Etiket arşivi: Uşakizade köşkü

ATATÜRK’ün Annesi Zübeyde Hanım’ı Saygıyla Anıyoruz…

 

Zubeyde_Hanim


Dostlar
,

İzmir’den kardeşimiz, ADD’den yılların dava arkadaşımız sevgili Ahmet Gürel,
14 Ocak 1923, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın annesi Zübeyde hanımın
ölüm yıldönümünde anma amaçlı vefa yüklü bir dvaranışla kapsamlı sayılabilecek
bir yazı hazırlamış. 1. dereceden kaynaklardan yararlanarak özetlemiş..

Sağolsun..

Sizlerle paylaşalım.. (Fotoğrafları biz koyduk..)

Zübeyde Annemiz ve insanlığa armağanı eşsiz ATATÜRK ışıklar içindeler..

Emanetleri Türkiye Cumhuriyet ise sonsuza dek yaşayacak..

Sevgi ve saygı ile.
14 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

=========================================

Zubeyde_hanim

 

 

 

 

 

ATATÜRK’ün Annesi Zübeyde Hanım’ı Saygıyla Anıyoruz…

portresi

 

Ahmet Gürel
ADD Bilim ve Danışma Kurulu Üyesi
İzmir Özel Türk Koleji 
Uşakizade Köşkü Md.


Zübeyde Hanım
, Karşıyaka’daki Uşakizade Köşkü’nde 17 Aralık 1922’den 14 Ocak 1923’e dek 28 gün konuk olmuştur. Latife Hanım’ın vefat ettiği bu köşk, günümüzde Karşıyaka Belediyesi’nin mülkiyetinde ‘Latife Hanım Anı Evi’ olarak isimlendirilmiştir.
14 Ocak 1923’te vefat eden Zübeyde Hanım, Ferik Osman Paşa Camisi’nin bitişiğindeki parkın içinde Karşıyakalıların kalbine gömülmüştür. Karşıyakalılar, bu ev sahipliğinden çok mutludurlar.

Zübeyde Hanım’a ait anı yerlerinin onarımı için yaklaşık on yıl katkı koymaya çalıştım. Konuyu her platformda gündeme getirdim. Zübeyde Hanım’ın mezarının onarılması ve Zübeyde Hanım’ın vefat ettiği ‘Latife Hanım Anı Evi’nin 19 Mayıs 2008 tarihinde
Türk toplumunun ziyaretine Karşıyaka Belediyesi’nce sunulması beni çok mutlu etmiştir.

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın sınıf arkadaşı ve başyaveri Salih Bozok’tan
Zübeyde Hanım’ın Karşıyaka’ya gelişini dinleyelim:

“Mustafa Kemal Paşa, Latife Hanım’ı merak ve endişede bırakmamak için,
O’nu hoşnut edecek bir mektubu yazıp göndermemi emrettiler. Mektupta Gazi’nin savaşta bindiği Sakarya adlı atı ile birkaç teneke balı, hediye olarak kendi emrindeki muhafızlarından iki üç erle birlikte İzmir’e gönderdiklerini yazdırttı. Hediyelerle erlerin yola çıkışından birkaç gün sonra gece yarısı evimde uyuduğum sıralarda telefonun çalmasıyla uyandım. Telefonun başına gidince Paşa’nın sesini işittim.

“Salih! Uyuyor muydun?” dedikten sonra, “Şimdi giyinerek hemen gel!” diye buyurdular. Derhal köşke gittim:

“Validem İzmir’e gitmek istiyor. Ne doktorları ne de beni dinliyor. Ölürsem İzmir’de öleyim, diyerek yatağından kalkıp çarşafını dahi giymiştir. Hemen şimdi İzmir’e gideceğiz, emir verdim. Bir özel tren hazırlanıyor. Sen de ona göre hazırlanarak annemle birlikte İzmir’e gideceksin. Yalnız şunu da söyleyeyim ki, eğer annem yolda ölürse,
Ankara’ya yakın iseniz buraya gelirsin. İzmir’e yakın iseniz orada,
benim her zaman ziyaret edebileceğim bir yere gömersiniz.”

