Günlük arşivler: 31 Ekim 2013

TÜRBAN OLAYINA ATATÜRK NASIL BAKIYORDU?

Dostlar,

Değerli yazar Mehmet Ali Güller, 3 yıl önce 18.10 2010’da ODATV’de yazdığı makalede, saygı duyulacak bir derinlikle gelişmeleri öngörmüş.. Okuyalım..

  • AKP, apaçık görülüyor ki, canhıraş biçimde 30 Mart 2014 yerel seçimlerine hazırlanmakta.. Ateş bacayı sarmış..

Sadakta oklar tükendi gibi.. En esaslı “ok” lardan biri daha, 11 yıl saklanıp sömürüldükten ve dinci rantı sonuna dek devşirildikten sonra sonunda kullanılmak zorunda kalındı..

Ne yapılırsa yapılsın, tarihsel dönüşümler, pozitif bilimlerin kesinliğine yakın yasalara bağlıdırlar.. Güçler yükselir, bir süre ider ve inişe geçer..

AKP intihar etmektedir.

AKP kendi topuğuna sıkmıştır.. Şaşkın ve zavallı bir tablo içindedir..

İzmir’de dün açılan İktisat Kongresi sırasında Marmaray‘daki arızayı “el frenini” çekenlere bağlayan Başbakan Erdoğan‘ın acınacak durumunu izleyiniz; göreceksiniz.. Beden dili apaçık, “bana inanmayın, yalan söylüyorum..” diye haykırmaktaydı..

Quo vadis AKP – RTE, quo vadis??

Sevgi ve saygı ile.
31.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

TÜRBAN OLAYINA ATATÜRK NASIL BAKIYORDU?

Kadinlar_ve_Ataturk


Mehmet Ali Güller

Odatv.com, 18.10.2010

Usta gazeteci Rahmi Turan, Atatürk’ün
21 Mart 1923 tarihinde, Konya Hilaliahmer (Kızılay) Kadınlar Şubesi’nde söylediklerini anımsatmış okurlarına:

 

  • “Muhterem hanımlar! Memleketimizin bazı yerlerinde giyim tarzımız, kıyafetimiz, bizim olmaktan çıkmıştır. Kadınlarımızın giyim tarzı ve örtünmesinde şu iki şekil görünüyor: Ne olduğu bilinmeyen çok kapalı, çok karanlık bir dış görünüm gösteren kıyafet veyahut Avrupa’nın en serbest balolarında bile giyilmeyecek kadar açık bir giyim… Bunun her ikisi de yanlış!” (Hürriyet, 18 Ekim 2010)

Atatürk, 87 yıl öncesinden öngörmüş bugünleri… Sistem kadını tek bir noktada birleşen iki ayrı uca yöneltiyor: Ya türbana ve çarşafa, ya da göbeğini açmaya…

TÜRBANI ÇÖZME YARIŞI

2006 yılında hukuken kapanan türban konusu, CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu’nun halkoylaması mitingleri sırasında “türbanı biz çözeriz” sözleriyle yeniden önümüze geldi. Kılıçdaroğlu, ardından “cemaatlere saygılıyız” ve
laiklik tehlikede değil” diyerek izleyeceği politikanın köşelerini de belirledi. <
(Akşam, 21-22 Eylül 2010)

CHP’nin bu sürpriz çıkışı, AKP’nin geri planda tutmak zorunda kaldığı en önemli silahını
yeniden cepheye sürmesine olanak yarattı.

TÜRBAN ÖNCE ÜNİVERSİTEYE

Fırsat bu fırsat diyen YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, üniversite rektörlüklerine
“kız öğrencilerin türbanlı olsa bile derslere girebilmesinin önünü açan” bir yazı yazdı. AKP hükümetinin yarattığı korku toplumunun sonucu olarak, yasal olmayan bu talebe, üniversiteler büyük oranda sessiz kaldı ve türban uygulaması başladı!
Rektörler, konuya itiraz etmeyeceğini açıklayan ana muhalefet liderinden daha ileri gitmeye nasıl cesaret edebilirdi ki zaten!

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “YÖK’ün bu yazısını durdurmak amacı ile herhangi bir şekilde hukuksal yollar da dahil bir girişimde bulunulmayacağını” söylüyordu. (Hürriyet, 6 Ekim 2010)

AKP’nin elini güçlendiren en önemli dayanak, CHP’nin kamuoyuna yansıyan yeni rapor taslağıydı. CHP’nin türbanı “bireysel hak ve özgürlükler” kapsamında ele alması, AKP’nin türbanı hem çarşafa çevirmesine hem de üniversitelerin ardından tüm kamuya sokmasına dayanak oluşturacaktı!

