Etiket arşivi: İstanbul Sözleşmesi

Kutuplaşma

Zafer Arapkirli
Zafer Arapkirli
Cumhuriyet
, 09 Nisan 2021

Elbette meseleyi güncel bağlamına oturtarak bu konudaki ilkemi kim bilir kaçıncı kez hatırlatarak savunmak istiyorum.

Özellikle siyasetçilerin ama genelde kamuoyuna kanaat önderliği yapma durumunda ve iddiasında olanların sık sık başvurdukları bir klişedir:

“Aman kutuplaşmayalım. Bu memleket kutuplaşmadan çok çekti. Birlik beraberlik zamanıdır bugün. Bölünmeyelim. Kucaklaşalım…” vs.

Yanlış, gereksiz, gereksiz olduğu kadar da zararlı ve zehirli bir önermedir bu.
Neden mi?

Geçen pazar sabahından beri “Vay efendim, siz nasıl olur da duyuru yayımlarsınız, nasıl olur da bizimle aynı fikirde olmazsınız.. Vayy! Demek ki bize darbe planladınız. Bizi darbe ile tehdit ediyorsunuz!..” zevzekliği ile kamuoyunu kandırmaya çalışanların, emekli amirallere yönelik suçlamalarının temelinde, aslında tam da bu gereksiz “kutup hadisesi-sorunsalı” var.

İstiyorlar ki kimse aykırı bir görüş ve fikir beyan etmesin. Hatta, kafasından bile gönlünden bile geçirmesin böyle bir şeyi. Sussun, konuşmasın.

Yani “aynı kutupta” olsun.

Mesela Montrö konusunda onlarla aynı fikirde olsun. Tarihi Lozan Zaferi’nin “mütemmim cüzü” sayılan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden rücu edilmesi yolundaki “sinsi” hazırlık ve niyetlerin açığa çıkmasına kimse katkıda bulunmasın.

Bunu pişirip kotarmaya çalışanlarla bunu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün temellerini attığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bekasını gözetenler aynı “kutupta” yer alsın.

Yağma yok!..

Ülkemizin geleceğini düşünenler, ülkenin selametini kendine dert edinenler, sizinle aynı kutupta asla yer almayacak.

Emekli amiraller (ve emekli büyükelçiler) örneğinde olduğu gibi, herhangi bir konuda bu konuyu en iyi bilen, en fazla birikimli ve donanımlı insanların, böyle bir konuda söz söyleme hakkını savunanlarla “Bizden (hatta bir tek kişiden – Reis’ten) başka hiç kimse bu konuda konuşamaz” diyerek çağdışı bir anlayışın arkasına gizlenenler aynı kutupta asla olmayacak.

Kendinden başka herkesin “darbeci ya da terörist” (hatta, her ikisi birden) olduğuna inanan paranoyaklarla, demokratik kural ve teamüller içinde itiraz ve şikâyet hakkını kullanmak isteyen barışçıl, ülkesini ve insanını sevenler aynı kutupta yer almayı ilelebet reddedecekler. Hatta reddetmelidirler.

Bu, demokrasi ile istibdat rejimlerinin asla bir arada bulunamayacağı kadar net bir tabiat kaidesidir.

Pandemi ile mücadelede “Herkes sıkıntı çeksin. Herkes kurallara uysun. Ama biz istediğimizi yapalım. Kimseyi dinlemeyelim, lebaleb kongreler yapalım. Binlerce insanın birbirine (dolayısıyla on binlerce yüz binlerce insana) virüsü yaymalarını sağlayalım, eleştirenlerle de ‘Yatay çekimde öyle görünüyor’, ‘Kar virüsü öldürür’ gibi saçma sapan kibirli ve alaycı demeçlere başvuralım” diyenlerle neden aynı kutupta olacakmışız ki?

Bugüne kadar emek sömürüsü ve muktedirler tarafından kollanmak marifeti ile elde ettikleri kârlarla 100 yıl geçinebilecek kompradorlarla, onların (pandemiyi fırsat bilerek) vicdansızca işten attıkları emekçiler ve aileleri nasıl olur da aynı kutupta yer alabilir?

İstanbul Sözleşmesi’ni hoyratça ve küstahça ayaklar altına alıp yırtanla can derdindeki bir kadının aynı kutupta yer alması için bana bir tek neden gösterebilir misiniz?

ATATÜRK devrimleri ile medeniyet, laiklik, üretilen değerlerin insanca hakça paylaşıldığı bir toplumda yaşamak isteyenlerle, bu ülkeyi şeriat düzenine, rant ve soygun düzenine, erkek egemen mafyatik bir topluma dönüştürmek isteyenleri hangi cüretle aynı kutupta tutmaya çalışıyorsunuz?

Sümüklü Pennsylvania’lı Darbeci Vaiz FETO alçağının uşakları ile bu ülke sınırlarının, dağının taşının, denizlerinin savunmasını neredeyse lise talebesi iken üzerlerine giydikleri üniforma ile yaklaşık 50-55 yıl canla başla üstlenen vatansever askerleri bir tutup aynı kutupta görmek isteyenlere elbette ki tepki duyacağız.

Bizler rahat yataklarımızda uyurken, ömür boyu bu vatanı bekleyen savunan kahramanlara, yine bizler uyurken onlara kuru nezarethane yatağını reva görenle aynı kutupta yer almamı nasıl istersin benden?

Aklını mı yitirdin kardeşim?

İnadına kutuplaşma.
İnadına demokrasi.
İnadına laiklik.
İnadına hürriyet.
Senin kutbun başka.
Benimki başka.
Kusura bakma! 

Ulus Devlet ve Ulusal Güvenliğimiz

Ulus Devlet ve Ulusal Güvenliğimiz

Tuncer Kılınç serbest bırakıldıTuncer KILINÇ
EMEKLİ ORGENERAL
ESKİ MGK GENEL SEKRETERİ

Cumhuriyet
, 05 Nisan 2021

Ulus devlet yapısında farklı etnisite ve inançlara sahip topluluklar vardır. Bu yapıyı, yurttaşların eşitliği ilkesi ayakta tutar. Ulus devletin laik yapıda olması, birlikte yaşayan etnik gruplardan hiçbirinin kendi etnisitesi adına milliyetçi bir tutumda olmaması gerekir. Bunlar ulus devletin hassasiyetleridir. Türkiye Cumhuriyeti de ulus devlettir. Yaşadığımız vatan topraklarının adı Türkiye’dir.

Bu isimlendirme uluslararası bir uygulamadır. İtalya coğrafyasında İtalyanlar, Fransa topraklarında Fransızlar, Almanya topraklarında Almanlar, İngiltere topraklarında İngilizler devlet kurmuşlardır. O ülkeler de bizim gibi ulus devletlerdir. İsimleri, tek bir etnisiteye yönelik değildir. İsimler, üzerinde yaşanan vatan topraklarından gelmektedir. Türkiye Cumhuriyeti de adını bu uygulamadan almıştır.

BAĞIMSIZLIK VE EGEMENLİK

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda esas alınan umdelerin başında bağımsızlık ve egemenlik gelir. Ayrıca laiklik, cumhuriyetçilik, devrimcilik, halkçılık ve milliyetçilik de vardır. Bu milliyetçilik tamamen ulusal çıkarın ve kültürün korunmasına yöneliktir. Ulus devlet yapımızın korunması; zedelenmemesi, bölücü etnik milliyetçiliğe fırsat verilmemesi son derece önemli ve zorunludur.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bir diğer önemli hassasiyeti de jeostratejik değeri yüksek coğrafyasıdır.

Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı imparatorluklarına başkent olmuş İstanbul gibi bir şehre, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarını birbirine bağlayan Boğazlar ve geçit yollarına sahip vatanımız tarih boyunca kilit rol oynamıştır. Emperyalistlerin hedefi olmuştur.

Bu nedenle Birinci Dünya Savaşında, emperyal devletlerce ele geçirilmek, paylaşılmak istenmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, istilacılara fırsat vermemiş, vatan topraklarından atmıştır. Egemenliğin kayıtsız şartsız ulusta olduğu laik Cumhuriyet rejimini esas almıştır. Tüm etnisiteleri, farklı inanç gruplarını, ulus devlet çatısı altında toplamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti ifadesindeki Türk sözcüğü, birlik ve beraberliğimizin, dolayısıyla ulusal güvenliğimizin simgesi ve güvencesi, laiklik ilkesi ise “birliğimiz”in çimentosudur. Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasından bu yana “Kemalizm” emperyalistlerin hedefi olmuştur.