“Paşa’nın bu emirleri üzerine eve geldim. Hazırlığımı tamamladım. Ve yine Paşa’nın izinleriyle eşimi de beraber alarak İzmir’e geldik. Ankara’dan hareketimizden önce
Latife Hanım’a da telgrafla haber verilmiş olduğundan, tren Karşıyaka İstasyonu’na geldiği zaman Latife Hanım’ı istasyonda bizi bekler bulduk. Kendisini Paşa Hazretleri’nin anneleriyle tanıştırdığım gibi, eşimi de Latife Hanımefendi’ye takdim ettim.
Hastamızı trenden alıp, daha önce hazırlanmış olan ve istasyonun yakınında bulunan köşke taşıdık. Ankara’dan beraber geldiğimiz doktorla eşim ve benden başka Latife Hanım da köşkte hastanın yanında kaldılar. Ölümlerine dek yanlarından ayrılmayarak, hastaya, bir hastabakıcıdan çok bir itina ve özenle baktılar. Gazi Paşa’ya her akşam annelerinin hastalıkları hakkında bilgi verirken Latife Hanım’ın hastaya karşı yaptığı hizmetleri de bildirmekteydim.”

Kılıç Ali’nin anılarından Zübeyde Hanım’ın İzmir’e gelişini izleyelim  :

“O sıralarda tedavi eden doktorlar, Zübeyde Hanım’ın deniz kenarında bir yerde dinlenmesini gerekli görmüşlerdi. Bunun için en elverişli yer İzmir’di ve doktorların da önerisiyle Zübeyde Hanım’ın İzmir’e gönderilmesine karar verildi. Bu seyahat,
O’na gelinini görme fırsatı da verecekti. Zübeyde Hanım bu nedenle, İzmir’e gideceği için çok memnundu. Kendilerini tedavi eden Doktor Yüzbaşı Asım Bey ile birlikte
hemen İzmir’e hareket etti. Gazi, Başyaveri Salih Bey’le eşleri Pakize Hanım’ı bu seyahatte annesinin yanında gitmelerine izin vermişlerdi.

Atatürk’ün Emir Çavuşu olan Ali Metin’in anılarından Zübeyde Hanım ile
Latife Hanım’ın tanışmalarını izleyelim                     :

“Gazi, annelerini Latife Hanım’ı görüp nişan takması için gereken hazırlıklar yapıldıktan sonra beni de yanlarına katarak İzmir’e gönderdiler. İzmir halkı Zübeyde Hanım’ı çok iyi karşıladı, yakınlık gösterdi. Zübeyde Hanım dizlerinden rahatsızdı. Çok zor yürüdüğünden hasır koltukla taşınıyordu. Zübeyde Hanım, ilk ziyaretine gelen İzmirlileri vagonunda kabul etti. Gelen ziyaretçilerin çokluğundan Zübeyde Hanım çok yorulmuştu.
Çevreyi göremez durumda idi. Bu arada Latife Hanım’ı da tanıyamamıştı. Meraklandığını anlıyordum. Bir ara vagonda birkaç hanım kalmıştı. Zübeyde Hanım bu durumu
fırsat bilerek oturan konuklara bir sorun için yalnız kalmak istediğini bildirdi.
Vagon boşaltıldı. Ben de dışarıya çıkıp Latife Hanım’ın Zübeyde Hanım’a su getirmesini temin ettim. Latife Hanım’ın getirdiği suyu içen Zübeyde Hanım, Latife Hanım’ı yukarıdan aşağı iyice süzdükten sonra bardağı verdi. Latife Hanım dışarıya çıktı.
Zübeyde Hanım bana:

“Ali, bu hanım Mustafa’mı mutlu edebilir mi acaba?” diye endişesini belirtti.
O akşam Latife Hanım’ın Karşıyaka’daki Liman Köşkü’ne konuk edildik.
Bütün İzmir gazeteleri nişandan bahsediyordu. İzmir halkının ne amaçla İzmir’e geldiğimizi bilmesine karşın, Zübeyde Hanım’ın emriyle etrafa bir şey söylemiyorduk. Nişan hediyesi olarak Sakarya isimli Gazi’ye ait çok güzel bir atı da yanımızda getirmiştik.”

