Etiket arşivi: Liman Von Sanders

MUSTAFA KEMAL’İN TARİH SAHNESİNE ÇIKTIĞI GÜN : 25 Nisan 1915

Prof. Dr. D. Ali Ercan
Nükleer Fizik Uzmanı

Değerli arkadaşlar,

Büyük Dünya Savaşının “Müttefikler” kanadı (İngiltere, Fransa ve Rusya) İstanbul’da buluşmak ve Osmanlı İmparatorluğuna kesin öldürücü darbeyi vurmak üzere Osmanlının en zayıf olduğu Denizler üzerinden büyük hareketi planlamışlar ve o zamana dek Dünyanın görmediği ölçekte büyük bir Donanma ile Çanakkale Boğazına dayanmışlardı…

17 Şubat 1915’te Çanakkale Boğazına girmek isteyen Müttefik Gemileri, Osmanlının Almanlardan aldığı süper ağır topların ateşi altında Boğazı geçememişler, kezlerce geri çekilmişler ve bu denemeleri 18 Mart’a dek sürmüştü. En sonunda 6 büyük savaş gemisinin Çanakkale Boğazı içine (bkz. mavi çizgi ve kırmızı noktalar) Nusrat Mayın gemisinin döşediği mayınlara çarparak batmaları veya ağır yaralanmalar, ağır asker yitikleri nedeniyle geri çekilmişlerdi. Bu günü “Çanakkale Deniz Zaferi” olarak kutluyoruz…

Fakaat Savaş bitmemişti;
Deniz savaşını yitiren Müttefikler, B Planlarını uygulamaya başladılar: Gelibolu yarımadasını tümüyle işgal ederek, hedefe (İstanbul’a) hem karadan hem de denizden ulaşmak için hazırlığa giriştiler.

Midilli adasında yaralarını saran, hazırlıklarını bitiren müttefik güçleri 38 gün sonra, sürpriz bir çıkartma baskını başlattı; 25 Nisan sabahı Osmanlı mevzilerine yağdırdıkları ağır topçu ateşi altında Yarımadanın uygun kıyılarından çoğunluğu Avustralya ve Yeni Zelanda’dan devşirilmiş on binlerce askeri karaya çıkartmaya çalıştılar.

Yarımadanın en kritik ve en zayıf tutulan yerinden (Arıburnu) karaya çıkan askerler rahatlıkla ilerliyorlardı. Bu arada, yanında bikaç askerle, görev verilmediği halde, durumu bizzat gözetlemek için ileri hatlara dek gitmiş olan 9. İhtiyat Tümeni Komutanı Albay Mustafa Kemal, mermileri bittiği için geri çekilmekte olan 1 müfreze askeri görmüş, onları durdurmuş;

  • Mermimiz yoksa süngümüz var; derhal yere yatın, siperlerinizi hazırlayın ve bize yardımcı güçlerimiz gelinceye dek elde kalan son cephanemizle oyalayalım..” diyerek müfrezenin geri çekilişini durdurmuştu.

Tepede Türk askerlerinin siperde olduğunu gören Düşman da ilerlemeyi durdurmuş, sipere yatmış ve yukarıya doğru makineli tüfek ateşi başlatmıştı.

Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesinin 5. Ordu Komutanı Otto Liman von Sanders‘ten izin almadan, inisiyatifini kullanarak ihtiyat kuvveti 57. Alaya haber göndermiş ve Alay, başlarında Hüseyin Avni Bey, çok kısa bir zaman içinde, koşar adım olay yerine yetişmişti.

Mustafa Kemal, 57. Alaya saldırı (taarruz) buyruğu (emri) verdi.
57. Alay kendisinden 3 kat daha büyük Anzak birliklerine taarruz etmiş, düşman durdurulmuş, geri püskürtülmüştü… Ama gökten mermiler, ağır bombalar yağmur gibi yağıyordu* Osmanlı mevzilerine… ve Alay, komutanı Hüseyin Avni dahil son erine dek şehit düşmüştü.

Bu mevzi savaşları aylarca sürdü. 25., 26. ve 27 inci Alaylar da geri çekilmediler, kahramanca savundular bölgelerini….
Sonunda Düşman pes etti ve geldikleri gibi defolup gittiler!

İstanbul (bir süreliğine de olsa) işgalden kurtulmuştu. Ordu içinde ve Halk arasında Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal‘in adı dilden dile dolaşıyor, Halk Bayram yapıyordu. Mustafa Kemal İstanbul’da “Halâskâr Gazi” (Kurtarıcı Savaşçı) olarak tanındı…

Vatan topraklarını korumak uğruna toprağa düşen Kahramanlar ışıklar içinde uyusunlar. Çanakkale geçilseydi bugün Dünya çok farklı görünebilirdi; özellikle Anadolu’nun ve Rusya’nın yazgısı, büyük olasılıkla bambaşka olurdu… çünkü 2 büyük devrimci, Rusya’da Lenin, Anadolu’da Mustafa Kemal olmayabilirdi.

Sevgilerimle.æ
___

*Çanakkale savaşında Osmanlı askerlerinin mevzileri üzerine yağdırılan bombaların toplam yıkım etkisi Japonya’ya atılan 2 Atom Bombasından daha büyüktür. 60 binden çok Osmanlı askeri, 50 bin dolayında müttefik askeri öldü… æ

‘Size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!’

‘Size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!’

Doç. Dr. Hüner Tuncer
Cumhuriyet, 25 Nisan 2019

Çanakkale Savaşları’nı Atatürk’süz olarak yazma gafletinde bulunan sözde tarihçilere gönderme için bu yazıyı kaleme alıyorum.

