Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Yalçın Küçük : Pınar ile Büşra Kürtler’in iki anacığı


Pınar ile Büşra Kürtler’in iki anacığı

30 Aralık 2012, 12:58
Pınar ile Büşra Kürtler'in iki anacığı

Prof. Dr. Yalçın Küçük
Pınar ile Büşra’yı yazmayı düşünürken Yale’i, NeHeaven’ı hatırladım, “bir yaşlı Amerikalı var” dediler, Türkler’i pek severmiş, adına Doctor Sheppard diyebiliriz. Ve gittik, Good Heavens, çok sade, çok geniş, sanki varlıklı bir Türk köylüsü, boşa yakın geniş bir odada, bir köylü sandığı, üzerinde Türk bayrağı var. “Türk” dendiğinde gözlerinden yaşlar akıyor. Babası da doktormuş, “bir hasta” olunca “beyaz atına biner” Urfa’yı geçer, hastaya bakar, gelirmiş; para almak yoktur. Hoş, evleri yamaçtaydı, NeEngland’n yamaçları kırmızı çamlarla örtülüdür, çok güzeldir. Sadece tıp tahsili için Amerika’ya dönmüş, bu karı koca artık çok yaşlılardı ama çok güzeldiler ve bizde, bizimle erimişlerdi. Güzel ve devam, Pınar’ın dosyasını, 1999-2000 zamanında Gebze Cezaevi’nde, Büşra’nınkini, Silivri Cezaevi’nde, bu tarihte okudum ve inceledim. Pek Kürdofil haldeler, cızbız köfteyi ağızlarında tükürük ile yumuşatıp Kürtler’in ağzına veren iki anacık olmuşlar ve amma, yine de çocuklar, dosyalarında başka suçları yoktur.
Hâlâ çocukturlar.

ZAMANE KIZLARI

Lenin bize, “ezen” ulusun, “ezilen” ulusa hoşgörü ve şefkatle, bir öğretmen ve bir ana olarak yaklaşmamızı öğretti. Dosyalarına baktığımda gördüm, Pınar ile Büşra aşırı Leninist olmuşlar; güzel, Leninist olmalarına bir itirazım yok, ancak “aşırı” olmak, sol’dan uzaklaşmaktır. Diğer yandan Brecht bize, “yabancılaşma”, alienation kavramını verdi, yararlıdır. Dosyalarına baktığımda, galiba “fazla” yabancılaşmışlar, kendi kavimlerine, Türkler’e “öteki” baktıklarını anladım. Cumhuriyet’ten çok uzaklaştılar mı, bilemiyorum ve bilseniz, korkuyorum. Çünkü son “moda” budur. Fakat yine de bir suç yoktur, ne de olsa “iyi” aile çocukları, “zamane kızları” diyebiliriz, toparlanırlar ve toparlarız. Toparlanmayanları yuvarlarız.

KURULUŞ RÜZGARI

Pınar’ı tanıdığımdan emin değilim, bir kez evlerinde yemeğe çağrılıydım, eczacı annesi ve babası Alp ile yemek yiyorduk; Pınar çocuktu, annesini erken kaybetti, avukat babası Alp’i ise hep severdik, Türkiye İşçi Partisi’nde beraberdik, sonra Behice Boran’la birlikte TKP’li oldular, ben olmadım ve bana çok kızdılar. Olsun, şimdi burada Pınar’ın dedesi İsmail Hakkı Selek’ten söz etmek istiyorum. 1920 yıllarında “komünist” idi, 1960 yıllarında Türkiye İşçi Partisi üyesidir. Avukattı, çok beyefendiydi, çok devrimciydi; bize Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını ve sosyalist mücadelenin rüzgarını getiriyordu, çok saygı duyuyorduk ve hepimiz biraz hayrandık. Ve ben İsmail Hakkı Selek’in torununun hiçbir yere bomba koymayacağına inanıyorum. Sosyalist ve disiplinlidir, dedesinden söz ediyorum.

F TİPİ İNSANSIZLAŞTIRMA

Gebze Cezaevi kaynıyordu. Ol tarihte “F tipi” cezaevleri yapılıyordu, işte bunlar, içindeyiz; bütün cezaevleri karşıydı, eylem hazırlanıyordu. F tipini “insansızlaştırma” olarak görüyorduk, bizlerden korkuyorlardı, gardiyanları görmeyecektik, yemekleri bir delikten vereceklerdi, bunu “köpek muamelesi” addediyorduk, şimdi bakıyorum, pek haklıydık. İşte Çanakkale ve Bayrampaşa katliamları bu eylemlerin devamıdır; Gebze ise biraz daha sakindi, ayrıca ben Kürt Koğuşu’nda kalıyordum, Kürtler bu işe, Türk işine uzak duruyorlardı ve yine ayrıca, ben tam bu sırada “erteleme yasası” ile çıktım. Ölümler arkamdan geldiler.

