Etiket arşivi: İstanbul Sözleşmesi

İstanbul Barosu’nun İstanbul Sözleşmesi Açıklaması

Dostlar,

İstanbul Barosu’nu gönülden alkışlıyor ve destekliyor, sahip çıkıyoruz.

***

TBB (Türkiye Barolar Birliği) basın açıklaması ise şöyle :

(https://www.barobirlik.org.tr/Haberler/istanbul-sozlesmesi-ile-ilgili-basin-aciklamasi-81674)

1. Kamuoyunda İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” nden Türkiye’nin imzasını çekmesi hukuka aykırıdır.

2. Adı geçen Sözleşmenin onaylanması, 24.11.2011 gün ve 6251 sayılı Kanunla uygun bulunmuştur. Ayrıca bu Sözleşme temel hak ve hürriyetlerin korunmasına ilişkin bir sözleşmedir. Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrasına göre normlar hiyerarşisindeki yeri kanunların üzerindedir.

3. Usulde paralellik ilkesi ve Sözleşmenin yukarıda açıklanan niteliği gereği, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin söz konusu Sözleşme’den çekilmesi için çekilme yetkisi veren kanuni bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Bu sebeple idari karar ile çekilme hukuka uygun değildir.

4. Öte yandan kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddet ülkemizin ve tüm dünyanın en önemli meselelerinden biri iken, şiddetle mücadelenin hukuki temellerini zayıflatacak, şiddet eylemlerinin faillerini psikolojik olarak cesaretlendirecek, mağdurlarına ise korunmasızlık hissi verecek bu çekilme, insan haklarının etkin biçimde korunması açısından da kanaatimizce yerinde olmamıştır.

5. Ayrıca İstanbul Sözleşmesi kamu kurumları ve sivil toplum örgütlerinin görev alanlarını belirleyip, ulusal ve uluslararası işbirliğini teşvik eden bir düzenlemedir. Bugüne kadar bu Sözleşme hükümleri çerçevesinde şiddetle mücadele açısından kurumlar arası işbirliğinde önemli mesafeler katedilmiştir. Kadına yönelik şiddetle ve aile içi şiddetle mücadelede en kapsamlı uluslararası antlaşma olan bu Sözleşmeden çekilme hem bu iş birliğine zarar verecek hem uluslararası alanda Türkiye açısından olumlu olmayacaktır.

Kamuoyunun bilgilerine saygıyla sunarız. 20 Mart 2021.

Türkiye Barolar Birliği

Sevgi ve saygı ile. 22 Mart 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

 

Mesafe

Mesafe

Zafer ArapkirliZafer ARAPKİRLİ
Cumhuriyet, 12 Mart 2021

Yok, hayır… Sayın Reisicumhurumuzun, memleketin bilcümle stadyumlarında “talkın” mahiyetinde pankartlarla uyardığı ama kendi “lebaleb” parti kongrelerinde “salkım salkım” ihlal ettiği “Korona Mesafesi”nden söz etmiyorum. Bu mesafe başka mesafe. “Siyasi mesafe”yi kastediyorum.

Hani şu Halkların Demokratik Partisi’ni (HDP) her karşımıza aldığımızda tekrarlamaktan bıkmadığımız “mesafe” mevzuu. Her ağzını açan, onlara haklı olarak “terör örgütü” ile yani “Etnik milliyetçi temelli silahlı mücadele” ile mesafeli durma uyarısı yapıyor. Şu mahut “Siyaseti dağdan ovaya indirmek” meselesi.

HDP’ye yapılan bu mesafe uyarısı üzerinden Millet İttifakı’nı oluşturan diğer partiler de “Arkadaşının arkadaşına da dikkat et” kaidesi gereği uyarılıyor. Oysaki kimse, HDP’nin bu ittifak içinde yer almadığını, sadece seçimlerde oy tercihlerini kullanırken kitle tabanına belli bir “telkin” yaparak oylarını yönlendirdiğini, ideolojik bir yakınlaşma ya da ortak payda düzleminde “kol kola girme” işine girişmediğini görmek istemiyor. Doğrusu da bu.

Bugünün siyaseti, kabaca iki ayrı damarda saf tutmuş, kutuplaşmış durumda:

Birinci kutupta, her geçen gün hatta her geçen saniye “Küresel ısınmaya teslim buzullar gibi” erimekte olan iktidar sahipleri ve o iktidarın eteğine yapışmış irili ufaklı çıkar grupları yer alıyor.

İkinci kutupta ise bu iktidarın gitmesini, tek adama bağlı ucube rejimin sona ermesini ve böylelikle sorunların çözümü için bir umut belirmesini (çözüleceğinin garantisi yok tabii – çünkü çözümün formülü başka) arzulayan çoğunluk var.

Bu iki kutup arasındaki mücadeledir esas belirleyici olan. Kimse de bir diğerinin yanındaki yönündeki ile arasına ne kadar mesafe koyduğu ile ilgilenerek ve her gece televizyonlarında, her sabah gazete sütunlarında, manşetlerinde bu konuda bas bas bağırarak kendini komik ve acınası duruma düşürmesin.

Neymiş efendim? Ekrem İmamoğlu o tweet’i atınca İYİ Parti ile CHP arasındaki köprüler atılmış-mış. Yok efendim, Pervin Buldan’ın Kandil’deki fotoğrafı akıllarda iken (sanki Kemal Kılıçdaroğlu ya da Meral Akşener’in mesajını götürmüştü oradaki cinayet şebekesine değil mi? Hatırlatalım mı?) nasıl olur da Akşener’le ismi yan yana koyulurmuş da… Bir yığın safsata.

Mesafe mi dediniz?

