Dostlar, Sayın Av. Ertuğrul L. Kazancı’yı site okurlarımız iyi tanırlar. Arada bir Cumhuriyet’in 2. sayfasında çok değerli irdelemeler yazar. Derinlikli, ufuklu, nitelikli birikime ve kalem ustalığına dayalı.. Damıtılmış, özgün ve de kendine özgü bir Türkçe ile.. (Yılların Edebiyat öğretmenliğinin de katkısıyla..) Kendileriyle ADD yönetiminde 2004-2006 arasında Genel Başkanlık dönemlerinde birlikte çalıştık (biz Gn. Bşk. Yrd. idik, zaman zaman da kendilerine vekalet ettik..) O’ndan öğrenmeyi sürdürüyoruz.. “Atatürkçülük İdeoloji midir?” sorusunu irdelemekte ve “Elbette ideolojidir!” sonucuna varmakta. Sevgi ve saygı ile. Dr. Ahmet Saltık ======================== Atatürkçülük İdeoloji midir? |
Günlük arşivler: 8 Ekim 2013
Musa Kart çizimi : Alfabeye eklenen Q – X – W harfleri
Musa Kart çizimi : Alfabeye eklenen Q – X – W harfleri
Cumhuriyet, 5.10.13
Eskişehir valisi, “Oğlum İsmail…” diye başlayarak e-ileti ile bir gazeteciyi tehdit eder..
Başbakan RT Erdoğan ise “İyi bir arkadaşımızdır..” diye zırvayı tevile çalışır..
Ata sözü : Zırva tevil götürmez..
Demokrasinin gereği dileğimiz : Vali hakkında soruşturma açılmalı, “soruşturmanın selameti” bakımından Başbakanın iyi arkadaşı bu kamu görevlisi açığa alınmalıdır..
AKP’nin ileri demokrasisi ile yönetildiğimizden, Başbakan RT Erdoğan bu haddini bilmezi ister asmalı ister kesmelidir..
Not : Birkaç yıl önce bir 23 Nisan töreninde Başbakan RT Erdoğan,
koltuğuna oturttuğu ilkokul öğrencisi kız çocuğuna aynen,
- “Artık Başbakan sensin, ister asar ister kesersin..” buyurmuşlardı.
Sevgi ve saygı ile.
08..10.13, Ankara
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
Erdoğan Teziç : ‘Hukuk dışı çözüm’
‘Hukuk dışı çözüm’
Prof. Dr. Erdoğan TEZİÇ
Erdoğan Teziç, kamuda türbanı serbest bırakma planının yargı kararlarıyla çeliştiğine dikkat çekti
‘Hukuk dışı çözüm’
* Hükümetin önerdiği seçim sistemi değişikliklerinin kamu yararı için değil, siyasi amaçlı olduğunu belirten anayasa profesörü Erdoğan Teziç, türban sorununun çözümü için geliştirilen formülün de hukuk dışı olduğunu söyledi.
‘Usul esası belirler’ diyen Teziç, ‘’Bu paket hazırlanırken muhalefet ile görüşülmesinde isabet vardı’’ diye konuştu.
Eski YÖK Başkanı, anayasa profesörü Erdoğan Teziç, demokratikleşme paketinde
yer alan seçim sistemi önerilerinin hiçbirinin kamu yararı amacı taşımadığını söyledi.
Teziç, kamuda türban düzenlemesinin de hukuk dışı olduğunu vurguladı.
Prof. Dr. Teziç, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı yeni demokratikleşme paketine ilişkin şu saptamalarda bulundu:
Usul esası belirler : Hukukta usul esası belirler. Bu paketin açıklanması aşamasında usulün de eğer paket demokratik içerik taşıyacaksa demokratik biçimde olması lazım. Başka bir deyişle bu paket hazırlanırken muhalefet ile görüşülmesinde ya da liderler düzeyinde bir görüşme yapılmasında isabet vardı.
Baraj tartışması : Bugüne kadar hiçbir siyasi parti iktidardayken, parlamento çoğunluğu elindeyken kendi aleyhine olabilecek bir seçim sistemini önermemiştir, önermez.
O bakımdan bu konuyla ilgili öneriler kamu yararına dönük değil, tamamen siyasi amaçlı.
