Etiket arşivi: Gezi Direnişi

AİHM’den Türkiye’ye Biber Gazı Mahkumiyeti

Dostlar,

AİHM‘nden bir mahkumiyet daha…

Başbakan RT Erdoğan biber gazı şöyle yasal böyle yasal…
diye kendisi dahil beyin yıkamayı sürdürsün..

Bu sitede daha önce de Sn. Rıza Türmen‘in (emekli AİHM yargıcı) kaleminden
bir başka mahkumiyet kararına yer vermiştik (Nisan 2012, Ali Güneş davası; http://ahmetsaltik.net/biber-gazi-insan-haklari-ihlali/, 11.6.2013,
Biber Gazı: İnsan Hakları İhlali)

Gezi direnişinin ülkeye yaygınlaşması ile artan polis vahşeti ve yaygın
acı sonuçlarının hukuksal hesabı er ya da geç verilecek..
Hele “güçlendirilmiş” biber gazının bedeli daha “güçlendirilmiş” olacak.

Kafa kıran, komaya sokan, kasıtlı ve yakın mesafeden yüze – başa hedef gözetilerek atılan biber gazı kanisterlerinin de..

Can yaksın ve damgalasın diye boyalı kimyasal içeren basıncı artırılmış
TOMA sularının da!

Göz çıkartan darbe etkili plastik mermeilerin de..

Yurttaşını köle ya da tutsak gibi görerek böcek gibi gazlayan, ölçüsüz dayak atan,
çivili sopalı canilere engel olamayan, satırlı milis canavarları salıveren…
Ama bayrak satan 5 çocuklu yoksul garibi isyana teşvikten tutuklayan…

Şimdiye dek 5 kurban veren, eli kanlı AKP iktidarından ve yasa dışı emirleri yerine getiren kamu görevlilerinden..

Devlet de sorumlu kamu görevlilerine zorunlu olarak rücu edecek
(Anayasa md. 40)..

Ve de bu insanlık dramını yansıtmayan, görmezden gelen, çarpıtan..
başta TRT ve AA olmak üzere medya sorumlularından..

Tarih önünde mutlaka yasal hesap sorulacaktır..

Sevgi ve saygı ile.
17.7.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================
AIHS

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM),
28 Mart 2006’da 10 kişinin öldüğü Diyarbakır olaylarında gaz kapsülünün direkt atışıyla ağır yaralanan 13 yaşındaki Abdullah Yaşa davasında Türkiye’yi mahkûm etti.

Biber gazının bu şekilde kullanımının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
İşkence ve İnsanlık Dışı Muameleyle Mücadeleyi kapsayan 3’üncü maddesini
ihlal ettiğine hükmeden AİHM, Türkiye’yi 15 bin Euro maddi ve manevi tazminata,
5 bin Euro da mahkeme giderleri olmak üzere 20 bin Euro cezaya çarptırdı.

  • AİHM, göstericilerin biber gazı kapsülleriyle yakın mesafeden
    hedef alınmasını insan hakkı ihlali olarak değerlendirdi.

İç hukuk yollarının tükenmesi nedeniyle İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi tarafından AİHM’ye taşınan davanın kararında, göstericilerin biber gazı kapsülleriyle yakın mesafeden ve doğrudan hedef alınmasının, ‘ölümcül vakalara veya ciddi yaralanmalara yol açabileceği için uygun bir polis davranışı olmadığı’ belirtildi.

AİHM kararında, polisin biber gazı kapsüllerini 45-50 derecelik açı ile atması ve
‘eğik atış’ yöntemini kullanması gerektiği belirtildi.
biber_gazi_sikan_polis
Kararda, Türk yasal mevzuatının kişilerin fiziksel bütünlüklerinin korunması için Avrupa’nın çağdaş demokrasilerinden beklenen düzeyde güvence sağlamadığına dikkat çekildi.
Türk hükümetinin bu davayla ilgili sunduğu, ‘polise saldıran ve yasadışı gösteri yapan grubun dağıtılması için orantılı güç kullanıldığı’ tezi ise kabul edilmedi.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46’ncı maddesini temel alan AİHM,
biber gazı kullanımıyla ilgili 15 Şubat 2008 tarihli genelgeye karşın ölme ve yaralanma riskini enaza indirmek amacıyla Türk yasal mevzuatının kapsamlı biçimde
gözden geçirilmesini istedi. (Cumhuriyet portal, 17.7.13)

