göre boylarında bir değişim olup olmadığının araştırılarak ergonomi çalışmalarında yararlanmak.)

(Cumhuriyet Bilim Teknik 05.10.2012)

BALYOZ!

BALYOZ!

Nusret Kebapçı

Balyoz davasının sonuçlanmasının ardından bir kısım yazar “Darbeler dönemi sona erdi” türünden yazılar yazıyorlar ya…

İşte tüm bu yazıları yazanların önemli bir kısmı ne yazık ki içinde bulunulan süreci hiç mi hiç anlamamış.

Şu son 30–40 yıl içinde dünyada meydana gelen darbelere bakın ne görüyorsunuz?
Hemen hepsinde ABD’nin iktidara geldiğini…

Eğer bir ülkede halk ulus devlet yanlısı bir partiyi seçerse ki, bu aynı zamanda ulusal ekonominin canlandırılması…

Yabancı ülkelere olan bağımlılığın azaltılması ve ulusal kaynakların falan da millileştirilmesi anlamına gelir…
Bir başka deyişle de emperyalizmin ülkeden kovulması…

Emperyalizm böyle bir duruma düşmeyi asla istemez…

İşte böyle bir durumda emperyalizm çıkarlarını korumak amacıyla ortaya çeşitli söylentiler ve yalan haberler yayar ki kitle iletişim araçları neredeyse onların kontrolündedir…

Böylece bir kısım insan da kandırılarak desteği alınır ve darbe için gerekli koşullar hazırlanır…

Sonuçta emperyalizmin istediği bir askeri yönetim işbasına gelir
Askeri dönem uzun sürer mi bunu elbette koşullar tayin eder ama amaç kısa sürede iktidarı sözde sivil görüntüsü ardındaki emperyalizm işbirlikçilerine devretmektir.
Yani emperyalizmden bağımsız bir darbe olmaz, olamaz…

İşte seçim gibi işlere doğrudan müdahale edemediği için bizim gibi ülkelerin
NATO gibi örgütlere alınmasının amacı da budur…

Yani ilgili ülkenin askerini kontrol altında bulundurmak
Ama son yıllarda iş yani darbenin oluş şekli değişti…

Son yıllarda başta bölge ülkeleri olmak üzere birçok ülkede örneklerini yaşamaktayız…
Hani yumuşak güç falan deniyor ya işte o şekilde yapılmaktadır…
Elbette büyük bir medya gücünü de ellerinde bulundurunca halka doğruyu yanlış, yanlısı da doğru olarak göstermeleri de haliyle mümkün olmaktadır…

Şimdi size bir soru :

    Ülkemizde işbasında, ABD yanlısı, üstelik bölgede BOP eşbaşkanlığı sıfatıyla onun tetikçiliğine soyunacak kadar ulusal kimliğinden vazgeçmiş ve bu görevi de canla başla, ülkenin kan gölü olması pahasına yerine getirmeye hazır bir yönetim varken… ABD neden darbe yapsın ki…

Elbette böyle bir şey mümkün değil.

Burada herkesin şaşkınlığının asıl nedeni, darbelerin hala eski yöntemle yapılacağını sanmalarıdır ki aslında değil. Günümüzde darbe, emperyalizmin şok operasyonlarıyla uygulanmaktadır ve bir de demokrasiyle…

Hem ordunun yaşadığımız sürece kolayca uyum sağlamasının ip uçlarını burada çok rahatça görebilmekteyiz…

Şimdi bizden bölgede ABD adına nasıl bir model ülke olmaz isteniyor?
Sınırları çok belli olmayan, aslında önemli de olmayan, etnik ve dinsel kimliklere ayrışmış bir ülke… Bunu karşısında ülkede hangi güç bulunmaktaydı… Hiç lafı cimi yok, Ordu… Ordu yaptığı açıklamalarla sürekli olarak ulus kimliğine ve üniter yapıya sahip çıkıyordu…

Sonra, AB…

Tüm müzakere belgelerinde, ilerleme raporlarında görüleceği üzere eğer Türkiye AB’ye girmek istiyorsa Ordu’nun mutlaka sivil otoritenin emri altına girmesini ve siyasete bulaşmaması adına da ulus kimliğini korumak ve üzerine titremekten vazgeçmesini istedi…

Ne zaman mı?

