Etiket arşivi: Prof. Dr. Halil Çivi

NEVRUZ BAYRAMININ KÖKENİ NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Şunu çok iyi biliyorum:

Kendi ideolojik ve etnik tutumlarına göre Nevruz bayramına farklı bir anlam verenler buradaki açıklamalarımı yanlış bulup karşı çıkabilirler. Canları sağ olsun. İşin kültürel (ekinsel) ve sosyal (toplumsal) açıdan bilimsel açıklaması şudur:

Doğa olaylarını açıklamaktan aciz kalan eski insan toplulukları bu olayların nedenlerini, iklim değişmelerini, YANGIN, SEL, HEYELAN (toprak kayması), YILDIRIM, YANARDAĞ PATLAMASI… vb. yıkıcı afetleri dinle, bu olayları yöneten çeşitli tanrıların varlıkları ile açıklamaya başladılar.

Topluluklar büyüdükçe, her insan topluluğunun tanrıları da çoğalmaya başladı. Animist (cancı) ve natüralist (doğa güçlerini tanrı olarak algılayan) inançlar arttı. Bu tanrıların insanların sularını kesebileceklerine, yıldırımla gazap gönderebileceklerine, dağları ateş topuna dönüştürebileceklerine, batan güneşin bir daha doğmayabileceğine ve BAHARIN ARTIK HİÇ GELMEYEBİLECEĞİNE inanmaya başladılar.

Tanrıların gazabını önleyebilmek için adaklar icat ettiler, hatta insan dahil, kurbanlar kesmeye, ilahları mutlu etmeye ve hiç olmazsa kızdırmamaya çalıştılar. Çünkü mutlu edilmeyen ve öfkelenen ilahlar insan topluluklarının yaşam kaynaklarını, hatta kendilerini yok edebilirlerdi.

İşte Nevruz Bayramı bu olaylarla (KLİMATOLOJİK İKLİM DEĞİŞMELERİ İLE) doğrudan ilgili bir kutlamadır. 21 Mart’ı 22 Mart’a bağlayan gün baharın gelişini, doğanın ödülünü, insanların yaşama daha kolay tutunabileceklerini, hayvanlarının besin bulabileceğini, tarlalarının ürün verebileceğini müjdeler (muştular). Bu nedenle Kuzey yarım kürenin tüm halklarında Nevruz Bayramı vardır. Çin, Moğol, Acem, Türk boylarının tümü, Kürt hatta Kızılderililerde bile bu bayram kutlanır.

  • Köken ve sonuç olarak Nevruz Bayramı tek bir halka, örneğin ne yalnızca Türklere ya da ne yalnızca Kürtlere özgüdür.

Belli iklim kuşağında yaşayan halkların hepsinin ortak bayramıdır.

Bazı halklar ve toplulukların Nevruz Bayramına özel anlamlar yüklemeleri ise tarihsel, mitolojik ve bazen de (kimi kez de) ideolojiktir.

BAHARIN YARATTIĞI CÖMERTLİK, İYİMSERLİK, SEVGİ, DOSTLUK, KARDEŞLİK ve BARIŞ DUYGULARI ÇERÇEVESİNDE;

  • HERKESİN NEVRUZ BAYRAMI KUTLU OLSUN!

ÇANAKKALE, ATATÜRK ve TAM BAĞIMSIZLIK

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Bu gün 18 Mart, Çanakkale Zaferinin (Utkusunun) 108. yıldönümü.
Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk;

– Çanakkale Zaferinde kendini kanıtlamış büyük bir ulusal kahraman,

-Kurtuluş Savaşında yedi düvele diz çoktürmüş, ulusunu ve yurdunu düşmandan kurtarmış, ülkesini özgürlüğe ve tam bağımsızlığa ve kavuşturmuş yenilmez büyük bir başkomutan,

-Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan çağdaş Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurulmasında ise tartışmasız çağdaş bir bilge ve evrensel ölçekte büyük bir devlet adamı olmuştur.

Başta Mustafa Kemal Atatürk ile dava ve silah arkadaşları olmak üzere, gerek Çanakkale ve gerekse Kurtuluş Savaşında şehit ve gazi olan herkese Tanrıdan rahmet diliyorum.

Her iki ölüm – kalım savaşındaki o şehit ve gazilerimiz olmasaydı bizler de olmazdık.

Seçkin kişilikleri, canlarını hiçe sayan sınırsız özveri ve kahramanlıkları için hepsine saygı ve şükranlarımız sonsuzdur.

