Etiket arşivi: Yurt Gazetesi

Hüsnü Maalli : IŞİD 4 yaşındaki çocuğu annesinin kafasını kesmesi için eğitti !

Hüsnü Mahalli IŞİD Gerçeğini Yazıyor..



IŞİD 4 yaşındaki çocuğu annesinin kafasını kesmesi için eğitti !

Irak’ın Dohuk kentinde bir mülteci kampına yerleştirilen 4 yaşındaki çocuğa, IŞİD militanlarının Yezidi olan annesinin kafasını kesmesi için eğitim verdiği ortaya çıktı.

Portresi
Hüsnü MAHALLİ
YURT, 02 Ağustos 2015

 

 

Hamo takma adındaki, zorla Şeriat yasaları ve Arapça öğretilen küçük çocuğun ailesi,
IŞİD’in denetimindeki askeri kampta idrar içirme, cam parçaları katılmış yemeği zorla yedirme gibi çok sayıda işkenceye maruz kalmış. Askeri kampta beyni yıkanan çocuk, Yezidilerin ‘kafir’ olduğuna inandırılarak kendi halkının yok edilmesi gerektiğine ikna edilmiş. IŞİD militanlarının askeri kampta küçük çocuğa bir kılıç vererek kendi annesinin başını
nasıl keseceğini öğrettikleri ortaya çıktı. Dohuk’taki mülteci kampında Daily Mail’e verdiği röportajda Bohar (35) takma ismindeki anne,

“Oğluma Arapça ve bir kılıcı nasıl kullanacağını öğretiyorlardı.
O’na Yezidilerin kafir olduğunu ve öldürülmesi gerektiğini
söylüyorlardı.
Bir keresinde eline büyük bir kılıç verdiler ve ona ‘bu anneni öldürmen’ için dediler.”
dedi.

Sincar Dağları’nda geçen yıl Ağustos ayında IŞİD’e esir düşen annenin büyük kızı (14), ortanca kızı ve ortanca oğlu (12) ise Suriye’nin Rakka kentine götürülmüş. Bohar, çocuklarının hala Rakka’da olduğunu düşünüyor. Bohar’ın kocası ise IŞİD baskını sırasında orada olmadığı için Sincar Dağlarını aşmayı başarıp, güvenli bölgeye ulaşmış.

“İDRAR İÇİRİP
YEMEKLERİNE CAM PARÇASI KATTILAR”

Tala- Afar toplama kampında kaldıkları süre içinde IŞİD militanlarının türlü işkencelerine maruz kalan anne ve oğlu, gazeteye verdikleri röportajda IŞİD militanlarının kendilerine

su yerine idrar içirdiklerini ve yemeklerine cam parçaları kattıklarını söyledi.

Kasım ayında ABD bombardımanından kaçmak için Suriye’nin Rakka şehrindeki kampa götürüldüklerini ifade eden Bohar, orada ortanca oğlunu 250 militanın arasında bir anlığına gördüğünü de anlattı. Musul’daki başka bir kampa götürüldüklerinde burada kızlarının satılığa çıkarıldığını ve bir IŞİD militanlarına köle pazarında satıldığını anlatan anne, çocuklarının yaşamından endişe ediyor. Bohar ve küçük oğlu ise köle pazarında Suriyeli bir adam tarafından satın alınmış. Suriyeli adam kendisine ve oğluna yiyecek vermemiş ve oldukça kötü davranmış. Genç kadın, onu ailesine geri satması için yalvarsa da, Suriyeli adam bunu kabul etmemiş.
İki ay sonra Bohar ve oğlu bu kez Ömer El Najde adında yüksek rütbeli bir IŞİD subayına satılmış. Najde, kadını ve başka iki yezidi genç kızı haremine alırken, küçük çocuğu ise
eğitim kampına göndermiş. Küçük çocuk burada Arapça öğrenmeye, silahla ateş etmeye,
kılıç kullanmaya zorlanmış. Dört ay boyunca burada kalan anne ve oğul sonunda
Türkiye sınırını geçmeyi başarmış ve ardından Irak’taki bir mülteci kampına yerleştirilmiş.

Mezhepçi terörün 70 yıllık hikayesi

http://www.yurtgazetesi.com.tr/dunya/isid-4-yasindaki-cocugu-annesinin-kafasini-kesmesi-icin-egitti-h93440.html


=====================================================

Dostlar,

Sayın Mahalli’nin IŞİD’in içyüzüne ilişkin yazı dizisinin ilki 02.08.2015 günü
YURT Gazetesinde yayımlandı.. Sonraki bölümlerini sitemizde yayımlamıştık..
Bunu da paylaşalım ve ibretle okumayı sürdürüp bir an önce önlem almaya bakalım..

Sevgi ve saygı ile.
6 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) : Necdet Saraç ile dayanışma içindeyiz!


Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) :

  • Necdet Saraç ile dayanışma içindeyiz!

Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) yaptığı yazılı bir açıklama ile
gazeteci Necdet Saraç ile dayanışma içinde olduğunu açıkladı.

Açıklamada;

  • “Gazeteci Necdet Saraç’ın düşüncelerini özgürce ifade etmesinden dolayı
    YURT Gazetesi tarafından işine son verilmesini haksız bulduğumuzu ve üzüntü duyduğumuzu, kendisi ile dayanışmamızı her zaman sürdüreceğimizi kamuoyunun bilgisine arz ederiz.” 

denildi.

http://alevifederasyonu.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1434%3Akamuoyuna-necdet-sarac-ile-dayanma-icindeyiz&catid=1%3Ason-haberler&Itemid=2

============================

Dostlar,

Yukarıdaki açıklamaya biz de atılıyor ve gazeteci Necdet Saraç dostumuz ile dayanışmamızı belirtiyoruz.

YURT Gazetesi Yönetiminin yanlış adımını düzeltmesini diliyoruz.

Bu iletimiz Durdu Özbolat’a ve YURT Gazetesi’ne de gönderilmiştir.

Sevgi ve saygıyla.
19.8.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

KARANLIĞA DAHA ÇOK İNANMAK!

 

 Hulki Cevizoğlu Yazılar

10 Haziran 2014 Salı
Ceviz Kabuğu

 KARANLIĞA DAHA ÇOK İNANMAK!

Ben ağır, anlayışlı, biraz da elle tutulur, olağan şeylerden yanayımdır.
Onun için de, eskilerin “İnsanlar anlamadıklarına daha çok inanırlar” demiş olması bana dokunmaz.

İnsan kafası öyledir ki, kendisine karanlık gelene daha kolay inanır.” (Tucitus)
Şüphe etmemi yasaklıyor, şüphe edersem ağır küfürler savuruyorlar bana. Ve biliyorum kızıyorlar. 

Ama benim inancım kaba kuvvetle değiştirilecek cinsten değildir.
Görüşlerini yanlış olmakla suçlayanlara çatsınlar. Ben sadece anlaşılması zor ve cüretli olmakla suçluyorum.
Karşı görüşü ise, onlar kadar azgınlığa varmadan ben de tutmuyorum.

Olabilir desinler ama olur demesinler.” (Cicero)
Düşüncelerini kafa tutarak, emirler vererek ortaya koyanlar, akıldan yana güçsüz olduklarını
belli ediyorlar.

*
Yukarıdaki satırlar Montaigne’a ait. Yaklaşık 450 yıl önce yazılan bu satırlardan bugüne
ne değişmiş acaba?..
Aşağıdaki satırlar da “Atatürk’ün kalemi” denilen ünlü yazarımız Falih Rıfkı Atay’ın yaklaşık 50 yıl önce yazdıklarından alıntı. (1960’larda, Menderes döneminde, diktatörlük-hilafet-odunu seçtiririm-tahkikat komisyonları gibi sözlerin yoğun olduğu dönemlerde yazılmış.)

Günlük tartışmalara ışık tutmak üzere kimi zaman sizlerle ortak olan
kendi düşüncelerimizi paylaşmak yerine, yıllar öncesine bakmak daha yararlı diye düşünüyorum. Çünkü, o yazılar hem o dönemi hem de bu dönemi anlatıyor ve karşılaştırmalı düşünmemizi sağlıyor.
*

Atatürk’e henüz Mustafa Kemal’ken, padişahlığı ve halifeliği
teklif ettikleri günleri hatırlıyorum. 

Herhangi ileri bir adım atmak için Türkiye’nin şartları
bugünkünden yüz defa elverişsizdi.

“Hayır” dedi ve bütün şanını, şerefini ve canını tehlikeye atarak bin yıllık medreseleri köklerinden söktü, attı. Şimdi on yıllık
hafız okullarına dokunamıyoruz.

Eski yazıyı söktü, attı. (Şimdi) Dükkânlarımızın Arap yazısı ile kaplı duvarlarına ilişemiyoruz.

Üç günde fesli ve sarıklı Türkiye, şapkalı Türkiye’ye değişti.
Bugün Ankara ve İstanbul’un bazı semtleri bile bere ve çarşaf dolu.
Türbeler açık, tekkeler açık.

