Etiket arşivi: TEK ADAM REJİMİ

ÜLKENİN CİĞERLERİNİ SÖKME TEŞVİĞİ

ÜLKENİN CİĞERLERİNİ SÖKME TEŞVİĞİ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Sayın Recep Tayyip Erdoğan ne demişti; “Biz İstanbul’a ihanet ettik, bunda benim de payım var..” O denli doğru söylediniz ki sayın Cumhurbaşkanı, tarife benim sözcük hazinem yetersiz kalıyor. Yalnızca İstanbul’a mı, öbür illeri ayırdınız mı? Ülkemizin öbür illeri ve bölgeleri ayrıcalıklı mı? İstanbul’un suçu ne tek başına? Ben bir anımsatma yapsam, acaba ülkenin büyük bölümü kapsama alanına giriyor olabilir mi?

Örneğin kaç belediye başkanını –istifaya zorlayarak– görevden aldınız? Bunların suçları neydi? Görevden aldığınıza göre suçlu olmalılar. O halde cezaları nerede? Hukukta bir kural vardır; Suçsuz ceza olmaz! Cezasız kalan suç??.. Bilgisizliğimi hoşgörün,  istifa ettirerek görevden aldığınız belediye başkanlarının olduğu illerde de ihanet olabilir mi? Yine soralım; 1. derecede sit alanı, Salda Gölü’nün başında Azrail nöbet tutuyor, burada da böyle bir belirti var mı?

Mitolojiye göre tanrıların tanrısı Zeus, Kazdağlarının doruğunda Troia Savaşlarını izliyordu. İlk güzellik yarışması Kazdağlarında yapılmıştır. Kainat güzeli Afrodit birinci gelmiştir. Kazdağları da Afrodit kadar güzel değil mi? Kazdağları yalnızca doğal durumu ile değil, kültürel yönüyle de dünyanın ilgisini çekmektedir. Ayrıca Kazdağlarının sahibi insanlardan önce tavşanlar, tilkiler, kuşlar, sincaplar, geyikler, kaplumbağalar, kelebekler, uğur böcekleri ve ağaçlar değil midir? Binlerce ton siyanür zehiri dökülerek katledilen on binlerce ağaç ve canlı, bozulan ekolojik denge, gene kapsama alanı dışında mı kalıyor? Niçin??!

Biz, “yaş kesen, baş keser” olarak bilirdik, İktidarınız bunu “yaş kesen, hoş keser” e dönüştürdü. Doğaya karşı bu acımasızlığınız nedendir? Çevresi boğum boğum yeşil, halka halka, rengarenk Uzungöl yok artık! Çevresine betondan kelepçe vuruldu. Burada da bir ihanet belirtisi, hatta sonucu var mı? Kim sorumlu?

Mardin’in en güzel üzüm bağları ve zeytinlikleri alev alev yanıyor.
Şirince’de ağaç katliamı başladı, başlayacak (mermer ocakları için), Matematik Köyü yakınlarında.
Aydın’da kurulu jeotermal santrallerin incirleri, zeytinlikleri, çocukları, kadınları, erkekleri, yaşlıları hasta ettiğini biliyor muyduk? Ülkede kanser oranının hızla artmasını neye bağlıyorsunuz?
Şimdi Munzur’un en verimli su kaynaklarında sıra, o da yok edilmek üzere. Altın ve mermer ya da dolayısıyla RANT, kapitalizmin tapıncı kâr  uğruna… Dünya var olalı beri, insanlar o altını ve mermeri çıkarmadan yaşadı ama susuz ve havasız ne denli yaşayabilir? Buna ne diyeceğiz?

Karadeniz’de çeşit çeşit kuşların sesleri, suların şırıltısı esen rüzgarın uğultusu ile bir senfoni oluşturuyordu. HES’lerle o suları kuruttunuz. O kuşları susturdunuz. O doğal müzikal koro yok şimdi!

Dalaman’da çıkan yangında, Bakanlık emriyle yangın söndürme uçakları kullanılmadı. Binlerce ağaç yandı. Milyonlarca börtü böcek yandı, yok oldu. Arılar öldü, evet evet arılar öldü. Arılar ölürse doğal yaşam da ölür, bunu biliyor muyduk? Yangından geriye geyiklerin boynuzları ile kaplumbağaların kabukları kaldı! Peki, bunun gerçek adı ne? Son zamanlarda sıklaşan bu vb. “yangınlar“ salt fiziksel, olağan, rastlantısal doğa olayları mı? Fıtrat mı yoksa??!

Ulusal – uluslararası ölçekte sabotaj, kasıt, yeni 2B arazileri yaratma.. dürtüleri ardalanda gerçek belirleyiciler olmasın! O zaman Devletin istihbaratı gerçeği ortaya koyacak, güvenlik güçleri önlem alacak ve kamuoyu da adeta seferberlik ruhu ile dayanışma amacıyla aydınlatılmayacak mı?

Yeni din ve yeni tanrı “Rant“ hazretleri midir??

Kuzey Ormanları, Akkuyu, Hasankeyf, Eskişehir, Alpu Ovası, Yatağan, Marmaris Okluk Koyu, Aydın, Manisa, Arhavi…. yakınlarında Selçuk-Şirince kasabası var, say say bitiremiyoruz doğa katliamlarını. Geçmişte bu boyutta yıkıcı olaylar yaşanmadı ülkemize. Nedir hikmeti bu uğursuzlukların??? TEK ADAM rejiminizin bu ağır tabloya tanısı nendir?? Hangi çözümler önerilmektedir ve hangi önlemler alınmıştır, alınacaktır? Rejimin kalbi TBMM uzuuuun mu uzun tatillerde.. Meclis incelemesi yok, araştırması yok, soruşturması yok, yaptırım gücü yok…

TEK ADAM REJİMİ ile devasa sorunları olan ülkemiz çaresizlik içinde kıvranmakta.. 21. yy’da dünyada örneği olmayan ve Türkiye’ye asla yakışmayan bu ucube rejim hem çok ağır sorunların nedeni hem de haliyle çözemeyeni!

Kanadalı Alamos Gold şirketi Türkiye’yi kandırdı mı? Yoksa dolandırdı mı? Çıkarılacak altının yalnızca %4’ü bize bırakılıyor. Yetmiyor, bir de bu şirkete teşvik kredisi 865 milyon TL sunmuşuz. Buyrun yalanlayın yalanlayabiliyorsanız. Ülkenin ciğerlerini sökme teşviği! Böylesi bir bezirgan pazarı dünyanın neresinde var??

Yarın bir kez daha “kandırıldım“ mı diyeceksiniz??! Kuzum siz, ha bire kandırılmak için mi oradasınız?? Bu ne mene bir söylemdir ki, gözünün içine bakaaaa bakaaaa “82 milyon“ salak – aptal – geri zekalı…. varsayılmaktadır!?

Kanada bayrağı akçaağaç yaprağıdır, %46’sı ormanlarla kaplı bir yeşil denizdir bu devasa ülke. Orada tek bir ağacı bile kafanıza göre kesemezsiniz. Ormanlarını gözleri gibi koruyorlar. Hatta bayraklaştırarak simgeleştirmişler. Oysa ülkemizde ormanlarımızı vahşice katlediyorlar. İşte Batı emperyalizmi böylesine ikiyüzlü iken, bizim gözümüzü iyice, iyice açmamız gerekmez mi?

Sonuç olarak                       :

  • Bu iktidar döneminde Doların yeşili, doğanın yeşilini tutsak almıştır.
    Tutsak işlemi yapılmakla kalsa bari; ülkemizin doğası, meydan okurcasına ve dönüşümsüz biçimde talan edilerek, peş keş çekilerek yok edilmektedir.
  • Bu meydan okuyucu politika sürdürülemez bir dayatmadır Türk ulusuna karşı..
  • Ve öyle sanıyoruz ki; iktidarın meşruluğu sorunu doğuracak kertede vahimdir!

HALK KAZANDI, HAK KAZANDI

HALK KAZANDI, HAK KAZANDI

Mustafa AYDINLI

31 Mart 2019 yerel seçimlerin de, Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul BŞB Başkanlığını kazanması üzerine, bu sitede “Barış dili kazandı” diye yazmıştık (03 Nisan 2019; http://ahmetsaltik.net/2019/04/03/baris-dili-kazandi/). Mazbatanın geri alınarak seçimlerin yenilenmesi üzerine de, yapılacak yeni seçimin bir “vicdan seçimi” olacağını belirtmiştik (02 Haziran 2019, http://ahmetsaltik.net/2019/06/02/vicdan-secimi/). Devamındaki makalemizde ise İstanbul’un Türkiye’nin özeti olduğunu açıklamıştık.

İstanbul BŞB Başkanlığı seçiminin yenilenmesini dayatan Cumhur İttifakı büyük bir hezimete uğramıştır. İstanbul BŞB Başkanlığı seçimi, “tek adam rejimi“ne karşı, bir demokrasi referandumuna; bu topraklarda yaşayan insanların bir vicdan muhasebesine dönüşmüştür. Ceberrut tek parti devleti çökmüş, milli irade kazanmıştır.

Saygın hukukçuların belirttiği gibi, yok hükmünde olan 16 Nisan 2017 halkoylaması (referandumu) tam anlamıyla tartışmalı duruma gelmiştir. Atı alanın Üsküdar’a geçemeyeceği anlaşılmıştır. Rejimin değiş(tiril)mesine neden olan yok hükmündeki söz konusu hileli (1,5 milyon dolayında mühürsüz zarf ve oy pusulası ile sonuç tam tersi değiştirildiğinden) halkoylamasından beri, ülke her alanda freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağı gitmektedir. Ekonomi çökmüş, yoksulluk artık diz boyunu çoktan geçmiş, şirketler peş peşe konkordato ilan ediyor… Halk soğana, hayvanlarımız samana muhtaç olmuştur.

Ülkemizde ölçüsüz bir talan; tarikatlar, cemaatler, yandaşlar kanalıyla, halkımızın kutsal inançları sömürülerek, Allah ile kul arasına girilerek en sefil biçimde sürdürülmektedir. “Partimize oy verirseniz cennete giderseniz” gibi akıllara durgunluk veren propagandaları bile, iktidar partisi AKP’nin eski Bakanları düzeyinde derin şaşkınlıkla gözlemledik..

Seçim sürecinde akıl almaz bir kampanya yürütüldü. Halka parmak sallandı. Halk tehdit edildi. Kendi dışındakilere “Zillet İttifakı” dendi dendi. Barış söylemi unutuldu, kendi dışındakilere herkese terörist dendi. Rakibine “oyları çaldılar” gibi aslı astarı olmayan iftiralar atıldı. Hem aday B. Yıldırım hem de AKP’li CB Erdoğan bu iftiraya sarıldılar. Oysa yönlendirilen – baskı altında tutulan YSK bile iptal gerekçesinde “oy çalınması” konusuna değinmedi. Çünkü böyle bir şey yoktu ama yalan öylesine büyük söylenmeliydi ki, bir süre sonra söylenen / söyletenler de inanmalıydı. Nitekim hiçbir kanıt gösteremeyince bu kez “siyaseten çalma” gibi bir zırva ile karşılaşıldı. Gerçekten zırva tevil götürmüyordu.. İftira atmak da serbest.. hem de tarafsızlığını Anayasaya karşın ayaklar altına alan bir Cumhurbaşkanı tarafından..

Oysa şaibeli halkoylamasına dayalı Anayasa değişikliği ile CB’na partisinden istifa etme yükümü kaldırıldı ama CB yemininde Anayasada “tarafsız olma” yükümü yerli yerinde.. Bu ne ucube rejimdir ki, Devletin birliğini temsil eden ve başı olan kimse, bir kentin belediye başkanlığı seçimlerinde Devlet olanaklarıyla apaçık ve aşağılayıcı propaganda yaparak partisinin adayına oy istemek için çok sayıda miting ve TV programları yapabilmiştir. Bu denli çarpıcı örnekleri Dünya demokrasi tarihinde görmek olanaklı değildir ve gerçekte AKP rejimi Anayasal meşruluk sınırlarının çooooooook  uzağına ve epeydir savrulnuş bulunmaktadır.

Deyim yerinde ise, zorla ve ak gaspıyla yeniletilen seçimde halk adeta MEŞRU SAVUNMA ile iktidara çok şiddetli bir tokat atmıştır.. “Öyle 13-14 bin oy farkıyla BŞB Başkanı olunmaz..” diyen AKP Genel Başkanı Erdoğan’a halk, “al sana 807 bin oy farkı, yeter mi!? demiştir adeta. Tabii anlayana.. Öte yandan 1994’te İstanbul BŞB Başkanlığı seçimini, sol oyların bölünmesi nedeniyle ancak %24 oyla kazanabildiğini Erdoğan unutmuş görünmekte, unutturmaya çabalamaktadır. İmamoğlu Erdoğan gibi %24 oyla değil, iktidarın tüm baskılarına karşın %54 oyla kazanmıştır. İktidarın bu tabloyu çok iyi ve doğru okuması her şeyden önce kendi yararınadır.

Bu süreçte Anamuhalefet CHP lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na linç girişimi bile kurgulanarak yapılmış, yalan bildirim ve kamera hileleri ile Ordu Valisine hakaret edildiği tezgahlanmış, bir kez olsun barış ve sevgi dili kullanılmamıştır. Halka bir tebessüm çok görülmüştür. Devletin seçim yenilemekle ettiği masraf bir yana, halk tatil programı yapamaz olmuş, gidenler geri dönmek gibi yeni bir zaman ve ekonomik giderle baş başa kalmıştır. Seçim öncesi ve seçim günü kent içi ulaşım seçenekleri bir ölçüde iptal edilmiş, Hatay – İstanbul sabah uçağı ertelenmiş….. insanlar Erzincan’dan İstanbul’a otobüsle ayakta gelmişlerdir!

İktidarın gözü öylesine kararmıştır ki, bu topraklarda yaşayan insanların vicdanlarını, haklıdan yana olma, masumdan – mazlumdan – mağdurdan yana olma asilliğini, geleneğini görememişlerdir. Göremiyorlar ki; bu halk, tehdide, şantaja, yalana, dolana, talana boyun eğmez ve eğmeyecektir! İstanbul’da erişilen demokrasi zaferi için en en uygun açıklama budur.

Seçim sonuçları, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ilke ve ideallerinden sapmanın ülkeyi ne duruma düşürdüğünü halkın gördüğü buna verdiği tepkisel yanıt olarak okunmalıdır.
Artık Türkiye’de ucube Tek Adam Rejimini dayatma ve sürdürme olanağı kalmamıştır!
Erdoğan ve AKP’si 2 kez topal ördek konumundadır. Zaten TBMM’de salt çoğunluğu yoktur, şimdi de stepnesi parti ile birlikte toplam %45 oy alabilmiştir İstanbul BŞB Başkanlığı seçiminde. İstanbul Türkiye’yi çok iyi temsil edebilecek bir örnektir. AKP = RTE halk desteğini byük oranda yitirmiştir.

  • Artık sıra, “yeniden parlamenter demokrasi” isteminin yüksek sesle dile getirilmesindedir.. Cumhur İttifakı karşısında Millet İttifakı birliğini güçlendirerek sürdürmeli; yeni süreci ustalıkla yönetmelidir.

23 Haziran’da yenilenen seçim sonuçları; İstanbul’a ihanet edenlere, bu ihanetlerini itiraf ve sorumluluklarını Erdoğan’ın ağzından kabul edenlere İstanbul halkının, örneğin şimdilik ortaya dökülebilen 847 milyon TL’lik alın terinin yandaşlara, tarikat – cemaatlara – mahdum vakıflarına, bankamatik AKP üyelerine… talan edilmesine artık izin verilmeyeceğinin kararlılığıdır.

Bu sonucun alınmasında başta akıl, hukuk ve demokrasi dışı politikalarıyla AKP – MHP; sonra da tersine çabalarla CHP, HDP, İYİ PARTİ, SP ve pek çok toplum kesiminin katkısı vardır. Bu bir toplumsal savunma refleksidir. “Beka sorunumuz var” diye halkı tuzaklamaya kalkanların, bölücü örgütün başı ile flörte – pazarlığa girişmesi ve HDP oylarını tarafsız kalmaya çağırmaya yeltenmesi başlı başına bir fiyaskodur ve suç-tur! MHP’nin ise bu girişimlere sessiz kalıp sonra boşu boşuna esip – gürlemesi, gerçekte bir kez daha Bahçeli misyonunu içyüzünü sergilemiştir.