TOPLUMSAL GELİŞME ROTASI GEÇMİŞE Mİ YOKSA GELECEĞE Mİ YÖNELİK OLMALIDIR?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Mevcut (Var olan), güncel yaşamdan, bugünkü yaşam koşullarından bezgin, mutsuz ve umutsuz olan toplumlar eğer yaşadıkları çağın aklını, bilimini doğru ve iyi kullanıp, kendilerine güzel mutlu ve umutlu bir geleceği doğru kurgulayamazlarsa hep geçmişteki hayali (düşsel) altın çağ özlemi ile yaşarlar. Hani “Kel ölür, sırma saçlı olur; kör ölür, badem gözlü olur” diye bir halk deyimi vardır ya, tıpkı onun gibi.

Geçmiş özlemi, her türlü akılcı, bilimsel, siyasal, ekonomik, teknolojik, hukuksal, düşünsel, kültürel (ekinsel) … toplumsal değişmeleri önemli oranda ya da büsbütün yadsıyıp ipek böceği gibi, kendine dış dünyaya ve değişime kapalı bir koza örüp sürekli o koza içinde yaşama özlemine benzer. Bu özlem akıl (us) ve bilim dışıdır. Toplumların geleceğini karartır. Tarihin gelişim ve değişim akşına terstir. Geçmiş, her türlü doğru ve yanlışları ile ders alınıp geleceği doğru kurgulayabilmek içindir. Tarihin akışını tersine çevirip geçmişe geri dönmek olası değildir. Değişim yasaları böyle söyler. Böyle bir düşünce ancak temelsiz bir ütopya olabilir. Akıl (us) ve bilimi dışlama anlamına gelir.

Toplumların bilimsel, teknolojik, ekonomik, siyasal hukuksal, kültürel (ekinsel) … geleceklerini doğru kurgulayarak halka gelecekte refah (gönenç) ve mutluluk içinde yaşama umudu veremeyen yeteneksiz ve niteliksiz siyasal liderler (önderler) de toplumları hep geçmişin fosilleşmiş altın çağ özlemi ile avutmak isterler. Çünkü yönetsel akıl çapları, bilimi, teknolojiyi, doğayı, dünyayı, toplumu ve insanı algıma biçimleri, eğitimleri, bilgi, teknik, kültür, birikimleri, yönetim kapasiteleri (sığaları) ve tarih bilinçleri toplumlarına umut verip, halkın her türlü gereksinmelerini geleceğin gereklerine göre var etme ve devam ettirmeye (sürdürmeye) uygun düzey ve nitelikte değildir.

Çünkü geçmiş için yeni bir proje (tasarım) ve plan (kurgu) yapmaya gerek yoktur. Reçete, geçmişin mirası (kalıtı), gerçeklerden kopartılıp idealleştirilmiş biçimde hazırdır. Yalnızca duygulara seslenip algı yönetimi ile geçmişin altın çağını servis etmek yeter. Toplumun kültür kodlarında ve belleğindeki hazır kutsal duyguların ve inançların siyasal olarak araçsallaştırılmasına dayanır.

Geçmişi doğru algılamak ve geçmişten gerekli dersleri alarak, geleceği us ve bilimin ışığı ve kılavuzluğunda çağcıl ve doğru kurgulayıp topluma uygar bir gelecek umudu aşılayabilmek ancak, devlet adamı nitelikleri taşıyan, üstün donanımlı büyük önderlerin işidir.

İşte tam da bu nedenle,

  • 20. Yüzyılın tartışmasız en büyük önderi ve devlet adamı olan
    Yüce Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’tür.

Çünkü O, (Türkiye Osmanlı) toplumunun geçmişini doğru okumuştur. Halkına yürekten inanıp güvenmiştir. Ülkesini ve ulusunu düşmanlardan kurtardıktan sonra, us ve bilim yolundan hiç ayrılmamıştır. Doğru kurguladığı ve yaşama geçirdiği bu üstün nitelikli, geniş ufuklu, yakın ve uzak erimli, tam isabetli, bilimsel öngörü ve sezgileriyle çağdaş bir toplum kurmuştur. Bu nedenle de büyük ve eşsiz bir önder olmuştur.

Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimize ve Atatürk devrimlerine biraz da bu gözle bakmak gerekir.

Peki günümüzde ussal, bilimsel, siyasal, toplumsal, ekonomik, diplomatik, ekinsel… konulara
her açıdan bakıldığında, yakın tarihimizdeki ve şimdiki önderlerin misyon (özgörev) ve vizyonları (uzgörüleri) nasıldır? Kimlerin gidiş rotaları (eksenleri) hep geçmişe yöneliktir?

Kimler toplumu, kendi gelecekleri açısından son yetki sahibi yapmak istiyor ve halkın geleceğini daha doğru kurgulamaya çalışıyorlar?

Karar doğru düşünenlerin, yani sizlerindir.

