Etiket arşivi: yağma düzeni

Emekçi canına doymayan yağmacı düzensizlik!

SİYASET20.10.2022, BİRGÜN

İktisadi liberalizm, piyasa ekonomisi olarak, günümüz kapitalist sistem veya anamalcı iktisadi düzene belli ölçülerde uyarlanmış bulunuyor. Globalleşme sürecinin yarattığı uluslararası iktisadi dizginsiz yarışmaya karşın, kapitalist devletler, ulusal iktisadi yapılarını, düzenleme-denetleme-yaptırım yoluyla kurallara bağlamakta. AB’de en karmaşık düzenlemeler, iktisadi ve mali yapılara ilişkin: İnsan-para, insan-çevre ve eşya ilişkileri, girişim özgürlüğü çerçevesinde oldukça karmaşık düzenlemelere bağlı.

Refah devleti veya sosyal devlet gerekleri doğrultusunda ekonomik kamu düzeni ve çevresel kamu düzeni ereğindeki kurallara ilişkin çalışmalar, ulusal ve uluslararası ölçekte oldukça yaygın.

İktisadi ve mali alanlarda oldukça katı kurallara karşın siyasal liberalizm, daha az ve esnek düzenlemelerle sağlanıyor. Avrupa’da siyasal partiler yasası olmayan devletler bile var; ama aynı devletler, seçim harcamalarını çok sıkı kurallar yoluyla denetliyor.

Dahası, demokratik toplum dokusu üzerine yasal düzenlemeler, bu özgürlükleri sınırlamaktan çok güvencelemeye yönelik. Düşünce, toplantı ve dernek özgürlükleri, çoğulcu toplumun temel taşları.

Türkiye’de ise, altyapı hizmetleri, göstermelik ve istiktrarsız düzenlemelerle yürütülüyor. Kamu İhale Kanunu değişiklikleri ve maden ruhsatları, hukukun yağma düzeni için kılıf olarak kullanıldığının başlıca göstergeleri.

Büyük alt yapı yatırımları, inşaatlar, tesisler vb. alanlar, düzenleme-denetleme-yaptırım zinciri bakımından çok esnek ve gevşek olduğu gibi yürürlüktekiler bile uygulanamıyor.

Siyasal liberalizm alanı ise, çok katı düzenleme-denetleme ve yaptırım alanı çok yoğun: caydırıcı ve bastırıcı önlemler, yasaklayıcı ve kişiyi özgürlüğünden alıkoyan yaptırımlarla bezeli.

Avrupa Devletleri ve Türkiye arasındaki karşıtlık, son hafta zirve yaptı. Nasıl?

Amasra cinayeti, pazar ekonomisi adı altında yağmacılığı, 41 can ve onlarca yaralı ile acı bir biçimde ortaya koydu.

Sansür yasası ise, AKP-MHP ittifakının demokrasiye ne denli yabancı olduğunu bir kez daha doğruladı.

Karşıtlık o denli açık ki, göz göre göre gelen Amasra maden cinayeti sorumluları ve suçluları, muhtemelen özgürlükleri alıkonulmayacak; tam tersine, ihmaller ve düzenleme-denetleme-yaptırım zincirindeki sorumluları teşhir edenler cezalandırılacak.

Bir de kara mizah: sansür yasası TBMM’de oylandıktan iki gün sonra, Amasra cinayetlerini “kader planı” olarak niteleyerek “bilgi kirliliği” yaratan kişi, iki gün sonra, 7418 sayılı dezenformasyon kanununu yürürlüğe koydu. Dünkü grup konuşmasında ise, Avrupa devletlerindeki durum üzerine tam bir “resmi dezenformasyon” yaptı.

Niyeti/düşünceyi/kanaati ve bilgi paylaşımını bastıran ve yaptırıma tabii tutan yasa, totaliter rejim eğiliminin teşhiri.

İktisadi alanda ise, kapitalizm veya neo-liberalizm değil, tam bir yağma ve kaptı-kaçtı düzensizliği geçerli. Soma acıları ve süreğenleşen iş cinayetleri belleklerde canlı iken, onca rapor ve önlem önerisine karşın geliyorum diyen cinayet, bunun açık kanıtı.

Para aklama yasaları zincirine eklenen Anayasa’ya aykırı kur korumalı mevduat düzenlemelerini Nass’a dayandıran anlayış, cinayeti bile din istismarı vesilesi yapabiliyor.

Bir ay kadar önce Amasra’ya “nezaket” ziyaretinde bulunup madencilerle “hatıra” fotoğrafı çektiren Enerji Bakanı’nın, bilgi vermek için geldiği TBMM’de dalga geçer gibi yaşamını yitiren madenci yakınlarına yardım vaat lütfu, pek öfkelendirici.

Gensoru önergesini de kaldıran 2017 Anayasa kurgusunun keyfi uygulaması karşısında vekillerin istifa çağrısı, Genel Kurul salonunu inletmekle sınırlı kaldı.