Taksim Direnişinden Neler Öğrendik-1


Taksim Direnişinden Neler Öğrendik-1

                         TARİHİ YARATAN BİRİCİK GÜÇ HALKTIR

                                                  Zeki Sarıhan

Halk hareketleri en büyük eğiticidir. Taksim Direnişi, en başta ona katılanlar olmak üzere bütün halka, hatta kısmen dünya halklarına pek değerli dersler vermiş olmalıdır.

“Vermiş olmalıdır” diyorum çünkü televizyon ve gazetelerde yayımlanan haber ve yazılardan, bazı özel sohbetlerden bir kısım insanların henüz bir şey öğrenemediği görülüyor. Bu insanlar kırık not almaktadırlar ve böyle giderse siyaset ve toplumbilim dersinden sınıfta kalacaklardır. Zararı yok, öğrenmek için henüz zaman ve fırsat vardır. Çünkü gerçekle bağdaşmayan hiçbir teori ve önceden ezberlenmiş önyargıların yaşama şansı yoktur. Bu direnişten çok şey öğrenenlerimizin çoğunlukta olduğu görülüyor. Bunun içindir ki çoğumuz “Gezi Direnişinden sonraki Türkiye, Gezi Direnişinden önceki Türkiye olmayacaktır” diye yazıp söyledik. Bu olayların bize öğrettiği büyük bir derstir ve bilinçlerimizde büyük bir sıçrama yaratmıştır. 

Adına artık Gezi Parkı veya Taksim Direnişi yerine Haziran Devrimi dememiz gereken bu direnişten çıkarılacak ilk ders yaratıcı gücü harekete geçmiş olan yığınların önünde hiçbir kuvvetin duramayacağıdır. Onlarla zalimlerin hiçbir kuvveti başa çıkamaz. Tarihi yapan biricik güç bir avuç siyasetçi, bir komutan veya bir para babası değil, halktır. İnsanlık tarihinde en büyük sıçramaları hep halk kitleleri yapmıştır. Toplumsal kurtuluş mücadelelerinde halkın yenildiği zamanların sayısı da az değildir. Yenilgilerinin nedeni yeteri kadar bilinçli ve kararlı olamayışlarındandır. 

Halkın yaratıcı gücünün sonuçları kendini yalnız büyük dönüşüm anlarında göstermez. Ortalıkta bir olayın görünmediği uzun zaman dilimlerinde de en büyük yaratıcı halk kitleleridir. Dili halk yapar ve yaşatır. En anlamlı şarkılar, türküler, atasözleri, deyimler, fıkralar anonimdir. En keskin zekâ onlardadır. 

Bu büyük ustanın, halkın bir parçası olmak herkes için en büyük güvence ve övünç kaynağıdır. Bu gerçeği bilmek bizi birbirimize bağlar ve kaderlerimizin ortak olduğunu hatırlatır. Hepimiz bir imecenin katılımcısıyız. İşte, tek başına kimsenin yapamayacağı şeyi meydanları dolduran, adımlarını ve seslerini birbirlerine ekleyen on binler, yüz binler, milyonlar başarmışlar ve yöneticilere hadlerini bildirmişler, kendilerini de eğitmişlerdir. 

Haziran Ayaklanması boyunca birbirimize yeniden bazı şiirleri, özlü sözleri hatırlattık. Yeni sözler ürettik. Fakat en çok hatırlanması gereken şiir Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı’nın başına aldığı “Onlar” şiiri idi. Şair, Kurtuluş Savaşı’nı “onlar”ın yaptığını anlatmak istiyordu ve onlardan daha büyük bir gücün olmadığını söylüyordu. Üstelik bu şiiri, 28 yıla hüküm giydiği bir davadan içerde yatarken, ortalıkta nerdeyse yaprak kıpırdamadığı bir dönemde yazmıştı. 