Çünkü demokrasi var! Çünkü demokrasi ile devrimcilik bağdaşamaz!
Peki ya gençler bu bağdaştırmayı nasıl yapacaklar?
Yürüyen, kaplayan, yayılan, kavrayan devrimcilik değil, gericilik! Gün geçtikçe kuvvetlenen, köklenen o!

***
“GÜNEŞİ BEKLERKEN”

Son olarak, bugün hak, hukuk, adalet konusunda geldiğimiz noktayla ilgili “siyaset dışı” bir örnek vereyim. Siyasetten bağımsız ne kaldıysa artık!

Biliyorsunuz, Kanal D’de “Güneşi Beklerken” adlı bir dizi yayınlanıyor.
Yaklaşık 1-1,5 yıldır ekranda. Oysa benim 5 yıl önce (2009’da) yayınlanmış
bir kitabım var. Adı: “Güneşi Beklerken”

Bu dizi başladığında, isim hakkı nedeniyle TPE’ye (Türkiye Patent Enstitüsü) başvurduk,
bu adı kullanamazlar diye.
İki gün önce TPE’den yanıt geldi. Özetle, “Aynı ya da benzer olmadığı için karıştırılma ihtimali bulunmuyor.” gerekçesiyle başvurumuzu reddetmişler. (Şimdi itiraz edeceğiz.)
Böyle bir şey olabilir mi?
Olursa, yarın da bir başkası “Ceviz Kabuğu” diye komedi ya da okul dizisi çevirsin!
Ya da, ben onlara ait bir adı kullanayım.
İtiraz sahibi ben olduğum için mi böyle bir karar çıktı TPE’den, yoksa ben mi yanılıyorum,
her şey serbest mi, AKP adaleti böyle mi?
Ne dersiniz?
(Yurt Gazetesi, 10.06.2014, Salı)

Merdan Yanardağ : Veda Zamanı


Veda Zamanı

Veda Zamanı

Merdan Yanardağ

merdan.yanardag@yurtgazetesi.com.tr
03 Haziran 2014
Yeni ve daha büyük başlangıçlar yapabilmek için bazen veda etmeyi bilmek gerekiyor. Bugün veda günü… Kurucusu olduğum, genel yayın yönetmenliğini yürüttüğüm, yaklaşık iki yıl her gün başyazı yazdığım, pazar günleri
başyazının yanı sıra kapsamlı analiz ve yorum makaleleri kaleme aldığım
Yurt Gazetesi’ne bugün veda ediyorum.Yurt başarılı bir gazete oldu. Arkadaşlarımızla büyük bir özveri göstererek,
dinci ve faşizan iktidarın bir karabasan gibi ülkenin üzerine çöktüğü koşullarda, Türkiye’de muhalif gazeteciliğin önemli örneklerinden birini oluşturduk.

Medyanın kuşatıldığı, büyük bölümünün teslim alındığı, gazete ve televizyonların sermaye bileşiminin yasa ve ahlak dışı yöntemlerle değiştirildiği, ağır bir sansür ve
oto-sansürün uygulandığı bu karanlık dönemde, Yurt ile bir özgürlük penceresi açtık.

Gerçeğin karartıldığı, bilginin eğilip büküldüğü bir medya ortamında, halkın haber alma hakkını ve özgürlüğü savunduk. Hâlâ devam eden büyük sıkıntılar yaşadık,
ama evrensel gazetecilik ilkelerinin yaşama geçirildiği bir gazete çıkardık.

AKP iktidarının baskılarına da Cemaatin kurduğu tertiplere de direndik.
Ergenekon tertibi kapsamında hakkımda verilen tutuklama kararında,
Yurt gibi muhalif bir gazeteyi çıkarmış olmamın payı büyük.

Yurt, basın tarihinde, ilk sayısında çıkış bildirisi yayınlayarak gazetecilik ilkelerini
ve yayın politikasını ilan eden ender gazetelerden biri oldu.

Gazetenin yayın politikasını bir mühendis titizliğiyle hazırladık. Özgürlükçü, toplumcu, yurtsever, solda duran ve öncü bir halk gazetesi çıkardık. Hedef kitlemiz bütün Türkiye oldu. Geniş bir kesimi kapsamaya çalıştık. Türkiye’nin bağımsızlığından ve birliğinden yana olduk, Kürt düşmanlığı yapmadık, yapılmasına da izin vermedik.
Eşitlikçi ve halkçı bir çizgi izledik.

Gazetenin adından logosuna, sayfa düzeninden yayın politikasına kadar alanına ve
her santimetre karesine kişisel olarak yoğun bir emek verdim. Haftalık ve yıllık izinlerimi kullanmadan çalıştım.

Sonuç olarak; gazete ve televizyon haberlerine diktatörün doğrudan müdahale ettiği, yazarların ve gazetecilerin işlerine hükümet baskısıyla son verildiği bu dönemde, muhalif ve cesur bir gazete çıkardık.

Ancak bilirsiniz; muhalif gazete ve televizyonların ayakta kalması çok zordur.
Reklam ambargolarıyla, mali sorunlarla uğraşmak gerekir. Kâğıt, baskı, dağıtım
ve
taşra örgütlenmesi başlı başına bir sorundur. Yurt’ta bu zoru başardık.
Yurt, son yıllarda bir marka yaratan tek gazete oldu.

Ancak, bir gazetenin çıkış ilkelerini koruması, hedeflerini yakalaması ve onu ileriye taşıması, sadece onu yaratanların ve çalışanların gazetecilik yeteneklerine, entelektüel kapasite ve emeklerine bağlı değildir. Başka şartların da yerine getirilmesi gerekir.

Yurt yoluna devam edecek. Etmelidir. Gazetecilik etiğinin gereklerini yerine getirmeyi sürdürmelidir. Okurlarının desteğiyle, yukarıda genel hatlarıyla çizdiğim bu medya ortamında bir özgürlük penceresi olarak kalmalıdır. Ben bu amaçla elimden gelen desteği vermeyi sürdüreceğim. Kaldı ki, gazetedeki arkadaşlarımın gazeteyi en iyi şekilde çıkarmaya devam edeceklerinden de kuşkum yok.

Bütün okurlarımıza, bize destek veren dostlarıma, her kademedeki çalışma arkadaşıma her şey için çok teşekkür ediyorum.

Yazılarımla, haberlerimle, televizyon programlarımla yazılı, görsel ve elektronik medya üzerinden gazetecilik yapmaya devam edeceğim. Kitap yazmayı sürdüreceğim.
Bu fırsattan yararlanarak, cezaevinde hazırlamaya başladığım “Liberal İhanet”
adlı kitabımı kısa sürede bitirmeyi umuyorum.

Veda etmek zordur…
Yurt Gazetesi’ni basın dünyasına armağan ediyor,
yeni projelerde buluşmak üzere hoşça kalın diyorum.

Sevgiyle, saygıyla.

===================================

Sevgili Merdan Yanardağ,

Keşke devam edebileydi YURT..

Keşke siz de orada yazmayı sürdürebilseydiniz..

Çok üzüldük..

Umarız o önemli birikiminizi ve usta muhakemenizi – çözümlemelerinizi okuma olanağı bulabileceğiz..

Tüm çabalarınız için çok teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile.
8 Haziran 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

AKP’nin “maskesi” düştü!

AKP’nin “maskesi” düştü!

AKP’nin “maskesi” düştü!

Ayşenur Arslan

aysenur.arslan@yurtgazetesi.com.tr
YURT Gazetesi, 23 Mayıs 2014
Dün program sonrası haftalık alışveriş için bir markete girerken yolumu bir beyefendi kesti. Zonguldak’ta bir maden ocağından emekliymiş. Soma için ne kadar üzüldüğünü anlattı. Soma için üzülen ve özellikle haber yapan herkese teşekkür etti. Ardından ekledi: “Biz yaralı bir işçiyi hastaneye götürmek için 5 lira alamazdık. Ama müdürün köpeği hastalandığında ocağın arabasıyla veterinere götürüldü. Değerimiz o kadardı yani, anlayın.. “Anlamayacak bir şey yoktu elbette. Söylenecek bir şey de.. Sustum. O da zaten sesini zor toparladı. Nemlenmeye başlamış gözlerini kaçırdı. “Allahaısmarladık” dedi, gitti.

Bazen söz bitiveriyor böyle. Sözün yerini öfke alıyor. Derin bir öfke.

Erdoğan’ın, yaşını yaşamış, torunlarını görüp sevmiş annesi öldüğünde ne kadar ağladığını hatırlıyorum. Yaşı başı ne olursa olsun bir anneyi kaybetmenin acısını yaşıyordu. “Kader” deyip geçmemişti. Annesi için kameraların karşısında gözyaşı dökmüştü. Ve o gözyaşlarıyla “insan” haline bürünmüştü.

Öyle bir “insan”, sonra nasıl olur da böyle bir “siyasetçiye” dönüşür? Soma’da 301 kişinin can verdiği faciaya nasıl olur da kaza / kader der? Üstelik nasıl olur da “Ben Recep Tayyip Erdoğan olarak kazaya ve kadere iman ederim” diyerek bunu dinsel bir paradigmaya çevirir?

AYIP.. GÜNAH.. SUÇ..