İki millet olgusuna kapı açılır: Eğitim dediğimiz şey, çok erken yaşta vatandaşlık ve
yurttaşlık bilincinin verilmesini de içerir. Eğer anadilinde eğitim diyorsanız, o zaman siz bütün dersleri başka dilde vereceksiniz ki, burada gündemde olan Kürt dilinin eğitim dili olarak verilmesi; O zaman soru şu :
siz anadili olarak Kürtçe okutulurken, hangi vatandaşlık ve yurtseverlik bilincini vereceksiniz? Siz iki farklı dille eğitim sürecini başlatırsanız, iki farklı millet olgusuna da kapıyı açmaya başlarsınız.
Parası olmayan Kürt ne yapacak? Özel okulda anadilinde eğitim konusu beni çok şaşırttı. Bu düzenleme, özellikle parası olan, varlıklı Kürt kökenliler için geçerli olacak. Peki, ‘fakirler ne olursa olsun’ mu denilecek?
Türban çözümü :
- Türban konusu hukuk bir kenara bırakılarak fiilen çözülmek isteniyor.
Çünkü bu konuyla ilgili Anayasa Mahkemesi kararları var, onlar duruyor.
Bugünkü ortamda öyle anlaşılıyor ki, bunu fiilen çözme yoluna gidiliyor.
Andımız Var…
Bekir COŞKUN
ANDIMIZ VAR…
İstediğin kadar yasakla…
Önlenemez…
Andımız var…
İsim vermek de gerekmez…
“Seni izleriz” dediğimiz zaman, kimi izlediğimizi bilirler…
“İlkemiz” bellidir…
“Ülkümüz” belli…
Sevdamızdır…
Sesimiz kesilse…
Dudaklarımız kıpırdadığı zaman anlarlar…
O’dur…
Dudaklarımızı yasaklasan, gözlerimize bak…
İki damla mı süzüldü?..
İkisi de o…
Niçin yasaklarsın?..
“Türküm, doğruyum, çalışkanım” nerene battı?..
Neresi seni rahatsız etti?
“Türküm” kelimesi, değil mi?..
Eeee…
Türk, Kürt milletvekilleri yemin ediyorsunuz ya…
Bak o yemine…
İçinde “Büyük Türk milleti” yok mu?..
Var…
Yani kırmızı koltuklara oturmak, bol kepçe maaşları cebe indirmek için gerekli olan
o yemini ederken “Türk milleti” demekte bir sakınca yok…
Koca adamlar yemin ederken batmadı da bacak kadar çocuklar ant içerken mi battı?..
- “İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir” desen…
Neyine uymadı bu?..
Ama ilk yarısına bölücüler karşıydı, çünkü içinde “Türk” var…
İkinci yarısına dinci karşı, çünkü içinde “Atatürk” var…
O kadar…
Göreceksin…
Bizim çapulcular meydanlarda çocuklar adına el ele tutuşup eski günlere dönüp okumaya başlayacaklar…
Silemezsin…
Yasak dinlemiyor büyük sevdalar…
Aydınlık bir yüz, kımıldayan bir dudak, ıslak bir çift göz görürsen…
Anla…
Andımız var…
LAİKLİK ULUSLARARASI GÜVENLİK KONSEPTİDİR
LAİKLİK ULUSLARARASI GÜVENLİK KONSEPTİDİR
Baba 16 yaşındaki kızını odaya hapsediyor, ardından muhalifler olarak adlandırılan gerçekte ise dört dörtlük terörist olan Suriyeli isyancıları odaya çağırıyor ve insan kılığındaki bu vahşi yaratıklar masum kıza dönüşümlü olarak tekrar tekrar tecavüz ediyorlar. Baba kızına bunun
cihat olduğunu ve cennete gideceğini anlatıyor.
Kızın annesi bile kızına “Bu konuyu başkalarına anlatırsan seni öldürürüm.“ diyor ve
“Yakın köylere cihat nikahı için gideceğini “ söylüyor.
Bir nevi fahişelik
Bazı ülkelerinden gönderilen Müslüman genç kızların Suriye’de savaşan teröristlere sunulduğu dünya basınında sıkça yer alıyor. Hatta çok sayıda Tunuslu genç kızın Suriye’ye cihad nikahı adı altında teröristlerin cinsel ihtiyaçlarını gidermek için gönderildiğini Tunus Müftüsü Şeyh Osman Batih bizzat açıklıyor ve bunun
“Bir nevi fahişelik olduğunu“ ifade ediyor.