HAPİSTE DAVA İNCELEMELERİ

Yalnız tabii, sadece bir “inanç” meselesi değildir, fazlasına sahip durumdayız. Gebze’de Kürt Koğuşu’nda kaldığımı ifade etmiştim, koğuş arkadaşlarımdan birisi, bu davanın sanığıydı ve tutukludur. Dosya’yı incelememi istedi, çok tartıştık, dürüst, uzun boylu, iyi yüzlü bir Kürt idi; hem kendisini ve hem de ailesini tanıdığım için Pınar’ın durumunu inceledik. Şunu kesinlikle söyleyebilirim, gerçekten bomba patlatıldı mı bilemem; ancak, dosyadaki bütün delil ve bilgilere göre, asla atılmamıştır. Bu sanık arkadaşıma net olarak söylediğim şudur; “Pınar’a isterlerse örgüt üyeliğinden ceza verirler”, o sırada her önlerine çıkanı “pkk üyesi” yapıyorlardı. Ve anlatılanlardan, dosyadan anlaşılıyordu, Pınar adeta bir Jean d’Arc adayı görünüyordu, her işe atılıyordu, çok hevesliydi; hevesi mutlaktır. Koğuş arkadaşlarım da aynı fikirdeydi; “biz istemiyorduk” diyordu, rahatsızdılar. Ama Pınar, Kürtler’in fedakÓAr anacığı olmaya kararlı, kurtuluş yok ve sekiz ciltlik KCK-İstanbul Dosyası’ndan Emine Büşra Ersanlı’yı çok andırıyordu, şimdilerde “aynen öyle” diyorlar. Bu bir ve devam ediyorum.

‘HARİKA ON YIL’
İsmail Hakkı Selek ile 1920 yıllarını andım, bazı insanların uçtukları yıllardı, Nazım Hikmet uçanlarımızdan birisidir. Büşra ile, “müjde” ve aynı zamanda “bonne nouvelle” İncil ve tabii “Eski Ahit” ve “Yeni Ahit” anlamındadır, “Harika On Yıl” dediğimiz Altmışlar’a gidiyorum. Sanki Türkiye toptan uçuyordu, uçuyorduk. Çok işaret ettim, dünyada ve Türkiye’de “sol” yükseliyordu ve “sol güzeldir”, left is beautiful, sanki modaydı. O kadar öyle ki, genç ve parlak hanımlar, kocalarından ayrılıp en öndeki
sol aydın ve liderlerle evleniyordu; Sevgi, Ela, Sırma misaldirler.

Sevgi Soysal’ı çok severdim, “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” yazdıkları içinde
en çok sevdiğimdir, Müsteşar Mithat Yenen’in kızı, hastaneden Londra’ya gidiyordu, dönmeyeceğini biliyordum, gittim, üç-dört saat konuştuk; ölüme karşı pek yiğitti, Mümtaz’ı da konuştuk, Sevgi kocasını bırakıp Mümtaz Soysal ile evlenmişti. En yakın arkadaşı Ela idi, yerinde duramayan bir kız, diplomat Tansuğ Bleda ile evliydi; İttihat ve Terakki yöneticisi bir aileden, bıraktı, solcu tiyatrocu Mehmet Keskinoğlu ile evlendi, Reşat Nuri Güntekin’in kızıdır. Sırma’ya gelince, Doğu ile evlendiğinde çok zengin olduğunu duyduk, sonra “az zengin” haberini aldık; çok güzel genç bir hanım, çok zengin Ulagaylar’ın oğlu ile evliydi, bıraktı, o tarihte çok parlak ve çok aktif, bizim Doğu Perinçek ile evlendi. Büşra küçüğüdür, Altmışlı yıllar sonundan bir evliliği ve solculuktan bir hapisçiliği var. KCK dosyalarına bakıyorum, Büşra’nın dosyası sekiz cilt, 2000 sayfadan fazla, okudum ve inceledim, Kürtler’in yeni “anacığı”, Emine Büşra Ersanlı’dır. Bir “Yeni Pınar” diyebiliriz. Akıyorlar ve aktıkları yeri pek biliyorlar.

HAPSE HAZIRLIK
Annesinin de, babasının da soyadları ile birlikte üç ismi var, üç isimliler beni ilgilendiriyor, ancak şimdi yerim ve zamanım yoktur. Öyle anlıyoruz, Kürtler’in Siyaset Akademisi’ne “baş hoca” olduktan sonra Büşra’nın da hiç zamanı kalmıyor; Roj Tv’den Baki Gul telefon etmiş, yedinci cilt, sayfa 2081, “ben sizi televizyona davet edecektim”, istiyorlar, ama mümkün değildir. Çünkü aynı tarihlerde Büşra için, “Diyarbakır’da çok güzel bir toplantı var”, bunu söylüyor ancak “ona da gidemiyorum”, gidemiyor, neden mi, “çünkü önümüzdeki hafta Hindistan’a gideceğim”, cevabı budur. Kürtler Emine Büşra’yı davetlerle boğmaktadırlar. Hapse hazırladıklarından habersizdirler.

Bitmiyor, Büşra, Kürtler’in yeni anacığı’dır, bu Brüksel’de tv programı var ya, üzülüyor, “anne kalbi” diyebiliriz, boş kalmasını istemiyor, telefon üzerine telefon, “yazık”, birisini göndermek istiyor. Ve hepsi polisçe kayıtlıdır, hepsini okumuş durumdayım. Artık hapse hazırdır ve bilmiyor. Bir sabah alırlar.

