Etiket arşivi: Dante

Halkın egemenliği

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

Kralın, padişahın, çarın, hanedanın, toprak ağasının ve ruhban sınıfının egemenliğine son verip egemenliğin halka devredilmesinin yolunu açan iki büyük devrim, insanlık tarihinde ilk defa, 18. yüzyılda gerçekleşmiştir.

1776 Amerikan Devrimi ve 1789 Fransız Devrimi bu süreci başlatan iki büyük devrimdir. Bu devrimlere, monarşinin, feodalizmin ve teokrasinin yıkılması sürecini başlatmaları nedeniyle, aydınlanma devrimleri denir.

14. yüzyıl ile 18. yüzyıl arasında Avrupa’da felsefe, bilim ve sanat alanındaki bazı gelişmeler, bu devrim sürecinin altyapısını hazırlamıştır.

– Sanatta Da Vinci, Botticelli, Raffaello, Michelangelo, Dante, Shakespeare, Cervantes;
– Felsefede Bacon, Hobbes, Locke, Descartes, Leibniz, Hume, Rousseau, Kant;
– Bilimde Kopernik, Galilei, Kepler, Newton;

monarşik, feodal ve teokratik güç odaklarının dogmalarının sarsılmasında büyük rol oynamışlardır.

Dönemin ekonomik ve siyasi koşullarıyla birlikte, alanlarında devrimci çalışmalar gerçekleştiren bu kişilerin eserleri birleşince, insanlık yeni bir dönemeçle karşılaştı.

Halkın egemenliği, birkaç yüzyıldır gündemde olan bir konudur. İnsanın yüz binlerce yıllık tarihi dikkate alınacak olursa, bunun çok yeni bir gelişme olduğu açıktır.

Halkın egemenliğinin sağlanması konusunda günümüzde yaşanan sancılar da insanlığın oldukça uzun süren karanlık geçmişinden hâlâ tam olarak kurtulamamış olmasıyla ilgilidir.
***
Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlanma devrimleri, Avrupa’da ve Amerika’da yaşanan bu sürecin, 20. yüzyıldaki bir yansımasıdır.

Avrupa’da ve Amerika’da, monarşinin yerine yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığı; feodalizmin yerine herkese mülkiyet hakkı; teokrasinin yerine laiklik devreye girmeye başlarken, Osmanlı İmparatorluğu aynı dönemde bu alanlarda hiçbir devrim gerçekleştirmiyordu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun geri kalmışlığı, tek başına, sanayi devrimini gerçekleştirememesine bağlı bir konu değildir. Sanayi devrimi Avrupa’da ve Amerika’da 19. yüzyılda gerçekleşmiştir. Gelişmişlik bağlamında esas konu sanayi devrimi değildir; esas konu, sanayi devriminden önce gerçekleşen siyasi devrimlerdir.

Sanayi devrimi, kapitalizm adı verilen yeni bir sömürü düzenine yol açtığı için, aydınlanma devrimleri bağlamında yüceltilecek bir şey değildir. Sanayi devrimiyle birlikte gelişen kapitalizm, 18. yüzyıldaki aydınlanma devrimlerinin eşitlik, kardeşlik ve özgürlük idealini yerle bir etmiştir.

Atatürk, bir taraftan, 18. yüzyıldaki aydınlanma devrimlerini, cumhuriyetçilik, halkçılık, laiklik, ulusçuluk ve devrimcilik ilkeleriyle uygulamaya koymuştur, bir taraftan da kapitalizmin, özel sektörün ve serbest piyasa ekonomisinin yol açacağı adaletsizlikleri, belli bir ölçüde bertaraf etmek için, devletçilik ilkesini yürürlüğe koymuştur.

Bu ilkeler, Atatürk’ün kurucusu olduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin “altı ok” olarak da bilinen temel ilkeleridir.

  • Cumhuriyet Halk Partisi, aydınlanma felsefesini, Türkiye’de siyaseten örgütlemek üzere, Atatürk tarafından kurulan bir siyasi partidir. CHP bir aydınlanma projesidir.
    ***

23 Nisan 1920’de, Atatürk’ün öncülüğünde kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi, halkın egemen olmasının sağlanması doğrultusundaki ilk büyük adımdır. Atatürk bu ulusal bayramı çocuklara, yani gelecek kuşaklara armağan etmiştir. Bu nedenle 23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanır.