O zaman ATATÜRK ve Cumhuriyet düşmanı Pennsylvania’lı Ağlak Vaiz’in çetesi ile mesafenizi hatırlatalım mı size? Hâlâ kapanmadığını bildiğimiz o mesafeyi? O ihanet şebekesi ile ilişkilerinizin bir türlü sona ermediğini, hırsız çeteleri ile al takke ver külah kimlerin iş çevirdiğini hatırlatalım mı? O çetelerle “mesafesiz – koyun koyuna” ilişkilerinizi bilmiyor muyuz, unuttuk mu sanıyorsunuz?

Bir yandan “Antisemitik” söylemlerle, cuma vaazlarında ve cami duvarı ajitasyonlarında yerden yere vurduğunuz “Yahudi Devleti ve Sermayesi” ile bol sıfırlı ama “sıfır mesafeli” çıkar tezgâhlarınızı.

Irak ve Suriye’de son 10 yılda on binlerce can alan, bölgeyi kâbus ve kan gölüne çeviren faşist-yobaz-ırkçı-şeriatçı-kan emici çetelerle aranızdaki “sıfır mesafe”yi hatırlatalım mı?

Bir yandan “ev sakinleri” övücü ve sahip çıkan beyanatta bulunurken bir yandan üç beş ilave oy uğruna “İstanbul Sözleşmesi’nden rücu edilsin. Neymiş yahu kadın hakları? Erkeğin hakkı ne olacak? Affedersiniz LGBTİ’leri koruyormuş sözleşme” salaklıklarına angaje olan “Eski Milli Görüşçü dostlarla mesafe kapatma arayışları” ne olacak? Bu ülkenin tüm kadınlarına ihanet ve küfür anlamına gelmiyor mu bu tavır?

Mesafe dedin de…
Daha sayayım mı?
En iyisi bir susun da oturun.
Daha fazla mahcup olmayın.
Ama pardon.. Nerede sizde o yüz?
****
Birinci ‘Korona Yılı’

Dün itibarıyla, gizlenmiş saklanmış, rötuşlanmış ve güven vermeyen resmi verilere göre 2 milyon 800 binden fazla vaka ve 30 bine yakın ölüm ile Covid-19 pandemisinin birinci yılını doldurduk. İşlenen ağır görev ihlalleri ve vatandaşın yaşamını hiçe sayan akılsızca uygulamalar nedeni ile salgını kontrol altına almak bir yana, daha da kontrolden çıkmasına neden olacak adımlarla bugüne kadar geldik ve aynı “kafa” ile devam ediyoruz.

Aklı başında tüm bilim insanlarının “Açılmaya değil, tam tersine daha sıkı kapanmaya ve bir an önce daha yaygın ve hızlı aşılamaya ihtiyacımız var” uyarılarına kulak tıkayan bir yolda paldır küldür gidiyoruz.

Memleketin dövizini har vurup harman savuran, ona buna peşkeş çeken, o yüzden aşı tedarik edemeyen; esnafının, işçisinin, bilcümle insanının gelir kaybına (bırakınız tedaviyi) pansuman bile olamayan bir zihniyetle savrulmaktayız.

Herkes, “Ne zaman bitecek bu kâbus? Aman bana bulaşmasa bari” psikozu ve fobisi ile korkudan tir tir titreyerek dolaşıyor ortalıkta.

Ufacık bir umudu bile olmadan.

Bu da size sonsuza kadar dert olsun.

Devlet nasıl yönetilmez…

Devlet nasıl yönetilmez…

Zafer Arapkirli
Cumhuriyet, 04 Eylül 2020

  • Buna benzer bir başlığı, 27 Mart 2020 tarihli köşe yazısına atmıştım. “Kriz Nasıl Yönetilemez 101” başlıklı o yazıda şunları demişim:

Kriz, felaket, bunalım durumlarının (ironik biçimde) üç de çok önemli yararı vardır.

Bunlardan biri, “Ne kadar hazırlıklı olduğumuzu” görmemize yaramasıdır.

İkincisi, buna bağlı olarak “ileride benzer bir durumla karşılaştığımızda alınabilecek önlemlere” dair bir ders ve bir rehber niteliği taşımasıdır.

Üçüncüsü de “Krizi yönetme ve bizi dalgalı denizlerden, fırtınalı havadan sağ salim çıkarma konumunda olan kişi ya da kurumların yetkinliği” ile ilgili tabloyu bütün çıplaklığı ile ortaya sermesidir.

Ama artık, bu (ironik) yararları düşünmenin ve hesap etmenin çok ötesine geçmiş bulunuyoruz. Zararların içine “boğazımıza kadar” batmış olmanın rahatsızlığı, sıkıntısı, öfkesi ve hatta isyanı içindeyiz.

Koronavirüs pandemisi ile mücadeleyi nasıl ellerine yüzlerine bulaştırdıklarına bir bakın, geri kalan tüm sorunlara ışık tutar aslında. Dün, bu yazıyı yazdığım saatlerde devletin İstanbul Valisi halka yalvarıyordu:

“Allah rızası için dışarı çıkmayın” diye.

Rezalete, sefalete, münasebetsizliğe bakar mısınız?

2 ya da 2 yüz kişi anayasal haklarını kullanarak bir araya toplandığında üzerlerine “Bütün gücü ve şiddeti ile yürümeyi” bilen, bir meczubun şikâyeti üzerine, üstelik yasalara ve tüm evrensel ilkelere aykırı olarak mahkeme kararı bile olmadan sadece RTÜK’teki 3-5 yandaşın el kaldırıp indirmesiyle bir muhalif TV kanalının ekranını karartabilen, bir gencecik avukatı göz göre göre bir hastane hücresinde ölüme zorlayan, bir çırpıda trilyonluk ihaleleri ona değil, buna yönlendirmeye pekâlâ gücü yeten, KDV’den ÖTV’ye her türlü vergiyi bir çırpıda cüzdanlarımıza elini uzatarak alıveren “devletin gücü”, burada devreye giremiyor. Girmiyor.