Düşünün ki, büyükçe bir bina ve birisi “yangın vaaaaar!” diye bağırıyor. Herkes çıkış kapısına koşuyor. Türk halkı bu iktidardan kurtulmak, yangından kaçarcasına “kurtuluş kapısı” aramaktadır ve çözümü bulmuştur : Bütün demokrat – cumhuriyetçi kesimlerin elbirliği!

Bu sonucun alınmasında “T.C.” simgesinin pek çok kamu kurumlardan kaldırılmasının, Andımızım Danıştay kararına karşın okunma yasağının sürdürülmesinin, hukuk tanımayan OHAL KHK’ları ile toplumda yaşanan ölçüsüz dramların, bir bütün olarak Cumhuriyetin kurucu değerlerine savaş açılmasının, ekonomiyi çökertmenin de elbette belirgin payı var. Mustafa Kemal Paşa ve İsmet İnönü gibi 2 ulusal kahramana “İki ayyaş” nitelemesi densizlikleri, “Lozan hezimettir” zırvaları, “Doksan yıllık reklam arası” saçmalıkları…. unutulmadı.

Türk halkı sağduyusu ile kendisini kuşatan tehlikeyi görmüş, ve olağan tepkisiyle toplumsal bir AKP = RTE’ye red ittifakı oluşturmuştur.

“Tek adam rejimi”ne karşı isyan iradesi sandığa yansımıştır.
Sonuçta halk kazanmıştır, taşlar yerine oturmuş, hak kazanmıştır.

  • Türkiye hızla normalleşecek, bağırsaklarını temizleyecek ve bu AKP fetret devri parantezi kapatılacaktır. 

MİLLİ İRADEYE SAYGILI OLMALIYIZ

MİLLİ İRADEYE SAYGILI OLMALIYIZ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Seçimler biteli bir haftayı geçti. Fakat sayımı bitmedi. AKP kazanana dek biteceği de yok gibi gösteriliyor. Tek adam rejimi işte böyle bir şeydir. Milli irade, gizli oy, açık sayım – döküm sözleri, seçimi yitirirse mevcut iktidara yabancıdır.

  • Seçimle alamazsak sayarak alırız.
  • Sayarak da alamıyorsak, yine sayarız,
  • Olmazsa bir daha sayarız… mantığı geçerlidir.

    Bunun hakla, hukukla demokrasiyle ilgisi yok. “Güç bende, istediğimi yaparım” dayatmasıdır!

Türk halkı bu anlayışa “HAYIR” demiştir. Kanıt mı arıyorsunuz? Altı büyük ilin beşini muhalefet almıştır. Demokrasinin gereği,seçimi yitirince hakkı teslim edebilmektir. Milli iradeye saygı budur. Yenilgiyi kabul etmemek, ısrarcı olmak, iktidarın kendi kendini yadsıması anlamına gelir. Dahası, kendisini de benimsediği kimi ilkeleri ve TBMM’nin koyduğu yasaları çiğnemesi anlamına gelir. Sandık görevlilerine ve kendi gözlemcilerine güvensizlik anlamına gelir. Oysa her şey açıkça ortadadır. İstanbul’da sonuçları normal koşullarda ve hukuksal olarak değiştirme olanağı yoktur. AKP, İstanbul’da 32 bin sandık için 280 bin dolayında Parti üyesini görevlendirdiğini seçim öncesinde açıklamıştır.

İktidarın, yitirdiği İstanbul BŞBB makamını devretmemedeki kör inadı, sağduyu sahibi herkesçe yadırganmaktadır. Böylesi bir seçenek hiçbir biçimde yok! Ama yeniden seçim olsa AKP bu oyu da alamaz, çünkü haksızlık ve hukuksuzluk sağduyulu herkesin tepkisini, hatta vicdan sahibi kendi seçmeninin bile tepkisini çekmektedir. İstanbul’da Ekrem İmamoğlu, Ankara’da Mansur Yavaş gibi seçimin galibidir. Bunu bir an önce kabullenmek hukukun ve milli iradeye saygının, demokratik rejimin doğal ve vazgeçilmez gereğidir.

Gerçekte, 2014 yerel seçiminde muhalefetin ve Mansur Yavaş’ın itirazı dikkate alınmamış ve oylar yeniden sayılmamştı. Açıkça çifte standart uygulanıyor. Seçim yasaları ortada; Yasanın 112. madde­si çok açık; ‘somut delil’ gerekiyor ve ‘somut delili olmayan itirazlar da’ ince­lenemez” diyor. Sandık başında itiraz edilmemiş, şerh düşülme­miş, geçersiz oyların tekrar sayılmasını istemek huku­ken delilsiz itirazdır. YSK’nın 2014 yılında Mansur Yavaş’ın iti­razları karşısında almış ol­duğu 1199 sayılı kararın, şu an tam tersi yönde hareket ettiğini ilmek gerekiyor. Niçin acaba??

Öbür örneklere bakalım; YSK’nın İstanbul ve An­kara kararları, kendisinin geçmiş içtihatları­na, kararlarına aykırıdır. Öte yandan Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanlığıyla ilgili İYİ Parti’nin yaptığı itirazların reddi de İstanbul için vermiş olduğu kararların tam

İktidar kazanırsa “Milli İrade” yitiririrse “darbe” söylemi inandırıcı olamaz. Körü körüne ısrar ettikçe iktidar daha da çok yitirecek. Ulusal istence (Milli iradeye) saygılı olmak ve seçilenlerle birlikte İstanbul halkını daha çok mağur etmemek gerekiyor.

Sayın İmamoğlu, bir an önce, demokratik biçimde hak ettiği görevlerine başla(tıl)malıdır.

Fitch’ten Türkiye’ye ültimatom gibi uyarı

Fitch’ten Türkiye’ye ültimatom gibi uyarı

Fitch'ten Türkiye'ye ültimatom gibi uyarı

(AS: Bizim kapsamlı değerlendirmemiz
yazının altındadır..)

Kredi Derecelendirme Kuruluşu Fitch, geçen ay kredi notunu düşürmesinden beri durumu daha da kötüleşen Türkiye’deki gelişmeleri yakından izlediğini, Türkiye’nin liradaki değer yitiğine hızla çare bulması gerektiğini belirtti.

‘PİYASADAKİ HAVA DAHA DA KÖTÜLEŞTİ’

Reuters’e konuşan Fitch Ratings’in üst düzey analisti Paul Gamble, Türkiye’deki gelişmeleri yakından izlediklerini, 13 Temmuz’da Türkiye’nin notunu düşürmelerinden beri piyasadaki havanın daha da kötüleştiğini belirtti.

Asıl basınç noktasının liranın değer yitiği olduğuna dikkat çeken analist, bu yıl lirada %30’a varan değer yitiğini durdurmak için Türk yetkililerin neler yaptığını izlediğini dile getirdi.

AMERİKAN YAPTIRIMLARINDAN SONRA HIZLANDI

Reuters, TL’de son bir ayda %10’luk değer yitiği gerçekleştiğini, zira ABD Başkanı Donald Trump’ın Türkiye’nin 2 yıl tutukluluktan sonra ev hapsine aldığı rahip Andrew Brunson’ı serbest bırakmasına dek yaptırım uygulayacağını açıkladığını ve içişleri ile adalet bakanı hakkında yaptırım kararı aldığını kaydetti. Bunun da yüksek enflasyon ve ekonominin kötü yönetimiyle ilgili uzun zamandır devam eden endişeleri tırmandırdığını aktardı.

‘HEM FAİZİ YÜKSELTİN HEM DE ABD İLE İLİŞKİLERİ DÜZELTİN’ MESAJI

Zayıf lira üzerindeki baskıyı kısa vadede hafifletmek için hem Merkez Bankası’nın harekete geçmesi hem de ABD ile ilişkilerin düzeltilmesi gerektiğini vurgulayan Gamble,”Durumun nereye evrildiğine bakıyoruz. Bundan sonraki kredi notu değerlendirmesi aralık ayında, o zamana dek pek çok şey değişebilir” dedi.

‘YENİ NOT İNDİRİMİ KUVVETLE MUHTEMEL’

Türkiye için yeni bir not indirimi ihtimalinin kesinlikle bulunduğu belirtildi.

SERMAYE GİRİŞİ BİRDENBİRE DURABİLİR

Gamble, Türkiye hakkında geçen ay yayımladıkları rapordaki negatif derecelendirme hassasiyetleri içinde şu an en güncelin ülkeye sermaye girişinin aniden durması ya da ekonominin sert düşüşü olduğunu, özellikle kurumsal ve bankacılık sektöründeki stresleri artırması halinde bunun gerçekleşebileceğini dile getirdi. (basın ve AYDINLIK, 09.08.2018)
====================================
Dostlar,

7 AYDA %30 DEVALÜASYON NE GETİRİR,
NE GÖTÜRÜR?

Diplomasını bir türlü göremediğimiz, ama “Ben ekonomistim” diyebilen bir TEK ADAM rejiminin ülkemizi sürüklediği uçurum işte böyle..

2018 başından beri toplam %30 değer yitiren = eriyen TL..
Salt son 1 ayda %10 değer yitiren = eriyen TL..
Dolar burada dursa, yıl sonunda kişi başına gelir 10500 Dolardan 7 bin dolara inecek.
Ama hiç utanıp sıkılmadan 2023’te ilk 10 ekonomi içine gireceğimiz yalanları savuruyorlar.  Oysa ilk 20’den (G20’den) bile aşağı düştük. Orta gelirli ülkelerden düşük gelirliye savrulduk.
Ama besleme basın yüzü kızarmadan “Doların ateşi düşmüyor”, “Dolar rekora doymuyor”. yalanları ile halkı kandırmaya çabalıyor..

Oysa artık sokaktaki adam bile öğrendi hasta hatta ağır olanın ülkemiz ekonomisi olduğunu, çooook borçlu olduğumuzu, bunları ödeyemediğimizi, dövize gereksinimimiz çok olunca  kıymete bindiğini kavrıyor. Bir de ABD ile kirli pazarlıklar.. Ya ABD açıklarsa diye ödleri patlıyor herhalde ki, süt dökmüş kedi gibi, ABD’ye hiçbir karşı yaptırım uygula(ya)mıyor, salt kuru gürültü ile yurdum insanının gazını almaya bakıyorlar..

Ve bunlar müslümanlığı da kimseye bırakmayanlar..
Alınları secdeden kalmıyor öyle mi?
“Vah benim saf insanım vah!?”
Ya da “Vah benim saf insanım vah!?” tümcesiyle eşdeğer olmak üzere
“Vah benim kendini uyanık sanan din bezirganı insanım vah!?”

(Cumhuriyet, Musa Kart, 09.08.2018)

Bu çürüme ve kokuşmaya hangi bünye dayanır?
Üstelik gelir dağılımınız zaten öncesinden çooook daha adaletsiz..
İşsizliğiniz çoook yüksek e daha da artacak, artıyor.
Yoksulluk oranımız zaten çooook yüksek, 8+ milyon insan SGK primini bile ödeyemiyor.
Bölgesel kalkınma farkları uçurum düzeyinde..
Dış ve iç borçlar boğucu rakamlarda, döndürülemiyor..
Çevre harap ve haşat edilmiş, her yerde seller, yollarda – köprülerde çökmeler, binalar yıkılıyor.
Vahşi ve talan – yağma boyutunda özelleştirme ile elde satılacak kamu varlığı kalmamış..
Basın satın – teslim alınıp susturulmuş..
Örtülü OHAL sürüyor..
81 milyon insan tek 1 kişinin ağzına bakma utancını yaşıyor..
Son 12 yılda yüz bini aşkın çocuğun kaybolduğu savları ortada; dehşet verici!
Çocukların ırzına geçiliyor ha bire, üstelik Kuran kursu vb. yerlerde din hocalarınca!
Yolsuzluklar devasa boyutlarda olsa bile soruşturulamıyor..
Yüzbinlerce genç liselere yerleştirilemeyip açıkta kalıyor; iktidar hala İmamhatiplere zorluyor!
…………….
……………….
Böyle bir ülkede ekonominin güllük – gülistanlık olması beklenebilir mi?
Milyarlarca dolarlık servet ATATÜRK hava alanı hangi akıl ve gerekçeyle taşınıyor, anlayan yok, sorabilen hiç yok!
İktidar bilmiyor mu bu yıkımın iç yüzünü?
O yüzden yetkili kimse çıkıp halka açıklama yap(a)mıyor..
Her şeye ama her şeye yetişen ve bağıra çağıra ayar veren Erdoğan sinik, ortada yok..
Damat yarın (10 Ağustos 2018) açıklama yapacakmış!? Ne söyleyebilir ki?

Ordu’da 500 yıllık köprü ve yollar duruyor, bitişiğindeki AKP yapımı yeni köprü ve yollar çöküyor.. Yandaş yüklenicilere (müteahhitlere) ve taşeronlara yaptırılınca sonuç bu..
CB yardımcısı açıklama yapıyor, 3 cümlesinin 2’sinde “hamdolsun” 3. sünde “elhamdilüllah”  var. Sorunların kaynağına bilimsel incelemelerle ineceğiz, nerede hatalarımız varsa bilimin ışığında düzelteceğiz.. söylemleri yok.. Bir de basına gözdağı var, meğer yıkım basının yansıttığı düzeyde değilmiş..
Ordu’nun dereleri türkülere konuydu. Ne oldu onlara? HES’lerle boğuldular mı yoksa?
Karadeniz otoyolu ve HES’ler.. Ordu’daki felaketin 2 temel nedeni değil mi acaba?
******
Kendim ettim kendim buldum.. türküsü dilimize dökülüyor ama yağma – talana ortak edilen milyonlarca AKP seçmeni artık sona gelindiğini görebiliyor mu acaba? Faturayı bu yağma – talandan pay almayan / alamayan AKP karşıtı toplum katmanları (e az %50!) ile birlikte herkes ödeyecek, ödüyor..

Kuşkumuz sürüyor (tıklayıp okuyunuz lütfen) :

AKP = ERDOĞAN TÜRKİYE’yi MORATORYUMA MI SÜRÜKLÜYOR?

Aklımızdan atamıyoruz;

Çengel soru  : Türkiye’ye yüksek oranlı fiili devalüasyon, bu -ortak- senaryo ile mi dayatılıyor yoksa?? Ya da AKP, zorunlu kaldığı vahşi devalüasyonu bu yapay krizle mi maskeliyor?!

Çok anlamlı olmadığını biliyoruz ama bir kez daha yazmadan edemeyeceğiz :

Çalışanların – emeklilerin ücretlerinde hızla iyileştirme yapılmak zorunda.. On milyonlarca masum insanı göz göre göre yoksullaştıramazsınız. Bedeli yandaş rantiye sınıfı ödemeli. Çünkü bu çöküşten masum Halk değil onlar sorumlu.

Aklına düşürmeyelim ama, umarız AKP, ağır ekonomik bunalım gerekçesiyle OHAL‘i gene getirmez. Gerçi yasal düzenleme yapıldı ve örtük OHAL en az 3 yıl daha uzatıldı ama..

Yazdık, yineleyelim, üstelik acildir !

Çare                 Muhalefet partileri her şeyi ertelemeli ve ortak, yapıcı muhalefet yürütmelidir. Halka her şeyi açıklamalı ve çözüm önerileri üretmelidirler.

Feryat ediyoruz, tıklayıp okuyunuz, paylaşınız.. :

TÜRKİYE’deki YANGINI NASIL SÖNDÜRMELİ?

TÜRKİYE DAĞILMA TEHDİDİ ALTINDAYKEN
CHP’nin TARİHSEL VEBALİ

Şimdi garip – gurebanın kara gün dostu birkaç kuruş dövizine ve birkaç parça altınına göz dikilmiş durumda.. Acımasız bir duygu sömürüsü ile halk yönlendiriliyor.
Onlar da kumar masasında hiç edilince ne kalacak geriye?