Üstelik raporun mimarlarından CHP’li Sencer Ayata, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’a akıl danışmıştı: “Sencer Bey, benim çok eski arkadaşımdır. Uzun yıllar beraber öğretim üyeliği yaptık. Bu, bir rapor değil, bilgi notu kabilindedir. O’nun üzerinde çalıştığını söyledi. Henüz bitmiş bir şey değil. Ne yapılabileceğini konuştuk. Bize ‘başörtülü öğrenciler için ne yapılabilir?’ diye sordular. Madem partiler bu konuda anlaşacak,
bize bir güvence gerekir. Yeter ki problem çözülsün.” (Vatan, 12 Ekim 2010)

“TÜRBAN KAMUDA SERBEST OLSUN”

AKP, yandaş medyayı da harekete geçirerek, zaferi taçlandırmak için sondaj çalışmasına başladı hemen. El birliği ile “türban kamuda da serbest olsun” kampanyası başlatıldı!

CHP’ye rağmen tepki gösterenlere ise YÖK Başkanı Özcan güvence veriyordu:
Garanti ediyorum, başörtüsüz öğrenciler baskı görmeyecek”. (Vatan, 12 Ekim 2010)

Menderes ve Özal’dan sonraki Müslüman Cumhurbaşkanı” sıfatıyla seçilen
Abdullah Gül, bu fırsattan yararlanarak 8 yıllık uygulamayı iptal ettiğini ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı için tek tip resepsiyona geçtiklerini, konuklarını eşi
Hayrünnisa hanımla birlikte karşılayacağını müjdeliyordu. (Hürriyet, 12 Ekim 2010).
Gül’ün “türbanlı resepsiyon” kararını, Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner’e de bildirdiği belirtiliyordu.

Türban konusunda üniversitelerin ardından ilk kurumsal adımı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti TGC attı. TGC, daha önce reddettiği tesettürlü bir gazetecinin üyeliğini
bu sefer kabul ediyordu. (gazeteciler.com, 13 Ekim 2010)

LAİKLİK ÖNCE BOŞALTILACAK SONRA KALDIRILACAK

Ve sahneye TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu çıkıyor ve
“Türkiye laiklik ilkesini yeniden yorumlamalı” diyordu. (Hürriyet, 13 Ekim 2010). CHP’nin rapor taslağını fırsat bilen Kuzu, “örneğin başörtüsü meselesi laiklikle değil bireysel özgürlüklerle ilgilidir” diyerek yeni anayasanın birey haklarına odaklanması gerektiğini vurguluyordu.

Bundan sonra, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının nasıl şekilleneceğinin işaretini ise
Başbakan Erdoğan veriyordu. Kızılcahamam’da bir köfteciye uğrayan Başbakan,
köftecinin çocuklarına “Namaz kılıyor musunuz?” diye soruyordu. “Evet” yanıtı alan Erdoğan, namaz kılan çocukları, oyuncakla ödüllendiriyordu! (Milliyet, 17 Ekim 2010)

TÜRBANIN HEDEFİ TBMM

Öte yandan “Türban kamuya da girsin” kampanyasının bir haftada büyük yol aldığını
ve merkezi kurumların sessiz kaldığını gören Erdoğan artık meydan okuyordu:
“Türbanlı her yere girebilir”. (Cumhuriyet, 17 Ekim 2010)

Erdoğan, AKP Kurucular Kurulu üyesi Fatma Ünsal’ın “Kadınlar, başörtüsüyle Meclis’e giremiyor. 8 yıl geçti” sözlerini de “her şeyin bir zamanı var” diye yanıtlıyordu.
(Hürriyet, 18 Ekim 2010)

TÜRBAN ARAÇTIR

Türban, aslında kadınlarımızın bir sorunu değildir. Türban, bireysel bir özgürlük de değildir. Tam tersine kadınlarımızı esaret altına almanın aracıdır.

– Türbanın Kuran’da yeri olmadığı,
– Kuran’ın örtülmesini emrettiği bölgenin kadının saçlarının olmadığı

gerçeği, dindar yurttaşlarımızla dincileri birbirinden ayıran önemli bir ölçüttür.

Çünkü dindar bilmektedir ki,

  • Kuran kadından sadece “farj” bölgelerini “hımar” ile örtmesini emretmiştir.

İşte bu yüzden, kadınlarımızı türbana sokup, onları araç olarak kullananlar,
yavaş yavaş dudaklarına sürdükleri rujlara, gözlerine çektikleri sürmelere itiraz etmeye başlamışlardır! Bu konuda rahatsızlık oluşmaya başladığını bazı türbanlı kadın yazarlar da dile getirmeye başlamıştır.

LAİKLİK, DİNİN DÜNYA İŞLERİNDEN AYRILMASIDIR

Yazımıza, Rahmi Turan’ın anımsattığı Atatürk’ün konuyla ilgili sözleriyle başlamıştık,
yine Atatürk’le bitirelim :

  • Yeni CHP”nin türbanı “bireysel hak ve özgürlükler” kapsamında ele alması, aslında Atatürk sonrası CHP’sinin, laiklik ilkesinin anlamını değiştirmesiyle başlattığı sürecin bir sonucudur. Atatürk’ün devrimci CHP’si ile İnönü’nün tutuculaşan CHP’si arasındaki en önemli farklardan biri laiklik ilkesiydi.

Atatürk, laikliği “dün ve dünya işlerinin ayrılması” diye tanımlarken, yıllar sonra CHP
bu tanımı “din ve devlet işlerinin ayrılması” şeklinde değiştiriyordu.