Zaten, o devlet ki on milyonlarca insanın çalışma hayatından uzak durabilmesi için, evlerinden çıkmadan da olsa karınlarını doyurabilmesini sağlayacak gerekli önlemleri alamıyor. Zaten, hangi yüzle “evinizden çıkmayın…” diyecek ki?

Sahte ve yalan dolu veri tablolarını “gerçeklerle taban tabana çelişen” bilgileri millete “yutturmaya çalışmaktan” bile yoruldular ki malum Turkuvaz Yalanlar Tablosunu bile yayımlamıyorlar artık. Sağlık çalışanları artık her gün neredeyse çift haneli sayılarla kırılırken, “düzenli ve cömert test uygulamasını” Saray’ın personeli, TBMM ve bakanlıklar personeli ve “Reis’in etkinliklerine katılacak zatı muhteremler, muhteremeler ve aileleri” ile sınırlı tutmak vicdansızlığına başvururken de utanmıyorlar.

Paramızın değerinin rekor seviyelere düşmesi, işsizlik ve enflasyonun ve tüm ekonomik göstergelerin “felaket” seviyelerinde seyretmesini becerebilmek(!) için ancak bugünkü iktidar sahipleri kadar uğraşılabilirdi.

Bütün bunlar da yetmiyormuş gibi, ülkenin başını açık denizlerde bin bir türlü belaya sokmak ve maazallah bizi bir sıcak çatışmanın içine sokabilmek için barışın değil, savaşın yollarını arıyor olmaları da işin cabası. Sanki yıllardır minik çıkarlar uğruna hem ABD’ye hem de AB’ye yaranabilmek için şımarık ve en azından bizimkiler kadar pişkin ve basiretsiz komşulara taviz üstüne taviz veren, Ege adalarının bir bir işgaline göz yuman, Yunanistan’a ve onların arkasındaki emperyalist güçlere galebe çalmanın yıldönümlerinde (en büyüğü de 30 Ağustos’ta) Tarihi Zafer’in kutlanmasına yasak getiren, “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen alçak bir hainin sırtını sıvazlayan kendileri değilmiş gibi, bugün “Bayrak sallayıp” milliyetçi kesilen de aynı zevat değil mi?

Bunlar da yetmezmiş gibi, bir yandan İstanbul Sözleşmesi’nden çark ederek adeta “kadına baskı, zulüm, dayak, taciz, tecavüz, cinayet serbest kalsın” diye çabalamak da bunların eseri.

Üstüne üstlük, bir de iti kopuğu, tecavüzcüyü, uyuşturucu satıcısını, işkenceciyi, mafya bozuntularını serbest bıraktıktan sonra, bugün “idam geri gelsin” diye “kimleri hedeflediği” belli olan çığırtkanlıklara girişmek de üzerine tam “tüy dikmek” değil mi?

Aklımızı başımıza devşirmenin tam da bugün zamanı değilse, o gün ne zaman gelecektir?

Ey, bu ülkenin olup bitenden rahatsız, zarar gören, ezilen, horlanan, itilen kakılan güçleri.

Üzerimizdeki ölü toprağı ne zaman silkelenecek?

Cumhuriyet Halk Partisi hâlâ, “Abdullah mı, Abdülmuttalip mi, Abdülrezzak mı?” muhabbetinden sıyrılıp bu iktidarı bir an önce gönderecek çareyi ne zaman kitlelere sunacak?

Daha ne kadar katlanacağız bu beceriksizliğe ve şedit yönetime?

Hepimizin (kurumsal ve tek tek) “ekranının karartılmasına” kadar mı bekleyeceğiz?

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 26 Ağustos 2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 26 Ağustos 2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KORKU
Kılıçdaroğlu, “Abdullah Gül’den neden korkuyorlar?”
Kemal Bey hiç korkuyor mu? Hep yanında…

SAHİL
Pek çok sahil, ihalesiz MUÇEV isimli yandaş kuruluşa kiralanmış.
Sahilde yandaş iyi olur. Denize rahat girilir!…

ŞOK
Muğla Güllük’teki Şok Market vitrinine “65 yaş üstündekiler giremez” yazmış.
Millet şokta…

ÖVÜNÇ
Adalet Platformu Başkanı, Türkiye Aile Meclisi Başkanı Adem Çevik, İstanbul Sözleşmesi’ni savunan isimlerden şikâyetçi oldu. Kumpas nedeniyle 26 ay tutuklu kalan Başbuğ için “Bizim dilekçe sayesinde 26 ay içerde yattı” dedi.

Şimdi övünme zamanı…

KORUMA
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, İstanbul Sözleşmesi‘yle ilgili, “Ne kadını korumayı ne de aileyi korumayı terk edeceğiz.”
Korunmuş hali bu ise…

KENETLENME
Fahrettin Altun’un eşi Fatmanur Altun;
‘Günümüzün manda ve himayecilerine, Atatürk‘ün ifadesi ile gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olan iç bedhahlara karşı bütün gerçek Atatürkçülerin Recep Tayyip Erdoğan liderliği altında kenetlenmesi, kendileri açısından, tarih karşısında en tutarlı ve sahici duruş olacaktır.’

