Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Verem alarmı!

Dostlar,

Her yıl Ocak ayının ilk haftası VEREM SAVAŞ HAFTASI..

Türkiye bu sorunu hala çözemedi..

İyimser hesaplarla her yıl “kayda girebilen” 20 bin yeni verem (Tüberküloz) olgusu
ortaya çıkıyor. Dünya Sağlık Örgütü ise gerçeği genellikle kayıt rakamının 6 katı olarak kabul ediyor. Yıllık verem ölümlerimiz kayıtlarda 3500..

6 ile çarparsak her yıl yaklaşık 120 bin yeni verem olgusu ve her yıl 3500 X 6 = 21 bin verem ölümü bulunuyor ülkemizde..

Oysa Dünya genelinde yıllık yeni verem olgusu 9 milyon..

Türkiye Dünya nüfusunun % 1.1’i.. Bize bu hesapla 100 bin / yıl yeni verem olgusu düşer.. Ama 120 bin beklentimiz var. Kayda giren ise bunun 1/6’sı..

Ürküntü verici..

  • Gelir dağılımının iyileştirilmesi, yoksulluğun giderilmesi, yeterli-dengeli beslenme, stresi azaltılmış barışçı bir yaşam, uygun çalışma koşulları..

Ayrıca verem hastalarını erken tanılama ve etkin sağaltım yöntemleri (DOTS)
buna eklenmeli..

Bir de bebeklere doğduklarında BCG aşısı..

  • Verem olgularının % 95’i gelişmekte olan ülkelerde..
  • Verem ölümlerinin % 98’i de gelişmekte olan ülkelerde..

Ve bu veriler rastlantısal değil..

  • Verem yoksulun hastalığı..

ABD’de bir zenci kan tükürürse verem düşünülür..

ABD’de bir beyaz kan tükürürse kanser düşünülür..

Sevgi ve saygı ile.
5.1.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Verem alarmı!

Türkiye’de 20 bine yakın tüberküloz (verem) hastasının olduğu,
yılda ortalama 3 bin 500 hastanın yaşamını yitirdiği tahmin ediliyor.

Uzmanlar, verem hastalarının yatarak tedavisinin çok önemli olduğunu, ancak Türkiye’de yeteri kadar tedavilerinin yapılamadığını belirterek;

“AKP hükümeti döneminde uygulamaya konulan performans sistemi ile göğüs hastalıkları hastanelerinin daha çok tahlil ve tetkiklerin yapılabileceği hastalıklara ayrıldığı, tüberkülozlu hastalara yeterli zaman ve yatak ayrılmadığı gözlemleniyor. Vereme karşı dünya alarma geçerken Türkiye’nin bununla ilgili herhangi bir önlem almaması dikkatleri çekiyor.” dediler.

Dünyada her yıl 9 milyon yeni tüberkülozlu hasta ortaya çıkıyor, bunların 1.5 milyonu da ölüyor. Verem Haftası nedeniyle sorularımızı yanıtlayan Tüberküloz Danışma ve Dayanışma Derneği (TÜDADER) Başkanı Dr. Mehmet Cenk Deliküçük, stres, ekonomik geçim sıkıntısı, beslenme bozuklukları, alkol, sigara ve madde bağımlılarında tüberküloz görülme oranının sık olduğunu söyledi.

Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre tespit edilen hasta sayısının en az 6 katı olduğunu vurgulayan Deliküçük, tüberküloz hastalarının yatarak tedavi edilmediğini, yalnızca kanaması olan ve pnömotoraks (akciğer zarı patlaması) nedeniyle hastaların yatırıldığını ifade etti.

Deliküçük, “İlaçların yan etkilerinden dolayı karaciğerde toksik madde birikmesine bağlı hepatitlerde bile hasta yatırılmamaktadır. Oysa yatırılarak izlenmesi gerekir. İlaçların hiç bulunmadığı dönemde Heybeliada Senatoryumu’nda hastalar iyi beslenme, güneş, temiz hava, stresten uzak yaşam ile % 65 oranında iyileşmekteydi.” diye konuştu.
(Cumhuriyet, 3 Ocak 2013)

BİTLERİN YENİLENİ..