Sıra kaçış planlarında mı??

Sevgi ve saygı ile. 09 Ağustos 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Vahim derecede önemli: CHP adayının niteliği

Vahim derecede önemli:
CHP adayının niteliği

Bir seyahat nedeniyle bu yazıyı 1 Mayıs Salı günü belirsizlikler içinde yazıyorum. Sonunda yine geleceğim ama, şimdiden iki şey söyleyeyim:
1) Tek Adam rejimi 1930’lar Avrupası’na ait olduğu için 21. Yüzyıl Türkiyesi’nde tamamen iflas etti, hemen aşağıda özetleyeceğim;
2) Bu iflasa rağmen diğer partilerin baskınorandarmadağın görünümü ülkenin bu rejime bir kere daha mahkum olması sonucunu doğurabilir ve çıra gibi yanarız.

A. Gül’ün her zamanki ürkekliğini sergilediği bu ortamda CHP’nin adayı Kürtleri de kucaklayan ve sağdan da oy alabilecek gerçek bir sosyal demokrat olmazsa ve bu yüzden 2. tura kalan Bn. Akşener olursa, insanlar ikrah getirip sandığa gitmeyebilir ve Allah muhafaza Erdoğan yine kazanabilir.
***
İflas deyince:
Ekonomi felaket. Erdoğan hiçbir uzmanı dinlemiyor, Allah selamet versin, döviz yerine altınla borçlanmak gibi 1. Dünya Savaşı öncesi fantezilerle oyalanıyor. Kurlar ve enflasyon almış başını gitmiş, bir yandan “Kurla tehdit etmeye kalkmayın yaşam hakkı bulamazsınız” diye tehdit ediyor, bir yandan sıfırı tüketmiş ekonomiye Okluk Koyu’nda yazlık AkSaray yaptırmak türünden kambur üstüne kambur yüklüyor, bi yandan da AKP teşkilatına görüntülü mesaj yolluyor: “Lüksten, kibirden, çekişmeden uzak durun“. Onlar da emredersiniz diyor ve Fatih Belediyesi 11 milyon TL bastırıp mehter takımı kuruyor. Şimdi de 24 milyarlık bir seçmene rüşvet paketi açıklandı.
***
Dış politika felaket. Afrin’den çekil diye bi yandan ABD, bi yandan AB, son olarak da Arap Birliği bildiri üstüne bildiri yayınlıyor. Irak da fi tarihinden beri kendi ülkesini boşaltmamız için ihtarda bulunuyor.
***
Adalet felaket. AİHM’ye uzanmaya gerek yok, AYM bile açıkladı: Verdiği ihlal kararlarının % 77,7’si adil yargılanma, ifade özgürlüğü, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkında. Ama Erdoğan, son iki yazımda anlattım, bizlere ettiği apaçık ve galiz hakaretleri mahkemede “ifade özgürlüğü” olarak savunmakta ve de “sizlere demedim, miki’ye dedim” demekte. Mahkeme de bunu memnuniyetle kabul edip, öyle karar vermekte.
***
Baskılar felaket. Bizzat Genelkurmay başkanını yollayıp A. Gül’ü vazgeçirmekten (ve haberi veren Habertürk şefini işten attırmaktan) tutun, İstanbul’da HDP toplantısını polise bastırtıp, İstanbul il eşbaşkanı dahil 40 kişiyi gözaltına aldırmaktan geçerek, mahkeme heyetinin S. Demirtaş ile S. S. Önder duruşmasında usulsüzlüğe itiraz eden avukatları salondan atmasına, atamayınca da duruşmayı terk etmesine varana kadar.

Daha küçükler, cesaretleniyorlar, kendi küçük alanlarında aynı şeyi uyguluyorlar tabii ki. KHK’yle atılanların ailelerini desteklemek için evinde içli köfte yapıp satan Halime Gülsu, “sistemik lupus eritematozus” adlı ender görülen ağır bir kronik hastalık sahibi olduğu halde bu “suç”tan Mersin cezaevine atılıyor, oradan da Tarsus’a sürülüyor. Dindar insan hakları savunucusu Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu derhal tvitler atıp yetkilileri uyarıyor. Ama gözaltındayken ilaç raporları kaybedilen ve ilaçları düzenli olarak verilemeyen, üstüne bi de 12 kişilik koğuşa 21 kadın ve 3 çocukla birlikte tıkıştırılan Halime fazla dayanamıyor, 34 yaşında ölüyor.
***
Eh, maddi ve manevi seçim rüşvetleri de ayrı felaket.
Maddi derken, örnek: TSK’de maaşlar “iyileştiriliyor”. Patronlara, “Eski OHAL’lerde fabrikalar sürekli greve giderdi, biz anında müdahalemizi yapıyoruz” diyor Erdoğan. Bedelli askerlik isteyenlere umut dağıtıyor: “İnşallah başkanlık sistemine geçiş dönemi hallolduktan sonra bunlar tekrar masaya yatırılır.”

Akaryakıtta ÖTV indirimi geliyor. 12-13 milyon konutu ilgilendiren bir imar affı, pardon, “imar barışı” geliyor! Trafik cezaları dahil, vergi ve prim borçları “yeniden yapılandırılıyor”! Emeklilere, gazi ve şehit yakınlarına dinî bayramlardan önce 1.000 TL ikramiye geliyor! 7 yılda üniversiteyi tamamlayamayanlara af geliyor!
Manevi derken, örnek: Cumhuriyet gazetecilerinin “örgüte üye olmamakla birlikte yardım etme”den bilmem kaçar yıl hapse mahkum edildikleri gün, Erdoğan AYM’nin kuruluş yıldönümüne katılıyor ve Mevlana’yı zikrederek adaleti savunuyor: “Adaletin gönül huzuru, zulmün ise vicdan azabı getireceğini söylemiştir.”  İzmir’e gidiyor, “Partimizin programında laikliği teminat gördüğümüz açıkça yazıyor.” diye laikliği savunuyor (Aziz Allah! Ona bakarsan, Anayasa md. 2’de de Türkiye için “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” yazıyor!)

Ve,16 Nisan 2017’de yapılan son referandumda “mühürsüz oy pusulası ve zarflar geçerlidir” fetvası vermiş olan YSK Başkanı Sadi Güven’den demeç: “Seçimler güvenli, mükerrer seçmen yok, sahte seçmen yok, ‘sahte oy pusulası kullanıldı’ diye bir iddia yok. Bütün bunlar yokken, daha seçim başlamadan seçim güvenliği üzerinde tartışma yapmak çok doğru değil.”  Ne zaman yapacağız, seçimden sonra mı?
***
Evet, Tek Adam rejimi bu durumlara düşmüş ve bataktan baskın seçimle çıkmak isterken daha da batmalara bulanmış vaziyette. Öyle ki, asimile Kürt türkücü İbrahim Tatlıses’ten medet umuyor artık. Böyle bir durumda, “İyi Parti, HDP’nin dışarıda kalması şartıyla ittifaka olumlu bakıyor” lafları duyuluyor.
Tansu Çiller kabinesinde içişleri bakanı iken pek iç ferahlatıcı şeyler yaptığı söylenemeyecek, Öcalan için kullandığı “Ermeni dölü” tabiri henüz unutulmamış, sonra da özrü kabahatinden büyük bir biçimde  “Ben Türkiye’de yaşayan Ermenileri değil, genel olarak Ermeni ırkını kastettim” diye ırkçı nefret söylemi kullanmış bir Meral Akşener, CHP’nin kendisine tereddütsüz yolladığı 15 milletvekillik yardıma muhtaç olmadığını ima eder biçimde, 100.000 imzayla aday olacağını ilan ediyor.
***
Tekrar etme pahasına: Bu durumda eğer CHP;

– 1930’ların partisi olmaya devam ederse, 
– “Bizden gideni aday göstermeyiz” filan derse,
– Kürtleri de kucaklayacak ve
– demokrat sağ’dan da oy alacak 
– sosyal demokrat bir aday çıkarmazsa

ve bu sayede 2. tura kalan aday Bn. Akşener olursa,

  • CHP yeryüzü ortadan kalkana kadar kendini affettiremez bu millete.
  • Bu vahim geçiş döneminde bu aday, bütün alt-kimliklere saygı göstereceğini ve kendini derhal parlamenter demokratik rejime dönmeye adayacağını ilan etmelidir.

Bu yapılmazsa, büyük veya küçük Tek Adam rejimine müstahakız demektir.
====================================================
Dostlar,

“Üstad” lığı tartışılmaz duayen – kadim Mülkiye hocası Sayın Prof. Dr. Baskın Oran,

Vahim derecede önemlidiye daha başlığa koyunca, bize de yayınlamak farz oldu!

Sevgi ve saygı ile. 02 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com


1 Mart tezkeresinin reddinin 15. yıl dönümü vesilesiyle yaptığım konuşma

1 Mart tezkeresinin reddinin 15. yıl dönümü vesilesiyle yaptığım konuşma

Onur ÖYMEN

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Amerikan askerlerinin Türkiye sınırından Irak’a cephe açmasını öngören tezkerenin 1 Mart 2003 tarihinde TBMM tarafından reddedilmesinin 15. yıl dönümü vesilesiyle 22. dönem CHP milletvekillerinin katılımıyla düzenlenen toplantıda yaptığım konuşmada özetle şunları söyledim:

CHP grubunun 1 Mart tezkeresinin reddedilmesi için o zamanki Genel Başkanımız Deniz Baykal‘ın önderliğinde yürüttüğü başarılı mücadelenin 15. yıl dönümünü gururla kutluyor ve Sayın Baykal’ın en kısa zamanda tam sağlığına kavuşarak ülkenin ve partimizin politikaları üzerinde yeniden etkili rol oynamak üzere aramıza katılmasını özlemle bekliyoruz.

Amerika’nın uluslararası hukuka aykırı olarak Türkiye üzerinden cephe açma girişiminin TBMM tarafından reddedilmesi bölge ülkeleri tarafından da sevinçle karşılanmış ve Türkiye’nin itibarını artırmıştır. Tezkere, Anayasamızın sadece uluslararası meşruiyet halinde yabancı askerlerin ülkemizin topraklarımıza davet edilebilmesine ve başka ülkelere gönderilmesine izin veren hükmüne açıkça karşıydı (AS: Anayasa md. 92/1). Zira böyle bir müdahaleye olanak veren bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı yoktu. Ayrıca böyle bir operasyon siyasi ve insani açılardan da büyük sakıncalar getirecek, orada 600,000’den fazla masum insanın ölümüyle sonuçlanan bir operasyonun sorumluluğunu Türkiye’nin de tarih karşısında paylaşması sonucu verecekti.

Irak’a yapılan müdahalenin öncülerinden olan o zamanki İngiltere Başbakanı Tony Blair, şimdi bu müdahalenin yanlışlığını kabul etmekte ve ülkesinin istihbarat örgütleri tarafından yanıltıldığını itiraf etmektedir. ABD’nin eski Dışişleri Bakanlarından Hillary Clinton, ‘bugün bildiklerimi o zaman bilseydim o müdahale kararına oy vermezdim’ diyor. Ne yazık ki, operasyonun esas sorumlularının bile yaptıkları yanlışları kabul etmelerine rağmen Türkiye’de hala keşke Meclis bu tezkereye olumlu oy verseydi diyenler, yani yanlışa ortak olmamanın üzüntüsünü çekenler var.

Tezkerenin oylamasından önce yapılan görüşmelerde Amerikalıların Türk askerlerinin Kuzey Irak’a yapacakları operasyonda o bölgedeki PKK varlığının tümüyle tasfiyesine karşı çıktıkları, hatta teröristler ateş açmadıkça Türk askerlerinin ateş açmasını istemedikleri Fikret Bila’nın yazdığı ‘Ankara’da Irak savaşları’ başlıklı kitapta yer alan muhtıra’da yer alıyor.

1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden sonra bazı Amerikalı yetkililer bu kararın alınmasının sebebini askerlerin Meclise liderlik yapamaması olduğunu ileri sürdüler. Yani bir yandan asker siyasete karışmamalı diyeceksiniz, bir yandan da Meclisin kararını etkilemedikleri için askerleri eleştireceksiniz! İşte böyle çelişkiler yaşandı.

Bugün bölede yaşanan gelişmeler, bizim 1 Mart tezkeresini reddetmekle ne kadar isabetli bir tutum sergilediğimizi kanıtlıyor.

ABD’nin o zamanki Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz, bundan sonra Türkiye Amerika’yla iyi ilişkiler sürdürmek istiyorsa “Amerika için iyi olan neyse Türkiye için de iyi olan odur” demesi gerektiği söylemişti. Bu sözler, Atatürk’ün önderliğinde tam bağımsızlık ilkesini benimsemiş olan Türk milletinin duymak bile istemediği sözlerdir.

1 Mart tezkeresinin reddinden sonra Dubai’de Devlet Bakanı Ali Babacan ile ABD Hazine Bakanı Snow arasında bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşmaya göre ABD Türkiye’ye 1 milyar dolar hibe veya 8 milyar dolar kredi verecek, buna karşılık Türkiye de Kuzey Irak’ta ABD’nin politikalarına uygun hareket edecek ve o bölgeye askeri harekatta bulunmayacaktı. Biz CHP olarak, Cumhuriyet tarihinde para karşılığında siyasi taviz verilmesi anlamına gelen hiçbir antlaşma imzalamadığımızı söyledik ve buna şiddetle karşı çıktık. İktidar geri adım attı ve anlaşmayı onay için Meclise getiremedi.

Daha sonra 2005 yılında AB ile Kıbrıs konusunda imzalanan bir antlaşmaya da CHP olarak itiraz ettik ve bu antlaşma onaylanırsa bunun Güney Kıbrıs Rum Yönetimini Kıbrıs Devleti olarak tanımamız sonucunu doğuracağını söyledik. Hükmet bu uyarımız üzerine anlaşmayı onay için Meclis sunmaktan vazgeçti.

Ermenistan‘la imzalanan ve Türkiye’nin değil esas itibariyle Ermenilerin görüşlerini yansıtan antlaşmaya da itiraz ettik. Hükumet o antlaşmayı da onay için Meclise sunamadı.

İşte bu örnekler sayıca çoğunlukta olmayan bir muhalefet partisinin etkili bir siyasi mücadeleyle nasıl sonuç alabileceğini gösteriyor:

Bugün de ülkemizde ve bölgemizde yaşanan ve Türkiye’nin güvenliği ve temel çıkarları açısından büyük önem taşıyan gelişmelerin önlenmesinde CHP’ye büyük görev düşüyor. Partimizin ancak o zamanki ruh ve mücadele gücüyle bu zorlukların üstesinden gelebileceğini düşünüyorum. 1 Mart tezkeresini reddeden arkadaşlarımıza ve bütün partililerimize bugün de büyük görevler düşüyor. Ancak birlikte hareket ederek bu güçlükleri aşabileceğimize inanıyorum.

Saygılar, sevgiler.
==============================================
Dostlar,

1 Mart 2003, Türkiye tarihi bakımından önemli bir kırılma noktasıdır. O tarihte biz Edirne’de idik ve ADD Genel Merkezi’nin Yönetim Kurulu üyesi idik, Marmara Bölgesinden de sorumluyduk. Bölgedeki duyarlı siyasal partileri, örgütleri, kesimleri.. ADD öncülüğünde toplamış ve bir savaşım yolu çizmiştik. Girişimci kurul adına TBMM’deki 550 vekile mektup yazmak biz düşen görev oldu. Sabahlara dek çalışmış ve oluşturulan içeriği 550 vekilin e-ileti adreslerine yollamış, Edirne’de ve bölgedeki yerel – bölgesel basınla paylaşmıştık. 1 Mart 2003 günü TBMM genel Kurulu Hükümet tezkeresi görüşülürken tüm Türkiye nefesini tutmuştu.