SİYASET AKADEMİSİ’NİN HOCALARI
Büşra Hanım pek titiz, “Sebahatçim iyi misin”, bu yaman ve cesur milletvekili Kürt kızı Sebahat Tuncel’dir, “iyiyim, sağol Büşra Hoca, sen nasılsın”, konuşma başlamaktadır; Büşra-Sebahat telefonları çoktur ve polislerin kaydındadır. Büşra, Kanal Sekiz programına katılacaktır, Sebahat’ten fikir almak istemektedir; yanlış yapmaktan çekiniyor, çok normal buluyorum. Profesör halidir, televizyonlara boş çıkmak istemiyorlar. Kürtler’in anacığına bu yakışmaktadır. Ancak kavgada yetkin Sebahat, fikirde yetkin görünmüyor; “sen bilirsin Büşra Hoca” havasındadır.

Bir de KCK-Avukatlar iddianamesine sahibiz, okumakla bitmiyor ki, Öcalan “işte bunlardan dolayı da siyaset akademileri üzerinde o kadar duruyorum” demektedir,
cilt-2, sayfa 1330, okuyoruz. “Demek siyaset nasıl yapılır, öğretilmesi lazım”, anlıyoruz; buradan başlıyor. Ama nerede, Yale’den teknik yardıma ihtiyaç çoktur.
İddianame’de, KCK-İstanbul, cilt 8, s. 2221, şunları buluyoruz: “Siyasetçi adayları
Büşra Ersanlı, Doç. Dr. Sungur Savran, yazar Faik Bulut, gazeteci Ragıp Zarakolu gibi akademisyen, siyasetçi, sivil toplum örgütü temsilcisinin derslerine katılana, demokratik siyasetin incelikleri öğretiliyor.” Çok havalı, ancak pek inandırıcı değil, Fak Bulut hiç görünmüyor, Savran açılışta var, Zarakolu’nun sadece açılıştaki mühim konuşmasından haberdar olabiliyoruz.

TÜRKİYE’DE BİR YABANCI
Zarakolu’nun önemli konuşması dosyada yer alıyor ve polis kaydı olabilir, şöyledir: “İlk konuşmayı yapan yazar Zarakolu Kürtçe katılımcıları selamladıktan sonra, siyaset akademisinin tüm dünyada sosyalist harekete önemli ivmeler kazandırdığını anlattı.” Zarakolu sözünü şu şekilde tamamlıyor: “Türkiye’de bunun Kürtler tarafından uygulanmasının anlamlı olduğunu söyledi.” Güzel, yalnız şu sırada, Türkiye’de pek çok partide, akademi veya “parti okulu” var. Olabilir, ne de olsa, artık Türkiye’de bir yabancıdır.

DERS HAZIRLIĞI
Bu dört kişiden sadece Ersanlı ve Zarakolu tutuklandılar ve bırakıldılar. Bu dört hocadan başka, bir de İstanbul Akademisi Başkanı Kemal Seven var ve Kemal Heval’ın, Akademi’de birbirine “arkadaş” deyu hitap ediyorlar, ele geçirilen notlarında, “ideolojik politika” için Büşra Hoca ve “Türkiye Siyaseti” için ise “Büşra-Deniz” yazılıdır. “Deniz”, Zarakolu’nun, herhalde oğlu, Cihan Deniz Zarakolu olmalıdır; devlet üniversitesi misli, dersler, asistanların ve burada Deniz’in omuzlarına bindirilmiş durumdadır. Çünkü ciltlerce, Deniz Hoca’nın derslerinin polis kayıtlarını okuyoruz ama ya içerde telefon ya da dışarıdan mekan kaydıdır ve pek anlayamıyoruz. Ciltleri anlayamadan okumuş bir insan tablosundayım. Ve böylece işleri anlayamadan anlıyorum.

AKADEMİ’DEN DERS NOTLARI
En çok anlaşılır olan şudur: “… (anlaşılamadı) bitane şey var hani bilgi olarak söyleyen… (anlaşılamadı) Allah belalarını versin bu Roma da demiştik, ya Roma’yı kuran bu kardeş… (anlaşılamadı) şey var Roma İmparatoru diye tabir ettiğimiz adam gördüğümüz gibi gerçekten çok büyük bir adamdır…(anlaşılamadı)” Güzel, ders güzele benziyor ama polisler bozmuşlar, bu kanaatteyim; genç Hoca Deniz Zarakolu’nun dersidir.

***

Genç Hoca Deniz’den daha anlaşılabilir bir ders ise şudur: “Şu anda peygamberler direnişi, bakın şunu söyleyebiliriz, bütün şeyi söyleyebiliriz (anlaşılamıyor) bir zenginin cennete gitmesi bir devenin iğne deliğinden geçmesinden daha zor diyen bir anlayışla yola çıkılmıştır.” Burada laik bir yaklaşım ile sosyalist bir felsefe birleşmiş olmaktadır. Ve ben, bunu çıkarıyorum.

ÖĞRENCİ GÖZÜYLE

Öğrencilerin ve Kürtler’in akademiye bakışını da bir polis kaydından öğrenebiliyoruz. Öğrenci Muhsin’i, bir “Erkek Şahıs”, telefonla arıyor, “Naber Muhsinciğim” ilk sözdür. “Okula başladım” ilk cevaptır. Bunun üzerine E.Ş. merak ediyor, Muhsin’in akademide olmasına inanamıyor, “ders mi, alıyor musun, veriyor musun”, konuşma bu minval üzerinde devam ederken, Muhsin, ders aldığını ve “evet, felsefe ve Quantum fiziği” deyince, “E.Ş.”, “ha s.ktir lan” demekten kendini alamıyor, tabii samimiyet ifadesidir. Herhalde yakındırlar, bunu, E. Şahıs’ın “sen oraya mahsustan girmişsindir, hain planların vardır” sözünden anlıyoruz. Önce “tir” oldu, sonra “hain”; suçu Siyaset Akademisi’ne duhul etmesidir.

