Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

ADD : ÇOCUKLARIMIZ AÇLIK, SEFALET VE CEHALETE MAHKUM EDİLEMEZ!

BASINA ve KAMUOYUNA

UYARIYORUZ !

ÇOCUKLARIMIZ AÇLIK, SEFALET VE CEHALETE MAHKUM EDİLEMEZ!

2023-2024 Eğitim-Öğretim Yılı başlarken çocuklarımız yolsuzluk ve ekonomik kriz kaynaklı açlık ve sefaletle birlikte yıllardır sistematik olarak dinselleştirilen Eğitim Sisteminin yarattığı cehaletin pençesinde kıvranıyor. Aslında Sosyal Devlet’in başat görevi ise de, milyonlarca anne baba evlatlarının beslenme, barınma ve giyinme gibi en temel gereksinimlerini karşılayamıyor. Yavrularımız doğru ve sağlıklı beslenemiyor, bedensel ve zihinsel gelişmeleri köreliyor. Taşımalı Eğitim kılıfı ile okulsuzlaştırılan binlerce köyümüz, cehaletin kör kuyusunda çaresiz bırakılıyor. 12 yıllık kesintisiz eğitimi katleden bilim dışı 4+4+4 sistemi ile geleceğimiz karartılıyor. Üniversite sınavlarında 40 Matematik sorusundan ancak 7’si, 18 Fen sorusundan salt 2’si doğru yanıtlanabilirken Türkçe okuduğunu anlamada 72 ülke arasında 54. sırada sürünüyoruz. Ulusal çapta yapılan bir araştırmada ise çocuklarımızın % 66’sının okuduğunu anlamadığı saptanıyor.

Bu vahim (ürkünç) tablo; ihaleler ve teşviklerle ihya ettiği kimi şirketlerin trilyonluk vergi borçlarını bir kalemde silerken, öğrencilerimize günde bir öğün yemeği çok gören AKP İktidarının eseridir.

Hal bu iken, görevi çocuklarımızın dünya çocukları ile yarışabilecekleri bilimsel bilgi ile donatılmalarını sağlamak olan Milli Eğitim Bakanlığı, Laik Cumhuriyet düşmanı kimi tarikat-cemaat vakıf ve dernekleriyle protokoller imzalıyor, Değerler Eğitimi dediği, ÇEDES adı verdiği bilim dışı uygulamalarla okullarımıza imamlar, vaizler atıyor, sarıklı cübbeli, çarşaflı peçeli kişilerin eğitimci sıfatıyla körpe beyinlere rol modeli olarak sunulmasına olanak sağlıyor. Siyaset kurumunun devlete ve topluma musallat olan bu çağ dışı yapılanma ve uygulamalara tepkisizliği ise yürekleri yakıyor.

Atatürkçü Düşünce Derneği olarak, Milli Eğitim Bakanlığını bir kez daha uyarıyoruz :

  • Ulusumuzun ve ülkemizin geleceği olan çocuklarımızın Atatürk ışığında
    bilimsel bilgi ile eğitilmesinden sorumlu olduğunuzu unutmayınız!
  • Görevinizi adınızdaki “MİLLİ” sıfatına uyarak yapınız!
  • Milli Eğitim Temel Kanunu esaslarının yok sayılmasına, çiğnenmesine
    izin vermeyiniz!
  • Eğitim Sistemimizi dinselleştiren ÇEDES benzeri uygulamalara
    derhal son veriniz!
  • Diyanet İşleri Başkanlığı ile tarikat ve cemaat vakıf ve derneklerini Bakanlığınızdan uzak tutunuz!
  • 4+4+4 ve Taşımalı Eğitim yanlışlarından bir an önce dönüp köy okullarını açınız, 12 yıl kesintisiz, ücretsiz, laik ve bilimsel Eğitim Sistemini yaşama geçiriniz!

Saygılarımızla. 20.09.2023

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ

Basın açıklamasının PDF biçimi : BASINA VE KAMUOYUNA-UYARIYORUZ
Bu basın açıklaması 21 Eylül 2023 günü Cumhuriyet‘in arka sayfasında tam sayfa yayınlandı.
===================================
Dostlar,

ADD Genel Merkezimizin bu önemli basın açıklamasına ve uyarılarına biz de bütünüyle katılıyoruz.

Devletimizin temel değerlerine artık azgınlaşan açıktan saldırılarınıza son veriniz. Açıkça yürürlükteki yasaları, Anayasayı çiğnemekten vaz geçin

Türkiye Cumhuriyeti’nin kan ve canla yoğrulan meşru devrimci temellerin saygılı olunuz.

Gittiğiniz yol yanlıştır. Tarihsel olarak önü tıkalıdır.
Sizi ve ülkeyi hayıra götürmez ve başaramazsınız.

“Muhafazakar demokrat” çizgiye geliniz Batı demokrasilerinde olduğu gibi.

Bu bağlamda bir tweet iletimiz..

https://x.com/profsaltik/status/1704770985080066275?s=20

Tweet iletisindeki gazete kesisine (kupürüne) yazdığımız yorum :
**

  • İşte AKP=RTE’nin Yeni Türkiye’si! 2. yüzyıl. Dileyelim necip millet kader deme yerine politik bilinç geliştirsin; soyulduğunu, islamofaşizmin yandaşlarını zengin ettiğini anlasın ve meşru direnme hakkını kullansın.
    Ya muhalefet-CHP? Yoğun bakımdan ne zaman çıkacak önderlik için?

***

Sevgi ve saygı ile. 20 Eylül 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

İKİ 12 EYLÜL: 1980 – 2010

Suay Karaman

Ülkemizi karanlıklara sokan 12 Eylül 1980 darbesi iki bölümde incelenmelidir. Birincisi, Türkiye’yi 12 Eylül 1980 darbesine getiren süreç, ikincisi ise 12 Eylül 1980 darbesi olduktan sonra, sözde demokrasiye geçene dek olan süreç.

Türkiye’yi 12 Eylül 1980 darbesine götüren süreçte, o günlerin hükümetlerinin, bürokratlarının, üst düzey subaylarının, siyasetçilerinin, siyasal partilerinin de kusurunun olduğu bilinmelidir. Büyük katliamların (kırımların), sürekli sokak çatışmalarının, ölümlerin, yaralanmaların, siyasal cinayetlerin (öldürülerin) olduğu bir ortamda altı ay cumhurbaşkanı seçemeyen bir parlamentonun varlığı herkesi rahatsız etmekteydi. Ekonomik sıkıntılara, siyasal istikrarsızlık da eklenince, halkın büyük çoğunluğu askerlerin müdahale etmesini ister duruma gelmişti.

Böyle bir süreçte ve birçok ilde sıkıyönetim varken, 12 Eylül 1980 sabahı, düğmeye basılmış gibi bütün toplumsal olaylar birden sona ermiş, çatışmalar durmuş, siyasal cinayetler (öldürüler) bitmişti. Ekonomi yine belirsiz ve kırılgandı, toplum sefalete sürüklenmişti. Bu karanlık dönemde ülkemizde uygulanan faşist yönetim sonucunda ortaya korkunç veriler çıktı.

    • 650.000 kişi gözaltına alındı,
    • 1.700.000 kişi fişlendi,
    • 230.000 kişi yargılandı,
    • 250.000 kişi işkence gördü,
    • 50 kişi idam edildi,
    • 45.000 kişiye çeşitli hapis cezaları verildi,
    • cezaevlerinde 300 kişi kuşkulu biçimde öldü,
    • 170 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.
    • 14.000 kişi yurttaşlıktan çıkarıldı,
    • 390.000 kişiye pasaport verilmedi,
    • 30.000 kişi yurt dışına kaçtı,
    • 23.700 derneğin etkinlikleri yasaklandı,
    • 4.900 kamu görevlisinin işine son verildi.
    • 930 yayın, 190 film yasaklandı,
    • 40 ton gazete, dergi ve kitap yakılarak yok edildi,
    • gazetelere 300 gün yayın yapmama cezası verildi.