- Yine Suriye’de bir genci aynen kurbanlık koç gibi yere yatırıyorlar ve
tekbir sesleri arasında bıçakla boğazını kesiyorlar.
O kadar vahşice ve acımasızca ki, tamamını seyredebilmek mümkün değil.
Bir düşünün aynı durumda kendinizi veya bir yakınınızı!
Görüntüler hala youtube’da var, eğer psikolojim bozulmaz diyorsanız izleyebilirsiniz.
Tekbir sesi
Geçende bir dostum “Artık ne zaman bir tekbir sesi duysam, kimi boğazlıyorlar, hangi masum insanları katlediyorlar ve nereyi havaya uçuruyorlar diye düşünür oldum.“ dedi.
Sevgi, merhamet, yücelik ve kutsallık ile yan yana gelmesi gereken Allah’ın adının anılması bakın neleri anımsatır hale gelmiş. Peki, bunun sorumlusu kim?
Kendine Müslüman diyen ama esasında Müslümanlıktan zerre kadar nasibini alamamış zavallılar değil mi?
Sivas’ta insanları diri diri yakanlar, Kenya’da alışveriş merkezinde insanları
çoluk çocuk kurşuna dizenler, Suriye’de her türlü vahşiliği yapanlar Müslüman değil mi?
Ölü seviciliği
Suudi Arabistan’da kadının tek başına araba kullanmasını fahişelikle eş değer görenler, Mısır’ında sübyancılığı ve ölü seviciliğini yasallaştıranlar da Müslüman.
11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerini vuran uçakların Müslüman pilotları, vuruş anından 2 dakika önce Allah’a kavuşacaklarını ve cennete gideceklerini sanıyorlardı. İşte bu düşünce ve bunun arkasındaki öğreti bu insanların her türlü melaneti yapmasına neden oluyor.
Bir arkadaşımdan alıntı yaparak daha önce bu köşede ifade ettiğim gibi,
“laiklik gerçekten uluslararası güvenlik konseptidir”. Laikliğin olmadığı,
laik eğitim ve öğretimin temeli olan eleştirel akıl ve bilim egemen kafanın yetiştirilmediği bir iklimde insanlar vahşi bir yaratık haline kolayca gelebilir.
Eğer din siyasetin, ticaretin ve toplumsal ilişkilerin bir aracı haline getirilirse
oradan ne barış çıkar, ne de ahlak.
Laiklik aynı zamanda dinin ululuğunu ve kutsallığını da korur.
Sorumlu AKP
Bakınız Suriye’de halen devam eden ahlaksızlıkta ve vahşette ülke olarak biz başrolü oynuyoruz. Cihat nikahı için fahişelik yapmak üzere Suriye’ye gönderilen Müslüman kızların bir bölümü Türkiye üzerinden geçiyor. Bu ahlaksızlığa bırakın duyarsız kalmayı, ülke olarak katkı bile sağlıyoruz.
Bu ahlaksızlığı niye mi yapıyoruz veya yapabiliyoruz? Laik bir ülke olma yolundan saptığımız, laikliği aşındırdığımız ve Cumhuriyetimizin temellerini sarstığımız için. Ülkemizin bu hale gelmesinin sorumlusu ise laikliğe aykırı eylemlerin odağı olma suçunu işlediği mahkeme kararı ile tescillenen ve şu anda iktidarda olan AKP’dir.
Sorun kalın kafalılığımızda!
Erdoğan ve AKP’nin ülkemizi buralara getireceği çok belli idi.
Bence şu anda yaşadıklarımız bile iyi günlerimiz, daha büyük felaketler bizi bekliyor. Sorun bizim kalın kafalılığımızda ve kişisel çıkarlarımız için bu durumu görmezlikten gelmemiz ve duyarsız kalmamızdadır.
Laiklik özellikle ağırlıklı nüfusu Müslüman olan ülkeler için barıştır, güvenliktir, ahlaktır, etik değerlerdir, şereftir, onurdur, insan haklarıdır, eşitliktir ve haysiyettir.
Saygılar sunarım.