Başbakanlıktan gelen izin istemi yazısında, sayısı 65 bini aşan ABD askerlerinin güneydoğuda ağır silahları ile pek çok noktada konumlanmalarını ve oradan Irak’ı işgal etmek üzere uygun gördükleri bir plana ve takvime göre Irak’ın kuzeyine geçmelerini öngörüyordu. Bu kapsamda onbinlerce ABD askeri, ağır silah donanımları, lojistikleri ile diledikleri kadar ülkemizde kritik noktalarda kalabileceklerdi. Bu, varolanlara ek yeni ABD üsleri anlamına da gelir ve hatta TÜRKİYE’nin AÇIK – ÖRTÜK İŞGALİ demektir!

Henüz Erdoğan AKP’nin başına geçmiş değildi dolayısıyla Başbakan da değildi. TEK ADAM rejimi henüz söz konusu değildi. AKP’li vekillerden 100 dolayında insan vicdanının sesini ve kamuoyunun uyarılarını dinledi – dinleyebildi ve “red” oyu verdi. TBMM’de 2 parti vardı; AKP’nin vekil sayısı 361, CHP’ninki 178’di. Oylamaya 533 milletvekili katıldı. 264 kabul oyuna karşılık, 250 ret oyu çıktı. Anayasa’nın 96. maddesi gereği 268 salt çoğunluk sağlanamadığı için Tezkere dört oy eksikle reddedildi. Erdoğan çok ezik ve mahcuptu! 2 hafta kadar sonra Başbakan olabildi. Başbakanlığının 2. haftasında ise, başlatılmış olan Irak işgali nedeniyle ABD askerlerine dua etti ve başarı diledi! O denli ezikti ABD’ye karşı. ABD’den Paul Wolfovitz‘e yazdığı mektup ile Türk Genel Kurmay Başkanı ile görüşebilmesi için randevu ayarlanmasını bile isteyebilmişti. Ne de olsa o zamanlar iktidara hazırlanıyordu. ABD’ye gezisinde Devlet Başkanı – Başbakan protokolü uygulanarak kırımızı halılarla karşılanmış ve gerekli mesaj ABD diplomasisi ile dünyaya verilmişti. Erdoğan derin minnet borcu altındaydı ve Wall Street Journal‘da yayınlanan “ünlü” demecini verdi :

“We further hope and pray that the brave young men and women return home with the lowest possible casualties, and the suffering in Iraq ends as soon as possible.” By Recep Tayyip Erdogan
The Wall Street Journal March 31st, 2003
ve 21st April 2003, Washington Post
https://www.youtube.com/watch?v=39fzdsGsHEE

ABD -sözde- Türkiye’nin bu kendini bilmez başkaldırısını bağışlamamış ve 4 Temmuz 2003’te Irak’ta Süleymaniye yakınlarında 11 askerimizi başlarına çuval geçirerek tutsak almıştı.. Yarı diplomatik militer ya da militer – diplomatik yolla Türkiye’ye misillemede bulunmuştu. O zaman kamuoyunda ABD’ye nota verilmesi istemi CHP / Baykal tarafından istendiğinde, Başbakan Erdoğan;

  • “Ne notası veriyoruz… müzik notası mı bu?” buyurmuştu..

3 Mart 1924 Devrimlerinin 94. yılında salt bu 3 görkemli devrim değil, tüm Cumhuriyet devrimleri bütün olarak ve ne yazık ki iktidar tarafından kuşatılmıştır ve 2023’e dek “hesabın görülmesi” hedeflenmektedir. Yaşadığımız, artık eylem aşamasında olan net – açık – kararlı ve saldırgan bir Cumhuriyet düşmanı karşıdevrimdir..

Eğitim sitemi en başta vurulan sektördür.. Anaokullarına dek dinci dayatma sürmektedir.
İmamhatipleştirme büyük boyutlardadır ve dolaylı – açık dayatmalarla sürdürülmektedir. Kadınlar, geçelim türbanı, kara çarşaflara sokulmaktadır. O denli ki, ilkokullarda kara çarşaflı öğretmeler bile görevdedir. Eğitim dinci tarikat – vakıf cemaat – yurtlara ihale edilmiştir.

  • Alevilerin hakları kesinleşmiş birkaç AİHM kararına karşın tanınmamaktadır.
  • Yine zorunlu din dersleri kesinleşmiş birkaç AİHM kararına karşın zorla dayatılmaktadır.

Yobazlar devletin TRT’sinde, öbür kanallarda salt dinci gericilik yapıp hurafe yaymakla kalmamakta, cihat ve toplu öldürme niyetlerinden söz etmektedir.
DİB militanca iktidarın dinci planlarına hizmet etmekte, İslamın salt Hanefi mezhebini tüm topluma kendi yorumuyla “din bu” diye pazarlamaktadır.
Bebeklere dek inen tecavüz iğrençlikleri, kadına yönelik şiddet hatta cinayetler, genel olarak toplumda her tür yolsuzluk, ahlak dışılık, kokuşma, yoksulluk, işsizlik… ağır bunalımlardır.

Oysa Cumhuriyet devrimleri kararlılıkla uygulansa idi günümüzde gündem böylesine lanetli olmayacaktı. Kaynanasından, anasının dizinden, eşofman giyen kız çocuğundan tahrik olan, kendini kızını severken bile şehvetine yenilen, 6 yaşında çocukla evlenme fetvası veren arkaik yarasalar olmayacaktı. Onlar da uygarlaşacak, gerçek dinlerini öğrenebilecek, sosyalleşerek dürtü denetimi yetisi kazanacak, DİNLERİN GERÇEK HEDEFİNİ kavrayarak yorumlayabileceklerdi. Yazık oldu Türkiye’ye, Türk Ulusuna.. Birkaç onyıl geriye savrulduk.

Sonuç olarak; son 15+ yıldır AKP eliyle dayatılan bu tam karşıdevrimi Ulusça ve daha çok gecikmeden sonlandırmak zorunlu olmuştur ve bu bir halkın tarih önünde meşru savunmasıdır!

Sevgi ve saygı ile. 02 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

AKP’nin “Metal yorgunluğu” adı altında örtülü bir FETÖ’cü temizliği yaptığı..

AKP’nin “Metal yorgunluğu” adı altında örtülü bir FETÖ’cü temizliği yaptığı..

CHP Parti Sözcüsü Bülent Tezcan: Seçtiğimiz cumhurbaşkanı yürütme yetkisini kullanacak, aktif bir cumhurbaşkanı olmalı. Sadece denge unsuru olacak bir adayla çıkmamız söz konusu değil.

CHP’nin Adalet Yürüyüşü’nden sonra Çanakkale’de topladığı Adalet Kurultayı toplumun farklı kesimlerinin ‘adalet’ kavramı ekseninde bir araya gelerek sorunlara çözüm aradığı önemli bir platform oldu. İktidar ve medyası, kurultayda dile getirilen adaletsizliklere değinmek yerine “bira” polemiği
çıkararak kurultayın toplumsal prestijini yok etmeye çalıştı.

CHP’nin bira içen partilileri ihraç edeceğini açıklaması da sosyal medyada ve parti tabanında “AKP karşısında boyun bükmek” olarak yorumlanarak tepki çekti. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan’la adalet kurultayını ve cumhurbaşkanlığı seçimine doğru gidilirken ortak mücadele ve ortak aday olanaklarını konuştuk.
(AS: Tüm söyleşi için, Cumhuriyet internet, 05.09.2017:
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/816440/Denge_degil_demokrasi.html)
…………………………………
…………………………………

-AKP’nin “Metal yorgunluğu” adı altında örtülü bir FETÖ’cü temizliği yaptığı yorumlarına ne diyorsunuz?

Akın Atalay, parke aldığı adamın oğlu FETÖ’cü bir restorana gitti diye tutuklu..

Darbe davasının sanığı Tümg. Mehmet Dişli’nin kardeşi Şaban Dişli, Saray’a başdanışman oldu.

Ben darbenin siyasi ayağı ile mücadelede samimi olduklarını düşünmüyorum.

  • Darbecileri devlete yerleştiren bizzat kendileri. Sızma değil, yerleştirme var.
  • Darbenin siyasi ayağını gizlemek için OHAL ilan ettiler. Çünkü OHAL darbenin siyasi ayağının ulaşacağı isimlere fevkalade bir güç kullanma yetkisi veriyor ve bütün soruşturmaları yönlendirmelerine fırsat tanıyor.
  • Darbeyi araştırma komisyonu da bu sebeple tıkandı.
  • Yargının soruşturmalarını da tıkıyorlar. Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı’nı hiçbir yere tanık olarak yollamadılar.
  • Ak Parti’deki örgüt değişikliğinin FETÖ temizliği olmasına imkan yok.
  • Tek adam rejimine geçerken örgütte ortaya çıkan tahammülsüzlüklere, rahatsızlıklara karşı otoriteyi güçlendirme çabası olarak görüyorum.
  • Metal yorgunluğunun anlamı hüsran olsa gerek. Böyle başlamamıştık ama buraya geldik hüsranı. ‘Daha demokratik ve liberal bir Türkiye hayal ediyorduk’ diyenlere dönük otoriteyi artırma çabaları olabilir.

KILÇDAROĞLU TELE-1’de…

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TELE 1’DE 5. BOYUT PROGRAMINDA
MERDAN YANARDAĞ ve EMRE KONGAR’IN SORULARINI YANITLADI, GÜNDEME İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELERDE BULUNDU

http://www.chp.org.tr/Haberler/42/chp-genel-baskani-kemal-kilicdaroglu-tele-1de-5-boyut-programinda-merdan-yanardag-ve-emre-kongarin-sorularini-yanitladi-gundeme-iliskin-degerlendirmelerde-bulundu-58322.aspx, 14.04.2017
========================
Dostlar,

Çooook değerli bir söyleşi. Tele-1 TV’yi, Sayın Kılıçdaroğlu’nu, programı yürüten
Sn. Prof. Dr. Emre Kongar ve Sn. Merdan Yanardağ’ı gönülden kutluyoruz..
AKP – RTE’nin Demokratik Cumhuriyetimize kökü dışarıda saldırısını halkımız
hep birlikte yarın, 16 Nisan 2017 günü “HAYIR” oylarıyla reddedecek.. Bu, AKP – RTE de dahil herkesin hayrına olacak! “HAYIR” oyları AKP ve Erdoğan’ı da kurtaracak..

Sevgi ve saygı ile. 15 Nisan 2017, 22:50, Ankara.

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com
=============================================

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Bize geçen hafta ulaşan bilgi; referanduma kısa bir süre kala, gerçek olmayan anket sonuçlarıyla toplumun yönlendirileceği, moralinin bozulacağı ve insanların sandığa gitmemesini sağlayacak mekanizmaların devreye sokulacağı şeklindeydi. Bunlar yapılacak, aman bu konuda çok dikkatli olun. Moralinizi bozmayın. Herkes mutlaka sandığa gitsin ve oyunu kullansın. Oy kullandığımız sürece bir sorun yok. Katılım oranı ne kadar yüksek olursa ’evet’ ile ’hayır’ arasındaki fark, ’hayır’ lehine o kadar büyüyor. Dolayısıyla hepimizin sorumluluğu var” dedi.

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, TELE1 TV’de katıldığı “5. Boyut Özel” programında Merdan Yanardağ ve Emre Kongar’ın sorularını yanıtladı.


video erişimi (URL) : https://youtu.be/_-UTBx8mQZY

MERDAN YANARDAĞ- Merhaba değerli seyirciler, 5. Boyut programıyla daha doğrusu 5. Boyut Özel programıyla ve 18 Dakika programını birleştirdik ve bu gün
çok önemli bir konuğu ağırlıyoruz TELE 1 ekranlarında, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı, hoş geldiniz efendim.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim, sağ olun.

MERDAN YANARDAĞ- Değerli seyirciler, Türkiye bir kader eşiğine doğru akarken biz son eşikte, son etap da Türkiye nasıl bir seçim yapacak, nasıl bir tercih kullanacak? Türkiye’nin en önemli siyasal aktörlerinden birinin lideriyle, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanıyla bu konuyu değerlendirmek istedik. Çünkü sadece herhangi bir oylama, herhangi bir referandumla karşı karşıya değiliz. Türkiye’nin geleceğini belirleyeceği bir tarihsel dönemeç önümüzde duruyor. Ve bu dönemece biz 1 gün kala Türkiye’nin önündeki en önemli sorunları ve bize dayatılan anayasayı konuşacağız. Kemal Bey, hemen girmek istiyorum konuya, süremiz de sınırlı siz Ankara’ya döneceksiniz, biz Boğaz’da, Boğazın en önemli yapılarından biri olan Feriye Köşkü‘nde bu programı gerçekleştiriyoruz. Umarım yani Türkiye 17 Nisan sabahında da yine böyle güzel bir akşamı, güzel bir sabaha, bu akşam gibi güzel bir sabaha uyanır.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Endişeniz olmasın.

MERDAN YANARDAĞ- Ben de öyle düşünüyorum. Siz Türkiye’nin bu tarihsel dönemecini, yani sürekli vurguladınız, “Evet” oyu vermenin vebali çok büyük diye. Türkiye’nin geleceğini oylayacağımız bir sürece giriyoruz dediniz. Yoğun bir baskı var, yoğun bir adeta bir devlet terörü, bir hükümet terörü altında Türkiye bir tercih kullanmaya çalışıyor. İnsanlar neyi nasıl oylayacaklarının bile farkında değiller çok fazla. Bir araştırma okudum %32, toplumun %32’si aslında bu anayasa tartışmasının içeriğinden bağımsız biçimde tercih kullanacağını belirtiyor. Bu da bir akıl tutulmasına işaret ediyor. Yoğun bir baskı var. Anti-demokratik bir baskı ortamındayız ve AGİT, Türkiye’de demokratik bir referandumun gerçekleşmeyeceğini söylüyor. Siz bu tabloyu nasıl görüyorsunuz? Buradan hareketle girelim meseleye.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Bu tablo gerçek bir tablo, yani sokağa çıktığınız zaman görüyorsunuz bunu, yer gök “Evet” pankartlarıyla dolu, bayraklarıyla dolu, billboardlar onlarla dolu. Sadece bunlar mı? Hayır, devletin parası, devletin forsu, devletin uçakları, devletin paraları, devletin valileri, devletin kaymakamları, hep beraber “Evet” e çalışıyorlar. Biz bunları görüyoruz zaten. Yani eşit koşullarda bir süreci yaşamıyoruz ama bütün bunlar bizi yıldırmıyor tam tersine bizi biliyor, biz daha iyi, daha kararlı, daha net bir duruş sergiliyoruz çünkü biz haklıyız. Davamızda haklıyız. Bütün bu baskılar oluyor mu? Oluyor. Hissediliyor mu? Hissediliyor. En fazla kime? Örneğin, en belirgin, baskının en belirgin uygulandığı alan muhtarlıklar, çağırıyorlar muhtarları diyorlar ki, bu köyden eğer bu kadar “Evet” çıkmazsa bir daha bize gelmeyin. “Yol, şunu bunu falan istemeyin bizden” diye çok açık ve net baskı kuruyorlar. Biz bazı toplantılar yaptık, o toplantılara muhtarların gelmesini engellemek için her türlü çabayı harcadılar, her türlü baskıyı yaptılar. Bakıyorsunuz gazeteler zaten onların emrinde, televizyonlara bakıyorsunuz büyük ölçüde zaten onların emrinde ama dediğim gibi bütün bunlara rağmen bizim bir gücümüz var, biz haklıyız. Davamızda haklıyız. Çünkü biz bizim gibi düşünmeyenlerin de özgürce konuşabilecekleri bir demokrasiyi savunuyoruz. Bir özgürlük alanını savunuyoruz. Dolayısıyla ben halkın bu demokrasiden vazgeçeceğine inanmıyorum. Evren döneminde baskı vardı, %91,7’yle o referandumda anayasa kabul gördü. Ne oldu? En çok tartışılan anayasa, şimdi “Evet” oyu verenler bile “nereden çıktı bu anayasa” diyorlar. İyi de vermeseydiniz, o zaman gittiniz oy verdiniz buna. 2010 referandumu, ta Pensilvanya’dan “mezardan kalkın oylarınızı kullanın” deniyordu. Ne oldu anayasa referandumu? Bizi 15 Temmuza taşıdı. O anayasa değişikliğiyle devlet paralel bir örgüte teslim edildi. Sonunda bu tablo çıktı. Şimdi 2010’dan daha tehlikeli bir sürecin içine Türkiye giriyor. Sokmak istiyorlar Türkiye’yi daha tehlikeli bir sürecin içine, bütün yetkilerin tek elde toplandığı ve bir kişiye Türkiye’nin kaderinin teslim edileceği bir süreci yaşatmak istiyorlar. Bu doğru bir şey değil.