12 Eylül 1980 askeri darbesinden 30 yıl sonra, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halk oylamasında takkeli anayasa değişikliği sonucunda Yargı ele geçirilmiştir. Fethullah Gülen’in “ölüleri de mezardan çıkarın, oy versinler” dediği halk oylamasında; düzmece maddelerle toplum kandırıldı ve Yargı Fethullah Gülen cemaatine teslim edildi. Yani sivil darbe yapıldı.

Ülkemiz, her geçen gün yeni yeni sivil darbelere tanıklık etmektedir.

Özellikle 16 Nisan 2017’de yapılan halk oylamasında da
mühürsüz oylarla rejimin değiştirilmesi tam anlamıyla bir sivil darbedir.

Günümüzde siyasal iktidar sık sık askeri “vesayete son verdik” derken, sivil vesayeti dayatmaktadır.

Eğer askeri ya da sivil darbe olmasın diyorsak, o darbeleri hazırlayan koşulların da oluşmaması için gereğinin yapılması gerekir; öncelikle hukuka bağlı kalmalıyız.
Sivil yönetimler tarafından hukuk katledilince ve sonuçta demokrasi ağır yara alınca, askeri darbe geliyor.

Ancak bu gün; 12 Eylül faşizmi, sivil olarak sürmektedir.

12 Eylül 1980 darbesinin ürünü 1982 Anayasası, %93 “evet” oyuyla kabul edilmiştir. Bu anayasa ile sermayenin ve dincilerin sisteme egemen olmalarının yolu açılmıştır. Liberal ekonomi benimsenerek (24 Ocak 1980 Kararları ile), sosyal devlet ilkesi ortadan kaldırılmıştır.

Günümüze dek 1982 Anayasası’nın 177 maddesinin 134’ü değiştirilmiş, 3 kez halkoylaması yapılmıştır. Yıllardan beri ‘sivil anayasa’ söylemiyle ortaya çıkarak birkaç kez girişimde bulunan siyasal iktidar, 14 Mayıs 2023 seçimlerinden sonra hızla düğmeye basmıştır.

12 Eylül askeri darbesinin 43. yılında düzenlenen ‘1982 Yerine 2023 Anayasası Sempozyumu’nda konuşan AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan yeni anayasada ‘çeşitlilik’ istedi. “Nasıl bir sivil anayasa” sorusuna yanıt aranan sempozyumda (kurultayda), “ilk 4 madde” konuşulduegemenlik hakkının cumhurbaşkanını da kapsaması önerildi.

Öncelikle, milletin çeşitliliği tanımı doğru değildir!

Bu tanım, laiklikle sorunu olan siyasal iktidarın din temelli, uluslaşmamış çoklu kimlikler yaratma arzusudur. Zaten çeşitlilikten millet çıkmaz; millet ortak dil, kültür ve tarihsel birikime (AS: ve gelecek kurgusuna) dayanır.

Bunun yanında “anadilde eğitim ve eşit yurttaşlık” gibi tanımlar emperyalizmin dayatmalarıdır. “Eşit yurttaşlık” olarak adlandırılan görüş, eşitliği yurttaşlar arasında değil, etnik ya da dinsel yapılar arasındaki eşitlik olarak görür. Eşit yurttaşlığın dayanakları çok dillilik, anadilde eğitim, yerel yönetimlere yetki devri, etnik topluluklara hukuksal kimlik kazandıracak girişimlerdir. Bunlar ulusal devleti yok etme girişimleridir.

Anayasa, devletin temel işlevini yerine getirecek organları belirleyen, devletin nasıl yönetileceğine yön veren, kişilerin hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, devlet ile birey ve birey ile birey arasındaki ilişkileri düzenleyen yazılı ve bütünsel bir belgedir. Anayasa, bir devletin yönetim biçimini belirten devletin temel yasasıdır. Eğer yeni bir anayasa yapılacaksa öncelikle 1961 Anayasası temel alınarak, hareket edilmelidir.

14 Mayıs 2023’te seçilen TBMM üyeleri, beş yıl için Yasama yetkisi almıştır. TBMM üyeleri, yürürlükteki anayasaya bağlılık yemini ederek görevlerine başlamıştır. Bu nedenle varolan anayasaya bağlılık yemini eden TBMM üyelerinin yeni bir anayasa yapma yetkisi yoktur. Bu durumda TBMM üyelerinin yürürlükteki anayasayı tümüyle yok sayarak, yeni bir anayasa yapmaya çalışması etik olmadığı gibi, açıkça suç olarak değerlendirilmelidir. Anayasa yapmak ile öbür yasaları yapmak birbirine karıştırılmamalıdır.

Yeni anayasa yapma koşullarını oluşturmak için, öncelikle halkın yeni bir anayasa isteyip istemediği halkoyuna sunulur. Bu halk oylamasında nitelikli çoğunlukla “evet” çıkarsa, barajsız bir seçimle Kurucu Meclis oluşturulur. Bu Kurucu Meclisin hazırlayacağı yeni anayasa taslağı, yeniden halkoyuna sunulur. Yeni bir anayasa ancak böyle yapılır. Çünkü anayasalar toplum sözleşmesidir ve ancak kurucu meclislerce yapılması gerekir. Salt kurucu meclisin yapabileceği yeni anayasayı, bu Meclise yaptırmaya çalışanlar, tarihin sorumluluğundan kaçamayacaklarını da unutmamalıdırlar. Anayasada değişiklikler yapmak ile “yeni anayasa yapma“nın farklı olduğunu da bilmeliyiz.

16 Eylül 2023 günü İzmir’de Eğitim-Sen öncülüğünde düzenlenen Laiklik mitinginde ‘eşit yurttaşlık’ ve ‘anadilde eğitimin’ önünün açılması, Kürtçe’nin ikinci resmi dil olması ve anayasal güvence altına alınmasının istenmesi, eş zamanlı olarak yeni anayasa yapımına destek niteliğindedir.

Bütün bunlar yaşanırken AB raporunun da tam bu arada oylanmasını ve AB raporunda Suriyeliler için Türkiye’ye övgü sunulmasını üst üste koyunca, nasıl bir projeye doğru sürüklendiğimiz tüm açıklığıyla ortaya çıkmaktadır.

  • Yapılmak istenen ‘sivil anayasa’ ile geçerli anayasamızın ilk 4 maddesi
    hedef alınacaktır.
  • Sivil anayasa diyerek açıkça laik cumhuriyetimizle hesaplaşmak istenmektedir.

Bu oyunlara gelmeden önce geçmişi ve bugün yapılanları sorgulayarak, düşünmeliyiz, kararımızı buna göre vermeliyiz.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 20 Eylül 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

İFTİRACI

Terörle mücadelenin Kürt vatandaşlarımıza yönelik olduğuna dair iftiralar atan CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun konuşmalarının CHP MYK’sında gündeme getirilmediği ortaya çıktı.

CHP gaz kaçırıyor…

TEPE

İçişleri Bakanı Yerlikaya, “Teröristin, mafyanın tepesine bineceğiz”

Devletin tepesindekilerle omuz omuza olanlar dahil midir?..

MÜLAKAT

RTE, seçim öncesi mülakatın kaldırılacağı sözü vermişti.

MEB, “Mülakat gibi mülakat yapacağız” açıklaması yaptı.

Söz nereden çıkar? Bir yalancı var!.

ENGEL

MEB Yusuf Tekin, “Kız öğrenciler için ayrı okulların kanun kapsamında açılabilmesi için bir engel bulunmamaktadır” dedi.

Kız- erkek ayıran kafalar en büyük engel…

ÇAYLAK

CHP Gn. Bşk. lığına adaylığını açıklayan Özgür Özel “Özgür ve eşit yurttaşlığın kendi kaderine el koyacağı bir düzeni inşa edeceğiz.”

Türk Milleti’ne son verme hayalinde birleşti…

FARK

Sivas/Madımak davası 3 firari sanık 30 yıldır yakalanamadığı için zaman aşımı nedeniyle sonlandırıldı.