Gazi’nin sınıf arkadaşı, İzmir’e girerken kurmay başkanı olan Asım Gündüz’ün
o güne ait anılarında                        :

“Eşim, Zübeyde Hanım’ı İstanbul’dan tanıdığı için, Latife Hanım’la beraber kendilerini Karşıyaka İstasyonu’nda karşıladık. Latife Hanım Karşıyaka’da kendilerine ait olan bir yalıyı daha önce hazırlamış, ayrıca hastaya bakmak için bir hasta bakıcı, bir hemşire, bir de doktor seçmişti. Kendisini doğrudan oraya götürdük. Latife Hanım her gün beyaz elbiseler giyerek bir hemşire gibi ziyaretine gider, yemek ve bakımı ile ilgilenirdi. Bu sevecen ve özenli bakımdan mutlu olan Zübeyde Hanım da oğluna yazdığı bir mektupta:

‘Oğlum çok haklı imişsin, bu kızı çok beğendim, gözüm arkada kalmasın, sana layık bir eş olur..’ demişti. Zübeyde Hanım bu mektubu eşime yazdırıyordu. Zübeyde Hanım böylece Latife Hanım’ın özel ilgisi altında bakılmasına karşın, ne yazık ki çok uzun yaşamadı. Eşimle her ziyaretimde Zübeyde Hanım’ın, Latife Hanım için uzun uzun
dualar ettiğini hatırlarım.

1923 Ocak ayı içinde bir günde Zübeyde Hanım’ın öldüğünü bildirdiler. Latife Hanım ve biz çok gözyaşı döktük. Kendisinin cenaze giderlerini bile Latife Hanım’ın karşıladığını çok iyi hatırlarım.”

Gazi’nin kadim dostu ve arkadaşı Kılıç Ali’nin aynı günlere ait anılarına da göz atalım   :

“Latife Hanım kendilerini Karşıyaka’da karşılamış, oradan doğruca Göztepe’deki köşklerine götürerek konuk etmişlerdi. Zübeyde Hanım oldukça zeki, iyi görüşlü,
temiz kalpli bir Türk kadını idi. Karşıyaka’da Latife Hanım’ı gördükten ve kendisi ile birkaç gün temas ettikten sonra Başyaver Salih Bey’i gizlice yanına çağırmış, yavaşçacık:

‘Salih… Benim gördüğüme göre bu kızcağız ile oğlum mutlu olamazlar. Derhal beni geriye götür. Mustafa’mı bu işten vazgeçirteyim..” demiş. Fakat çok arzu etmesine karşın Zübeyde Hanım’ın bu isteğinin yerine getirilmesi olanaklı olamamış. Ankara, İzmir yolculuğunun yorgunluğu da eklendiği için, Zübeyde Hanım’ın hastalıkları
şiddet kazanmış ve kısa süre sonra da İzmir’de vefat etmişlerdi. Bu esnalardaki telaş ve üzüntüden dolayı Zübeyde Hanım’ın görüş ve arzularını Salih Bey, Gazi’ye iletmemişti.’”

Zübeyde Hanım’ın vasiyetini evlilikten sonra Salih Bozok, Gazi’ye iletmiş ve Gazi de yapılan bu gizlemeye gülüp geçmişti. Gazi’nin Emir Çavuşu Ali Metin’in anılarından
o günleri izlemeye devam edelim:

“…Zübeyde Hanım daha da hastalanmıştı. Durumu Ankara’ya bildirdik. Ankara’dan Gazi, doktor göndereceğini ve benim de derhal Ankara’ya gelmemi emrettiler.
Beni istemelerinin nedenini anlamıştım. İzmir’e geleceklerdi demek.
Her gezide hazırlıkları ben yapardım. Zübeyde Hanım’a gideceğimi söyleyince
razı olmadı. Her saat hastalığı artıyordu. Ankara’dan Gazi beni acele olarak isteyince, durumu Zübeyde Hanım’a anlatarak, Latife Hanım’ın verdiği bir mektupla hemen
hareket ettim. Ben yola çıkarken Ankara’dan gönderilen doktorların da İzmir’e yaklaştıklarını öğrenmiştim. Ankara’ya varır varmaz Gazi’yi aradım ve Meclis’te çalışırken buldum. Latife Hanım’ın gönderdiği mektubu verdim. İlk sözleri:

“Annem nasıl?” diye sormak oldu. Ben de gördüklerimi, işittiklerimi anlattım.
Fakat Zübeyde Hanım’ın Latife Hanım hakkındaki fikrini söylemedim, çekindim.”

Salih Bozok’un anılarından Zübeyde Hanım’ın 14 Ocak 1923’te ölümü
ve sonrasını izlemeye devam edelim:

“Paşa’ya her akşam annelerinin hastalığı hakkında bilgi verirken Latife Hanım’ın
hastaya karşı yerine getirdiği hizmetleri de bildirmekteydim. Bir ay sonra hastamız
yaşama gözlerini yumdu.”

Gazi, annesinin ölümünü Eskişehir’de öğrenir. Gazi, annesini ölümünden 13 gün sonra,
27 Ocak 1922 günü annesinin mezarı başındadır. Kimi araştırmacılara göre bu süre
üç gündür. Gazi Paşa’nın annesini mezarı başında söylediği nutuk, ancak bu 13 günlük gecikme sonucunda söylenebilmiştir. Duygu yüklü, ana acısı bastırılarak yapılan
bu konuşmayı Başyaver Salih Bey’in notlarından izleyelim:

  • “Zavallı annem, bir zamanlar kurtuluşu bütün ulus için ülkü olmuş İzmir’in
    kutsal topraklarına vücudunu emanet etmiş bulunuyor. Ölüm yaradılışın en doğal bir yasasıdır. Böyledir ama yine de üzüntü verici belirtileri vardır. Burada yatan annem, zevkin, zorbalığın, bütün ulusu uçuruma götüren kanunsuz bir idarenin kurbanlarından biridir. Annemi kaybetmekten çok üzgünüm.
  • Abdülhamit devrindeydi, 1904 tarihinde askeri okuldan henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımımı atıyordum. Fakat bu adım, hayata değil, zindana rastladı! Gerçekten beni bir gün aldılar ve baskı yönetiminin zindanlarına koydular. Annem bundan, ancak hapishaneden çıktıktan sonra haberdar olabildi.
    Ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisi ile ancak üç beş gün görüşebildim. Çünkü tekrar baskı yönetiminin hafiyeleri, casusları, cellâtları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Annem ağlayarak arkamdan
    beni takip ediyordu. Beni sürgün yerime götürecek olan vapura bindirilirken,
    benimle görüşmesi yasaklanmış olan annem, gözyaşları ile Sirkeci rıhtımında acı ve kederler içinde terk edilmiş bulunuyordu. Zindanda geçirdiğim senelerde annemin hayatı, ıstırap ve gözyaşları içinde geçmiştir.
  • Başka bir nokta daha: Ateşkes zamanında Anadolu’ya geçtiğim zaman,
    annemi hasta bir halde İstanbul’da terk etmek zorunda kalmıştım. Annemin yanına bıraktığım bir adamım vardı. Bu adamı Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim zaman, annem bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberdar olduğu an benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının yerine getirildiğini zannetmiş ve bu yanlış kanı nedeniyle felç olmuştu. Ondan sonra
    bütün mücadele yıllarını sıkıntı ve acı içinde geçirmişti. Padişah ve hükümetinin
    ve bütün düşmanların sürekli baskısı ve işkencesi altında kalmıştı.
  • Evi çeşitli sebep ve bahanelerle basılır, aranır, kendisi rahatsız edilirdi.
    Annem üç, beş senenin gece ve gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi. Bu gözyaşları ona gözlerini kaybettirdi. Sonuç olarak annem manen yaşıyordu. Annemin ölümünden şüphesiz ki çok üzgünüm. Ama benim bu acımı yok eden bir avuntum var. Vatanı yoksulluğa sürükleyen idarenin artık bir daha geri gelmeyecek gibi yokluğun mezarına götürülmüş olduğunu görerek ölmüş olmasıdır. Annem şimdi bu toprağın altında; ama bu toprağın üstünde,
    ulusal egemenlik dünyanın sonuna kadar sürüp gidecektir. Annemin ruhuna yüklenmiş olduğum vicdan yeminini tekrar edeyim:
  • ‘Annemin mezarı önünde ve Tanrı’nın yüce katında söz verip and içiyorum ki, ulusumun bu kadar kan dökerek elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için, gerekirse annemin yanına gitmekte gecikmeyeceğim, ulus egemenliği uğrunda canım vermek, benim için vicdan borcu olsun, namus borcu olsun.’” 