24/25 Nisan 1915 gecesi 27. Alay ilk bombardıman sesleriyle uyanmıştı. 27. Alay Komutanı Yarbay Şefik (Aker) alayını derhal alarma geçirdi. 9. Tümen Komutanı Albay Halil Sami, alaya şu emri verdi: “İngilizler, Arıburnu ile Kabatepe kesimine asker çıkarmaktadır. 27. Alay, Çamburnu’ndaki dağ bataryası da emrinde olmak üzere, İngilizleri denize dökmek için, Kabatepe doğrultusunda hareket edecektir.” (1)
Bu arada Kabatepe’den gelen bir telefon haberinde, Anzakların iki taburla Arıburnu’na çıktığı, bu bölgede kanlı muharebelerin olduğu, Anzakların Kanlısırt-Kırmızısırt ile bu sırtların kuzeyindeki sırtları işgal ettiği öğrenilmişti. Anzak ilerlemesinin gelişmesine fırsat vermek istemeyen 27. Alay Komutanı Yarbay Şefik, Kemalyeri-Merkeztepe ekseninde taarruza karar verdi. Bu sırada, Yarbay Mustafa Kemal’in komutasındaki 19. Tümen’in 57. Alayı’nın da Kocaçimen’e yöneldiği 9. Tümen’den bildirilmiş ve 27. Alay’dan 19. Tümen ile bağlantı kurması istenmişti.

Kararlı bir komutan: Mustafa Kemal
Mustafa Kemal, 25 Nisan sabahı Arıburnu’nda büyük bir taarruz hareketinin cereyan etmekte olduğunu gemi toplarının sesinden anlamıştı. Mustafa Kemal, düşmanın Arıburnu’na bir çıkarma yaptığını telefonla 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’ya bildirmiş ve düşmana karşı bir alayı ile Maydos’tan Arıburnu yönüne gittiğini söylemişti. (Burada şu hususa dikkatinizi çekmek isterim: Mustafa Kemal, komutanından talimat almayı beklememiş, komutanına yalnızca ne yapacağını bildirmişti.) Oysa 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders, Anadolu bölgesiyle Gelibolu Yarımadası’nın Bolayır yönündeki berzahını, yani Saros Körfezi bölgesini en tehlikeli saymakta ve en çok bu bölgelerde kuvvet bulundurmayı öngörmekteydi.

Mustafa Kemal, Bigalı’daki 1. Piyade Alayı ile cebel (dağ) bataryasının derhal harekete geçmek üzere hazır bulundurulmalarını emretti. Mustafa Kemal, 57. Alay’ı, Bigalı Deresi boyunca giden yol üzerinde yürüyüşe geçirerek Kocaçimen Tepesi’ne yöneltmişti. Büyük bir saldırı harekâtıyla karşı karşıya bulunduğunu kavrayan Mustafa Kemal, Sarıbayır Sırtı ile özellikle Conkbayırı Tepesi’nin Osmanlı savunmasının anahtarını oluşturduğunu biliyordu. Conkbayırı’nın ele geçirilmesi, düşmanın yarımadanın her yanına hâkim olması sonucunu doğuracaktı.

  • Sorumluluğu bizzat üzerine alarak ve bir tümen komutanı olarak kendisine tanınan yetkiyi aşarak Mustafa Kemal, komutası altındaki 57. Alay’a bir dağ bataryasıyla birlikte Kocaçimen Tepesi’ne ilerlemesini emretti.

Mustafa Kemal, düşmanın gücü hakkında kesin bir bilgiye sahip olmadan ve yalnızca kendi sezgilerine dayanarak, Von Sanders’in ihtiyat gücünü büyük bir yükümlülük altına sokmuştu. Ancak Mustafa Kemal’in bu kararı, çok doğru alınmış bir karardı. (2)

‘Düşmandan kaçılmaz’

57. Alay’ın yokuş tırmanmaktan yorgun düştüğünü gören Mustafa Kemal, onları kısa süreli bir dinlenmeye çekerek ve yanına yalnızca yaverini, emir subayını ve doktorunu alarak, Kocaçimen Tepesi’nden yaya olarak Conkbayırı’na gitti, çünkü arazi ata binmeye uygun değildi. Mustafa Kemal, Conkbayırı’nda zirveye yakın bir yerde 9. Tümen’e bağlı 27. Alay’ın ufak bir birliğinin çekilmekte olduğunu gördü; askerlerini dinlendirmek için geride bırakmış olan Mustafa Kemal, düşmana kendi askerlerinden çok daha yakın bir konumdaydı. Mustafa Kemal, kaçan askerlere niçin kaçtıklarını sormuş ve onlar da “düşman” diyerek, 261 Rakımlı Tepe’yi göstermişti.

Mustafa Kemal’in “düşmandan kaçılmaz” demesi üzerine askerler, “cephanemiz kalmadı” demişler; bunun üzerine genç komutan, “cephaneniz yoksa, süngünüz var” demiş ve askere süngü taktırmıştı. Mustafa Kemal, süngülerini taktırdıktan sonra askerlere yere yatmaları emrini vermiş ve bunun üzerine düşman da yere yatmıştı. Böylelikle, zaman kazanılmış oldu ve bu süre içinde 57. Alay’ın öncü birliği de yanlarına geldi. Böylelikle, kilit noktası olan Conkbayırı Tepesi’nin İngilizlerden önce tutulması sağlanmıştı.(3)

Mustafa Kemal, kimseden buyruk almadan ordunun genel ihtiyatı olan 19. Tümen’in en güçlü alayını savaşa sokmakla son derece büyük bir sorumluluğu, kendi üstü olan Esat Paşa’nın bile yüklenmeye cesaret edemediği bir sorumluluğu üzerine almıştı. (4)

57. Alay’ın 261 Rakımlı Tepe’ye taarruzundan önce Mustafa Kemal, şu emri vermişti:

  • “Size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka güçler ve komutanlar gelebilir.”