O bu bilince sosyalist olmasından ötürü sahipti. Zaten bir sosyalistin en önemli özelliği emeği kutsal sayması ve emekçilerin ancak kendi kollarıyla kurtulabileceğini bilmesidir. Bu bilinç güçlü ve sağlam bir tarih bilgisine sahip olmakla mümkündür. 

Henüz kesin sonuç almaktan uzaktayız. Fakat Haziran Direnişi bize zincirlerimizden kurtuluşumuzun yolunu göstermiştir. 

Nazım Hikmet’in “Onlar” şiiri aşağıdadır. Yenden dikkatle okuyup orada anlatılanların sırrını düşünmemiz dileğiyle. (1 Temmuz 2013)  

ONLAR

Onlar ki toprakta karınca,

      suda balık,

                    havada kuş kadar

                                 çokturlar;

korkak,

cesur,

câhil,

hakîm

        ve çocukturlar

ve kahreden

yaratan ki onlardır,

destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

Onlar ki uyup hainin iğvâsına

sancaklarını elden yere düşürürler

ve düşmanı meydanda koyup

          kaçarlar evlerine

ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler

ve yeşil bir ağaç gibi gülen

ve merasimsiz ağlayan

ve ana avrat küfreden onlardır,

destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

Demir,

kömür

ve şeker

ve kırmızı bakır

ve mensucat

ve sevda ve zulüm ve hayat

ve bilcümle sanayi kollarının

ve gökyüzü

ve sahra

ve mavi okyanus

ve kederli nehir yollarının,

sürülmüş toprağın ve nehirlerin bahtı

bir şafak vakti değişmiş olur,

bir şafak vakti karanlığın kenarından

onlar ağır ellerini toprağa basıp

doğruldukları zaman.

En bilgin aynalara

en renkli şekilleri aksettiren onlardır.

Asırda onlar yendi, onlar yenildi.

Çok söz edildi onlara dair

ve onlar için:

zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,

                    denildi.

The Guardian’ın RTE Makalesi ve “Halk Sonuç Almadan Eve Dönmeyecek”

Dostlar,

Dr. Arzu Çerkezoğlu‘nu Türkiye artık daha iyi tanıyor.
Bir tıp doktoru, Patoloji daklında uzman.
Kendleri son genel kurulda DİSK Genel Sekreteri seçildiler (6 Nisan 2013).
Eşi de Adli Tıp Uzmanı bir tıp doktoru ve İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri.

Dr. Arzu Çerkezoğlu hakkında  bu sitede daha önce yazı yazıldı.
Gezi direnişçileri adına Başbakan ile görüşen ler arasında idi ve sözleri RT Erdoğan’ı çok sinirlendirmiş, Arzu hanımın üzerine yürümüş ve toplantıyı terketmişti.

http://ahmetsaltik.net/basbakan-disk-genel-sekreterinin-uzerine-yurudu/, 16.6.2013

Bu toplantıda Dr. Çerkezoğlu Başbakana,

Bunun sadece mimari bir proje olarak algılanmasının artık
mümkün olmadığını, 
bunun sosyolojik bir olay haline geldiğini.

söylemişti (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23510391.asp, 15.6.13).

Başbakanın bu yerinde belirlemeye bile tahammülü kalmamıştır. Oysa bu saptamayı bilinçli olarak algılaması çok yerinde ve yararlı olabilirdi. Sonrasında Dr. Çerkezoğlu için kullandığı nitem (sıfat) “aşırı sendikacı” dır. Bu haberler şu dakikaya dek yalanlanmadı. Böylesi bir kavram da yazınımıza (literatüre) yeni girmektedir.

Dr. Arzu Çerkezoğlu ile yapılan bir söyleşi Cumhuriyet Pazar ekinde 30.6.13 günü yayımlandı. Kapsamlı bir söyleşi. Gazetedeki sayfa bütünlüğünü de koruma adına
pdf olarak paylaşmak istiyoruz..

Dr. Arzu Çerkezoğlu bu kez,

  • “Halk Sonuç Almadan Eve Dönmeyecek…” saptamasını yapmakta.

Halk_sonuç_almadan_eve_donmeyecek__30.6.13

Başbakan RT Erdoğan, denetleyemediği ama biz uzmanların netlikle bildiği
narsisistik dürtülerinin güdümünde gene çok sinirlenecek ve kasten
mağdur edildiğini ileri sürecek, üstelik de inanarak!.