Sonra yüksek meselelere geçiyorlar, yumuşama var; Muhsin, “evet, temelleri sağlam değil abi, Marksizm falan aşılmış ya yani resmen aşılmak üzere, aşılmış yani” diyor; bu, derslerden yararlanmaya başladığına işarettir. E.Ş. artık hoşnuttur, “aşıldı da”, lafı erkekçe bir tınıya sahiptir. Kapatıyorum.

HER KÖYE BİR AKADEMİ
Sanki Yeni England’ta değil, “Yeni” Türkiye’deler, seviye bunu gösteriyor; ama bu defa da Toroslar’ın en yüksek tepesindeki köyümüzü hatırladım, din âlimimiz vardı, Mıldırbeym, yaşlı ve tabii akrabamız, yamacın üstündeki evimizden aşağıda, bir büyük ceviz ağacımız vardı, buğday tarlamızın ortasında, Mıldırbeym, sırtını koca ceviz ağacına dayar, hiç kalkmazdı. Adının anlamını kimseler bilemedi, meraklıyım, hep sordum ve ancak Farsça öğrenince anladım, “Molla İbrahim”; derslerde Muhsin kadar ilerledim ama çok güzeldi. Şimdi takıldım, neden Akademi’yi bir ceviz ağacının gölgesine kurmadılar, işte bunu anlayamadım, polislerden uzak, kayıtsız ve masrafsız olurdu. K dağlarında, yemyeşil, suları çağlar, dereleri var. Biz saat olarak, karşı tepede, bir ağaca düşen gölgeyi kullanırdık ve Mıldırbeym’i kandırıp, erkenden dereye koşardık. Unutamam. Tavsiye ediyorum.

SUÇ İMALATHANELERİ
Sekiz kalın cilt içinde, Büşra Ersanlı’nın dersini bulamıyoruz, yoktur ve sadece notları var. Hoca, biz hepimiz, yeni bir ders hazırlarken, önce not alırız ve kart çıkartırız, bunlar tek başlarına, in itself, hiçbir anlama sahip değiller. Ancak polisler ve ayrılmazları savcılar, her birine bir cinayet bağlıyorlar. Şimdi bu ülkede, Türkiye’de, suç imalathaneleri var. Ve çok güzel, “hiç bişi” yapamıyorlar. Beş yıl oldu, daha bir “suç” bulamadılar. Kürtler’in anacıkları, işte hal budur.

KÜRT BABACIKLARI
Bir yeni halimiz daha var, bir yardımcı başbakan çıkmış, Füsun Erbulak’ın “Niçin Geç Kaldım” romanını hatırlatıyor, “geç kaldım” diyor, çok ağlar, “ben de dağa çıkarım” buyuruyor. Amed’de, Fethullahi bir polis şefi gelmiş, “dağda ölen Kürt’e ağlarım” ağıtı çığırıyormuş, herhalde yeni aşamadayız. Gerçi Erdoğan arada bir, “hem çıkmam ve hem ağlamam” deyu tutturuyor ama bunu ciltlerde, Erkek Şahıs’tan öğrendik, “mahsustan” yapıyor; pekiştirmektedir. Kürtler’in pek tutkulu ve gözü yaşlı babacıkları olduğunu böylece teyit etmektedir. Herhalde anacıklara ihtiyaç kalmamaktadır ve haber salıyorlar, öyle anlıyorum.

AFORİZMALAR
Güzel ve bitti, ama birkaç aforizma yazmadan kapatamıyorum.

Bir, bu bir siyasi davadır, beş yılda bitmemiş ise, başlarken bitmiştir.

İki, Silivri’de tutuklu yoktur ve hepsi tutsaktır.

Üç, tutukluluk hukuk ve tutsaklık zor işidir.
Dört, hukuk adalet’e ve zor, kılıç’a dayanıyor.

Beş, kılıç ile hapis mümkündür ama üzerine oturmak imkansızdır.

Altı, bir Türk, bir Kürt’ü görmüş, “arkadaşını söyle, kim olduğunu söylerim”,
Türk Kürt’e yardım eder, budur.

Yedi, ne de olsa Kürt’türler, hedefe yaklaştıklarına inandıkları zaman en uzaktadırlar.

Sekiz, bir Kürt bir yobaz ile arkadaş olmuş ve şimdi çok uzaklara kaymaktadır.

Dokuz, “bu kaçıncı” ve bu bir oyundur.
On, yakındır. Oyun içinde oyundur. Alışığız. Kazanırız.

Kaybettiler.

Cumhuriyet’i kaynatamadılar.

Tehlikede olan yobazizmdir. Çünkü Menemen’e dönüş ve Kubilay’a yürüyüş zamanındayız. Katliama duyarlılıktır.
=================================================
Dostlar,
75 yaşındaki bilge Prof. Dr. Yalçın KÜÇÜK bilmem kaç yıldır Silivri’de tutsak..
Son  yazısı : Pınar ile Büşra Kürtler’in iki anacığı..
Bir üstad, bir yüksek zeka..
Yazıyı dikkatle okuyun; bilgelik, inanılmaz bilgi birikimi ve çok yüksek zekayı görmemek olanaksız.
Tutsak iken, kendisini tutsak alanları alaysılayıp sorgulayabiliyor..
Buna ne demeli? Dünya kamuoyu şaşkınlıkla izliyor..
“Tutsaklığın Bumerangı” ya da “Bumerang tutsak”.. mı demeli??
Salın bu insanları, ille de yargılayacaksanız tutuksuz yargılayın..
Yalçın Küçük üstat; 2013 çok başka olacak; gene kazanacağız, inan bana..