Bugün de ülkemizi başka araçlarla bölmeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle, özellikle ulus devletimizin hassasiyetleri üzerinde yoğunlaşmışlardır. Başta laiklik olmak üzere Atatürk devrimlerini içlerine sindiremeyen çağdaşlık düşmanları da onların girişimlerine yardımcı olmaktadır.

KAYGI VERİCİ EYLEMLER

ABD’li stratejistlerin önerdikleri “Ilımlı İslam” uygulamalarıyla laik yapımız, dolayısıyla ulus devlet yapımız hedef alınmaktadır. İçimizdeki din tacirleri de sırf elde ettikleri koltukları korumak adına, onlara yardım etmektedir. Ayrılıkçı silahlı terör örgütü PKK, başta ABD olmak üzere diğer emperyal güçlerce desteklenmektedir.

Durum böyleyken bu hassasiyetlerimizi göz ardı eden bazı gelişmelere şahit oluyoruz son zamanlarda. Üzülüyoruz. Özellikle laiklik karşıtı eylem ve söylemler kaygı veriyor. Bu konularda bazı örnekleri sıralamakta yarar görüyorum:

Anayasamızın 136. maddesi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevini “Laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak, milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir” şeklinde tanımlar. Kendisine verilen görev bu iken, Diyanet İşleri Başkanı’nın kılıç kuşanarak Ayasofya minberine çıkışı, affedilemez bir ayrımcılık hareketidir. Son günlerde yine Ayasofya’nın başimamlığını yapan bilinçsiz bir din adamı, hilafetin getirilmesi yönünde çağrılarda bulunmaktadır.

  • Diyanet mensupları laikliğin kaldırılması için adeta manivela olarak kullanılmaktadır.

ULUSAL BİRLİĞİMİZE DARBE

Tarikatların ülkemize verdikleri zararın en kötüsünü 15 Temmuz 2016’da yaşamış olmamıza rağmen sırf tarikatlar istediği için uluslararası bir sözleşme olan “İstanbul Sözleşmesi” Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle (AS: Cumhurbaşkanlığı Kararı ile) yürürlükten kaldırıldı. İnsan haklarını savunan, özellikle kadına karşı şiddetin önlenmesini amaçlayan bu Sözleşme, ülkemizde neredeyse her gün kadınlarımızın katledilmesi nedeniyle çok önemliydi. Yürürlükten kaldırılması ulusal birliğimize darbedir.

Ayrılıkçı teröre karşı komşu ülkelerle iyi ilişkiler kurmamız gerekirken, farklı mezhepsel kimliği nedeniyle, Suriye’yle işbirliği yerine, PKK terör örgütünün açık destekçisi ABD gibi istilacı bir devletle birlikte hareket edilmektedir. PKK ve onu destekleyenler düşmanımızdır. Düşmanla mücadele, güvenlik kuvvetlerinin, devlet yöneticilerinin görevidir. Vatanseverlik ne mafya babalarının sırtını sıvazlamak ne de Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ihraç edilmiş kişilere prim vermektir.

AKLIMIZI BAŞIMIZA TOPLAMALIYIZ

Gençlerimizin yurdumuza bağlılığını, kültürümüze saygısını pekiştirmek, özgüvenini, yurtseverlik duygularını güçlendirmek amacıyla yazılan “Andımız”ın okullarda okutulmasını yasaklamak, akıl almaz bir girişimdir. Özellikle “yerli ve milli” deyimini ağızlarından eksik etmeyen siyasilere güvenilmeyeceğinin kanıtıdır.

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında, ülkemizdeki herkesin, etnik ve mezhepsel kimliği ne olursa olsun, emeği vardır. Andımız, Türkiye Cumhuriyeti kimliğini taşıyan her gencin, her öğrencinin gururla tekrarlayacağı, birliğimizi, beraberliğimizi pekiştiren bir metindir. Türk kimliği ülkemizin yurttaşları için bir hak, onu yüceltmek bir ödevdir.

Devlet nişanları üzerindeki kabartma Atatürk portresi, bazı Arap devletleri rahatsız olduğu için kaldırılmıştır. Bayrağımızın rengini de beğenmezlerse değiştirecek miyiz? İlle de verilecekse bu ülkelere nişan yerine, başka armağanlar verilmelidir.

TBMM gibi kutsal bir kurumun başındaki kişi, değil İstanbul Sözleşmesi, Montrö Boğazlar Sözleşmesi gibi bağımsızlığımızın simgesi olan bir antlaşmadan cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle (AS: Kararıyla) çekilebileceğimiz yönünde ifadeler kullanabiliyor.

“Davasını” bağımsız ve laik Türkiye Cumhuriyeti parantezini kapatmak olarak tanımlayanların, hedefe kısa yoldan ulaşmasından endişe duymaktayım. Bütün bunlar, seçimlerde oy devşirmek uğruna, halkımızı kutsal inançlarıyla aldatmak, ayrılıkçı terör eylemlerine hoşgörüyle bakabilenleri umutlandırmak adına yapılıyor. Ancak ulusal güvenliğimizi tehlikeye düşürüyor. Bu düşünceler çerçevesinde,

  • Herkesin aklını başına toplamasına ihtiyacımız var.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 31 Mart 2021

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 31 Mart 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

BUYRUN

Askeri okullara giriş koşulları arasında önceki yönetmelikte yer alan “Kendisinin, annesinin, babasının, kardeşlerinin ve velisinin, tutum ve davranışları ile yasadışı, siyasi, yıkıcı, irticai, bölücü ideolojik görüşleri benimsememiş, bu gibi faaliyetlerde bulunmamış veya bu gibi faaliyetlere karışmamış olması” koşulu yeni yönetmelikte çıkarıldı.

Buyrun tarikat ve cemaatler…

KIYIM

FETÖ‘nün fikir babası olan, Atatürk‘e ve silah arkadaşlarına “deccal süfyan, mülhid, mürted, habis, firavun, zındık, mason, münafık” diye saldıran Said Nursi, hükümetin atadığı kayyım yönetimindeki Diyarbakır Büyükşehir Belediyesince anıldı.

Belediyeye kayyum, cumhuriyete kıyım…

MACRON

Fransız devlet televizyonunun hazırladığı Erdoğan belgeselinde konuşan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ‘Erdoğan’ın idolü, büyük modern Türkiye’nin kurucusu kahraman Atatürk’tür’ dedi.

Bu Macron tam Fransız…

GÖRÜŞ

İstanbul Sözleşmesinden çekilmeye ilişkin RTE, ‘İnancımıza göre sapkınlık işareti olan hususların, İstanbul Sözleşmesi’nin arkasına sığınılarak sürekli gündemimize getirilmesine ve baskı aracına dönüştürülmesine izin veremezdik‘ dedi.

Tarikat baskısını kamufle etmek için sapkınlığa sığınma…

ŞAHSIM

TBMM Başkanı Mustafa Şentop “Cumhurbaşkanı, İstanbul Sözleşmesi’nden kararname ile çekildiği gibi Montrö’den de, diğer uluslararası anlaşmalardan da çekilebilir.

“Şahsım devleti”nin hizmetlisi… (AS: üstelik hukuk tarihi profesörü!!??)

ANYASA

RTE, hem 1982 Anayasası’na “vesayet anayasası” dedi, hem  değişmeyen madde kalmadığını söyledi, hem de “İdeolojik, zümrevi ve kişisel tüm bagajlarımızı, duvarlarımızı, şerhlerimizi bir kenara bırakarak, Türkiye’yi en az bir asır boyunca taşıyacak lafza ve ruha sahip yeni bir anayasaya kavuşturalım” dedi.

Nasıl anayasa istenir?

  1. Atatürk adı geçmeyen, Atatürk milliyetçiliğini silen,
  2. Türk vatandaşlığını kaldıran, etnik yapıları öne çıkaran,
  3. Laikliğe son veren, tarikat ve cemaatlere yasal güvence sağlayan, hilafet yolunu açan,
  4. Demokratik rejimi tek adam rejimine çeviren.

Gönül neler ister neler? Aka da konar, ..ka da konar…

SALGIN

AKP kongreleri ile Karadeniz’de salgın patladı. Ankara Kongresi ile üstüne tüy dikildi.

Artık kısıtlamalar başlayabilirdi, başladı…

PİŞKİN

RTE, lebalep kongrelerle övündükten sonra döndü vatandaşlardan dikkat ve hassasiyet istedi.

Yüz…

ALTIN

Sayısını unuttuğumuz ekonomik reform paketlerinden birini daha açıklayan RTE, AKP kongresinde vatandaşların döviz ve altınlarını ekonomiye katmalarını istedi.

Vatandaş ne yapar?