Mustafa Kemal’e göre, bu olağan bir taarruz değil, herkesin başarılı olmak ya da ölmek azmiyle harekete mecbur olduğu bir taarruzdu. (5) Gerçekten 57. Alay’ın büyük çoğunluğu şehit olmuştu. Ancak Mustafa Kemal’in bu tarihî kararı sonucunda, Anzak güçleri hedeflerine ulaşamadılar.

Arıburnu Cephesi’nde Anzaklara karşı savaşan ve ne yazık ki, hepsi şehit olan 57. Alay komutanları, Mustafa Kemal’le birlikte Çanakkale’de bir efsane yazmıştı!

Savaşın kaderini değiştirdi

Bir İngiliz yazar, o günkü Arıburnu taarruzları için şöyle demekteydi:

“Müttefik devletler için harekâtın en kötü rastlantısı, bu deha sahibi küçük rütbeli (Yarbay Mustafa Kemal) Türk komutanının tam o anda, o noktada (Conkbayırı) bulunmasıydı. Çünkü aksi takdirde, Anzak Kolordusu pekâlâ o gün Conkbayırı’nı ele geçirebilirdi. Savaşın kaderi o anda belli olurdu.” (6) İşte savaşın kaderini değiştiren kişi, Mustafa Kemal’di!

Liman von Sanders de “Türkiye’de Beş Yıl” adlı kitabında, Arıburnu’nda gerçekleştirdiği başarılı harekât nedeniyle, Mustafa Kemal’i şöyle övmekteydi:

“İlk şeref ikballerini Bingazi Sancağı’nda toplamış olan Mustafa Kemal Bey, sorumluluk yüklenmekten korkmayan doğuştan bir şefti. 25 Nisan sabahı 19. Tümeniyle kendiliğinden düşmana saldırmaya karar verdi, onu kıyıya sürdü ve sonra üç ay boyunca kendisine yapılan çetin saldırılara inatçı ve sarsılmaz bir şekilde karşı koydu. O’nun azmine tam olarak güvenebilirdim.”

Bu yazıyı, özellikle Çanakkale Savaşları’nı Atatürk’süz olarak yazma gafletinde bulunan sözde tarihçilere gönderme yaparak bitirmek isterim.

DİPNOTLAR 
1) Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, V. Cilt Çanakkale Cephesi Harekâtı, s. 67. 
2) Lord Kinross, Atatürk, The Rebirth of a Nation, K. Rustem and Brother Publishers, Nicosia Northern Cyprus, 1981, s. 75. 
3) Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, V. Cilt Çanakkale Cephesi Harekâtı, s. 68. 
4) Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri I, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1990, s. 78. 
5) Ruşen Eşref (Ünaydın), Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülâkat, Cumhuriyet Gazetesi, İstanbul, Mart 1999, s. 27. 
6) Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, V. Cilt Çanakkale Cephesi Harekâtı, s. 69. 
7) Bayur, age, s. 78-79.

ÇANAKKALE’YE MUSTAFA KEMAL’İN GÖZLERİYLE BAKMAK

ÇANAKKALE’YE MUSTAFA KEMAL’İN GÖZLERİYLE BAKMAK:

(-Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!)

 

Prof. Dr. Kemal Arı
9 Eylül Üniversitesi
Cumhuriyet / Devrim Tarihi Uzmanı

Destur, diyesi geliyor insanın.
Bu memlekette Mustafa Kemal’siz Çanakkale Destanı yazmaya yeltenen densizler de var artık!
Bir de Mustafa Kemal’in gözlerinden bakalım isterseniz Çanakkale’ye…
Hay babam, hay!
Birinci Dünya Savaşı başladığında Mustafa Kemal, Sofya’da ateşemiliterdir. Araları iyi olmasa da saraya damat olup hızla ikbal yollarından yukarılara tırmanmış olan Harbiye Nazırı Enver Paşa’ya bir mektup yazar.
Vatanının bu “hayat-memat” (ölüm-kalım) günlerinde, etkisiz bir görevde kalmayı içine sindirememiş ve cephede görev almak için görevlendirilmesini istemiştir.
Enver Bey, Mustafa Kemal Paşa’yı kırmaz.
Tekirdağ’da yeni kurulan 19. Tümen’e, Tümen Komutanı olarak ataması yapılır.
Ve O, düşer yollara; nefesi Tekirdağı’nda alır.
Ancak ortada ne tümen vardır ne bir şey…
Kâğıt üzerinde henüz kurulmaya çalışılan bir birliktir söz konusu olan. Yeni yeni daha genç Anadolu çocukları asker olarak gelmektedir.
İşte Mustafa Kemal Atatürk, sonradan büyük destanlar yaratacak ve “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” dediği Mehmetçiği, bu tümende eğitecektir.
Ve Çanakkale savaşı başladığında, tümeniyle Arıburnu’na hareket edilir. Kanlı savaşlar; düşmanın önce denizden bombardımanı, ardından karadan çıkarma hareketi ve kahramanca, boğaz boğaza savaşlar
Ve Anafartalar
Elbette Conkbayırı
Düşmanın bir hesabı vardır: Conkbayırı’nı işgal etmek; Türk güçlerini imha etmek ve İstanbul’un yolunu açmak…
Biliyorsunuz; Çanakkale’de ordu komutanı Liman von Sanders adlı bir Alman subayıydı.
Mustafa Kemal, Yarbay (Kaymakam) rütbesiyle sürekli olarak, gerek Liman Paşa’ya
gerekse onun yardımcısı Esat Paşa’ya raporlar sunar.
Ve Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl” (Fünf Jahre in Türkei” adlı eserinde,
Mustafa Kemal’den söz ederken; bu “cüretkar” subayın görüşlerinin şaşırtıcı derecede
doğru çıktığını belirtir…
Gelelim Conkbayırı’na…
7 Ağustos 1915 günü, düşman donanması sabahın erken saatlerinden itibaren Conkbayırı sırtlarını döver. Türk tabyaları hallaç pamuğu gibi atılır. Ve Türk bataryaları artık susmuştur.
Bu özgüven içinde filikalara bindirilen İngiliz-Fransız birlikleri, çoğu Uzakdoğu’dan;
örneğin Yeni Zelanda’dan, Avustralya’dan getirilmiş olan birlikler karaya çıkıp;
sırtları tutmuştur.
Türk birliklerine gelince, o kadar büyük kayıplar vermişlerdir ki; Conkbayırı düştü düşecek
bir noktaya gelmiş ve son hatlarda zar zor tutunabilmişlerdir.
Bu bombardımanı anlatırken Mustafa Kemal Paşa, elinde dürbünü, Anafartalar’dan bölgeyi izlemekte ve o denli yoğun patlamalar vardı ki;