Neredeyse son 6–7 yılın ilerleme raporlarını okuyun hepsinde…
Yani ulus kimliğimizin ve devletimizin yıkılmasında AB süreci başrolü oynamaktadır…

Bu arada unutmadan;

Bu Balyoz yalnızca bir grup askere inmiyor

Asıl balyoz ulus devlete ve kimliğe inmektedir…

Nusret KEBAPÇI
(27–09–2012, bize ulaşması 7.10.12)

İŞÇİ PARTİSİNE KİTLESEL KATILIM

İŞÇİ PARTİSİNE KİTLESEL KATILIM

Levent Kırca: “Bu rozet kalbime takıldı”

Ali Serdar Bolat, 6 Ekim 2012

1700 önder, 1700 yeni üye, “Yeniden Atatürk Devrimi için birleşiyoruz!” dediler.

Sizler Ergenekon’da demirleri eriten, kayaları yaran demircilersiniz.”

Ankara Yenimahalle Belediyesi Nazım Hikmet Kültür Merkezi 6 Ekim 2012

    Yeni üyelerden bir kesit:

Muazzez İlmiye Çığ (Sümerolog, Son Sümer Kraliçesi)
Oktay Akbal (Gazeteci-yazar)
Fikret Otyam (Gazeteci-yazar)
Levent Kırca (Tiyatro sanatçısı)
İlyas Salman (Sinema sanatçısı)
Celile Tolon (Tiyatro sanatçısı)
Ahmet Nergiz (Ressam)
Tansu Bele (Öykü yazarı)
Sarper Özsan (Kompozitör-1 Mayıs Beste ve söz yazarı)
Defne Ilgaz (Müzisyen)
Suzan Aksoy (Tiyatro sanatçısı)
Prof. Dr. Özdemir Nutku (Dokuz Eylül Ü. Güzel Sanatlar Fak. Eski Dekanı)
Prof. Dr. Tülin Onat (Ressam)
Prof. Dr. Tülin Oygün (Gazi Üniversitesi E. Rektör yrd.)
Prof. Dr. Göksan Soner
Prof. Dr. Kaya Özsezgin
Prof. Dr. Gürbüz Çelebi (Ege Ü. Tıp Fak. Biyofizik E. Bşk.)
Prof. Dr. Arslan Akgünlü (Ege Ü. Diş Hh. Fak. Eski Dekanı)
Ziya Birol (Yeni Parti Gen. Bşk. Yardımcısı)
İbrahim Aksoy (Petrol-İş Sendikası E. Başkanı)
Emin Dağ (CHP Tekirdağ Gençlik Kolları Bşk. Yrd.)
Bayram Özaslan (İskenderun İsdemir Emekli ve Çalışan İşçiler Derneği Başkanı)
Ahmet Cengiz Aycan (E. Tuğgeneral)
Haşim Okan Tansev (E. Albay)
Feridun Balatoğlu (E. Albay)
Hüseyin Alphan Tepici (E. Albay)
Mahmut Naim Şimşek (E. Albay)

********************
Törende yapılan konuşmalardan bir kesit:

Levent Kırca:

“Partiye kimsenin çağırmasını beklemeden kendim geldim, yürüyerek değil koşarak geldim

Demin yumruklarımızı kaldırdık. Bu yumruklar böyle havada kalmayacak.
Birilerinin başına inecek. Ant içiyorum.

Bu rozet ceketimin yakasına değil, kalbime takıldı.

Perinçeklere nispet ben de oğlumla geldim. Ve daha pek çok oğul getireceğim.
Ben İşçi Partisi’ne sadece sanat birikimimi getirmedim.
Ben buraya işçilik yapmaya, gerekirse tuvalet temizlemeye geldim.
Herkesi İşçi Partisi’ne çağırıyorum. Hepinizi bekliyoruz.
Başımızın üstünde yeriniz var”

    ********

    Türkiye Komünist Partisi eski üyesi İsmet Eyüboğlu:

    “Mustafa Suphilerin, Zeki Baştımarların, Karadeniz’in cefakar emekçilerinin selamlarını getirdim.
    Nereye geldiğimin farkındayım. 150 yıllık devrim birikiminin partisi burası

    ********

    Doğu Perinçek’in mesajı:

    Milletler büyük zorlukları kahramanlarıyla yenerler.
    Sizlere buradan sesleniyorum: Kahramanlar öne çıksın!
    Buradan görüyorum, hepiniz öne çıkıyorsunuz.
    Sizler Ergenekon’da demirleri eriten, kayaları yaran demircilersiniz.
    Tarihsel görevinizin bilincindesiniz. Sorumlusunuz. Size güveniyorum.
    Halkımıza önderlik görevini başarıyla yerine getireceksiniz.”