Şu halde temel sorun, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme ’nin, Türkiye toplumuna örtmeye çalıştığı totaliter şalı yırtıp atmak.

Bunun için, iktisadi liberalizm ve siyasal liberalizm kavramları başta gelmek üzere, doğru ve gerçek bilgiyi topluma yayma kararlılığı hiç eksik edilmemeli.

Yağmacı (iktisat) ve yasakçı (toplumsal) Cumhur İttifakı çifte kelepçesini sandıkta kırıp atmanın yolu, dayanışma ve daha geniş örgütlenme halkalarını örmekten geçiyor.

‘Epistemolojik kopuş’

ADD Çankaya Şubesi: Şube KurullarımızRecep YILMAZ
Mühendis

17 Ekim 2022, Cumhuriyet

“Epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım” ile sınanan yurdum insanı gıda enflasyonunu iliğine dek yaşıyor.

Şu an ekim ayında tarlalar ekime hazırlanıyor ve buğday toprakla buluşuyor. Şekerpancarı topraktan sökülüp fabrikalara taşınıyor. Tarımsal üretim için en çok gerekli olan girdilerden mazot, peş peşe gelen zamlarla birlikte 11 Ekim 2022’de 28.60 liraya ulaştı. Mazotta yaşanan bu durum, tarımsal üretimi tehlikeye sokmaya yetiyor.

Şekerpancarı

ULUSAL TARIM

Şekerin fiyatı son bir yılda dört kat arttı. Şeker fabrikalarının kaptı kaçtı gibi özelleştirildiği, sulama maliyetinin (bedelinin) ve sulama elektriğinin çiftçiyi çarptığı bir ülkede şaşırmamak gerek.

Sütte maliyeti (maloluşu) karşılayamayan üreticiler yoğun biçimde zam istiyordu. 1 Ekim’de 5.70 liradan 7.50 liraya yükselen sütün litresi %13 zamla birlikte 8.50 lira oldu. Aslında bu önerilen fiyat olup, çiğ süt fiyatı şu an 10 lira / L olmasına karşın, üretici süt ineğini kesime gönderiyor.

Davranışsal ekonomi ve nöroekonomi uzmanı ise zamların kaynağını soğan depolarında veya marketlerde arıyor. Aynaya baksa aranan suçlu bulunacak!

Buğdayı, ayçiçeği tohumunu, ayçiçeği yağını koşar adım Rusya’dan ithal eden (dışalım yapan) heterodoks ekonomi, ülke çiftçisini ithalatla (dışalımla) terbiye ediyor (!)

TMO (Toprak Mahsulleri Ofisi), Zirai Donatım Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu (SEK), Et Balık Kurumu (EBK), Şeker Fabrikaları, SEKA, TEKEL, TİGEM… gibi tarımsal üretimi destekleyen kamu işletmeleri tasfiye edilir (kapatılır), özelleştirilir veya değersizleştirilirken yaşanan kopuş “epistemolojik bir kopuş” değil ulusal tarımdan kopuştu.

YAĞMA DÜZENİ

Birçok stratejik sektör gibi tarım sektörü de yeni-liberal politikalarla ve Dünya Bankası’nın, IMF’nin dayattığı ekonomi reçeteleri ile yeniden biçimlenirken başlayan bu kopuş, gıda arzını (sunumunu) stratejik kamu işletmeleriyle güvence altında tutan, kendi kendine yeten konumdan bugüne savrulmaktı.

Ülkemizde yaşanan ekonomik dönüşüm elbette epistemolojik kopuşun (!) uydurucusu Nureddin Nebati’nin Hazine ve Maliye Bakanı olarak atandığı 2 Aralık 2021 tarihi ile başlamadı ancak bu kısacık sürede tanık olduklarımız bu noktaya nasıl geldiğimizin sanki bir özeti gibi…

  • “Bu ekonomi modeli tutmazsa üzülürüm!”
  • “Gözlerime bakar mısınız? Ne görüyorsunuz gözlerimde?
    Ekonomi güven, istikrar, beklenti işi. Ekonomi gözlerdeki ışıltıdır.”
  • “Enflasyonda % 50 seviyesini göreceğimizi düşünmüyorum. Umarım yanılmam.”
  • “Bir problem mi yaşadınız. Rahat olun. Bize hemen ulaşırsınız.
    Bürokrasiyi alaşağı ederiz.”
  • “Piyasada işler elhamdülillah iyi, piyasalar canlı.”
  • “Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyor.
    Çarklar dönüyor.”

Ve son olarak “Epistemolojik kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım!”

Maliye Bakanı Nebati’ye göre piyasa tıkır tıkır işliyor. Ancak toprağa ter akıtan, üreten çiftçinin işleri değil; pazarlık yöntemiyle ihaleler ile semiren müteahhitlerin (yüklenicilerin) işleri tıkır tıkır işliyor.

Heterodoks-ortodoks, yerli-ulusal, faiz-nas söylemleriyle gizledikleri yağma düzeni sayesinde kazanan hep kasa.