İlkeleri kemirmeye kenetlenenlerle kenetlenmeye! …

ARAP
BAE, Yunanistan’a desteğini göstermek için Girit’e savaş uçakları gönderdi.
Müslüman… Din kardeşi… Din birleştirici mi demişlerdi?
Yallah yallah…

GAZ
RTE ekonomide köşeye sıkışmışken 320 milyar metreküp doğal  gaz bulunduğunu müjdeledi.
2023 seçim sloganı belli, “CHP gelirse gaz kaçar”…

MİLLİ
AKP Sözcüsü Ömer Çelik gaz müjdesi için ne demişti; “Ülkemizin başarısıyla gururlanamayanlar ve milletimizin sevinciyle sevinemeyenler var. Onlara da ülkemizin başarısıyla gururlanma ve milletimizin sevinciyle sevinme duygusu nasip olmasın diliyoruz”

Hiçbir milli bayramı layıkıyla kutlamayan ve halkın kutlamasını elinden geldiğince engelleyen AKP milli sevinçten söz ediyor.
Dinime küfreden bari Müslüman olsa…

OKUL
Rize Kalkandere’de MEB’e bağlı ilkokulda AKP kongresi yapıldı.
Parti devletinde siyasi-ahlaki-hukuki sınır kalmadı…

TUŞ
AKP iktidarı döneminde TL dolar karşısında %340.5 değer yitirdi.
(Veriler CHP’den değil Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’ndan.)

Kredi Derecelendirme Kuruluşu Fitch, ülkemizin not görünümünü negatif olarak belirledi (Yatırım riskli).

Doğal gaz yetmez ver mehteri…

 

 

 

 

BEKLENEN OLDU, DAĞ FARE DOĞURDU!

BEKLENEN OLDU, DAĞ FARE DOĞURDU!

Ertan URUNGA
(E) Yargıç Albay

Geçtiğimiz hafta Covid-19 Pandemisinin yükselişe geçtiği günlerde, CB’nın millete bir müjdesi olduğu, ancak bunun 21.08.2020 Cuma günü yapılacak bir basın toplantısı ile açıklanacağı haberinin duyulması üzerine, böyle bir uygulamaya ilk kez tanık olan toplum heyecanlı bir merak içinde o günün gelmesini sabırsızlıkla beklerken, doğal olarak devletten beklentisi olan değişik kesimlerin de bu müjdenin kendi beklentileri doğrultusunda olacağı umuduna kapıldıkları ve bunların yazılı basına da yansıdığı görülmüştür.

Toplumun Beklentisi

Bu “müjde” teranesinin ne olduğuna geçmeden önce, kimi siyasal partiler ile STÖ üyelerinin kestirimlerine kısaca değinmek, toplumun beklentilerini öğrenmek açısından yararlı olacaktır:

– Seyit TORUN, CHP Gn. Bşk. Yrd. – CB’nın istifa etmesi,                                
– Aytun ÇIRAY, İYİ Parti Mv. – Covid-19 aşısının bulunması, asgari ücretin iki katına çıkarılması,
– Ömer Faruk YAZICI, SP. Gn. Bşk. Yrd.- Güçlü bir Türkiye için hak ve adaletin tesis edilmesi,
– Selçuk ÖZDAĞ, Gelecek Partisi Gn. Bşk. Yrd. – Şeffaf ve demokratik Türkiye’nin inşa edilmesi,
– Erkan BAŞ, TİP Gn. Bşk. – CB’nın istifa etmesi,                       
– Önder İŞLEYEN, Sol Parti Bşkl. Krl. Üyesi – CB’nın görevi bırakıp gitmesi,
– Mehmet DURAKOĞLU, İst. Baro Bşk. – Bağımsız yargı için üzerindeki gölgenin kaldırılması,
– Erinç SAĞKAN, Ank. Barosu Bşk. – HSK yapısının ve Yargının bağımsız duruma getirilmesi,
– Dr. Arzu ÇERKEZOĞLU, DİSK. Gn. Bşk. – İşçi hakları korunup, asgari ücretten vergi alınmaması,
– Ergün ATALAY, TÜRK İŞ Gn. Bşk. – Ülke yararına milletin olan her şeyin kabul edilmesi,
– Canan GÜLLÜ, TKDF. Bşk. – İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması için talimat verilmesi,                                     

– Feray Aytekin DOĞAN, Eğt. Sen Gn. Bşk. – Eğitim sorunları giderilerek eşitliğin sağlanması

olduğunu, nedenleri ile birlikte açıklamışlardır. (Bkz. Müjdemi İsterim, 21.08.2020 tarihli Cumhuriyet gazetesi, s. 1-9)

Toplumun büyük bir kesimin beklentilerinin bu yönde olmasına karşın; bunların daha çok karşıt/muhalif çevrelerin görüş ve tercihlerini yansıttığı için bir öneminin bulunmadığına ilişkin savların da toplumu güdülmesi gereken bir koyun sürüsü gibi gören, değişik görüşlere yer vermeyen çağ dışı kalmış devletlere özgü bir anlayışın ürünü olduğuna kuşku yoktur. Oysa bugün, insanı ‘kutsal sayılan hak ve özgürlüklere sahip onurlu bireyler’ olarak kabul eden demokratik devlet anlayışında, bu safsataların bir değeri bulunmadığı için geçiyoruz.