Bize, Atatürk’ü armağan eden büyük ana, ışıklar içinde kal.

14 Ocak 2014, İzmir

Kaynaklar :
Salih Bozok-Cemil Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, İstanbul 1989.
Kılıç Ali Hatıralarını Anlatıyor, Milliyet Gazetesi, Yıl:2, Sayı: 560, 2 Aralık 1952. 
Ziya Oranlı, Atatürk’ün Şimdiye Kadar Yayınlanmamış Anıları, Ankara 1967.
Orgeneral Asım Gündüz, Hatıralarım, Hazırlayan İhsan Ilgar, İstanbul 1973

YARIN CUMHURİYETİ İLAN EDECEĞİZ…


YARIN CUMHURİYETİ İLAN EDECEĞİZ…

portresi2.jpg

Ahmet GÜREL 
ADD Bilim ve Danışma Kurulu Üyesi

 

90 yıl önce ilan edilen “Cumhuriyet”i, “Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar”
adlı kitabımdan alıntı yaparak sizlere aktarmak istiyorum. Anılarda; Atatürk’ün ağzından “Cumhuriyet” sözünü ilk defa ne zaman çıktığını ve Cumhuriyet’e gençlerin
nasıl sahip olacağını hep birlikte okuyacağız.

28 Ekim 1923 gecesi yemekte yaşananları Mazhar Müfit (Kansu) şöyle anlatır:

“Bir gece evvel beraberdik. Mustafa Necati Bey, Vasıf (Çınar) Bey, Yunus Nadi Bey, Mahmut Esat (Bozkurt) Bey ve sair arkadaşlar vardı. Mustafa Kemal Paşa gülerek;

  • ‘Ey, çocuklar, yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz’ dedi.

Ve bana döndü:
‘Erzurum’dan beri ağzından çıkarmadığın Cumhuriyetin işte zamanı geldi.
Yarın istediğin kadar Cumhuriyet diye açıkça artık bahsedebilirsin’ dedi.
Tabidir ki hepimiz son derece memnun olduk.”

Mazhar Müfit Kansu’dan bu konuda başka bir anı ise:

Eski Adalet Bakanı ve İzmir Milletvekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey bir gün
Mustafa Kemal’e başvuruyor:

‘Paşam Üniversitede devrim tarihi derslerinde okutmak üzere tarafınızdan
‘Cumhuriyet’ sözlerini ilk önce nerede, ne biçimde ve kimlerin arasında söylediğinizi öğrenmek istiyorum?’ Diyor. Gazi Mustafa Kemal Paşa kendisine şu karşılığı veriyor:

‘Bunu Mahzar Müfit’ten öğreniniz. O, günü gününe bu olayları not etmiştir.’

…Bunun üzerine Mahmut Esat Bey bir mektupla bana başvurdu. Ben de yazıyla kendisine yanıt verdim. Bu mektupları yayımlamakla istediğim açıklamayı
yapmış olacağım.

…Derslerinizle sevgili gençliğe ve büyük milletime çok büyük hizmetlerde bulunduğunuza eminim. Başarı ve hizmetlerinizin devamını kalpten diler,
anılarımda aktardığım ve sunduğum gibi hükümetin Cumhuriyet olacağı
20 Temmuz 1919 günü Erzurum’da öğrenmiş bulunduğumu bildirerek
gözlerinden öperim.”