Daha, daha.. güzel – güneşli günler göreceğiz…

Sevgi ve saygı ile.
31.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Pandora ve AKP’nin kaderi

Pandora ve AKP’nin kaderi

cetin-dogan

Em. Org. Çetin Doğan
AYDINLIK, 29.12.12

Yunan mitolojisine göre Pandora, sadece erkeklerden oluşan “beşinci soyun insanlarını” cezalandırmak için yaratılan ilk kadındır. Erkek soyu adını kötüye çıkarmak için bıkmadan, usanmadan dedikodu yapsa da, Pandora aslında insanoğluna zarar vermek isteyecek en son kişidir. Pandora ve dünyaya getirdiği dişi soyların tek düşüncesi, günü ve geleceği güven ve mutluluk içinde yaşamak ve yaşatmaktır. Söylencesinin bir yönüyle, tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarında geçen Havva Anamız ile benzeştiği söylenebilir.

İnanışa göre, Zeus’un açmaması konusunda sıkı sıkı tembih ettiği gizemli “Kutuyu” Pandora’nın meraktan açmasıyla olan olur. İnsanoğlunun hayatını cehenneme çeviren kötülükler etrafa yayılmaya başlar. Pandora işin farkına varıp kutuyu kapadığında iş işten geçmiş, kutuda umuttan başka bir şey kalmamıştır. Görünen o ki bu yayılmadan en çok, üç evrensel dinin hem doğum ve hem de çatışma alanı olan Ortadoğu etkilenmiştir. Günümüzde Ortadoğu’da tanrı ile iletişim içinde olduğuna inanan, misyon sahibi olduğunu söyleyen, zıvanadan çıkmışların sayısı hayli kabarıktır. Bölgede bu tür fırka (parti) ve efradın (bireylerin) zuhuru ile insanoğluna her türlü kötülüğün yapılması, mitolojiye az-biraz gerçeklik sanısı katmaktadır.

AKP’nin misyonu

Mitolojiye inanmasak da, AKP’nin 10 yılda yaptıkları ile ülkemizin, insanlarımızın sorunlarını çözmek için değil adeta onları cezalandırmak için iktidara geldiğini, getirildiğini düşündürüyor. Buna “Pandora Sendromu” da diyebiliriz. Bir hastalık tablosu olarak algılanması giderek yaygınlaşan bu olgunun, AKP’nin sonunu getireceğinden emin olabilirsiniz. AKP’nin iktidara taşınmasında önayak olan, destek veren dış güçlerin de geçen zaman içinde onun köktendinci “Radikal İslam’ın” panzehiri olamayacağını yeterince anladıklarını sanırım. Ortadoğu’ya örnek olacak “Ilımlı İslami Demokrasi” hayalinin demokrasi ile ilgisiz bir dikta yönetim şekline dönüştüğünün, cümle âlem farkındadır. Derin devlet yapısını temizleyeceğiz, vesayet rejimini yıkacağız diyerek yola çıkanlar, kendi derin devletlerini ve vesayet rejimlerini kurmuşlardır.

Ülkemizde “ileri” ve “iffetli” demokrasi ve hakça bir düzen kurma vaadi ile iktidara gelen AKP, yarım yamalak işleyen demokrasimize tasallutta bulunmuş, toplumsal ve ekonomik düzendeki çarpıklık ve çatlaklıkları derinleştirmiş, ülkemizde ve bölgemizde mezhep çatışmalarını körükleyici adımlar atmaktan kaçınmamıştır. Gaddar, çağdışı bir yönetimin iktidarda olmasının ceremesini sadece ülkesi değil, başta komşuları olmak üzere dünyanın da çektiğini kimse unutmamalıdır.

Düzmece değil, gerçek bahara doğru

Yurdumuzda ve dünyamızda yaşanan zincirleme siyasi, ekonomik ve askeri sarsıntılar erkek soyundan önce Afrodit’in güzelliği, Atena’nın zekası, Apollon’un bilgeliği ile donatılan günümüz Pandoralarını uyandırmıştır. Onlardaki gelecek kaygısının yarattığı doğurganlık ve sevginin gücü, umudu gizemli kutudan çıkartıp paylaşarak çoğaltmış, yeşertmiştir. Bugün varsak, yaşıyorsak, dayanıyorsak bunun nedeni kadınlarımız, kızlarımız eliyle umudun ak güvercinler misali, gözle görülür şekilde etrafa saçılmaya başlamıştır. Yurdumuzdaki gençler, genç kalmayı becerenler onların çağrısına elvermekte, katılmakta elbette daha fazla gecikemezdi. Her gün yaşananlar, her türlü baskıya, şiddete rağmen mayanın tuttuğunu, ilkbaharla birlikte özgürlüklerin boynuna geçirilen, vurulan zincirin, tasmanın kırılarak, bu defa düzmece değil, “Gerçek Türk Baharı”nın doğacağının habercisidir.