CEHALET NASIL KENDİNİ YİNELER ve NASIL YOK EDİLEBİLİR?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Aydınlanmamış ve geri kalmış toplumlardaki, özellikle de islam ülkelerindeki cehalet bireysel değil, bilinçli(!), sistemli ve kurumsaldır. Tarihsel olarak resmi ve resmi olmayan (sözde tarikat, cemaat, dernek, vakıf… vb.) EĞİTİM(!) KURUMLARI aracılığı ile tıpkı BUĞDAY TOHUMU ekilir gibi henüz aklını kullanabilme çağına gelmemiş çocukların beyinlerine din(!) diye cehalet tohumları ekilir. Daha sonra da hasat edilen bu cehalet ürünleri, yine resmi ve resmi olmayan kurumların, yazılı ve görsel basın araçları eliyle topluma sanki EKMEKMİŞ(!) gibi, kuşaktan kuşağa aktarılarak sürer.. Bu süreç, tarih boyunca, durmadan, donmuş durumda, aynen yeniden yinelenir durur.

Bu geri bıraktırıcı kısır döngüden, ancak ve ancak sürekli olarak cehalet üretilen, resmi ve resmi olmayan bataklıkları hukuksal olarak ve fiilen (eylemle) yok edip akıl, bilim ve özgür düşünce temeline dayalı

  • AYDINLANMACI, ÇAĞDAŞ ve LAİK BİR EĞİTİM SİSTEMİ ile çıkılabilir.

Atatürkçü düşünce sistemi ve Atatürk devrimlerinin temeli, kutsal dinimizi ve dinsel değerleri bu cehalet bataklıkları ya da cehalet öbeklerini yok edip, toplumu topyekün (bütünüyle) nakilci (aktarıcı) hatta tahrif edilmiş (çarpıtılmış) bir din anlayışından akılcı ve özgürlüçü duru bir din anlayışına kavuşturmak; dinin ve dinsel değerlerin dinbazlar ve din tüccarlarının vesayetinden kurtarmak; siyaseti, hukuku, devlet yönetme kurallarını dinden ayırmak, dini devlet işlerinin ve siyasetin dışında tutmaktır.

Zaten bilimsel olarak, bireyler ve toplumların din ve vicdan özgürlükleri de ancak insanların tam bir özgür irade sahibi olabilmeleriyle sağlanabilir. Günümüzdeki dinbazlar, yani

  • Dini kendi çıkarları için araçsallaştırıp dinden geçinmek isteyen din baronları şunlardır.

1- Dinden siyasal güç ve iktidar devşirmek isteyenler.
2- Dinden ekonomik rant ve servet sağlayanlar.
3- Dinden dinsel makam, rütbe ve prestij (saygınlık) türetmek isteyenler.
4- Dinbazlığa dayalı kurulu siyaset, servet ve itibar düzenini korumak ve sürdürmek isteyenler.
5- Dinden geçinmeyi meslek durumuna getirmiş olanlar.

  • Bir tek tümce ile söylemek gerekirse, Atatürk’e, Cumhuriyete, laikliğe, demokrasiye, sosyal hukuk devletine karşı çıkanlar içten  dindarlar değildir!

Bunlar, dinden geçinen dinbaz din baronları ile yine dinsel cehaletlerinden dolayı bu dinbaz din baronların dolduruşuna gelenlerdir.

Hiç unutulmasın ki; İslam dini öz olarak SEVGİ, BARIŞ, ESENLİK, GÜZEL AHLAK ve AKIL DİNİDİR. Çünkü aklı olmayanın dini de yoktur.

Dinbazlık yaparak dini kullanıp saltanat sürme ve dinden geçinme din değildir; dini ve dinden kaynaklanan kutsalları kötüye kullanmaktır

Ayrıca İslamda ruhban (din adamı) sınıfı da yoktur.
Ayrıca doğru anlaşılmış gerçek inanç sahibi olan gerçek dindarlar insanları ötekileştirmez, toplumu da bölmez, birleştirip bütünleştirir.

FEODAL, TEOKRATİK ve ERİL TOPLUMLARDA İDEAL EŞ OLARAK KADIN ALGISI ve ÇAĞDAŞLAŞMA

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Dün 8 Mart Dünya Kadınlar günü idi. Ben bu yazımda, söz konusu günün doğuşu, tarihsel ve kültürel gelişimi ve güncel durumu, ülkemiz başta olmak üzere, dünya kadınlarının güncel sorunları yerine konunun toplumsal, dinsel, feodal ve kültürel arka planı (ardalanı) üzerinde durmak istedim. Çünkü, geçmişi, eğrisi ve doğrusuyla, tam çözüme kavuşturamadan bu günü anlamak oldukça zordur.

Feodalite, tarımsal üretim biçimi ya da tarım toplumu demektir. Sosyolojik açıdan da, ağalık ya da derebeylik düzeni anlamına gelir. Feodal toplumlarda yoğun bir töre ve gelenek zinciri vardır.

Teokrasi, sosyolojik ve siyasal açıdan, dinsel kurallarla feodal töre ve geleneklerin harmanlandığı bir dinsel yönetim rejimidir. Genellikle krallık, sultanlık ve padişahlık gibi buyurgan rejimlerle bütünleşiktir.