Dünyada bu bayramın başka bir örneği yoktur. Türkiye bu bayramı, Atatürk’ün yaratıcılığına, insancıllığına ve iyimserliğine borçludur.

  • TBMM’nin kurulmasıyla birlikte, egemenlik saraydan ve padişahtan alınıp halka devredilmiştir.
  • Bugün AKP hükümeti, egemenliği halktan alıp yeniden saraya ve padişaha devretmeye çalışmaktadır! 

Ancak halkın egemen olması için, milletin temsilcilerinin yer aldığı Meclis’in kurulması yeterli değildir. TBMM bu nedenle, 1922’de saltanatı ve 1924 yılında halifeliği kaldırmıştır; 1923’te cumhuriyeti kurmuştur; 1924’te Öğretim Birliği Kanunu’nu, 1926’da Medeni Kanunu çıkarmıştır; 1928’de ve 1937’de laiklikle ilgili anayasal düzenlemeler yapmıştır; 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanımıştır.

Sağda solda, halkın, milletin, ulusun egemenliğini ağızlarında sakız yapanların, öncelikle bunları öğrenerek aydınlanmaları gerekmektedir.

Salgının Çıkarımları

Salgının Çıkarımları


PROF. DR. YAKUT IRMAK ÖZDEN
Cumhuriyet, 15 Mayıs 2020

Uzun yıllar başkanlığını yaptığım, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilimdalı‘nda derslerimize hep şu tanımla başlardık:

  • “Sağlık, sadece hastalık ya da sakatlığın yokluğu değil, bedensel, ruhsal, zihinsel ve toplumsal tam bir iyilik halidir.”

Sağlığı, asemptotik olarak, ne kadar yaklaşılsa da gerçek yaşamda tam olarak ulaşılamayacak bir “ideal” durum olarak ifade eden bir tanımdır bu…

Böyle bir ideale, ancak her bireyi, ana rahminden başlayarak yaşamı boyunca sarmalayacak koruyucu sağlık hizmetleriyle yaklaşılabileceği kuşkusuzdur. Dolayısıyla, tüm sağlık hizmetleri içinde, koruyucu tıbbın öncelikliği vardır. Aslolan, insanların sağlığını, olabildiğince bozulmadan koruyabilmek değil midir? Bu bakış açısı bizi, sağlık hizmetlerinin ağırlığının özel sektöre değil, kamuya verilmesi gerektiği sonucuna götürür.

KAPİTALİZMİN SIVASI DÖKÜLDÜ

Geride bıraktığımız 20. yüzyılda insanlık sağlık alanında dev adımlarla ilerledi. Yüzyılın sonuna doğru, artık, geçmişte çok ağır kayıplar yaratan bulaşıcı hastalıkların denetim altına alınmış olduğuna inanılmış ve dikkat, ön plana geçen süreğen (kronik) hastalıklara yönelmişti. Bu süreç içinde, belli bir insan kuşağının ortalama olarak kaç yaşına kadar yaşayabileceğini ifade eden “yaşam umudu” tarihte ilk kez 35-40 yıl seviyesinden, 80’li yaşlara doğru fırladı. (Nitekim ülkemizde de Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, özellikle Dr. Refik Saydam‘ın önderliğinde yürütülen, koruyucu hekimlik ağırlıklı kamusal sağlık hizmetleri tüm dünyaya örnek oluşturacak başarılarla sonuçlanmıştı.)

20. yüzyılda yaşanan süreci kavramak için Cahit Sıtkı Tarancı‘nın 1946 tarihli ünlü şiirini anımsamamız yeterli olacaktır:

“Yaş otuz beş, yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün”

dizesi, bundan sadece yarım yüzyıl sonra, biraz abartılı da olsa,

“Yaş yetmiş beş, yolun yarısı eder”e dönüştürülebildi.

Gerçekten de, pek çok bilim insanına göre, önümüzdeki yıllarda dünyaya gelecek kuşakların doğuşta yaşam umutları 120’lere doğru tırmanabilecekti. Tek tek bireyler açısından oldukça umut verici sayılabilecek bir beklenti..