AKP’yi çöpe atma zamanıdır

Kısacası, görmek isteyenler için AKP’nin üzerindeki yaldız dökülmüş, neyin kurucusu, kimlerin kurtarıcısı olduğu gün yüzüne çıkmıştır. Aydınlık güçlerin yeri göğü sarsarak yürüyüşleri zincirleme reaksiyona dönüşmüştür. Geçtiğimiz 29 Ekim ve 10 Kasım’da bütün yurtta, 13 Aralık’ta Silivri’de, 18-25 Aralık’ta başta ODTÜ olmak üzere önde gelen üniversitelerimizde, 23 Aralık’ta Menemen’de, ülkemizin yüz akı aydınlarımız ve sanatçılarımızın “Reddediyoruz/ Ferman Padişahın Ülke Bizimdir” çağrısını yaptıkları Bostancı’da ve de bugün (27 Aralık) yine “Cumhuriyetin değil AKP’nin yıkılacağı” mesajını Silivri “Zulümhane” kapısında yinelediler.

Ulusumuzun Cumhuriyet’e, Atatürk’e ve onun devrimlerine bağlılığını, karşı devrimcilere geçit vermeme yolundaki kararlılığını ortaya koyan görkemli gösteriler, uyanışın ve de “gerçekten iyi şeyler olacağının” işaretidir. Usta yazarımız Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı’nda koro halinde söylettiği “İnsanoğlu tuhaftır, kendi yapar, kendi tapar” dizeleri çok gerçekçidir. Velâkin, insanoğlunun hakkını yememek için buna bir mısra eklenmesi uygun olur inancındayım. Bu dizeyi ülkemizde oynanan büyük oyunun yeni yıldaki son perdesinde, halkın söyleyeceği nakarat olması dileği ile ekleyelim; vakti geldi mi, çöpe atar… Gerçekten de gelecek seçimlerde ortaya çıkacak şansın, şimdiden kolları sıvayarak iyi kullanılması halinde, AKP’nin kaderinin çöpe atılmak, deliğe süpürülmek olacağından kuşku duymuyorum.

Yeni yılda bütün dostlara sağlık ve esenlik dileklerimle.

ÇUVALDAN BİN BETER, BENİM GENELKURMAY BAŞKANIM !

Em. Tümg. Naci BEŞTEPE

Naci_Bestepe_portresi

ÇUVALDAN BİN BETER, BENİM GENELKURMAY BAŞKANIM !

4 Temmuz ABD’nin bağımsızlık günüdür.
4 Temmuz 2003, ABD’nin TSK’nın başına çuval geçirme günü.
TSK’nın onurunun, Türk Ulusu’nun gururunun kırıldığı gün.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden yapılandırılmasında, işbirlikçilerle anlaşarak eyleme geçişin kırılma noktası ya da dönüm günü..
Türk olana, Türk askeri olana ömür boyu unutulması olanaksız bir gün.
Kapkara, çirkef pisliğinde bir gün.
 
Peki ya 22 Aralık 2012?
Medyada çok sınırlı yer aldığı için pek çok kimsenin haberinin bile olmadığı, yürekler acısı bir olayın yaşandığı gün.
Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi açıklamasına göre;
bir olayın yaşanmadığı, yazılanların hayal ürünü olduğu gün.
 
Okumayan ve duymayanlara haberi özetleyeyim :

21 Aralık 2012  günü Şırnak-Ilıcalar’da arama-tarama yapan JÖH timi; terörist grupla çatışmaya girer, iki teröristi ölü olarak, ABD yapımı FGM 148 tanksavar silahı ve cephanesiyle birlikte ele geçirir. 
Söz konusu silah; yalnızca ABD ordusu envanterinde vardır. 5 km menzile sahiptir.
Hava araçlarına karşı da etkilidir. 
Tim, olayı kayda alır ve görüntü kaydı savcılığa da verilir.
 
Ulusal facia 22 Aralık’ta yaşanır. Sabah saat 05:00’te tim uyandırılır.
İncirlik’ten US helikopteri ile gelen beş ABD’li subay timi sorguya çeker.
Tugay Komutanı, Gnkur. Bşk.lığı emriyle sorgulama yapılacağını bildirir.
Sorgulamada, çatışmada canlı olarak başka terörist ele geçirilip geçirilmediği üzerinde durulur (teröristlerin içinde ABD’li olduğu ve silahın kaynağını açıklayacağından
kuşku duyulduğundan). Sorgulamada, Türk Üsteğmen silahın açıklanmasını istediğinde, deneme uçuşu yapan bir US helikopterinden düştüğü gibi uydurma bir yanıt alır. Sorgulama saat 11:00’de biter.
Olayın basında yer almasından iki gün geçtikten ve TBMM’nde gündeme geldikten sonra, Gnkur. Bşk.lığı resmi sitesinden haberin tümüyle asılsız ve düş ürünü olduğu açıklandı.
 
Kimi subay arkadaşlarıma düşüncelerini sordum.
Çoğunun yanıtı, “GERÇEKTİR, OLMUŞTUR”  kanısını içeriyordu.
Bir arkadaşım, “TSK’yı YIPRATMA AMAÇLI” olarak yorumladı.
 
Haber kaynaklarına baktım. 
Hiç de TSK’yı yıpratma amacına hizmet eden kuruluşlar değillerdi.
THE TARAF, FAZ SABAH, F-ZAMAN, US- STAR, Y-AKİT’e benzemiyorlardı.