ARA SIRA : 
BİTLERİN YENİLENİ

Ahmet GÖKSAN
Kıbrıs Türk Kültür Derneği Başkanı
                                                                                         kibristkd@gmail.com  

  • “Kıbrıs Türk’ü nasıl ki bugüne kadar tehdit, iftira, baskı ile haklı davalarından bir adım gerilememiş, canını vermiş mevzisini terk etmemişse bundan böyle de inanç ve imanında herhangi bir değişiklik olacak değildir. Görüyoruz dün bizi topla, tüfekle çökertemeyen düşman, başka silahlarla karşımıza çıkmıştır ve daha da bu hareketlerine hız vereceklerine şüphe yoktur. Ekonomik ablukalar bizler için ihtar olmalıdır…
  • Bilmeli ve takdir etmeliyiz ki duyulmayan mermi sesleri her gün için büyük yıkıntılara sebebiyet vermekte, bünyemizde derin yaralar açmaktadır.” 

      Dr. Fazıl KÜÇÜK (1977)

Kıbrıs’ta yaşanan uyuşmazlığa çözüm bulabilmek için yürütülen çabalardan ne yazık ki olumlu sonuca ulaşılamadı. Aradan geçen 44 yıllık süreçte yapılan bütün görüşmeler avara kasnağın konumuna koşut noktada bulunmaktadır. Bu sürede ismi dahi unutulan BM Genel yazmanlarının başarısızlıkları genel bir kanıdır. Genel yazmanlar adına görev üstlenenler de yalnızca görüşme kervanında yer almakla yetindiler. Bir elin parmakları kadar olanlar ise görevden ayrıldıktan sonra anılarını yazdıklarında gerçekleri yansıtmaya çalıştılar. Bu çabalarını  yalnızca belge niteliğinde kabul etmek durumundayız. Görev yaparken suskun olanların, ayrıldıktan sonra da gerçekleri gördüklerini yazmalarını suçluların  telaşı olarak okumak gerekiyor.

Rum Temsilciler Meclisi Başkanı Bay Yannakis Omirou’nun adadaki Hollanda maslahatgüzarı ile yaptığı görüşme sonrasında, 38 yıldır devam eden Türkiye tarafından Kıbrıs’a yapılan müdahaleden söz ediyor. Adı geçen Bay 1974 yılı öncesinde yapılan çözüme ilişkin görüşmelerden hiç söz etmiyor. Tarihe Kanlı Noel diye geçen saldırılardan sonra uyuşmazlığa doğrudan çözüm aranmadı. Aracılar aracılığı ile görüşmeler yapıldı. Haberle hacı olunamayacağı gerçeği ile yüzleşildikten sonra Beyrut’ta 1968 yılında yüz yüze görüşmelerin başladığını belleği zayıf olanlara da anımsatmak durumunda kalıyoruz.

Mendil büyüklüğündeki ülkenin AB dönem başkanlığı sona eriyor.
Bu dönemi kendileri açısından değerlendirirken başarılı olduklarını söylemekten geri durmuyorlar. Bazı AB üyelerinin önde gidenleri de övünmekte olanlara gaz veriyorlar. Bu kısa dönemde siz aslanlar, kaplanlar gibi görev yaptınız. Kimse de bu hayvanların kuyruğuna kim basıyor diye sormuyor. Ekonomik krizin gölgesinde geçirdikleri bu dönemden sonra 2013 yılı Şubat ayındaki başkanlık seçimlerine hazırlanıyorlar.

 Sıklıkla yinelediğimiz gibi hayırsız evlat olduğunu kanıtlayan Bay Dimitris Hristofyas, “ekonomik sorunlar; Yunanistan’a bağımlılığımız sonucu ortaya çıktı” diyor. Bunları söylerken kendi kusurlarını unutuyor. Mendil büyüklüğündeki ülkede yaşanan ekonomik sorunların başında Yunanistan’a bağımlılık sıralamada gerilerdedir. Adada görev yapan BM Barış gücünün bütün harcamalarını üstlendiklerini saklıyorlar. Vur abalıya söyleminde olduğu gibi Türkiye ve Kıbrıs Türklerini suçlamayı yeğliyorlar. Ne de olsa bu davranışlar pirim yapıyor.