  1. AKP Gen. Bşk. na gözü kapalı uyar,
  2. Merkez Bankası’nı soyanların açıklanmasını bekler,
  3. Başta Erdoğan ve Yıldırım ailesi olmak üzere AKP ileri gelenlerinin ve yakınlarının adımını bekler,
  4. Olanak bulanlar döviz ve altın almayı sürdürür….

AHTAPOT

İlahiyatçı Sait Çamlıca, “FETÖ, Ahtapotun sadece tek bir koludur. Diğer büyük kolları Nurculuk, Süleymancılık, Menzil, İskenderpaşa, İsmailağa… Ahtapotun tek bir kolunu kesip diğer kollar ihmal edilmemeli”

İhmal tepede…

MONTRÖ

Meclis Başkanı’nın açıklamasından sonra Akit Gazetesi Montrö’den çıkış reklamlarının dozunu artırdı.

Parsel parsel perakende satıştan toptan satışa…

TÜRK

Elazığ, Şanlıurfa, Diyarbakır ve Edirne’deki koroların adındaki “TÜRK” sözcükleri çıkarıldı.

Daha önce de denenmiş Açılımın ayak sesleri

SALAK

AKP’li Cahit Özkan, kurultaydaki sıkışıklık görüntüsünün yatay çekimden kaynaklandığını oysa insanlar arasında yeterli aralığın olduğunu söyledi.

Milleti salak sananlar aynaya daha dikkatli bakmalı…

İŞSİZLİK

200 işçi alımı yapacak olan Adana Büyükşehir Belediyesi’nin ilanında talep patlaması yaşandı. İlana şu ana kadar 45 bini üniversite mezunu toplam 52 bin kişi başvurdu. Erdemir’de de benzer durum yaşanıyor.

Bunlar CHP uydurması haberler. Ülke güllük gülistanlık…

KOKAİNCİ

AKP Genel merkezine kapağı atmış, Rabia paylaşımları ile gönülleri kazanmış, kısa sürede yükünü tutmuş, yetmemiş kokaine alışmış.

CHP’li olsa zilletti. RTE sakız etmişti. AKP’lidir, ne yapsa yeridir…

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

Cumhuriyet’in Burcundaki Baykuş

Cumhuriyet’in Burcundaki Baykuş

KAYSERİ 38 ALMANAK : A.GANİ AŞIK (ABDULGANİ AŞIK)Gani AŞIK
E. CHP KAYSERİ MİLLETVEKİLİ / MÜFTÜ
Cumhuriyet, 30 Mart 2021

Başlıktaki baykuş, Yunan mitolojisinde Minerva diye anılan, baştanrı Zeus ve hikmet tanrıçası Metisin oğlu Athenan sembolü, Sinan süslemesi, imgesel anlamlar içeren baykuş değil, halk kültüründeki uğursuzluğun simgesi baykuştur.

Anadoluda mazlum, zalime Ocağında baykuş ötsün” der. Halkın hayra yormadığı baykuş, yazıda dinin siyasileşmesi / siyasetin dinileşmesi, yolsuzluklar, yargıdaki güven sorunu, eğitimin medreseleşmesi, Gazi Meclisin yetki ve itibar kaybı yanında iktidarın, tarikatlar ve milli bekamızla ilgili planlarının sembolü olarak anlaşılmalıdır.

TOPLUMSAL ZEMİNDEKİ SARSINTI

Dinle siyasetin iç içeliği, kudsiyetinde ve ilahi itibarında yıkıcı tahribatlara yol açar. Türkiye bunu yaşıyor; İslamın hikmet ve sevgi kaynakları kurutuldu, birleştiriciliği zaafa uğratıldı. Yeni nesil, Müslümanlık bu mu?” ikilemi yaşıyor. Türkün büyük talihi Atatürk, Diyaneti, İslamın taassuptan arındırılması ve din yolu ile toplumsal birliğin sağlanması beklentisi ile kurdu.

Kurumun görev tanımını yapan hukuki düzenlemeler de bu doğrultuda. Uygulamada ise Diyanet, devletin ve kendisinin kurucusuna, siyasi İslam modasına uygun olarak Sibirya iklimi gibi soğuk, Emevi / İhvan çizgisindeki iktidarın hizmetinde. Bu, kanayan yaramız.

Eğitimin milliliği” laik temelde anlam kazanır.

Batı, ulaştığı uygarlık düzeyini, cennet borsası kuran papa ve papazlara 300 yıl önce bayrak açmasına borçlu. Bizde, Cumhuriyetin ilanı ile yeraltına inen tarikatlar, 100 yıl sonra, eğitimi de devleti de kontrolüne alabildi. Amiralin, tarikat dergâhındaki hazin görüntüleri, güneşin batıdan doğması gibi dehşetengiz. Aman Allahım!..

Mülkün Temeli Adalet”in, yargı üzerinden baskılanması, Osmanlıcı iktidarın Cumhuriyetle hesaplaşmasını kolaylaştırıyor. Yargıtay’ın AYMye üye seçiminde Sarayla uyumluluğu ve Danıştay’ın, ırkçılık barındırmayan ANDIMIZa ilişkin kararı, Yüksek Yargı ile ilgili kaygıları derinleştirdi. HSKnin, iktidarın ilgilendiği” davalarda, yasa ve vicdani kanaatleri doğrultusunda hüküm veren hâkim ve savcılar üzerindeki vesayeti ciddi bir sorun.

HIRSIZ MÜMİNLER (!)

  • Tuncelinin haram yemez” komünist belediye başkanından da utanmıyorlar.

Başkan “İhale ile belediyemize 1.5 milyon TLye mal olacağı hesaplanan işi, kendi imkânlarımızla 600.000 TL maliyetle yaptık” dedi.

  • 180 kez değiştirilen ihale yasası ve ekleri ile soygun, tufana dönüştü.

Bu yağma yanında, Nuh Tufanı (Hûd Suresi, 40-44) yaz yağmuru. Cumhuriyeti kuran kadroların cenazelerini belediyeler kaldırmıştı. Vefatlarında ceplerinden 5-10 lira çıkıyordu. (AS: Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip!) Bu altın neslin bir kısmı da Hazinenin başındaydı. “İslamcı” iktidar dönemi zenginlerine kıyasla Karuna fitre / zekât verilebilir.

Gazi Meclis” unvanına sahip milli iradenin kâbesi, bütçe yapamayan, güvenoyu veremeyen, hükümeti sorgulayıp gerekirse düşüremeyen, bakanlara (sekreteryaya) yönelttiği sorulara yanıt alamayan, devlet harcamalarına mercek tutamayan dekora dönüştürüldü. Darbeci Evrenin kapattığı 16. dönem parlamentosunda bakanlar, milletvekillerine ceket iliklerdi. O talihsiz Meclisin sadece 39 aylık üyesi olarak, 40 yıldan beri bahtiyarlık ve hüzün, çileli bağrımın barınağında.

DEVLET NEREYE?

  • AKP, Milli Mücadeleye karşı, Atatürk ve silah arkadaşlarına ölüm fetvası verenleri kutsadı.
  • TSKnin subay ve astsubay okullarını i r t i c a y a  a ç t ı .
  • Bu adım, yanlış yorumların tersine “üç beş oy için” değil, Türk ordusunun milli damarını kurutmak içindir, yirmi yıldır yaptıkları ve bilinen hedefleriyle de uyumludur.
  • Atanın ismi kurumlardan, birtakım Arap şeyhleri istediği için silueti madalyalardan silindi. Haçlı madalyadan değil de Atatürkten rahatsızlıkları, laik Cumhuriyetimiz yüzünden.

Soydukları tebaaları da böyle bir rejim isterse halleri nice ola…

Hz. Muhammetin komuta ettiği savaşlarda görünmeyen melekleri, Atatürk’ün dehasını gölgelemek için Çanakkale Savaşı’nda çarpıştırdılar, Milli Mücadeleyi önemsizleştirdiler.

Kendisine, muhterem annesi ve ailesine soysuzların saldırılarını saklı bir mutlulukla izlediler.

İstanbul Sözleşmesinin hukuksuz iptali, Montrö, AİHM ve Lozan’ı akıllarına getirdi.

Halkın uyku mahmurluğu ve sabahın alacakaranlığında minarelerden yükselecek coşkulu salalar eşliğinde Laiklik kaldırıldı, Türkiye İslamla yeniden buluştu” naraları, nefes egzersizlerine başladı, dava”ları budur.

Türk ulusunu, ortaçağ karanlığına sürükleyerek tarih sahnesinden silecek
bu pervasızlığı demokratik yollarla püskürtmek için
İsrafilin suru üflemesi daha ne kadar beklenecek?