Kimi haber kaynaklarına dönüp sordum. Emin olduklarını belirttiler.
Ben de haberin düş ürünü ve gerçekleşmemiş olmasını candan diliyorum.
Ancak olmamıştır diyemiyorum. Bu yüzden de kahroluyorum.
Burası bizim bağımsız, özgür, egemen yurt topraklarımız değil mi?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti sömürge mi?
Türk Ordusu ABD’nin buyruğunda mı?
 
Çuval Irak’ta geçirildi başımıza. ABD orada egemen güç idi. 
Sözde dost ve müttefikti aynı zamanda.
“Askerimiz olayın büyümesini istemediği için karşılık vermedi” diye
teselli bulmaya çalıştık.
Ya şimdi?
Ne diyeceğiz?
Yüreğimizin yangınını nasıl söndüreceğiz?
İşgal ordusuna selam vermediği için sorguya çekilmeyi yediremeyip rütbelerini söken Türk subayına nasıl anlatacağız yaşanan  bu
ÇUVALDAN BİN BETER 
sefilliği??
 
Böyle bir olay yaşanmışsa (Aralık 1991’de ABD helikopterlerinin PKK’ye malzeme attığı haberi üzerine yapıldığı gibi) eşit rütbe ve makamdaki personelden oluşan müşterek bir inceleme kurulu kurulabilirdi.
ABD’nin katılacağı tek seçenek de bu olabilirdi.
Türk Ordusu’nun komutanları ABD’lilerin askerimizi doğrudan sorgulamasına nasıl EVET der?
Bu EVET, bağımsızlığımıza, özgürlüğümüze, gururumuza, onurumuza HAYIR demek değil midir?
Hangi Türk subayı buna cesaret edebilir?
Yasalarımıza göre suç değil midir?
Buna izin verme yetki ve sorumluluğunu taşıyan Genelkurmay Başkanı’na ben birilerinin dediği gibi “BENİM GENELKURMAY BAŞKANIM!” diyemem.
Hâlâ böyle bir şey olmadığından emin olmaya can atıyorum.
Em. Tümg. Naci BEŞTEPE
======================================================
Dostlar,
Em. Tümg. Naci BEŞTEPE‘nin yukarıya aldığımız yazısı yüreğimizi sızlattı.
Olayın tarafsız gözlemecilerce saydamlıkla ortaya konmasını diliyoruz.
Örn. sorgulananlara Genelkurmay’ın güvencesi ile açıklama yapma hakkı verilsin..
Yazıklar olsun..
Türkiye nerelere sürüklendi??
TSK’nın Kemalist – yurtsever kadroları tasfiye edilince geride kalanlar “bunlar” mı??
Söyleyecek söz bulamıyoruz..
Mahzuni‘nin şarkısında olduğu gibi; “bilmem söylesem mi söylemesem mi??
Söylesek suç olacak, söylemesek içimize dert..
Her şeye karşın yine sağduyu ve yine AYDINLANMA kazanacak..
Er ya da geç
..

Sevgi ve saygı ile.
31.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

MUTLU ve SAĞLIKLI AYDINLIK YILLARA..

SUAY KARAMAN

portresi2

MUTLU ve SAĞLIKLI AYDINLIK YILLARA..

Sevgi güzellik ister gülüm
Güzellik emek ister
Güzellik tende değil gülüm
Yürekte ateş ister.

Bir çocuk dudağıyla
Yanakta bir sıcaklık
Yalnız güzellik değil
Sevgi özgürlük ister.

Sevgi güzellik ister gülüm
Güzellik emek ister
Güzellik tende değil gülüm
Yürekte ateş ister.

Aşkların en soylusu 
Birken birçok olandır
Sevginin en güzeli
Paylaşılan emektir.

Aşkların en soylusu 
Birken birçok olandır
Çıkarsız ve sınırsız 
Paylaşılan yürektir.

Sevgi güzellik ister gülüm
Güzellik emek ister
Güzellik tende değil gülüm
Yürekte ateş ister.

31 ARALIK 2012.
31.12.12, 
http://www.youtube.com/watch?v=0EkZRGHdU-Y

==========================================

Dostlar,

Sevgili kardeşimiz Suay Karaman 31 Aralık 2012 için, 2013’ü kutlamak için yukarıdaki şiiri paylaştı.

Ayrıca youtube’da bir görsel kaydının adresini.. Yukarıda görülüyor.

2013 kutlaması için çok hoş bir de power point sunusu hazırlamış.
Müzikli ve güzel şiirlerle.. Yukarıdaki erişkeyi (linki) tıklayarak izlenebilir.

Teşekkür ederiz kendisine paylaşımı için..

Tüm insanlık için mutlu bir 2013 dileyelim biz de..

Sevgi ve saygı ile.
31.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

FELSEFECİYE HER GÜN YENİ YIL: MOSMOR

Dostlar,

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde mesai arkadaşımız ve uzun yılların dostu
Prof. Dr. Yıldırım Beyatlı Doğan (O, Psikiyatri kliniğinde), yeni bir denemesini gönderdi..

  • FELSEFECİYE HER GÜN YENİ YIL: MOSMOR

Tadı Betz hücrelerinizde kalıyor..

Sözcüklerden hatta hecelerden bir yazınsal sanat yapıtı bir “deneme yontusu”!

Üstelik de bilimsel..

Doğaya saygı; böylesine sıradışı zihinsel yetileri ikramı için..

O ham potansiyeli işleyen aileden okula, topluma, ustalara da..