Dini dünya işlerinden değil de, sadece devlet işlerinden ayrı tutunca”,
1948 yılından başlayarak günümüze kadar uzanan, “imam hatip okulu açmak, kuran kursu açmak, cemaatlere hoşgörülü olmak, sonra da saygılı olmak, türbanı üniversiteye sokmak” gibi uygulamalar bireysel haklara giriyordu!

  • Devlet TBMM’ydi, Çankaya’ydı… Üniversite değildi!

Bu anlayışın Türkiye Cumhuriyeti’ni getirdiği yer ortada.

  • CHP köklerine dönmeli ve Atatürk’ün 6 ilkesine sıkı sıkıya sarılmalıdır.

Çünkü Türkiye uçuruma yuvarlanmaktadır. 

 

Başbakan RTE türban Allah’ın emri buyurmuşlar..

Dostlar,

Başbakan RTE türban Allah’ın emri buyurmuşlar..

Bu konularda kapsamlı çalışmaları olan E. Alb. Sayın Cemil DENK o kanaatte değil..

Kapsamlı yansılarını dikkatle izleyelim..

Türban-1 Cemil Denk

Türban-2 Cemil Denk

Cumhuriyetin başına türban geçirenleri nesnel tarih ve
evrensel uygarlık utandıracak.

Türkiye bu günleri de -anlaşılan- yaşayarak geçirecek..
Öngörü yapabilecek bir nüfus nicelik ve niteliği elde yok galiba..

  • AYDINLANMA çabasına vargüçle devam..

Sevgi ve saygı ile.
31.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

CUMHURİYETİN 150 YILLIK SERÜVENİ


CUMHURİYETİN 150 YILLIK SERÜVENİ

Zeki_Sarihan_portresi

Zeki Sarıhan

Klasik bir bilgidir ama bu yazının girişi bölümü için yinelemekte yarar var:
Bir ülkeyi kral, imparator, şah, çar, şeyh gibi tek bir adam yönetiyorsa böyle rejimlere mutlakıyet, onun yetkilerinin bir meclis tarafından kısıtlanmasına meşrutiyet,
ülkenin yalnız bir meclis tarafından yönetilmesine ise cumhuriyet denir. Bu tarihsel sıralamada cumhuriyet en demokratik rejim gibi görünüyorsa da bu her zaman geçerli değildir. Ortada bir padişah olmadığı halde ülkeyi demir pençesiyle yöneten ve halka nefes aldırmayan tek parti veya bir askeri cunta tarafından yönetilen cumhuriyetler de vardır. Bunların bir bölümünde seçim bile yapılmaz, yapılsa da halkın iktidara gelmemesi için bütün önlemler alınmıştır. Buna karşılık, kralların simgesel duruma getirildiği,
serbest seçimlerin geçerli olduğu meşrutiyetler, daha çoğulcu ve demokratiktir.
Ülkeyi yöneten tek parti, halkın en geniş kesimlerini temsil ediyorsa, böyle bir yönetim de anti-demokratik değildir.

İlk çağdaki köleci cumhuriyetleri saymazsak, modern dünyada parlamentoculuk, demokrasi ve cumhuriyet, kapitalizmin anavatanı olan Avrupa’da ortaya çıktı. Amerika’ya ve dünyanın öbür bölgelerine buradan yayıldı. Burjuvalar, feodalizmin kurumlarını yıkarak kendi kurumlarını yarattılar ve toplumsal zenginlikten aslan payını bu yolla almaya başladılar.

Osmanlı aydınları, Türk ve İslam olmayan unsurların imparatorluktan ayrılmasını önlemek, bunların, Türk ve İslam unsurunun kısıtlı da olsa yönetimde söz sahibi olmasını sağlamak için bir anayasa hazırladılar ve bunu 1876’da 2. Abdülhamit’e
kabul
ettirdiler. Toplanan parlamento (Meclis-i Mebusan), 1877/1878 Osmanlı-Rus savaşında hükümetin tutumunu eleştirince, ülkeyi tek başına yönetmek isteyen Abdülhamit, Meclisi dağıttı ve anayasayı askıya aldı. Batıdaki gibi güçlü bir burjuva sınıfı oluşmadığı için onun bu tutumuna direnişler yeterli olmadı ve Türkiye, 1908’e kadar
30 yıl bu padişahın keyfi yönetimi (istibdatı) altında kaldı.

Aydınların özgürlük mücadelesi, gitgide halk katmanlarına yayıldı ve 1908’de patladı. Abdülhamit, anayasayı yeniden yürürlüğe koymak zorunda kaldı. 23 Temmuz, Türkiye’nin ilk millî bayramı olarak ilan edildi.  Basından sansür kalktı, dernekler, partiler kuruldu. Bütün unsurlar, özgürlüğün tadını çıkarmaya başladılar.

Ne var ki, bu rüya uzun sürmedi. Meşrutiyet’in ilanına giden yolda en başta rol oynayan İttihat ve Terakki Partisi, birkaç yıl içinde kendini yönetimin tek sahibi ilan etti.
Öbür örgütleri yasakladı. Kendisi ve Türkiye için büyük bir kumar oynayarak
Almanların isteği ile Türkiye’yi 1. Dünya Paylaşım Savaşı’na soktu. Padişahlar, İngiltere’deki gibi artık hükümetin önlerine getirdiği kararları imzalamaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Ülkenin iyi veya kötü yönetilmesinden artık padişah değil, seçimle veya darbeyle iktidara gelen sivil ekipler sorumluydu.