Öte yandan, doğuşta yaşam umudunun henüz hiçbir ülkede 80’leri aşamadığı günümüzde bile, şimdiden yaşlı nüfusun ekonomi üzerinde ciddi bir yük oluşturduğuna göre, yaşamın daha da uzamasının yaratacağı demografik yapının ekonomik sonuçları düşündürücüdür. Tüm dünyayı altüst eden virüs pandemisinin ekonomik yapıya en çok yük getiren iki insan grubunu, yani her yaştan süregen hastalarla yaşlıları (ki örneğin Türkiye’de her 100 kişinin kabaca 10’u 65 yaşın üstündeyken, virüsün yol açtığı her 100 ölümün en az 80’i bu yaş grubuna isabet ediyor görünmektedir) hedef aldığı açıktır. Önümüzdeki kış aylarında, bu salgının yeni dalgalar halinde ortaya çıkarak ısrarla yaşlı nüfusu vurması olası mıdır? Her halükârda, insanoğlu kendini 120 yıllık sağlıklı ömürlere hazırlarken, bu öldürücü virüsle karşılaşması bir kara mizah senaryosu gibi…

Birçok düşünüre göre, dünyayı saran bu salgın, insanların doğal koşullarda dışında, hatta uzağında kaldığı, bazı yaban hayvanlarına ait yaşam alanlarına (bu canlıların habitatlarına) girmelerinin -tecavüz etmelerinin de denebilir- karşılığında ödedikleri bir bedeldir. Tüm dünyayı beklenmedik şekilde etkisine alan bu yıkıcı salgının kökenleri ve amaçlarına ilişkin çeşitli kuramlar üretilebilir elbette, ama şu anda öncelikli hedef, varolan salgının denetim altına alınabilmesi ve gelecekte ortaya çıkabilecek yeni tehlikelere karşı hazırlıklı olunabilmesidir.

Okuduğum sağlık ekonomisi çalışmalarının çoğunda, beni hep rahatsız eden şu postula’ya (belit’e) rastlamışımdır: Buna göre, hiçbir ülkede, sağlık hizmetleri bu alandaki gereksinim ve talepleri tam olarak karşılayamaz… Oysa kanımca sağlık hizmeti, belli kişilere özgü bir ayrıcalık değil, her insanın doğuştan sahip olduğu temel bir insan hakkıdır. Dolayısıyla, yaşamın çeşitli alanlarında kullanılan, verimlilik, fizibilite, kâr-zarar hesapları, gibi değerlendirme ölçütlerinin sağlık alanında geçerliliği olmamalıdır. Bu da doğal olarak ancak sağlık hizmetlerinin kamusal ağırlıklı olmasıyla gerçekleştirilebilir.

  • Bu salgın, küreselleşmeyle doruğuna ulaşmış olan kapitalist düzenin sağlık politikalarının (ABD’de bile) böyle bir krizle başetmekteki yetersizliğini ortaya koymuştur.

Görülen şudur ki;

  • Piyasa kurallarına teslim edilen bir sağlık sistemi, en gelişmiş ülkelerde bile insanların gereksinimlerini karşılayamamaktadır.

PANDEMİNİN ANIMSATTIKLARI 

Tüm dünyanın yaşamakta olduğu bu bunalım, insanları sadece sağlık ve ekonomi alanlarında  değil, pandeminin olası siyasal sonuçları üzerinde de düşünmeye zorlamaktadır. Kimi görüşlere göre, dünyanın birçok yerinde, daha pandemi öncesinde bazı şarlatan despotları iktidara taşıyan otoriterlik eğilimleri daha da pekişerek ve yaygınlaşarak demokrasileri derinden sarsacaktır. Bu karamsar öngörülerin gerçekleşmemesini umarız elbette…

Umarım yaşamakta olduğumuz bu felaket, kişisel olanaklarımız ne olursa olsun, hepimizin aynı gezegeni paylaşmakta olduğumuz gerçeğini  içselleştirmemizi sağlar… İçinde küçük bir cennet yarattığımızı sanarak çevremizde ördüğümüz duvarlar meğer ne kolay yıkılıyormuş!.. Ünlü bir düşünür, insanlığın tüm tarih boyunca, başına, halledemediği bir dert açmadığını ileri sürmüştü. Bu görüşün doğru olduğunu ve yaşanmakta olan acıların ilerde insanlığa olumlu katkılarla geri döneceğini umalım.