 Bölgedeki dengeleri kuralına göre oynadıkları günlerden geçiyoruz.
AB üyesi olmalarına karşın Rusya’nın adada sürekli yatırımlar odası oluşturması yönündeki önerisinin olumlu karşılandığı açıklandı.
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in de 11 Ocak 2013’te Leymosun’da Avrupa Halk Partisi liderler toplantısına katılacağı açıklandı. Katılımcılar Rumlara destek verdiklerini kanıtlamak için bu toplantıya geleceklerini açıklıyorlar. Merkel’in bu ziyaret öncesinde yılbaşında evinde kalacağı ve kaz pişireceği Rum basınında yer alıyor. Merkel’in kaz pişirmesini kendi seçeneği olarak değerlendirirken Rum basınının dalga geçmesini de sizlerin değerlendirmelerinize bırakıyoruz. Türkiye’nin komşuları ile olan ilişkilerinden sıkıntı duyduğunu söyleyen Merkel; “Türkiye Kıbrıs’ta
adım atmalı. Mesela limanları açabilir.”
diye de konuşuyor.

AB dönem başkanlığını devretmeye hazırlanan mendil büyüklüğündeki ülkenin önde gidenleri Türkiye’nin yetkilileri ile de dalaşmayı marifet olarak görüyorlar. Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile dalaştılar. Davutoğlu “Sanıyorlar ki Türkiye daha zayıf olacak ve üyelik için yalvaracak. Hiçbir zaman yalvarmayacağız” dedikten sonra ;
“AB’ne tam üye olmuş ve bizimle iyi komşuluk ilişkileri olan bir birleşmiş Kıbrıs olacaktı. Adada Türk askeri olmayacaktı. Türkiye ile Kıbrıs arasında tam ekonomik entegrasyon sağlanacaktı ve Rumlar bundan herkesten fazla faydalanacaktı. Sizde bu gün iflas etmiş bir ekonomiye sahip olmayacaktınız.” diyordu. Bu konuşmayı sizlerin en iyi şekilde değerlendireceğinize inanıyoruz.

Kıbrıs Rum Ortodoks kilisesi ülkenin iflası konusunda herhangi bir açıklama yapmıyor. Devlet içinde devlet olarak kabul edilen kilisenin
bu yaklaşımında bir bit yeniğinin olduğunu düşünüyoruz.
Kilise bitlerin yenmesini mi bekliyor ne…??

Sağlıkla geçireceğiniz bir yıl olması dileği ile yeni yılınız kutluyoruz.

SEVGİ ile kalınız…
28 Aralık 2012 –  Ankara

Balyoz Davasında Hiç Olmazsa Bir İtirafçı Çıkmaz mı??


Dostlar
,

Hadımköy cezaevinden bir mektup var..
e-ileti ile ulaştı..

(ne_mutlu_turkum_dyene@googlegroups.com eliyle Ferda Pamuk imzalı)

Org. Bilgin Balanlı’nın da imzasını taşıyan yazı,

  • Balyoz Davasında Hiç Olmazsa Bir İtirafçı Çıkmaz mı??

başlıklı..

PDF olarak okumak için lütfen tıklar mısınız ??

Hadimkoy’dan_Mektup1_Bilgin_Balanli_vd_19.12.12

Sevgi ve saygı ile.
4.1.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

ODTÜ’yü karıştıran siyasi iktidarın kurgusu

Dostlar,

ODTÜ’yü karıştıran siyasi iktidarın kurgusunun üzerinden 2 hafta geçti (18.12.12).

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem III öğrencilerimden sevgili
Arda Civelek‘in bize e-iletisini paylaşmak istiyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
4.1.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================

Merhabalar Hocam;