Eril toplum, erkek egemen değerler sistemi ya da erkek egemen kültürle örüntülenmiş ve yapılanmış, kadınları, kadın kimliğini ve kadın haklarını ikinci plana (düzleme) iterek göz ardı eden bir kültürlenme ve toplum demektir.

Geleneksel olarak, dinsel ve ahlaksal açıdan Musevi, Hıristiyan ve İslam dinlerinin kadına bakış açıları, kimi küçük ayrıntılar dışında, birbirlerine çok benzer ve yakındır. Zaten bu benzerliklere de şaşmamak gerekir. Çünkü ilahi, dinsel, coğrafi, feodal ve toplumsal kültür ve bilgi kaynakları büyük oranda ortaktır.

Kanımca, başta İslamiyet olmak üzere, tek tanrılı dinlerdeki ideal ya da idolleştirilmiş kadın figürü genelde erkeklerin eş seçiminde kendini gösterir. Çünkü her erkek o toplumdaki en uygun kadın ya da ideal kadın tipini kendine eş seçmek ister. Bu seçimlerin temelinde de erkeğin zihniyetini ve eş seçme kararlarını feodal töreler, gelenekler ve baskın erkek egemen dinsel ahlak anlayışı biçimlendirir. Zaten genelde, erkeklerin kadınlara bakış açıları da çoğunlukla yararcı ve vesayetçidir.

Bu yazıdaki temel kaynağım, bir bütün olarak, ABD yurttaşı, İran kökenli, İslam ilahiyatçısı Zahra Ayubi‘nin, yazdığı ve Türkçe’ye yeni çevrilmiş olan AHLAKIN CİNSİYETI adlı kitabı olacaktır(1). Ayubi’ye göre, klasik İslami ahlak anlayışının üç büyük temsilcisi vardır Bu üç temsilci ve bu temsilcilerin yazmış oldukları ahlak kitapları şunlardır .

1- İmam Gazali (1055-1111), en önemli ahlak kitabı ” Kimya-i Saadet”
2- Nasraddin Tusi (1201-1274). en önemli ahlak kitabı ” Ahlak’ı Nasıri”
3- Celaleddin Devvani (1424-1502), en önemli ahlak kitabı “Ahlakı Celali” dir.

Yine Zahra Ayubi diyor ki; ahlak ve inanç olarak Gazzali Sünni, Tusi Şii, Devvani ise ikisi arası bir inanç temsilcisi konumdadır. Her üç ahlakçı bilginin kadına bakış açıları büyük bir yüzde ile ortaklaşadır. Bu 3 İslam düşünürü ve ahlakçısının kadına bakış açıları çok kısa olarak şöyle :

Kadınlar yaratılış olarak, hem akıl ve hem de fizik güç olarak erkeklerden daha eksik ve dolayısıyla zayıf ve aşağı konumdadır. Ayrıca duygu seline kapılmaları, nefis ya da arzularına yenik düşme olasılıkları çok yüksektir. Bu nedenle iffetlerini ve onurlarını yeterince koruyamazlar. Öyleyse erkekler, doğuştan gelen yaratılıştaki üstünlükleri nedeniyle, kadınlara vesayet etmelidir. Bu durum kadınların da yararınadır. Ayrıca kadınlar erkeklerle aynı haklar ve yetkilere sahip olamazlar. Tek başlarına toplum içine çıkamazlar. Kadınların evleri dışındaki hal ve hareketleri kocalarının mutlak izinine ve gözetimlerine bağlı olmalıdır.

Burada bir küçük anımsatma yapalım : Anadolu Alevi ve Bektaşi inancında; İslam öncesi eski Türk geleneklerinin bir uzantısı, ayrıca İslam dininin tasavvufla ve akılla (us ile) yorumuna bağlı olarak, kadın-erkek ilişkileri daha eşitlikçi bir konumda kalmış ve devam etmiştir.

Peki, erkekler niçin evlenmelidir?
Ya da erkekler için ideal kadın figürü niçin gereklidir?

1- Neslini, soyunu sürdürmek için.
2- Peygambere ümmet (taraftar) yetiştirmek için.
3- Topluma, dine hayırlı evlatlar yetiştirebilmek için.
4- Cihat ve fetihlere asker yetiştirmek için.
5- Ölünce, arkasından dua edecek ve kendisini hayırla anacak birilerini bırakabilmek için.
6 – Ahlaklı yaşayıp zinadan korunabilmek için.
7- Sağlığında kazandığı malları bırakacak bir mirasçı bırakabilmek için.

Dikkat edilirse, sıralanan koşulların içinde mutlu kadın ve mutlu aile yoktur. Kadına düşen salt sadakat ve itaattir.