Fark etmez. Yakalansalardı RTE yaşlılıktan affederdi…

ZİYARET

Kırıkkale’nin yeni AKP İl Başkanını tüm devlet erkanı ziyaret etti.

Parti devletinin unsurları…

ŞİRK

Menzil mensubu Şemsettin Bektaşoğlu, Seyyid Saki’nin elinden tutan Allah’ın elinden tutmuştur”

Bunlar İslam’ı unutmuştur…

KAFİR

İmam Halil Konakçı “Şeriat istemeyen kafirdir” çıkışı yaptı.

Yobazların öncülerinden, iktidar borazanı…

ÜLKEM

RTE, KYK yurdunda şeyh “onuruna” iftar veren Arif Özsoy’u İstanbul Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğü görevine atadı.

Şeyhler, müritler, mensuplar…

İncirlik’in ABD’ye Kullandırılması Uluslararası Hukuka Aykırıdır

Dr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral, Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Soğuk savaş sonrasında Ortadoğu’ya ilgisi artan ve eylemli duruma geçen ABD’nin hedefi, emperyalizmin 1. Dünya Paylaşım Savaşında gerçekleştiremediği, Akdeniz’e çıkışı olan bağımsız büyük Kürt devletini kurmaktır.

Bunun için Irak’ı üçe bölmüş, kuzeyinde Kürt devletinin birinci ayağını oluşturmuş, sıra Suriye ayağına gelmiştir. Bu amaçla ülkemizde de eylemli olan bölücü terör örgütünü açıkça desteklemektedir.

ABD’nin Ortadoğu’yu kendi çıkarlarına göre biçimlendirmek amacıyla giriştiği askeri eylemler, İncirlik Üssü ve Türk hava sahasını kullanmaksızın daha uzun zaman alır ve daha maliyetli olur. Toprak bütünlüğümüzü doğrudan tehdit eden bu girişiminde Türkiye’nin ABD’ye İncirlik Üssünü ve hava sahasını kullandırması gaflet ve dalaletin ötesine geçmiştir.

Ulusal çıkarlarımız, İncirlik ve öbür üslerin ve hava sahamızın Amerikan askeri faaliyetlerine derhal kapatılmasını gerektirmektedir. Bunun için yeterli hukuksal dayanağımız da vardır.

Türkiye ile ABD arasındaki savunma işbirliğinin hukuksal çerçevesi 1980 tarihli Savunma Ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması (SEİA) ile çizilmiştir. SEİA’nın özü şudur :

  • ABD, TSK’nın modernleştirilmesine yardım etmek için elinden geleni yapacak (“will do its best”) bu amaçla askeri kredi (FMS) ve ticari krediler (FMF) verecek,
  • Türkiye de buna karşılık, ABD’ye üs ve tesislerini kullandıracak.

Soğuk savaş bittikten sonra ABD Türkiye’ye yaptığı askeri yardımları kesmiş, dolayısı ile andlaşma tek yanlı (salt Türkiye’nin bağlayan) bir duruma gelmiştir. ABD, TSK’nın modernleştirilmesine yardım etmediği gibi, parasını ödediğimiz (AS: 1,4 milyar $!) F-35 uçaklarına bile el koymuş, yeni F-16 ve F-16 modernleştirme kiti satışında da zorluklar çıkarmaktadır. Salt bunlar bile SEİA antlaşmasının ABD tarafından bozulması anlamına gelmektedir.

SEİA’nın 1. maddesi, bu andlaşmanın NATO’un amaç ve kapsamı ile sınırlı olduğunu belirtmektedir. Oysa 1980 yılındaki NATO ile bugünkü NATO arasında çok büyük farklar vardır.

Soğuk Savaş’tan sonra kendisini yenileyen NATO, bir Kuzey Atlantik Paktı olmaktan çıkmış, yeni üyeler, yeni ortaklar ve işbirliği ülkeleri ile 70 ülkeyi kapsayan, Amerikan emperyalizminin çıkarları için dünyanın her yerinde operasyon yapan bir örgüt durumuna gelmiştir.

1980’de soğuk savaş koşullarında SEİA yapılırken NATO’nun amaç ve kapsamı ile bugünkü amaç ve kapsamı çok farklılaşmıştır. “ABD ile savunma ve ekonomik işbirliği faaliyetlerinin NATO’nun amaç ve kapsamı ile sınırlı olmasının” anlam ve içeriği değişmiştir. ABD’nin bu gün

– Suriye’yi bölmesi,
– bölücü terör örgütüne ağır silahlar vererek Türkiye’ye yönelik tehdidi büyütmesi,
– FETÖ’yü koruması,
– Türk – Yunan askeri dengesini Yunanistan lehine değiştirmesi

NATO’nun amaç ve kapsamı ile açıklanamaz.

Dolayısı ile SEİA bu anlamda da  geçersiz olur.
Bizim “SEİA gereğidir” diye ABD’ye üs vermemizin uluslararası hukuk açısından altyapısı ve gerekçesi kalmamıştır.
Kaldı ki ne Türkiye 1980’lerin Türkiye’si ne de dünya 1980’lerin dünyasıdır.
Bu nedenle, Uluslararası hukuktaki “koşullar değişti” (rebus sic stantibus) kuralı[1] uygulanmalıdır.

SEİA, 1980 yılında beşer yıllık sürelerle gözden geçirmek üzere yapılmıştır. 1985’te, süre dolmasına karşın ilk uzatma iki yıl gecikme ile 1987’de yılında yapılmıştır (1990’a dek). Bu uzatma mektup alışverişi (teatisi) yolu ile yapılmış, söz konusu mektuplar Andlaşmaya ek olarak konulmuştur.

Bu kapsamda ABD Dışişleri Bakanı George Shultz, 16 Mart 1987’de Türk Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu’na bir mektup yazmıştır.[2] Shultz bu mektubunda SEİA’nın NATO kapsamında uzatıldığını doğruladıktan sonra, mektubun 3. paragrafında şu ifadeyi kullanmıştır :

  • “ABD, terörizmle ve teröre yardım ve destek sağlanması ile mücadelede Türk hükümeti ile işbirliği yapma konusundaki kararlılığını teyit eder.”

SEİA’ya ek olarak konulmuş olan Shultz’un bu mektubu, savunma işbirliği konusunda ABD’nin ülkemize karşı açık yükümlülüğünü belirlemektedir.

Oysa ABD, bu yükümlülüğüne karşın, terörle savaşımda (mücadelede) bize destek olmak bir yana, FETÖ terör örgütünü koruyarak, bölücü terör örgütüne binlerce TIR ağır silah dahil her türlü desteği vererek aramızdaki anlaşmayı tek yanlı bozmuş, uluslararası hukukun temel ilkelerinden “ahde vefa” (pacta sunt servanda) ilkesine aykırı davranmıştır.

Bu durumda bizim de NATO kapsamı ile sınırlı olan SEİA’ya uymak ve bu ülkeye üs vermek yükümlülüğümüz hukuken ortadan kalkmıştır. Taraflardan biri anlaşmaya uymazsa öbür yanın da uymaması hukukun genel kuralıdır.

Sonuç:

Yukarıdaki nedenlerle İncirlik başta olmak üzere ABD’nin üs ve hava sahamızı kullanmasına verilen izinler derhal iptal edilmelidir.

ABD ile savunma işbirliği ilişkilerimiz değişen koşullara göre gözden geçirilmelidir.
Çıkarlarımıza aykırı hareket ettiği sürece, bu ülkenin coğrafyamızdan yararlanmasına
izin verilmemelidir.