    Devrim kaçınılmazdır.

      Hepimiz Kemalist devrimi başaracağız.
      Devrimin yiğitleri, öncüleriyiz.
      Gecemizi gündüzümüze katarak çalışacağız.
      Haydi aslanlar, haydi kahramanlar.
      Halkımıza güveniyoruz.
      Türkiye’mizi Haçlı emperyalizminden kurtaracağız.
      BOP Eşbaşkanlığının diktasını yıkacağız.

      Türkiye’mizi böldürmeyeceğiz, milletimizi birleştireceğiz. ”

    ********

    İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey:

    İşçi Partisi, 68 gençlik hareketinde, 15-16 Haziranlarda, Kanlı Pazarlarda, Alibeyköy işçi yataklarında, Demirdöküm direnişlerinde, Ödemiş-İzmir, Adapazarı-İzmit uzun yürüyüşlerinde, 1 Mayıslarda, Maraşlarda, 2 Temmuzlarda vurula, yakıla, Söke Pazarcık köylerinde, toprak işgallerinde, 12 Mart – 12 Eylül zindanlarında, Ziverbey Köşklerinde, Mamaklarda, işçi sınıfının 89 Bahar eylemlerinde, Zonguldak – Ankara Büyük Madenci yürüyüşünde, Bismil Cumhuriyet Köyü’nde, Ermeni Soykırım yalanına karşı Lozanlarda, Berlinlerde, Parislerde, Ergenekon Balyoz tertiplerinde, özelleştirme saldırısına karşı Tekellerde, Sümerbanklarda, Kıbrıs davasında Denktaş’la birlikte, Cumhuriyet mitinglerinde, büyük mücadelelerde inşa edildi!

      40 yıldır sınanan, cesur ve dayanıklı önder kadrolarıyla, sağlam örgütleriyle, fedakârlıkla yarattığı araçlarıyla, gözünü budaktan sakınmayan gençliğiyle ve milleti birleştirmeye yönelik çözümleri ve yaptığı işlerle bugünler için inşa edildi! Bugün İşçi Partisi ile karşılaştırabileceğimiz ikinci bir örgüt yoktur!

Alevilerin EŞİT YURTTAŞLIK MİTİNGİ Ankara’da yapıldı..

Alevilerden ‘Eşit yurttaşlık’ mitingi

Alevi Dernekleri Federasyonu (ADF) ve Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) öncülüğünde Alevi vatandaşların katılımıyla Sıhhiye Meydanı’nda ”Laik, demokratik Türkiye için eşit yurttaşlık” mitingi düzenlendi.

Alevi vatandaşların düzenlediği “laik, demokratik Türkiye için eşit yurttaşlık” mitinginde binlerce kişi bir araya geldi.

Ankara Sıhhiye meydanında yapılan miting EŞİT YURTTAŞLIK temalı idi.

Türkiye’nin çeşitli illerinden gelen, yurttaşlar, sabah saatlerinde Ankara Garı önünde toplandıktan sonra Sıhhiye’ye doğru yürüyüşe geçti. Ellerinde

– “Cemevleri ucube değil ibadethanemizdir”,
– “Zorunlu/sorunlu din derslerine hayır”,
– “Laik; demokratik cumhuriyet”,
– “Savaşa hayır”,
– “Yalnızca vatan değil evladım da sağolsun”

şeklinde pankart ve döviz taşıyan binlerce kişinin meydana ulaşmasıyla başlayan mitinge,
bazı siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları da destek verdi.

Aralarında İlhan Cihaner, Hüseyin Aygün, Veli Ağbaba, Aylin Nazlı Aka ve Musa Çam‘ın da bulunduğu bazı CHP’li milletvekilleri, BDP Muş Milletvekili Demir Çelik, CHP genel başkan yardımcıları
Nihat Matkap ve Gökhan Günaydın, KESK Genel Başkanı Lami Özgen ve Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık’ın da katıldığı mitingde, Sol Açık ve Çarşı taraftar gruplarının bazı üyeleri de yer aldı.