Gazzali başta olmak üzere, bu 3 ahlakçıya göre, acaba evlenilecek kadınlarda ne gibi özellikler aramak gerekir?

1- Kadın dindar olmalıdır.
2- Düzgün huylu, söz dinler olmalıdır.
3- Mihri, ailesine ödenecek bedel (maliyeti) düşük olmalıdır.
4- Doğurgan olmalıdır. Çoçuk doğurmalıdır.
5- Bakire olmalıdır.
6- Güzel olmalıdır.
7- Asaletli bir aile kızı olmalıdır.
8- Yakın akraba kızı olmamalıdır.

Yine eş seçiminde de, kadın için dikkate değer bir şey yotur. Yalnızca erkeğin beğenileri, arzuları ve kesin çıkarları vardır.

Evlilikte ideal kadından beklenen temel ilke şudur :
Kadın, her zaman bedenini ve nefsini yani iradesini erkeğe sunmaya hazır olmalı, erkeğin iradesini kendi iradesinden üstün saymalı ve erkeğin vesayetini ve aile reisliğini tartışmasız kabul etmelidir. İtaat ve sadakatta kusursuz olmalıdır.

Yine bu 3 ahlakçımiza göre, şu 3 tür kadınla evlenilmez :

1- Kocasının yasını tutan ve sıklıkla ölmüş kocasını anan kadınlarla evlenilmez.
2- Şimdiki kocasının servetini, malını ve parasını eski kocasından olan çocuklarına harcayan kadınla evlenilmez
3- Kendisi çokça mal ve servet sahibi olup da kocasına servetini yönetme görevini veren kadınlarla evlenilmez.

Söz konusu ahlak kitaplarında burada yazılan her maddenin sayfalarca ayrıntılı gerekçeleri vardır. Kadın yalnızca evlatları tarafından “cennet anaların ayakları altındadır” denilerek saygıya yaraşır görülür.

Fakat bu ahlak kitaplarında evlenmek isteyen bir kadının evleneceği erkeklerde aranması gereken özelliklerden hiç söz edilmez. Yalnızca, ender de olsa, evli bir erkeğin karısını hoş tutması, davranışlarına kabalığa giden fiil ve sözlerden kaçınması gibi kimi öğütlerden söz edilir. Zaten koca sözü dinlemeyen kadınlar da sonu dayak yemeye varan cezaları bile hak edebilir, yine akıllanmazlarsa(!) iş boşanmaya varabilir.

Sözün özü şudur             :

Kutsal kitap kaynakları ne denli eşitlikçi söylem ve işaretler verirse versin, ataerkil zihniyetli erkek ulema ya da ruhban sınıfı tüm ahlak kurallarını tarih boyunca, sürekli olarak erkeklerin yararına yorumlamış ve kadınların arka plana atılmasına neden olmuşlardır. Ataerkil zihniyet ve eril baskının temeli de bu erkek egemen bakış ve yorumlardan türetilen ataerkil feodal kültürdür.

Batı toplumları, evrim yoluyla, özgür aklı ve bilimi kullanarak, söz konusu ataerkil, feodal ve teokrasi temelli kültür kodlarını en az üç yüzyıl tartışarak demokratik, laik ve sivil (seculaire) bir hukuk devleti kurup gerekli zihniyet devrimini başarabilmişlerdir.

Bizdeki; kadın-erkek, zengin-fakir (varsıl – yoksul), dil, din, mezhep ırk, bölge ve makam-konum farkı olmaksızın yurttaşların eşitliğini, hukuk ve yasalar karşında cinsiyet fakını ortadan kaldıran demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti düzeni ile kadınları erkeklerle her konuda eşitleyen Cumhuriyet rejimini Mustafa Kemal Atatürk kurmuştur.

  • Demokratik laik, sosyal bir hukuk devleti düzeni ve rotası halkımız için asla geri dönülemez bir erektir.

Son tümce şu olsun :

  • Erkek özne, kadın nesne değildir, olmamalıdır.

Kadınlarımız her yerde, her meslekte, her konuda ve her alanda, evde, işte, meslekte, sokakta, büroda, gezide, tatilde, alışverişte… erkeklerin nesnesi değil kesinkes eşiti olmalıdır.

Çağdaş Cumhuriyetimizin kadına bakışı bunu gerektirir.

Bu derin hukuksal, ahlaksal, eşitlik ve adalet özlemine bağlı kalarak;

  • Bütün dünya kadınlarının kadınlar günü kutlu olsun.

(1)- Zahra Ayubi. AHLAKIN CİNSİYETİ. Klasik İslamda Kendilik, Aile ve Toplum Etiği. Çev. Galipcan Altınkaya, Livera Yay., 1. Bs., Aralık 2022

OKUMA ALIŞKANLIĞI ve ZEVKİ NASIL KAZANILIR?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor :

Hocam, ben okumaktan zevk alamıyor, uzun yazılar, hele kitaplardan çok çabuk sıkılıyorum. Ancak okumak istiyorum. Bu zevki nasıl kazanabilirim?