[1] Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk, Turhan Kitabevi, s.99
[2] Mektubun içeriği için bknz: state.gov/libraries/turkey/461177/pdf/ctia5977_001.pdf,
erişim 14 Mayıs 2017

ORTADOĞU İSLAM TOPLUMLARININ GENEL TOPLUMSAL YAPILARI ve TÜRKİYE

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Lafı uzatmadan, özetin de özeti olarak, İslam toplumlarının toplumsal yapıları şöyle sıralanabilir :

1- Feodal kültür belleklerinde mevcut olan asırlarca ihmal edilerek taşlaşmış; çağdaş eğitimden nasibini alamamış ve kırılamamış geleneksel cehalet putları vardır.

2- Özlemlerinde, reel dünyada ulaşamadıkları yüzyıllarca çeşitli fantezilerle zenginleştirilip süslenmiş yiyecek, içecek, bolluk istekleri ile dolu bir cennet ve huri umutları hep canlı ve diridir.

3- Davranışlarında, mevcut siyasal iktidarlara karşı, tarihsel ve kültürel olarak; biat, sabır, kader, sadakat ve itaatla yoğrulup harmanlamış ve asla sorgulamayan bir tutum ve anlayış yerlerini olduğu gibi korumaktadır.

4- Akılları çağdaş bilime, bedenleri uygar bir toplumsa yaşama, ruhları ahlaka, hukuka, adalete ve demokrasiye susamış ve hasret kalmış yüz milyonları aşan insan kitleleri söz konusudur.

5- Bin yılı aşkın bir süredir, kendi aralarındaki siyasal, sosyal, dinsel ve ahlaksal barışı bozup, hiç akıllanmadan ve bıkıp usanmadan, sürekli olarak; kendi aralarında mezhep, tarikat ve cemaat tartışmaları, kavgaları ve savaşları ile enerjilerini yok eden, tüm ekonomik kaynakları Batı sermayesi ve sömürüsüne açık bir siyasal yapı vardır.

6- Bazı istisnalar hariç (Kimi ayrıklar dışında), iktidardaki yöneticileri ise, kutsal İslam dinini, hak ve halk dini olmaktan uzaklaştırıp, ömürboyu saltanat dinciliğine dönüştürerek, ülkelerini dinbazlık, düzenbazlık ve demir yumrukla yöneten hanedan oligarşisi bir zihniyet hâla varlığını sürdürmektedir.

Peki İslam toplumları bu sorunları nasıl çözebilirler?

A- Özgür aklı ve çağdaş bilimi eğitim sistemlerinin merkezlerine yerleştirmeleri ve bu anlayışı aralıksız olarak ısrarla sürdürmeleri gerekir. Çünkü özgür akıl ve çağdaş bilim olmadan buluş yapmak, teknoloji geliştirmek, üretimi hızlandırmak ve halkın ekonomik refah (gönenç) düzeyini yükseltmek mümkün (olanaklı) değildir.

B- Çoğulculuğu (plüralizmi) öğrenmeleri; yani farklı inanç, din, mezhap… ırk, renk, düşünce, tutum ve davranışları ve kültürleri değişik olan insan ve toplum kümeleri ile bir arada, birlikte ve barış içinde yaşamayı öğrenip içselleştirmeleri lazımdır (gereklidir).

Bu ikinci şıkkın yaşama aktarılması için de, din ve vicdan özgürlüğünün kaçınılmaz ve reddedilemez bir gereği olarak, çoğulcu gerçek demokrasi ve laiklik ikiz girdilerinin kaçınılmazlığı ortaya çıkar.

Çünkü laiklik olmadan demokrasi, demokrasi olmadan da din ve vicdan özgürlüğü ol(a)maz.

Bu nedenle, Cumhuriyetimizi ve siyasal rejimimizi, saltanatı yıkıp, demokratik, laik ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir sosyal devlet olarak yeniden biçimlendiren yüce önderimiz
M. K. Atatürk‘e ne denli şükran ve minnet duysak azdır. (19.9.23)

Atatürk ve devrimcilik

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
18 Eylül 2023, Cumhuriyet

 

Antik Yunan filozofu Herakleitos, evrende her şeyin bir akış, değişim ve dönüşüm içinde olduğunu söyler.

Bazı insanlar, zihinlerinde oluşan yanılsamaların bir sonucu olarak, bu ilkeye karşı çıkarlar.

Toplumsal bağlamda muhafazakârlık ve statükoculuk bu şekilde oluşur.

Ancak tarihte, muhafazakârlığın ve statükoculuğun zamana karşı direnebildiği hiçbir örnek yoktur.

Muhafazakâr ve statükocu yaklaşımlar akışa, değişime ve dönüşüme dirense de, eninde (AS: önünde) sonunda yıkılırlar.
***
Bizans İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu bu nedenle çöktü. Bu imparatorlukların paradigması, onların içinde veya dışında ortaya çıkan devrimci gelişmelere direnemediler ve yüzyıllar sonra çöktüler.

Muhafazakârlığın ve statükoculuğun korkulu rüyası her zaman felsefe, bilim ve sanat olmuştur. Çünkü bu alanların en temel özelliği, akıl, sorgulayıcılık, analitik düşünme ve yaratıcılık olmuştur.

  • Felsefe, bilim ve sanat devrimciliğin dinamosudur.

Batı Avrupa ve kuzey Amerika, ortaçağ karanlığından, Rönesans’ta ve Aydınlanma döneminde, felsefe, bilim ve sanat alanındaki gelişmelerin sonucunda siyasal devrimleri yaşadı.

Belli başlı ekonomik ve siyasal koşullarla birlikte, Kopernik, Galilei, Kepler, Newton gibi bilim insanları; Bacon, Locke, Hobbes, Descartes, Spinoza, Leibniz, Hume, Kant, Rousseau gibi filozoflar; Da Vinci, Raffaello, Botticelli, Michelangelo gibi sanatçılar olmasaydı;

  • Monarşinin, teokrasinin ve feodalizmin yıkılmasıyla sonuçlanan 1776 Amerikan Devrimi ve 1789 Fransız Devrimi gerçekleşmezdi.

***
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, batı Avrupa’da ve kuzey Amerika’da meydana gelen bu gelişmelerden etkilenerek, Türkiye’deki Aydınlanma devrimlerini gerçekleştirmiştir.

Atatürk bu konuda uzun yıllar yalnızdı. Kurtuluş Savaşı sürecinde Atatürk’ün yanında olan birçok kişi bile, Aydınlanma devrimlerine karşı çıktılar.

Oysa Atatürk, cephede savaşırken bile, savaşı kazanması durumunda kuracağı devletin nasıl bir devlet olacağının tasarımlarını yapıyordu. Bir yandan halk egemenliği kavramı üzerinde, bir yandan da olası eğitim reformları üzerinde çalışıyordu.

Yalnızlık devrimcilerin kaçınılmaz özellikleridir.

Ancak Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu’nda geçerli olan monarşik, teokratik ve feodal düzenin, daha önceki yüzyıllarda Avrupa’da da geçerli olduğunu ve bu düzenin buna rağmen yıkıldığını biliyordu. Atatürk bu tarihsel gelişmeleri, felsefi, bilimsel ve sanatsal temelleriyle birlikte çok iyi incelemişti.

O nedenle Atatürk yılmadı, vazgeçmedi; çevresindekileri dinlemedi; yalnızca doğa yasalarının ve toplum yasalarının gerçekliklerini dikkate aldı.
***
18. yüzyıl Alman filozofu Immanuel Kant, Aydınlanmayı, insanın hiçbir rehbere gereksinim duymadan, kendi aklını kullanma ve bağımsız olma cesareti olarak tanımlar.

Atatürk, ölümü bile göze alarak, padişahın, halifenin, tarikatların, cemaatlerin, şeyhülislamın, ulemanın sözde rehberliğine karşı çıkarak; aklı, bilimi, felsefeyi ve sanatı temel alan devrimler gerçekleştirmiştir.

Atatürk, antik Yunan filozofları Platon’un ve Aristoteles’in bir erdem olarak nitelendirdikleri cesarete sahip bir insandı.

Devrimci insanın yalnızlığı, cesaretinin yanında, bir ayrıntı olarak kalır.

Ölümden korkmayan insan, yaşama bağlı olan insandır.