AKPnin laik devleti bitirme yeteneğine benzer hünerleri olan Kara İmam” lakaplı Lütfüllah Hoca için çocukluğumda söylenen

Kardeşlerli kara imam
Her marifet onda tamam
Çavdar eker buğday biçer
Essalat
ü vesselam

şiirini anımsayarak Cumhuriyet elden gitti, gidiyor vesselam” demekten üzgünüm.

Saltanat günleri

Saltanat günleri

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

 

Son zamanlarda yaşanan olaylar bile Türkiye’nin büyük bir felakete sürüklendiğinin habercisidir.

  • HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun dokunulmazlığının hukuk dışı gerekçelerle kaldırılması;
  • yıllardır seçime giren ve bugüne kadar yasal bir parti olarak görülen HDP için, siyasetçilerin talimatıyla, sözde yargı üyeleri tarafından kapatma davasının açılması;
  • laikliğe ve ulusal egemenliğe karşı hükümet darbelerinin rutin politikaya dönüştüğü bir dönemde, okullarda okunan ulusal andın, sözde yargı tarafından kaldırılması;
  • Türkiye’nin, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddeti önlemeye yönelik İstanbul Sözleşmesinden, TBMM’nin onayı alınmadan, “cumhurbaşkanı” kararıyla çekilmesi;
  • köktendinci medyanın hilafet çağrıları yapması;
  • Ayasofya’daki bir imamın, anayasadan laiklik ilkesinin kaldırılması gerektiğini açıklaması;
  • Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki bir komutanın tekke ve tarikat üyesi olduğuna dair görüntülerin ortaya çıkması;
  • harp okullarına girebilmek için var olan “irticacı faaliyet içinde olmamak” koşulunun kaldırılması;
  • mülkiyeti İstanbul Belediyesi’nde olan Gezi Parkının hukuk dışı yollarla gasp edilmesi;
  • İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının egemenliğini Türkiye’ye devreden Montrö Antlaşması’ndan, Türkiye’nin, “cumhurbaşkanı” kararıyla çekilebileceğinin TBMM “başkanı” tarafından ifade edilmesi;
  • Kanal İstanbul adlı ucube projenin gerçekleştirilmesi çalışmalarına hız verilmesi;
  • Katar ile ne olduğu belli olmayan “suların yönetimine” dair bir antlaşmanın yapılması;
  • halk Covid-19 pandemisinden dolayı kısıtlamaya tabi tutulurken AKP kongrelerinde bu önlemlerin uygulanmaması;
  • Merkez Bankası başkanının bir gece yarısı operasyonuyla görevden alınması; Türk Lirası’nın bir günde dolar ve Avro karşısında %15 dolayında değer kaybetmesi; bu olaylara dair örneklerdir.
    ***

Kurtuluş Savaşı’nın lideri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve aydınlanma devrimlerinin öncüsü Mustafa Kemal Atatürk, saltanatı, 1922 yılında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de onayıyla kaldırmıştır. Böylece bu topraklarda, padişahlık ve sultanlık yönetimi sona ermiştir. Bu devrimle birlikte, monarşi yıkılmıştır ve cumhuriyetin temelleri atılmıştır.

Atatürk 1924 yılında da TBMM’nin de onayıyla, halifeliği kaldırmıştır. Bu devrimle birlikte, teokrasinin sona erdirilmesi ve laikliğin benimsenmesi doğrultusundaki en önemli adımlardan birisi atılmıştır.

Bunları içine sindiremeyen cumhuriyet, laiklik ve demokrasi düşmanı AKP iktidarı, 21. yüzyılda, saltanatçılık ve halifecilik oyunu oynamaktadır.

İrtica 21. yüzyılda, Türkiye’de iktidardadır!

  • “Cumhurbaşkanı” ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, padişah olduğu sanrısıyla ülkeyi yönetmektedir.
  • “Diyanet İşleri Başkanı” Ali Erbaş, halife olduğu sanrısıyla İslam dinini tekeli altına almıştır.
  • Ayasofya’daki fetihçi imam Mehmet Boynukalın, şeyhülislam olduğu sanrısıyla, laik rejimi yıkma çağrısı yapmaktadır.

***
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Erdoğan’a, Erbaş’a, Boynukalın’a ve AKP’ye göre, saltanat ve halifelik devam etmektedir.

Sanrıların, sanıların ve gerçeklikte karşılığı olmayan inançların, iktidarı geçici olarak ele geçirenler tarafından, bir topluma ve ülkeye, takıntılı bir biçimde, zorla dayatılması durumunda, o toplumun ve ülkenin ne kadar büyük felaketlerle karşılaşabileceğini tarih kanıtlamıştır.

Ancak tarihe de siyasete de olgular üzerinden değil, kurgular üzerinden yaklaşan AKP’nin, bunu kavrayabilecek bir kapasitesi yoktur. Bu AKP’nin doğasına, yapısına, özüne aykırıdır.
***

Uygarlık tarihi, belli başlı hakların elde edilmesinin yüzlerce yıl sürebileceğini, ancak bu haklar elde edildikten sonra, birilerinin kazanılan hakları gasp etmesiyle sonuçlanan despotik yönetimlerin, sürdürülebilir olmadığını göstermektedir. AKP hükümeti de bir gün mutlaka sona erecektir ve kazanılmış hakları vatandaşların elinden alanlar, bunun hesabını hukuk önünde vereceklerdir.

Zulüm yapan insanlar aslında, cesur insanlar değillerdir. Zulüm yapan insanlar o nedenle eşit ve özgür koşulları sevmezler. Ancak zulüm yapan insanlar buna rağmen, zulüm yapmak cesaretini, zulüm yaptıkları insanların korkaklığından alırlar.

Bunu toplum olarak kavradığımız zaman, zulüm yapanlar yenilgiye uğrayacaklardır.

Montrö ve AİHS’den “Çıkmak” mı?

Montrö ve AİHS’den “Çıkmak” mı?

Image result for Prof. Dr. Rona AYBAY

Prof. Dr. Rona AYBAY

Cumhuriyet, 29 Mart 2021

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

24 Mart Çarşamba günü, bu sütunlarda yayımlanan “İstanbul Sözleşmesi ve Uluslararası Hukuk” başlıklı yazımın şu tümceleri, sayfa editörünce başlığa konulmuştu:

  • Bütün bunlara ek olarak ya da en başta belirtilmesi gereken bir önemli nokta da şudur: İstanbul Sözleşmesi’nden böyle, görüşülüp tartışılmadan çekilmenin, kötü bir gidişin ilk adımı olması olasılığı vardır. Bunun, sonuç olarak uluslararası sözleşmeler alanında, Atatürk Cumhuriyeti’nin temellerine kadar varan birtakım girişimlerin başlangıcı olmasından kaygı duyulmaktadır.”

TBMM Başkanı’nın, katıldığı bir TV izlencesinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden çekilebileceğimizden söz etmesi, bu konudaki kaygıların yersiz olmadığını göstermiş oldu. Bunun ardından, Lozan Barış Antlaşması’ndan çekilmenin de dile getirilmesi şaşırtıcı olmayacaktır! 

1923 Lozan Barış Antlaşması’nın, Cumhuriyetimizin uluslararası düzeyde varlığının tanınması açısından yaşamsal” önemde bir dönüm noktasını simgeleyen tarihsel bir belge olduğunda kuşku yoktur. 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ise Atatürk dönemi Türk diplomasisinin Lozan’a ek olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesel egemenliğini tamamlayan çok büyük bir başarısını simgelemektedir.

  • Lozan Barış Antlaşması ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi Türkiye Cumhuriyeti’nin iki temel taşıdır. 

Dolayısıyla özellikle üst düzey devlet görevlerinde bulunan kişilerin bu konularda son derecede dikkatli olmaları, konunun çeşitli boyutlarını derinlemesine incelemeden konuşmamaları gerekir.

Bu konuların, sorunun teknik ve hukuki tartışmalarının çok ötesinde, giderek anlamsızlaşan boyutları vardır. Cumhuriyetimizin tarihi ve dayandığı temeller açısından önemli olan bu boyutların ve uluslararası düzeyde ortaya çıkabilecek sonuçların göz ardı edilmesi çok büyük bir yanlış olur.

AİHS VE AVRUPA KONSEYİ ÜYELİĞİ

Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni 1954’te onaylamıştır. AİHS’de, taraf bir devletin sözleşmeden çekilmesine olanak veren bir düzenleme vardır. Ama bu düzenlemenin kaleme alındığı 1950 yılı ile bugünkü durum arasındaki önemli bir fark dikkate alınmalıdır.