Miting, Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini Veliyettin Ulusoy’un sözleriyle başladı

Alevi Dernekler Federasyonu Genel Başkanı Hüsniye Takmaz, Alevileri tehdit olarak gösteren zihniyetin son 10 yılda kendini daha çok hissettirmeye başladığını savunarak;

Türkiye’de tek inançlı ve tek mezhepli zihniyet doğrultusunda tek tip insan yetiştirilmeye çalışıldığını ileri sürdü.

Kimsenin inancıyla sorunları olmadığını belirten Takmaz, aydın ve çağdaş sünni vatandaşları da yanlarında görmek istediklerini söyledi.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın TBMM’nin üzerinde bir kurum gibi çalışmasını asla kabul etmiyoruz.”

ifadesini kullanan Takmaz, laik ve demokratik bir hukuk devletinde fetvalar olamayacağını,
milyonlarca Alevi vatandaşın yok sayıldığını iddia etti.

“4+4+4” eğitim sistemini “4-4-4=0” olarak niteleyen Takmaz,

birçok seçmeli dersin “öğretmen yok, sınıf açılamaz” denilerek seçtirilmediğini ileri sürdü.

Takmaz, “Bizim, Kur’an-ı Kerim ya da Hazreti Muhammed’in hayatıyla derdimiz yok. Hazreti Muhammed döneminin devrimcisiydi. Türkiye’de Hazreti Muhammed’in hayatını anlatabilecek bir yiğit var mı? Bunlar anlatsa anlatsa Muaviye’nin hayatını anlatır.” diye konuştu.

Takmaz, Türkiye’nin “haksız bir savaşın” içinde yer almasına istemediklerini de dile getirdi.

‘Zorunlu din dersini kaldıran bir anayasa hepimizin ihtiyacı’

Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Selahattin Özel de, hükümetin çözeceğiz dediği her konuyu eline, yüzüne bulaştırdığını iddia ederek Alevi çalıştayları ardından Alevi düşmanlığının arttığını, evlerin işaretlenmeye başlandığını söyledi.

Türkiye’nin Alevi-Sünni diye bölündüğünü savunan Özel;

nefret tohumları ekenlerin nefret biçeceğini ifade etti. Özel, “Hükümet ile bürokrasi kendileriyle ilgili sorunları çözmek yerine Alevilerin halletmesi gereken iç sorunlara müdahil olmaya kalkıp, Alevilerin kendilerini nasıl tanımlaması gerektiğini belirlemeye kalkıyor, cemevlerinin ibadethane olup olmadığına kendileri karar vermek istiyor, kendilerine düzmece muhatap yaratmaya çalışıyorlar. Bundan vazgeçin.” diye konuştu.

Suriye’de yaşanan olaylardan yola çıkarak Alevi ve Sünnilerin karşı karşıya getirilmek istendiğini söyleyen Özel, savaş çığırtkanlığı yapılmamasını ve savaşa karşı durulmasını istedi.

Sanatçılardan destek

Konuşmaların ardından sahneye çıkan Arif Sağ, Musa Eroğlu ve Yavuz Top da sazlarıyla ve türküleriyle vatandaşlarla bir araya geldi. Sivas’ta hayatını kaybeden Muhlis Akarsu’nun anısına da sahneye üzerinde Akarsu’nun fotoğrafı ve sazın bulunduğu bir sandalye yerleştirildi.

Mitingde aralarında Arif Sağ, Belkıs Akkale, Cahit Berkay, Derya Alabora, Edip Akbayram, Eşber Yağmundereli, Fazıl Say, Halil Ergün, Hüseyin Turan, İlyas Salman, Kerem Alışık, Menderes Samancılar, Musa Eroğlu, Onur Akın, Selda Bağcan, Tarık Akan, Suavi, Tuncel Kurtiz, Volkan Konak, Yaşar Kemal ve Yavuz Bingöl‘ün de bulunduğu sanatçı ve yazarların imzaladığı deklarasyon da okundu.