Halkın payına ise yalnızca zam düşüyor.

Bu düzen böyle gitmemeli!

Hukuk yoksa iktisat da yok

Alt-yapı ve üst-yapı ayrımı ile açıklanan toplumsal yapıda, üst yapılar, alt yapılara bağımlıdır. Alt-yapı olarak iktisadi düzen, üst-yapı olarak hukuk sistemini biçimlendirir. Marksist kuram, bu diyalektiğe dayanır.

Devlet yönetimi, hukuk ve iktisat arasındaki bu ilişkinin merkezinde yer alır.

Çağdaş anayasa hukuku ve siyaset bilimi, devletin varlık nedeni olan yasama-yürütme ve yargı erklerinin birbirinden ayrılması kuramı ile özdeşleşir: Kuralı koyan organ, kuralı uygulayan organdan ayrı; uyuşmazlıkları çözen organ olarak yargı ise, her ikisine göre bağımsızdır.

Türkiye yönetimi, alt-yapının belirleyici olduğu görüşünü genellikle doğruladı; ama bunu, kapitalist veya iktisadi liberalizmden çok, vahşi kapitalizm ve bir tür yağma düzeni olarak yaptı. Bunların başında çevre yağması ve kamu ihale yasasını delik-deşik etmek gelmekte.

  • Yalnızca Türkiye halkını soyan değil, Türkiye ülkesini de yağmalayan “beşli çete”, tipik araç.

Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY), anayasa hukuku ve siyaset biliminin yüzyıllara dayanan birikimini bir anda ve çırpıda siliverdi. Kişiliğinde topladığı çoklu devlet yetkilerine parti başkanlığını da ekleyen kişi, özerk ve uzman kuruluşları da, ya hukuku araçşallaştırarak (Üniversite yönetimleri) ya da fiili durum yaratarak (Merkez Bankası) özerk ve uzman kuruluşları da işlemez hale getirdi.

Fiili yetkileri, “konu uzmanı” olduğu iddiası meşrulaştırmaya ilahi inanca dayalı referansı da eklemeyi ihmal etmeksizin. Faiz indiriminde ‘nass referansı’, ilahiyatçılar doğrulamasa da, bunun belirgin göstergesi.

Kısacası, bütün siyasal karar düzeneklerini tasfiye ederek kendisini merkezi konuma yerleştiren kişi,

ülkeyi uçuruma sürüklerken, dinsel referansa sarılarak,
yarım haftada Türkiye halkının yarı yarıya YOKSULLAŞTIRILMASINI neredeyse takdir-i ilahi ile
açıklama densizliğine vardı.

Sonuç olarak, anayasa hukuku ve siyaset bilimi gereklerini ortadan kaldırarak Türkiye Cumhuriyeti’ni tek başına yönetmeye girişen kişi, “kişi-parti-devlet” birleşmesiyle alt-yapı ve üst-yapı ilişkisi bir yana, her ikisini de çökertti.

Kurtuluş Savaşı sonrası, Türkiye tarihinin en büyük ve yaygın yoksulluğuna sürükleyen kişi, halkla dalga geçercesine “ekonomik kurtuluş seferberliği” ilan etti.

Bütün unvanlarını kullansa bile, böyle bir seferberliğin başarı olasılığının bulunmadığını belirtmeye gerek var mı?

İktisadi sefalet, hukukun çökertilmesi sonucu olduğuna göre, öncelikle hukukun inşası ile işe başlamak gerekir. Bunun için öncelikle Anayasa, demokratik hukuk devleti ile bağdaşmayan maddelerden arındırılmalı; hükümet sistemi yeniden öngörülmeli, hükümet hesap verebilir olmalı, görev-yetki-sorumluluk üçlüsünde anayasal denge ve denetim düzenekleri kabul edilmelidir.

  • Türkiye’nin kurtuluşu, bütün yetkileri tek kişide toplamaktan vazgeçip,
    yetkileri farklı kişi, kurul ve kurumlar arasında paylaştırmaktan geçer.
  • Bunun için acilen demokratik hukuk devleti kurumları, kuralları ve değerlerine dönülmelidir.
  • Toplumun ve devletin tarihine ve kazanımlarına ihanetin bedeli, 85 milyon yurttaşa ödettirilemez.

Kurtuluş için, şu halde kesinlikle PBYDBY’nin ilan ettiği sözde seferberlikle değil, tam tersine PBYDBY’yi tasfiye ve demokratik hukuk devleti seferberliğini gerekli kılmaktadır.

Demokratik hukuk devleti, yasama-yürütme-yargı ekseninde erkler ayrılığı çerçevesinde özerk ve uzman kuruluşları da güvence altına alır.

Hukuk güvenliği, hukuk devletinin asgari gereklerinin geçerli olduğu bir anayasal düzende sağlanır.

Şu halde, iktisadi düzen ve güven, ancak hukuk güvenliğinin geçerli olduğu bir siyasal yapı ve toplumsal yaşamda geçerli kılınabilir.