Oysa Soma’da olup biten; yasalar önünde suç, inananlar için günah ve
toplumsal değerler bütünü açısından ayıp.

Gaz maskeleri, aslında, son kullanma tarihleri 10-15 yıl kadar
geçmiş küflenmiş bez parçaları.

Maskelerin sağlam halleriyle 45 dakika kadar idare edileceği söyleniyor. Ama hem ıskartaya çıkmışlar hem de işçilere nasıl kullanılacağı gösterilmemiş. Yeterli eğitim verilmemiş. Zaten sağlam olsalar ve işçiler doğru takmayı başarsalar da 45 dakika, o facia için asla ve asla yetmeyecekmiş. Zira, çıkış imkânlarının sınırlı olması ve yaşam odası bulunmaması bir yana, ocaktaki yangın İTFAİYEYE TAM 57 DAKİKA SONRA HABER VERİLMİŞ.

Medya, Soma faciasında –elbette Yılmaz Özdil ve Yazgülü Aldoğan’ı linç etmekle meşgul AKP medyasını kastetmiyorum- olağanüstü önemli bir işlev gördü. Hemen her gün Soma’daki katliamın gerçek yüzüne dair bir haber okuduk. Örneğin TARAF’tan öğrendik ki, Soma’nın bedeli işçiler için ölüm, TKİ bölge müdürü içinse –ödül niyetine- son model Mercedes makam arabası olmuş.

TKİ, tüm taş kömürü işletmelerinin üretim, yönetim ve denetiminden sorumlu. Yani, görevlerinden biri denetim olan birimin müdürü, şirket kâra geçti diye Mercedes ile ödüllendiriliyorsa, sorulmaz mı? Denetimlerin nasıl yapıldığı belli olmaz mı? O kârın işçilerin hayatı üzerinden sağlandığı apaçık ortada. Müdür bey ise, bakanı Taner Yıldız’ın ardı sıra dolanıp durmakta.

Sonra, Cumhuriyet’in haberi örneğin.. Erdoğan’ın müşaviri tarafından tekmelenen genç 10 yıllık maden işçisiymiş. Ocağı, birkaç işçinin hayatını kaybettiği yangın sonrasında kapatılmış. Ve o genç, işsiz kaldığı gibi “içerideki iki maaşını ve 1,5 yıllık kıdem tazminatını” alamamış. Bunun da öfkesiyle Erdoğan’ın konvoyundaki bir arabaya tekme savurmuş. Sonrasında biz sadece müşavirin tekmelerini gördük. Ama Cumhuriyet’in haberine göre, iş orada kalmamış. O akşam, polisler gencin evini basmış. Gözaltına alıp savcıya götürmüş. “Terörist” bekleyen savcı, gencin 10 yıllık madenci olduğunu anlayınca da şaşırmış.. Mağdur kere mağdur genci serbest bırakmış.

YUH OLSUN SİZE!

Öfke, Erdoğan’a mahsus bu memlekette. O öfkelenir.. Hatta tekme tokat girişir..
Ama “kulları” susmalı.. Onu mazur görmeli ve hatta alkışlamalıdır.

Hadi, diyelim ki AKP medyası bunları görmedi, göremedi, göremeyecek.. Bari sussalar. Bari Aydın Doğan’a, filan yazara çatıp komik duruma düşmeseler. AKİT Gazetesi, Soma faciası için (sonrasındaki protestoyu falan değil doğrudan kazayı kastederek) “darbe teşebbüsü” diye yazdı. Yazar. Çünkü biliyorum, AKİT, şeriat misyonuyla çıkan bir yayın organı. Gözleriyle gördüklerinin tersini yazarlar, yazabilirler. Mazurdur!

Ama örneğin Erdoğan ve kurmaylarının yaptıklarını bir kenara bırakıp “yazarların üslup sorununa” dair kalem sallayan eski sol / liberal / güya demokrat yazarlara ne demeli?

AKİT “inandığı” şeyi yapıyor. Ya onlar? Üç beş kuruş için bu kadar mı alçalır insan? Giderek yalnızlaştıklarını da mı görmezler? Cemaatçiler.. Liberal (sözde) demokratlar.. Merkezin bir köşesine sıkışmışlar BİLE terk etti onları. Akil insanlar, “yetmez ama evetçiler” tek tek tüyüyor Erdoğan’ın yanından.

Kalanların ve utanç verici biçimde savunmaya devam ettikleri Erdoğan’ın MASKESİ Soma’da düştü.

AKP’ye oy versinler diye “yevmiye şantajı” yapanlar.. İşçinin güvenliği için beş kuruşu bile sakınanlar.. Canını zor kurtarıp maaşının derdine düşen genci “isyan etti” diye tekmeleyenler.. İşçisine köpeği kadar değer vermeyenler.. Ve bunları yapanları savunan, bunun için kalem sallayanlar..

Artık sizi gözyaşları bile temizleyemez.

***

ALÇAK MISINIZ PARANOYAK MI?

Bir genç, cenaze için Okmeydanı’ndaki cemevine gitti. O sırada bir grup gösterici
eylem yaptı. Sonrasını biliyorsunuz.. Polisin ORANTISIZ ŞİDDETİ ile başından yaralandı. Hemen ardından.. Yani daha o gencin başından akan kanlar kurumadan,
AKPGİLLER tweet yağdırmaya başladı.

Efendim, Erdoğan yarın Almanya’da bir “kutlamaya” katılıp Çankaya kampanyasını başlatacak ya.. Bu gövde gösterisi öncesinde Aleviler, İstanbul’da “Alman gizli servisinin de yardımıyla” provokasyona kalkışmış. Ve o provokatörler “kendilerini yaralayıp öldürtmeyi başarmış”. İnanması zor ama Okmeydanı şiddetini buna bağlayanlar vardı. En acısı, aralarında “gazeteci” diye nitelenen isimlerin de olmasıydı.

FUAT UĞUR: “Okmeydanı’nda Alevileri kışkırtmak için Alman Gizli Servisi BND,
satın alınmış elemanlarıyla faaliyette. Hedef (Erdoğan’a) Köln Mitingini yaptırmamak..”

CEMİLE BAYRAKTAR: “Alman polisinin zırhlı aracını yakmaya kalkın,
bakalım ne oluyor, hep birlikte görelim!”

FATİH TEZCAN: “Almanya’da Erdoğan’a karşı yürüyecek 50 bin Alevi aranıp bulunamıyorken, Türkiye’de bir Alevi vuruluyor! Manidar diyeceğim de
midem bulanıyor!”

***

HEPİMİZE EMANET BİR EVLAT

Annesi evi terk etmiş.. Babası ona, annelik de yapmış.. Hatta maden ocağına gitmeden önce yemek yapıp dolaba koymuş.. Umudu, geleceği, oğlu yesin diye.. Mehmet Ali Cangül, madenci yetimlerinden sadece biri. Yaşlı babaannesi ve (artık kendisinin babalık yapacağı) kardeşiyle baş başa.

Peki yalnız mı?

Hadi ey memleket!
Ey Türkiye!
Ey patronlar!
Görelim sizi. Mehmet Ali yalnız mı değil mi, gösterin bize!

CHP ve Cumhurbaşkanı Seçimi


CHP ve Cumhurbaşkanı Seçimi

portresi

 

 

Cüneyt ÜLSEVER, PhD

 

 

Muhakkak ki CHP öncelikle; Cumhurbaşkanlığı için 2. turda öbür muhalif partilere
gönül verenlerden, hatta daha önce AKP’ye oy verdiği halde artık RTE’den
rahatsız olanlardan da oy alacak bir aday bulmak zorundadır. Bunu yapamaz ise Ağustos sonrası CHP yönetiminin ayakta kalması çok zor olur.

             ***

Ancak, CHP’nin Türkiye’de ilk kez halk oylaması ile seçilecek Cumhurbaşkanlığı yarışında şu noktaları da dikkate alması gerekir:

1) Bu kez millet genel seçimlerin aksine bir parti programına (vaatlere) değil,
bir kişiye oy verecektir. Hali hazırda geçerli Anayasa gereği seçilecek Cumhurbaşkanının, doğrudan yaptırım gücü yoktur. Seçilecek kişi çok güçlü
(ama 1. ama 2. turda oyların %50’sinin üzerinde bir oy oranına tek başına sahip olacak) ama yetkisiz olacaktır. Yetkisiz olduğu için programın anlamı olmayacaktır.

2) Genel ve Yerel Seçimlerin aksine Örgüt ilk kez kendisinden olmayan,
hatta tanımadığı bir kişinin propagandasını yapmak zorunda kalacaktır. Örneğin,
belki de Edirne Örgütü, yaşamında hiç Edirne’yi görmemiş, salt medya üzerinden tanıdığı bir Hakkârili adayın peşinden koşmak, O’nu Edirnelilere benimsetmek
zorunda kalacaktır.

3) Cumhurbaşkanlığı seçiminin bugün itibari ile finansmanı yoktur. Genel Merkez dışında İl ve İlçe Örgütleri, kendilerini doğrudan etkilemeyen bir seçim için
para harcamak zorunda kalacaktır.