Ne yapalım ki, gerçekleri konuşmak zorundayız.

Handikaplar bizim değil Erdoğan’ın..
Psikiyatrik yardım alarak dürtü kontrol bozukluğu’nu denetlemeyi
öğrenmesi gerekiyor..

Koskoca bir ülkeyi yönetiyor, mahalle muhtarı değil!

Üstelik Erdoğan’ın narsisistik kişilik örgüsü yakın geçmişte
2 önemli travma almışken :

Bağırsak kanseri hastalığı ve

Annesinin ölümü (babasının katı baskısına ciddi kalkan oluyordu..)

Bu konuda, The Guardian‘da 19 Haziran 2013 günü yayımlanan bir makale
çok öğretici. Onun da metnini yeri gelmişken buraya ekliyoruz..

Erdoğan’s fall from grace in Turkey is pure Shakespearean tragedy”
(Erdoğan’ın Türkiye’de gözden düşmesi, saf bir Şekspir trajedisi)

 

Gibbons imzalı makaleyi okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

The_Guardian_Erdogan’s_fall

Makalenin son paragrafı şöyle :

  • “…. When I asked if he still backed Erdoğan’s campaign to change the constitution so he could become a French or Russian-style president,
    his tone changed:
  • We cannot make this man president. Not now. Tayyip may destroy us all yet.”

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 2.7.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Der Spiegel Özel Sayısı : Boyun Eğme

Dostlar,

Ünlü Alman Dergisi Der Spiegel, 10 sayfa dolayında Almanca + Türkçe içerikle yayımlandı.

Konu Gezi Direnişi..

Simgeleşen bir fotoğraf da var : BOYUN EĞME!

Bu bölümleri paylaşmak gerekiyor..

Fotoğrafları ve yorumları ile güncele ışık tutuyor, geleceğe ciddi belge oluşturuyor..

Teşekkürler Dünya Türkleri Konseyi..

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan hoca da bu konuya ilişkin olarak şunları kaydediyor :

Değerli arkadaşlar,

Almanya’nın en büyük, en ciddi haftalık dergisi Der Spiegel, Türkiye’ye ilişkin olayları, dikkat çekmek için, Türkçe yayınladı. Ekte 45 sayfalık bölüm
Taksim olayları çerçevesinde Türkiye’nin siyasal durumunu mercek altına alıyor. 

 
Der Spiegel‘in yaptığı ankete katılanların %46’sı gösterileri haklı buluyor; % 62’si olayların Türk medyası tarafından doğru verilmediğini düşünüyor ve %52’si, bu son olayların bir sonraki seçimde siyasi değerlendirmesini etkileyeceğini söylüyor. 
 
“Bu Pazar seçim olsa oyunuz hangi partiye?” sorusuna karşın,
Partiler şöyle sıralanıyor: 
 
AKP    %35
CHP    %23
MHP   %15
BDP    %6
 
AKP’nin oy yitiği %15 oldu! Dikkati çeken %20’lik çekimser, ilgisiz kitle..
Der Spiegel’in öbür anket soruları % olarak şöyle yanıtlanmış:

  • Türkiye’de medya özgür mü?  Evet-41   Hayır-53
  • Politik görüşünüzü açıkça belirtmekten çekiniyor musunuz?
    Evet-47    Hayır-50
  • Hükümet baskıcı ve otoriter mi?   Evet-50   Hayır-36
  • Hükümet bireyin özel yaşamına müdahale ediyor mu?  Evet-54   Hayır-40
  • Başkanlık sistemine geçilsin mi?  Evet-31   Hayır-43
Burada da dikkati çeken nokta, Başkanlık sistemi konusunda halkın dörtte birinin hiçbir fikri olmayışıdır. æ

Lütfen tıklar mısınız??