MERDAN YANARDAĞ- Öyle görünüyor şimdi 18 Dakikayla 5. Boyutu birleştirdik dedim, Emre Hocamla birlikte yapıyoruz 18 Dakikayı her gün 20.05’te yorumluyoruz. Emre Hocamın bir şeyi var, bir yaklaşımı vardır benimle çok paylaştığı, “Bu seçimde devletle millet karşı karşıya geldi” diyor. Yani bir yanda devleti ele geçirmiş bir siyasi heyet var. Hileyle, zorbalıkla ele geçirmiş bir siyasi heyet var. Diğer tarafta millet var. Millet devletle mücadele ediyor ve bir efsane çöktü yani milletle devlet birbiriyle kavgalı. Cumhuriyetten sonra devlet milletin değerlerinden uzaklaştı propagandası vardı. Bu bilinen muhafazakar, mezhepçi bir hipotez, bir gerici hipotezdi. Bu çöktü. Şimdi zalimlerin, egemenlerin, devleti ele geçiren güçlerin bir baskısı altında Türkiye demokrasisini korumaya çalışıyor. Daha doğrusu zaten tasfiye edilmiş demokrasiyi korumaya çalışıyor hocam. Hocamın değerlendirmesi buydu ben sözü hocama bırakmak istiyorum.

EMRE KONGAR- Ben çok kısa bir soru soracağım size, birkaç sorum var ama hepsi aynı konuda, hepsi kısa ama soracağım ki; şimdi bu referandumun yasallığı ve meşruiyeti tartışmalı, çok tartışmalı. İlk sorum yasallığına değil meşruiyetine ilişkin ve en genel felsefi soruyu soracağım müsaade ederseniz. Sonra başka sorularım da gelecek Merdan Beyle beraber. Bu referandumda halka “Evet” veya “Hayır” demesi için sunulan seçenekler demokrasiyi tahrip ediyor, demokrasiyi ortadan kaldırıyor. Felsefi olarak deniyor ki; ki ben buna katılıyorum, Demokrasi yöntemleri, referandum veya plebisit, demokrasiyi ortadan kaldırmak için, demokrasiyi yok etmek için kullanılamaz. Yani demokrasiyi yok edecek bir referandumu halka sunamazsınız bir defa felsefi olarak sunamazsınız. Bir defa burada bir meşruiyet tartışması başlıyor deniliyor. Acaba siz ne diyorsunuz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Demokrasiyi kaldırmak için bir referandum zaten yapılmaz. Dediğiniz doğrudur yani o pencereden bakıldığı zaman, sonuçta insanlığın geldiği nokta demokrasi, yönetim tarzı olarak demokrasi, tek adam rejimi, başka rejimler gelmiş, padişahlıklar, krallıklar ama sonuçta geldiğimiz nokta demokrasi, temsili demokrasi şimdi daha katılımcı demokrasi dediğimiz güçlendirilerek yoluna devam ediyor. Eğer siz makarayı tersine çevirip toplumu geriye götürürseniz, geriye götürmek için bir şeyler yapmaya kalkarsanız bu sorun yaratır her zaman. 12 Eylül darbe anayasası bunlardan birisidir. 2010 bu tablonun yine ortaya koyduğu bir başka gerçektir. 1971’de de anayasa değişiklikleri gerçekleşti. Dendi ki işte bu 61 anayasası bize bol geliyor diye değişiklikler yapıldı ve sonuçta toplum demokrasiden uzaklaştıkça gerginlikler, tırmanmalar, iç gerilimler arttı, çatışma kültürü beslendi ve farklı bir tablo çıktı ortaya. Bundan toplumun kurtulması lazım, eğer bir değişiklik yapılacaksa bu değişikliğin önce toplumda sağlıklı bir tartışma zemini bulması lazım, aydınların konuşması lazım, Hukuk Fakültelerinin konuşması lazım, anayasa hukukçularının konuşması lazım, meslek odalarının konuşması lazım, işçi işveren kuruluşlarının konuşması lazım, dikkat ederseniz bu süreçte kimse pek konuşamıyor, herkes korkuyor. Korkunun egemen olduğu bir süreci yaşıyoruz. Dolayısıyla bu sürecin aşılaması gerekiyor. Ama başvuracağımız güç yine halkın kendisi ve halkın bilinçlendirilmesi, hep birlikte siyasetçi olalım, aydın olalım, esnaf olalım, çiftçi olalım eğer bu ülkede demokrasiyi savunuyorsak, demokrasinin gereklerini topluma iyi anlatmak zorundayız. Az önce bir radyo programındaydım “Evet” diyen vatandaşların bir kısmı şöyle diyorlar, “Ben eskiden annemi hastaneye götürüyordum, kuyruk bekliyordum şimdi annemi rahatlıkla hastaneye götürebiliyorum…” İyi de bunun anayasa değişikliğiyle ne ilgisi var? Vatandaş bu konuda yeteri kadar bilinçlenmiş değil veya bir siyasi lidere duyduğu yakınlık nedeniyle gidip ona oy vereceğim diyor. Oysa onun bir siyasi, bu anayasa referandumunun bir siyasi liderle de ilgisi yok, bir partiyle de ilgisi yok. Sonuçta bütün toplumu kapsayan ve bütün toplumu bağlayan bir değişiklik, bilinçli olarak sandığa gidersek ki, ben bu süreçte en çok vatandaşlara şunu söyledim; düşünerek sandığa gidin, düşünerek, aklınızda ölçüp, biçip tartarak sandığa gidin. Oturup kendi aranızda konuşun bu 18 madde toplumu nereye sürüklüyor, nereye götürüyor bunu iyi test edin ve ondan sonra sandığa gidin ve oyunuzu öyle kullanın dedik. Eğer bunu yapabilirsek hiçbir sorunumuz kalmaz. Bunu yapmak için zaten çaba harcıyoruz. Vatandaşın bilinçlenmesi, 18 madde topluma ne getiriyor? Şimdi bazen sorunlar anlatıyorlar, şu sorunlar var çözülecek diye. Oysa o sorunların hiçbirisi bu anayasa değişikliğinde yok. Şunu söyledim, bu anayasa değişikliği freni olmayan bir otobüse benziyor ve biz freni olmayan bir otobüse 80 milyonu bindiriyoruz. Bu halkın bir maceraya sürüklenmesi demektir, tehlikeli bir macerayla karşı karşıya getirilmesi demektir. 2010 referandumundan herkesin ders çıkarması lazım, benzer bir sakıncayı tekrar yaşatmamak gerekiyor Türkiye’ye. Burada da hepimizin oturup düşünmesi lazım,
bir kişiye bu kadar yetkilerin verilmesinin Türkiye’ye ne tür riskler doğuracağını görmemiz lazım, çünkü bir kişi hata yaptığı zaman bedelini 80 milyon ödeyecek. Hepimiz ödeyeceğiz.

EMRE KONGAR- Evet, müsaade ederseniz biraz sıkıştırmak istiyorum, biz şeyi çok eleştiriyoruz çanak soruları ve yandaş medyayı bir defa o çok yanlış bir şey iktidar mensupları “Evet” çiler “Hayır” cılarla tartışmaya girmiyorlar. Yani bu tabi demokratik bir tavır değildir tamamen baskıcı bir tavır. Bunu bir yana koyalım. Ama ben şu soruyu tekrardan sorayım, bu 18 maddenin en önemli getirdiği şeylerden bir tanesi yargıyı politikacıların tercihine bağlıyor atamalar yoluyla, bir defa tamamen rejimin koruyucusu Anayasa Mahkemesini tamamen tek kişiye bağlıyor. 15 üyenin 12’sini doğrudan atıyor zaten. HSYK’yı da bağlıyor da ama asıl rejimin koruyucusu olan anayasayı bağlıyor. Şimdi demokrasi içinde demokratik bir yöntem olduğu iddia edilen referandumla böyle bir rejimin güvencesi olan bir yargının tek kişiye ve hem de yani kontrol edilmesi gereken politikacıya bağlanması demokrasi felsefesine, demokratik şeye uygun mu efendim?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Asla uygun değil. Bir partinin Genel Başkanı hakim tayin edemez. Tarafsız olsaydı Sayın Cumhurbaşkanı belki bu tartışılabilirdi, tarafsızdır Cumhurbaşkanı tarafsızdır dolayısıyla yargıç tayin edebilir, savcı tayin edebilir. Dünyada pek çok örneği var zaten bunun ama sayısal olarak bunlar yine oturulup konuşulabilir.
3 kişiyi tayin eder, 5 kişiyi tayin eder.

MERDAN YANARDAĞ- ABD’de senatonun ilgili komisyonunun onayına bağlı.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi orada sadece o değil büyükelçi de öyle. Yani ilgili Komisyon onaylamadıktan sonra zaten atamayı yapamıyor. Şimdi bizde bir siyasi partinin Genel Başkanı olarak da aynı zamanda bu atamaları yapmış olacak. Dolayısıyla yargıya açıkça siyaset girmiş olacak. O mahkemede sadece bakın siz Anayasa Mahkemesini örnek verdiniz, Hakimler Savcılar Kurulu 6 üyesini Cumhurbaşkanı atıyor. Diyor ki ben 4 üye atıyorum. Bakanı kim atıyor? Ben mi atıyorum, siz atıyorsunuz. Müsteşarı kim atıyor? Ben mi atıyorum, kendisi atıyor. Ama diyor ki efendim ben 4 üye atıyorum, yani toplumun aklıyla alay etmek demek. Eğer örnek gerekirse bundan güzel bir örnek yoktur. Atıyorsunuz, Hakimler Kurulu ne demektir? Hakimlerin sınavla alınması, hakimlerin terfileri, hakimlerin atanmaları, hakimlerin yükselmeleri bütün bu kuralları belirleyen Hakimler Savcılar Kurulu. Siz beyni ele geçiriyorsunuz, yargıcı olduğu gibi yargıyı siyasallaştırmış oluyorsunuz. Bakın ben şu tabloyu hep yaşadım, parlamento Sayıştay Üyesi belirlerken Sayıştay Üyelerinin büyük bir kısmı gelir, Plan Bütçe Komisyonu üyelerinden başlayarak herkese beni atayın, beni atayın, beni atayın der. Şimdi Anayasa Mahkemesine seçilecek üyeler de Cumhurbaşkanının kendisine ulaşamazlarsa çevresine ulaşacaklardır. “Ne olursunuz Sayın Cumhurbaşkanı beni atasın, vallahi ben partiliyim, bak işte amcamın oğlu parti üyesi bak getirdim kartı göstereceğim ben size, ayrıca Sayın Cumhurbaşkanının bir talimatı olursa hiç endişe etmesin biz talimatların dışına çıkmayız. Aldığı her kararı ben onaylarım, söz veriyorum” diyeceklerdir bunları ve dolayısıyla Anayasa Mahkemesi sizin söylediğiniz rejimi koruyan bir mahkeme olmaktan çıkmış olacaktır. Bir siyasal partinin emrine giren bir yapı çıkacaktır.

EMRE KONGAR- Ama bu demokrasinin en önemli koşulu Anayasa Mahkemesi, biliyorsunuz 2. Dünya Savaşından sonra Almanya ve İtalya örneklerini önlemek için yani demokratik yolları istismar ederek tek adam yönetimine, diktatörlüğe gidilemesin diye kuruldu Anayasa Mahkemeleri.

Kemal KILIÇDAROĞLU- O nedenledir ki, Almanya anayasasında halkın direnme hakkı da vardır.

EMRE KONGAR- Yani halkın direnme hakkı yani…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Yani diyor ki, demokrasiyi korumak için başka bir çıkış yolu bulunamazsa halkın direnme hakkı vardır.

MERDAN YANARDAĞ- Tam burada efendim, Türkiye ben açılışta belirttiğim gibi hakikaten bir kader eşiğine doğru sürükleniyor çünkü yaklaşık 200 yıllık bir derinliğe sahip Osmanlı-Türk modernleşmesi, aydınlanması, meclisin yönetimi o parlamenter geleneğinde çok köklü, çok net bir kırılma yaratacak ve insanlar aslında bir başka rejime geçişi oylayacaklar. Bu kadar kritik bir eşikteyiz. Peki, bu tabloda “Hayır” çıksa evet insanlar birden bire işte Türkiye 17 Nisan’da cennet gibi bir ülkeye uyanmayacaklar ama yeni bir başlangıç yapmak için bir imkan sağlayacaklar. Ama Cumhurbaşkanı yerinde duracak siz sık sık vurguluyorsunuz bunu, hükümet de yerinde duracak diyorsunuz. Peki, Cumhurbaşkanlığı şu anda Sayın Erdoğan fiilen uyguladığı bir diktatörlük rejiminin içinden geçiyoruz biz. Yani yasanın olmadığı, hukukun olmadığı, gazetecilerin tutuklandığı, sendikacıların tutuklandığı, basın özgürlüğünün olmadığı artık biz ekrana çıkarken böyle çok dikkatli olmaya çalışıyor arkadaşlarımız yani çünkü bir Kanun Hükmündeki Kararnameyle bir televizyonu kapatabilir, bir gazeteyi kapatabilir, gazetecileri tutuklatabilirler savcılara verdikleri emirle. Bu alışkanlıklarını 17 Nisan sabahı da sürdürürse ne olacak? Çünkü…

Kemal KILIÇDAROĞLU- “Hayır” çıktığı zaman Merdan Bey “Hayır” çıktığı zaman bunu sürdürmesi mümkün değil, herkes anayasal sınırlara çekilmek zorunda çünkü halkın tercihi çıktı ortaya, halk diyor ki, ki “Hayır” çıkacak buna inanarak ifade ediyorum, halk diyor ki: Herkes anayasal sınırları içinde görev yapsın, Başbakan kendi görevini, Cumhurbaşkanı kendi görevini, Bakanlar kendi görevlerini yapsınlar. Ortada öyle çift başlılık falan da yok. Herkesin görevi var, görev tanımları yapılmış, anayasada yapılmış, yargıda yapılmış. Affedersiniz anayasa dışında diyelim ki Başbakanlığın görevi ayrıca Başbakanlık yasasında var, orada tanımlanmış. Herkes kendi görevini yaparsa zaten çift başlılık olmaz ki, niçin çift başlılık olsun? Bu mesaj verilmiş olacaktır. Ayrıca şu mesaj da verilmiş olacaktır “Hayır” çıktığı takdirde : Parlamenter demokratik sistemin aksayan yönleri var, 12 Eylül darbe hukuku ve Türkiye’nin hukuk sisteminin 12 Eylül darbe hukukundan arındırılması lazım, örneğin %10 seçim barajının kalkması lazım, siyasi ahlak yasasının çıkması lazım.

EMRE KONGAR- Niçin bunun üstünde hiç durmuyorlar?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabii olması lazım, %10 seçim barajı, milli irade, milli irade, milli irade diyorlar 9,99 oy alıyorsunuz ama bir milletvekili bile sokamıyorsunuz.

Emre KONGAR- Siz önerge verdiniz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hem kanun teklifi verdik üstelik 1’den fazla verdik yani hangisini kabul ederseniz; %1, %5, % 3 hangisini kabul ederseniz biz buna razıyız diye ve şunu da söyledim ben Binali Bey’e de söyledim, Sayın Davutoğlu’na da söyledim, “%10 seçim barajını getiren askerler, dolayısıyla darbeciler. Şimdi darbecilerin getirdiği yasayı siz savunuyorsunuz, biz karşı çıkıyoruz. Bu çelişkiyi kaldırın ortadan. Hem darbeye karşıyız diyorsunuz hem darbecilerin getirdiği hukuk sisteminin arkasında duruyorsunuz.” Bu doğru değil.