1918’de savaştan yenik çıkan Osmanlı ülkesinde, çok sesli bir demokratik yaşamın yeniden kurulacağı umuldu. Yeniden siyasal partiler kuruldu. Çok geçmeden istilacıların gölgesi altında bir demokrasi olamayacağı anlaşıldı. Basına yeniden sansür konuldu. Padişah Meclis’i kapattı. Anayasaya aykırı olarak seçim yapılmadı. Anadolu’da gelişen millî bağımsızlık ve demokrasi hareketi, Damat Ferit Hükümeti’ni yıkmayı ve seçim yaptırmayı başardıysa da Son Osmanlı Mebuslar Meclisi Misakı Milli’yi ilan edince, İtilaf Devletleri Kuvayı Milliye’yi sindirmek için başkent İstanbul’u işgal ettiler, parlamentoyu dağıttılar ve kuklaları olan Damat Ferit Paşa’yı yeniden başa geçirdiler.

Cumhuriyet’in kuruluşu: 23 Nisan 1920

1. Dünya Paylaşım Savaşı içinde 1917 Rus Devrimi‘nden başlayarak monarşilerden birçoğu yıkıldı, yeni devletler doğdu ve bunlar cumhuriyetle yönetilmeye başladılar. Türkiye’de birçok aydının kafasında artık cumhuriyete geçme düşüncesi vardı.
Mustafa Kemal Paşa, 1919’da Sivas’tan Ankara’ya gelirken uğradığı (23 Aralık) Hacıbektaş’ta Alevi dedesi, ondan cumhuriyet idaresinin kurulmasını istiyordu.
Ancak savaş içinde cumhuriyetin ilanı, bağımsızlıkçı muhafazakârlarla yenilikçi önderlerin arasını açabilir, zafer tehlikeye düşebilirdi.

Türkiye’de cumhuriyet, adı konulmadan 23 Nisan 1920’de, Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla kuruldu. Meclis üzerinde artık Padişah’ın gölgesi yoktu. Türkiye’nin ezici çoğunluğunu oluşturan işçi ve köylüler Meclis’e vekillerini gönderememiş olsalar da, mebusların çoğunluğu bunun yokluğunu hissediyor,
bu açığı kapatmak için bu yönetimin Sovyetlerde olduğu gibi bir “Şûrâ” (Kurultay) yönetimi olduğunu söylüyordu. Halkçılık ilkesi bu dönemin ürünüdür. Kemalizm’in
6 ilkesinden biri olarak sonradan anayasaya alınmışsa da, o artık milliyetçilikle
eş anlamda kullanılmıştır. Çeşitli eğilimlerden aydınların ve eşrafın temsil edildiği
Büyük Millet Meclisi idaresi, Türkiye’nin o güne dek gördüğü en geniş katılımlı ve demokratik idaresiydi. Devletin adı Türkiye Devleti, hükümetin adı ise TBMM Hükümeti oldu. 1960 yılına kadar da ondan daha çok sesli, daha demokratik bir yönetim kurulamayacaktı.

Büyük Zafer’den (30 Ağustos 1922) sonra toplanan Lozan Konferansı’na İtilaf Devletleri İstanbul Hükümeti’ni de davet etmeye kalkışınca Meclis’te Padişahlığın ve Halifeliğin kaldırılması gündeme geldi. Muhafazakâr mebusların direnmesi üzerine padişahlıkla halifeliğin ayrılması kararlaştırıldı ve padişahlık kaldırıldı. 1 Kasım 1922 günü Hâkimiyet-i Milliye Bayramı olarak ilan edildi. Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindi artık.

Cumhuriyet neden ve nasıl ilan edildi?

1920 Meclisi, bakanları tek tek  seçerek hükümet kuruyordu. Büyük Zaferle,
Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın saygınlığı (prestiji) en yüksek noktasına çıkmış olsa da, Meclis’te hâlâ zaman zaman O’nun göstereceği adayları seçmeyen
bir çoğunluk vardı. 1923 Ekim’inde bu nedenle bir hükümet bunalımı patlak verdi. Mustafa Kemal Paşa’nın gösterdiği adaylar seçilemiyordu. O’nun isteğini; Başbakanı ataması, başbakanın da bakanlar listesini hazırlayıp O’nun onayına sunması,
sonra Meclis’ten güvenoyu isteme yöntemi karşılayabilirdi. Yakın arkadaşlarını
buna razı etti ve salt çoğunluk sağlanarak kısa bir anayasa değişikliği ile yeni sisteme geçildi. Yeni rejimin adı cumhuriyet konuldu. Mebusların yarıya yakınının (158/286 katılım) katılmadığı oturumda Mustafa Kemal Paşa cumhurbaşkanı seçildi.
Saltanatın kaldırıldığı 1 Kasım (1922) tarihinde kutlanacak Hâkimiyeti Milliye bayramının yerini 29 Ekim, Cumhuriyet Bayramı aldı. 23 Temmuz Hürriyet Bayramı da terk edildi.