Sanatın gücünü unutmadan birleşmeli ve beraberce yan yana durmalıyız.” denilen bildirgede,
mitingin önemsendiği ve desteklendiği belirtildi. Sahneye çıkan sanatçıların

Uzun ince bir yoldayım“ın da bulunduğu bazı türkülerin seslendirilmesi ardından miting sona erdi.

Arama noktasında gerginlik

Mitinge katılmak üzere alana gelen bir grup, polisin aramasına tepki göstererek polis barikatı yıkarak alana girmek istedi. Polisle grup arasında yaşanan arbedede bazı polisler yere düştü. Polisin biber gazıyla müdahale ettiği olay sırasında, bazı miting görevlileri de gruba engel olmaya çalıştı.

Çok sayıda vatandaşın katıldığı mitinge çevre illerden gelenleri taşıyan otobüsler, Celal Bayar Bulvarı üzerinde uzun kuyruklar oluşturdu. Havanın sıcak olması nedeniyle mitinge katılanların bir kısmı Sıhhiye Köprüsü altında durdular. Çok sayıda polisin görev aldığı miting alanı, etkinlik süresince polis helikopteri ve yakındaki binaların çatılarındaki keskin nişancılar tarafından da gözlendi.

Alevi-Sünni hiç fark etmez herkes destek olmalı!

(Basın ve Cumhuriyet portalı, 7 Ekim 2012)

Tekirdağ Rakısının sırrını bilir misiniz ??

“Tekirdağ Rakısının sırrını bilir misiniz?”

Birden hocanın bu sorusunu duyunca herkes şaşırdı. Üniversitede, “üretim yönetimi” dersindeydik.
Konu “6 Sigma” Dersin ortasındayız ve hepimizin içi bayılmış. Ama rakı lafını duyunca bir anda uyandık ve herkes rakı hakkında bilgisini konuşturmaya başladı.

Biri “Yaş üzüm” diye atıldı.
Kimi “Tekirdağ’ın havasından” dedi.
Öteki “artezyen suyundan” dedi.
Bense “Tekirdağ Rakısı” nedir bilmediğim için ağzımı bile açmadım.
En sonunda hoca herkesi susturup anlatmaya başladı:

“Tekirdağ rakı fabrikasına zamanında yeni bir müdür atanmış. Müdür daha fabrikaya gelmeden, ne kadar suratsız bir adam olduğuna dair söylentiler ulaşmış. Herkes yeni müdürün ne kadar geçimsiz, ne kadar sinirli bir adam olduğunu konuşur olmuş. Müdür gelince ilk iş, tüm yönetim takımını toplanmış fabrikayı gezmeye başlamış. Müdür gezerken tek bir laf bile etmemiş. Ama asık olan suratı asıldıkça asılmış. Böylece söylentilerin doğru olduğu anlaşılmış.

Gezinin sonunda yeni yetme bir mühendis:

-Beğendiniz mi efendim? diye sormak gafletinde bulunmuş.
Müdür önce sert bir bakış atıp

-Ben bu fabrikanın nesini beğeneyim? diye kükremiş.

Mühendis iki büklüm olmuş, sorduğuna soracağına pişman, sinmiş bir köşeye. Müdür buna daha da sinirlenmiş. Yanında artık varil mi, paket mi ne varsa tekme atıp devirmiş. Herkes korkmuş şaşırmış, kimseden ses çıkmamış. Neyse ki müdür yardımcıları aklı selim adamlarmış. Ertesi gün kendi aralarında toplanıp“Fabrikayı nasıl düzeltiriz” diye plan yapmaya başlamışlar. Gördükleri her eksiği gidermişler.

Birkaç ay içerisinde fabrika iki katı verimle şekilde çalışır hale getirmişler. Sonunda müdürün yanına çıkıp “Gelin fabrikayı bir daha gezin, efendim” demişler. Bu sefer tüm birimler çok düzgün çalışıyor, hiç bir yerde sorun yok. Herkes pür dikkat görev başında. Ama yeni müdür rahat durmamış. Paketleme yapılan alana gelince durmuş. Paketlerden birini açıp, içinden bir rakı şişesi çıkarmış. Kapağını açıp koklamış, koklayınca yüzünü ekşitip, rakıyı yere dökmeye başlamış. Tüm amirler, usta başları, işçiler şok.