Bir konu hakkındaki görüşlerimi sizinle paylaşmak amacıyla bu e-postayı yazıyorum. Bildiğiniz üzere, kısa bir süre önce başbakan TÜBİTAK ziyaretinde ODTÜ’lülerin protestosuyla karşılaştı. Bugünkü Aydınlık’ta Türker Ertürk’ün belirttiği üzere, kendisine, neredeyse bir tugay kudretindeki polis eşlik etti. Slogan dahi atmadan yürüyen grubun üzerine gaz bombaları atıldı, öğrenciler dövüldü ve ne yazık ki artık kanıksadığımız görüntüleri izlemek zorunda kaldık.
İki gün önce CNN Türk’teki “Tarafsız Bölge” adlı programa ODTÜ’den iki öğretim görevlisi katıldı; karşılarında ise bir tabela üniversitesinin rektörü, bir Zaman gazetesi yazarı ve bir Polis Akademisi hocası vardı. ODTÜ’lü profesörler, bu olaylar yaşandıktan sonra yürütülen planlı yanlış bilgilendirme kampanyasının adeta neferleri olan muhattaplarının tüm ithamlarına ve saçmalıklarına o denli güzel cevaplar verdiler ki, programdaki iki ODTÜ’lüden biri olan Prof. Dr. Semih Bilgen’le tanışmak ve kendisine teşekkürlerimi sunmak, “İyi ki varsınız!” diyebilmek için dün öğleden sonra ODTÜ’ye gittim.
ODTÜ’deki polis şiddetini görmezden gelerek yahut gerekliymiş gibi göstererek, iktidara yaranma fırsatının üzerine mal bulmuş mağribi gibi atlayan birçok üniversite yöneticisi de bildiğiniz üzere birer kınama metni yayımladı. Neyse ki üniversitemiz bu ekibin içinde değildi. Ancak, bilhassa başından yaralanan öğrencinin Ankara Hukuk’ta okuyor olması hasebiyle, fikrimce üniversitemizin göstermesi gereken tepki gösterilmedi. (en azından bildiğim kadarıyla)
Ek olarak, akademik yıl açılış töreninde hünerlerini sergileyen öğrenci konseyi başkanımız da fırsattan istifade şovunu sürdürüp ODTÜ’lülerin karşısında konuşlanmış. Bu durum beni rahatsız etti.
Semih Hoca sohbetimiz sırasında, başbakanın ODTÜ Rektörü’nü azarlayabileceğini, randevu talebine 3 gün geç yanıt verdiğini söyledi. “Başbakan tarafından azarlanan rektör” imgesi, aklıma bir zamanlar anneannemden dinlediğim bir şeyi getirdi:
50’li yıllarda İstanbul Hukuk Fakültesi’nde öğrenci olan anneannem, öğrenci eylemlerinden birinde, öğrenciliği zamanında hocası olmuş Prof. Sıddık Sami Onar’ın, okulunu ve öğrencilerini korumak için çabalarken polis tarafından yerlerde sürüklendiğini anlatmıştı. Bu konuya geçen günkü Hürriyet’te Yalçın Doğan da değinmiş. Bugünden farkı ise, 50 sene evvel üniversite(ler)in seçtiği taraf…
Tüm bunların ışığında, gerek fakültemizin, gerekse Ankara Üniversitesi’nin daha net bir tavır koyması beni ve benim gibi birçok kişiyi memnun ederdi diye düşünüyorum. Bu konuda bir şeyler yapabileceğiniz umuduyla bu metni kaleme aldım. Sabrınıza teşekkür eder, yeni yılınızı da en içten dileklerimle kutlarım. (28.12.12)
Arda CİVELEK
AÜTF D3 Öğrencisi

Ne Yapmalı ??

Dostlar,

Sn. Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN hoca bir yazısını paylaşıyor..

NE YAPMALI ??

Hoca 6 sayfalık uzun makalesini şöyle bağlıyor :

  • Türk toplumu ve devleti artık ne yapmalı sorusunun yanıtını batılı emperyal devletler ile değil ama bölgedeki sınır komşusu mazlum milletler ile beraber aramalıdır.
    İşte o zaman Türkiye cephe ülkesine sürüklenme tehlikesinden kurtularak eskisi gibi merkezi ülke konumunu koruyabilecek ve bu hali ile de hem bölge hem de bütün dünya için barış ve güvenlik üreten bir
    devlet konumuna gelebilecektir. Atatürk’ün 20. yüzyılın başlarında başardığı bu barışçı güvenlik yapılanmasını bir asır sonra Cumhuriyetin yeni nesilleri de Ata’larının izinde giderek başarabilmelidir.

Savaş süreci durdurulamazsa hiçbir şey yapılamaz.

Okumak için tıklar mısınız ??

NE_YAPMALI_Ankara_Kalesi_162_3.1.13

Sevgi ve saygı ile.
3.1.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

İSMAİL HAKKI KARADAYI SERBEST

İSMAİL HAKKI KARADAYI SERBEST!

Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı,
28 Şubat soruşturması kapsamında İstanbul’da gözaltına alındı. Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir, ”Batı Çalışma Grubu emir komuta zinciriyle kuruldu” demişti. Bu arada ilginç bir tarihi tesadüf de yaşandı. Bundan bir yıl önce 05 Ocak 2012’de cumhuriyet tarihinde ilk kez emekli bir genelkurmay başkanı (İlker Başbuğ) terör örgütü yöneticisi olmak suçlamasıyla savcıya ifade vermiş ve tutuklanmıştı. Bir yıl sonra hemen hemen aynı tarihlerde yine bir emekli genelkurmay başkanı ifade için savcıya gidiyor.