– “Bizim bulunduğumuz bölgeye kadar şarapnel parçaları geliyordu. Bizim birliklerden de yaralananlar, hatta ölenler bile oldu.” demektedir.
Sonuç?
Conkbayırı düşmek üzereyken, Liman Paşa “acil” koduyla Mustafa Kemal’i telefonda arayıp;
o zamana kadar gönderdiği raporların ne denli gerçekçi çıktığından söz ederek;
“Çare nedir?” diye sorar. Atatürk’ün yanıtı nettir:
“Bölgedeki bütün emir komutayı bana vermeniz!”
Nasıl olur?
Başlarında generallerin olduğu ordulara, henüz albay olmuş biri nasıl komuta eder?
Ancak Mustafa Kemal; hiçbir yabancı komutanın, kendi vatanını, kendi içinde bulunan muhabbet duygularıyla aynı ölçüde bir hassasiyetle savunamayacağını düşünmektedir.
Telefon kesilmiştir.
Bir süre sonra yeni bir telefon ve

Liman Paşa tüm komutayı Mustafa Kemal Bey’e verir.

Ve Arıburnu’ndan Anafartalara doğru gecenin bir yarısı yola düşer Mustafa Kemal Bey…
O denli hastadır ki,

sıtma nöbetleri ile titremekte – soğuk terler dökmekte,

dere diplerinden gelen insan ölülerinden çıkan ağır koku, Ağustos sıcağıyla bütünleşerek,
içini dışına çıkarmaktadır. Yer yer kusmak zorunda kalır. Gecenin bir yarısı Kemalyeri’ne gelir ve emir komutayı üzerine alır. Kararını vermiştir:
Sabah, erken saatlerde düşmana saldırılacak ve düşman geldiği yere kadar kovalanacaktır.
Türk birlikleri son çizgilerde ancak durabilmişlerdir.
Hatlar birbirine karışmış bir durumdadır. Aralarındaki mesafe yer yer on metreye kadar düşmüştür. Ve Mustafa Kemal Bey, siperleri gezer.
Anılarında anlattığına göre; Anadolu’nun orasından burasından gönderilen daha çocuk yaşındaki bu gençlerin hemen tümü, birazdan şehadet makamına ulaşacaklarını bilmektedirler.
Bu nedenle; Kuranı Kerim okumasını bilen Kuranı Kerim okumakta;
bilmeyenler kelime-i şehadet getirmektedirler.

Eline bir kırbaç alan Mustafa Kemal; siperdeki birliklerin önüne geçer; bir tümseğin üzerine çıkar ve

-“Askerler!” der.
“Birazdan düşmana süngülerimizi saplayacağız. Bu elimdeki kırbacı indirdiğimde;
hep birlikte üzerlerine saldıracağız”…

Düşman siperlerinden yağmur gibi mermiler boşalmaktadır Anafartalar Grubu Kumandanı Mustafa Kemal Bey’in üzerine. Ve o an gelmiştir.
Kırbaç iner…
Ve en öndeki saftaki Türk piyadesi, süngü çekmiş bir vaziyette ölümün üzerine koşmaktadır.
Kanlı boğuşmalar; canhıraş haykırışlar ve ölümün soğuk yüzü… En öndeki saftan tek bir kişi kalmadan şehit olur; ardından gelen hat, şehit olan arkadaşlarının üzerine basarak düşmanın üzerine atılır… Ve ardı ardına saflar erir.
Bu olayı kitaplarında anlatan Mustafa Kemal Bey, şunları defterine not eder:

“İşte Çanakkale’yi kurtaran ruh, bu ruh olmuştur””

Ve bir şarapnel parçası gelir; Mustafa Kemal’in göğsüne çarpar. Annesinin armağan ettiği saat, yaşamını kurtarmıştır. Ne diyordu şair Orhan Veli?

Bu vatan için ne yaptık?
Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik!