Hulusi Köymen’den Cumhuriyet konulu bir anı şöyledir:

“Gazi Mudanya yoluyla Bursa’ya gidiyordu. Kalabalık bir halk kitlesi tarafından
etrafı sarılmıştı. Bir kadının, elinde bir kâğıtla Gazi’ye yaklaştığı görüldü.
Zayıf bir kadındı. Gazi’nin yolunu keserek, titrek bir sesle:

‘Beni tanıdın mı oğul?’ Dedi… Ben sizin Selanik’ten komşunuzdum. Bir oğlum var; Devlet Demir Yollarına girmek istiyor. Siz onu alsınlar dediniz, fakat müdür dinlemedi. Oğlumu işe almamış. Ne olur bir kere de siz söyleyiniz.’
Gazi’nin çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı. Elleriyle geniş jestler yaparak
ve yüksek sesle:

‘Oğlunu almadılar mı?’ dedi. ‘Ben talimat verdiğim halde mi almadılar?
Ne kadar iyi olmuş. Çok iyi yapmışlar. İşte cumhuriyet böyle anlaşılacak.’

Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu. Ve Gazi kendinden geçercesine dolu bir sesle:
‘İşte cumhuriyetten beklediğim sonuç’ diyordu.”

Cumhuriyetin ilanından sonra, Gazi Mustafa Kemal Paşa Latife Hanım’la beraber Karadeniz’e bir geziye çıkmıştır. Bu geziyi Muzaffer Kılıç’tan dinleyelim:

“Bu gezide kendisine eşlik edenler arasındaydım. Rize’ye geldik. Yolların düzgünlüğü dikkatini çekmişti. Vali’ye sordu:
‘Yolları nasıl bu hale getirdiniz?’
Vali de anlattı. Bütün yakın köylüleri jandarmalarla toplattırmış ve yol onarımında çalıştırmış. Gazi’nin kaşları çatıldı. Oldukça sert bir dille:

‘Vali Bey, ‘corvee’ nedir bilir misin? Öyleyse ben size söyleyeyim, Angarya demektir.
Ve şunu da bilmeniz lazım ki, kanunsuz hiçbir vatandaşı işten alıkoyamaz,
onu çalışmaya zorlayamazsınız. Cumhuriyette angarya yoktur.’”

Cumhuriyetin ilanı sıralarında Akşam gazetesinden Necmettin Sadık (Sadak) Bey,
Gazi Mustafa Kemal Paşa’yla bir röportaj yapmak üzere İzmir’e gitmiştir.
Sadak, Uşakizade Köşkü’nde gerçekleşen görüşmeyi şöyle anlatır:

“Gazi’yle bir kez üç, bir kez de dokuz saat görüştük. Ben ömrümde böyle adam görmedim ve iddia ederim ki, hiçbir memlekette böyle bir adam yoktur.
Kendisine sorduğum sorulardan biri şudur:

‘Mademki bu Meclis Cumhuriyeti ilan etmeye kendisini yetkili gördü.
O halde bir başka Meclis de başka bir oylamayla Meşrutiyet ilan ederse ne yaparız?’

‘Olabilir. Fakat hepsini sopa ile kovalarız’ dedi.”

30 Ağustos 1924 tarihinde, Gazi çok güvendiği gençlere Dumlupınar’da şöyle hitap eder:

  • “Gençler! Cesaretimizi kuvvetlendiren ve devam ettiren sizsiniz.
    Siz almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık meziyetinin,
    vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli örneği olacaksınız.
    Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk;
    onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.” 