Kaybetmekten korkmayan insan, zaferlerin yolunu açan insandır.

Atatürk de, öyle bir insandı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılında, Atatürk için yapılacak en iyi şey, bu bilinçle hareket etmektir.

Bugüne kadar bunu yapmayı başaramayanlar, en azından bundan sonra, bu yolda ilerlemeyi öğrenmelidirler.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

CHP’nin 100. yılı11 Eylül 2023
Politika nedir?4 Eylül 2023

İşçisin sen işçi kal!

Özdemir İnce
Özdemir İnce
17 Eylül 2023, Cumhuriyet

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kuru deriden bal çıkarma faslında üstüne kimse yok. Son konuşmalarından birinde Cem Karaca’nın “Tamirci Çırağı” şarkısını hatırlattı ve ardından kendi yorumunu ekledi:

“Ülkemiz hatırlayın bir zamanlar rahmetli Cem Karaca’nın Tamirci Çırağı şarkısında dile getirdiği gibi, insanımıza ‘İşçisin sen, işçi kal’ denildiği, her alanda önünün kesildiği dönemler yaşadı. Ama şimdi ‘İşçisin sen, işçi kal’ sıkıysa de. Yemez. Artık uzaya füzeleri gönderen bir gençlik var. Artık İHA’larımız, SİHA’larımız, Akıncı’larımız var. Bütün onlarla beraber uzaydayız. Kaan’ımız var, bunlarla beraber semalardayız. Emperyalistlerin çıkarları uğruna gençlerimizin geçmişleriyle bağlarının kopartıldığı, geleceklerinin karartıldığı bu karanlık dönemler artık geride kaldı. Artık milli teknoloji hamlesi var. Artık Teknofest kuşağı var. Artık maziden atiye kurdukları köprüyle dünyayı aşıp da gözünü uzaya diken azimli, birikimli, çalışkan gençlerimiz var.

Şartların en zor olduğu anlarda kimseye boyun eğmeyen bu milletin damarlarında dolaşan özgürlük tutkusunu anlamak isteyen gelsin burada sizlere baksın. Torunlarıma, cümle evlatlarımıza, bilhassa da bugün buradaki siz Teknofest katılımcılarına baktığımda Türkiye’nin geleceğini görüyorum.”

R.T. Erdoğan’ın “Yersen!” dediği gibi “sıkı” ya da “gevşek” aynı kapıya çıkar. Başyüce Hazretleri ve biz kulları sanki ayrı gezegenlerde, ayrı dünyalarda yaşıyormuşuz gibi!

İHA’lar, SİHA’lar, Akıncı’lar, Kaan’larla semalardaymışız. Osmanlıca “sema”nın Türkçe anlamı “gökyüzü”. Yani semanın “uzay” gibi bir anlam yok. Uzay veya feza, Dünya’nın ötesinde ve gök cisimleri arasında var olan, sonsuz olduğu düşünülen fakat sonsuz olduğu konusunda kesin yargılara varılamayan bölge. Yani değerli okurlar, İHA’ların, SİHA’ların, Akıncı’ların, Kaan’ların uzayla hiçbir ilişkisi yok, bunlar uzay araçları değil!

Google’a baktım: Türkiye’nin mevcut uydu filosunda halihazırda üç haberleşme uydusu ile üç gözlem uydusu bulunuyor. Türksat 3A, Türksat 4A ve Türksat 4B haberleşme uyduları haberleşme ihtiyacını karşılarken Göktürk 1, Göktürk 2 ve Rasat gözlem uyduları gözlem yapıyor. Çok güzel amma bu uyduları uzaya bizim araçlar fırlatmıyor, ABD’nin Cape Canaveral Üssü’nden fırlatılıyor. Bu nedenle Türkiye’miz şu anda ve ne yazık ki bir “uzay” ülkesi değil.

Dünya üzerindeki uzay ülkeleri ve uzay bütçeleri şöyle: ABD 24, Rusya 7.7, Fransa 2.5, Japonya 2.4, milyar dolar; Türkiye’nin üye olmadığı Avrupa Uzay Ajansı’nın bütçesi 515 milyon dolar.

Türkiye’nin uzay araştırma bütçesinin ne kadar olduğunu araştırdım bulamadım.

R.T. Erdoğan’ın yukarıdaki metninden bir alıntı yapacağım: “Ama şimdi ‘İşçisin sen, işçi kal’ sıkıysa de. Yemez. Artık uzaya füzeleri gönderen bir gençlik var.”

Bu da çok güzel ama uzaya füze gönderen gençlik Türk gençliği mi başka ülkelerin gençliği mi? Gençliğimiz uzaya füze gönderiyorsa bizim uydular neden Cape Canaveral Üssü’den fırlatılıyor. Bu da üzücü bir muamma. Google’a göre ROKETSAN Uydu Fırlatma Uzay Sistemleri ve İleri Teknolojiler Araştırma Merkezi ile Patlayıcı Hammadde Üretim Tesisi Açılış Töreni’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan, milli teknolojilerle fırlatılan ilk yerli sonda roketi ile uzaydan elde edilen görüntüleri kamuoyuyla paylaşmış.

Ben gene yukarıdaki metinden bir alıntı daha yapacağım: “Emperyalistlerin çıkarları uğruna gençlerimizin geçmişleriyle bağlarının kopartıldığı, geleceklerinin karartıldığı bu karanlık dönemler artık geride kaldı.”

Gençlerimizin geçmişlerinden bağlarını kopartarak emperyalistlere kimler hizmet etmiş, etmekte, ediyor? Bu çok büyük bir iddia ve iftira. Bir edebiyatçı ve bir dilbilimci olarak bu alıntının anlam yapısını çözümleyeceğim. R.T. Erdoğan’ın mensup olduğu İslamcı siyasal yapının tarih anlayışına göre gençlerin bağlarının kopartıldığı geçmiş Osmanlı ailesinin teokratik (İslamcı) imparatorluk geçmişidir. Geçmişten kopartma eylemini kim yapmıştır? Laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti yapmıştır. R.T. Erdoğan’ın yerine dobra söyleyecek olursak Türkiye Cumhuriyeti devleti emperyalistlere hizmet etmiştir. Böyle bir yalanı ancak Cumhuriyet düşmanı bir Vehhabi söyleyebilir. Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı söyleyemez! Yakışmaz!

“İnsanımıza ‘İşçisin sen, işçi kal’ denildiği, her alanda önünün kesildiği dönemler yaşadı. Ama şimdi ‘İşçisin sen, işçi kal’ sıkıysa de” demekte. Kapitalist düzende işçinin işçi konumunu piyango bileti ve yakalanmasız banka soygunundan başka hiçbir şey değiştiremez. Ancak 1923 ile 2000 yılı arasında işçiler yoksuldu ama şimdiki gibi aç değildi.

BU İKTİDARIN VE MECLİSİN YENİ ANAYASA YAPMA HAKKI VE YETKİSİ YOK!

Türker ERTÜRK E. Tuğamiral

BU İKTİDARIN VE MECLİSİN YENİ ANAYASA YAPMA HAKKI VE YETKİSİ YOK! – Türker Ertürk (turkererturk.com.tr)

(AS: Makale ve konu hakkında bizim kapsamlı irdelememiz yazının altındadır..)

Çağdaş anlamda dünyanın en eski anayasası sayılan 17 Eylül 1787 tarihli ABD Anayasasından başlamak üzere günümüze kadar hazırlanan bütün anayasaların arkasında kurucu irade, meşruiyeti aldığı güç ve silah vardır.

Arkasında kurucu irade ve zorlayıcı yaptırım gücü olan silah yoksa; anayasa da yoktur. ABD Anayasasının arkasında meşruiyeti olan zorlayıcı güç ve silah; Büyük Britanya’ya karşı verilen bağımsızlık savaşının başkomutanı George Washington, onun komuta ettiği ordu ve destekleyen sivil güçlerdi. Bu güç olmasa ve başarıya ulaşamasaydı ABD Anayasası da olmazdı.