Bugün, AİHS’ye taraf olmak, Avrupa Konseyi üyeliği için bir önkoşul olmuş durumdadır. Bir devlet AİHS’ye taraf değilse Avrupa Konseyi’ne üye olamaz.

Günümüzde, AİHM kararlarını uygulamamakta direnmesi nedeniyle Türkiye, “Bakanlar Komitesi”nin gündeminde “sürekli” biçimde yer almış durumdadır. Bir uzlaşma sağlanamazsa işin sonu “demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları” temeline dayanan Avrupa Konseyi’nden ihraç edilmeye varacaktır.

Türkiye AİHS’den çekilirse bu sonuç kendiliğinden ortaya çıkacaktır; çünkü AİHS’ye taraf olmaktan çıkan bir devletin Avrupa Konseyi üyesi olarak kalmasına olanak yoktur.

47 devletin üye olduğu Avrupa Konseyi’nden çıkmak (çıkarılmak), Türkiye Cumhuriyeti’nin temel dayanaklarından biri olan çağdaş uygarlığa ulaşma hedefinden vazgeçmesi anlamına gelecek; Türkiye, Avrupa’da Belarus’tan sonra Avrupa Konseyi dışındaki ikinci devlet olacak; Avrupa Birliği üyeliği ise artık hayal bile edilemeyecektir.

Türkiye nereye götürülmek istenmektedir?

Amaç, Türkiye’yi Atatürk ilkelerinden esinlenen, insan haklarına dayanan çağdaş ve laik bir hukuk devleti olmaktan çıkarıp “sözde” bir cumhuriyet, aslında sıradan bir Ortadoğu Sultanlığı” haline getirmek midir?

MONTRÖ’DEN “ÇIKMAK”

Yukarıda belirttiğim gibi 1936 yılında bağıtlanmış olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Lozan’a ek olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesel egemenliğini tamamlamakta, Türk diplomasisinin çok büyük bir başarısını simgelemektedir.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle Türk Boğazları üzerinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği kesin olarak kabul edilmiştir. Yabancı bayraklı ticaret gemilerine geçiş serbestliği tanınması konusunda Türkiye’nin kabul ettiği yükümlülük, boğazlar üzerinde egemenlik yetkisini ortadan kaldırmaz. Türkiye’nin uluslararası yükümlülüğü “uğraksız geçiş” olarak adlandırılmış bir tür “geleneksel” geçiş özgürlüğünü tanımaktan ibarettir.

Lozan Konferansı’nda kurulmuş olan uluslararası nitelikteki “boğazlar Komisyonu”nun kaldırılması, boğazlar üzerindeki Türkiye Cumhuriyeti egemenliğinin bir göstergesidir. Türkiye, Türk Boğazlarından geçen gerek ticaret gemilerinin gerek askeri gemilerin Montrö Boğazlar Sözleşmesi açısından denetimini yapma yetkisini tek başına kullanmaktadır.

Türkiye, yıllarca süren İkinci Dünya Savaşı boyunca Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin özellikle savaşan devletlerin askeri gemileriyle ilgili hükümlerini titizlikle uygulamıştır. Türkiye hükümetlerinin bu güven verici tutumu nedeniyle taraf devletlerin hiçbiri 1956 yılında süresi dolmuş olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni sona erdirme girişiminde bulunmamaktadır ve sözleşme otomatik olarak yenilenmektedir.

Savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nce dile getirilen bazı şikâyetler ve istemler de usta bir diplomasiyle karşılanmış ve sonunda Sovyetler şikâyetlerini ve istemlerini unutmak durumunda kalmıştır.

1960’lı yıllara kadar, 1953 yılında yaşanan Naboland adlı İsveç şilebinin Çanakkale Boğazı’nda Dumlupınar denizaltımıza çarpması sonucu 81 denizcimizin şehit olduğu facia dışında tek tük ve önemli zararlara yol açmayan kazalar, 1960’lı yıllardan başlayarak çok ciddi can ve mal kayıplarına, çevre kirliliklerine yol açmaya başlamıştır.

Bu durum karşısında, Türk makamlarınca, Boğazlarımızdan geçen gemilerin hem kendilerine hem çevreye zarar vermemelerini sağlayacak önlemler almaya yetkili olduğu, Uluslararası Denizcilik Örgütü’ne (IMO) kabul ettirilmiştir.

Bu süreçteki çetin müzakerelerde görev almış olan Türk diplomatları, hukukçuları ve denizcilik uzmanları övgüyü ve kutlanmayı hak etmişlerdir. Türkiye çıkardığı tüzüklerle ve koyduğu kurallarla kaza sayısında ve can ve mal kayıplarında belirgin bir azalma sağlamıştır.

TÜRKİYE’NİN DURUMU

Montrö Boğazlar Sözleşmesi her tümcesi üzerinde tek tek durulacak, çok ustaca kaleme alınmış bir metindir. Her konuyu çok ustaca formüllerle düzenleyen böyle bir sözleşmede “çekilme” konusunda hiçbir hüküm olmaması ilginçtir.

Bunun, uluslararası hukukun genel ilkeleri uyarınca tanınması gereken “çekilme” hakkı bakımından bir engel oluşturmayacağı tartışılabilir ama bu noktada Türkiye’nin özel bir durumu vardır. Çünkü Türkiye, sözleşmenin uygulanmasında kilit bir rol oynamak durumundadır.

Sözleşmenin düzgün biçimde uygulanmasında “aleniyet” sağlamak, geçen ticari ve askeri gemilerle ilgili bilgileri toplamak; taraf devletlere düzenli bilgi vermek gibi çok önemli görevleri, Türkiye tek başına yerine getirmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin “çekilmesi” Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin -deyim yerindeyse- “çökmesi” anlamına gelir.

Bu durum, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin, Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin askeri gemilerinin Karadeniz’e çıkışlarına ciddi sınırlamalar getiren hükümlerinden hiç hoşnut olmayan ABD için büyük bir fırsat olacaktır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne taraf olmayan ABD, Boğazlarımızda kendisinin etkili bir konumda olacağı bir uluslararası yönetim kurulmasını sağlamaya çalışacaktır.

Bu ortamda, kurulacak “uluslararası kurtlar sofrası”nda Türkiye’nin durumu ne olacaktır? Türkiye artık uluslararası ortamlarda saygın yeri ve ağırlığı olan “Atatürk Türkiyesi” değildir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle kazandığı denetim yetkisini koruyabilmesi olası görünmemektedir.

  • Sonuç, kesinlikle Türkiye’nin aleyhine bir durum olacaktır.

SONUÇ

Türkiye, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle kurulmuş olan ve kendisine Boğazlarımız üzerinde egemenlik ve denetim yetkisi sağlayan düzene son vermeyi ima edecek sözlerden bile uzak durmalıdır. Bunlar, Montrö’den rahatsız olanlara cesaret verici davranışlardır.

Montrö’den çekilmeye koşut olarak AİHS’den çekilmenin de gündeme getirilmesi, seçimler için kısa erimli söylemler olmanın ötesinde Türkiye’yi Atatürk çizgisinden bütünüyle ayırıp bir tür “Ortadoğu Sultanlığı” haline getirmeye mi yöneliktir?

Bu durum karşısında, muhalefetin, önemli de olsa kısa erimli geçici sorunların yanında Cumhuriyetimizin temellerine yönelik kaygı verici durumlarla ilgilenmeye öncelik vermesi gerekir.

Ancak bu çok önemli ve “yaşamsal” sorunlarla ilgilenmekte yalnızca muhalefete değil; her yurttaşa ve her meslek örgütüne, her sivil toplum kuruluşuna demokratik çerçevede görevler düştüğü de bir gerçektir.
======================================
Dostlar,

Sn. Prof. Dr. Rona Aybay, 80+ yaşlarda “epey” kıdemli bir hukuk bilgesidir.
Bosna – Hersek Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesinde uzun yıllar yargıçlık yapmıştır.

Yazdığı  birbirinden değerli Hukuk yapıtlarını (kitaplarını) bize, tanımlanamaz bir incelikle, imzalayarak, kargo bedelini de ödeyerek ulaştırmıştır! Bilgelik dönemi yapıtı sayılabilecek “Günümüzden Geçmişe Karşılaştırmalı 1982 Anayasası” (Der yay. 2021, 523 + XXXIV syf.) eskimeyecek bir tarama kaynağı olacaktır. Bizi bu denli ayrıcalıklı tutmalarını ise Sağlık Hukuku alanında tezli master yapmış olmamıza, halen Ankara Hukuk Fak. 4. sınıf öğrencisi olmamıza ve aynı fakültede Anayasa Hukuku Doktorası yapıyor olmamızla açıklamaktalar.. Varolsunlar,, Çok borçlandık kendilerine.