SPIEGEL-BOYUN_EGME

Sevgi ve saygı ile.
30.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Yeni Türkiye’yi kuracak güç


Yeni Türkiye’yi kuracak güç

 portresi
Merdan Yanardag
Beklediğimiz gibi, Gezi Parkı direnişi karşısında yenilgiye uğrayan AKP Hükümeti
sürek avı başlatarak toplumsal muhalefeti ezmeye çalışıyor. Bütün diktatörlerin yanılgısını tekrarlayarak halkın isyanını polisiye tedbirlerle bastıracağını sanıyor.
Gerici faşizan AKP iktidarı, polis ve adliye üzerinden siyasal şiddet şiddet kullanarak Gezi Direnişi‘nin yarattığı siyasal, toplumsal ve psikolojik iklimi dağıtmaya çalışıyor. Uğradığı yenilginin sonuçlarını ortadan kaldırmak, hatta direnişçileri lekeleyerek durumu lehine çevirmenin yolunu arıyor. Diktatör ve onun hükümeti eğer polis ve adliye zoruyla bu direnişi bir süre için bastırsa, hatta cihatçı ya da siyasal İslamcı militanlarını
sokağa sürerek saldırtsa bile, uğradığı yenilginin siyasal sonuçlarını değiştiremeyecek. Bu durumu sezdiği için olsa gerek, ideolojik ve siyasal inisiyatifi yeniden ele geçirmek için üst üste kışkırtıcı mitingler yapıyor. Toplumun en geri yanlarına sesleniyor.
Ancak, geçmişte sağ ve sol liberallerin paha biçilmez desteği ile sağladığı
ideolojik inisiyatifi bir daha ele geçirmesi mümkün değil.

Çünkü Gezi direnişi, entelektüel ortamı da yeniden belirledi.Bu nedenle AKP Hükümeti toplumu kutuplaştırarak, çoğunluk mezhebi üzerinden yeniden hegemonya oluşturmaya çalışıyor. Erdoğan yeniden o bildik ‘seçkinler mazlum kitleler’ ya da ‘inananlar inanmayanlar’ karşıtlığını kurmaya ve kendi cephesini tahkim etmeye kalkışıyor.Bu amaçla yüz kızartıcı şekilde yalana, demagojiye ve çatışmacı bir kışkırtıcılığa başvuruyor.

***

Gezi Direnişi ne Türkiye’de ne de dünyada sıradan bir ‘tolumsal patlama’ değil.
Üzerinde yıllarca tartışılacak, sosyolojik ve siyasal araştırmalar yapılacak
çok farklı ve önemli bir tarihsel olayla karşı karşıyayız.

Tarihte çok az görülen bu durum gerçekleşti ve bütün toplumsal, siyasal, kültürel
çelişki ve çatışmalar bir parkın içine yığıldı. Tarihsel hesaplaşma da siyasal çatışma da kültürel kapışma da o parkta ve kurulan barikatların önünde gerçekleşti.

Bu nedenle olayı “iki ağaç meselesi” olarak görenler büyük bir şaşkınlık yaşıyor.

Yine tarihte çok az görülen bir durum yaşandı ve toplumun farklı kesimleri ve farklı sınıfları aynı politik ve kültürel talepler çevresinde buluştu.

Onları birleştiren asgari zemin modernite ve aydınlanmanın kazanımlarıydı.

Gazi Mahallesi, Ümraniye, Şişli ve Bağdat Caddesi çevresini aynı alanda,
aynı sokakta ve aynı barikatın arkasında buluşturan olgu budur.

Kimi kendi yaşam tarzını tehdit altında gördü, kimi derinleşen gelir adaletsizliğine
ve ağırlaşan sömürü düzenine isyan etti, kimi laik eğitim düzeninin yıkılmasını ve Cumhuriyetin kazanımlarının tasfiye edilmesini reddetti. Bu kesim ve sınıfların
tamamına yakını AKP’nin iktidar küstahlığına isyan etti.

***

Başta İstanbul ve Taksim olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında Başbakan’ın emriyle halka, direnişçi gençlere, kadınlara yapılan insanlık dışı, barbar ve hukuksuz saldırı, AKP Hükümeti’nin bütün meşru dayanaklarını yıktı.

Bu nedenle AKP Hükümeti, kendisi için uygun bir zamanda tıpkı
Ergenekon tertiplerinde olduğu gibi, düzmece soruşturma ve davalarla
Gezi Parkı Direnişi’ni lekelemeye, prestijini ve toplamda yarattığı etkiyi kırmaya ve
bir suça çevirmeye çalışacak.