MERDAN YANARDAĞ- Kemal Bey burada tam bu darbe meselesi önemli çünkü sizinle ilgili de günlerdir bir yandaş gazetede bir propaganda, bir hazırlanmış bir haber sürdürülüyor. İşte darbecilerle temas kuruldu vesaire vesaire diye. Bunun böyle olmadığını biliyoruz, biz biliyoruz, gazeteci olarak biliyoruz, bunun tanığıyız. Fakat önemli bir şey var burada, darbecilerle aslında temas kuran darbecilerin yarattığı siyasal krizden yararlanarak kendi darbesini yapan bir iktidarla karşı karşıyayız. Siz bunu 20 Temmuz darbesi olarak nitelendiriyorsunuz ve kontrollü bir darbe olduğunu da belirtiniz. Türkiye bir Olağanüstü Halle yani ülke genelinde bir sıkıyönetimle yönetiliyor ve biz bu koşullarda şeye giriyoruz, bir referanduma gidiyoruz.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Anayasa oylaması değişikliği, değişikliğinin oylamasını yapıyoruz.

MERDAN YANARDAĞ- Aynen öyle, bütün kamuoyu araştırmalarında “Hayır” oyları açık görünüyor bizim okuduğumuz, bizim izlediğimiz, bizim gözlemlerimiz bu, AKP ve Türkiye’de diktatörlük ve totaliter bir rejimden yana olan muktedirler kaybedecek, öyle görünüyor ve bunun bir telaşı var. Son olarak Devlet Bahçeli’nin yaptığı bir çıkış var. Eğer eyalet sistemi savunulursa biz yokuz dedi. Sayın Erdoğan’da ben böyle bir şeyi savunmuyorum dedi ama 2015’te Kanal D’yle CNN Türk’ün ortak yayınında neden eyalet sisteminin savunulması gerektiğini ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Bizde ana haber bültenimizde bugün bizden hemen önce yayınlanan, buna yer verdik. Şimdi “Evet” cephesinde bir dağılma var, bir çözülme var bu çok açık ve biraz önce sizin işaret ettiğiniz bu toplumsal bir direniş refleksiyle karşı karşıyayız. Buna tanığız. Bu bir sağlık belirtisi, sizin öngörünüz nedir?

Emre KONGAR- Pardon ben soruyu devam ettireyim, 18 Dakika geleneğiyle soruyu devam ettireyim. Demin söylediniz halkın direniş hakkı diye, ben biliyorsunuz en son bir kitap yazdım adı DİREN yani demokratik bir manifesto. Mesela buradan her halde bir çağrıda bulunacaksınız halkın demokrasi için direnmesinin, demokrasi içinde, demokratik meşruiyet içinde demokrasi adına direnmesinin en basit yöntemi bu Pazar günü gidip bu referandumda “Hayır” demek değil mi?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Kesinlikle…

Emre KONGAR- Böyle direneceğiz yani nasıl direneceğiz demokrasiyi korumak için?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Sandığa gidip hiçbir gerekçe üretmeden, hiçbir gerekçenin arkasına saklanmadan, ülkesini seven, demokrasiden yana tavır koyan herkesin sandığa gidip oy kullanması lazım…

Emre KONGAR- Direniş bu değil mi?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Direnişse tabi elbette direniş bu yani sonuçta gidiyorsunuz demokratik bir sistem içinde yasalara uygun olarak görevinizi yapıyorsunuz. Ben geldim “Hayır” oyumu kullandım. Emin olun hocam, bunu yaptığı zaman çocuklarına onurlu bir miras bırakmış olacaktır. Bu ülkede demokrasiyi askıya almak istediler ama ben gittim oyumla direndim ve “Hayır” oyumu kullanarak bu ülkede demokrasinin askıya alınmasına izin vermedim diyecek.

Emre KONGAR- Yanardağ’ın söylediği 1982 anayasasında şimdi o %8 içinde olanlar ki biz öyleyiz. Onurla ve iftiharla diyoruz ki biz “Hayır” verdik.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Ben de öyleyim.

Emre KONGAR- Yani şimdi işte…

MERDAN YANARDAĞ- Cephede de bir dağılma var bu eyalet tartışması çok enteresan oldu yani MHP, zaten MHP’liler, ülkücülerin %80’i “Hayır” diyor.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Merdan Bey, bu bilinen bir olay zaten yani Sayın Bahçeli bunu yeni öğrendiyse tabi biraz şaşırdım. Yani bu Komisyonlarda ifade edildi, Genel Kurulda ifade edildi, pek çok yerde dillendirildi. Sayın Cumhurbaşkanının yardımcısı dillendirdi. Dolayısıyla bunlar bilinen bir olay yani anayasanın 123. maddesinde değişiklik yapıyorsunuz. Bir yetki veriyorsunuz. 1’den çok ili kapsayan kamu tüzel kişiliği oluşturma konusunda Cumhurbaşkanına yetki veriyorsunuz. Ben buna örnek de verdim yani, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ’ı birleştirdim bir kamu kuruluşu oluşturdum, başına da bir genel vali tayin ettim diyebiliyor yani.

MERDAN YANARDAĞ- Başdanışmanlardan Mehmet Uçum yeni bir devlet kuracağız 16’sında dedi. Türkiye halkı yeni bir devlet kuruyor dedi. Bu rejimi, Cumhuriyeti yıkmak istediklerinin açık bir ilanı bana göre, bunu ilan etmiş oldular zaten biz bunu biliyorduk yani Anayasa değişikliğinin basit bir değişiklik olmadığını, köklü ve radikal bir değişiklik olduğunun farkındaydık da ilk kez bunu ifade ettiler. Nasıl bir rejim, nasıl bir devlet kuracaklarmış sizce?

Kemal KILIÇDAROĞLU- En baştan bunun bir rejim değişikliği olduğunu söylemiştim.

MERDAN YANARDAĞ- İnkar etmişlerdi, itiraf ettiler.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Onlar da ısrarla “hayır bu bir rejim değişikliği değildir” demişlerdi. “Biz Cumhuriyeti kurduk” demişlerdi. Ben de şu örneği vermiştim: Bizdeki Cumhuriyetle, Suriye’deki veya Irak’taki Cumhuriyet aynı mı? İran’daki Cumhuriyet aynı mı? Parlamenter demokratik sistem var. 140 yıllık, dolayısıyla….

Emre KONGAR- Bu şey ne Allah aşkına, Esad olayı ne? Siz Esad’a hani Esad’a düşmansan onun anayasasını niye getiriyorsunuz diye bir şey dediniz, ne demek istediniz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Suriye anayasasının birebir kopyasını aldılar ve bu 18 maddenin içine koydular.

Emre KONGAR- Öyle midir? Ben ona doğrusu bakmadım.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Orada da fesih yetkisi var, burada da fesih yetkisi var. Orada da tek adam rejimi var, burada da tek adam rejimi var. Bu tercüme edildi,
iki anayasa tercüme edildi. Daha doğrusu bizim anayasa, bu değişiklikler var,
Suriye anayasası tercüme edildi ve Meclis kürsüsünden okundu bunlar.

Emre KONGAR- Ben kaçırmışım.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet, dediler ki, “Siz Esad’a karşısınız, kıyameti koparıyorsunuz burada demokrasi yok diye. Peki, bu anayasayı nasıl getiriyorsunuz buraya koyuyorsunuz?” Tek adam rejimleri ülkelere hep felaket getirmiştir hocam, bunu en iyi siz bilirsiniz.

Emre KONGAR- Doğru, doğru.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Siz yıllar yılı yazdınız ve çizdiniz bunu. Şimdi bu tabloyu getirip Türkiye’nin önüne koyuyorlar…

Emre KONGAR- Ama sizi biraz sıkıştırayım.

MERDAN YANARDAĞ- Sayın hocam bir şey söyleyeceğim.

Emre KONGAR- Hayır bir dakika sıkıştıralım, siz söyleyin.

MERDAN YANARDAĞ- Düzeltme yapmak lazım. Sayın Kılıçdaroğlu Suriye anayasasından bile geri bu, çünkü onları 1974 anayasası, 2012’de bir değişiklik yaptılar o 2012’deki değişikliğe göre daha geri, Suriye anayasası daha demokratik.

Emre KONGAR- Ben sıkıştıracağım müsaade edersen. Ama ne diyorlar sizin için “Esad’ın en yakın arkadaşı” dediler. Yani siz yapmışsınız bütün bunları diyorlar.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Diyorlardı işte “siz Esad’ı destekliyorsunuz vesaire…” dünya kadar laf ediyorlardı hayatım boyunca hiç Esad’la karşılaşmadım, aile boyu tatil yapmadım, hiçbir zaman Esad şöyledir böyledir diye açıklama yapmadım…

Emre KONGAR- Peki nasıl Esad’cı oldunuz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Onlar söylüyorlar. Gerçekten bazen şimdi hani derler ya dilin kemiği yoktur diye söylüyor kendisine göre, doğru mudur, yanlış mıdır? Hep şunu söyledim, devleti yöneten kişiler dillerine egemen olamazlarsa devleti iyi yönetemezler. Türkiye’nin bugün geldiği nokta da zaten bunun tipik bir örneğidir. Diline hakim olamayan ülkeyi yönetemiyor. “Ey Avrupa”, “Ey Amerika” işte son zamanlarda “Ey Kılıçdaroğlu” ne oldu? Turist gelmiyor. Putin’e astılar, kestiler sonra gittiler Putin’den özür dilediler. İsrail’e bir sürü laf ettiler, “ben asla izin vermem” dediler, gittiler İsrail’le yeniden oturdular anlaşmayı imzaladılar. Her türlü koşulunu kabul ettiler. Bakıldığı zaman Dış Politikayı, İç Politikaya malzeme edip bir anlamda kendi geleceklerini inşa etmek için bir gerekçe ürettiler buna kananlar da oldu, buna inananlar da oldu ama sonuçta fatura bu ülkeye çıktı. Yabancı sermaye gelmiyor Türkiye’ye, niye gelsin? Hukukun üstünlüğü yok ki. Şunu söyledim, bu anayasa değişikliğiyle aslında üstünlerin hukuku oluşturulmak isteniyor. Doğru, üstünlerin hukuku oluşturulmak isteniyor. Her türlü yetkiye sahip ama kimsenin hesap sormadığı, Bakan hakkında gensoru bile veremiyoruz. Efendim gensoru bugün televizyon programında söylediler, Sayın Cumhurbaşkanı demiş ki, 400’ün üstünde gensoru verdiler. Halbuki 400’ün üstünde gensoru değil 100 gensoru bile verilmedi, 50 gensoru bile verilmedi. Ama dilin kemiği yok, atıyor 400’ün üstünde gensoru, nerede bu gensorular biz bilmiyoruz mesela. Nerede bunlar? En son verdiğimiz gensoru yanlış hatırlamıyorsam 4 Bakanla ilgiliydi. Onlar da istifa ettiler zaten Bakanlıktan. Gensoruyu bile, eğer siz parlamentoda hükümeti en azından denetleyen gensoruyu bile ayak bağı olarak görüyorsanız, hani mütedeyyin vatandaşlar için söyleyeyim, kul hakkı yemeyi meşrulaştırıyorsunuz anayasal düzenlemeyle. Böyle bir şey olamaz yani, haksızlıktır bu.

MERDAN YANARDAĞ- Efendim şimdi bu İngiliz basınında, Amerikan basınında epeyce bir yazı çıkıyor. Şimdi bunlar Batıya, Amerika’ya, Avrupa’ya karşı mücadele ettiklerine dair bir imaj oluşturmaya çalışıyorlar ama biz biliyoruz ki gazeteci olarak da takip ediyoruz ki, başka diplomatik araçlarla ve yöntemlerle çok sıkı arayışlar içindeler. Örneğin Trump’a yakın olduğu düşünülen bütün lobi şirketleriyle bağ kurmuşlar. Trump bunları tespit etti mi atıyor. Danışmanlıktan atıyor, ihraç ediyor, uzaklaştırıyor ve çok enteresan Reza Zarrab’ın avukatlarının da yine bu lobiler aracılığıyla bulmuşlar.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Flynn’a para verildi diye atıldı.

MERDAN YANARDAĞ- Evet, Flynn’a 530 bin dolar verildi diye lobi şirketine 530 bin dolar para ödenmiş sadece bir makale yazması için, bu Türkiye Cumhuriyetinin paraları, halkın paraları sonra enteresan, İngiliz basınında bir yazı çıktı, The Times’da bu Roger Boyes var. Bu MI6’e de yani İngiliz istihbarat servisine de yakın bir isim. O da dedi ki, Ortadoğu’da böyle bir diktatöre ihtiyaç var. Aynen de böyle söyledi. Recep Tayyip Erdoğan gibi bir yöneticiye, bir diktatöre ihtiyaç var. Hem kendi ülkesini istikrarla yönetir hem de bölgede bizim işlerimizi görür. Şimdi böyle bir hava bu tutmadı. Almanya ve şeye karşı Hollanda’ya karşı geliştirilmeye çalışılan kampanya tutmadı. Roger Boyes’in bu makalesi de durumu açık ve net bir şekilde ortaya koydu. Ondan sonra size yöneldiler. Gördüğüm kadarıyla bu referandum sanki size karşı yapılıyor yani siz oylanacakmışsınız gibi öyle bir hava var.

Emre KONGAR- Ben o konuda bir şey söyleyeyim, bu referandum kampanyasında AKP, Kemal Kılıçdaroğlu promosyonu veya bilgisayar şeyiyle “Kemal Kılıçdaroğlu upgrade” i yaptı.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hocam reklamın kötüsü olmaz.

Emre KONGAR- Olur mu? Yani 18 madde anayasanın 18 maddesi Kemal Kılıçdaroğlu.

MERDAN YANARDAĞ- Sizin ailenize yönelik çok çirkin saldırılar da oldu, siz çok serinkanlı bir kampanya yürütüyorsunuz ve genel kampanya içinde aslında da çok görünür değilsiniz. Halkın yürüttüğü bir kampanya var…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Çoklu bir kampanya yani değişik siyasi partiler, değişik kişiler, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, meslek kuruluşları bu kampanyayı yürütüyorlar zaten. Biz de çok dominant olarak öne çıkmamaya özen gösterdik. Sonuçta halkın buna topluca “Hayır” demesi en büyük arzumuz.

MERDAN YANARDAĞ- Evet, mesela Saadet Partisi dindarların oy vermeyeceğini açıkça “Hayır” diyeceğini ilan etti, ama AKP sanki Saadet Partililer “Evet” oyu kullanacakmış gibi bir propaganda yapıyorlar. Ülkücülerin %80’ine varan kesimi MHP’ye oy veren yurttaşların %80’ine varan bir kesimi “Hayır” diyor. Çok değişik kesimler “Hayır” diyor. Kimi cemaatler ve tarikatlar “Hayır” diyor. Cumhuriyet Halk partisi kitlesi “Hayır” diyor. Sosyalist sol “Hayır” diyor. Çok geniş bir yelpaze oluştu bu Türkiye tarihinde ilk kez olan bir tablo. Öyle anlaşılıyor ki toplum sezgisel olarak aslında geleceğinin oylandığını ve bilincine de çıkararak Cumhuriyet’in oylandığını ve bir başka rejime geçileceğini yakaladı, bunu gördü. Sizin yaklaşımınız nedir? Yani “Hayır” oyu…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi ben bunu çok önemli bir gelişme olarak görüyorum yani toplumun siyasal olarak değişik katmanlarında olanların demokrasiyi savunmaları, demokrasi açısından büyük bir kazanım. Geçmişte aynı masanın etrafında oturamayan insanlar veya bir araya gelemeyen insanlar…

MERDAN YANARDAĞ- Aynı sokaktan geçemeyecek insanlar.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet ama şimdi demokrasi için bir araya gelebiliyorlar ve bir arada konuşabiliyorlar. Herkesin “Hayır” ı için bir gerekçe üretmek çok kolay, çünkü 18 maddede üretilecek dünya kadar gerekçe var. Çünkü yargının bağımsızlığı sadece benim için değil, onun için de çok önemli, düşüncemi açıklama özgürlüğü sadece benim için değil, onun için de çok önemli. Parlamentonun itibarının korunması benim için değil, onun için de çok önemli. Yani şu çok önemli gerçekten anlamakta zorluk çekiyorum, 23 Nisan 1920’de kurduğumuz TBMM, Milli Kurtuluş Savaşını yöneten bir Meclisin yetkileri hangi gerekçeyle alınır?