Ey nutuk çekenler; ey kuru lafla gemilerini yüzdürenler; ey Türk Milleti’nin onurunu
ayaklar altına alarak, diplomasi yürüttüklerini sananlar; neredesiniz?
Demokratlığınız da Atatürk’ü eleştirmek üzerine kurulmuştu, değil mi?
Ve siz, Atatürk olmadan Çanakkale filmleri çeken sözde aydınlar; neredesiniz, ses verin!
Az vicdanınız varsa; Çanakkale’ye gidin. Orada bir rüzgâr esiyor…
Kulak verin, içinizdeki millet düşmanlığını bir yana bırakarak.
O rüzgârda, orada canlarını veren kahramanların iniltilerini, haykırışlarını, kelime-i şehadet getirişlerini ve ölüm haykırışlarını duyacaksınız. Ve Mustafa Kemal’in şu emrini:

“Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum”…

Ve sizlere sesleniyorum ey Yurtseverler:
Bu emir hala bizler için geçerli değil mi?
Bu güzel ülke, bu yüce millet çocuklarına, yani bizlere ve hepimize “Ölmeyi emrettiği” anda ölmeye hazır değil miyiz?
Ancak kuru kuruya ölmek değil amacımız. Akılla, irfanla, çalışmakla yükseltmek ülkemizi…
Ancak bir gün o ulu ses, kendi çocuklarına yeniden, ölmeyi emrederse,
bu emri dinlemeyecek Türk çocukları var mıdır acaba?

Prof. Dr. Kemal Arı, 17.03.2013.

=============================================

Dostlar,

Dostu olmakla övündüğümüz sevgili kardeşimiz Prof. Kemal ARI’nın mükemmel yazısı yukarıda..

Tarihe not düşüyor..
Ve bize anımsatıp soruyor :

“Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum”…

Ve sizlere sesleniyorum ey Yurtseverler:
Bu emir hala bizler için geçerli değil mi?

Yanıtınız nedir?
Bu ciddi – kritik sorunun yanıtını verebilir miyiz??

101 yıl sonra, Çanakkale şehitlerinin aziz anısını sonsuz bir şükranla selamlıyoruz.. ve
Prof. Arı’nın sorusuna, gönül dolusu coşku ve kararlılıkla

“EVVVVETTT!”

diyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
18 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Çanakkale zaferi ve Atatürk

Çanakkale zaferi ve Atatürk


Portresi_ATA_ile

Onur Öymen

 

 

Çanakkale zaferinin 100. Yıldönümünü coşkuyla kutluyoruz.
Bu büyük zafer Türklerin en güç koşullarda bile varını yoğunu ortaya koyarak
savaş meydanlarında ne denli büyük bir destan yazabildiklerinin kanıtını oluşturuyor.

Çanakkale’de üstün bir inanç ve azimle dünyanın en büyük devletlerinin donanmalarını ve ordularını yenilgiye uğratan Türk askerlerinin bu üstün başarısında Mustafa Kemal’in askeri dehasının büyük katkısı olmuştur.

Son zamanlarda Atatürk’ün Çanakkale zaferindeki öncü rolünü görmek istemeyenler,
Çanakkale savaşlarından söz ederken O’nun adını bile anmak istemeyenler çıkıyor.

Oysa dünya Atatürk’ün Çanakkale’de Savaşındaki rolünü hayranlıkla izlemiştir.

Atatürk’ün başarısını İngiliz Resmi Harp Tarihi şöyle dile getirmektedir:

– “Liman von Sanders’in bugün Türkiye’yi idare etmekte olan ve o zaman bir tümen komutanlığında bulunan ‘mukadderatın adamından’ aldığı kuvvet ve ilhamın yüksek kıymetine paha biçmek imkânsızdır.

Anzak Kolordusunun 25 Nisan’da ilk ihraç gününde hedefini zaptetmeye muvaffak olamayışının en birinci nedeni bu subayın bizzat mevcudiyeti ve vaziyete hâkim olmasıdır. O şahsiyetin
9 Ağustos’ta bir an içinde şimal mıntıka komutanlığına tayin edilerek burada gösterdiği
yüksek cesaretli hareketlerdir ki, 9 uncu Kolordunun ilerlemesine mani olmuş ve bunu durdurmuştur. Yirmi dört saat sonra O’nun bizzat yaptığı bir keşiften sonra Conkbayırı’nda yaptığı çok parlak bir karşı saldırı sonunda Türkler Sarıbayır Sırtları üzerinde zapt edilemez bir mevziye yerleştiler. Tarihte, bir tümen komutanının üç değişik yerde duruma egemen olarak  yalnız bir muharebenin gidişine değil, aynı zamanda bir seferin akıbetine ve belki bir milletin yazgısına tesir yapacak durum yaratmasına ender olarak rastlanır.”

Gallipoli kitabının yazarı Alan Moorehead da şöyle diyor:

  • “O genç ve dahi Türk Komutanının o esnada Çanakkale’de bulunması,
    müttefikler bakımından tarihin en acı darbelerden biridir.”

 

Atatürk zaferleriyle, devrimleriyle ve eserleriyle Türk milletinin gönlündeki yerini
çoktan almıştır. Güneşi balçıkla sıvamak isteyenlerin tarihsel gerçekleri değiştirmeye
güçleri yetmeyecektir.

 

Bizim İsmet İnönü’nün dediği gibi söyleyeceğimiz şudur:

– “Eşsiz kahraman Atatürk, vatan sana minnettardır.

Saygılar, sevgiler.