***

Aybay hocamızın çok önemli 2 makalesine daha önce web sitemizde yer vermiştik. Ardışık 3 makale, Uluslararası Andlaşmalar sorunsalına yetkin ve çok net yanıtlar üretmektedir. Akademik unvanlı kimi hukukçular bile, uluslararası hukuk kavramlarında, terminolojide hatalar yapmaktalar. Ülkemizin bu alanda uluslararası ölçekte hukuk uzmanlarına gereksinimi çok büyüktür. Bu alanda yetişecek insanların çok disipliner (multi disipliner) yetişmesi gerek. Kanımızca Mülkiye eğitimi temel olmalı. Ardından Hukuk lisans. Uluslararası Hukuk Doktorası için, yeğleme ile (tercihan) Mülkiye’de Uluslararası İlişkiler tezli mastırı, ardından alan PhD (doktora) eğitimi uygun olur. Çok çok iyi yabancı dili (İngilizce) konuşma koşulunu saymaya bile gerek yok..

Aşağıdaki makale (web sitemizde yayınladığımız) 14 sayfalık bir kapsamlı pdf.. Salt bizim tweet hesabımızda 33+ bin okunma aldı.

MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ ve BAZI GÜNCEL SORUNLAR – Prof. Dr. Ahmet SALTIK

İzleyen ise, 24.3.21’de Cumhuriyet‘te (ve web sitemizde) yayınlandı.

İstanbul Sözleşmesi ve Uluslararası Hukuk

Salt bizim tweet hesabımızda 15+ bin okunma aldı.
Her 2 makale de Hukuk ve ilgili fakültelerde temel kaynak olarak mutlaka irdelenmeli.
***
Bir Anayasa Hukuku Profesörü olduğunu duyduğumuz TBMM Başkanı Şentop ise bu gün, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Lozan Andlaşması ile ilgili kendini yalanlama (tevil) yollu bir açıklama yaparak, bu uluslararası andlaşmalardan bile çekilmenin Erdoğan’ın tek başına kararı (Cumhurbaşkanı Kararı; Kararnamesi bile değil!) ile yönetsel bir işlemle (idari tasarruf) olanaklı olduğunu söylemiş iken; akıllarından böyle bir şey geçmediğini lütfederek açıkladı.

AKP iktidarının, elbette başta Erdoğan olmak üzere, özellikle böylesi çok kritik – yaşamsal konularda olağanüstü özenli olmalarını beklemek hakkımızdır ve ülkemizin yüksek ulusal çıkarları bakımından ise mutlak bir sorumluluk ve zorunluluktur.

Sevgi ve saygı ile. 29 Mart 2021, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Hekim öğretim üyesi, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Anayasa Hukuku PhD Öğrencisi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Zaman daralıyor!

Zaman daralıyor!

author

Kutuplaşmanın bir parçası olmak istemeyen muhalefet, iktidarın kendiliğinden çökmesini bekliyor. Oysa kavga başlamış durumda. Muhalefetin tutumu ağır sonuçları olacak bir yenilgiyi de kaçınılmaz hale getiriyor.

Zaman daralıyor!

Bu tablo; AKP’nin merkez sağda kurduğu hegemonyanın kırılmaya başladığını ve partinin geleneksel İslamcı tabanına doğru daralma sürecine girdiğini gösterdiği gibi, düşük yoğunluklu da olsa bir şeriat düzeni kurmak için hızlanan iktidarın artık merkez sağ kadrolarla yaptığı ittifaka da ihtiyaç duymadığı anlamına geliyordu. AKP, “inşa süreci” ya da “yeniden kuruluş” adını verdiği bu dönemde, daha önce liberal ağırlıklardan kurtulduğu gibi, merkez sağla da yollarını ayırıyordu.

İHTİYACIMIZ OLAN ŞEY CESARET

Kredi kartını “kötü niyetle kullanmanın” bile sınavlarına katılmanın önünde engel sayıldığı Harp Okulları ve Astsubay Meslek Yüksek Okullarına girişteki, “irticai faaliyetlerde bulunmamak” şartının kaldırılması; kadın-erkek eşitliğini pekiştirmeyi ve kadına yönelik şiddeti önlemeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi’nden dini gerekçelerle çıkılması; HDP’nin kapatılması için resmen harekete geçilmesi; devlet kurumlarındaki dinselleştirmenin derinleştirilmesi; Erdoğan-AKP yönetiminin girdiği yolda artık her şeyi göze aldığını gösteriyor.

İslamcı iktidarın son haftalarda üst üste gelen bu hamleleri, artık “Dünya bize ne der” gibi kaygıların bir yana bırakıldığını da gösteriyor. Erdoğan’ın, kongre konuşmasında metin dışına çıkarak, Türkiye’nin 200 yıldır ilk kez “tarihi ve kültürüyle buluşma” fırsatını yakaladığını söylerken, 19. yüzyıldan itibaren girilen modernleşme sürecini tersine çevirme olanağının ellerine geçtiğini ilan etmiş oluyor.

Öte yandan, cumhuriyetçisiyle, sosyal demokratıyla, solun önemli bir kesimiyle muhalefet güçleri, bu tabloyu tam olarak okuyamıyor. Bu durum, siyasal krizi derinleştiren, toplumsal tedirginliği artıran ve tehlikeyi büyüten bir rol oynuyor. Dolayısıyla, ülkenin en önemli sorunlarından birinin, içinden geçilen tarihsel dönemeci doğru okuyamayan muhalefet güçlerinin programsızlığı ile cesaret ve önderlik iradesinin eksikliği olduğunu saptamak gerekiyor.

İÇ VE DIŞ DİNAMİKLER

Gel gelelim, Erdoğan’ın kongre konuşmasının dayandığı, daha önce Yalçın Akdoğan tarafından formüle edilen hipotez, aslında çökmüş durumda. Anımsatalım; AKP programının hazırlanmasında önemli bir rolü olan, “muhafazakar demokrasi” kavramını ortaya atan, Erdoğan’ın danışmanı ve “çözüm süreci” bakanı Doç. Dr. Yalçın Akdoğan, 2007 yılında ortaya çok çarpıcı bir tez atmıştı. Akdoğan, “Cumhuriyetin daha İslami bir rejim doğrultusunda dönüştürülmesi için 200 yıldır ilk kez iç ve dış dinamiklerin birbiriyle örtüştüğünü” belirtiyordu.

Tanzimat döneminde Batının, Hıristiyan toplum kesimleriyle ilgilendiğini ve onlara hamilik yaptığını belirten Akdoğan, “küreselleşme” çağında ise Batı’nın kendilerini (İslamcıları) desteklediğini söylüyordu. Bu durumun, içeride sahip oldukları toplumsal destek ve aşağıdan gelen siyasal taleple de örtüştüğünü ileri sürüyordu. Böylece, kendilerinin ABD’nin “ılımlı İslamcılık” projesinin bir ürünü olduğunu da “yetkin” bir şekilde ifade ve itiraf ediyordu. Kimi çekincelerle belirtirsek; bu saptama, ortaya atıldığı dönem itibarıyla ilk tahlilde doğruydu.

Ancak, tarih ne onların beklediği gibi ne de emperyalizmin bölgesel hesapları doğrultusunda akmadı. Son yıllarda dünyada ve bölgedeki gelişmeler, AKP’yi iktidara taşıyan iç ve dış dinamikler arasındaki örtüşmeyi ortadan kaldıran bir seyir izledi. Uyum bozuldu. Siyasal İslamcılık bütün dünyada ideolojik, kültürel ve ahlaki bakımdan yüz kızartıcı bir yenilgiye uğrayarak iflas etti. Tekbir getirerek insan boğazı kesenlerin, 21. yüzyılda insanlığa önerebilecekleri anlamlı bir gelecek yoktu.

BİR KIVILCIM YETER Mİ!

Ilımlı İslam projesinin radikal İslamcılık ile mücadelede bir çözüm olabileceğine ilişkin beklentinin fantastik bir hayal olduğu ortaya çıktı. Çünkü, Sünni İslam’ın hala davam eden bir ortaçağın içinden geçtiği anlaşılamadığı için, “ılımlı İslamcılık” girişiminin, radikal hareketler için uygun bir zemin oluşturduğu da görülememişti.