-Efendim neyi beğenmediniz? diye soracak olmuşlar.

-Bu rakının beğenilecek nesi var? diye kükremiş müdür.

Herkes sus pus.Ertesi gün yine tüm fabrika panik. Müdür yardımcıları yine toplanmış, çağırmışlar usta başlarını sormuşlar “Rakıyı nasıl iyileştiririz?” diye. Biri demiş “Şebeke suyu kullanmayalım. Kloru fazla.” Öbürü demiş “Anasonu çok keskin.” Bir başkası demiş “Yaş üzüm kullanalım.”

Aylar boyu uğraşıp rakıyı yenilemişler. Yine müdürü alıp tekrar fabrikayı gezdirip yaptıkları yeniliklerden bahsetmişler. Paketleme yapılan yere gelince durup, bir rakı açıp ikram etmişler. Müdür durmuş. Önce şişeyi alıp evirip çevirmiş. Sonra sunulan bardağı alıp biraz içmiş. Tabi o içerken herkes pür dikkat bakıyor, ne diyeceğini merak ediyormuş. Sonunda yine yapacağını yapmış “Bu rakının nesi güzel?” diye bağırıp, elindeki şişeyi yere boşaltmaya başlamış.

Birden yaşlı bir usta başı dayanamayıp “Döktürmem ben sana rakımı” diye atlamış. Müdürün elinden kapmış şişeyi.

Herkes şaşkın bakarken de usta başı, “Ne demek nesi güzel. Sen rakıdan anlamıyor musun?” diye bağırmış. Etraftakiler bir yandan “Ne yapsak yaranamıyoruz” diye ustabaşına hak veriyorlar, öte yandan müdür kızacak diye korkuyorlarmış. Müdür ustabaşına bakmış. Herkes bağırıp çağırmasını beklerken o sakin sakin
“Ben rakıdan anlamam” demiş. “Ben insandan anlarım. Yaptığınız işi o kadar kötüledim, şimdiye kadar içinizden biri çıkıp sahiplenmedi. Demek ki aslında kimse ortaya çıkan işi savunacak kadar beğenmiyordu. Ama şimdi bu şişeyi çocuğunmuş gibi sahiplendin” demiş.

Hoca hikâyeyi anlatmayı bitirip durdu. Sonra da şöyle bir öğüt verdi :

“Bir gün bir fabrikanın başına geçecek olursanız, ürettiğiniz cansız nesneyi değil, onu üreten insanı yönetin. Siz şişenin içindekinden hiç anlamayabilirsiniz; merak etmeyin onu üreten onu nasıl mükemmel yapacağını bilir. Emeğe saygı gösterin…”

İşte Tekirdağ Rakısının sırrı, o şişeyi sahiplenip, içindekini efsane haline getirmesini bilenlerdedir.

*******************************

RAKI ÜZERİNE…

Bu meret
öyle bir merettir ki,
acıyla içilir,
tatlıyla içilir,
neşeyle içilir,
ağlayarak içilir,
kavunla içilir
peynirle içilir,
yemekle içilir,
mezeyle içilir,
suyla içilir,
susuz içilir
sodayla içilir,
şalgamla içilir.
Amma…
salaklarla içilmez.

Nâzım Hikmet Ran

KİMİ SEVSEM SENSİN

KİMİ SEVSEM SENSİN

ATTİLA İLHAN

her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin / hayret
kapıların kapalı girilemiyor
* * *

kimi sevsem sensin / senden ibaret
hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin / hayret
in misin cin misin anlamıyorum..

ADNAN BİNYAZAR : Yaşlandıkça gençleşmek

ADNAN BİNYAZAR

binyazar@gmail.com

Yaşlandıkça gençleşmek

Yaşlılığa, yaşamın nice engebeleri aşıldıktan sonra varılıyor. Kendini her an var etme çabası gösterenlerin, yaşlılık denen olgunluklara hangi aşamalardan geçilerek erişildiğini Konfüçyüs yüzyıllarca önce düşünmüş: “On beş yaşımda kendimi öğrenmeye verdim. Otuz yaşında irademe sahip olabildim. Kırk yaşında seziş yoluyla kavradım. Yetmiş yaşında doğru olan şeylere zarar vermeden, kalbimin isteklerini yerine getirebildim.”