Karadayı’nın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen 28 Şubat soruşturması kapsamında gözaltına alındığı öğrenildi.

Soruşturmayı yürüten TMK’nın 10. maddesi ile görevli Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili’nin talimatı doğrultusunda Karadayı’nın İstanbul Fenerbahçe Orduevi‘nin yanındaki lojmanına polis gönderildi.

Karadayı önce sağlık kontrolünden geçirilecek. Daha sonra polis marifetiyle Atatürk Havalimanı’ndan Ankara’ya götürülecek Karadayı, Ankara Adliyesi’nde Mustafa Bilgili’ye ifade verecek. 28 Şubat soruşturmasına ilişkin

TARİHİ TESADÜF

05 Ocak 2012 tarihinde İnternet Andıcı Soruşturması kapsamında ‘şüpheli’ sıfatıyla ifadeye çağrılan Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ, Ergenekon soruşturmasını yürüten Savcı Cihan Kansız’a, yaklaşık 7 saat ‘şüpheli’ sıfatıyla ifade verdikten sonra tutuklanma talebiyle çıkarıldığı mahkeme tarafından cezaevine konulmuştu. Cumhuriyet tarihinde ilk kez eski bir genelkurmay başkanı olarak sivil bir savcının makamında ifade vermiş ve ‘terör örgütü yöneticisi olmak ve darbeye teşebbüs’ suçlarını işlediği iddiasıyla tutuklanmıştı. Bundan tam bir yıl sonra bugün 28 Şubat soruşturması kapsamında dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ifade için gözaltına alındı.

Karadayı’nın avukatı Erol Yılmaz Aras, Hürriyet’e, “Fenerbahçe Orduevi’ndeki lojmanında polislerin olduğu bana bildirildi. Polis marifetiyle Ankara’ya getirilmesi istendi. Evinde arama yapılmadı” dedi.

Aras, müvekkili hakkında bir gözaltı kararı olmadığını belirterek, “Herhangi bir gözaltı kararı yok. Zaten ben 10 gün önce savcılığa başvuruda bulundum. Yazılı dilekçe vererek, 28 Şubat soruşturması kapsamında ifadesinin alınmasını talep ettim müvekkilimin. Sadece polis marifetiyle getirilme kararı var” diye konuştu.

Gözaltı kararı olmamasına rağmen iki polis aracının Karadayı’nın evine gelmesine de tepki gösteren Aras, “Bu durum hukuksuzdur. Çünkü gözaltı kararı yok. Müvekkilim havaalanına götürülmek üzere yola çıkarıldı” dedi.

SAĞLIK KONTROLÜNDEN GEÇİRİLDİ

Karadayı, sağlık kontrolünden geçirildi. Karadayı, sağlık kontrolü için Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’na getirildi. Kendi korumaları ve sivil polis eşliğinde adliyeye getirilen Karadayı, otopark kapısından içeri alındı. Adli Tıp’ta sağlık kontrolünden geçirilen Karadayı yeniden otoparktaki araca indirildi. Asansör ile araca indirilen Karadayı’nın görüntülenmemesi için gazeteciler otoparka sokulmadı.

Savcılığın hakkında gözaltı kararı da çıkardığı Karadayı, uçakla Ankara’ya götürülüyor.

AKP’DEN İLK YORUM

AKP Genel Başkan Yardımcısı M. Ali Şahin, 28 Şubat soruşturması kapsamında Genelkurmay eski Başkanlarından emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın ifadeye çağrılmasıyla ilgili, “Türkiye normalleşirken, daha güçlü demokrasiye doğru
yol alırken, geçmişte yaşanmış demokrasi ve hukuk dışı uygulamaların hesabının sorulmaması mümkün değildir
” dedi.

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Karadayı’nın evinde arama olmadığını belirterek, ”Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın gönderdiği talimat gereği ifadesi alınmak üzere Ankara’ya çağrılması söz konusu. Sadece ifadesi alınmak üzere bugün götürülmesi yönünde bir talimat var. İstanbul Emniyetimiz de bununla ilgili olarak kendisini evlerinden alarak Ankara’ya intikallerini sağlamak üzere şu anda görev başındalar.” dedi.