Yetkin bir psikiyatrist ve seçkin bir beyin işte böyle sıradışı yeniyıl armağanları sunabiliyor dostlarına..

Yıldırım’ın dostu olmak bir keyif hatta ayrıcalık..

Bu nefis denemeyi okumak için erişkeyi (linki) tıklamak zahmeti size kalıyor..

Mosmor

Sevgi ve saygı ile.
31.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

TTB’den yeni yıl iletisi..

 

Dostlar,

Meslek örgütümüzden yeniyıl iletisi..

Sevgili kardeşimiz, TTB Genel Sekreteri Dr. Bayazıt İlhan imzalı..

Teşekkür ediyoruz..

Cumhuriyet’imizin temel değerlerini ve Mustafa Kemal’i de sahiplenen bir çizgide
birlikte savaşıma varız elbette..

Etnik ayrımcılık tuzağına asla düşmeden..

Birleştirici..

Sevgi ve saygı ile.
31.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Mümtaz Soysal hocadan örnek yeni yıl iletisi..

Dostlar,

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin (Mülkiye!) efsane hocası ve dekanı
Prof. Dr. Mümtaz Soysal hocamız, örnek ve sade bir yeni yıl iletisi sunuyor..

PORTRESİ

Katılarak paylaşmak istedik..BCP Tebrik kartı 08

Sevgi ve saygı ile.
31.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

 

 

YILBAŞI PİYANGOSU !

Prof. Dr. D. Ali Ercan
ADD Bilim Kurulu Başkanı
30.12.12, Ankara

Ali_Ercan_portresi

YILBAŞI PİYANGOSU !

  • Devlete peşin çıkan ikramiye 250 milyon Dolar !

Değerli arkadaşlar,

Yeni bir yıl, yeni beklentiler, yeni umutlar..

Unutmadan, herkese mutlu, sağlıklı bir yeni yıl diliyorum.

Milli Piyango bu yılbaşı çekilişinde çıtayı yine yükseltti. Büyük ikramiye 45 milyon TL.
Bu kadar parayı 100 TL. banknotlarla nakit olarak almaya kalksanız,  tanesi yaklaşık 1 gramdan toplam 450 kg yapar; taşımak için bir kamyonet gerekli.

Milli Piyango idaresi tam, yarım ve çeyrek olmak üzere üç seride, her biri 40 TL olan
10 milyon bileti satışa sunuyor ve biletlerin satışından elde edilen toplam paranın %60’ını ikramiye olarak dağıtıyor.

Sonuçta Devletin elde ettiği gelir (ya da doğrudan vergi!) 474 milyon TL’dir.
Giderler çıktıktan sonra net 250 milyon $ kâr! Yani bütün biletleri satın alsanız
kesin zararınız 474 milyon TL olurdu…

10 milyon bilet içinden 2 milyon amortili bileti oyun dışı sayarsak, sonuçta
bir milyon şanslı bilete bilet parasının üzerinde bir kazanç söz konusu;
yani Yılbaşı bileti alanların, az ya da çok, ortalama 160 TL kazanma şansı 1/8’dir.

Büyük ikramiyeyi kazanma şansı 10 milyonda birdir;
10 milyon pirinç tanesi içinden işaretlenmiş bir adet pirinç tanesini körlemesine bulmak gibi bir şey. 50 pirinç tanesi 1 gram hesabıyla 10 milyon pirinç tanesi 200 kg yapar.
Yani her biri 50 kg olan 4 çuval dolusu pirinç içinden işaretli 1 pirinci bulmak
ne denli zorsa, büyük ikramiyeyi yakalamak da o denli zordur.
Ama yine de bütün biletler satıldığında doğal ki, büyük ikramiye zorunlu olarak
birine çıkacaktır. Dolayısıyla ortada tansıksal (mucizevi) bir şey yoktur.

“Bir şans oyu, 8 kutu var ve bu kutulardan 7 si kesin boş, biri ise yatırdığınızın
4 katını veriyor” olsa, böyle bir oyuna girer miydiniz?

Doğal ki hayır!

İşte bu nedenle piyangolarda büyük ikramiye çıtası yükseltilerek
psikolojik çekim sağlanır.

Devlet de böylece halkın cebinden 250 milyon dolarlık bir vergi almış oluyor… æ

Not : Öbür şans oyunlarıyla kıyaslandığında Milli Piyango biraz daha insaflı kalıyor.

Atatürk’ün Kafa Yapısı

Dostlar,

Rahmetli Psikiyatri hocası Prof. Dr. Fuat Aziz Göksel hocamızın “Atatürk’ün Kafa Yapısı” adlı kapsamlı konferans konuşmasını uzun olması (12 sayfa) nedeniyle
pdf olarak sunuyoruz.

Fuat_Aziz_Goksel_portresi

 

 

Konuşmanın ses kaydından büyük emekle yazıya aktaran eşi, Em. Kardiyolog
Prof. Dr. Siber Göksel hocamıza bizimle bu dosyayı paylaştığı için teşekkür ediyoruz.

Mutlu yıllar diliyoruz kendisine.

Bu çook öğretici, değerli konuşma metnini, bir psikiyatrist gözüyle “Atatürk’ün Kafa Yapısı” okumak için lütfen erişkeyi (linki) tıkar mısınız ??

Ataturk’un_Kafa_yapisi

Sevgi ve saygı ile.
31.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net