2.10.13
Müslüman Ülkeler ve Aydınlanma Felsefesi
Müslüman Ülkeler ve Aydınlanma Felsefesi
Dr. AYŞE ATALAY
Ortadoğu coğrafyasında Müslüman ülkeler dini, mezhepsel farklılıklardan dolayı sözcüğün tam anlamıyla birbirlerini boğazlıyorlar. Irak’ta, Suriye’de süregelen mezhepsel çatışmalar barbarlık boyutuna erişmiş bulunmakta. Müslüman dünyasında neden bir türlü barışa, dinginliğe, hoşgörüye, uzlaşıya erişilemiyor? Bu kin, bu nefret,
bu farklılığa olan kahredici hoşgörüsüzlük neden? Acaba bu durum Batı’nın yüzyıllar sonra bir dizi kargaşadan, kanlı savaşlardan sonra ulaştığı aydınlanma felsefesinin Müslüman coğrafyasına ulaşmamasının bir sonucu mu?
Felsefe; en başta soru sormaktır..
Ne? Neden? Kim? Niçin? Ne şekilde gibi bir dizi soru sormak ve bu soruların kökenine inmektir. Bu açıdan felsefe sorgulayıcıdır. İtaatkâr, boyun eğici değildir. Karşı çıkar, karşı argümanlar sunar, irdeler, sarsar. Bu bakımdan kurulu düzeni, statükoyu altüst edebilir. Aydınlanma felsefesi de bu açıdan bakıldığında ortaçağın skolastik düzenini sarsmıştır. Körü körüne inancın yerine aklı, özgürlüğü, bilimi; boyun eğmenin, biat etmenin yerine sorgulamayı ve son kertede başkaldırmayı içerdiğinden skolastik düşünce biçiminin karşısına dikilmiştir.
Bu durum ise dogmaların savunucularının ve bu dogmaların sayesinde yönetme yetkisini elinde tutanların sonu demekti ve bu açıdan bakıldığında da skolastik dogmalar statükoyu simgeliyordu.
İşte aydınlanma felsefesi, dogmanın karşısına özgür insan aklını koyduğu için skolastik düzeni (en azından uygar toplumlarda) büyük ölçüde ortadan kaldırdı.
O halde aydınlanma felsefesinin özünde ne yatıyordu? Aydınlanma düşüncesinin özünde özgür insan aklı ve buna bağlı olarak direnme ve başkaldırı hakkı vardır.
İşte büyük çoğunluğu Ortadoğu coğrafyasını oluşturan Müslüman ülkeler günlük yaşamda olsun, devlet-yurttaş ilişkisinde olsun felsefeyi, daha özel bir deyişle aydınlanma felsefesini kabul ettikleri dogmalara aykırı bulduklarından, kutsala sığınarak reddediyorlar. Bu reddediş ise yine kendilerine mezhep savaşı, iç savaş, daha çok kan, daha çok ölüm ve vahşet olarak geri dönüyor.
Oysa aydınlanma felsefesinin insan aklına tanıdığı özgürlük yanında insana kattığı bir başka değer de vardır. Bu da “kutsal”ın dokunulmazlığına, tartışılmazlığına karşı direnmek, kutsal, erişilmez olarak bellenen tabuları aklın sorgulayıcı, sarsıcı özgürlüğü içinde ortadan kaldırmaktır. Yani bir başka deyişle başkaldırıya meşruiyet kazandırmaktır. 21. yüzyılda Ortadoğu coğrafyasında çoğu şeriat kurallarına göre yönetilen, evrensel değerlerden uzak ülkelere baktığımızda aydınlanma felsefesinin özgür insan aklına eylemde tanıdığı başkaldırı hakkının bile ayırdında olmadıklarını görüyoruz.
- Bir toplumda ilerleme,
ancak ve ancak insan aklının özgür bırakılmasıyla sağlanır.
İnsan aklı ise düşünce üretir. Bu açıdan felsefesi olmayan toplumlar ya da yaşamın
her alanında felsefeyi dışlayan toplumlar salt düşünceden bile korkarlar. Bir başka deyişle özgürlük ve ilerleme kavramları zamansal açıdan birbirine koşut bir seyir izler. Özgürlük ve ilerleme kavramları ise felsefenin insan aklını biçimlendirdiği kavramlardır. İnsana “düşünmeni yasaklıyorum” demek, evrenin en şerefli yaratığı olarak kutsal metinlerde adı geçen insanı küçümsemek demektir. (Cumhuriyet, 6.10.13)