ÇEVİK BİR: ‘EMİR KOMUTA VAR’

28 Şubat soruşturması kapsamında tutuklu bulunan dönemin Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir, ”28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısı sonrasında da Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, Genelkurmay Başkanı Karadayı’dan aldığı emir ve direktiflere göre mutad çalışmayı başlatmış, yönergeler, usul ve prensipler çerçevesinde hazırlıklarına başlamıştır” demişti.

82 SORU VE TUTUKLAMA TALEBİ

Uçakla Ankara’ya getirilen Karadayı havaalanından adliyeye Genelkurmay’a ait olduğu öğrenilen sivil bir araçla getirildi. 83 soru sorulan ve yaklaşık 4 saat ifade verrikten sonra mahkemeye sevk edilen Karadayı serbest bırakıldı.

TANKLARI SİZ Mİ YÜRÜTTÜNÜZ?

İsmali Hakkı Karadayı’nın savcılıkta soruların hepsine yanıt verdiği öğrenildi. “Sincan’da tankları siz mi yürüttünüz?” sorusuna Karadayı’nın, “Haberim yok. Güzergahtaki yolun bozuk olması nedeniyle tankların oradan geçirildiğini biliyorum. Bunun dışında bilgim yok” yanıtını verdiği öğrenildi. Karadayı ayrıca, “Islak imzam olmayan hiçbir belgeyi kabul etmiyorum. Hazırlanan belgelerle ilgili bilgim yok, Bilgim olsaydı ıslak imzam olurdu” diye konuştu.

SERBEST BIRAKILDI

Eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı tutuklama talebiyle çıkarıldığı mahkemece serbest bırakıldı.

ASKERHABER / ANKARA, 3.1.13

MUNDAR…

Em. Amiral Türker Ertürk

portresi_papyonlu

MUNDAR

Geçtiğimiz hafta ODTÜ’de yaşanan şiddetin ardından başlayan ve tüm üniversitelere dalga dalga yayılan eylemler bir türlü dinmiyor. Bu kapsamda öğrenciler, öğretim üyeleri ve eski mezunlar ODTÜ’de işgal eylemi başlattı.

Eylem nedeniyle U3 amfisine toplanan eylemciler iki gün boyunca buradan çıkmayacaklarını, paneller, film gösterimleri ve atölye çalışmaları gibi etkinlikler düzenleyeceklerini basına açıkladılar ve amfinin girişine “ ODTÜ ayakta AKP’ye direniyor “ pankartı astılar.

Biliyorsunuz bu olaylar 18 Aralık 2012 Salı günü ODTÜ yerleşkesinde bulunan TÜBİTAK binasına Göktürk-2 uydusunun Çin’deki rampadan fırlatılışını izlemek için gelen Başbakan Erdoğan’ı yaklaşık 300 öğrencinin protestosu ile başlamıştı.

Biz biliyoruz ki tüm demokratik ve uygar ülkelerde hükümetler, başbakanlar ve bakanlar sürdürdükleri siyaset nedeniyle eleştirilirler ve protesto edilirler, hem de en ağır şekilde. Dünyada bunun örnekleri çoktur. Ayrıca üniversiteler bilim ve düşünce üreten yerler olarak eleştirel aklın egemen olduğu her şeyin ama her şeyin sorgulandığı ve sorgulanabildiği kurumlardır.

Erdoğan ODTÜ’ye geldiğinde bir kısım öğrenci “ emperyalizme peşkeş çekilen ulusal değerlerimiz, üniversitelerde yok edilen bilimsellik ve Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalede yapılan taşeronluk nedeniyle “ başbakanı protesto etmeyi planlamıştı.

Saldırı tugay gücünde

Erdoğan ise ODTÜ’ye 3600 polis, 105 koruma aracı, 20 zırhlı araç, 8 TOMA
(Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı) ve yeterince kimyasal silahla birlikte cenge gelmişti. Bu polis gücü yaklaşık tugay seviyesindedir. Sormak isteriz, savaşa mı gidiyorsunuz?