Cumhuriyetin Meclis’te yeterince tartışılmadan ve kamuoyundan habersiz birden ilanı, kimi çevrelerde Mustafa Kemal Paşa’nın yetkilerini artıracağı gerekçesiyle tedirginlik yarattı. Hatta hürriyetin suya düştüğünü resmeden “Cum-hürriyet” yazılı karikatür bile yayımlandı.

Bir hükümet kurma biçimi olarak basit görünse de cumhuriyetin ilanı ile Türkiye,
yeni bir rejime güçlü bir adım atmış sayıldı. Yeni dönemin hedefi, Türkiye’yi Batılılaştırmak ve eski rejim ve kültürle bağlarını koparmaktı. Kurtuluş Savaşı’na önderlik eden kadro ve kişilerden Mustafa Kemal Paşa’nın otoritesini kabul etmeyenler tasfiye edildi. 1924’te Halifelik kaldırıldı. Şer’iye ve Evkaf Vekâleti lağvedilerek medreseler kapatıldı. 1925 Doğu isyanı (Şeyh Saitgerekçe gösterilerek
bütün ülkede bir çeşit sıkıyönetim olan Takrir-i Sükûn Kanunu uygulanmaya başlandı. Basın denetim altına alındı. Ülkede yeniden tek partili bir rejim kuruldu.
1926’da İzmir suikastı girişimi gerekçesiyle son kalan muhalifler de saf dışı edildi.

Başlangıçta orta sınıfları, ticaret burjuvazisi ve aydınları temsil eden Cumhuriyet Halk Fırkası (9 Eylül 1923), Türkiye’yi Batılı bir ülke yapmak için heyecanla işe başladı. 1926’da (4 Ekim) Medeni Kanun, 1928’de (1 Kasım) yeni Türk alfabesi kabul edildi.
Bu olumlu gelişmelere karşın yönetimin sınıfsal tabanı giderek daraldı. Hiçbir muhalefete izin verilmedi. Baştan beri reformları desteklemiş öğretmenlerin, kadınların, gençlerin örgütleri bile kapatıldı. Kamuoyuna izin verilmediği için yönetimde keyfilik arttı. Parti ve hükümet çevresinde kümelenmiş birtakım insanlar varsıl (zengin) olurken,
halk kitlelerinin sosyal refahında umulan gelişme olmadı. Bu durum, kitleleri patlama noktasına getirdi. 1930’da denenmek istenen iki partili sistemde yönetim seçimleri yitirebileceğini anlayınca yeniden tek partili yaşama ve şeflik sistemine dönüldü. Mebuslar gerçekte atama sistemiyle belirlendi. Hemen bütün yasa tasarıları Meclis’te oybirliği ile geçiyordu. Her seçimde mebusların yaş ortalamaları yükseldi. Genç cumhuriyet, fiziki olarak da ideal olarak da yaşlandı. Devletle parti birleştirildiği için Cumhuriyet Halk Partisi de işlevini yitirdi.

Tek partili yerine iki partili cumhuriyet

Bu rejim, İnönü’nün Millî Şefliği zamanında da sürdürüldü. Yönetimin en büyük iyiliği, 1. Dünya Savaşı’ndan çıkarılan dersle ülkeyi 2. Dünya Savaşı’na sokmamaktır.
Savaş sonunda hükümet, kapitalist dünya ile Sovyet Bloğu arasındaki denge rolünü
terk ederek kapitalist dünyanın müttefiki olmayı tercih etti. Bu bloğun yönetim biçimi,
çok partili parlamenter demokrasi olduğu için Türkiye de bu sisteme geçmek zorunda kaldı. Ancak sol partilerin kurulmasına izin verilmedi ve kurulanlar da kapatıldı.
AB ve NATO, bu yeni rejimin denetçileriydiler.  1946’da yapılan seçimlerde
iktidar partisi sonuçlara müdahale etti ve dört yıl daha ülkeyi yönetti. 1950’de yapılan serbest seçimlerde, yoksulluk ve hürriyetsizlikten bunalan kitleler, emekçi partiler de yasak olduğundan Demokrat Parti’ye aktılar. İktidarın yeni sahipleri, eski rejimden de sorumlu oldukları için “Devri sabık” yaratmayacaklarını söylediler ancak tek parti döneminin kimi uygulamalarını törpülediler.

Demokrat Parti döneminde ülkeye yabancı sermaye girdi, tarımda makineleşme hızlandı, Köylü kitleleri kentlere akmaya başladı. Tek dereceli seçim,
kitleleri politikleştirdi. Ancak Demokrat Parti, Meclis’te kazandığı çoğunluğa dayanarak, muhalefet üzerinde diktatörlük uygulamaya başladı.