4) Adayın bir programı (vaatleri) olamayacağına göre, yalnızca ve yalnızca nitelikleri
ön plana çıkacaktır. Kitlelere adayın dünya görgüsü, entelektüel düzeyi, hoşgörü üstünlüğü, kucaklayıcı özellikleri, sempatik tavırları, cana yakınlığı, gerektiğinde de pederşahi olabileceği vb. gibi nitelikleri anlatılacaktır ama sanırım geniş kitleleri
en çok devletin namusunu emanet edeceği kişinin kendi namusu ilgilendirir.

Kitlelere, rakibe oranla CHP adayının ne denli daha namuslu olduğu anlatılacaktır.
İster istemez bu seçimde kara propaganda (karşı tarafı kötüleme) ön plana geçecektir.
***
1991 seçimlerini Süleyman Demirel bir tek kelime ile kazandı: Hanedan!
Rahmetli Turgut Özal’ın bütün ailesini yolsuzlukla suçladı, başka hiçbir kavrama
itibar etmedi, yalnızca ve yalnızca “hanedan” söcüğünü yere göğe kazıdı ve
sonuca ulaştı.

2014 Cumhurbaşkanlığı seçimini CHP şöyle bir sloganla taçlandırabilir:

“Namusuna sahip çık!”

***

  • Eski Bakanların TBMM’de hayasızca yalan söyledikleri
    gün ışığına çıkmaya başladı. 

CHP fezlekeler hakkında halkı sürekli bilgilendirmeyi ve uyarmayı doğal ki, ilke edinmeli ama benim kendimce önemli bir uyarım var:

Ağustos ayında yolsuzlukla suçlanan eski bakanlar aday olmayacak,
büyük olasılıkla AKP’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan olacak!

Çok sıkışırsa RTE topu onların üzerine atar, “zaten ben anında istifalarını aldım” diyerek sıyırmaya çalışır.

Ağustos seçimlerine giden dönemde hedefte yalnızca bir ad olmalıdır: RTE!
Fezlekelerde suçlanan Bakanlar yalnızca bu amaca yönelik ara duraklardır.

***

Zaten RTE hali hazırda CHP’ye çok önemli kozlar vermiş durumda :

1) 17 Aralık günü Bilal oğlanla yaptığı “sıfırlama” konuşması! (Bu konuşma gerçektir, dublaj olma olasılığı sıfırdır, zaten böyle olduğunu kanıtlamak RTE’ye düşer.)

2) Eski Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın (mealen) “Ne yaptı isem Başbakan’ın bilgisi içinde yaptım” sözü çok önemlidir, çünkü yol göstericidir.

CHP İstanbul’da artık rezalete dönen inşaat projelerini lime lime etmek zorundadır. Bunun için CHP’den uzman bir ekip Çevre Bakanlığı ve İBB’deki inşaat izinlerini
teker teker irdelemek durumundadır. “Medya Havuzları” ile “İnşaat Havuzları” arasında doğrudan bağlantı vardır. Bağlantı, RTE üzerinden kurulmaktadır.

3) Wikileaks Belgelerinde yer alan “RTE’nin İsviçre’de 8 ayrı hesabı olduğuna ilişkin iddia!”

Bu savlar Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın Şubat 2012’de yayınladığı
“Sızıntı (Wikileaks’de Ünlü Türkler)” adlı kitapta yer aldı. Aradan 2 yıl 3 ay geçti.

i) ABD’nin Türkiye’deki Büyükelçisi’ne atfedilen iddiaları bugüne dek ABD makamları
ne yalanladı ne de iddia sahipleri hakkında herhangi bir işlem yaptı.

ii) RTE’nin kurduğu komisyon 2 yıl 3 aydır bir sonuca ulaşamadı.

İii) İşin en garabet tarafı; RTE’nin yetkisi olmasına karşın, hesapların var olmadığını
2 yıl 3 aydır İsviçre’deki Bankacılık Sistemine onaylatmamasıdır. Hâlbuki böyle bir iddia Deniz Baykal aleyhine ortaya atıldığında Baykal hem kendisinin hem de yakınlarının herhangi bir hesabının olmadığını İsviçre Bankacılık Sistemi’ne resmen onaylatmıştı.

***
Eğer CHP:

a) Yandaşları dışında 2. turda öbür partilere gönül verenlerden de oy alabilecek
bir aday bulur ve onun olumlu niteliklerini Örgüt üzerinden tüm Türkiye’ye
doğru tanıtırsa,

b) “Namusuna sahip çık” türü basit ama anlamlı bir sloganla RTE hakkında
yukarıda sıraladığım “Yolsuzluk İddiaları”nı lime lime ederek halka anlatabilirse Cumhurbaşkanı seçilmesine sekte vurabilir.

(YURT Gazetesi, 8.5.14, http://www.yurtgazetesi.com.tr/yazarlar/chp–ve-cumhurbaskani-secimi-makale,7902.html)

“MİT hukuk dışı bir operasyon örgütüne dönüşür”


“MİT hukuk dışı bir operasyon örgütüne dönüşür”


Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu
,
AKP’nin MİT Yasası hazırlığını ‘dehşet verici’ olarak niteledi.

Feyzioğlu ,“Yasa geçerse MİT hukuk dışı bir operasyon örgütüne dönüşür.” dedi.

portresi

TBB Başkanı Metin Feyzioğlu,
Meclis’te bugün görüşmesine devam edilecek olan
MİT Yasası’nı “dehşet verici, toplumu tehdit edici” bulduğunu söyledi. Bu yasa çıkarsa, Türkiye’nin
terör örgütüyle işbirliğinden Lahey’de yargılanabileceğini söyledi.
(AS: Uluslararası Adalet Divanı)

 

Fox TV’de İsmail Küçükkaya’nın sabah programına konuk olan Feyzioğlu,
yasanın maddelerine göz atmanın bile “ne kadar dehşet verici ve
tüyler ürpertici olduğunu”
anlamaya yettiğini söyledi.

Feyzioğlu, henüz vakit varken, sakıncalı maddelerin mutlaka düzeltilmesini,
hatta yasanın tümden geriye çekilmesini istedi.

Feyzioğlu, MİT Yasası’nı yönelik temel eleştirilerini 4 madde halinde şöyle sıraladı:

1) Denetimsiz operasyon  : Bu yasa ile MİT’e istediği yerde ve zamanda operasyon yapma yetkisi veriliyor. MİT istediği kişileri istediği zaman, herhangi bir mahkeme kararı olmadan gözaltına alıp sorgulayabilecek. Bu hukuk devletinin temel kurallarına aykırıdır. MİT’e böyle denetimsiz bir operasyonel yetki tanınması Türkiye’de
topluma karşı açık bir tehdittir. Sınır ötesinde de Türkiye’nin başını
beklenmedik belalara sokabilir.

2) 
 Bilgi derleme: MİT’e tüm kurumlardan, bankalardan, özel şirketlerden istediği kişiler hakkında istediği bilgileri toplama yetkisi veriliyor. Bu bilgileri vermeyenlere
ceza öngörülüyor. Bu Türkiye’deki tüm insanların bireysel bilgilerini güvensizliğe
ve tehdit altına sürüklüyor. Yasal izin olmadan böyle bir bilgi toplama yetkisi
MİT’e verilemez.

3)
  MİT’e koruma zırhı  : MİT elemanlarına yaptıkları tüm operasyonlar ve eylemler için yasaların üstünde ve ‘hukuk dışı’ bir zırh veriliyor. MİT elemanlarına adeta
her türlü ‘kanunsuz ve denetimsiz’ eylemde sorumsuz olma hakkı tanınıyor.
Bu MİT’i ‘hukuksuz örgüt’ yapar.

4)
 Terör örgütüyle diyalog : MİT’e bu yasayla verilen her türlü terör örgütüyle görüşme, diyalog, pazarlık veya işbirliği Türkiye’yi ilerde “terörle işbirliği” suçlamasıyla yüz yüze bırakır. Bu tür terör örgütlerinin işlediği suçlardan Türkiye de doğrudan
veya dolaylı olarak sorumlu tutulabilir. Bu nedenle buna izin veren yetkililer
Lahey’de Uluslararası yargılanmaya kadar gidebilir.
(YURT Gazetesi portalı, 15.4.14)

PROF. DR. RENNAN PEKÜNLÜ CEZAEVİNE DOĞRU…


Dostlar
,

PROF. DR. RENNAN PEKÜNLÜ CEZAEVİNE DOĞRU…

Bu iç acıtan haberi biz de sitemizden paylaşıyoruz…

Bir çözüm olmalı mutlaka diyoruz…Konuyu sitemizde epey işledik..
Önceki dosyalara da bakılmasında büyük yarar var..
……..
  • Rennan Pekünlü hocanın,
    dinci faşist anlayışın ürünü egemenlerin hukukuna kurban edilmemesini istiyoruz..
Ege Üniv. Astronomi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü, "türban" gazabına uğradı.. Türkiye'de artık ayaklar baş, başlar da ayak..  İslami faşizmin rap rap rap ayak sesleridir kulakları tırmalayan.. Duyurulur..