Polis operasyonlarına başladılar. Tutuklu sayısı otuz kişiyi aştı.
Yandaş medyada ve daha önce Ergenekon ve Balyoz tertibini kurduğunu
bildiğimiz malum karargâhlarda çeşitli senaryolar üretilmeye başlandı.

Öyle anlaşılıyor ki, 1 Haziran Direnişi’ni de bir “darbe” girişimi olarak yaftalamaya çalışacaklar.

Tıpkı Cumhuriyet mitinglerinden sonra yaptıkları gibi…
Tek bir camın bile kırılmadığı, kimsenin burnunun kanamadığı,
temel bildirisi “Ne darbe ne şeriat” olan, Türkiye tarihinin en büyük barışçıl
kitle eylemlerinden 2007 Cumhuriyet mitinglerini nasıl “darbeci eylem” diye lekeledilerse, şimdi de aynı şeyi Gezi Direnişi için yapmaya çalışacaklar.

Ancak, bu kez başaramayacaklar. Bu halk aynı derede iki kez yıkanmayacak.
Fiyakası bozulan AKP hızla kendi sonuna doğru koşuyor.
Artık bürokrasiye bile eskisi gibi hâkim olması çok zor görünüyor.

Bu nedenle Erdoğan bütün mitinglerinde Türk bayrağı yakıldığı yalanını tekrarlıyor.

Kürt düşmanı olmadıkları da ortaya çıkan geniş cumhuriyetçi kesimlere
“Siz nasıl ulusalcısınız?” diye sesleniyor.

Böylece sosyalist sol, sosyal demokratlar, cumhuriyetçi kitleler ve Kürt solu arasında sokakta, eylem alanlarında kurulan bağı koparmaya çalışıyor.

***

Daha önce de yazdığım gibi, faşizmin ve gericiliğin elinden alınan bayrak,
yeniden yurtseverlerin, devrimcilerin ve halkın elinde bir direniş sancağına dönüştü. Bütün dünya da olayı böyle algıladı, Brezilya’da büyük toplumsal direnişi gerçekleştirenler, Gezi Parkı direnişi ile dayanışmalarını göstermek için
pankartlarına ay yıldız çizdiler.

  • Direnişe Türkiye genelinde 10-11 milyon insanın katıldığı kestiriliyor.

Bu sayı bütün grup ve partileri aşan çok önemli bir kitlesellik.
Erdoğan bu büyük kitleyi tuzu kuru “seçkinler” diye nitelendiriyor.
Bu genişlikte bir toplumsal eyleme katılanları böyle değerlendirmek için,
basit bir tarih coğrafya bilgisinden dahi yoksun olmak gerekiyor.

Hâlâ devam eden Gezi Parkı ya da 1 Haziran Direnişi sırasında sokaklarda, alanlarda, barikatların arkasında oluşan birlik, o toplumsal çeşitlilik,
eylem içinde kurulan fiili cephe Türkiye’nin geleceğini kuracak güçtür.

Direnişin dinamosu olan gençler, bu toprakların yeni devrimci kuşağıdır.

İnsanlığın ilerici birikimini koruyup daha ileriye taşıyacak ve yeni Türkiye’yi kuracak güç onlardır. (23.6.13)

Demek ki Demokrasi, Yalnız Seçimde Oy Çoğunluğu Almaktan Kurulu Değilmiş!


PROF. DR. ÖZER OZANKAYA

TOPLUMBİLİMCİ

portresi

 

 

 

 

Demek ki Demokrasi, Yalnız Seçimde Oy Çoğunluğu Almaktan Kurulu Değilmiş!


Gezi Direnişi
yle başlayan ve asıl özü demokrasinin savunulması olan halk direnişinin dalga dalga yayılması karşısında, Sayın Cumhurbaşkanı,

“Demokrasi yalnız seçimden ibaret değildir.” demek zorunda kalmıştır.

Ama demokrasinin, yani “Ulus egemenliği” düzeninin özünü tam olarak anlatmaya girişmemiştir.