Müjde Dedikleri…

Beklenen gün ve saat gelince, partili CB kürsüye çıkıp Fatih sondaj gemisinden naklen yapılan canlı yayın eşliğinde, bütün bir toplumun soluğunu tutarak beklediği müjdesini açıklamıştır. Buna göre Fatih Sondaj Gemisi’nin Karadeniz’de 320 milyar m3 (metreküp) doğalgaz rezervi keşfettiğini (!) ve bunun Türkiye’nin 7-8 yıllık doğalgaz gereksinimini karşılayacak en büyük keşif olduğunu (?) ve dağıtıma başlanması için uzmanlar 4-5 yıl demişler ama, bunu 2023 yılına yetiştirmeleri için talimat (!) verdiğini de muştuladıktan sonra, “Her arayan bulamaz ama, bulanlar daima arayanlardır. Arayanlar da mutlaka bulur” şeklindeki sözleri de ‘Arayanlar Mevla’sını da bulur, belasını da’ özdeyişini anımsatmıştır bize, her nedense… Biz de bu müjdeyi alınca, “Yaşasın, aradığımızı bulduk!” diyerek, sevinçten ayaklarımız yerden kesildi ve Elhak onca zaman beklediğimize de değdi doğrusu…
Öyle ya, 18 yıldan beri akıl ve hukuk dışı keyfi uygulamaları ile ülkemizi yangın yerine çeviren AKP iktidarı ve onun yüksek okul diploması olmadan Cumhurbaşkanı olan liderinden demokratik yollarla kurtulmanın umarını/çaresini fellik mellik ararken, arayanların -Allah’ın izniyle- aradıklarını bulacağını en yetkili ağızdan öğrenince, biz de aradığımızı mutlak bulacağımıza ikna olduk, inandık! Bundan daha büyük bir müjde, ancak ‘istifa ettiğini açıklaması’ olabilirdi ki o da olmadı, olamazdı da bence.
Çünkü kişinin kendi kusurunu bilmesi; ancak çağdaş demokratik ülkelerde rastlanan, saygın ve erdemli yöneticilere özgü bir davranış olduğu için, bedevi Arap kültürünü İslam dini olarak benimsemiş olan ve bunu bütün bir topluma dayatan tutucu bir politikacının bu erdemi göstermesini beklemek abes olurdu ve ne yazık ki öyle de oldu, umudumuzu pekiştirmiş olsak da ülkemiz adına bir avuç hüzün kaldı geriye…
Kim Söyleyebilir?
Öte yandan, bulunan doğalgaz rezervinin 66.000.000.000.$ (altmış altı milyar Dolar) olduğu söylenen parasal değerine sevinebilirdik ama, bunun da ‘Kendin Çıkar Kendin Sat’ modeli (!) ile yabancı bir şirkete 30 yıllığına, güvencesi/garantisi de devletin kesesinden (yurttaşın cebinden!) verilerek satılmayacağını -yüzlerce örneği orta yerde dururken- kim söyleyebilir ki?
Kaldı ki bulunan ve henüz kesin oylumu, kapasitesi de belirlenmeden açıklanan rezervin, gün ışığına çıkarılıp satışının yapılabilmesi için yeni kuyular açılıp deniz üstünde düzlem/platform kurularak gerekli teknik araç ve gereçlerle donatılması için Koronavirüs bulaşının tavan yaptığı, ekonominin de dibe vurduğu günlerde 3-5 milyon Dolar ek harcama yapılması gerektiğinin uzmanlarca dile getirilmesi de “Dağ fare doğurdu” dememize neden olmuştur.
Tez Zamanda Anlaşılacak
Bütün bu sorunlar ve daha çoğunun, bilimsel akılcılığa dayalı gerçekçi uygulamalarla giderilmesi beklenirken; siyasal getiri sağlamak için kalkıp da can ve geçim derdi arasında sıkışan toplumla alay eder gibi doğalgaz bulduğunu ve 66’ya bağladığını söyleyerek milleti aldatmanın, nasıl bir müjde ve ne büyük bir aymazlık olduğu tez zamanda anlaşılacaktır elbet.
Sonuç : Covid-19 Pandemisi ile ekonomik krizinin yarattığı açmazların tüm ağırlığı ile yaşandığı şu günlerde, gerçek gündemi değiştirmekten başka bir amacı olmadığı anlaşılan müjde teranesini artık bir yana bırakıp ayaklarımızı yere basarak; dünyayı ve ülkemizi bir karabasan gibi saran somut olgulara yüzümüzü çevirip, alanında uzman bilim adamlarının sesine kulak verip, yakıcı gerçeklerle yüzleşerek direnmekten başka bir seçenek kalmamıştır.
Bu bağlamda, Halk Sağlığı ve Sağlık Hukuku uzmanı, ayrıca Mülkiye’li Prof. Dr. Ahmet SALTIK‘ın sitesinde paylaştığı Biyofizik uzmanı (E) Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR’IN “Çevre Felaketi Yaşıyoruz” başlıklı yazısı ile sayın SALTIK’ın bu yazıya değerli katkılarını içeren Çevresel Yıkım, Masum Kurbanlar ve İktidarın Sorumluluğu başlıklı çarpıcı gerçekleri gözler önüne seren Bilimsel Akılcılığa dayalı uyarıcı – eleştirel yazılarının mutlak okunmasını önerirken (http://ahmetsaltik.net/2020/08/21/cevresel-yikim-masum-kurbanlar-ve-iktidarin-sorumlulugu/); elde kalan umudu da tüketmemek için
– daha çok evde kalın,
– daha çok sağlıcakla kalın ve
– daha çok umutla kalın!

Ey Nalıncı!..

Zafer Arapkirli
21 Ağustos 2020, Cumhuriyet

Ne bu öfke?
Yine her zamanki gibi hararetli şekilde “kendine kendine” yontmaktasın.
İşine geldiği gibi gündeme yön vermeye çalışmandan söz ediyorum.
Joseph (Joe) Biden’ın “Muhalefete destek vermeliyiz” mesajına verdiğin tepkiden söz ediyorum.

Çok dokunmuş sana bu tavrı, ABD’li başkan adayının. Haklı olarak “Herkes kendi işine baksın. Başka memleketlerin içişlerine, iç siyasetine burnunu sokmasın. Nerede, kimin iktidara geleceğini, gelmesi gerektiğini filan başkaları tayin etmeye çalışmasın…” diyorsun.