Size ve sizin gibi olanlara çok kısa olarak yanıtım şöyle olacaktır :

Okumak, cehaletten kurtulabilmek, yaşam savaşında yenik düşmemek için, uygarlık ışığıyla birlikte, uygarlık rotasında sürekli yolculuktur.

Okuma zevki, kitap sayfaları üzerinde amaçsız ve hedefsiz gezinmelerle değil, kitaplarla yani bilgiyle, felsefeyle ve bilimle muhabbet etmeyi (söyleşmeyi), yoğunlaşmayı ve hatta kitaplarla sevişmeyi öğrendikten sonra kazanılabilen bir alışkanlıktır.

Hiç kuşkusuz, İnsan yaşamının en yararlı alışkanlık ve kazanımlarından biri de kitaplarla ömür boyu ve aralıksız olarak dost kalmayı başarabilmektir.

Hele kendinize doğru ışık saçan yararlı kitaplar, yani güzel sevgililer seçebilirseniz, bu muhabbet ve sevişmenin zevki hiç tükenmez.

Ancak okuma alışkanlığı ve okuma zevkini edinebilmek, bilgisizliğin derin eksikliğini, yeni şeyler, yeni keşifler yapma ve öğrenmenin büyük mutluluğunu yakalayabilmek için uzun erimli ve ısrarlı denemeler yapmak gerekir.

Halil Çivi şiiri : VARLIK ve BİRLİK

ŞİİR KÖŞESİ…

 

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

 

VARLIK ve BİRLİK

Yaşam yollarında yalnızım deme,
Varlığın, birliğin sırrı sendedir.
Kimsesiz, kanatsız, kolsuzum deme,
Varlığın, birliğin sırrı sendedir.
Xxx
Kim yarattı endamını, tenini,
Kim var etti enerjini, kanını,
İyi tanı can içinde canını,
Varlığın, birliğin sırrı sendedir.
Xxx
Sen kendini etle kemik mi sandın,
Nasıl bedenlendin, nasıl canlandın,
Niçin aşık oldun, neden utandın,
Varlığın, birliğin sırrı sendedir.
Xxx
Hukuk nedir, adalet ne, din nedir?
Ahlak nedir, şeytan kimdir, cin nedir?
İnsanlar kardeşse bunca kin nedir?
Varlığın, birliğin sırrı sendedir.
Xxx
Akıl sende, bilim sende, yol sende,
Üretip çoğaltan usta el sende,
Nesilden nesile dönen döl sende,
Varlığın, birliğin sırrı sendedir.
Xxx
Ruh mu, enerji mi, yoksa ten misin?
Bu gün mü, yarın mı, yoksa dün müsün?
Doğadaki kadim kalan can mısın?
Varlığın, birliğin sırrı sendedir.
Xxx
Akıl öĝretmendir, kitap insandır,
İnsanın cevheri akıl – vicdandır,
Bunların kaynağı candaki candır,
Varlığın, birliğin sırrı sendedir.
Xxx
Arı mısın, çiçek misin, bal mısın?
Dölleyen mi, döllenen mi, döl müsün?
Ezelden ebede giden yol musun?
Varlığın birliğin sırrı sendedir.
Xxx
Hali Çivi, insan – evren bir derler,
Bilmiyorsan bir bilene sor derler,
Gerçeği görmeyen göze kör derler,
Varlığın, birliğin sırrı sendedir.


13 Şubat 2023, Çiğli / İzmir
Not: Deprem bizi çok üzdü. Vites değiştirip,
Biraz şiirle felsefe yapmak erbabına iyi gelebilir…

ZİHNİYET (İDEOLOJİ) ve İKTİDAR

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Her siyasal iktidar, o iktidarı oluşturan zihniyet ya da ideolojinin ürünüdür.

Bir toplumdaki çoğunluğun ve o çoğunluğa önderlik edecek olan toplum liderlerinin zihniyeti çağdaşlaşmadan o toplum asla çağdaşlaşamaz.