MERDAN YANARDAĞ- TBMM, düşman Polatlı’ya geldiği zaman bile verilmedi

Kemal KILIÇDAROĞLU- Verilmedi tabi. TBMM Başkanının Cumhurbaşkanına vekalet etmesi engelleniyor. Olacak, akıl alacak şey değil.

Emre KONGAR- Daha kötüsü kim vekalet edecek, seçilmemiş…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Atamayla gelen birisi.

Emre KONGAR- Atamayla gelen biri, o arada Allah korusun bir şey olursa Cumhurbaşkanına o tam artık tam yetkili, bir de KHK da çıkaracak. Yani o…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi, aynı yetkilere sahip olacak.

Emre KONGAR- Efendim ben bu arada sosyal medyayla da ilişkiyi sürdürüyorum, gördüğünüz gibi…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet.

MERDAN YANARDAĞ- Seyircilerimizden gelen sorular da var. Onları da aktarıyoruz.

Emre KONGAR- Şey var, iki şey var dikkatimi çeken. Birisi diyor ki bu 17-25 Aralık olayını gündemden düşürmesin diye bir bu soru değil bir telkin var.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hiç endişe etmesinler. O dosya kapanmaz.

Emre KONGAR- İkinci bir soru bu, diyor ki orada da bir telkin var yine. Referandum sonucu ne çıkarsa çıksın bu 23 Nisan’ı nerede kutlayacak Sayın Kılıçdaroğlu ve CHP? Mesela 1. Meclisin kapısı veya binası çok uygun olur diye birisi sormuş.

Kemal KILIÇDAROĞLU- 23 Nisan’ı zaten kutluyoruz ve kutlamaya da devam edeceğiz. Parlamentonun açıldığı gündür, TBMM’nin açıldığı gündür. O günün çocuklara bayram olarak armağan edildiği gündür.

Emre KONGAR- Nerede kutlayacaksınız diye soruyor.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi normalde parlamentoda bir toplantı yapılıyor. O toplantıda siyasal parti liderleri 23 Nisan’ın önemi konusunda sırayla bir konuşma yapıyorlar. Dolayısıyla o toplantıya katılmak zorundayız. Artı Anıtkabir’de sabah bir toplantı geleneksel olarak yapılıyor, ona da katılmak zorundayız. Ama onun dışında öğleden sonra oturur karar veririz, yani partinin yetkili organları, gerekirse bir miting yapılabilir, eski Meclisin önünde bir toplantı, bir miting yapılabilir. Bunların hepsi mümkün…

Emre KONGAR- Ben sizi sıkıştırmaya devam ediyorum az kaldı çünkü, gayet net olarak siz çünkü bu bence bu şeyde kampanyada sinirlerinize çok hakim oldunuz. Zaten sizi hep çekilmek istenen o mezhep tuzağına ve etnik tuzaklara yakalanmamıştınız şimdi de gerginlik tuzağına, tırmanma tuzağına yakalanmadınız. O bugün artık son gün sayılır kutlayalım değil mi Merdan Bey? Hayır, yani o tuzaklara yakalanmadı ve onların şeyini o gerginlik stratejisini boşa çıkardınız. Şimdi yine ona uygun olarak gayet net ve açık olarak, “Evet” çıkarsa ne yapacaksınız, “Hayır” çıkarsa ne yapacaksınız parti olarak?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Bugün örgüte bir genelge gönderdik, “Hayır” çıkacağı konusundaki kararlılığımızı ifade ettik örgütümüze, sandıklara sahip olmalarını bir.
İki, “Hayır” dan sonra böyle bir bayram havası estirmemelerini istedik.

Emre KONGAR- Bayram havası estirilmeyecek, peki ne yapılacak?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Her zamanki sakin duruşumuz olacak ,çünkü bu “Hayır” bir partinin “Hayır” ı değil. Bu ülkenin “Hayır” ıdır. Ülke bu kararı almıştır çünkü tek başına CHP değil, bizim dışımızda sivil toplum örgütleri, diğer siyasal partiler, meslek kuruluşları herhangi bir partiye üye olmayan vatandaşların katkılarıyla bir kazanım elde edilmiştir. Bir demokrasi kazanımı elde edilmiştir. Dolayısıyla yapılacak fazla bir şey yoktur. Bunu soğukkanlılıkla karşılayalım ve öyle götürelim. Böyle davul, zurna çalmak kornalar, arabalara binmek vesaire bundan kaçınmalarını istedik ve dolayısıyla
bu görüşümüzü genelge olarak örgütlere bildirdik.

Emre KONGAR- Bu ne yapılması gerektiği peki ne yapacaksınız yani, parti olarak “Hayır” çıktığı takdirde önümüzdeki…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi parti olarak biz parlamenter demokratik sistemin aksayan yönlerinin düzeltilmesi için çaba göstereceğiz. Örneğin siyasi ahlak kanununun çıkmasını isteyeceğiz. Örneğin

Emre KONGAR- Bunlar çok önemli, siyasi ahlak kanunu

Kemal KILIÇDAROĞLU- %10 seçim barajı, seçim kanunun değişmesini istiyoruz. Milletin vekilini millet seçmeli yani lider sultasını ortadan kaldıran bir düzenleme.
Yurt dışı seçim çevresi yasasının çıkması lazım, şimdi yurt dışında 6,5 milyon vatandaşımız var oy kullanıyorlar ama bir milletvekili bile seçemiyorlar.
Oysa bazı ülkelerde örnekleri var, yurt dışında yaşayan Türkler, kendi milletvekillerini seçmeli ve ayrıca parlamentoya gönderebilmeli, Ankara’ya gönderebilmeli. Yurt dışı seçim çevresini ön gören bir düzenlememiz daha var.

Emre KONGAR- Peki “Evet” çıkarsa ne yapacaksınız?

MERDAN YANARDAĞ- “Evet” çıkamayacak diyorsunuz her halde.

Kemal KILIÇDAROĞLU- O çıkmayacağı için o konuda hiç düşünmedik.

Emre KONGAR- Şimdi o konuda ben şöyle düşünüyorum, sizi çok haksız bulmuyorum. Bu araştırma sonuçları doğru ise yani taraftarlar, yandaşlar biliyoruz hepimiz bir manüplasyon da yapılıyor. Ama çıka çıka 53, 54 falan diyorlar. Daha fazlaya çıkamıyorlar. Yani 47-53, 48-52, 49-51 filan gibiyse muhakkak “Hayır” çıkacak demektir. Eğer bunlar doğruysa muhakkak “Hayır” çıkacak çünkü öyle bir baskı var ki Sayın Başkan siz herhalde hissediyorsunuzdur. Herkes, kimse “Hayır” diyeceğini söyleyemiyor.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Kanaatini beyan edemiyor. Orada şöyle bize geçen hafta ulaşan bilgi son referanduma kısa bir süre kala bir gerçek olmayan anket sonuçlarıyla toplumun yönlendirileceği, moralinin bozulacağını ve insanların sandığa gitmemesini sağlayacak mekanizmaların devreye sokulacağı şeklindeydi. Ben geçen hafta da bu uyarıyı yaptım, bunlar yapılacak aman bu konuda çok dikkatli olun, moralinizi bozmayın, herkes mutlak sandığa gitsin ve oyunu kullansın. Oy kullandığımız sürece bir sorun yok. Katılım oranı ne kadar yüksek olursa “Evet” le “Hayır” arasındaki fark “Hayır” lehine o kadar büyüyor. Dolayısıyla hepimizin sorumluluğu var. İşçisi, çiftçisi, memuru, emeklisi eğer bu ülkenin geleceğinden endişe duymak istemiyorsa demokrasiyi güçlendirmek istiyorsa hiçbir gerekçe üretmeden sandığa gidip oyunu kullanması lazım.

MERDAN YANARDAĞ- Efendim tam da söylediğiniz şey oldu bazı kamuoyu şirketleri iktidara yakın, yandaş diyebileceğimiz bizim tanıdığımız, sicilini gayet iyi bildiğimiz bazı kamuoyu araştırma şirketleri bugün “Evet” oyunun yüksek çıkacağına dair bizim yanlış olduğunu bildiğimiz sonuçları açıkladılar.

Emre KONGAR- Ama onlar bile çok yüksek oran veremiyorlar.

MERDAN YANARDAĞ- Şimdi bugün bir tanesi, Adil Gür adını da vereyim bütün seyircilerimiz de öğrensin, bunu her seçimden önce yapıyor çünkü yani böyle bir manüplasyon yapıyor ve bunun vebali de sorumluluğu da çok büyük, ama biz birçok kamuoyu şirketiyle mesleğimiz gereği ilişki halindeyiz ve biz gerçek tabloyu görüyoruz ve biliyoruz. Bu tabloda Evet” in kaybedeceği çok açık. Kazanma şansı hemen hemen hiç yok. Yani “Hayır” kazanacak ve bu ülke hem demokratik hak ve özgürlüklerini hem de geleceğine sahip çıkacak öyle görünüyor. Ama bunun yarattığı bir atmosfer var, bir baskı var. Şimdi BM Raportörleri de denetim, referandum öncesi uyarı yapıyor diyor ki; Türkiye’de anti-demokratik bir referanduma doğru gidiliyor. Büyük baskı var ve toplum baskı altına alınarak bir sonuç elde edilmeye çalışılıyor. AGİT gözlemci göndereceğini belirtti. Hatta bazı kamuoyu daha doğrusu fikir kuruluşları ve stratejik araştırma kuruluşları böyle sürerse çıkacak sonucun meşru kabul edilemeyeceğine dair birtakım uyarılar yapıyorlar şimdi burada bütün seçmenlerin, bütün yurttaşların bir endişesi var. Sandığa sahip çıkılacak mı yeterince yani çünkü öyle araştırmalar okuduk ki biz, %58 “Hayır” ın kazanacağının ortaya çıktığı araştırmalar da “Hayır” diyenlerin % 70’i ya bunlar ne yapar eder sonucu değiştirirler diye düşünüyorlar siz buna hazır mısınız? Örgütünüz hazır mı? Yurttaşlar güven içinde gitmeli midir?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle Merdan Bey, biz Sandık Çevresi Sorumlusu diye bir uygulama başlatmıştık. Her sandık çevresinin sorumluları olacak ve onlar sadece seçim döneminde değil, yılın bütün aylarında sandık çevresindeki bütün ailelerle ilişki kuracaklar, seçim zamanında da bunlar oradaki sandığa sahip çıkacaklar. Bu uygulamayı biz başlatmıştık, 2 yıldır devam ediyoruz bu uygulamaya. Referandum tesadüfen geldi. Dolayısıyla bizim bir hazırlığımız var. Örgütlerimiz buna hazır, takip ediyoruz birebir. Sandık görevlileri.. Şöyle bir avantajımız daha var bizim, partinin dışında gönüllü çok sayı da insan var. Çok sayıda gönüllü avukat yine Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük metropollerde gönüllü yapacak. Herhangi bir sandıkta sorun çıktığı zaman hemen derhal oraya ulaşılacak ve olaya doğrudan doğruya müdahil olacak. Sorun sandıklara sahip çıkmanın ötesinde sorun sandığa gitmede, sandığa mutlaka gitmeliyiz ve oyumuzu kullanmalıyız. Bu çok ama çok önemli.

MERDAN YANARDAĞ- Şöyle bir gelişme daha var, biz sizin Genel Başkan Yardımcılarından Erdal Bey’le, Aksünger’le de görüştük. Siz paralel bir denetim mekanizması oluşturmuşsunuz. Bizim gördüğümüz anladığımız kadarıyla yani sizin sandık görevlileriniz sonuçları hemen sandık tutanağının fotoğrafını çekerek merkeze iletecekler orada sisteme girilecek ve dolayısıyla Yüksek Seçim kuruluyla hemen hemen eş zamanlı bir biçimde sonuçları alabileceğinizi belirttiler.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Onun bütün altyapısı, en azından teknik altyapısını tamamen bitirdik.

MERDAN YANARDAĞ- Yani dolayısıyla böyle bir denetim elektronik bir denetim sağlıyorsunuz.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Kesinlikle o da mümkün ama birleştirme tutanaklarına kadar arkadaşlarımız takip edecekler. Dolayısıyla olayı yargıya teslim ettikten sonra görevlerinden ayrılacaklar.

Emre KONGAR- Şimdi ben bir gözlemimi söyleyeyim, sizin tepkinizi almak istiyorum. CHP tamam İstiklal Savaşını yapan, Cumhuriyeti kuran, bununla yetinmeyen çok partili düzene geçen bir parti, bugün de siz bu tarihi görevlerle bu Cumhuriyeti kurmuş olan partinin Genel Başkanısınız ve yine tarihi bir dönemecin eşiğindeyiz. Bu referandum bir anlamda demokrasinin oylanması, demokrasinin referandumu olduğu için MHP’de milliyetçi tırnak içinde ülkücü dediğimiz taban birden bire partisinin genel yönetiminin ve Genel Başkanının bu referandumla demokrasiyi tahrip etmesine karşı çıktı. Ben buna Türk milliyetçiliğinin demokratlığının tescili diyorum. Siz acaba bunu nasıl görüyorsunuz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Haklısınız. Çok sayıda kendisini ülkücü ya da milliyetçi olarak tanımlayan kişi “Hayır” oyu kullanacak. Çünkü onlar da kendi dilleriyle ifade edeyim bu anayasa değişikliği geçerse Türkiye’nin bir beka sorunuyla karşı karşıya kalacağını biliyorlar.

  • Bir kişiyi ikna ettiğinizde, bir kişiyi satın aldığınızda veya bir kişiyi kandırdığınızda 24 saat içinde Türkiye Cumhuriyeti Devletini ele geçirebilirsiniz. Çünkü bu bir kişi bütün valileri, bütün bakanları, bütün Başkan yardımcılarını, bütün kaymakamları, bütün emniyet müdürlerini, bütün müftüleri.. hepsini değiştirebilir.

Emre KONGAR- Bütün yargıçları, bütün savcıları.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hepsini 24 saat içinde değiştirebilir. Hani öyle bir paralel devlet kuralım, 30-35 yıl çalışalım değil. Dediniz ya hani bir diktatör lazımdı, bu da bizim her türlü işimizi yapabilir. En büyük endişe, diktatörün meşruiyet arayışı içinde her türlü ödünü verebileceğidir. Türkiye’yi bekleyen en büyük tehlikelerden birisi de budur. Batılı hiçbir zaman Türkiye’ye böyle geldik, çok sevdik falan filan değil. Eğer kendi çıkarları varsa ve Türkiye üzerinde bu çıkarları birisi hayata geçirecekse gidip onun yanında…

Emre KONGAR- İşte Roger Boyes onu söylüyor. The Times’da açık açık yazdı. Suriye’deki olayda bizim dedi arkasını kollamayan güçlü bir yöneticiye ihtiyacımız var.

MERDAN YANARDAĞ- Toplumdan onay almaya ihtiyacı olmayan birini arıyoruz ve bu Erdoğan’dır dediler. Peki, efendim siz şu önemliydi, sandık güvenliğini sağlayacak ve sonuçları denetleyeceğiz dediniz. Evet dediğiniz gibi başka gönüllü kuruluşlarda var. “Hayır” ve ötesi gibi kuruluşlar var onun yanı sıra işte ülkücüler var, Saadet Partililer var, avukatlar var.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Avukatlar var, Saadet Partililer var, çok sayıda…

MERDAN YANARDAĞ- Demokrat Partililer, DYP’liler yani herkes çok büyük bir koalisyon oluşmuş durumda ve gördüğüm kadarıyla bir sandık güvenliği ve sonuçların değiştirilmesi gibi bir tabloyla karşı karşıya kalmayacağız öyle anlaşılıyor. Eğer bugünden ön göremediğimiz çok farklı bir gelişmeyle yüz yüze kalmazsak. Sandık sonuçlarının büyük ölçüde ve belki de açık ara “Hayır” çıkma ihtimali var. Olasılıklardan biri bu, peki buna karşı bu yetkileri kullanmak konusunda biraz önce sorduğum soruya geri dönmek istiyorum ben ısrar ederlerse bu fiili durum konusunda ne olacak? Yani şu anda bir fiili durum var çünkü Sayın Erdoğan Rize’de yaptığı konuşmada onu söylemişti, rejim değişti dedi, fiili bir durum var. Bu fiili duruma uygun bir hukuk, dolayısıyla yeni bir anayasa gerekiyor. O yüzden biz şu anda referanduma gittik.