1927 yılında Gençliğe Hitabesi’nde, gençliğe yine görev verir:

  • “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir…” 

Bu nedenle Anadolu’da verilen var olma mücadelesini ve Cumhuriyetin
nasıl kazanıldığını bilen anababalara ve de öğretmenlere her zaman ülkenin
gereksinimi vardır. Bunların bir kesimini Uşakizade Köşkü’ne gelen ve çocuklarını gezdiren ailelerde görüyorum. Ve “İşte Atatürk’ün istediği gençler yetişiyor’ diyorum
ve onlarla gururlanıyorum. (29 Ekim 2013)

Mudanya Antlaşması…


Dostlar,

Sayın Ahmet Gürel ile ADD Genel Yönetim Kurulu‘nda birlikte görev yaptık.
Halen ADD Bilim – Danışma Kurulu‘nda birlikteyiz. Başarılı bir İnşaat Mühendisi olan sevgili adaşımız, aynı zamanda derinlemesine bir Cumhuriyet tarihi araştırmacısı ve usta bir fotoğraf sanatçısıdır. Yüzlerce görsel Aydınlanma konferansı sunmuş (olasılıkla bizim 1450’yi bulan rakamımızı geçmiştir??), filmler çekmiş, sergiler açmıştır. Yaklaşık 10 yıldır da İzmir’de Uşakizade Latife Hanım Köşkü müdürüdür.

Görüldüğü gibi, Cumhuriyet tarihimiz bakımından son derece ciddi ve parlak bir başarı olan Mudanya Ateşkes Antlaşması‘nın 91. yılında, Cumhuriyet gazetesine başkaca makale yazan çıkmamıştır!?

Sevgili Gürel aşağıda bu tarihsel olayı ustaca özetlemiş. Biz yinelemeyelim.
Ancak şunu anımsatalım ki, Mudanya Ateşkesi bir anlamda Mondros Silah “Bıraktırması” Antlaşması’nın bit tür rövanşıdır. [“Bıraktırması” dedik, gerçek budur, çünkü tek yanlı olarak Osmanlı ordusuna silah bıraktırılmıştır.] Ardından Lozan Barış Antlaşması görüşmeleri başlatılmış ve izleyen yıl içinde, 1 yıl dolmadan,
6 Ekim 1923’te İstanbul, üzerinde  güneş batmayan imparatorluk olan (o zamanın ABD’si!) İngiltere’nin işgalinden kurtarılmıştır. Sultan Mehmet’in, 100 Yıl Savaşları ile iyice zayıflayarak içinden çürümüş Bizans’ın başkenti Konstantinapolis’i almasında, resmi tarihin alaladığı ölçüde bir fevkaladelik yoktur. Varsa bile, aynı Osmanlı, başkenti İstanbul’u bile işgalden koruyamamıştır.

İstanbul’u 2. kez ve gerçekten fetheden, Gazi Mustafa Kemal Paşa olmuştur.. ;
Bu tarihsel gerçeği yeni-Osmanlıcılar görmezden gelmek yerine saygı ve şükranla karşılamalıdırlar.

Sevgi ve saygı ile.
11.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

Mudanya Antlaşması…

portresi

AHMET GÜREL 
Latife Hanım Köşkü Müdürü

 

 

“Büyük Taarruz” sonucunda İzmir’in Yunan işgalinden kurtarılmasıyla Türk ordusu Trakya ve İstanbul’a yöneldi. Aynı anda Türk ve İngiliz birlikleri çatışma noktasına geldiler. O sırada Gazi, İzmir’de Uşakizade köşkündedir. Köşk, başkomutanlık karargâhıdır. Yabancı devlet adamlarının biri gidip diğeri gelmektedir. 18 Eylül 1922 günü Fransız Yüksek Komiseri General Pelle, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın karargâhtaki konuğudur.

Yapılan görüşmeleri Paris’in “Le Temps” gazetesi başyazarı şöyle yorumlar: 

“General Pelle ve Amiral Dumesnil’in İzmir’de Mustafa Kemal Paşa’yla buluşmaları, durumun aydınlığa kavuşmasına çok yardım etti. Çeşitli kaynaklardan alınan çelişkili haberlerin aksine, Mustafa Kemal Paşa görüşünü değiştirmemiş. Misakı Milli’de belirtilen isteklere bağlı olduğu kanısına varıldı. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa’nın siyasal bir gerçekçi olduğu ve Doğu sorununa barışçı çözüm bulmaya çalıştığı anlaşıldı.”