27 Mayıs Devrimi, Cumhuriyet’in yeni koşullarda bir restorasyonuydu. Hem tek partili rejimin, hem de çoğunluk partisinin yaratabileceği sıkıntılar göz önüne alınarak
1961 Anayasası, egemenliği çeşitli kurumlar arasında paylaştırdı. Yasama, yürütme, yargıyı birbirinden ayırdı, özerk kurumlar oluşturdu ve parlamento çoğunluğunu senato ile dengelemek istedi. Böyle bir ortamda emekçi kitlelerin örgütlenme ve mücadele
yolu da açılmış oldu. İşçi, memur, gençlik, kadın kesimleri hızla örgütlendiler ve mücadeleye atıldılar. Ülke birkaç yıl koalisyonlarla yönetildikten sonra iktidar, sağcı ve Amerikancı güçlerin eline geçti. Yükselen halk muhalefeti başarıya ulaşabilseydi, Türkiye emperyalist sistemden kopabilirdi. Türkiye gibi Ortadoğu’da çok önemli bir konumda bulunan ülkeyi yitirmek istemeyen ABD, bağımsızlık ve halkçılık akımlarının karşısına din ve milliyetçilikle çıkan güçleri örgütledi. NATO içinde örgütlenmiş Gladyo’yu devreye soktu. Yaratılan kargaşaya bir son vermek ve orta sınıfların kaybedilen iktidarını yeniden kurmak için Ordu içinde kimi subaylar darbe yapmak için harekete geçtilerse de (9 Mart 1971), Ordu’nun Amerikancı üst yönetimi bunu önleyerek darbeyi kendisi yaptı (12 Mart 1971). Atatürkçülüğü egemen kılmak söylemiyle
sol Kemalistleri ve emekçi hareketini tasfiye etti. Amerika ile bağlar güçlendirildi.

Türkiye serbest seçimsiz yapamazdı. 1973’te yapılan seçimlerde artık ortanın solunda bir konum alan Ecevit’in başında bulunduğu CHP 1. parti olarak çıktı. CHP kendini yenilemeye çalıştı. Buna ayak uyduramayanlar partiden ayrılarak yeni bir parti kurdular (Güven Partisi), ancak bir varlık gösteremediler. 1961-65 arasında uygulanan koalisyonlar dönemi 1973’te yeniden başladı. Halk muhalefeti de yeniden yükseldi. Gladyo’nun emrindeki milliyetçilerin saldırılarıyla ülke gene karıştırıldı.
Bunu bahane eden Ordunun üst yönetimi, emir ve komutayla 1980’de (12 Eylül) Amerikancı bir darbe yaptı ve ülkenin anayasal, siyasi ve toplumsal yapısında
köklü bir değişikliğe gitti.

Halk iktidarının yollarını açmak

Tarihsel özetlemeyi burada keserek bundan sonuç çıkaralım:

Dünyada tabanı çok dar ve oldukça geniş çeşitli cumhuriyetler vardır.
Bu nedenle “cumhuriyet” kutsal bir kavram değildir. Türkiye için cumhuriyet, başlangıçta Batılılaşmanın adı olmuştur; günümüzde de geniş bir kesim tarafından modern hayat tarzı, laik bir düzenle eş anlamda kullanılmaktadır.   Tam da bu nedenle, iktidar çevreleri, bu cumhuriyete soğuktur. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Osmanlıdan kalan feodal kurumların tasfiyesini sorun yapmakta ve muhafazakâr bir toplumu yeniden
inşa etmeye çalışmaktadır.

Günümüzde cumhuriyet kavramı, modernizmle muhafazakârlık tartışmaları arasına sıkıştırılmış bulunmaktadır. Sosyalizmin 1990’dan sonra büyük bir değer kaybına uğramasından ötürü, cumhuriyeti halk iktidarı olarak anlama düşüncesi de oldukça zayıflamıştır.  Cumhuriyetin yıkıldığını ileri sürmek yerine ona hükmedenlerin değiştiğini, yeni iktidar sahiplerinin ona kendi renklerini vermeye çalıştığını söylemek
daha doğrudur. İktidar, Tanzimat’tan beri toplumun yöneldiği Batılı yaşam tarzından geleneksel-muhafazakâr bir yaşam tarzına dönülmesini özendirmektedir.
AKP iktidarı altında cumhuriyetin bir zenginler cumhuriyeti, ABD’ye bağımlı bir cumhuriyet niteliği değişmemiştir. 12 Eylül rejimi, devletin ideolojisini “Türk-İslam Sentezi” olarak belirlemişti. AKP iktidarı, bu ideolojiyi Sünni İslam muhafazakârlığı olarak değiştirilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin buraya kadarki serüvenine bakarak yapılması gereken,
bütün halk sınıflarının ortak çıkarlarını gözeten, bu nedenle de “Demokrasi” nitelemesini hak eden yeni bir yönetim kurmaktır. Muhafazakârlıkla mücadele ederken 1930’lu yılların simgelerine sarılmak, onları kutsamak, istenilen sonuçları vermez.
Bir ırmakta iki kez yıkanmak olanaklı değildir.

  • Halkı örgütleyerek ve onu kendi çıkarları doğrultusunda bilinçlendirerek
    halk iktidarının yollarını açmaktan başka çözüm yolu yoktur.