Diyorsun da… Kendini gülünç duruma sokuyorsun.

Çünkü sen, şu anda dünyanın kim bilir kaç yerinde, gizli ya da açık biçimde, “üstelik gizli ve açık silahlı güç” kullanmak sureti ile başkalarının ülkelerindeki yönetimlerin değişmesi yolunda faaliyet gösteriyorsun be Nalıncı. Onun başkentindeki bilmem ne camisinde namaz kılma sevdasının, ötekinin bilmem ne şehrini işgal edip topraklarına (neye dayanarak?) fethetme rüyasının peşinden koştuğun için seni eleştirenlere, yıllardır “1400’lü, 500’lü, 600’lü yıllarda ecdadımızın yaptığını” emsal gösteriyor ve o devirleri taklit zihniyetini filmlerde dizilerde, okullarda, müfredatta ve dahi günlük söylemde pompalıyorsun.

Şimdi kalkmış, “perhiz” muhabbeti yaparken, “lahana turşusunu” maşallah tabak tabak götürüyorsun. Ayıp olmuyor mu?

Bak Nalıncı!

O keserle hep kendine yontma işinden kafanı kaldır da dinle.

Biz senin, “daha hiçbir resmi yönetici sıfatı taşımadığın” günlerde, dünyanın en önemli siyasi makamlarınca kırmızı halılarda kabul gördüğün, yani “o makamlardaki birilerince iktidara hazırlandığın, hatta adım adım arkadan itildiğin” günleri de hatırlıyoruz. Beyaz Saray diyorum. Downing Street 10 numara diyorum. Brüksel diyorum. Hatırladın mı? Biz de oralardaydık, naçizane işimizi yapıyor bu ziyaretleri haberleştiriyorduk.

Pişpirik oynamaya gitmemiştiniz oralara. Bal gibi de birileri bir yerlerde, sizin “İktidar (kutlu?) Yürüyüşünüz”e el veriyordu, destek atıyordu.

Ey Nalıncı!

O gün “Egemenlik, hükümranlık, içişlerine karışmama ilkesi, el âlemin iktidarına muhalefetine karar vermeme ilkesi” aklına geliyor muydu?

Bak Nalıncı…

“Instead of pushing him down, putting him to the drain…” (mahut “deliğe süpürmeyin…” konuşması) sözleri ile bu ülkenin en üst makamlarına elin oğlundan destek çağrısında bulunan Cüneyt (Zapsu) Bey’in sözleri hâlâ gök kubbede asılı duruyor.

Yapma. Ayıp oluyor.

İstanbul Sözleşmesi Yaşatır

Bu toprakların tarihinde, bu toprakların kadınları ve çocukları için yapılmış en hayırlı işlerden biri olan, “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” ve buna bağlı 6284 Sayılı Yasa’nın virgülüne bile dokunmak, bu ülkenin kadınlarına ve çocuklarına yapılabilecek en büyük ihanet olur.

“Ailenin temellerine dinamit koymak” ya da “Farklı cinsel eğilimlerin yaygınlaşmasına teşvik” gibi saçma sapan gerekçelerle ortaya çıkan gerici-yobaz-örümcek kafalı güruha yaranmak ve onların üç tane oyunu garantilemek amacıyla yapılan bu “yeniden değerlendirme”, çok açık söyleyeyim: Tam tersine bu toplumun kadınlarına, çocuklarına ve genelde bu topluma yapılabilecek en ağır ihanetlerden biri olacaktır.

Buna izin vermemek için aklı başında herkesin, 7/24 elinden geleni yapması gerekiyor. Aksi takdirde, üstelik de kadına yönelik şiddet, tecavüz ve cinayetlerin her geçen gün hatta saat kendini maalesef hatırlattığı bir dönemde, gericiliğin gazı ile yapılmak istenenin, “ortaçağ karanlığına geri dönmekten” başka bir anlamı yoktur.

Yerel yönetim

Bu ülkenin çeyrek yüzyıllık tarihindeki en önemli siyasi değişimin, yani başta İstanbul ve Ankara olmak üzere önemli pek çok şehirde yerel yönetimin el değiştirmesinin altı, ne yazık ki bir türlü tam olarak doldurulamadı.

İstanbul özelinde, Sayın Ekrem İmamoğlu yönetimi, bu değişimi bir ciddi “dönüşüm” haline getirmek için beklenen pek çok çabayı gösterirken, bazı kadrolara yapılan atamalarda, gereksiz bir “Aman, her kesimi memnun edelim. Yandaş kadrolaşma izlenimi vermeyelim” kaygısı ile ciddi gaflar yapmayı sürdürmektedir. Eski Ziraat Bankası Genel Müdürü’nün ve tescilli yandaş bir yazarın İBB Kültür Sanat Platformu’na atanması sadece öne çıkan 2 örnektir.

Atamalarda “parti-tanıdık-kendi çevreniz” vb. kıstaslar değil, tabii ki “liyakat” birinci sırada yer almalıdır. Ama onca yıllık hasarın müsebbibi bir zihniyetin kucağından gelenlerden başkası ya da “başka cenahlardan” olup da yine de “layık” kimse bulamıyor musunuz diye sorarlar insana.

Yapmayın. Sizlere açılan kredileri har vurup harman savurmayın.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 12 Ağustos 2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ŞAHLANIŞ

“Başkanlık sistemine geçelim ekonomi şahlanacak” demişti.
Dolar, euro, altın şahlandı…

KÖPEK

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’a sosyal medyadan istifa çağrısında bulunan vatandaşlara karşı AKP Kahramanmaraş Milletvekili ve TBMM İçişleri Komisyonu Başkanı Celalettin Güvenç  “Köpekler havladı diye atlar ölmez #BeratAlbayrakYanındayız” paylaşımında bulundu.