Oysa asıl gerekli olan budur; çünkü ulusumuza yaşatılan ağır bunalımlar,
AKP yönetimince, ulus egemenliği düzeninin gerçek özüne sırt çevrilerek,
bu öz özellikle reddedilerek hazırlanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni, ulusuyla, devletiyle, tüm temel toplumsal kurumlarıyla,
Ulusal Egemenlik ilkesi üzerine kuran Türk Devrimi ise bu düzeni ulusumuz için
yaşam sorunu saymış;

BU DÜZENİN TEMEL YAPI TAŞLARI OLAN İLKELERİN, HANGİ KILIF ALTINDA OLURSA OLSUN DEĞİŞTİRİLMEĞE KALKIŞILMASINI “BASKI DÜZENİ KURMA, YANİ DEMOKRASİYE KARŞI DARBE GİRİŞİMİ” SAYMIŞ, BUNA KARŞI BAŞTA CUMHURİYET KURUMLARI OLMAK ÜZERE,

HER YURTTAŞIN DİRENME HAKKININ DOĞACAĞINI

1920’LERİN BAŞINDAN BERİ İLKE EDİNMİŞTİR.

Bu amaçla doğru anlamıyla ulusal egemenlik düzeninin temel niteliklerini
hep ön planda tutmuştur.Sayın Cumhurbaşkanı’nın“Demokrasi yalnız seçimden ibaret değildir.”
uyarısının neleri içermesi gerektiği açıkça ortaya konulursa,

Atatürk Cumhuriyeti’nin temel aldığı gerçek ulusal egemenlik tanımına ulaşılır.

Buna göre ULUSAL EGEMENLİK DÜZENİ:

– “Her bireyin, din, mezhep, ideoloji, cinsiyet, soy, sınıf ve meslek ayrımı olmaksızın DOĞUŞTAN VAZGEÇİLMEZ – DEVREDİLMEZ EŞİT İNSAN VE YURTTAŞ HAKLARI hiçbir gerekçeyle çiğnenmemek koşuluyla, bir toplumun kendisini
özgür oy yoluyla yönetmesi demektir;

– Öyleyse,
ulusal egemenlik düzeni “gelişigüzel bir oy çokluğu” düzeni değildir.

Örneğin

– “Yasaları değişmez dinsel kurallara göre yapalım mı?”
– “Okullar bir dinin, bir mezhebin ölçülerine göre eğitim yapsın mı?”
– “Kadınlara erkeklerle eşit yurttaş ve insan hakları tanınsın mı?”
– “Yargı bağımsız ve tarafsız olsun mu?”
– “Basın özgür olsun mu?”

… gibi önermelerin oya sunulmasını istemek bile ulusal egemenlik düzeninde
meşruluk-dışıdır.

Ulusal egemenlik düzeni, kamu düzeninin her gün, her yurttaş tarafından,
hukuk devleti sınırları içinde, özgürce irdelenip, eleştirilip, sorgulanıp, değiştirilme önerilerinde bulunulmasına hiçbir gerekçeyle, hiçbir yolla, hiçbir engelin çıkarılmaması demektir;

Laiklik ilkesinin, yani her türlü insanlararası ilişkileri düzenleyen hukuk ve yasa kurallarının asla kutsallık adına yapılmaması, onlara eleştirilmezlik ve değiştirilmezlik niteliği vermeğe kalkışılmaması ilkesinin tüm yurttaşların ortak siyasal kültür paydası olması demektir;

– Yönetim yetkisi verilen kişi ve örgütlerin
attıkları her adımın sorumluluğunu taşımaları zorunluluğu demektir;

– Bu içeriği ile ulusal egemenlik düzenini engellemeğe ya da yıkmaya kalkışacak herhangi bir güce karşı

  • her yurttaşın “baskıya karşı direnme hakkı”nın doğacağı

anlamına gelmektedir.

İşte ulus ve yurdumuzu her türlü bunalımdan esirgeyecek ve artık kimse tarafından çiğnenemeyecek sağlam ve güvenli siyasal, hukuksal, ekonomik, eğitsel ve kültürel temel, ulusal egemenlik ilkesinin bütün gerçek demokratik ülkelerde de benimsenen
bu doğru tanımıdır. (7.6.13)