Yazımı bitirirken, Dünya Sağlık Örgütü‘nün, 2020’nin çağdaş hemşireliğin kurucusu Florence Nightingale‘in doğumunun 200’üncü yılı olması dolayısıyla bu yılki Dünya Sağlık Günü‘nü yardımcı sağlık personeline adadığını, ayrıca tüm dünyanın Mayısın ikinci haftasını da hemşirelik haftası olarak kutladığını hatırlatmak isterim. Gerek hekimlerimizin, gerekse hemşirelerimizin bu salgınla, bazen canları pahasına, büyük özverilerle nasıl savaştıklarını hepimiz biliyoruz. Tüm sağlık emekçilerimizin geride bıraktığımız 1 Mayıs bayramlarını kutluyor, hepsine sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Melih Gökçek doğru söylüyor

Melih Gökçek doğru söylüyor

Yılmaz Özdil

Yılmaz Özdil
SÖZCÜ
, 26.3.15

Tayyip Erdoğan: Yolsuzluk dendiğinde şunu anlarım, devletin kasası soyuluyor mu, soyulmuyor mu? Devletin kasasından soyulan bir şey yok, ayakkabı kutusundakiler Halkbank’tan soyulan para değildir.
*
Tayyip Erdoğan: Rıza Sarraf hayırseverdir.
*
AKP milletvekili Metin Külünk: 17 Aralık insanların günah işleme özgürlüğüne müdahaledir, Allah’ın hududuna müdahaledir.
*
Akp milletvekili Burhan Kuzu: İnternetteki ses kayıtları doğru bile olsa, inanan yok.
*
Tayyip Erdoğan’ın danışmanı Yiğit Bulut: İnsan yolsuzluk yapabilir, hepimiz insanız ama, yolsuzluk yapıldı diye bunu hükümete yapıştırmaya çalışmak… İşte işin operasyon kısmı burası.
*
Erdoğan Bayraktar: Ne yaptıysam, başbakanın talimatıyla yaptım, başbakanın istifa etmesi lazım.
*
Muammer Güler: Oğlum biraz pintidir, işyerini kapatınca kasalarını da eve taşımış.
*
Zafer Çağlayan: Uzay gemisi yapmamızı engellemeye çalışıyorlar.
*
Egemen Bağış: Hediye Türk geleneğidir.
*
Y
olsuzluk komisyonu üyesi Akp milletvekili Ayşe Türkmenoğlu:
Bakanlar her şeyi kabul etse bile, suç işlediklerine dair şüphe uyanmadı bende.
*
İlahiyatçı Hayrettin Karaman: Yolsuzluk başka şey, hırsızlık başka şeydir,
yolsuzluğa hırsızlık demek dinen iftiradır.
*
İlahiyatçı Ali Rıza Demircan: Tapeleri dinlemek, o tapelere inanmak, haramdır,
o tapeleri dinleyenler dinimize göre yoldan çıkmıştır.
*
Çarşaflı yazar Emine Şenlikoğlu: Bugün biri sordu, o kaset doğru olsa ne derdin?
Dedim ki, dindarlar zekatını yoksullara ulaştırmak için başbakana vermiş olabilir.
*
Akp milletvekili Mehmet Metiner: Para dolu ayakkabı kutularını oraya polisler koydu.
*
Başbakanlık danışmanı Etyen Mahçupyan: Yolsuzluklar palavra değil,
ama, Akp seçmeni rasyonel bir tercih yaptı.
*
Abdurrahman Dilipak: Yolsuzluk yok demiyorum… Ama, halk kirli oyunun farkına vardı, Ak Parti’ye sahip çıktı. Selam ve dua ile.
*
Havuzcu müteahhit Nihat Özdemir: Evet, 100 milyon dolar verdim ama, borç verdim.
*Milletin orasına koyacağını izah eden müteahhit Mehmet Cengiz: Bu cümleleri millete bir hakaret olarak sunmaları, şahsımı kamuoyu önünde itibarsızlaştırma faaliyetinin bir parçasıdır.
*
Fehmi Koru: Tayyip Erdoğan’ın kendisine ait olmayan bir paraya tamah edeceğine
asla inanmam. İsterseniz saf deyin bana, inanmam.
*
Bülent Arınç       : Melih Gökçek Ankara’yı parsel parsel satmıştır,
paralel yapının kucağında oturmuştur,
biz kimin nerede havlayacağını iyi biliriz,
Gökçek’in yaptığı tetikçiliktir,
Gökçek’le ilgili 100 konuyu 8 Haziran’dan itibaren konuşmak isterim.
*
Melih Gökçek: Başbakanım emretti, sustum, konuşmayacağım,
çünkü bizim partimiz CHP değildir, Ak Parti CHP değildir.
*
Dün, AKP’ye seçim şarkısı önermiştim.
Bugün de CHP’ye slogan önerim var.
Ben olsam, Melih Gökçek’in fotoğrafıyla “CHP, AKP değildir” lafını afiş yaparım!