Ülkenin bilimde, teknikte ilerlemesini, aydınlanmayı ve sosyal gönenci (refahı) da
böyle bir iktidar gerçekleştirebilir. Türkiye halkının bunu başaracak tarihsel birikimini canlandırmak gerekir. (31.10.2013)

“Cumhuriyet’in 90. Yılında Kazanımları Geleceğe Taşımak” panelimiz..


Dostlar
,

Cumhuriyetimizin 90. yıldönümünü anmak üzere,
Yüksek Ticaretliler Derneği Ankara Şubesi‘nin çağrılısı olarak bir panele katıldık.

Şube Başkanı Sn. Davut Özdemir ve çalışma arkadaşlarına nazik çağrıları ve düzenelemedeki emek ve özenleri için teşekkür borçluyuz.

Paneli Şube Başkanı Sn. Davut Özdemir yönettiler. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nden (ilkokul arkadaşımız) Sn. Prof. Dilek Gözütok ve biz de konuşmacı idik.

IM000818.JPG

(Foto için dostumuz Sn. Duran Aydoğmuş’un inceliğine teşekür ederiz..)

Konumuz;

“Cumhuriyet’in 90. Yılında Kazanımları Geleceğe Taşımak” idi..

Panel yöneticisinin sunuşu ve konuşmacıların kısa özgeçmişlerini aktarmasının ardından konuşmalara geçildi. Yaklaşık yarımşar saatlik 2 sunu yansılar eşliğinde yapıldı. Ardından soru ve katkılar alındı. Sunuların yansılarını izlemek için
aşağıdaki erişkelerin (linklerin) tıklanması gerekiyor :

90._yil_Cumhuriyet_Yuksek_Tic._D

Cumhuriyet_ve_Kadin

Aklımız Çankaya Belediyesi’nin düzenlediği meşaleli yürüyüşte kaldı.
Ancak zamanlama, Kızılay – 1. TBMM arasındaki bu coşkulu yürüyüşe katılmamıza olanak vemedi (geçen yıl biz katılmıştık..).

2 saati bulan panel ardından, Dernek binasındaki lokantada Cumhuriyet yemeğine geçildi. 20 : 00 – 20:30 arasında yarım saat yemeğe ara verilerek,
Büyük ATATÜRK’ün Sofrası‘na gönderme ile fikir taraması yapıldı.
Söz alan konuklar Cumhuriyet, Aydınlanma, Atatürk.. konularında anı – deneyim vb. aktardılar.

Cumhuriyetimizin ilanı saati olan 20:40’ta ise herkes ayağa kalktı,
Yüce Atatürk ve Cumhuriyet’e emek veren dava arkadaşları saygı ve şükranla selamlanarak, kadehler Cumhuriyetimizin 90. yaşı için kaldırıldı..

YAŞASIN CUMHURİYET!.. haykırışları salondan dışarılara taştı..

Kararlılık da öyle : Katılımcılar 3 kez üst üste

“Yaşatacağız,
yaşatacağız,
yaşatacağız!”

diye yüksek sesle kararlılıklarını da vurguladılar…

Amatör dostlar Atatürk’ümüzün sevdiği şarkı ve türküleri çaldılar ve seslendirdiler..

  • “Nice 90 yıllara!” kararlılığı ile gece yarısına doğru “Atatürk’ün sofrası” sonlandırıldı.

Sevgi ve saygı ile.
30.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

TÜRBAN DOSYASI…


TÜRBAN DOSYASI…

Fotoğralar, belgeler…

Kim var “türban oyununun” arkasında?
Dışarıda kim, içerideki maşa ve taşeronlar kimler??
Bunu anlamak ve deşifre etmek yaşamsal önemde..

kara_carsafin_arkasinda_ABD_var

Turban_demokrasi_bizim_icin_aractir

Türban aldatmacası

Başsavcıdan türbana sert açıklama

Türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasıyla ilgili açıklama yapan
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, 

Türban yargı kararalarına aykırı olarak gerçekleştirilemez.” dedi.

Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, siyasi partilerin eylemlerinin devletin bağımsızlığına aykırı olamayacağını vurguladığı açıklamasında
“Dinsel inanç veya dinsel kurallarla doğrudan ilişki ve bağlantı kurularak yapılan düzenlemeler hem devrim yasalarını hem de laiklik ilkesini ilgilendirir.” dedi.

Cumhuriyet_Basavcisi_Abdurrahman_YalcinkayaBaşsavcı Yalçınkaya’nın açıklamasındaki satırbaşları şöyle:

  • “Kamuda türban hukuka ve anayasaya aykırı”

“Anayasa Mahkemesinin kararlarında, yüksek öğrenim kurumlarında öğrencilerin dinsel inanca dayalı türban ile öğrenim görmelerine izin veren düzenlemelerin Anayasanın laiklik ve eşitlik ilkelerine açıkça aykırılık oluşturduğu hükme bağlanmış, Danıştay’ın verdiği kararlarda kamu kurumlarında dini inançla türban takmak suretiyle öğrenim görme ve hizmet vermenin hukuka / anayasaya aykırılık oluşturacağı belirtilmiştir.”