İnsan Derisi ile Kaplıdır

Fransa’nın başkenti Paris’te bulunan, Paris’in tarihine adanmış bir müze olan Carnavalet Müzesi’nde bulunan ve kapağında İnsan derisi ile kaplıdıryazan Fransızların ilk anayasasının arkasındaki irade 1789 tarihli Fransız Devrimi, yaptırım gücü ve meşruiyeti ise devrimin ideolojisi ve silahlı güçleridir. Bugün Fransa’da 1958 tarihli anayasa yürürlüktedir. Bu anayasanın değiştirilemez maddeleri ile Fransız Devrimi’nin ruhu korunmaktadır. Özetle; “Üniter yapı ve cumhuriyet değiştirilemez. Ülkenin bütünlüğüne zarar verecek hiçbir değişiklik usulüne girişilemez ve böyle bir usul sürdürülemez. Cumhuriyetin niteliği değişiklik konusu yapılamaz.” diyor, Fransa’nın halen yürürlükte olan 1958 tarihli anayasası.

Yani Fransa’da bazı densizler ve haddini bilmezler çıkıp; “Biz Bourbon Hanedanı’nın torunlarıyız, son kralımız XVI. Louis’yi giyotine gönderen zihniyetten hesap soracağız. Keşke Fransız Devrim Ordularına karşı monarşi yanlısı Avrupa Koalisyon Orduları kazansaydı! İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni değil, Hristiyan şeriatını, krallığı ve teokrasiyi istiyoruz” diyemez, demelerine müsaade edilmez ve hadleri bildirilir.

İşgal Güçleri Yeni Anayasa Yaptırır

1947 tarihli Japonya Anayasasının arkasındaki kurucu irade Japonya’yı kayıtsız şartsız teslim alan ABD, zorlayıcı gücü ise ABD işgal gücüdür. ABD işgal kuvvetleri komutanı Douglas MacArthur; emrinde bulunan hukukçularına bir taslak hazırlatmış, bunu Japonlara dayatmış ve ufak tefek değişikliklerle kabul ettirmiştir.

23 Mayıs 1949 tarihli Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası hazırlatan irade II. Dünya Savaşı sonunda Almanya’yı işgal eden müttefikler ve onun başat gücü olan ABD’dir. 2005 tarihli Irak Anayasasının arkasındaki irade bu ülkeyi istila eden ABD, zorlayıcı gücü ise ABD işgal kuvvetleridir. Bu anayasa ile Irak federal sistem altında yapılandırılmış, toplum etnik ve mezhepsel kompartımanlara ayrılmıştır. Ayrıca bu anayasa; Irak’ın istikrarsızlaştırılmasına ve zaman içinde bölünmesine neden olacak elverişli ortamı yaratmıştır. Bu haliyle Irak’ta istikrar olmaz, olamaz. Zaten olması istenmediği için 2005 Anayasası yaptırıldı.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Kurucu İdeolojisi Değiştirilemez!

Türkiye Cumhuriyeti’nin 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 1924 Anayasası ve 1937’de yapılan son değişiklikle kurucu ideolojisi şekillenmiştir. Arkasındaki irade Türk Milleti’nin bu topraklarda hür ve bağımsız yaşama arzusu, silahlı gücü ise Kurtuluş Savaşı yapan Mustafa Kemal Paşa ve onun komuta ettiği Türk Ordusu’dur. Kurucu irade budur, bu iradenin ortaya koyduğu kurucu ideoloji asla değiştirilemez.

Dünyada bugüne kadar yapılmış tüm anayasaların mutlaka bir devrim, karşı devrim veya işgal sürecinden sonra yapıldığı düşünülürse; Türkiye’de gündemimize oturtulmaya çalışılan yeni anayasa hangi sürecin sonucudur? Yürürlükteki 1982 Anayasasında TBMM’nin yeni bir anayasa yapmasına yasal olarak izin verilmemesine hatta böyle bir girişimin suç olmasına rağmen Türkiye’de yeni anayasa yapılmasını isteyen irade kimdir? Bu iradenin zorlayıcı yaptırım gücü kimlerdir?

Emperyalist Güçler Türkiye’de Yeni Anayasa İstiyor

Tüm anayasaların birer ruhu, nitelikleri ve ideolojisi vardır. Dünyanın neresine giderseniz gidiniz; her ülkenin anayasasının esasını oluşturan temel ilkeleri vardır. Bu ilkeler, o ülkenin siyasi rejiminin özünü oluşturmaktadır. İşte bu öze asla dokunulamaz ve değiştirilemez. Ne demek mi istiyorum? Dünyanın hiçbir yerinde ve ülkesinde savaş ve olağanüstü şartlar olmadan, sadece Meclisteki çoğunluğa dayanılarak anayasaların özü değiştirilemez ve değiştirilmemiştir. Bırakınız yazılı anayasaları; yazılı anayasası olmayan, sadece tarihin derinliklerinden gelen geleneklere sahip olan İngiltere’de bile parlamentonun her şeye gücü yetiyor olmasına rağmen “Westminster Modeli” olarak da bilinen parlamenter monarşi sisteminin başkanlık sistemine veya başka bir rejime çevrilmesi pek olanaklı değildir.

Erdoğan, 4 gün önce yaptığı açıklamada; “İnsanı önceleyen, milletin çeşitliliğini ve zenginliğini yansıtan, toplumun gerisinde kalan değil, topluma dinamizm katan bir anayasa hedefliyoruz.” dedi. Bunun açılımı yani söylenemeyen bölümü ile birlikte anlamı -ama bilinçli ama bilinçsiz olarak-

  • “Ulus kimlikten ve ulus devletten uzaklaşan, üniter yapıdan federalizme rota kıran, toplumu etnik, dinsel ve mezhepsel kompartımanlara ayıran ve laikliği kağıt üzerinde de yok eden bir değişiklik arzu ediyoruz demektir.

Emperyalist güçlerin kendi çıkarları ve emperyalist hedefleri açısından Türkiye’de böyle bir değişiklik istediğini ve baskılar yaptıklarını da biliyoruz.

İktidarın Sicili Bozuk

Ayrıca iktidarın sicili çok bozuk. İktidar; demokrasi, hukuk, insan hak ve özgürlüklerinden ve toplumsal eşitsizliği düzeltmekten yana değil.  Anayasayı ve kanunları umursamıyor, hatta kendi yaptıklarını bile! Her istediğinde mevcut anayasayı ihlal etti ve etmeye de devam ediyor. İktidar; anayasamızın vazgeçilemez ve değiştirilemez niteliklerine, kurucu ideolojimize ve demokrasinin olmazsa olmazı durumunda olan “laikliğe karşı eylemlerin odağı olmaktan” hüküm giydi. Erdoğan, dördüncü kez Cumhurbaşkanı olma peşinde. Özel hüküm koymalarına lüzum bile yok. Anayasanın 101’inci maddesine rağmen, bu maddeyi arkadan dolaşan hukuk dışı gerekçeleri, yeni anayasa veya anayasa değişikliği durumunda da söz konusu olacak.

Kurguladıkları ve rüyalarını gördükleri yeni anayasa ile
– insan hak ve özgürlüklerini dinsel gerekçelerle sınırlamanın,
– demokratik kitle örgütlerini ve meslek odalarını iptal eden veya kısıtlayan
– ama tarikat ve cemaatlerin önünü açan değişiklikler yapmanın peşindeler.

Anayasalar; bir anlamda toplumsal sözleşmelerdir. Yani kurucu meclislerin işidir. Halen Cumhuriyet tarihinin halk iradesini temsil etme açısından en kötüsü olan bugünkü Meclis ile yeni anayasa işine girişilemez. 

“Sivil Anayasa” Kavramı Uyduruktur!

177 madde olan 1982 Anayasasının bugüne kadar 134 maddesi değişmiştir. 2002 öncesini de hesaba katarsak; 1982 Anayasasının %80’i değişmiştir. Öte yandan;

  • Anayasa Hukukunda “Sivil Anayasa” diye bir kavram yoktur.
  • Bu kavram; halkı kandırmak ve algı yaratmak için uydurulmuştur.