Kemal KILIÇDAROĞLU- O konuda saray çevrelerinin bir açıklaması var. Ret çıkarsa biz otururuz hangi gerekçelerle ret çıktığına bakarız. Başkanlık sisteminden vazgeçmiş değiliz. Yeni bir anayasa değişikliği yapar, yeniden toplumun önüne çıkarız diye bir açıklamaları var. Bunu ne kadar yaparlar bilmiyorum ama ortada bir gerçek var. Bu reddedildi, “Hayır” çıktı ki çıkacak bunu görüyoruz zaten. Cumhurbaşkanı daha fazla fiili durum ben yaratıyorum diyemez.

MERDAN YANARDAĞ- Mantık onu gerektiriyor.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Çünkü haklı hiçbir gerekçe yok.

MERDAN YANARDAĞ- Anladım. Peki, efendim biz son dakikalara geldik öyle görülüyor, arkadaşlarımız da uyarıyor. Ne kadar süremiz var arkadaşlar? 2 dakikalık bir süremiz vardır. Hocam son birer soru soralım buyurun.

Emre KONGAR- 2 dakika da ben Sayın Kılıçdaroğlu’na soru sormak yerine bir sosyal medya mesajı okumak istiyorum, efendim bu biliyorsunuz Amerika’da çok moda şimdi, en çok izlenen soru yanıtlara şunlara bunlara böyle sosyal medyada etkileşim yapıyorlar. Biz de dünyaya ayak uyduruyoruz. İzleyicilerimizden biri Ebru Salbacak diyor ki, “Kılıçdaroğlu’na sabrı için teşekkür ediyoruz.” Herhalde bize de çok sıkıştırdınız diyor. “Türkiye’nin onun gibi insanlara ihtiyacı var.”

Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim.

Emre KONGAR- Şimdi bu şu, deniyor ki hani “böyle yumruğunu vuracak, bağıracak, çağıracak bizim millet ondan anlar” filan, hayır demokrasinin soğukkanlı, tuzaklara düşmeyen mezhep ve etnik tuzaklara düşmeyen, gerilimi tırmandırıp duygular üzerinden böyle istismar etmeyen sizin gibi insanlara ihtiyacı olduğunu düşünüyordum. Bu takipçi de onu pekiştirmiş. Onun için onunla bitirmek istedim ben.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Ona teşekkür ederim. Ebru Hanım’a teşekkür ederim ben.

MERDAN YANARDAĞ- Şimdi efendim ben o zaman çok kısa bir soru soracağım belki toparlayıcı bir soru, insanlarda büyük bir endişe var aslında bu son düzlüğe girdiğimiz zaman bir ne diyelim, bir yarış literatürüyle, terminolojisiyle ifade edersek son düzlük bu ve ipi kimin göğüsleyeceğini göreceğiz. Ama insanlarda bir tedirginlik var yani ne olacak bir belirsizliğe mi sürükleniyoruz diye. Siz açıkladınız “Hayır” dendiği taktirde anayasal sınırlar içine çekilmek zorundadır Cumhurbaşkanı, zaten saray çevresi yeni bir anayasa yapacaklarını söylüyorlar yani biz bunlardan kurtulamayacağız, illa da Başkanlık anayasası diye yeni bir şey getirecekler önümüze herhalde. “Evet” çıkarsa ben öyle bir ihtimalin olmadığını çok düşük olduğunu, olasılık hesapları içinde düşünüyorum ama bu da herhalde dünyanın sonu değil, Evet” çıkarsa insanlar mücadeleye devam edecek. Cumhuriyet Halk Partisinin de her halde tutumu bu yönde olur ama siz bunu…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Efendim Türkiye Cumhuriyetinin tarihine baktığımız zaman bu tarihsel süreç içinde inişler, çıkışlar olmuştur ama hiçbir zaman dünyanın sonu olmamıştır. Dolayısıyla genel gelişmeye baktığımızda demokrasi her zaman kazanmıştır. Kural budur. Demokrasinin kaybettiği süreçler dar süreçlerdir, bedel ödenen süreçlerdir ama genelde demokrasi hep kazanmıştır ve insanlık çağdaş bir dünyaya doğru adımlarını atıyor ve ilerliyor.

MERDAN YANARDAĞ- Türkiye bu anti demokratik parantezi kapatacak mı?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Bizler de, elbette ki yani ömür boyu böyle bir baskıcı rejime zaten bir toplumu hapsedemezsiniz. Bu kadar büyük bir işkence olmaz. Benim en büyük endişem bir toplumsal patlamaya yol açmasıdır. Eğer siz insanların düşüncelerini açıklayabileceği bir alan bırakmazsanız, sanayici yatırım yapamaz noktaya gelmişse, çiftçi ektiği ürünün karşılığını alamıyorsa, siyasal iktidar halktan topladığı vergilerin hesabını veremiyorsa sonuçta bu toplumu bir patlama noktasına taşır.

Emre KONGAR- Bu referandumda bir geniş cephe oluştu ve Halk Partisinin tabi en güçlü olarak, sizin de onun lideri olarak bir geniş cephenin liderliğini yaptığınız görülüyor. Bu geniş cepheyi demokrasi adına kurulmuş olan bu geniş cepheyi parti politikası olarak sürdürmeyi düşünüyor musunuz referandumdan sonra?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette kesinlikle öyle olması lazım, şimdi bu geniş çerçevede birbirimizi daha iyi anlıyoruz. Demokrasi bağlamında bir aradayız. Demokrasiyi hepimiz birlikte savunuyoruz. Farklı görüşlerimiz olabilir ama sonuçta bu ülkenin çıkarı neyi gerektiriyorsa, bu ülkenin vatanseverleri olarak bir arada düşüncelerimizi yine zaman içinde tartışabiliriz, konuşabiliriz, olgunlaştırabiliriz. Ama sonuçta demokrasinin kazanması için hepimiz birlikte mücadele edeceğiz. Bu kararlılığı sürdürebilirsek, yani bu reddedildikten sonra, az önce ifade ettim demokratik parlamenter sistem içinde örneğin Saadet Partisinin veya Vatan Partisinin Genel Başkanının da parlamentoya gelip konuşabileceği bir demokratik ortam, yani gerçek anlamda milli iradenin tecelli edebileceği bir parlamenter yapı oluşturabilirsek kazanacak olan demokrasidir sonuçta.

MERDAN YANARDAĞ- Peki, hocam süre bitti 18 Dakika gibi bitiriyoruz.

Emre KONGAR- Geniş cepheciliğinin soğukkanlılığını bir, geniş cepheciliğini iki kutluyoruz.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Sağ olun.

MERDAN YANARDAĞ- Sayın Kılıçdaroğlu TELE 1 programına, 5. Boyut programına ve TELE 1 ekranlarına yaptığımız davete katıldığınız için çok teşekkür ediyorum. Başarılar diliyoruz. Değerli seyirciler bir 5. Boyut programının ve 18 Dakikayla ortak gerçekleştirdiğimiz bu programın sonuna geldik.

Emre KONGAR- Çok sıkıştırdık özür diliyoruz. Kusura bakmayın.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Estağfurullah…

MERDAN YANARDAĞ- Bence yok yeterince sıkıştırmadık hocam.

Emre KONGAR- Öyle mi diyorsun, yok canım daha neler?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Daha uzun bir programda bir arada oluruz tabi tartışırız.

MERDAN YANARDAĞ- Daha uzun bir programda yeniden birlikte oluruz. Peki, bizden bizi bu saate kadar izlediğiniz için çok teşekkür ederiz. Bizi izlemeye devam edin. Hoşça kalın.
=======================

Ankara Tabip Odası : “Asbest Kanıtlandı; Yetkilileri Göreve Davet Ediyoruz!”


“Asbest Kanıtlandı, Yetkilileri Göreve Davet Ediyoruz!”

Ankara Tabip Odası : 
“Asbest Kanıtlandı; Yetkilileri Göreve Davet Ediyoruz!”

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Ankara Tabip Odası, Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, Meclis’te 8 Mart 2017 günü asbestli Havagazı Fabrikası’nın yıkımına ve asbest ölçüm raporlarına ilişkin basın toplantısı düzenledi. Havagazı Fabrikası’nda MTA’dan gelen raporla asbestin varlığının kanıtlandığını belirten meslek odaları yöneticileri ve CHP Mv. Murat Emir yetkilileri göreve davet etti. Basın toplantısına Ankara Tabip Odası yönetimi adına Başkan
Dr. Vedat Bulut ve Mimarlar Odası Ankara Şubesi adına da Namık Kemal Kaya katıldı.

Bölgede Asbestsiz Alan Yok

Halk sağlığı ve işçi sağlığının tehlikeye atıldığına dikkat çeken Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Vedat Bulut “Yıkımın ilk çalışmaları sırasında iş ve  işçi güvenliği açısından işçiler için gerekli önlemler alınmamış, iş sağlığı ve güvenliği yönetmeliğine uyulmamıştır. Bizlerin uyarılarından sonra birtakım tedbirler alındı” dedi. İşçiler için bir arındırma kabini olmadığını dile getiren Dr. Bulut sigara içen işçilerin 50-90 kat daha olumsuz etkilendiğini belirtti. Çevre sakinlerinin sağlığı için asbestli yıkım yapılırken bölgenin karantinaya alınması gerektiğini kaydeden Dr. Bulut “Asbestli atıkların yok edilmesiyle ilgili danışmanlık ve denetim hizmetlerini yürüten kamu kuruluşu TÜBİTAK MAM Endüstriyel Hizmetler Biriminden yararlanabilirler. Bu şekilde de toplum sağlığını tehdit etmeden söküm yapmak mümkün. Gerekli tedbirler alınmazsa rüzgar çıktığında ve hafriyat devam ettiğinde tehlike olacaktır.” dedi.

“MTA raporlarında da Asbest tespit edildi”

Mimarlar Odası Ankara Şube Sekreteri Namık Kemal Kaya yaşanan süreci şöyle özetleyerek

“ATO ile sürece tanıklık ettik ve yıkım sürecine dair fotoğrafları çektik. Herhangi bir önlem alınmadığını gördük” diye konuştu. 27 Şubat’ta yıkım devam ederken yabancı bir firmaya analiz yaptırdıklarını belirten Kaya “Analizlerde fabrika çevresinde en tehlikeli asbest türü amfibol belirlendi. Bu sonuçla mahkeme başvurduk ve yürütmeyi durdurma kararı aldık.
27 Şubat’ta aldığımız yedek örnekleri bir gün sonra Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü’ne de gönderdik. Sonucu 7 Mart’ta çıktı. Ne yazık ki MTA raporlarında da asbest tespit edildi. Büyükşehir Belediye başkanı yürütmeyi durdurma kararını aldığımız tarihten sonra ve yıkımı durdurduktan sonra 3 Mart tarihinde MTA’ya katı numuneler göndermiştir, bu katı numuneleri nereden almıştır, bunları açıklasın. Konunun takipçisiyiz. Sonuçları ve yürütmeyi durdurma kararını aldıktan sonra kendisi ve ilgili kurulları hukuka taşıdık. Hukuksal süreç sürüyor.” dedi. 

Ankara’da çevre felaketi yaşanıyor

CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, Ankara’da 10 gündür bir çevre felaketi yaşandığını vurgulayarak, sözlerine şöyle devam etti:

“Ankara Büyükşehir Belediyesi bu olay başlamadan binanın asbestli olduğunu biliyor ve o işi ona göre ihale etmiş durumdadır. Belediyenin asbest sökümüne ilişkin herhangi bir tedbir almadan binayı izole etmeden yıkım yaptığını gördük. İşçilerin maskesi yoktu, karantina önlemi alınmamıştı. Belediye Başkanı ‘Asbestli alana girmedik. Asbest boruların içinde binaların sökümünü yapıyoruz’ dedi. Asbest, boruların ve kazanların dışında olur, tuğlaların içinde olur. Çünkü buralarda izolasyona ihtiyaç vardır. 80 yıllık bir bina olduğu için borular, kazan dairesi her yer asbest ile doludur. Bu borular bütün binayı çevrelemektedir. Asbestli binaya balyozu vurduğunuz anda asbesti dışarı atmış olursunuz. Baskılarımız, meslek odalarının duyarlılığı ve medya desteği sonucu Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, binanın asbestli olduğunu kabul ederek, yıkımdan 7 gün sonra izole etme yoluna gitti.”

Yetkilileri sorumlu olmaya davet eden Emir, “Bakanlıkların bu işe el koyması lazım.
Gökçek konuyu siyasallaştırarak sıyrılmaya çalışıyor. Gökçek’in bu işi yapamadığı anlaşılıyor. Anneler çocuğum niye asbest soluyor diye soruyor.
Yetkilileri sorumluluk alamaya, Gökçek’i de istifaya davet ediyorum.” dedi.
****
MTA Raporu da Asbesti Doğruladı

Ankara Tabip Odası ve Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’nün asbestle ilgili raporunu açıkladı. 350 ton asbestli malzeme olan Havagazı Fabrikası’nın hiçbir önlem alınmadan 25 Şubat’ta yıkılması sonrasında yüzey ölçümleri yaptırarak asbesti tespit ettiren ve konuyu yargıya taşıyan Ankara Tabip Odası ve Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin çapraz sorgu için numuneleri gönderdikleri Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’nün raporu da açıklandı; rapor, asbestin varlığını ve çevreye yayıldığını kanıtladı. Rapora dair ilk bilgi Hacettepe Üniversitesi ve Türk Toraks Derneği’nin 7 Mart Salı günü düzenlediği ‘Kentsel Dönüşüm ve Asbest Tehlikesi’ başlıklı panelde açıklandı.

Ankara Tabip Odası ve Mimarlar Odası Ankara Şubesi panelde MTA raporunun da Havagazı Fabrikası çevresinde asbestin varlığını ve çevreye yayıldığını tespit ettiğini bildirdi. Asbestli yıkım yapılmadığına dair ifadelerin doğru olmadığını iki raporla bilimsel olarak kanıtlanmış olduğunu vurgulayan meslek odaları, MTA raporunun, uzman değerlendirmeleriyle ayrıntılı
olarak kamuoyuna açıklanacağını ve mahkemeye de sunulacağını kaydetti. (AS: sunuldu..)
===================================
Dostlar,

Bu konuda birkaç yazıya web sitemizde yer verdik ve uzmanlık alanımızla doğrudan ilgisi nedeniyle yorum, öneri ve katkılarımızı da yazdık..
İdare (Ankara Büyükşehir Belediyesi) kurumsal olarak, Başkan İ. Melih Gökçek ise kişisel olarak ağır hizmet kusuru işlemişlerdir. Hatta Ceza Yasası kapsamında suçtur eylemleri.
Savcılığın harekete geçme görevi vardır.

Bir de merakımız var : Böylesi ağır bir hatayı AKP’li olmayan bir belediye yapsaydı, üzerine hışımla giderek en ağır yaptırım olarak görevden alıp “kayyım atama” kaç saat sürerdir??

Boşuna mı söyleyip yazıyoruz yıllardır :

  • AKP sağlığa zararlıdır!

    Yazıklar olsun.. İyi ki Ankara Tabip Odası, Mimarlar Odası, Çevre Mühendisleri Odası,
    sınırlı da olsa basın… ve yargı hala ayakta ülkemizde..
    TEK ADAM REJİMİ olsaydı ne olurdu acaba??

16 Nisan 2017 günü “HAYIR” oyu vermek kaçınılmaz bir insanlık görevi olmuştur!

Sevgi ve saygı ile. 14 Mart 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com