Ege Üniv. Astronomi Bölümü öğretim üyesi     Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü, “türban” gazabına uğradı.. Türkiye’de artık ayaklar baş, başlar da ayak..
İslami faşizmin rap rap rap ayak sesleridir kulakları tırmalayan.. Duyurulur..

 

 

 

 

 

 

 

 

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 11.10.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

PROF. DR. RENNAN PEKÜNLÜ CEZAEVİNE DOĞRU…

(https://www.facebook.com/profile.php?id=1532663288)

ASIL SUÇLULAR İSE KOLTUKLARINDA OTURMAYA DEVAM EDİYOR!

Anayasa Mahkemesi, DANIŞTAY VE AİHM KARARLARINA GÖRE BU GÜN DE HALA GEÇERLİ OLAN TÜRBAN YASAĞINI UYGULADIĞI İÇİN 2 YIL 1 AY HAPSE MAHKUM EDİLEN VE CEAZI YARGITAY’DA ONAYLANAN PROF. DR. RENNAN PEKÜNLÜ
CEZAEVİNE GÖNDERİLMEK ÜZERE. YARGITAY KARARI İNFAZ SAVCISI’NIN ÖNÜNDE. PEKÜNLÜ BAYRAMDA BELKİ DE HAPİSTE OLACAK.

BU MAHKUMİYET KARARINA KARŞI GÖSTERİLEN TOPLUMSAL ve
SİYASAL TEPKİSİZLİK, AKP’YE SON DEMOKRASİ PAKETİNE
“KAMUDA TÜRBAN SERBESTLİĞİ” KOYARAK LAİK CUMMHURİYETİN SONUNU İLAN ETME CESARETİ VERMİŞTİR.

CHP GENEL BAŞKANI VE KURMAYLARI İLE  İL TEŞKİLATLARI VE MİLLETVEKİLLERİ BUNDAN HİÇ SÖZ ETMİYOR, HATTA BAZILARI
PAKETİN BOŞ OLDUĞUNU BİLE SÖYLÜYORLAR !

LAİKLİK İLKESİNDEN ÖDÜN VERMEYECEKLERİNİ DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ CHP MİLLETVEKİLLERİ İSE HER NEDENSE BU DURUMA İSYAN ETMİYOR !

PROF. PEKÜNLÜ DÜNKÜ BİR HABERDE (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24861087.asp) YER ALDIĞI GİBİ,

“Ege Üniversitesi Rektörlüğünden talep ettiğim (şikayetçi öğrenciye ait) ‘Başarı Durum Belgesi’ devamsızlık durumları olmadığını kanıtlayacaktı. E.Ü. Rektörlüğü 4. Asliye Ceza Mahkemesi’ne kanıt olarak sunacağım ve belki de mahkumiyetimi engelleyebilecek bu belgeleri tarafıma vermedi..” DİYOR

  • EGE ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ PROF. PEKÜNLÜ’NÜN BERAATİNİ SAĞLAYACAK KADAR ÖNEMLİ BİR KANITI / BELGEYİ PEKÜNLÜ’YE VERMEMİŞ !

NE HAKLA? E.Ü. REKTÖRÜ’NÜN BİLGİ EDİNME HAKKI YASASINI DA YOK SAYAN
BU TASARRUFUNUN TÜRK CEZA YASASI’NDAKİ YAPTIRIMI

•         Görevini kötüye kullanarak kişilerin mağduriyetine neden olmaktan 1-3 yıl
•         Resmî belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemekten 2-5 yıl
•         Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüsten 6 ay-3yıl
            HAPİS CEZALARIYLA CEZALANDIRILMAKTIR.

BAKALIM PROF. PEKÜNLÜ’NÜN BERAATİNİ SAĞLAYACAK KADAR ÖNEMLİ BİR KANIT OUŞTURAN BELGEYİ VERMEYEREK YARGIDAN GİZLEDİĞİNİ YAZAN
BU HABERİ GÖREN CUMHURİYET SAVCILARI İHBAR KABUL EDİP SORUŞTURMA AÇACAK MI?

SANMIYORUM! ÇÜNKÜ;

* E.Ü. REKTÖRÜ’NÜN, PEKÜNLÜNÜN YARGILANMA SÜRECİNDE İŞLEDİĞİ AĞIR CEZALIK
ÖBÜR SUÇLARA İLİŞKİN BİRKAÇ AY ÖNCEKİ (linkleri aşağıda verilen) HABERLERDE YER ALAN İDDİALAR REKTÖR TARAFINDAN REDDEDİLMEDİĞİ HALDE SORUŞTURMA AÇAN OLMAMIŞTI.

*LAİKLİĞİN KALESİ BİLDİĞİMİZ İZMİR’DE BİR REKTÖRÜN İŞLEDİĞİ LAİKLİK KARŞITI BU SUÇLARI, LAİKLİĞİN KARARLI SAVUNUCUSU OLDUĞU PROGRAMINDA YAZILI OLAN CHP’NİN GENEL BAŞKANI’NDAN MİLLLETVEKİLLERİNE, İL ÖRGÜTLERİNE KADAR TÜM KADEMELERİ

* VE AYRICA EÜ ÖĞRETİM ÜYELERİ DE GÖRMEZDEN GELMİŞTİ.

•          16 Nisan 2013 Salı 11:06 http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/profesorunu-satan-rektor-h33205.html

•          29 Temmuz 2013 Pazartesi 11:01 http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/laik-profesorlere-yargi-kapani-h39346.html

•          02 Ağustos 2013 Cuma 10:15 http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/rektore-zaman-ayari-h39609.html

•          11 Ağustos 2013 Pazar 10:03 http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/laiklikten-korkan-rektor-h40096.html
(basındaki bu haberleri ayruca ekteki dosyadan da okuyabilirsiniz)

“Rektöre Zaman Ayarı” başlıklı  2 Ağustos tarihli Yurt Gazetesi haberine ilişkin olarak,
Zaman Gazetesinin E.Ü. rektörlüğünü suçladığı 1 ve 6 nisan 2011 tarihli haberler ile gazetenin
bu suçlamayı kaldırarak E.Ü.’ndeki türban özgürlüğünü öven 14 Nisan 2011 tarihli haberlerine de bakmanız önerilir.

(Zaman Gazetesi’nin bu haberlerini ayrıca ekteki dosyadan da okuyabilirsiniz)

ŞİMDİ ŞU SORUNUN YANITINI VEREBİLİRSİNİZ ARTIK…

YASALARIN – HUKUK KURALLARININ UYGULANDIĞI BİR ÜLKEDE YARGILANMASI
VE HAPSE GİRMESİ GEREKEN KİM?

PROF. DR. RENNAN PEKÜNLÜ MÜ, YOKSA E.Ü. REKTÖRÜ ve REKTÖRÜN İŞLEDİĞİ
ANAYASA SUÇUNA GÖZLERİNİ KAPATAN YÖK BAŞKANLARI MI?

Prof. Dr. Kayhan KANTARLI
e-mail: kayhankantarli@gmail.com
Tel: (0532)-6301473

2 attachments — Download all attachments (zipped for English (US)

Filename encoding menu
EÜ REKTÖRÜNDEN AÇIKLAMA BEKLEYEN HABERLER.pdf EÜ REKTÖRÜNDEN AÇIKLAMA BEKLEYEN HABERLER.pdf
1110K   View   Download
ZAMAN GAZETESİ 1, 6 ve 14 Nisan 2011 HABERLERİ EÜ DE TÜRBAN ÖZGÜRLÜĞÜ (2).pdf ZAMAN GAZETESİ 1, 6 ve 14 Nisan 2011 HABERLERİ EÜ DE TÜRBAN ÖZGÜRLÜĞÜ (2).pdf
197K   View   Download

Akil insanlar ve aydın sefaleti!

Dostlar,

YURT Gazetesi’nin kurucu genel yayın yönetmeni, yiğit gazeteci – yazar dostumuz sevgili Merdan Yanardağ, Bodrum Cezaevinde 10,5 yıla hükümlü bir
“düşün suçlusu”!?

Geçtiğimiz hafta sonu, zindana konulmadan önce iki arada bir derede acele ile yazımını tamamladığı “TÜRKİYE NEDEN FEDA EDİLDİ” başlıklı kitabı Destek Yayınları eliyle servis edildi.

8 Ekim 2013 günü AKP hükümeti Laik Cumhuriyet’e oy kaygısı (30 Mart 2014
yerel seçimleri) ile ve de ABD-AB güdümünde PKK – BDP pazarlığı ile
tarihsel bir darbe daha indirdi..

Akiller” (!) de çanak tutan raporlarıyla kamuoyunu hazırlamaya çabalamışlardı.
(Bu rapora ve eleştirisine sitemizde yer vermiştik:
AKİL ADAMLAR ve Raporları Üzerine..5.7.13
Akillerin raporu Bumerang oldu, halkı uyandırdı, RTE ve AKP’yi vuruyor! 5.7.13
63 AKİL ADAMA KRİTİK SORULAR.. 11.7.13)

  • Artık Türban kamuda serbest ve ANDIMIZ ilkokullarda da yok..

Üstelik bir yönetmelik – genelge ile..

Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın kararlarına karşın..
AİHM Büyük Dairesi’nin temyiz ürünü kararlarına karşın..

De facto, yani fiilen!
Hukuku göz göre göre ayaklar altına alan açık bir darbe ile..

  • RT Erdoğan hükümeti artık dinci-faşist bir rejim inşa ederken
    hukuksal kayıt tanımıyor.
  • Nerede duracağı da kestirilemiyor..
  • Canhıraş biçimde, sonun başlangıcı olabilecek yerel seçimlerde
    bir hezimetten kaçınmaya çabalıyor.

Çok tehlikeli bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz.

Sevgili Merdan Yanardağ’ın aşağıdaki makalesi (Akil insanlar ve aydın sefaleti!)
bu günleri nasıl da öngörmüştü..Bu yüksek çözümleme ve öngörü yeteneği üzerinden kamuoyunu uyarma ve yön verebilme yetisi değil miydi ki, Merdan AKP’yi ürküttü ve “gereken yapıldı”??

Sevgi ve saygı ile.
09..10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

Akil insanlar ve aydın sefaleti!

Akil insanlar ve aydın sefaleti!
Hükümetin hazırladığı “Akil İnsanlar” listesi ağırlıklı olarak, “Yetmez ama evet” çizgisindeki liberallerle iktidarın organik bir parçası olan muhafazakâr, İslamcı ve
diğer faydacı-yandaş isimlerden oluşuyor.Hukuksal zemini hazırlanmamış, yasal çerçevesi oluşturulmamış, dolayısıyla
siyasal güvencelerden yoksun olan bu girişimin diktatörlük anayasasının kabulü için toplumsal bir rıza/onay üretimi amacıyla kullanılacağı açık.Oluşturulan bu heyet Türkiye’yi temsil etmiyor. Anlaşılan AKP muhalif toplum kesimlerinin, yurtseverlerin, cumhuriyetçilerin ve solcuların arasında pek “akil insan” bulamamış.  Durum böyle olunca bu girişimden ne adil bir barış ne de demokrasi çıkar. Bir ülkede ana muhalefet partisinin bile dışında tutulduğu bir “toplumsal barış”
olabilir mi?

Heyette KESK Genel Başkanı Lami Özgen gibi bazı demokratik kitle örgütleri yöneticilerinin, solcu ve sosyalist kimliğiyle tanınan birkaç aydının ya da politikacının bulunması tabloyu değiştirmiyor. Listenin yüzde 90’ını iktidara yakın ya da AKP’nin izlediği politikaları destekleyen isimler oluşturuyor.

  • Listedeki isimler arasında kendisini solda tanımlayanlar, diktatörlük anayasasına “hayır” diyenler, yurtsever ve gerçekten demokrat olduklarını düşünenler varsa derhal heyetten çekilmelidir.

Çünkü AKP iktidarı soyut ve belirsiz bir “barış süreci” karşılığında, faşizan yetkilerle donatılmış bir başkanlık rejimine ve gerici anayasaya “evet” dememizi istiyor.
Bu, müstehcen bir tekliftir. Şantajdır! Reddedilmelidir.

Türküyle Kürdüyle solcular, yurtseverler, cumhuriyetçiler ve gerçek demokratlar
bu şantaja boyun eğmemeli, AKP’nin oyununa gelmemelidir. Çünkü bu girişim toplumsal muhalefeti teslim almayı hedefleyen bir operasyondur. Dolayısıyla
“Akil İnsanlar” heyeti de bu oyunun sefil bir aracından başka bir şey değildir.

Gerçekte AKP, anayasa referandumundan sonra her an bu girişimden vazgeçecek bir çizgide durmayı tercih ediyor. Bu nedenle süreci hukuksal olarak düzenleyecek yasal ve kalıcı bir zemin hazırlamıyor. Meclisi devreye sokmuyor. Muhalefet partilerini içerecek bir adım atmıyor. Her şeyin iktidar partisi ve liderinin inisiyatifinde gelişeceği bir plan hazırlandığı anlaşılıyor.

  • AKP, “Önce başkanlık rejimi ve yeni anayasa, sonra barış” diyor.

Bu tabloya bakıldığında Erdoğan’ın BDP’ye kazık atmaya hazırlandığını görmek için yüksek bir analiz yeteneğine sahip olmak gerekmiyor. AKP önce diktatörlük anayasasını geçirip, sonrası için “Allah kerim” diyor. Bu tutum hiç samimi görünmüyor.

Oysa yurtseverlerin, cumhuriyetçilerin, solcuların, sosyalistlerin olmadığı bir siyasal girişim ve “akil insanlar” topluluğu ile “barış” sağlayamazsınız. Bu girişimin sağlıklı yürümesi, Türk halkının ve kendilerini “Türk” sayanların da sürece dahil edilmesi ve desteğinin sağlanması halinde mümkün görünüyor.

Çünkü bu ülkeyi yalnız AKP ve BDP oylarıyla kabul edilmiş bir anayasa ile yönetemezsiniz.

Tayyip Erdoğan geçen hafta “Akil İnsanlar” ile Dolmabahçe’de yaptığı toplantıda,
‘İkinci Cumhuriyet’i gayri resmi olarak ilan etti. Yeni rejimin anayasasının çok kritik olan başlangıç maddeleri de önceki akşam basına servis edildi. Buna göre eski anayasanın laiklik, cumhuriyet ve egemenlik gibi ilkelerinin düzenlendiği bölümünün değiştirilmesinin dahi teklif edilmesini yasaklayan 4. maddesinin iptal edildiği ortaya çıktı. Yürütme erki ise tümüyle “başkanlık” denilen yeni bir mevkiye bırakılıyor. Bundan sonra gelecek hamlenin ne olacağını tahmin etmek zor değil.

  • Yeni anayasa kabul edildikten sonra laikliğin şeklen de kurucu metinden çıkarılması mümkün olacak.

***

Ülke genelinde giderek katılaşan ve dışlayıcı olmaya başlayan koyu dinsel söylem, bugüne kadar AKP’nin siyasal hegemonyasını kurmasına destek veren
bazı liberal çevreleri bile ürkütüyor. Kendi değerlerine ihanet ederek AKP iktidarına katkı sağlayanlar, yarattıkları sonuçtan korkuyor.

Kuşkusuz ortada inanılması zor bir aymazlık, aldatılmışlık ve bunun yarattığı bir hayal kırıklığı var. Ancak mevcut tabloyu sadece “aymazlık’ ile açıklamak da mümkün değil. Çünkü ortada sadece bir aymazlık yok, insanlığın ilerici birikimine, bu ülkeye ve topluma karşı bir ihanet de söz konusu.

  • AKP iç dinamiklere dayalı bir siyasal hareket olsa da, onun esas olarak
    ABD tarafından projelendirildiği, desteklendiği ve iktidara taşındığı
    fantastik bir komplo teorisi değil, artık bir olgudur.

Çünkü AKP, ABD ve Batı ile çatışarak değil, ancak uzlaşarak iktidar olunabileceğini gören siyasal İslamcıların partisidir. Erbakan’ı bu nedenle terk ettiler.

ANAP hükümetlerinde bakanlık yapan ve Süleyman Demirel döneminde Cumhurbaşkanlığı Danışmanı olan eski MHP’li Namık Kemal Zeybek, Bayburt’ta yaptığı bir konuşmada “Tarihi bir sırrı açıklıyorum” diyerek son derece çarpıcı bir tanıklığını şöyle anlattı:

  • “Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi kurucusu ve başkanı olarak görevimin başındayken, ABD Büyükelçiliği siyasi müsteşarı beni ziyarete gelmek istediğini söyledi. Yanında heyetle geldi. Bana üniversiteyle ilgili sorular sordu, cevaplar verdim ama asıl geliş sebepleri başkaymış. O zaman AKP diye bir hükümet yoktu, 57. Koalisyon Hükümeti vardı. ‘AKP diye bir parti kurulursa nasıl olur’ dedi.
    ‘İyi olmaz’ dedim. ‘Biz onu destekleyeceğiz, siz de içinde var olur musunuz?’ diye sordu. Ben bu sırrı açıklamak için çok düşündüm. ABD ve yandaşları tarafından verilen bu görevle AKP iktidara getirildi.” (Namık Kemal Zeybek, 9 Mayıs 2011, Bayburt)

                                                     ***

Bütün iktidarı isteyen ve sonuçta ele geçiren, ılımlı da olsa Batı’nın ve ABD’nin desteğinde İslami bir rejim kurmaya yönelen AKP, ‘I. Cumhuriyet’i sonlandırmış durumda. Liberallerin ürkmeye başladığı ve şaşkınlıkla izlediği eğitimin ve toplumun dinselleşmesi, totaliter eğilimlerin güç kazanması, devletin laikliği koruma refleksinin kırılması, salt AKP ve Cemaatin yarattığı bir sonuç değildir. Liberallerin nicel (sayısal) gücüyle ters orantılı olan etkisi, toplumdaki direniş refleksinin kırılmasında oynadıkları belirleyici rolden kaynaklanıyor.