23 Eylül 1922 günü, Başbakan Poincore’nin mesajını getiren Fransız devlet adamı Franklin Boullion köşke gelecektir. Boullion’un getirdiği mesajda, “Mudanya’da bir ateşkes toplantısı yapılması”önerilmektedir. Gazi Mustafa Kemal Paşa, 29 Eylül 1922 günü “Müttefik” devletlere Mudanya ateşkes görüşmelerini kabul ettiğini bildirir.
İnönü Savaşları ve Batı Cephesi’nin muzaffer komutanı İsmet Paşanın,
3 Ekim 1922 tarihinde başlayacak görüşmelerde TBMM hükümetini temsili kararlaştırılır. Fevzi ve Refet Paşalar da görüşme boyunca heyette yer alırlar.

Ateşkes

İngiltere’yi General Harrington, Fransa’yı General Charpy, İtalya’yı da General Mombelli’nin temsil ettiği Mudanya görüşmelerinde, ateşkesle doğrudan ilgili durumda bulunan Yunan delegeler, görüşmelere katılmayıp açık denizde
bir İngiliz gemisinde beklemişlerdir.

Generallere Mudanya görüşmelerinin ilk gününü İsmet Paşa şöyle anlatır:

“Heyeti kabul ettim, masada yer gösterdim. Harrington’u sağıma aldım.
Fransa temsilcisini karşıma, İtalyan generali de soluma oturttum. Fakat ben generallere yer gösterirken onlar biraz şaşırdılar. Meğer başkanlığı ve müzakereyi yönetmeyi, kendileri için düşünmekteymişler.”

İsmet Paşa, ev sahibi durumunda müttefik devletler generallerine masada
yer gösterince, toplantıya kimin başkanlık yapacağı kendiliğinden çözüme kavuşur. Zaman zaman gergin anların yaşandığı, hatta görüşmelerin kesilmesi tehlikesinin doğduğu safhalar yaşanır. İsmet Paşa’nın masaya yumruk attığı ve Türk ordusunun yeniden harekât hazırlıklarına giriştiği görüşmeler, 11 Ekim 1922 tarihinde
uzlaşmayla sonuçlanır.

  • Mudanya’da TBMM siyasal bir zafer kazanmış ve Kurtuluş Savaşı
    fiilen sona ermiştir.

İstanbul, Boğazlar, Doğu Trakya savaşsız kurtarılmıştır. İstanbul’un TBMM hükümetine bırakılmasıyla Osmanlı devleti de başkentsiz kalmıştır. Böylece Türk yurdunun paylaşılması tasarıları sona ermiştir. 30 Ekim 1918 tarihinde “Mondros” Ateşkes Antlaşması’nın başlattığı yenilgi süreci, Mudanya’da geçerliliğini yitirmiştir.
Türk tarafına Lozan’da “bir barış antlaşmasının yapılması” için öneride bulunulmuştur. Atatürk’ün deyişiyle “milletin makûs talihini yenen” kader arkadaşı İsmet Paşa’nın Mudanya’daki bu başarısı, O’nun yalnızca bir asker olmayıp,
iyi bir diplomat olduğunun da kanıtıdır.

Osmanlı Devletinin 1897 Savaşı’nda Yunanistan’a karşı galip gelmesine karşın,
Batılı devletler masada Yunanistan sınırını hep büyütmüşlerdir. İlk kez, emperyalist ülkelerin öncülüğünde Anadolu’ya çıkan Yunanistan, Anadolu’da 1212 gün kalmış
ve Anadolu’nun her yanı kan gölü olmuştur. Bu kez, Mudanya’da müttefik işgalcilerin karşısında teslimiyetçi Osmanlı yerine küllerinden doğan TBMM ordularının komutanları vardır.

Sonuç

Mudanya Ateşkes Antlaşması, emperyalist ülkeler karşısında verilen Kurtuluş Savaşı’ndan sonra bize eşit koşullar sağlamıştır. Tam bağımsızlığı, “kayıtsız koşulsuz egemenlik” ilkesiyle elde etmenin büyük başarısıdır. İnönü, Mudanya’daki kazanımı, Lozan’da “yedi düvele” karşı sürdürerek, tarihteki onurlu yerini almıştır.