Orhan Veli Kanık “Her şey birdenbire oldu.” dese de, hiçbir şey birdenbire olmaz. Ayrımına varalım varmayalım, her değişim, bir oluşum sürecinin ürünüdür; onu birdenbire algılayıp gören, biziz, sezgisel çağrışımlarımızdır. Her oluşumun tözünde toprak, hava, su; onların kaynaşımı var. Ağacın tözü tohum, tohumdan fidan, fidandan gövde, gövdeden dallar, dallardan tomurcuklar, tomurcuklardan çiçekler; elmalar, armutlar, erikler, vişneler, kirazlar…

Toprağın dibinden birdenbire fırlayıp günışığına tırmanan bir tek dal, ince boyunlu bir çiçek gören var mı? Cahit Külebi “Aşk da yeşeren otlara benzer, / Günü saati bilinmez.” diyor. Şair sözüdür; elbette bir hikmeti vardır. Oysa aşk, insana anların bağışladığı bir duygudur. Günü de saniyesi de “nano anı” da bellidir. Varoluş sürecini düşünelim; görünenler ya da hayalde yaratılanlar; gelişim, zamansızlığın dışında oluşmaz.

Konfüçyüs’e dönelim; önce “kendini bilme”nin tek yolunun öğrenmek olduğunu öğreniyor. Ardından, iradesini sezişiyle kavrama bilincine eriyor. Ancak bilgini kılavuzluğuyla, doğru şeylere zarar vermeden kalbinin isteklerini yerine getiriyor. İnsanın kişilik topografyası böylece oluşuyor.

Anlamını kavrayana, hayatın her anı, varoluşuna cevahir değerinde yapı taşları yerleştirme sürecidir.

Cicero;

“Bir yanıyla yaşlı sayılabilecek olan gençleri sevdiğim kadar, gençliğinden bir şeyleri koruyabilmiş olan yaşlıları da severim. Bu yolu tutabilen kişinin gövdesi yaşlansa da kafası her zaman genç kalacaktır,” sözünü kaç yaşında söylemiş olabilir?..

Sanat, bilim gibi yaratıcı üretimleriyle hayatı yaşanır kılanlar, “doğum-evlenme-ölüm” süreçlerinden oluşan ömür ağacının son aşamasını sezgileri, bilgileri, mantıklarıyla algılayıp, insanın dünyadaki konukluğunu onurlandırmışlardır. Yaşamlarını anlamlı kılanlar, bu onurdan beslenmesini bilenlerdir. Köşelerine çekilip kendilerini zamansal sürecin gidişine kaptırmayan nice yaşlı tanıdım. Ağızlarından çıkan her sözle, kişiyi güzelliğin yolunu açıyorlardı. Ellerinden kalem düşmüyordu, kulaklarını güzelliğin sesinden ayırmıyorlardı, önlerinde palette binlerce renk arasından güzelliğin renklerini bir araya getiriyorlardı.

Thomas Mann’ın deyimiyle, “insanda yaş ölçüsünün ruhsal gençliğe” bağlı olduğu bilinciyle, onlar yaşlılıkta gençliklerini yaşıyorlardı.

Öyleleri de vardı ki, köşelerine çekilip ölümü bekliyorlardı. Oysa hangi koşulda olursa olsun, her canlı, varlığını sürdürme savaşı içindedir. İnsansa, yaratma yeteneğini işlevsel kılarak varoluşunu sürdürme bilincine eren tek yaratıktır. Araçlar yaparak, onunla yetinmeyip yaptığını geliştirerek, aklının bir kıvılcımlanmasını daha eyleme geçiriyordu. O nedenle, yaratıcılığı göz önünde bulundurulan insanın yaşam sürecini çocukluk-yetişkinlik-yaşlılık gibi evrelerle belirlemeye gerek kalmıyor. O, bu eylemiyle insanlığın değerbilir belleğinde zaman üstü bir kimlik kazanmıştır.

Bu bağlamda, Kafka’nın şu sözü, yaşlılık saplantısıyla ruhunu eylemsizliğe sürükleyip kötümserliğin tuzağına düşenlere sanırım gençlik aşısı olacaktır:

Güzellikleri görme yeteneğini yitirmeyenler hiçbir zaman yaşlanmazlar.” (Cumhuriyet Pazar eki, 7.10.12)