Köpek sahibine sadıktır…

DÖN

Bahçeli, Meral Akşener’e MHP’ye (evine) dönme çağrısı yaptı.

AK döneklere özendi…

GAZETECİ

Bir ayda 60 gazeteci yargıç karşısına çıkmış.

Adamlar haber olmaktan haber yapamıyor…

SADAKAT

Pamukkale Üniversitesi Rektörü Hüseyin Bağ, eşi Derya Hanım’ı önce enstitü sekreteri yaptı. (Derya Hanım tepkiler üzerine istifa etti.) Şimdi de öğretim üyesi kadrosuna almak için adrese teslim ilan verdi. YÖK, rektörü görevden aldı.

Bu adamı rektör diye kim atamıştı?

Bir kez doğru atama yapın da dişimizi kıralım…

SALGIN

Trabzon Üniversitesi, Hüseyin Bağ’ı solladı. Büro elemanı için İHA pilotu olma koşullu ilan verdi. Adres belli.

Salgın yerli ve milli…

BULAŞICI

Ayasofya gösteri namazında Erbaş’la fotoğraf çektiren üç AKP’li vekilde Corona çıkmış.

Virüse yaklaşmayacaksın…

MOD

Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kalın, Muharrem İnce’nin parti kurma olasılığıyla ilgili; “Cumhurbaşkanımız, ‘iyi olur, biraz CHP’nin içi karışır’ falan modunda değil. Yani öyle bir gündemi yok.

İstemem, yan cebime koy modu…

AZGIN

AKP İl Kadın Kolları Başkanlıkları, Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak‘ın kadınlara yönelik hakaret içeren köşe yazısı nedeniyle 81 ilde suç duyurusunda bulundu. Yapılan suç duyurusuna tepki gösteren Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı Fatih Tezcan, İstanbul Sözleşmesi’ni destekleyenlere küfür etti.

Yobazın azgını…

N.O.G.A. sendromu

Zafer Arapkirli
07 Ağustos 2020, Cumhuriyet

  • İktidarlar, özellikle de başarısız iktidarlar, kamuoyunu yanıltmak ve dikkatleri başka yönlere çekebilmek amacıyla bazı kurnazca iletişim stratejileri ile ortalığa sanal “sis bombaları” atarlar. Bunların en bilinenleri “dış güçler umacısı” ya da “bizi kıskanıyorlar” komikliğidir. Bir de sağ iktidarların on yıllardır vazgeçemedikleri ünlü “içeride ve dışarıda işbirliği içinde hainler” pespayeliği vardır ki bütün bunlar, açıkhavada 88 gün bırakılmış et gibi kokuşmuş faşist taktiklerdir.

Okumaya devam et

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 05.08.2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 05.08.2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

BAĞIŞ

Vatandaşların CHP’li belediyelere yaptığı bağışlara devlet el koydu.
Sorum DİB Erbaş’a;

  • Vatandaşın bağışının amacı dışında kullanılması lanetlenir mi?..

MECLİS

TBMM tatile girmiş.
Çalışıyor muydu?…

NAMAZ

Sinop Boyabat’ta ilkokul bahçesindeki Atatürk büstünü örtüp namaz kılmışlar.
Korku…

SOY

Bakan Soylu’nun Siirt ve Şırnak’taki denetlemelerine AKP İl Başkanları da katıldı.
Devletin soyluluğuna yakışmamış…

NİYET

RTE, “Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasını gölgelemek için başlatılan tartışmaları art niyetli bulduğumu belirtmek istiyorum.”
Erbaş’ı desteklemek ön niyetse biz art niyetliyiz…

OY-UN

Ayasofya’yı fetih oyunu seçmenin oyunu etkilememiş.
Bu da seçmenin AKP’ye oyunu…

DEMOKRASİ

RTE ve partisi İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış yolu arar gözükürken kerime Sümeyye’nin KADEM’i sözleşmeyi savunuyor.
Gündem değiştirmeli demokrasi oyunu …

FAHİŞE

Abdurrahman Dilipak, İstanbul Sözleşmesi’ni savunan kadınlara “fahişe” dedi.
KADEM’de kim vardı?…

DÜŞMAN

Terör örgütü PKK‘nın Suriye’deki kolu YPG, Fırat’ın doğusundaki petrol sahalarının modernizasyonu için Amerikan Delta Crescent Energy petrol şirketi ile anlaşma imzaladı.  YPG’liler anlaşmayı “Kürt Özerk Yönetimini siyasi olarak tanıma ve ABD ordusunun kalmaya devam etmesinin garantisi” olarak yorumladı.

Stratejik düşman…

HAİN

Fatih Erbakan’ın başdanışmanlığını yapan, Abdülhamit’in torunu Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu, Vahdettin’in Şam’daki mezarının getirilmesini talep etti.
Mezarlıklarda hainlere yer mi açıldı?..

CEZA

Bir yılda cezaevlerine yedi milyar lira harcandı.
Durmak yok, cezaevi yapmakla övünmeye devam…

DİNCİ

Hükümete yakın Yeni Akit gazetesine göre bugünkü TSK’nın en büyük ihtiyacı din subayı imiş.
Resmi kıyafetle gösteri namazı kılanlar iştah açmış…

İSTEK

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gibi birinin Rusya’yı yönetmesini ister misiniz” sorusuna Ruslar’ın %80’i “hayır” dedi…
Darısı Türk seçmenine…

Manzara-i umumiye

Manzara-i umumiye

Zafer Arapkirli
24 Temmuz 2020, Cumhuriyet

Ülkenin bugün geldiği noktada, bu enkaz ve bence tam adını koymak gerekirse bu “cinnet hali”nin müsebbipleri, hasarın büyümesi için ellerinden ne gelirse yapıyorlar. Tabii ki aklı başında herkese göre “hasar” derken, iktidar sahipleri ve oradan nemalananlar açısından, en baştan beri gizlemedikleri karanlık ajandalarını gerçeğe dönüştürmek için “giderayak” son fırsatın kullanılmasına dönük çabalardan söz ediyorum.