====================================

Dostlar,

Tam bir şaşkınlıklar komedyası yaşıyoruz…

Heeey Dante, duyuyor musun??

Yaşasaydın, görkemli ve kadim kaç bin yılın İlahi Komedya‘sının pabucunu dama atacak

“Türkiye – AKP İlahi Komedyası” nı yazardın..
İnan, çok daha hızla ve de insanlık durdukça klasik ötesi olurdun..
Her çağda çok çok okunurdun, yazdıklarından insanlar yolsuzlukların daniskasını öğrenirdi..
Mideleri bulanırdı, kusarlardı..

Tıbbiyede Psikiyatri derslerinde de okunurdun Dante;
bir topum nasıl sosyal şizofreniye sürüklenir;
yazdıkların ibretle – dehşetle – isyanla öğretirdi,, kuşaktan kuşağa..

Kadim Dante, iyi ki görmedin bunları; inan sen de ortadan ikiye bölünür,
inanmazdın görüp – duyduklarına, bir dissosyatif sendrom olgusu da sen olurdun..

Sevgi ve saygı ile.
26.03.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Hesaplaşanlar ve Tarafsız Kalanlar

Değerli paşam,

Son YAŞ kararları hk. aşağıdaki yazınız çoook hüzün verici..

Tarihe de not düşücü..

Bu koşullarda yazınız için sizi “kutlama” bana tuhaf geliyor.

Yüreklilikle, yurtseverlikle acı gerçekleri yazdığınız için size teşekkür ederim..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 21.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================

Hesaplaşanlar ve Tarafsız Kalanlar

Naci_Bestepe_portresi

NACI BEŞTEPE
E. Tümgeneral

Çok kötü bir haftaydı.

3 Ağustos YAŞ kararları içimizi kararttı.

TSK burnuna kadar siyasete batırıldı.

Askeri hiyerarşi ve gelenekler ayaklar altına alındı.

YAŞ üyesi generallerin hepsi sessiz kaldı. Bir kişi bile şerh koyamadı.

5 Ağustos Silivri Özel Yetkili Mahkemesi kararları ise vicdanlarımızı kanattı.

Vicdanı olan ve kindar olmayanlar için sözüm tabii. Kendilerini kindar
ve dindar olarak tanımlayanlar ve onların önünde diz çökenlere değil.

Başbakan’ın sesi konumundaki danışmanı Yalçın Akdoğan diyor ki;

“ERGENEKON davası,Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki
hesaplaşmasının adıdır. Bu dava 27 Mayıs’tan, 12 Mart’tan, 12
Eylül’den, 28 Şubat’tan, 27 Nisan’dan süzülüp gelen bir müdahale
ruhundan hesap sorulmasıdır.”

Bu ifade açık bir kin ve intikam içermektedir.

Hukukla, adaletle ilgisi yoktur.

Devlet yönetimindeki bir şahsın ağzına almayacağı sözlerdir.

    Yargıda; somut olay,suç, kanıt, suçlu ve karşılığı vardır

.