Emperyalizm ve küresel gericilik Suriye’de yenilgiye uğradı. İhvancı iktidar Tunus’ta çöktü ve dramatik şekilde Mısır’da devrildi. Her iki ülkede de İhvancı iktidarlara karşı büyük bir toplumsal tepkinin oluştuğunu saptamak gerekli. Sonuç olarak, AKP’nin de organik ilişkilerinin olduğu anlaşılan İhvan-ı Müslümin (Müslüman Kardeşler) hareketinin bölgesel ölçekteki “network’ü çöktü. Çok sayıda siyasal, toplumsal ve kültürel dinamik, tarihin akışını başka türlü ve “ilerleme yasası”na uygun şekilde belirledi. Öyle ya, yeni emperyalizm çağında da olsak, kimse kral iradesi ya da imparator otoritesine sahip değildi.

Son iki haftaya sığan bütün bu adımlar, kaçınılmaz olarak muhalefet ile iktidar ilişkilerinin daha çatışmalı bir döneme gireceğini de gösteriyor. Ancak, sürekli yanlış yapılması, ekonomik krizin derinleşmesi, kamuoyu yoklamalarında AKP ve MHP tabanının daraldığının ortaya çıkması gibi nedenlerle muhalefet, iktidarın kendiliğinden çökmesini bekliyor. Kavgacı bir görüntü vermek ve kutuplaşmanın bir parçası olmak istemiyor. Oysa kavga başlamış durumda. Muhalefetin bu tutumu, hak edilmemiş ve ağır sonuçları olacak bir yenilgiyi de kaçınılmaz hale getiriyor.

Peki bu durum aşılamaz mı? Aşılır! Bu iş, atılacak doğru bir adıma, kuşatıcı bir çağrıya ve zamanın ruhuna uygun bir programa bakar. Toplumların ve tarihin doğası buna uygundur.

Sonuçta                             ;

  • AKP’ye kendi programı ve ideolojik hedefleri ile emperyalizmin bölgesel ve küresel siyasetleri arasındaki uyumun sağladığı iktidar olanağı siyasal ömrünü tamamladı.
  • Erdoğan yönetiminin hırçınlığının da sertleşmesinin de nedeni budur.
  • Bu topraklarda güzel bir söz vardır; korkunun ecele faydası yoktur. Bu söz, hem iktidar hem de muhalefet için geçerlidir.

Yetti gari!..

Yetti gari!..

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli

Çarşamba günü Türkiye’nin başkentinde AKP isminde bir siyasi teşekkül, “Bir PR felaketi ve PR rezaleti nasıl hazırlanır ve icra edilir” başlıklı bir belgesel çekip dünyaya yaydı. O kadar ki dünya çapında bu konuda bundan sonra kitap ya da tez yazacak olanlar, bu belgeselden büyük ölçüde ilham alabilirler.

AKP Genel Başkanı, günler öncesinden halka “Kongremizde 2023 manifestosu niteliğinde çok önemli bir konuşma yapacağım. Yeni bir vizyon açıklaması olacak. Meraklanın. Bekleyin” mealinde bir mesaj verdi. Tabii “Vaatte bulundu, yerine getiremedi. Boş bir konuşma yaptı… Sana ne, bize ne bundan?.. Kendi sorunu… Daha fazla oy yitirir…” diyebilirsiniz.

Ama mesele o kadar basit değil. Bu beklentiyi yaratan, bu “ön duyuruyu-reklamı” yapan siyasetçi, aynı zamanda bu ülkenin en üst düzey (ve tek) yöneticisi ise on milyonlarca insan, o siyasetçinin ağzından sorunlarına biraz olsun çözüm duymayı bekliyorlarsa, mesele sadece “partinin ve liderinin sorunu” olmaktan ibaret değildir. Ülkenin itibarı ve güvenilirliği de beraberinde zarar görür, yıpranır. Ekonomiden sosyal sorunlara, iç siyasetten demokrasi sorunlarına, hukuktan dış politikaya kadar pek çok alanda hiçbir yeni şey söylemeyip, hiçbir “vizyon” ortaya koyamayan bir liderin, aynı zamanda “bu ülkenin lideri” olduğu hatırlanırsa, geleceğe dönük umutlarımız da zedelenir. Dışarıda da bu ülke ile ilgili olumlu ve olumsuz niyetleri ve planları da paralel olarak etkiler.

Zaten, yazboz tahtasına dönüşmüş ekonomi yönetiminin kayıplarına paralel olarak uluslararası piyasalara verilen olumsuz sinyaller, insan hakları alanında (özellikle de İstanbul Sözleşmesi’ni yırtıp atarak kadın hakları konusunda) verilen utanç verici fotoğraf, kelimenin tam anlamıyla “tüy dikmişse.”

‘LEBALEB’ REZALETİ

AKP’nin ve liderliğinin yaptığı ikinci önemli PR hatası, daha doğrusu altına imza attığı felaket ve rezalet de kongrede sergilenen manzaraydı. Virüsün her geçen gün daha fazla can aldığı, vaka sayılarının arttığı, milyonlarca insanın pandemi koşulları nedeni ile evine ekmek götüremediği, hastanelerde sağlık emekçilerinin kan ter içinde hastalıkla savaştığı ve canlarını verdiği, 83 milyonun topluca bir sürü şeyini erteleyip yaşamlarından (telafi edilemez) fedakârlıklar yaptığı bir ortamda “lebaleb” kalabalıkları toplayıp coşturmak, milletle alay etmektir. Bu olay, artık bir “PR felaketi ve rezaletinin” de önüne geçmiştir.

Senin İçişleri Bakanı kalkıp “300 kişiden fazla insan kongrelerde bir araya gelemez. Nikâhlar, düğünler cenazeler vs. 25’ten fazla insanla yapılamaz” içerikli genelgeler yayımlayacak, senin Sağlık Bakanı’nın kalkıp “Maske, mesafe ve temizliğe riayet etmiyorsunuz” diye, kendi başarısızlığını örtmeye yönelik açıklamalar yapacak. Ama sen, binlerce insanı üst üste adeta yığarak büyük bir rezaleti TV ekranlarından adeta milletin geri kalan kısmına “nanik” yaparak sergileyeceksin. Bununla da iftihar edeceksin.

Kendi siyasi hareketinin “ihtişamlı ve büyük bir siyasi gösteri” yaptığı görüntüsü için ağır bir sorumsuzlukla adeta “virüse bayram ettireceksin.”

Kim bilir kaç cana mal olacak bir utanmazlığa ve sorumsuzluğa imza atacaksın.

Bundan daha büyük bir PR felaketi düşünülebilir mi?

BEDELİNİ ÖDETELİM

Dün muhalefetten bir siyasetçinin şu lafı ettiğini duydum:

“Bu millet susuyorsa, asaletindendir…” 

Hayır efendim. Bu işin “asalet”le filan izah edilebilecek bir tarafı yoktur. Bu millet susuyorsa, sindirilmişliğinden ve korkutulduğundandır. Ağzını açanın tepesine devletin (AKP devleti) tüm gücüyle balyoz gibi inme tehdidindendir.

Bu korkuyu kırmak, bu tehdidi geri püskürtmek, her alanda örgütlü biçimde sesimizi duyurmanın yollarını bulmak ve hayata geçirmek, bu işin tek panzehiridir.

Anayasa ve yasalardan kaynaklanan tüm haklarımızı kullanarak örgütlenip yüksek sesle her yerde; fabrikada, tarlada, işyerinde, medyada, çarşıda, pazarda, meydanda haykırmalıyız.

“Bıktık sizden! Bıktık bu sorumsuzluklarınızdan! Bıktık halkın canını da özgürlüklerini de her türlü hakkını da yok sayan hoyratlıklarınızdan, vicdansızlıklarınızdan! Bıktık sizin bu faşizan ve ceberut tavrınızdan!..” diye bas bas bağırmalıyız.

Ve bir yandan da bir dahaki seçimde tüm bunların faturasını (aynı 2019 Mart ve Haziranı’nda yaptığımız gibi) bu küstah ve kibirli iktidar sahiplerine ödetmek için örgütlenmeliyiz.

Sendikal hareketi ve demokrasiden yana tüm muhalif partilerin örgütlülüğünü güçlendirmek için haydi kalkın ayağa!

Başka çare yok.

Bu bedeli, insan canına zerre kadar kıymet vermeyenlere ödetmeliyiz.

Çünkü…

Yetti gari!

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 24 Mart 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KATİL

Biden, “Bence, Rusya’nın lideri Putin bir katil”

Tencere dibin kara…

YAKIŞIKSIZ

RTE, Trump’ın  Putin’e karşı söylemini “yakışıksız” olarak niteledi.