“Giderayak” tanımlamasını özellikle ve hiç çekinmeden kullandım, çünkü bu kadar hasarlı bir yönetim aygıtının daha uzun mesafe kat edebilmesinin mümkün olmadığını kendileri de biliyor. Ekonomik ve toplumsal yıkımın boyutu, devlet aygıtının her bir vidasının, düğmesinin ve cıvatasının artık çalışamaz durumda olması, Cumhuriyetin kuruluşundaki ilkelerin ayaklar altına alınması yoluyla, tüm toplumsal ayarların bozulması, topyekûn bir felaket senaryosunun eşiğinde bulunuyoruz.

Sistemin en tepesindeki “irade” bile sonunda “Bazı eksiklikler olabilir. Giderilebilir. Tam da mükemmel bir sistem iddiamız yok” mealinde geri adım atmanın işaretlerini vererek utangaç bir özeleştiri yapmak zorunda kaldı. Aslında bu bile tüm “kulakları sağır, hiç dinlemiyorlar” izlenimine rağmen, anket midir, örgütten gelen geri dönüşler midir, her ne suretle olursa olsun, “alarm sinyalleri”nin, sonunda “Kristal Kuleye” ya da “Saray”a ulaştığının somut bir belirtisidir.

Artık, onlar bile bu gidişin sürdürülebilir olmadığının farkında olduklarını ikrarla, son bir “gaz alabilme” çabası ile iktidardan gidişi geciktirmeye çalıştıklarının işaretidir.

Buna rağmen, yine de meslek örgütlerinin yapısını değiştirmenin ilk ayağı niteliğindeki “Baro Düzenlemesi”ni kavga dövüş Meclis’ten geçirerek “yangından mal kaçırma” haleti ruhiyesini iyice açığa vurmuştur. Bunun hemen akabinde “Ayasofya” adımı gelmiş ve yine “giderayak”, yani panik içinde alındığı her halinden belli olan bir kararla “laiklik karşıtı” eylemlerine bir yenisini eklemiştir. Ayasofya adımı, sadece laikliğe yani din ve vicdan özgürlüğüne vurulmuş ağır bir darbe değil, aynı zamanda kendi devletinin “devlet olma niteliğinin” dibine konulmuş bir dinamittir.

1450’li yıllarda ilan edilmiş bir fermanın ya da imzalanmış bir vakfiyenin temelindeki hukukun, 1923 Cumhuriyeti’ni kuran iradenin imzasının “üzerine çıkarılması” pratiğidir.

Bizzat Kurucu Yüce Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün imzasının yok sayılması, onyıllardır bazı yıkıcı zihinlerdeki “Cumhuriyet parantezi” anlayışının hayata geçirilmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tüzelkişiliğine bir meydan okuma egzersizidir.

Bununla da yetinilmediği, üç beş gerici ve feodal oyun da parti (ya da koalisyon) saflarında konsolide edilebilmesi amacıyla, şimdi de kadınların suratına bir tokat, kafalarına bir odun, alınlarının ortasına pompalı tüfek fişeği anlamına gelecek bir uygulama ile İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilme hazırlıkları yapılmaktadır.

Bu iktidar döneminde yapılmış çok az sayıda hayırlı işten biri olan ve onyılların (belki de yüzyılların) mücadelesinden kaynaklanan bir potansiyelle uluslararası bir taahhüt anlamına gelen “kadına şiddetin önlenmesi ve kadın haklarının korunmasında” tarihi bir adım olan bu Sözleşme ve ona bağlı olarak çıkarılmış 6284 sayılı yasanın çöpe atılması demek olacak bu adım, ülkede kadın haklarını (yani temel insan haklarını) 1923 Türkiyesi’nden bile geriye taşıyacaktır. Üstelik bu çılgınca girişim, neredeyse her saat başı bir kadın cinayeti, her sabah kalktığımızda bir dayak, tecavüz ve şiddet eyleminin haberi, gazetelerin sayfalarına, TV’lerin bültenlerine yansıdığı bir ortamda gerçekleşmektedir.

Bununla da kalmayıp, iktidarın “din işlerini düzenleyen” aygıtı, ilgili birimi aracılığı ile yayımladığı abuk sabuk fetvalarla örneğin üvey torun dedeye helaldir; örneğin “nişanlılar el ele tutuşmasın” benzeri akıllara ziyan önerilerle toplumu yüzyıllar öncesine yani kesif bir karanlığa taşımanın başka başka yollarını aramaktadır.

Ekonomide, dış politikada ve tüm diğer alanlarda, özellikle de yargı bağımsızlığının ağır yara aldığı ve toplumsal hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alındığı bir ortamda umutlar giderek tükenme noktasına varmaktadır.

Böyle bir manzara karşısında, toplumun tüm aklı başında muhalif unsurlarının, daha sıkı örgütlenmekten ve iktidarın gidişini hızlandırmaktan başka bir çaresi yoktur. Bu çerçevede, her şeye rağmen en yaygın ve en köklü muhalif örgütlenme niteliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi’nin, elindeki her fırsatı, en başta da bu hafta sonu yapacağı kurultayı iyi değerlendirerek “ne olduğunu, kim olduğunu, nerede durduğunu” gözden geçirerek, toplumsal rahatsızlığı bir iktidar alternatifine dönüştürmenin yollarını vakit geçirmeden bulması şarttır.