Olayların çıkmasının nedeni polisin öğrencilere kimyasal silahlarla saldırmasıdır. Bu tespit bizzat öğretim üyeleri tarafından yapılmıştır. Olay çıkmasını önlemek için protestocu öğrencilere yakın bulunan öğretim üyelerinin gözü önünde hiçbir neden yok iken ve öğrenci grubundan herhangi bir hareket gelmeden polis yoğun gaz bombası kullanmaya başlamıştır. Kışkırtma amaçlı bu saldırının aynısı 29 Ekim’de Ulus’ta da meydana gelmişti.

Amaç çok açık bellidir ki; muhalefetin, eleştirinin, protesto eyleminin en küçüğüne bile tahammül edecek demokratik gelenek ve birikim yoktur. Farklı ses mutlaka ezilmelidir. Çıbanın başı ODTÜ olarak görülmektedir. Burada AKP faşizmi gövde gösterisi yaparak diğer üniversitelere mesaj vermek istemiştir.

Olaylardan sonra Erdoğan ODTÜ’yü, hocalarını ve öğrencilerini hedef tahtasına koymuş onlar hakkında ipe sapa gelmez ve terbiye sınırlarını bir hayli zorlayan açıklamalar yapmış ve “Bu hocalar öğrencilerini böyle yetiştiriyorsa
onlara yazıklar olsun.”
 demiştir.

Bugün ülkemizde bir üniversite enflasyonu vardır. Bilimsel anlamda çok büyük bir bölümü gerçekte yüksek lise seviyesindedir. Ülke olarak sahip olduğumuz üniversite sayısı 168’e ulaşmasına rağmen gerçekten üniversitedir diyebileceklerimiz
iki elin parmaklarını geçmemektedir.

Erdoğan’ın hakaretamiz sözlerine maruz kalan ODTÜ ise kurulduğundan bugüne kadar hem akademik anlamda hem de mezunlarının ülkemize sağladığı katma değerler açısından medarı iftiharımız sayılabilecek bir üniversitemizdir. Göktürk-2 uydusunu bile onlar tasarlamıştır.

ODTÜ 2012’de dünyanın “ En ünlü 100 Üniversite “ listesine Türkiye’den giren ilk ve tek üniversitesidir. Yine ODTÜ 2012’de İngiliz Times Higher Education (THE ) kurumu tarafından yapılan dünyanın en iyi 400 üniversitesi arasında 203’üncü olmuştur. Bu listede ülkemizden Bilkent Üniversitesi 238, Koç Üniversitesi 242, Boğaziçi Üniversitesi 276 ve İTÜ ise 290’ıncı sırada yer almıştır. ODTÜ yine 2012’de İspanya’nın Cybermetrics Lab. kurumu tarafından yapılan dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına 342’inci sırada giren tek üniversitemizdir.

Üniversiteye yalnız başına gelebilir mi?

ODTÜ’ye karşı kimyasal silahla saldırılması ve çamur atılması yakışıksız ve düşmanca bir tavırdır. Bakınız geçtiğimiz Salı günü beraber olduğum Cumhuriyet kadını olan
88 yaşındaki Türkan Erkin bana ne anlattı:

“1944’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesinde İngiliz Filolojisi bölümünde okuyordum. İsmet İnönü okulumuza sıkça gelir ve koridorlarda yalnız başına dolaşırdı. Bir defasında koridorda karşılaştık, selamladım bana hatırımı sordu. Sonradan öğrendim ki, dekanımızdan İngilizce dersi alıyormuş “

Şimdi soruyorum Erdoğan ODTÜ’ye yalnız gelebilir ve yanında koruma ordusu olmadan üniversite koridorlarında dolaşabilir mi? Erdoğan’ın dil bilmediğini biliyoruz ama öğrenme gayreti içinde olup olmadığını bilmiyoruz. Tekrar sormak isteriz,
Erdoğan dil öğrenme gayreti içinde olsa, öğrenmek için hocanın ayağına mı gider
yoksa hocayı ayağına mı getirir?

Türkçemizde güzel bir söz vardır; “Kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş. “ Buradan hareketle ODTÜ’yü karalamak ve mundar ilan etmek beyhude bir gayretkeşliktir.

ODTÜ, geçmişi, mezunları, hocaları ve öğrencileri ile ülkemizin bir onur abidesidir. Aydın kafaların ve sorgulayıcı aklın egemen olduğu bu üniversitede ülkemizin sorunlarına karşı gösterilen duyarlılık ve AKP faşizmine karşı gösterilen direniş nedeniyle kendilerini kutluyorum.

Saygılar sunarım. 29.12.12