Oysa liberallerin fark etmediği gerçek şu; Türkiye iddia edildiği gibi zaten “katı laik” bir ülke değildi. Bu iddia, entelektüel ortamı terörize eden İslamcıların hiçbir temele dayanmayan ve fakat sürekli olarak tekrarladıkları için genel kabule dönüşen palavranın ötesine geçemez. Tam tersine Türkiye zaten ılımlı bir İslam ülkesiydi. Bundan sonra ancak ya daha demokratik ve laik bir ülke olabilirdi ya da daha İslamcı bir devlet ve dinselleşmiş bir toplum… İkincisi oldu.

  • Türkiye, ucu iç savaşa kadar gidebilecek tehlikeli bir yeni çözülme ve çatışma dönemine giriyor.

Çünkü ülkenin 200 yıllık bir derinliğe sahip ilerici, aydınlanmacı, cumhuriyetçi ve devrimci damarları kesilmek, toplum bir önceki çağın değerler dünyasına iade edilmek isteniyor. Kürt siyasal hareketi de bu toprakların ilerici ve aydınlanmacı geleneğiyle bağlarını koparıyor. Solla arasındaki mesafe derinleşerek bir uçurum boyutuna ulaşıyor. Daha da önemlisi, seküler bir karaktere sahip olan Kürt siyasal hareketi, Türkiye ve Ortadoğu gericiliğinin bir parçası olmanın eşiğinde duruyor.

Oysa Türk halkının, solun, yurtseverlerin, cumhuriyetçilerin içinde yer almadıkları ve destek vermedikleri bir barış sürecinin başarılı ve kalıcı olması mümkün değildir. Durumu “Akil İnsanlar” heyeti de kurtaramayacaktır.

Erdoğan sultan ben valisi miyim?

Dostlar,

YURT Gazetesi ve HALK TeVe‘nin Şam’da
Suriye’nin seçilmiş Devlet Başkanı Sayın Beşar Esat ile kapsamlı bir söyleşi yapmasını bir sorumlu gazetecilik başarısı olarak görmek gerekir. Bu kurumları ve görevlilerini kutluyoruz. Sayın Esat ile söyleşi çok kapsamlı, doyurucu ve öğretici..

Sevgi ve saygı ile.
04.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Erdoğan sultan ben valisi miyim?

YURT Gazetesi,04 Ekim 2013

Başbakan Erdoğan’ın bir dönem ‘Kardeşim, dostum’ diye hitap ettiği
Beşar Esad, YURT Gazetesi’ne çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Erdoğan sultan ben valisi miyim?

Ömer Ödemiş – Suriye de yaşanan çatışmaların bir boyutu da medya üzerinden yürütülüyor. Egemen güçlerin denetimindeki medya, Suriye’ye ilişkin pek çok yalanı dünya kamuoyuna sunarak, halkın bakışını kendi yalanları doğrultusunda yönlendirmeye çalışıyor. Son kimyasal saldırı yalanı da büyük bir kampanyayla sunuldu.
Yan yana dizilmiş ölü çocuk bedenlerinin vahşet görüntüsü Suriye devletinin katliamı olarak, savaş çığlıkları eşliğinde yayınlandı. Suriye’de çatışmaların başladığı günden bu yana benzer pek çok yalanın ortaya çıkması ve yaşanılan gerçeklerin
kamuoyu tarafından bilinmesi için her türlü çabayı gösterdik. Onlarca haber yaparak Suriye gerçekliğinin olanca çıplaklığıyla bilinmesi için özen gösterdik.

Suriye Devlet Başkanı Esad ile röportaja, Suriye’de yaşananların gerçek yüzünü
ilk ağızdan, sorunun asli muhatabından öğrenmek için gittik. Kafamızdaki tüm soruları saygı çerçevesinde sorduk. Beşar Esad tüm sorularımıza zaman sınırlaması getirmeden içtenlikle yanıt verdi. Kamuoyunun merak ettiğini düşündüğümüz
tüm konularda sorularımızı Beşar Esad’a yönelttik. Türkiye hükümetine ve Başbakan Tayyip Erdoğan‘a bakışını, yaşadıkları süreci ve Türkiye hükümetinin Suriye politikası üzerine düşündüklerini, kimyasal silah kullanıp kullanmadıklarını, Kürtlerin durumunu, kardeşi Mahir Esad’ın öldürüldüğü söylentilerini açıkça sorduk. El Kaide gibi radikal İslamcı terör gruplarını nasıl temizlemeyi düşündüğünü, gelecekte nasıl bir Suriye göreceğimizi, geçmişten ders çıkarıp çıkarmadığını, BAAS partisinin süreçte hatasının olup olmadığını, hatta diktatör olup olmadığını sorduk.

Suriye’de cezaevinde gazeteci, akademisyen, siyasetçi olmadığını, hiçbir idam cezasını onaylamadığını, Müslüman Kardeşler‘e bile idam cezası uygulamadıklarını ayrıntılı anlattı. Benim önemsediğim bir soru ise, Devlet Başkanı Beşar Esad kimliğinden sıyrılarak kendisini tanımlamasını istediğim soru oldu. Net yanıt almak istediğim bu soruya beklediğim netlikte olmasa da, genel çerçevede beklediğim bir yanıt geldi. Röportaj öncesi çay sohbetinde Türkiye’deki son durumları ve Türkiye halkının Suriye konusundaki duyarlığı üzerine konuştuk. Özellikle güneyde yaşayan halkın Suriye’nin sorunlarından çok fazla etkilendiğini, kaygılandığını ifade ettik.

Türkiye halkı ile Türkiye hükümetini her fırsatta özenle ayrı tuttuğunu ifade etti.
AKP hükümetinin yaptıklarından Türk halkını sorumlu tutmuyordu. Tam tersine
Türkiye halkının Suriye de savaşa karşı çıktığını bildiği çok açıkça kezlerce belirtti.

Başkanlık Sarayının stüdyo olarak hazırlanmış bir bölümünde gerçekleştirdiğimiz röportaja çok kalabalık gelmediğini gözlemledim. Birkaç kişi vardı yalnızca yanında
ve dev bir koruma ordusu görmedim.

Hakkında her gün vurulduğu iddiaları yayılan Esad’ın Şam’da bu kadar rahat olması, gerçekte yaşananların abartıldığı boyutta olmadığını gösteriyordu. Sakin olduğu gözlenen sarayın girişinde de, tanklar, zırhlı araçlar hiç abartılı güvenlik önlemine rastlamadım. Herkesin kullandığı bir ana caddenin hemen yanından giriş yaptığımız sarayın içinde de çok az sayıda güvenlik görevlisi dikkatimi çekti.  Halk TV ile birlikte gerçekleştirdiğimiz ve bir saat 20 dakika kadar süren görüşmemizin “Suriye’de
neler oluyor?” sorusuna  yanıt oluşturacağını düşünüyorum.

Soru : Türkiye’nin Suriye’ye ilişkin tutumunu nasıl değerlendirebiliriz?
Suriye’ye ilişkin duruşları, davranışları ve politikalarını
nasıl değerlendirebilirsiniz?

Beşar Esad            :

Bu süreç içinde iki Türkiye’den söz edebiliriz. İlki ve daha önemli olanı, Türk halkıdır. Öyle ki bu halk; Erdoğan ve hükümetinin tüm yalanlarının üstesinden gelerek, Suriye’de olup biten gerçekliği anlamayı başardı. Batılı ve Türk medyasının Erdoğan’ın yalanlarını pazarlama ve yutturma çabalarına karşın gerçekleri öğrenmeyi başaran Türk halkının tutum ve davranışı tümüyle açıktır. Bu halkın; Suriye’ye yönelik savaşa ve Erdoğan hükümetinin Suriyelilerin kanına bulaşmasına karşı tutumu da hep onurlu olmuştur. Türkiye’nin bir yanı budur. İkinci ve daha az önem taşıyan yanı ise;

  • Erdoğan ve Suriyelilerin kanlarına gırtlaklarına kadar bulaşan hükümet üyelerinden ibarettir.
  • Erdoğan’ın temsil ettiği bu hükümet;
    on binlerce Suriyelinin kanından sorumludur.
  • Suriye’de altyapının yıkılmasından sorumludur.
  • Yalnızca Suriye’de değil, tüm bölgede istikrarın baltalanmasından sorumludur.
  • Erdoğan ve arkadaşları Mısır, Libya, Tunus ve bölgenin birçok ülkesine müdahale ettiler. Aynı zamanda devlet ve halk olarak Türkiye’yi halkın çıkarlarına karşı bir çok başlıkta politikalara ve savaşlara bulaştırdılar. Dolayısıyla bizler günümüzde Türkiye’yi tamamen birbirleriyle çelişen iki şekilde görmekteyiz.
  • Halk bir yönde, Erdoğan ve hükümeti de başka bir yöndedir.
    Bunun bir başka kanıtı ise Erdoğan’ın Suriye’deki teröristlere destek vermesi değil ayni zamanda
    Mısır ve öncesinde Irak’ın iç işlerine çok tehlikeli bir şekilde müdahale etmesidir.