==============================

Çoook  teşekkürler değerli Onur Öymen…

Sevgi ve saygıyla.
21.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yılmaz ÖZDİL : 100 sene önce 100 sene sonra

100 sene önce 100 sene sonra

portresi_kravatli

 

Yılmaz ÖZDİL
SÖZCÜ,
18.03.2015

 

Conkbayırı’nı temizlemek için süngü hücumu başlatmıştı, karşıdan yoğun topçu ateşi vardı, aniden bi şey çarptığını hissetti, elini göğsüne götürdü, üniforması yırtılmıştı,
sağ cebindeki saatine şarapnel isabet etmişti. Saat darmadağın olmuştu ama,
Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşamı kurtulmuştu.
*
O akşam, Liman von Sanders’in karargahına geldi. Ortak lisanları Fransızcaydı. Lancashires ve Wiltschires alaylarının imha edildiğini anlattı. Sonra da paramparça saatini cebinden çıkararak “Bu günün muvaffakiyet hatırası olarak kabul buyurmanızı
rica ederim.
” dedi.
*
Alman general olayı biliyordu. O saatin, madalyadan çok daha değerli olduğunun farkındaydı. Teşekkür etti, elini cebine attı, kendi saatini çıkardı, altın’dı,
arkasında imparatorluk tacı ve L.S. harfleri kazılıydı, “Ben de bunu kabul buyurmanızı rica ederim.” dedi.
*
Mustafa Kemal’in saati, İsviçre malıydı, Omega’ydı. Mektebi Harbiye’deyken almıştı.
O tarihlerdeki fiyatı 600 İsviçre Frangı dolayındaydı. 10 yıldır bu saati kullanıyordu.
*
Rahmetli olunca, yaşamına ilişkin eşyaların müzeye dönüştürülmesi için çalışma başlatıldı. Elbette, en değerli parça, Liman von Sanders’e armağan ettiği kırık saatti.
Gel gör ki, Alman generali 1929’da ölmüştü. Mirasçılarıyla temasa geçildi ama,
Mustafa Kemal’in saati onlarda değildi. Niye? Liman von Sanders’in evi soyulmuştu, madalyaları, kılıçları, özel eşyalarının çoğu çalınmıştı, Mustafa Kemal’in saati de muhtemelen o çalınanlar arasındaydı.
*
Türkiye Cumhuriyeti’nin söz konusu saati arama çabaları, 1939 yılında Alman gazetelerinde haber oldu. İhbar yağmaya başladı. Çoğu asılsızdı. Berlin Büyükelçiliğimize bizzat gelen bir papazın anlattıkları ise çok ciddiydi. Saatin kimde olduğunu adıyla  adresiyle söylüyordu. Berlin Büyükelçimiz Hamdi Arpağ, derhal dışişlerini bilgilendirdi. İzlenmesi gereken yol üzerinde konuşuluyordu ki, 2. Dünya Savaşı patladı, saatin izi kayboldu.
*
Henüz 2. Dünya Savaşı patlamadan önce, Almanya’daki arama çalışmaları devam ederken, saati üreten Omega firması da devreye girmişti. Saati bulana 250 bin İsviçre Frangı ödül vaadedilmişti.
*
250 bin İsviçre frangı, o günkü parayla 70 bin liraya karşılık geliyordu. 1939’da
öğretmen aylığının 50 lira olduğu düşünülürse, ödülün büyüklüğü daha iyi anlaşılabilir.
*
Peki, Mustafa Kemal o tarihten sonra Liman von Sanders’in armağan ettiği altın saati mi kullandı? Hayır… Cebindeki saat parçalandığı sırada, hemen yanında, maalesef adını bilmediğimiz genç bir teğmen vardı, bileğindeki Zenith marka saati çıkardı, komutanına verdi. Anafartalar kahramanı, yıllarca bu saati kullandı.
*
Demem o ki…
Saat denilen kavram, yalnızca zamanı ölçmez, zamanın ruhunu da ölçer.
*
Şu anda saat kaç derseniz…
Mustafa Kemal’in iman tahtasındaki saatinden, AKP’ye takılan kol
saatine geldiğimiz vakittir!

MUSTAFA KEMAL Anlatıyor : 10 Ağustos 1915; Conkbayırı


Dostlar
,

10 Ağustos 1915 Conkbayırı utkusu ve olayını anmadan geçmemeliyiz.

12. CB / Yarıbaşkanı seçimi Türkiye gündemini tutsak almamalı..

Geçtiğimiz yıl bu konu hakkında yazdığımız yazıyı, 99. yılında yeniden paylaşmak isteriz.. (Yine sitemizde paylaştığımız Sn. E. Tuğa. Türker Ertürk‘ün konuya özel görsel iletisine de bakılması…)

Gelecek yıl, bu kritik tarihsel Conkbayırı olayının 100. yılıdır. Dünya siyaset,
uygarlık, savaş tarihi açısından son derece öğretici, öğreti (doktrin) koyucu bir olgudur.
Başta TSK olmak üzere, önemine uygun biçimde anılmak üzere şimdiden hazırlık yapılmalıdır.

Genç subay Albay Mustafa Kemal, askerlerine dövüşmeyi –  savaşmayı değil;
“ÖLMEYİ” emredebilmiştir! 1. Anafartalar Utkusu (zaferi) bu olağanüstü,
benzeri daha önce harp tarihinde olmayan, askeri taktik ve stratejinin ürünüdür.

Mustafa Kemal’in askerleri vatanları için, tarihte örneği olmayan bir biçimde aldıkları buyruk gereği “ÖLÜRKEN“, arkadan gelenler yetişmiş ve işgalci İngiliz birlikleri
geri çekilmek zorunda kalmışlardır.

Yine Mustafa Kemal’in kendi anlatımında görüldüğü üzere,
işte muharebenin kazanıldığı an, o an” dır.

CONKBAYIRI şehitlerine ve yaşamda olmayan gazilerine,
bu kurtuluş destanını yaratan tüm kahramanlara; Başta YÜCE ATATÜRK olmak üzere selam olun!