  • “AİH Sözleşmesi bu tür hareketleri korumuyor”

“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ibadet, eğitim, uygulama ve gözlem gibi bir kişinin
dinini veya inancını açıklama biçimlerini belirten 9. maddesi, bir din veya inanç tarafından yönlendirilmiş bir hareketi korumamaktadır.”

“Söylemler politik çıkara dayalı”

“Yüksek yargı organlarının kararlarına yönelik açıklamaları Hukuk devletinin gerçekleşmesini, demokratik kuralların yerleşmesine sağlayan yüksek yargı organlarının kararları karşısında; sözü edilen konuda siyasi çevrelerin aksi yöndeki beyanları, politik çıkara dayalı ve Devletimizi temel niteliklerinden olan hukuk devleti, laiklik ve eşitlik ilkeleri ile bağdaşmaz niteliktedir.” (20 Ekim 2010, Cumhuriyet

Türban kararı herkesi bağlar, AİHM, 2005

kara_carsaf_fuhus_kamuflaji

 

 

 

 

 

 

Türban ve başörtüsü, 13.11.03

 

 

Türbana Almanya'dan yasak

Almanya’da başörtü yasağına onay

NTV
Güncelleme: 19:17 TSI 15 Ocak 2007 Pazartesi BONN – http://www.ntvmsnbc.com/news/397052.asp, 16.01.07

Almanya’nın Bavyera eyaletinde Müslüman öğretmenlere getirilen başörtüsü yasağına
Anayasa Mahkemesi’nden de destek geldi.

Bavyera Eyaleti Anayasa Mahkemesi, başörtüsü yasağının din özgürlüğünü
ihlal etmediğine ve ayrımcılığa yol açmadığına hükmetti.

İslam Dini Cemiyeti adlı örgüt, eyalette rahibelerin giyimlerine müdahalede bulunulmadığına dikkat çekerek yasağın adil olmadığı şikayetiyle mahkemeye başvurmuştu. Örgüt, davayı Federal Anayasa Mahkemesi’ne taşımayı planlıyor.

Eyaletteki muhafazakar politikacılar, mahkemenin kararını memnuniyetle karşıladı.
Bavyera Öğretmenler Birliği’nin başkanı da, eyalette sadece 2 Müslüman kadın öğretmenin görev yaptığını, bunların da başlarını kapatmak için şapka taktıklarını söyledi.

Türban yasak, Berlin, 2003

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Türbanlı kucakta, 15.02.08

 

 

 

 

 

 

 

Türbanlı öpüşüyor, 15.02.08

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kim var “türban oyununun” arkasında yerli işbirlikçisi olarak?
Bunu anlamak ve deşifre etmek yaşamsal önemde..
Dün kimdi, bugün kimler??

kara_carsafin_ardinda_Turgut_Ozal

 

 

 

 

 

 

Turban_din_ticareti

 

 

 

 

 

 

Slide1 Slide2 Slide3 Slide4 Slide5 Slide6 Slide7

 

Ata_denizde_kadinlarla

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sevgi ve saygı ile.
31.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

DİL DERNEĞİ : DİL-EKİN SÖYLEŞİSİNDE BULUŞUYORUZ

Dil_dernegi

DİL-EKİN SÖYLEŞİSİNDE BULUŞUYORUZ

Her ayın son perşembesinde dilseverleri, üyelerimizi, derneğimizde düzenlediğimiz “Dil-Ekin Söyleşileri”nde sanatçılarla, bilimcilerle,
aydınlanmacılarla buluşturuyoruz.

Ekim ayının son perşembesinde, 31 Ekim 2013‘teki söyleşimizin konuğu
ÇYDD Ankara Şubesi Gençlik Birimi.

ÇAĞDAŞ GENÇLİK: “SOKAĞIN DİLİ”

 

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD)
Ankara Şubesinin katılımıyla düzenlediğimiz
“Dil-Ekin Söyleşisi”nde gençlerle birlikteyiz.
Üniversite öğrencilerini ağırlayacağımız
“Sokağın Dili” başlıklı söyleşide evde, okulda, arkadaşlar arasında, aile içinde, kitle iletişim araçlarında, toplumsal paylaşım ağlarında, özetle sokağın her yerinde kullanılan dili irdeleyeceğiz; gençlerin gözlemlerini, deneyimlerini, önerilerini paylaşacağız.

ÇAĞDAŞ GENÇLİK ANKARA’DAN KONUKLARIMIZ
* Semra Mutlu (Ankara Üni. Siyasal Bilgiler Fakültesi-Çalışma Ekonomisi Bölümü)
* Doğaç Dandik (Ankara Üni. Siyasal Bilgiler Fakültesi-Maliye Bölümü)
* Merve Elibirlik (Gazi Üni. Siyasal Bilgiler Fakültesi-Kamu Yönetimi Bölümü)
* Özge Kocabaş (Ankara Üni. Mühendislik Fakültesi-Gıda Mühendisliği Bölümü)

* * *

Sanata, bilime, ekine, aydınlanmaya gönül verenleri,
Dil Derneği dostlarını söyleşimize bekliyoruz.

                       Gün:  31 Ekim 2013 Perşembe
Saat: 18.00
Yer:  Dil Derneği
Konur Sok. 34/4
Kızılay-Ankara