Sonuç olarak                               ;

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi; Osmanlı tarihinin acılı ve çile dolu sayfalarından alınan derslerle, Kurtuluş Savaşında, İnönü’de, Sakarya’da ve Dumlupınar’da dökülen kanla, emperyalizme karşı verilen mücadelenin ruhuyla ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için insanlığın olmazsa olmazı olan sorgulayıcı aklı ve pozitif bilimi temel alan, çağdaşlaşmanın önündeki engelleri ortadan kaldırmaya çalışan Aydınlanma Devrimleri ile oluşturulmuştur ve asla değiştirilemez. Ama bu demek değildir ki; anayasamız daha demokratik duruma getirilemez ve insan hak ve özgürlükleri genişletilemez. Ancak; iktidarın niyeti bu değil! 22 yıldır iktidarın demokrasi, özgürlükler, hak, hukuk, adalet, çağdaşlık, ekonomik kaynaklarımızın hakça bölüşümü ve iç barışımıza yönelik uygulamaları hakkındaki sicili çok kötü!
=============================================

Dostlar,

Çok değerli dostumuz, ADD’de yoldaşımız E. Amiral Türker ERTÜRK‘ün bu makalesi çok başarılı.
Anayasa hukuku doktorası (PhD) yapmakta olan uzman bir hukukçu olarak kendisini çok takdir ediyoruz.

AKP=RTE iktidarı, “Yeni anayasa oyuncağı” ile 1’den çok kuş vurma peşinde..
İlki gündem oyunu..

  • Korkunç düzeydeki enflasyon-talan ve yaygın-derin kurgulu YoksullaşTIRmayı kendince gündemden düşürmek istiyor.
  • Moratoryum (Devletin iflası) riskine karşı Batı finans desteği yaşamsal!

Muhalefeti dağıtmak istiyor..

Yerel seçime giderken, istediğini elde edemezse kendince halka yakınacak : Bunlaaaarrrr……….. sakızını çiğnemeye başlayacak..

Kişisel beklentileri de var… ölene dek DİNCİ-TOTALİTER tek adam / teokratik monark kalmak istiyor.. Hesap vermeme hesabı..

Ve de BOP eşbaşkanlığını = ülkemizi bölmeyi sürdürerek de Batı emperyalizminin desteğini almak..

Başlıca bu politik gündem masada. Öbür hin/tuzak planları Sn. Ertürk listelemiş, yinelemeyelim.
****
Anayasaların insan derisi ile kaplı oldukları” olgusunu, Paris Karnaval müzesindeki Anayasa örneğini biz de derslerimizde yeri geldikçe işliyoruz. ABD Anayasası gerçekte 7 maddedir. Dokunulmaz sayılır. O yüzden sonradan gerek duyulanlara “değişiklik” denmez, “ekleme” (ammendment) denir.

Yamalı bohça ile TBMM’de tarihimizin en gerici koalisyonu ile gerçekte politik olarak çok kırılgan zoraki bir çoğunluk sağlayan AKP=RTE‘nin gene de Anayasayı değiştirecek en az 360 oyu yok. Anayasanın 175. maddesi, Anayasa değişikliği yöntemini düzenliyor. 360 – 399 arasında oyla TBMM’den geçen Anayasa değişikliğinin, bu madde uyarınca halkoylamasına sunulması zorunlu. Ne var ki halkoylamasında kabul/red için nitelikli çoğunluk aranmıyor. 400 ve üstü oyla kabul durumunda RTE’nin halkoylamasına gitme zorunluğu yok, gitmez de zaten..

Öne çekilmezse 31 Mart 2024’te yapılacak yerel seçimlere iktidar abanıyor var gücüyle..
Bir yandan yargı sopası, bir yandan onaylanmayan krediler, merkezden imar planları vd.
Becerebilirse, Anayasayı iyice kuşa döndürüp o rüzgar ile yerel seçime girmek..
Olmazsa, muhalefetin engellemesini halka yakınarak kampanyada kötüye kullanmak..
***
Anamuhalefet CHP‘nin hızla seçimli kurultayını yapması ve toparlanarak toplumsal muhalefeti örgütlemesi gerekiyor.

3/4’ünden çoğu değiştirilmiş 1982 Anayasası, artık bir darbe anayasası sayılamaz.
Asıl darbeci AKP=RTE iktidarıdır ve Türkiye Cumhuriyetini Anadolu Federe İslam Cumhuriyetine dönüştürmek için iktidarının 22. yılında, “asıl 2023 hedefi” ne erişmek üzere son vuruşa hazırlanıyor.

  • Bu oyunun mutlaka bozulması, durdurulması gerekiyor.

Tüm Aydınlanmacı kesimlerin “tek maddeli ulusal koalisyon“u kaçınılmaz.
Bu topraklarda neredeyse 200 yıla varan bir demokratikleşme kavgası ve deneyimi-birikimi var.
Bu kadim birikim ve 21. yy dinamikleri, AKP=RTE‘nin “utanmaz” ve “ilkel” dinci saldırısını püskürtmeye yetecektir.
İslamo-faşizm durdurulacaktır.
Ulusumuz yine başaracaktır. Umutsuzluğa yer yok.

Sevgi ve saygı ile. 16 Eylül 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

 

 

 

Çığlık

Ataol Behramoğlu
Ataol Behramoğlu
ataolbehramoglu@gmail.com
 
13 Eylül 2023, Cumhuriyet

Çığlık, hançereden çıkan tiz ses demektir.

Sevinç çığlıkları atıldığı da olur ama genellikle, korku, dehşet, çok büyük üzüntü ifadesidir.

Daha çok bilinçsizce, içten gelen, doğal bir dışavurumdur.

Sadece insana da özgü değildir.

Hatta denebilir ki hayvana, hayvansıya, insan öncesine aittir.

Günümüz insanına, bize, önceki zamanların insansılarından gelmiştir.

Bütün canlılara aittir.

Bizim işitme yetimizin dışında olsa da en küçük canlıların bile mutluluk ya da mutsuzluk çığlıkları attıklarını düşünüyorum.

Çığlık biz insan türünde artık büyük ölçüde mutsuzluk anlatımı olmuştur.

Günümüz insanı ona çığlık attıracak mutluluklardan gitgide uzaklaşmaktadır…

Çığlık denildiğinde akla öncelikle Norveçli ressam Edvard Munch’un (Manç) gerçekten ölümsüz tablosu geliyor.

1863 doğumlu dışavurumcu Munch bu tabloyu 1893’te, otuz yaşındayken yapmış.

Tablonun Norveççe adı “skrik”miş. Sözlükte karşılığı “bağırmak” olarak veriliyor. Rusça bağırma, bağırış (krik) sözcüğüyle bağıntısı olmalı.

Doğrusu içten gelen bağırma olmalı. Yani çığlık.

Renklerin de çığlık atarcasına birbirine karışmış olduğu tabloda, bir köprü üzerinde, başı avuçları arasında, bedeni sağa eğrilmiş, sapsarı yüzünde ağzı ve gözleri dehşetle açılmış, cinsiyeti belli olmayan, fakat yaşlı olduğunu düşündüren, saçsız bir insan figürü var.

Arkada renk lekeleriyle yapılmış, ona doğu yürüyen iki insan figüründen biri şapkalı, öteki başsız gibi.

Bu figürlerin simgesel bir anlamları olduğunu sanmıyorum.

Anlam, çığlık atan figürün kendisidir.

Dehşetle açılmış gözleriyle nereye bakıyor, ileride gördüğü nedir?

Bunu bilmiyoruz.

Ressamına sorma şansımız olsa sanırım, “Bu bir resimdir, siz nereye baktığını düşünüyorsanız orasıdır” diyecektir.

Fakat yanıt ne olursa olsun, tablodaki “Çığlık”, içten kopup gelen bir acının ifadesi olarak hep orada olacaktır.