Sevgi ve saygıyla.
11.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

================================================

MUSTAFA KEMAL Anlatıyor : 10 Ağustos 1915; Conkbayırı

Cephede askerlerinin arkasında değil önünde Kemal Paşa..

İngiliz siperlerine 20-30 m yaklaşıyor ve oradan birliklerine saldırı emri veriyor kırbacı ile. Dünya askerlik literatüründe eşi benzeri görülmemiş bir örnek..
İşte Conkbayırı Gazisi Mustafa Kemal Paşa böyle bir insan..
Şarapnel göğsündeki saati parçaladı ve mutlak bir ölümden kurtuldu.

Bu vatan kolay kurtulmadı. Öğrenmek ve vefalı olmak namus borcumuzdur.
Yüce ATATÜRK ve tüm dava-silah arkadaşlarına, şehit  ve gazilere (kaldı mı ki??)
98 yıl sonra selam olsun gönülden kopan..

**************************

MUSTAFA KEMAL Paşa Anlatıyor             :

10 Ağustos 1915, Conkbayırı

Conkbayırı’nı almak ve bütün boğaza hâkim olmak için İngilizler 20.000 kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı.

Gecenin karanlığı tamamen kalkmış, tan ağarmak üzere idi.
8. Tümen komutanı ve diğer subaylarını çağırdım.

Mutlaka düşmanı mağlup edeceğinize inanıyorum.
Ancak siz acele etmeyin evvela ben ileri gideyim.
Size ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birlikte atılırsınız.. dedim.

Bu durumdan askerlerini de haberdar etmelerini istedim.
Hücum baskın tarzında olacaktı.
Sakin adımlarla ve süzülerek düşmana 20-30 m yaklaştım.
Binlerce askerin bulunduğu Conkbayırı’nda çıt çıkmıyordu.
Dudaklar sessizce bu sıcak gecede dua ediyordu.

Kontrol ettim.
Kırbacımı başımın üstünde kaldırıp çevirdim ve birden aşağı indirdim.
Saat 04.30’da kıyametler kopmuştu İngilizler neye uğradıklarını şaşırmıştı.
Allah Allah sesleri bütün cephelerde, karanlıkta gökleri yırtıyordu.

Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hâkim olmuştu.
Düşmanın topçu ateşi gülleleri büyük çukurlar açıyor
her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu.

Büyük bir şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı,
sarsıldım, elimi göğsüme götürdüm, kan akmıyordu.

Olayı Yb. Servet Bey’den başka kimse görmemişti.
O’na parmağımla susmasını emrettim.

Çünkü vurulduğumun duyulması cephelerde panik yaratabilirdi.
Kalbimin üzerinde cebimde bulunan saat paramparça olmuştu.
O gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpıştım.
Yalnız bu şarapnel, kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı.

Aynı gün gece yani 10 Ağustos 1915 günü beni mutlak ölümden kurtaran
ve parçalanan saatimi Ordu Komutanı Liman Von Sanders Paşa’ya
hatıra olarak verdim.

Çok şaşırmış ve heyecanlanmıştı.
Kendileri de altın cep saatini bana hediye ettiler.

Bu hücumlarda İngilizler binlerce ölü bırakarak tamamen geri çekildi ve
Çanakkale’nin geçilmeyeceğini iyice anlamış oldular..”

============================

Kahramanlara 98 yıl sonra ödenemez bir minnet ve şükranla..

Sevgi ve saygı ile.
Elazığ, 10.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

ÇANAKKALE ZAFERİ


ÇANAKKALE ZAFERİ

Aslında bugün bir vatanımız varsa ve bizler bu topraklarda özgürce yaşayabiliyorsak, bunu her şeyden önce, Kurtuluş Savaşı öncesinde kazandığımız ve yokluklara rağmen düşmanı nasıl bozguna uğratabileceğimizin kanıtı niteliği taşıyan Çanakkale Savaşı’na borçluyuz.

Zira bu savaş 20. yüzyılın bir dönüm noktası niteliğindedir.

Çanakkale Savaşı’nda o güne kadar eşi benzeri görülmemiş deniz gücü olan İngiliz ve Fransız donanması, Doğu’nun ilk kapısı olan Çanakkale Boğazı önüne 18 Mart 1915 günü girerlerken en büyük amaçları İstanbul’a yerleşmekti. İki amaçları vardı burada. Görünürdeki ilk ve acil amaçları, zor durumda kalan Çarlık Rusya’sına yardım yetiştirebilmek, ama uzun vadeli olan asıl amaçları olanı ise Boğazları kontrol altında tutarak tüm Doğu’ya rahatça hükmedebilmekti. Her ne kadar görünürde başka bir neden olsa da asıl amaç Boğazları ele geçirmekti.

Bu nedenle de o daracık Boğaza, o küçücük yarımadaya neredeyse tüm dünya askerleri gelmiş, getirilmişti. Kimler mi vardı? Sayalım; İngilizler, Fransızlar, İskoçyalılar, İrlandalılar, Mısırlılar, Sudanlılar, Cezayirliler, Nepalliler, Senegalliler, Hintliler, Avusturyalılar, Yeni Zelandalılar, Filistin Musevileri ve daha sayamadığımız diğerleri… Kendilerince müthiş bir ordu ve donanmaya sahiptiler. Bu nedenle de Boğazları çok rahat alacaklarına, amaçlarına çok rahat ulaşacakları kanaatine sahiptiler. Zira karşılarına geçecek ordu “hasta” bir ülkenin “çaresiz” ordusuydu. Yani kendilerince zafer kaçınılmazdı. Aksi düşünülemezdi.