Soru    : Sayın Cumhurbaşkanı; El Kaide ve Nusra Cephesi gibi terör grupları Türkiye sınırına yayıldı. Sayıları binleri bulan çok sayıdaki çeteler önümüzdeki süreç içinde Suriye’ye olduğu kadar Türkiye sınırlarına da bir tehlike oluşturacak mıdır sizce?

Beşar Esad      :
Bu radikal ideolojiler temelde ülkeleri ya da sınırları tanımazlar. Halkları da kabullenmezler. Yalnızca bu ideolojiye sahip olanları kabul ederler. Eğer bu ideolojiye sahip olan Asya’nın en doğusunda olsa bile onlara göre ‘kardeş’ sayılır. Ama bu bölgede bu ideolojiye sahip olmayan herhangi biri onlara göre öldürülmelidir.
Onlar açısından Suriye ile Türkiye arasında fark yoktur. Bu ideolojiye sahip olanlara göre onlar bu bölgede yayılmalı ve radikal İslami devletlerini kurmak için bulundukları bölgeyi genişletmelidirler. Onlar ancak bu biçimde Allah’ın rızasını alacaklarını düşünürler. Ancak bir rastlantı olarak iki gün önce uluslararası medya ; Suriye’nin kuzeyinde bulunan kimi radikal terör gruplarının, kendi deyimleriyle
Türkiye’yi ‘kafirlerden’ kurtarmak için cihat başlattıklarına ilişkin haberler çıkmaya başladı. Dolayısıyla bu ideolojiye toplumu yakan bir alev olarak bakarsak
bu alevin genişleyerek ateşe dönüşeceği kesindir.

Yani Suriye’nin alevler içinde olduğu bir zamanda Türkiye’nin esenlik içinde ve rahat olarak kalması mümkün değildir. Bu imkansızdır. Nitekim sizler de Suriye’deki krizin yansımalarını hissetmeye başladınız. Benzer şey Irak, Lübnan, Ürdün ve tüm komşular için geçerlidir. Bu konuyu çok düşünmeye gerek yoktur.

Gerçek şu ki; bu teröristlerin bir bölümü Suriye toprakları, bir bölümü de Türkiye sınırlarında vardır. Suriye’nin kuzeyindeki çatışmalarında da onlara ateş desteği sağlanmaktadır. Türkiye sınırlarının farklı bölgelerinden girmek için manevralarda bulunup gerek ordu gerekse halka saldırıyorlar.

  • Yakın gelecekte bu teröristlerin Türkiye’ye etkileri olacak ve
    Türkiye bunun bedelini ağır ödeyecektir.
  • Terörü bir kart gibi cebinize koymanız mümkün değildir.
    Çünkü terör akrep gibidir, cebinize koyduğunda ilk fırsatta sizi ısıracaktır.

Soru     :
Bir zamanlar AKP ve çevresiyle oldukça iyi ilişkileriniz vardı. Hatta Erdoğan, size ‘kardeşim Esad’ olarak hitap ediyordu. Şu an ise gerek Erdoğan
gerek Davutoğlu sürekli olarak: ‘Her görüşmede ve her fırsatta Esad ile temaslarımızda; demokratik reformlar yapması gerektiğinden söz ediyorduk. Bir çok kez ona söyledik ama o yapmadı.’ diyorlar. Tam olarak sizden
neler istediler? Buluşmalarınızda neler oluyordu?

Beşar Esad          :

Krizden önce Erdoğan hiçbir zaman reform ya da demokrasi konularından söz etmedi. Hiçbir zaman da bu konularla ilgilenmedi. O’nun tek bir hedefi vardı. Bu hedef de O’na göre Suriye ve Türkiye halkları arasındaki ilişkilerden çok daha önemliydi.

  • Erdoğan’ın tek amacı Müslüman Kardeşler’in Suriye’ye dönmelerini sağlamak idi.

Erdoğan’ın Suriye ile ilişkilerinde temel ve ana amacı tam olarak buydu, yani Suriye ile Müslüman Kardeşler’i barıştırmak, bazen de Müslüman Kardeşler’in bir bölümünü Suriye’ye geri getirmek. Bunun dışında hiçbir şeyi gözü görmüyordu. Olaylar başladığında ise aynı konuyu kullanmaya çalıştı. Fakat bu kez gerekçe reformlar idi. Örnek olarak krizin başında cezaevlerinden serbest bırakılanlardan söz ettiğinde;
O’nun asıl ilgilendiği Müslüman Kardeşler‘den kaç kişinin serbest bırakıldığıydı. Öbürlerinin ise onun için hiçbir önem ve değeri yoktu.

  • Erdoğan’ın aklı budur işte. Kapalı, dar, bağnaz ve dürüstlüğü tanımayan bir mantık. Dolayısıyla kendisi ve Davutoğlu’nun tüm söyledikleri tümüyle yalandır.

Bu birincisi.

İkincisi ise; hep, Suriye’ye geldiklerini ve bizlerin reformlar konusunda kendilerine vaatlerde bulunduğumuzu söyleyip durdular. Hangi sıfatla bunlar yapıldı. Sanki Erdoğan sultan, ben de O’nun valisi miyim? Türkiye bağımsız bir devlettir, biz de bağımsız bir devletiz. Erdoğan, kriz başında bizlerin ne yapabileceğimizi sordu. Biz de vizyonumuzu ve geleceğe yönelik siyasal planlarımızı anlattık. Fakat hiçbir zaman demokrasiden
söz etmedi ve bizler de hiçbir vaatte bulunmadık.

  • Suriye’de yaşananlarla ilgili söyledikleri her şey yalan. 

Gerçeği budur işte. Aramızda olup biten her şey bundan ibaret.

**************

ÖMER ÖDEMİŞ’İN SURİYE İZLENİMLERİ

Savaşla Barışan Halk

Suriye Devlet Başkanı Esad ile söyleşi (röportaj) için yola çıktığımda,
Şam’ı son görüşümden bu yana nelerin değiştiğini merak etmeye başlamıştım.
Hiç susmayan silah sesleri, patlamalar ve top atışları kalmıştı belleğimde…

Gece başlayan ve sabahın ilk ışıklarına dek süren top ve bomba seslerinin tedirginliği ile uyanmıştım hep. Şam’a genel bir saldırı başlatan radikal İslamcı gruplar,
şehir merkezine sızmak için sıkı yüklenmişlerdi. Ancak kent merkezine
birkaç intihar saldırısı dışında sızamamışlardı.

Şam’a ilk indiğim gün hemen hiç patlama ve silah sesi duymadım. Şaşırdım.
Hemen her yandasıkı askeri denetimler olduğunu ve askerlerin işlerini gerçek anlamda ciddiye aldıklarına tanık olduk. Daha önceki kayıtsız tutumlarından iz yoktu.
Yaşananlar herkesi eğitmiş gibiydi. Bize ayrılan devlet araçları bile arama noktalarında durdurulup ayrıntılı aranıyordu.

Savaş kanıksanmıştı sanki, sokaklarda insanlar günlük yaşamlarını olanca doğallığıyla sürdürüyorlar. Alış veriş yapıp otellerin yüzme havuzlarına giriyorlar. Okullar açılmış öğrenciler nereden geleceği belli olmayan bombalı saldırı olasılığına aldırış etmeden okullarına gidip geliyorlar. Bir ara yaşanan benzin sıkıntısı da tümüyle çözülmüş gibi. Suriye halkı savaş ortamında bir yaşam biçimi geliştirmiş gibi görünüyor.

Emevi camisini, Hamidiye çarşısını ve Merci meydanı gibi önemli merkezleri dolaştım. Hamidiye çarşısı on binlerce insanın insanın omuz omuza zor adım atabildiği bir yerdi. Artık kalabalık değil. Ancak yine de Şam’ın en hareketli ve en yoğun bölgelerinden biri olmayı sürdürüyor. İpek yolunun son durağındaki en eski tarihsel çarşının geçmiş günlerini özlemle aradığını hissediyor insan. Bir kırılık var gibi, bir gönül koyma…
Ya da belirsizlik, kaygı. Konuştuğum birkaç esnaf ticaretin bittiğini söylüyor.
Eski işlerinin binde birini bile yapamadıklarını, çarşıya gelenlerinde ciddi şeyler almadan yalnızca dolaştıklarını söylüyorlar. Tarihi dondurmacı dışında hemen
her dükkan boş gibiydi.

Yaşam ciddi oranda pahalanmış Şam’da. Temel ihtiyaç maddeleri dışında her şeyin fiyatı % 400-500 artmış görünüyor. Ekmek, şeker, un, benzin gibi devletin denetim altında tuttuğu temel gıdaların fiyatlarında ise hiçbir artış yok ve bol miktarda bulunuyor. Suriye ciddi bir kıtlık yaşamıyor gibi.

İlk gün saraya gidip, basın bürosu ile görüştük. Beşar Esad ile yapacağımız söyleşide istediğimiz her soruyu rahatlıkla sorabileceğimiz birkaç kez belirtildi. Biz Türkiye halkının merak ettiği pek çok konuda soracağımız sorular olduğunu ve bu konuda kendimizi sınırlandırmayacağımızı belirttik. Sevindiler. Saygı çerçevesinde, sorduğumuz
her sorunun yanıtlanacak olması da bizi sevindirdi.