Yargı ne tarihle ne de bir anlayışın ruhu ile hesaplaşır.
Yargı suçu yargılar.

“TSK geçmişte darbeler yaptı şimdiki mensupları da onların devamıdır, bunlar da yapar..” mantığı ilkel bir yaklaşımdır.

Yargıyı siyasi etkileri altına alanların mantığıdır bu.

Siz siyasi olarak tarihle, siyasi rakiplerinizle hesaplaşırsınız ama yargıyı bu hesaplaşmanın aracı haline getirdiğiniz anda meşruiyetiniz sorgulanır hale gelir.

Kararlarla ilgili iki bakış açısını anımsatayım.

Söz konusu mahkemenin yargıcı iken adaleti aradığı için sürgün edilen Hakim Köksal Şengün,

“Dosyadaki hiçbir sanık hakkında eylemlerle bağlantı kurulmadı, deliller eşliğinde suçlama getirilmedi” diyor.

AKP iktidarının öncü kindarlarından Bekir Bozdağ ise, “Hiçbir mahkeme delilsiz, ispatsız ezbere karar vermez.” diyor.

Mahkemelerin nasıl oluşturulduğunu kimse bilmiyormuş gibi.

Delil yerine sahtekar gizli tanıkların iftiralarının esas alındığı
gün gibi açık değilmiş gibi.

İşte yargının ne derece çıkmazda olduğunu gösteren iki yaklaşım.
Hangisine inanırsanız..

Mahkeme kararının HESAPLAŞMA olduğunu çok iyi gören bir grup da
BDP’li bölücü Kürtlerdir.

Hasip Kaplan diyor ki;

“AKP hesabını gördü sıra bizde. Kürtlerin 1990’lı yıllarda yaşadığı, binlerce köyün yakılıp yıkıldığı,faili meçhul cinayetler işlendiği…”

AKP hesabı kesti. Yargı eliyle.

Sıra BDP’li bölücülerde.

AKP ile el ele TERÖRLE MÜCADELE’nin hesabını kesme hazırlığı yapılıyor.
Dağda, silahlı çatışmada etkisiz hale getirilenler artık FAİLİ MEÇHUL sayılıyor.
Şehitlerimiz ne sayılacaksa.
ERGENEKON’da ceza alan yiğitler o mücadelenin sembol isimleri idi,
sıra geriye kalanlarda.

Türk ulusu izin verirse eğer…

Bilmem ulusum sessiz kalır mı?

Ama Genelkurmay Başkanlığı’nın tavrı ibretlik.

Mahkeme kararları ile ilgili olarak resmi web sitesinde yayımladıkları,

“Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası, hukuk devletinin erdemliliği ve yüce milletimize olan sorumluluğumuz dikkate alınarak..”

diye başlayan ve karardan üzüntü duyulduğunu, yüksek yargının uygun çözümle sonuçlandıracağına inanıldığı belirtilen bildiriden, bir saat içinde başlangıçtaki ifadenin çıkarılması Genelkurmay’ın durumunu
gözler önüne seriyor.

Ne vardır bu ifadede?
Çok şey.

T.C.’NİN BEKASI artık TSK’nın sorunu değildir çünkü.

TSK, eğer ülke dıştan yıkılmaya çalışılırsa müdahale edecek,
içten bölüp yıkanlara karışmayacaktır.

O halde “BEKA” ifadesi fazladır.

HUKUK DEVLETİNİN ERDEMLİLİĞİ’nden dem vuramaz.
Çünkü öyle bir devlet kalmamıştır.
Hukuku siyasi iradeye teslim etmiş bir devlet vardır artık.
O devleti yönetenlerle uyum içinde çalışılmaktadır.
O ifade de iktidardaki ağabey tarafından hoş karşılanmaz.
Silinmiştir.

YÜCE TÜRK MİLLETİNE KARŞI OLAN SORUMLULUK da yerine getirilmemektedir.

Silahlı eşkıya önünden resmi geçit yaparak giden askeri birlikler,
emirler gereği elini kıpırdatmamaktadır.