Evet, ordumuz  zor durumdaydı. Yarı aç, yarı çıplak ve donanımsızdı. Ancak yine de bu ordu, karada, denizde ve havada 259 gün süren öylesine müthiş bir direniş örneği gösterdi ki; düşman adeta kaçarcasına gitmek durumunda kaldı. Yani 9 Ocak 1916 tarihinde bu kahraman askerler tüm dünyaya Çanakkale’nin asla geçilemez olduğunu  öğretti. İnanılmazı başarmışlardı. Ancak yazıktır ki düşman, amacına top tüfek kullanmadan 30 Ekim 1918 yılında Mondros Antlaşması’yla İstanbul’a gidip yerleşti. Koca İmparatorluk zorbaya boyun eğmişti; üstelik resmi bir yazı ile….

Boşuna mı yapılmıştı bu direniş? Çanakkale’de onca şehit boşuna mı verilmişti?

Şehit sayısı hep tartışmalıdır. Ancak tespit edilen künye sayısı 55 bin 801 dolayında olmak üzere toplam şehit 211000 kişidir. Peki…. “Çoğunluğu daha yeni subay olmuş
on binlerce gencin ölümüne neden olan, bir kuşağını
Gelibolu bayırlarına gömen bu direnişin ülkemize yararı neydi?” diye sormadan da geçemiyor insan.

  • Bugün Türkiye Cumhuriyeti varsa, Çanakkale Savaşı sayesindedirsonuçlar tüm dünya halklarını ilgilendiren olayların başlangıcı olmuştur. 

Zira bu savaş ve zafer ulusal onuru ve bilinci canlandırmış, özgüveni tazelemiştir.
O özgüvenle girişilen
Kurtuluş Savaşı da bu sayede kazanılmıştır.

Bu zafer yalnız ülkemizin geleceği üzerinde etkili olmamıştır.
Bu zaferin yarattığı Çanakkale önüne gelen müttefik güçlerin amacı Çarlık Rusya’sına yardım edebilmekti. Ancak savaş kaybedilince bu yardım ulaşamadı. Dolayısıyla da Rusya’da toplumsal kriz büyüdü ve 1917 yılında halk ayaklanarak Çar’ı devirdi.
Böylece de tüm dünyayı sarsan bir süreç başlamış oldu. Kısacası bu olaydan sonra Batı’nın sömürge çarkı büyük bir kırılma yaşadı. Rusya’nın bizlere karşı sergilediği ezeli düşmanlık son buldu, yerini dayanışmaya bıraktı.

Çanakkale direnişi 20. yüzyıla yeni bir umut kazandırmıştı. Bağımsızlık  umuduydu bu…. Zira Batı’nın üstün donanıma sahip koloni ordusunun yenilebilirliği ispatlanmış oluyordu. Türkiye’de ulusal kurtuluş için bir umut doğdu. Tarih, Çanakkale Zaferi’nin dünyanın tüm mazlum ulusları lehine değiştiğini ve 20. yüzyılın yolunun çizilmesinde etkin olduğunu yazdı. Tüm Doğu ülkeleri tehlikenin nerelerden gelebileceğini ve mücadele yollarını öğrendi bu zaferle.

Ayrıca bu zaferle yepyeni bir ulusal bilinç yanında büyük bir önderi çıkarmıştı dünya sahnesine: Mustafa Kemal… 1. Dünya Savaş’ında türlü oyunlarla Alman’ların safına itilmiş Osmanlı Devleti’nin ordu yönetimi de alman komutan Liman Von Sanders’in elindeydi. Bu bağımlı koşullarda bile Mustafa Kemal’in tek bir öngörüsü dahi yanlış çıksaydı bugün esamesi dahi okunmayacaktı. Daha doğrusu kendi yaptığı planı değil de Alman karargahında yapılan planları uygulasaydı, ordusuyla birlikte yok edilecekti. Zira Mustafa Kemal biliyordu ki, ulusal yazgının çizileceği zaman dilimi bir an kadar kısaydı aslında ve kararını çabuk verdi bu nedenle. Böylece de hem zafere imzasını attı, hem de tüm dünyaya nasıl bir olunacağını göstermiş oldu.

Aradan bunca yıl geçmiş olmasına karşın Çanakkale Zaferi’nin anlamı, çağrışımları, duygusu ve bilinci bugün bile ülkemizin dünya ile olan ilişkileri ve geleceği açısından
bir ders niteliğindedir.

Bugün ülkenin pek çok yerinde bu zafer kutlanıyor, şehitlerimiz saygıyla anılıyor.
Ancak bu anma törenlerinin çoğu lüks salonlarda yapılıyor. Oysa Anzak gençleri her yıl ülkemize gelerek atalarının savaştığı o topraklarda gecenin ayazına rağmen sabahlayıp onların o savaş ortamındaki hislerini anlamaya çalışıyor. Bizlerse lüks salonlarda,
şık giysilerle anıyoruz atalarımızı. Oysa o savaş alanında hissedilenleri anlamadıkça, oralarda Anzak gençlerinin yaptığı gibi sabahlamadıkça, soğukta tir titrerken,
şiirlerle, ağıtlarla onları yad etmedikçe gerçekten anlatamayız çocuklarımıza.
Bunu anlatamadığımız çocuklarımızdan da olmaz bir beklentimiz. Bu yıl ve bundan sonraki yıllarda bu anma etkinlikleri umarım ki Çanakkale kıyılarında olur. Atalarımız gibi o gece soğuğunu hissederek, orada can verirken hissettiklerini toprağın kokusunu duyarak, o havayı soluyarak anlar ve anlatır.

Tüm bu inançlarla şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad olsun…

Arzu Kök
18 Mart 2013