Değerli şair arkadaşım Ahmet Özer’e, bu sütunda yayımlanan “Ayıptır, Günahtır, Zulümdür, Suçtur” başlıklı yazım, Munch’ın “Çığlık”ını anımsatmış.

Şöyle yazıyor: “Yazın Munch’ın çığlığı gibi. Günümüz toplumuna ayna tuttun. Birçoğumuzun sesi oldun. Umarım bu ses yankılanır ülke düzeyinde.

Aslında, elinizde tutmakta olduğunuz ya da belki internetten okuduğunuz gazetenin her sütunundan, her köşe yazısından, her haberin her satırından çığlıklar yükselmede.

  • Bunlar kanayan bir ülkenin bastırılması, duymazdan gelinmesi gitgide olanaksızlaşan çığlıklarıdır. Bizler, bu çığlıkların sözcüleriyiz.

Bunlar

haksız yere cezaevlerinde zulmedilen namuslu, vicdanlı, yurtsever insanların ve yakınlarının;
– açlığa mahkûm edilen emekçinin ve emeklinin;
– besinsiz, okulsuz, geleceksiz büyüyen çocukların;
– sömürgeleşen bir ülkenin ümitsiz gençlerinin;
– cumartesi annelerinin,
– katledilen kadınların,
– ekilmeyen biçilmeyen tarlaların,
– yakılan ormanların,
– zulmedilen hayvanların,
– kapatılan ya da satılan fabrikaların;
– taşıyla, toprağıyla, yeraltıyla, yerüstüyle, her şeyiyle yağmalanan, yok edilmekte olan bir ülkenin

çığlıklarıdır.

Bizler, bu ülkenin şairleri, yazarları, vicdanlı insanları; bu çığlıkları, içimizden kopup gelen kendi çığlıklarımızla buluşturarak yansıtıyoruz, yansıtmaya devam edeceğiz.

Çünkü

Bütün bu çığlıkların tek bir büyük çığlığa dönüşerek kötülüklerin kökünü kazıyacağından, onları silip süpüreceğinden, ülkeyi aydınlıklara taşıyacağından kuşku duymuyoruz.

Çünkü her zaman, mutlaka, böyle olmuştur, böyle olacaktır.


Ebrar’a sataşmak6 Eylül 2023

Önce doğru anayasal bilgi

İbrahim Ö. Kaboğluİbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 14.09.2023 BİRGÜN

1 Eylül Anayasa çağrısına  “Anayasal totalitarizme hayır!” yanıtım üzerine 27. Yasama döneminde TBMM’de en yakın çalışma arkadaşım ve sevgili meslektaşım Dr. Sibel Özdemir’in tweet paylaşımı anlamlı:

“CB’nin 2017 Anayasası ile yok saydığı, itibarsızlaştırdığı “Siyasi Partiler, Üniversiteler, Yüksek Mahkemeler, Barolar, STK’lara demokratik Anayasa için destek çağrısı oldukça ironik. Asıl ve acil çağrı bu Kurumların olmalıydı.”

Cumhurbaşkanı, 12 Eylül’de daha kararlı: “Türkiye Yüzyılı hedefimizin unsurlarından biri olan yeni anayasayı milletimize kazandırana kadar çalışmayı, gayret etmeyi, mücadeleyi asla bırakmayacağız.”.

Tarihsel bilgi yanlışlarını bir yana bırakarak güncel sorunlara ilişkin düzeltme, saptama ve öneriler yapacağım:

1) “12 Eylül yönetiminin ülkemizin kalbine sapladığı en büyük hançer, üzerinde hala konuştuğumuz, tartıştığımız 1982 darbe anayasasıdır.”

12 Eylül söylemi, şu üç gerçeği örtmemeli:

-Kitlesel kıyımlar, 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle Cemaat palazlanması karşıtı ve laik düzen yanlılarına yapıldı; FETÖ işbirlikçileri korundu.

-Anayasal onarım, 1987-2004 değişikliklerinde insan hakları ve demokrasi yönünde 1982 metninin iyileştirilmesidir.

-2017 değişikliği; Hükümeti, siyasal sorumluluğu ve denge-denetim kurallarını kaldırarak Anayasa tarihimizde “en derin kopuş” tur.

  • Özetle; eğer yürürlükte bir darbe Anayasası varsa, bu 1982 değil 2017 metnidir.

2) “Türkiye, çok daha iyi bir anayasayı ziyadesiyle hak ediyor . Doğru; Türkiye’yi çağdaş anayasacılıktan “en çok” uzaklaştıran ve kendi tarihine “en çok” yabancılaştıran, hiçbir darbe Anayasasını aratmayan bir “anayasa dışı kurgu” ayracı kapatılmalı.

3) “…kağıt üzerinde çok iyi metinlere sahip anayasaları olup da demokrasiden ve hukuk devletinden çok uzak uygulamaların hüküm sürdüğü ülkeler de söz konusudur.” Bu sözler,  AKP’ye bırakılan anayasal mirasa karşın,  2017 öncesi “anayasasızlaştırma” teyidi gibi.

 4) “… bize lazım olan, lafzı, ruhu ve hacmiyle, milletimizin dünyaya ve hayata bakışına, ülkemizin birikimine ve hedeflerine uygun bir anayasa metnidir.” 2017 kurgusu, Osmanlı-Cumhuriyet birikimini tümüyle yadsıdığı gibi, son 25 yılın “sivil anayasa”  çalışmalarının hiçbiri bunu önermemişti.

5) “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş yapılırken anayasayı tümden yeniden yazma teklifimiz, yine muhalefetin uzlaşmaz tavrı sebebiyle maalesef hayata geçemedi…” Ama 18 madde, demokratik muhalefete karşın, Anayasa dışı ve meşru olmayan yol ve yöntemlerle dayatıldı.

6) “Ülkemizin iki asırlık yönetim sistemi arayışının zirvesi olarak gördüğüm, ilk dönemini bitirip ikinci dönemine girdiğimiz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni de bu kapsayıcı muhasebenin bir parçası kabul ediyorum.” Bu sözlerCBHS’nin iflasının itirafı…

7) Buradan tüm siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına, akademi mensuplarına sesleniyorum, gelin konuşalım, tartışalım, müzakere edelim ama bu süreçten kaçmayalım..”. Hangi ortamda? Kendinizi bütün kamu görevlilerinin disiplin amiri yaptınız (R.G. 30.04.2021) ve size bağlı DDK’ye, “derneklerde, vakıflarda, kooperatiflerde, birliklerde ve bu kurum ve kuruluşların ortaklık ve iştiraklerinde “ denetim  yetkisini tanıdınız (RG 26.08. 2021).

8) ÜÇ SAPTAMA:

-Ana sorun: Hesap verebilir siyasal iktidar yoksunu anayasal düzen, demokratik değil.

-Vahim durum:  Resmi kurumlar -üniversiteler dahil- talimatla biat kültürüne sokuldu; yarı resmi ve sivil örgütler işlevsiz kılındı.

-En vahim olanı: 12 Eylül sonrası tasfiyeler, 80’lı yıllar sona ermeden onarıldı; 20 Temmuz 2016 kıyımları kalıcı kılındı; yeni kıyımlar sürüyor, özgürlükten yoksun kılmaya değin.

9) ÖNKOŞUL: Tartışma ortamı için, Anayasa’ya ve düşünceye saygı duyulmalı; Anayasa’ya aykırı uygulamalara ve düşünce suçlarına derhal son verilmeli…

10) ÖNCELİKLİ GEREKSİNİMDOĞRU BİLGİ: AKP, devraldığı anayasal mirası 15 yılda yok etti; Türkiye’yi “anayasasız” bir zemine sürükledi ve böylece iktidarının bekasını sağladı. Şimdi ise, “toplum mühendisliği” için Anayasal bilgi kirliliği yayıyor. Oyun büyük. Bu nedenle, doğru bilgi öncelikli…