Sakın hiç unutma; önemli olan liderler ya da kişiler değil, bu lider ya da kişilerin temsil ettikleri ZİHNİYETTİR. Çünkü her lider, iktidar olduğu ve iktidarın büyük gücüne kavuştuğu zaman temsil ettiği zihniyetin ajanı, önderi ve uygulayıcısı olacaktır…

EĞER                        :
– Babadan oğula geçen saltanat zihniyeti iktidar olursa kurulan rejim MONARŞİ,
– Varlıklı, yüksek eğitimli, sanat ve estetik zevkleri gelişmiş, seçkin ve yüksek kültürlü (hot culture) insanların zihniyeti iktidar olursa kurulan rejim ARİSTOKRASİ,
– Irkçılık, dincilik ve benzeri ötekileştirme, ayrıştırma ve düşmanlaştırma zihniyeti iktidar olursa, kurulan rejim FAŞİZM,
– Salt dinsel yasaların kabul edildiği bir zihniyet iktidar olursa kurulan rejim TEOKRASİ-ŞERİAT,
Irkçı zihniyet iktidar olursa kurulan rejim KAFATASÇILIK-IRKÇILIK (Rasizm),
– Salt eğitimli ve bilgili (liyakatli) olanların zihniyeti iktidar olursa kurulan rejim MERİTOKRASİ,
– Dinci (dindar değil, çıkar dinciliği) zihniyet iktidar olursa kurulan rejim DİNSEL FAŞİZM,
– Zengin ve güçlülerin zihniyeti iktidar olursa kurulan rejim OLİGARŞİ; (AS: Plütokrasi!),
– Toprağa bağlı ağalık, derebeylik zihniyeti iktidar olursa kurulan rejim FEODALİTE,
– Komünist zihniyet iktidar olursa kurulan rejim KOMÜNİZM-ORTAKLAŞACILIK,
– Sermayeci zihniyet iktidar olursa kurulan rejim KAPİTALİZM,
– Hiçbir yasal yetki sınırlaması olmayan ve keyfi olarak tek kişi tarafından yönetilen zihniyet iktidar olursa, kurulan rejim OTOKRASİ-DİKTATÖRLÜK,
– Toplumcu, empatik (duygudaş) zihniyet iktidar olursa kurulan rejim SOSYALİZM,
– Liberal zihniyet iktidar olursa kurulan rejim LİBERALİZM,
– Eş, dost, aile, kandaş, yandaş vb. dar çevredeki kişilerin kollanıp kayırılmasına dayalı siyasal zihniyetin iktidar olması NEPOTİZM,
– Köleci zihniyet iktidar olursa, kurulan rejim KÖLELİK olacaktır.

  • TEMEL EVRENSEL İNSAN HAKLARINA,
  • DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNE,
  • HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE,
  • LAİK ve SOSYAL HUKUK DEVLETİNE,
  • IRK, RENK, DİN, MEZHEP… CİNSIYET, SERVET ve STATÜ FARKI GÖZETMEKSİZİN
    TÜM İNSANLARIN YASALAR ÖNÜNDE EŞİTLİĞİ’NE,
  • SOYAL ADALETE YÜREKTEN İNANAN ZİHNİYET SAHİPLERİNİN KURACACAKLARI REJİM,
    OLSA OLSA DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİ olur..

CEHALET GÖNÜLLÜ SÜRÜLEŞMEYE ZEMİN HAZIRLAR

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Ünlü Fransız filozofu Paul Michel Faucault (1926-1984) diyor ki;
Eğer bir yerde herkes birbirine benziyorsa orada kimse yoktur.”

Ben de diyorum ki; eğer bir toplumsal kümede herkes birbirinin aynı ise, o toplumsal kümeyi oluşturanların düşünme, değerlendirme ve davranışları birbirleri taklit etmekten ibaretse, orada ya teokrasi ya da katı ve dogmatik bir siyasal ideoloji vardır. Belki de onların başında, “dediğim dedik, çaldığım düdük” diyen tek bir buyurgan kişinin varlığı söz konusudur. Tıpkı sürü ve sürünün çobanı gibi.

Yeterince gelişmemiş toplumlarda bir tarikat ya da cemaat şeyhi ya da feodal bir derebeyi (ağa), bile kendi grubu üzerinde benzeri tekçi (monist) bir egemenlik kurabilir. Monarşik bir sultan, kral ya da Hitler ve Mussolini benzeri otoriter ve totaliter diktatörler insanı lidere kul ve köle yaparlar. Çünkü

  • Otoriter ve totaliter rejimler insanları dönüştürür, benzeştirtir, tektipleştirir ve sürüleştirirler.

Sürüleşen toplumlar koşulsuz olarak itaat ve sadakatı yani liderine peşinen ve koşulsuz kul, köle olmayı kabul etmiş olurlar. Ayrıca sürüleşen toplumlarda özgürlük ve bireyselleşme de olmaz. Böyle rejimlerde insanlar, kendisi olmak yerine hep başkalarını taklit ederek, düşünerek değil duyarak, emir alarak yaşarlar. Taklit etmek için de bu tür insanların ellerine hazır hatta sözde kutsallaştırılmış(!) bir ideolojik ya da dogmatik reçete verilir.

Eğer insanlar aklı ve bilimi kullanarak o hazır ve kutsal(!) reçetenin dışına çıkmaya ve farklı düşünüp davranmaya yeltenirlerse gruptan atılır ve hatta cezalandırılırlar. Gruptan dışlama, atılma ve cezalar bir çeşit aforoz ve gözdağı işlevi görür.

Ayrıca akılcı ve bilimsel ve çağdaş bir eğitimle zihin özgürleşememiş, ekonomik, siyasal ve hukuksal özgürlükler yeterince gelişememişse bireysel farklılaşma ve özgürleşme yolu tıkalı demektir. İnsanlar ancak akıl, bilim, çağdaş fikirler ve demokratik ve laik hukuk devletlerinde kendisi olma, bireyselleşebilme şansı elde edebilirler.

Bir ülkedeki ekonomik, siyasal ve hukuksal özgürlük dairesi ve şansı ne denli genişse,
insanların taklitçilikten kurtularak kendisi olabilme olasılığı da bir o denli yüksek olur.

Son söz                  :

Gerçek demokrasi ve hukuk; insanları tek tipleştirme ve sürüleştirmeye kalkışmaz.
Tersine ortak, insani, evrensel hukuksal değerler sisteminde kalarak, çoğunluğun buyurganlığı ya da dayatması yerine her zaman çoğulculuğu amaçlar.

ÇÜNKÜ GERÇEK DEMOKRASİ TÜM TOPLUMSAL, EKONOMİK, SİYASAL ve KÜLTÜREL FARKLILIKLARIN UYUMU, AHENGİ ve SENFONİSİDİR.
****

ÇOK BÜYÜK BİR DEPREM FELAKETİ yaşıyoruz…

CİĞERİMİZ SIZLIYOR. VİCDANIMIZ KANIYOR.
DEPREM ACIMASIZ, HAVA ÇOK SOĞUK. MEVSİM KIŞ VE KAR. TOPYEKUN DUYGUDAŞLIK YAPMAMIZA ACİLEN GEREK VAR. ŞİMDİ MADDİ VE MANEVİ DAYANIŞMA VE YARDIM ZAMANI.

DEPREM YARDIMLARINI GANİMET VE FIRSAT BİLEN, GASPÇI-HIRSIZ, AHLAKSIZ LEŞ AKBABALARINA FIRSAT VERMEMEK GEREK.

DEPREMLER YANİ DOĞA; IRK, DİN, MEZHEP, PARTİ, ERKEK, KADIN, GENÇ, YAŞLI ….
HİÇBİR AYRIM YAPMIYOR. ÇÜNKÜ BÜTÜN CANLAR VE NEFİSLER EŞİTTİR.

  • EY HALKIM, EY SİYASETÇİLER, EY YÖNETENLER, EY YETKİLİLER, EY BÜROKRATLAR
    VE GÖREVLİLER…
  • SİZ DE HİÇBİR AYRIMCILIK YAPMAYIN. ADİL DAVRANALIM, UMUT OLALIM,

YARDIM EDELİM, ÇÖZÜM BULALIM. ACILARI BÖLÜŞELİM. YARALARI HEP BİRLİKTE SARALIM.

Halil Çivi şiiri : ANNEYE ÖZLEM

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

 

 

ANNEYE ÖZLEM

Zamansız öldün gittin,
Dertlere saldın gittin,
Ruhumu aldın gittin
Sen niye öldün annem…
Xxx
Derdimi bilenim yok,
Yaşımı silenim yok,
Acımı bölenim yok,
Sen niye öldün annem…
Xxx
Gençliğim güze döndü,
Yüreğim buza döndü,
Özlemim köze döndü,
Sen niye öldün annem…
Xxx
Gözlerin ışığımdı,
Kolların beşiğimdi,
Ellerin kaşığımdı,
Sen niye öldün annem…
Xxx
Kanatsız, kolsuz kaldım,
Kimsesiz, dilsiz kaldım,
Bir ömür sensiz kaldım,
Sen niye öldün annem…
Xxx
Yuvamda huzur idin,
Dar günde Hızır idin,
Her zaman hazır idin,
Sen niye öldün annem…
Xxx
Umudumdun, özümdün,
Karakışta yazımdın,
Hep kutup yıldızımdın,
Sen niye öldün annem…
Xxx
Bal oğlun(×) sensiz kaldı,
Yetimdi, öksüz kaldı,
Ayaksız, elsiz kaldı,
Sen niye öldün annem…
Xxx
Halimi bilenimdin,
Terimi silenimdin,
Hep umut verenimdin,
Sen niye öldün annem…
Xxx
Halil Çivi der soldum,
Hasret közüyle doldum,
Sensiz ihtiyar oldum,
Sen niye öldün annem…
Xxx
ÇİĞLİ / İZMİR

Not : Annem hiç adımı söylemez, beni hep “Balım, Bal Oğlum” diye çağırır ve severdi.
Atalarımız “Ata başta taç imiş / Her derde ilaç imiş / Bir evlat pir (çok yaşlı) olsa da /
Ataya muhtaç imiş”/ derlerdi. Çok doğru söylemişler.