Kendisi, kendisine yakışmayan söz kullanmaz…

HAYVAN

DEVA Partisi yöneticisi Beytullah Aksoy”Bir Türk için her sabah ben Türk’üm diye bağırmak ancak hayvani bir ihtiyacı tatmin edebilir.”

CHP’li dönek milletvekili Cihangir İslam, “Şartlandırma ve bu tip tekrarlarla talim ettirme insan eğitimine yönelik bir uygulama değildir, hayvanlara yönelik bir uygulamadır.”

Hayvan halini iyi biliyorlar…

MİLLET

Milletvekilliği düşürülen HDP’li Gergerlioğlu, “Anayasa dışı bir karardır. Meclis Genel Kurulunu terk etmiyorum. Hiçbir yere gitmiyorum. Milletimizin iradesine sığınıyorum.”

Milletin iradesine saygıda sınır tanımazlar!…

SÖZ

AKP’li Naci Bostancı HDP’nin kapatılma davası konusunda, “Söz hukuktadır”

Hukuka söz de iktidardadır…

VAZGEÇ

ABD Büyükelçisi Satterfield,”Türkiye S-400’den vazgeçmelidir”

ABD de bu sevdadan…

MENZİL

Çok eşliliği savunan ve medeni hukuku hedef alan açıklamaları nedeniyle açığa alınan GATA’nın eski Başhekim Yardımcısı Dr. Ali Edizer’in Güdül Devlet Hastanesi’nde göreve başladığı belirtildi.

Menzil’e doğru yollar açık…

FAİZ

Faizde Avrupa ve OECD’de birincisi, dünyada yedinciyiz.

Ne demişti RTE, “Vatanı satmak, yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle, ülkenin ve milletin kaynaklarını heba etmekle olur.”

Eyyy millet, tanı vatanı satanı…

MERKEZ

MB Başkanı Ağbal, görevden alınışı nedeniyle Cumhurbaşkanı’na şükran mesajı sundu.

Böyle adamlar oldukça Tayyip Erdoğan’lar eksilmez…

KADIN

Türkiye, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kararıyla  İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nden çekildi.

Ne demişti AKP milletvekili Özlem Zengin, “Bu ülkede AKP’den önce kadının adı yoktu

Artık olacak!…

DEVRİMCİLER

Vatan Partisi Öncü Kadın Başkanı, “İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararı Türkiye’nin içine girdiği devrimci dönem ile uyumludur, devrimci bir karardır.” dedi.

Partinin arka bahçe çiçeği Cumhuriyet Kadınları Derneği (CKD) de yasa dışı kararnameye (AS: Cumhurbaşkanlığı Kararına) destek verdi.

Karşı devrimcilerle omuz omuza…

KUYRUK

Tarikat ve cemaatler, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararı veren RET’ye teşekkür kuyruğuna girdi.

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun kaldırılması için girişime başladılar.

Öncü Kadın ve CKD’den hamle bekleniyor…

HİLAFET

Cumhuriyet devrimlerini hedef alan Yeni Akit, hilafet çağrısı yaparak, “Meclis isterse hilafeti ihya edebilir” sürmanşeti attı.

Paçaları bağlıysa …

CİDDİ

Avrupa Birliği’nin yasama organı Avrupa Parlamentosu‘nun Türkiye Raportörü Nacho Sánchez Amor, “HDP’nin kapatılmasının Türkiye için çok ciddi sonuçları olacağını” ifade etti.

Ciddi misiniz?…

DON

Müdür yardımcısı A.B., müdür olmak için girdiği sınavda kopya çekerken yakalandı. İç çamaşırına sakladığı telefonla soruların fotoğrafını çekip ailesine gönderdi. Yanıtlar ulaşınca ise sesi açık unuttuğu telefon kendisini ele verdi.

A salak!..

TAVIR

Perinçek“Ben, Sayın Cumhurbaşkanı’ndan 2014-15’ten beri yürüttüğü kararlı, ABD’ye karşı başını dik tutan, PKK’ya karşı, FETÖ ile kellesini ortaya koyan siyasetin başı olarak Andımızın yanında kararlı bir tavır beklerdim.”

Adam kararlı hedefine yürüyor. Yörüngeye oturanlara bakın.…

YAĞDANLIK

Rektör, YÖK Başkanı’nın babasının adına cami yaptırıyor.

Hayırlı yağlar…

ELOĞLU

ABD ile ortak tatbikat yapan ve ABD gemilerini limanlarında kabul eden Yunanistan’ın basını “Amerikalılar, Türk rüyasının üstüne F-35’le mezar taşı koyuyor” başlıkları attı.

Emperyalistlerin elbisesi ile gerdeğe girip evdeki gelini kaybetmekten akıllanmamış Yunan…

VAKIF

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) bünyesindeki Taksim Gezi Parkı, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından İBB mülkiyetinden alınarak Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı’na geçirildi.

Amaç koruyup gelecek nesillere aktarmakmış. Millet de yedi ya!…

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!..

 

 

 

İstanbul Sözleşmesi’nin Feshine İlişkin HASUDER Görüşü

’KADINA YÖNELIK ŞİDDET ve AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÖNLENMESİ ve BUNLARLA MÜCADELEYE İLİŞKİN AVRUPA KONSEYİ SÖZLEŞMESİ’NİN TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARAFINDAN FESHEDİLMESİNE YÖNELİK ÇALIŞMA GRUBUNUN GÖRÜŞÜ

HASUDER Toplumsal Cinsiyet, Kadın ve
Üreme Sağlığı Çalışma Grubu

Resmi Gazete’nin 20 Mart 2021 tarihli 31429 sayısında yer alan Cumhurbaşkanı kararında

“Türkiye Cumhuriyeti adına 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalanan 10 Şubat 2012 tarihli ve 2012/2816 Bakanlar Kurulu kararı ile onaylanan ’Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti tarafından feshedilmesine, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3’üncü maddesi gereğince karar verilmiştir.”

İlk imzacı ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olduğu ve 2012 Mart ayında tüm partilerin destekleyerek TBMM’nin onayladığı bu sözleşmeye dayalı olarak hazırlanan 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”, bilindiği gibi İstanbul Sözleşmesi’nin temel alındığı bir kanundur. Kadına yönelik şiddetin yaygın ve hiç azalmadan devam eden acı bir gerçek olduğu bu durumda, kadınların şiddetten korunmasının güvencesi olan bu yasanın hangi zihniyetle değiştirilmeye teşebbüs edildiği anlaşılamamakta olup, kabul edilebilir değildir.

Ayrıca, Anayasa’nın madde 90/5 uyarınca, İstanbul Sözleşmesi bizim için kanun hükmündedir; İstanbul Sözleşmesi ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, İstanbul Sözleşmesi hükümleri esas alınır ilkesi de Anayasanın gereğidir. Sözleşme’nin en önemli özelliği; kadınlara yönelik şiddetle mücadeleye ilişkin olarak “koruma, önleme, kovuşturma, yargılama ve bütüncül politikalar geliştirme gibi dört temel alanda maddeler içermesidir. Kadınlar ve erkekler arasında hukuki ve fiili eşitliğin gerçekleştirilmesinin kadına yönelik şiddeti önlemede anahtar bir unsur olduğunu benimseyen Sözleşme, kadınlara yönelik ayrımcılığı yasaklamaktadır.

Türkiye’de her 3 kadından birisi insanlık onuru hiçe sayılarak devlet tarafından korunarak öldürülürken ’Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi FESH EDİLEMEZ, bunu KABUL ETMİYORUZ.

Esasen Hukuk yönü ile “yok hükmündeki bu kararnamenin (AS: Cumhurbaşkanlığı Kararının) ACİLEN GERİ ÇEKİLMESİNİ DİLİYORUZ . Türkiye dahil 20 Avrupa ülkesinin onayladığı İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen, bugüne kadar kadın örgütleri ve tüm duyarlı insanların koruduğu Sözleşmeyi korumakla yükümlü DEVLETİ ve her düzeyde SORUMLULUK taşıyanları, sözleşmede yazılı olmayan hükümleri öne sürerek kamuoyunun yanıltılmasına son verilmesine ve de KADINLAR İÇİN YAŞAMSAL ÖNEMİ OLAN BU SÖZLEŞMEYE SAHİP ÇIKMAYA DAVET EDİYORUZ! BUNU TALEP EDİYORUZ… 

HASUDER Toplumsal Cinsiyet, Kadın ve Üreme Sağlığı Çalışma Grubu

====================================
Dostlar,

Biz de, HASUDER (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği) üyesi bir hekim olarak bu çağrıya katılıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 24 Mart 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik