Etiket arşivi: ATATÜRK DEVRİMLERİ

TÜRK DEVRİMLERİNE CAN VEREN SİHİRLİ SÖZCÜK “LAİKLİK” NEDİR?


TÜRK DEVRİMLERİNE CAN VEREN SİHİRLİ SÖZCÜK “LAİKLİK” NEDİR?

İzzet Polat AROLAT
Atatürkçü Düşünce Derneği
Bilim Danışma ve Yazı Kurulu Üyesi

Atatürk devrimlerinin özü; bağımsızlığını yitirmiş, bilimde, sanatta, teknikte,, ekonomide, yaşamın hiçbir alanında başarı göstermemiş koskoca bir
Osmanlı İmparatorluğu. Okuma-yazma oranı erkeklerde %10, kadınlarda %4.
Yıkılmış viran olmuş bir ülkeden, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmış,
halkı mutluluk içinde çağdaş bir ulus yaratmaktır.

Durumu kısaca özetlemek gerekirse; yükselme dönemi dahil, yönetim padişahların elindeydi, yasaları o koyardı. Dünya işlerine vezirler, din işlerine şeyhülislam bakardı. Hilafetin kabulü ile (1517) ve sonraki yıllarda din yönetim içinde gittikçe ağırlık kazandı. Bilim ve teknikten gittikçe uzaklaşıldı. Devlet din kurallarına göre yönetilmeye başlandı.
Oysa Batı toplumları, Rönesans ve Reform hareketleriyle Ortaçağ karanlığından kurtuldular. Bilim ve akıl tek yol gösterici olarak kabul edildi. Din giderek dünya işlerinden elini çekti. İnsanların vicdanlarında yüce yerini aldı. Aklın ve bilimin yol göstericiliği, beraberinde, bilimde, teknikte, sanatta, ekonomide yeni ufuklar açtı. Derebeyliklerin, imparatorlukların yerini cumhuriyetler aldı. Demokrasiye giden yolun önü açıldı.

Osmanlı Devletinde ise; matbaa 1450’li yıllarda icat edildiği halde Osmanlı Devletine 278 yıl sonra ancak girebildi. Osmanlı tebası Rumlar ve Ermeniler, kendi matbaalarını kurdular. İncil’i ve Tevrat’ı kendi dillerine çevirdiler. Kuran-ı Kerim 1931 yılında Atatürk’ün sayesinde Türkçe’ye çevrilebildi. Ezan halen Arapça okunuyor.
1450’li yıllarda İtalya’da üniversite kuruldu.

Fatih Sultan Mehmet ise Ali Kuşçu ve Molla Hüsrev’i medrese kurmakla görevlendirdi.
Yani 1500’lü yıllardan başlayarak Batı, din ve devlet işlerini ayırırken, aklı ve bilimi yaşamın bütün alanlarında yol gösterici olarak kabul ederken, bizim toplumumuz giderek taassubun pençesinde geriledi, durakladı, parçalandı.
Sanayide hiçbir başarı gösteremedi. Ticaret büyük ölçüde Rum ve Ermeni tüccarların elindeydi. Para ve güç Galata bankerlerinin eline geçmişti.
Devlet dış borçların faizini bile ödeyemez durumuna düşmüş,
vergilerini Duyun-u Umumiye aracılığı ile topluyordu.

Emperyalist ülkeler çökmüş devleti soymakla yetinmiyor, topraklarını da elerlinden alarak Türkleri Anadolu’dan sürmek istiyorlardı.

Birinci Dünya Paylaşım Savaşından yenik çıkmıştık. Sıra topraklarımızın paylaşılmasına gelmişti. İşte tam bu sırada Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal ortaya çıktı. Paşalar ve Türk halkı O’nun arkasındaydı. Dünyanın ilk Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Lozan’da sınırları çizilmiş bağımsız bir Türk Devleti kurulmuştu.
Sıra daha büyük, daha zor bir savaşa gelmişti. Çağdaş dünya milletlerinin eşit, çağdaş, saygın bir üyesi olmak.

Bu hedef daha büyük Devrimi gerçekleştiriyordu.
Büyük Atatürk işte bu devrimi gerçekleştirdi.

Batı toplumu Rönesans ve reform hareketleriyle sürekli ve hızlı bir değişim sürecine girmiştir. Derebeylikler yıkılmış, Kilisenin dinci taassubu, yani ortaçağ karanlığı yerini Aydınlanma devrimine bırakmıştır. İmparatorluklar Cumhuriyet’e giderek Demokrasiyle yönetilen Devletlere dönüşmüştür.

Bilimde, sanatta, teknikte hızlı bir gelişme olmuş kıtalar keşfedilmiş, deniz ticareti
başta olmak üzere, ekonomide büyük gelişmeler olmuştur.

1789 Fransız İhtilali kardeşlik – eşitlik – özgürlük hareketlerinin ateşleyicisi olmuştur.

Fakat bütün bu gelişmeler yıllarca süren savaşları da beraberinde getirmiştir. Yüzbinlerce insanın ölümüne neden olmuştur.
Eşitlik ve özgürlük sloganıyla başlayan aydınlanma hareketi,
aynı zamanda sömürgeciliği de beraberinde getirmiştir.

Ancak hiçbir bilgi birikimi olmayan yanmış yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden çağdaş uygarlık düzeyine erişmiş bir ülke kurma girişimi gerçekçi olabilir miydi?
Yukarıda işaret ettiğimiz gibi Batı’nın 500 yıla yakın sürede on binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan, bilim, sanat adamlarının ağır bedeller ödeyerek gerçekleştirdiği aydınlanma devrimini başarmak olanaklı olabilecek miydi?

  • Halk bilerek, isteyerek cahil bırakılmıştı.

Medreseler, tekkeler, zaviyeler elinde insanlar köleleşmişti. 13 milyon olan nüfusun yaklaşık yarısı sıtma, verem gibi salgın hastalıkların pençesine düşmüştü.
Genç nüfus büyük ölçüde savaş meydanlarında ölmüştü.
Nüfus çocuklar, yaşlılar ve kadınlardan oluşuyordu.

Kalkınmanın önündeki en büyük engel Saltanat kaldırılmıştı. Cumhuriyet ilan edilmişti.

Fakat en büyük hedef olan çağdaşlaşma nasıl gerçekleşecekti?
Kalkınmanın eşitlik ve özgürlük hedefini gerçekleştirecek sihirli sözcük “Laiklik” ti.
Cumhuriyet’in ayakta kalması beklenen amaçlara ulaşmada akıl ve bilim yol gösterici olacaktı ama sağlıklı kararlar verebilmek için kör inançlardan kurtularak,
aklın özgürleşmesi gerekiyordu.

İşte bu özgürleşmenin sigortası Laiklik olabilirdi.

Din işleriyle dünya işlerinin ayrılması, dinin insan vicdanındaki yüce yerini alması
ve dünya işlerini ise akıl ve bilimin yol göstericiliğiyle çözmek gerekiyordu.

400 yıl hilafetle yönetilmiş, geri kalmış yoksulluğun yazgı gibi kabul edildiği bir toplumda, aklı ve bilimi yol gösterici olarak kabul etmek pek de kolay değildi.
Toplumun yarısını oluşturan kadınların %4’ü okuma yazma biliyor ve sofradaki yeri öküzden sonra geliyordu. Çok kadınla evlilik, mirastan 1/2 oranında pay alma
yasal olmakla birlikte kadınların mirastan pay almaması dinin buyruğu algılanıyordu.

Kadınları yasa karşısında eşit duruma getiren Medeni Kanun kabul edilmişti. Mecelle’nin kaldırılarak İsviçre’den alınan medeni kanunun kabulü
çok büyük bir değişimdi.

Ekonomik kalkınma büyük başarıyla sürüyordu. Gerici ve bölücü güçlerin desteklediği başkaldırılar Devrimin kararlı yaptırımı ile önleniyordu.

Latin harflerinin kabulü Kültür Devrimi’nin dev adımlarından biriydi.
Kılık kıyafette yapılan değişiklikler bile gerici dirençle karşılanıyordu.
Fesin kaldırılmasında bile güçlükler çıkarılmıştı.

Takvim değişti. Ağırlık ölçüleri, çağdaş milletlerle aynı oldu.

  • Devrimin aydınlatma feneri laiklik, 1931’de Altı Ok‘un önemli bir ilkesi oldu.

Laiklik yalnız, din ve devlet işlerinin ayrılması değildir.
Aynı zamanda inanç özgürlüğünün bir güvencesidir.
Ayrıca tüm yaşamı kapsayan bir yaşam biçimidir.
Sanatta, bilimde özgürlüktür.
Sosyal yaşamda ayatta yol gösterici akıl ve bilimin dayandığı temel ilkedir.
Şeriata karşı Medeni Yasadır. Padişahlığa karşı Cumhuriyet, ümmete karşı millettir. Sosyal yaşamda kadın erkek eşitliğidir.
Kulluğa karşı, bireyin özgürlüğüdür.

Yani insanı insan yapan tüm girdilerin ana kaynağı, besleyicisidir.

Ulus olmanın olmazsa olmazıdır.
Laik olmadan bir ülke bağımsız olabilir mi?
Laik bir toplum mutlaka bağımsızdır.

Demokrasi, her anlamda gelişmiş toplumların yönetim biçimidir.
Bir ülke laikliği tüm bireyleriyle içselleştirmemişse o ülkede Demokrasiden
söz edilemez. Toplum ümmetten millete geçememişse o tür toplumlarda demokrasi olamaz.

Demokrasi fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür insanlar ister.

Özgür insan da ancak laik bir toplumda gelişir.

  • Ülkeyi yeniden ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyenlerin, en çok saldırdıkları, Devrimin laiklik ilkesidir.

Laik düşünce toplumda egemen değilse o toplum her türlü gerici akımın cirit attığı bir ortam oluşturur.

Cumhuriyet’in, Devrimciliğin, Halkçılığın, Milliyetçiliğin, Demokrasi’nin yaslandığı temel ilke Laikliktir.

Laiklik, İslam dinin yücelmesinin de temel ögelerinden biridir.
Atatürk, 1 Mart 1924’te TBMM’nin 2. dönem 1. toplanma yılını açarken,
sözü dine getirerek, bunun gibi mensubu olmakla içimizin rahat olduğu ve
mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri olabildiği gibi bir siyasa aracı olmaktan kurtarmak ve yüceltmenin gerekli olduğu gerçeğini işlediğini gözlemliyoruz.

Büyük Atatürk hurafeler elinde tutsak olmuş bir ümmet toplumundan;
medeni, çağdaş bir ulus yaratmak istiyordu. Kendi kararlarını kendilerinin verdiği,
özgür bireylerden oluşan bir toplum, elbette ki çağdaş ulus olmanın önkoşulu
laik eğitimden geçer. Şeyhler dervişler ülkesinde çağdaşlıktan söz edilemez.
Onun içindir ki, 29 Ekim Cumhuriyet’in ilanından dört ay sonra Tevhid-i Tedrisat adlı Öğretimin Birleştirilmesi yasasını çıkarmıştır.

Öğretimde birliği sağlamak amacıyla, daha sonra gerici kültür kaynakları medreseler, tekkeler, zaviyeler kapatılmıştır. Bu yolla çağdaşlaşmanın önündeki engeller kaldırılmıştır.

Din işlerine bakmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı durulmuştur.

Sonraki yıllarda Latin harflerinin kabulü ile okuma ve yazma kolaylaştırılmış,
geniş halk kitlelerine ulaşma olanağı doğmuştur.

Devrimlerin hemen hepsi dikkatle incelendiğinde, demokrasiye giden hedef
mutlaka görülecektir.

Demokrasi ise, başka girdilerle birlikte Laiklik ilkesine yaslanmaktadır.
Bir ülkede laiklik ilkesi içselleştirilmeden uygulanan demokrasi eksiklidir.
Giderek sömürge demokrasisine dönüşür.

Laiklik; her türlü inanç, gelenek ve toplumsal baskıdan kurtulmak ve
özgür davranmak demektir.

Her türlü gelişmenin büyülü anahtarı Devrimlerle birlikte Laiklik ilkesidir.

Atatürk devrimi devam ediyor..


Atatürk devrimi devam ediyor!

portresi

 

Afet ILGAZ
YENİÇAĞ
, 5.6.13

 

 

Bir şey bekliyordum ama bu kadar çabuk olacağını sanmıyordum. Hatta bundan önceki yazımda Münevver Ayaşlı’nın kitabından bir hatıra anlatmıştım, isteyen bakar.
Bizler, tecrübe sahibi aydınlarız. Bazı şeyleri görebiliyoruz, ama işi yapanlar gençler. Resimlere bakıyorum da güzel kızlar, yakışıklı çocuklar; hepsinin ellerinde bayraklar, dimdikler.

***

Sökülmüş ağaçları kucaklayarak yerine koymaya çalışanlar ve
sökülmesinler diye ağaç gövdelerine sarılanlar da onlardı. Hayırlı bir başlangıçtı,
hayırla devam ediyor.

Üzüntüm;

– beyninden kurşun çıkarılamayan OSTİM’li işçi,
– TOMA altında kalan sendikacı,
– göz ameliyatı olan 3 kişi.

Daha çok olduğu söyleniyor ama teyit edilmiş bir bilgi yok.

Halkımızın gücünden hiç ümidimi kesmedim, zekasından da.
Pankartlarda ne espriler yapıyorlar. Bir tanesi çok hoşuma gitti:

  • “Tayyip’i yıkalım yerine AVM yapalım…”

– Atatürk devrimleri bitti diyenler,
– Cumhuriyet eskidi diyenler,
– “Altı Ok”un bir hükmü yoktur diyenler,
– T.C.’yi tabelalardan kaldıranlar,
– milli bayramları yasaklayanlar,
– 10. Yıl Marşı yerine Mehter Marşı koyalım diyenler (ki Mehter Marşı’nın kökeni de Hun Türklerine dayanır),
– Öcalan ile pazarlık edenler, federasyon, bölücü Anayasa yapanlar,
Atatürk’ün anıtlarına çelenk koymayı bile yasak edenler,
– Meclisin askerlerini değiştirip yerine polis koyanlar,
– TSK üniformalarını Suriyeli katillere giydirenler;
– subayları, gazetecileri, milletvekillerini Silivri’ye tıkanlar,
– Reyhanlı faciasını Suriyeli katilleri korumak için ört bas edenler,
– sınırlarımızı delik deşik edenler,
– vatanını korumaktan başka derdi olmayan Esad’a çemkirenler,
ayyaş benzetmeleri,
– tarihi sinemaları yıkanlar, AKM’yi de yıkacağız diye meydan okuyanlar,
– başları sıkıldıkça cami yaptırmaya kalkanlar, camilerde siyaset yapanlar,
– kul hakkı yedikleri halde alnı secdeli diye halkın oyunu çalanlar,
– limanlarımızı, havaalanlarımızı, madenlerimizi, yabancılara peşkeş çekenler, 
– fabrikalarımızı kapatanlar, kotalar koyarak, tarımımızı mahvedenler,
– topraklarımızı türlü numaralarla satanlar ve kiraya verenler…

  • İyi bilsinler ki Atatürk Devrimi kaldığı yerden başlamıştır. 

Artık orada Cumhuriyet’in ilk yıllarında olduğu gibi tam bağımsız, başı dik, çalışkan
ve üretken bir Türkiye oluşmaya başlayacaktır. O kadar biber gazına, gaz bombalarına, 4 günlük yorgunluğa rağmen ertesi gün dimdik meydanlara koşan Türk halkına
ve gençliğine güveneceğiz.

***

Ben Cerrahpaşa’da oturuyorum, burası sessiz, sakin, dindar insanların çoğunlukta olduğu bir semttir. Hadiselerin başladığı ilk gece pencereden baktım, sokakta in cin
top oynuyor. İkinci gece tanıdık sesler gelmeye başladı, tencere, tava sesleri ve yürüyen kadınlarla erkekler. Fındıkzade taraflarından daha yoğun bir gürültü geliyordu.
Bir saat sonra bir de baktım ki daha başka sesler geliyor, meğer liseli, olduklarını sandığım genç çocuklar sıra olmuşlar

“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye tempo tutarak yürüyorlar.

Oysa buralarda en çok asker uğurlarken ve maç kazanılınca bağırışırlardı.
Bayraklarla hoplar, zıplar arabalara doluşur geçerlerdi. Bu vesile ile bayrağımıza yeniden kavuştuğumuzu söylemek isterim. Artık o, oradan buradan indirilen, üstü örtülen bir şey olmaktan çıktı. Akif’in ‘Nazlı Hilal’i olarak çok şükür nazlı nazlı dalgalanıyor. Akif ’in dediği gibi hiddetlenmiyor, celallenmiyor, çehresini çatmıyor.

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=27008, 5.6.13

İstatistiklerle Kadın 2012 Araştırması


Dostlar
,

Kadın-erkek eşitliği bağlamında TÜİK‘in verilerini aşağıda sunalım.

Ancak TÜİK güven vermiyor..

2012 sonunda nüfusu 75 milyon 724 bin olarak vermişti.

Bu çalışmada ise 75 627 384..

Bu çelişkiler, tutarsızlıklar kabul edilemez..

Kaldı ki, Türkiye nüfusu 80 milyonu aşkındır ve “her ne hikmetse” (!?) TÜİK % 10 dolayında eksik nüfus bildirmekte..

TÜİK‘in bu bağlamda sıkı bir eleştirisine aşağıdaki yazımızda yer vermiştik.

TÜİK’in Tehlikeli Hataları.. Başbakan da Yanıltılıyor..

Unutulmasın; kadın-erkek eşitliği ancak laik-demokratik bir sosyal hukuk devletinde gerçekleştirilebilir.

Herhangi bir şeriata dayalı rejimlerde asla.. Örnekler ortada.. ;

S. Arabistan, Afganistan, Irak’lı kadınların ABD askerieri ile yatmasını önerecek denli zıvanadan çıkan Vahabi bir müftü… ve daha niceleri..

Kadın arkadaşlarımızın ATATÜRK DEVRİMLERİ‘ne herkesten ama herkesten
daha çok sahip çıkması gerekiyor..

Sevgi ve saygı ile.
10.3.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

İstatistiklerle Türk kadını

TÜİK, İstatistiklerle Kadın 2012 Araştırması’nın sonuçlarını açıkladı.
İstatistiklerle Kadın 2012 Araştırması“na göre, işsizlik oranı, kadınlarda % 10,8 düzeyinde. 15-24 yaş dilimindeki kadınlarda işsizlik oranı % 19,9’a çıkıyor.
Kadın nüfus, Türkiye nüfusunun % 49,8’ini oluşturuyor.
Türkiye’nin 75 627 384 olan nüfusunda kadınların sayısı 37 671 000.

Kadın nüfusun % 24,4’nü 0-14, % 16,3’ünü 15-24, % 31’ini 25-44, % 19,8’ini 45-64,
% 8,5’ini 65 ve daha yukarı yaş dilimi oluşturuyor.

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2012 sonuçlarına göre,
Türkiye’de 30,1 olan ortanca yaş, kadınlar için 30,6, erkekler için 29,5.

Kadın nüfusun doğuşta beklenen yaşam süresi (E0) erkek nüfustan daha yüksek düzeyde.

Doğuşta beklenen yaşam süresinin 2013 yılında kadınlar için 79,2, erkekler için 74,7 yıl olacağı kestiriliyor. Düzenli olarak artan doğuşta beklenen yaşam süresinin
2023’te kadınlar için 80,2, erkekler için ise 75,8 yıla çıkması öngörülüyor.

Kadınlar daha küçük yaşta evleniyor

İlk evliliğini 2011 yılında yapmış kadınların ortanca ilk evlenme yaşı 23,3 iken,
bu yaş erkeklerde 26,6’ya çıkıyor.

Boşanma verilerine bakıldığında 2011 yılında 120 bin 117 çiftin boşandığı görülüyor. Boşanma nedenlerine bakıldığında, eşlerin sorumsuz ve ilgisiz davranması
% 26,6’lık oranla ilk sırada geliyor. Bu nedeni sırasıyla % 23,4’le öbür nedenler,
% 20,8’le şiddet ve %16,8’le aldatma izliyor.

Evli çiftlerin ilk evlilikleri göz önüne alındığında, çiftlerin % 93,7’sinin hem resmi
hem de dinsel nikahla, % 3’ünün ise yalnızca dinsel nikahla evlendiği görülüyor.
Akraba evliliği yapanların oranı % 23,3, görücü usulüyle,
kendi görüşü sorulmadan aile kararıyla evlenenlerin oranı ise % 9,4.

Eğitim düzeyine göre okullaşma oranlarında kadın ve erkekler arasında önemli fark gözlenmiyor. Okuryazarlık oranı kadınlarda % 92,2 iken, erkeklerde % 98,3‘ü buluyor. 2011-12 öğretim yılında ilköğretimde okullaşma oranı kadınlarda % 98,6, erkeklerde
% 98,8, ortaöğretimde okullaşma oranı kadınlarda % 66,1, erkeklerde % 68,5, yükseköğrenimde okullaşma oranı kadınlarda % 35,4, erkeklerde % 35,6.

Kadınlar tütün ve tütün ürünlerini bırakmayı erkeklerden daha çok deniyor.

Tütün ve tütün ürünü kullananlar içinde bunları bırakmayı deneyen kadınların oranı
% 44,9’a çıkarken, erkeklerde bu oran % 41,8’de kalıyor.

Memnuniyet oranı % 70

Araştırmaya göre, çalışan kadınların yaklaşık üçte biri ücretsiz aile işçisi.

İşgücüne katılım oranı, 2012’de kadınlarda % 29,5 iken, erkeklerde % 71.
İstihdam edilen kadın nüfus oranı % 26,3’te kalırken, erkek nüfus oranı % 65’e çıkıyor.

Ücretli veya gündelikçi olarak çalışan kadınların oranı %54,3 iken, kendi hesabına çalışan kadınların oranı % 10,8. Ücretli veya gündelikli olarak çalışan erkeklerin oranı %66,5, kendi hesabına çalışan erkeklerin oranı ise % 22,3 ile kadınları geride bırakıyor.

İşsizlik oranı, kadınlarda %10,8, erkeklerde ise % 8,5. 15-24 yaş dilimindeki
genç nüfusta işsizlik oranı ise kadınlar için % 19,9’a, erkeklerde ise % 16,3’e yükseliyor.

Çalışan kadınların % 70,1’i, erkeklerin ise yüzde 71,2’si çalıştığı işten hoşnut (memnun) olduğunu belirtiyor.

0-5 yaş diliminde çocukların yaşadığı hanelerde çocuk bakımını % 89,6 oranında anneler, %1,5’ini babalar üstleniyor. Çocukların % 2,4’ünün bakımı kreşlerde  sağlanıyor.

Kadınlar siyasette geride

Kadınlar siyasal alana erkeklere göre çok daha az katılım sağlıyor.

TBMM’ndeki kadın milletvekili oranı 1935’te % 4,5 iken, 2012’de % 14,4’e yükseldi. Kadın bakan sayısı ise 1. (AA, 8 Mart 2013)