Binlerce şehidin kemiklerini sızlatan, şehidine, generaline subay-astsubayına sahip çıkamayan bir kurum durumuna düşürülen TSK’nın sorumluluğundan bahsetmek de abes olurdu.

Bu ifadeler, büyük olasılıkla Gnkur. 2. Başkanı onayı ile konmuştur siteye. Genkur. Bşk. ya kendi görünce ya da iktidardan birilerinden
laf işitince derhal çıkarılmıştır.

TSK artık tarafsız, sessiz- soluksuz, iradesiz bir kurum haline gelmektedir/gelmiştir.

Polisiye kitapları sevenler DAN BROWN’ı bilir.
Ben de çok sever ve her kitabını okurum.
Son kitabı CEHENNEM’de, DANTE’den alıntı iki cümlesi var.
Şu yukarıda anlattıklarıma nasıl da uyuyor bakın.

“Cehennemin en karanlık yerleri, buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır. Tehlikeli zamanlarda harekete geçmemekten daha büyük günah yoktur.”

İnanan, inanmayan kendine pay çıkarsın diye aktardım.

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Prof. Selçuk Erez : Yalakalara ne olacak?

Cumhuriyet Pazar Dergi 16.06.2013

file:/Users/apple/Desktop/dergi/in/16PD05/%2016%20HAZIRAN%202013:CALISMALAR:LOGOLAR%20ICIN:PAZARINPENCERESINDEN-2SATIR.jpg
SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com
 

Yalakalara ne olacak?Demokrasi yoksunluğuna Taksim Gezisi’nde başlayan tepkiler,
yurdun dört bir köşesine yayıldıkça ben, kıdemli yalakalarımız için üzülmeye başladım:İşin artık böyle süremeyeceğini, üç vakte kadar bu zavallıların işsiz kalacağını anlıyorum. O tarih gelip çattığında -ki maalesef bu kaçınılmazdır- işadamı, basın üyesi vb. yalakalarımız ne yapacaklar?

Dante, bu kimselerin Cehennemde Sekizinci Daire’nin İkinci çukuruna gideceklerini
ve orada süreksiz ve ağırlaştırılmış bir eylem sürdüreceklerini, dışkı eşeleyeceklerini söyler. Bunu bilerek, yeryüzünde sefalet çekmelerine karşı duyarsız kalamayız.

Araştırdım ve eski yalakaların bundan sonra yapabilecekleri, onların karakter yapısı ile çelişmeyeceğinden kolay uyum sağlayacakları birçok anafor işi saptadım.

İskatçılık                 : Bazı ülkelerde cenazelerde saçını başını yırtıp ağlaması için parayla adam tutuluyor. Özellikle Tayvan’da ve Kenya’da hatta İngiltere’de böyle kimseler var. Britanya’da saatine 45 sterline ağlıyorlar.

Arabistan’da kral yelpazelemek              : Klima cihazlarının yayılmasına rağmen
Arap yarımadasının emirleri, kralları, Mısır fıravunları gibi tavus tüyü yelpazelerle serinletilmeyi yeğliyorlar. Bu canlı soğutucuların da Venedik gondolcuları gibi işlerini görürken bir taraftan da şarkı söylemeleri hoşa gidiyor. Bu nedenle sesi güzel olanlar ve Arapça gazel bilenler tercih ediliyorlar. Tek riski, on beş yıl önce bir görevlinin yelpazeyi gereğinden fazla sallaması sonucu emir, ağır sinüzit olunca yelpazecinin çöle götürülüp taşlandığı biliniyor.

Yemek tadımcısı                : Zehirlenmekten korkan birçok devlet büyüğü, yiyeceklerini belli bir süre önce tadacak kimseler kullanıyorlar. Maaşın kabarık olması yanında yemeklerin en âlâsından beleş çimlenmek önemli avantalardır. Riski; sendikaları yok ve iş kazası çok.

Tebrik kartları basıp satmak               : Taksim Gezisi’nde ve Beyoğlu’nda,
sokak hattatlarımızca haziran ayı boyunca yazılmış duvar yazılarının resimlerini çekip bunları bayram tebrik kartları haline getirmek ve yılbaşı, dini ve milli bayramlarda satışa çıkarmak bol kazanca yol açabilir.